Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 NİSAN 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
CRAMOFON IĞNESİ SELİMİLERİ
Kendi kendime, kendiminkinı
araşhrdığımdan olacak,*Yazarlık
tutkusu ne zaman, nasıl başladı?
İsterseniz böyle başlayalım-." diyorum
Nezihe Araz'a. Etiler'de bır apartmanın
kûçük giriş katı. Nezihe Araz buraya
Yaaevi adını vermiş. Ev duygusunu
gerçekten taşıyor. Belki çiçekler, belki
Neâhe Araz'ın güngörmüş dünyası,
bürolann o tuhaf donukluğunu buraya
taşıyamamış. Kimbilir kaç yıl önce
böylesı bir başka yazıevinde Nezihe
Hanım'la tanışmıştım. Yine ön
odalarda değil, arkada küçük bir odayı
seçmıştı, yine böyle karşılıklı oturmuş,
Sarah Bernhardt'dan Afife Jale'ye,
Boğaziçı'nden Ankara'ya gelgitler
ortasında konuşmuştuk.
Nezihe Araz: "Kalabalık bir evde,
sekiz kardeş arastnda büyüdüm" diye
yanıtlıyor."Çok konuşulan, hareketii
bir evdL Ama biz küçüklere hiç laf
dûşmezdL Sofralarda ağabey k'rim maç
kavgalan vapariar, aMalarun moda
tarnşırlar; benim de bazı fikirlerim
olur. söylemek için vakit olmazdL
Sanınm o sıkışıklık, o günkü iç
konuşmalarun beni bazı düşüncelerimi
yazı aracıhğryla söylemeye sevk etti.
Çünkü, hatniryorum, ükokulun beşüıci
sınmnday ken. annemle karşı karşrya
otururken bile "Anneme Mektuplar'
diye yazılar yazardım. Bir de annem o
günkü deyişle 'muharnre" olmayı çok
istemiş; erken yasta evtendirmişler, o
heves sönmemiş. Ilk cumhuriyet
balotanndan birinde, Mustafa Kemal,
annemle yan yana oturan Ağaoglu
Ahmet Bey'in hanımına lazlannı
sormuş, o da birinin İsviçre'de
doktorasını tamamladığmu öteldnin
avukat otduğunu söylemiş. Annem
bebek bekiiyormuş, içinden 'Inşallah
kız doğar. muharnre olur, Mustafa
Kemal Paşa sorarsa söylerim'
dıyormuş. Bu masal bana bep söylendi.
O zamanlar bu soy masallann,
temennilcrin bambaşka anlamlan,
mesuliyetleri olurdu. Annem gerçekten
beni çok teşvik etti..."
Oysa Nezihe Araz oyuncu, tiyatro
lyuncusu olmak ıstemektedir.
Ankara'da geçen ortaöğrenim; lısenin
son sınıflanndaki müsamere oyunlannı
Nezihe Hanım yazar, bir türlü cesaret
edip oyuncu olmak istediğini
öğrermenlerine söyleyemez. Sonra
küçük bir rol alır ve kendini çok, ama
çok başansız bulur. Ikincı provada
oyundan çekılir, geriye yazmak
kalmıştır. Aklıma o yıllann
Ankarasf nı sormak gelıyor.
BfiyfikfilkûlerinAnkarası
"O zamanın Ankarası deniHnce, yeni ve
külriiriü bir nesli var etmek için
didinmiş aydmlann çabasını
haüriryorum. Mesela Çarşamba
Hikâyelen adlı bir oyun yazmış, Çocuk
Esirgeme Kurumu
gecesinde uynansın diye o
günlerin popüler kişisi
Münir Hayn Egelı'ye
götürmüştüm. O da ojunu
Orhan Velı'yeokutmuş.
Orhan Veti beni karşısına
alıp yanlışlannu, eksikkrimi
göstermiş, ama bunlan
kendi kendime düzettmem
gerektiğmi söylemişti...
Ankara bir ülkü şehriydi.
Şündi Selim'ciğim, bizim
Kız Lisesi anayoiun
üzerindeydi; akşamüstü üç
buçukta dağılıyorduk.
Fakat dört buçuga kadar
okul kapısında beklerdik. O
saat gelince Nurullah Ataç,
Orhan Veti, Oktay Rıfat ve
Melih Cevdet bizim
okulun kapısından yürüye
yüriiye geçerler, biz gençler
de peşkrine takılırdık.
Onlar öyle yollarda dura dura
konuşuriar. hepimizi
heyecanlandıran sanat kültür, çeviri
meseleierinden söz açariardı. Biz
dinlerdik. Meram adlı bir kır
gazinosuna kadar yürüyüş sürer. onlar
bir masaya, biz öteİerinde bir masaya
otururduk. Bunlar harikuladc
günJerdi Edebiyat öğretmenim
Nahit Hanım, evindeki toplantılara.
şairlerin, yazariann. hocalann geldiği
toplanülara, edebi>ata merakunı
bfldiğinden beni de çağırırdı. Bu
toplanhlarda Türkiye'nin yannı için
çok güzel umutlar veren konular
söytepnrdL"
"Gerçi Mustafa Kemal'in
Ankarasrnda dile getırdiniz, ama bir
kez daha sormak istiyorum: O günün
Ankarası'yla bugünün Ankarası'nı
birbirinin devamı sayabilir miyiz?
Bugünün Ankarası'nı nasıl
görûyorsunuz?"
"Dehşet, Tek kelimeyle dehşet. O
günlerin en küçük bir izi yok. Bir kere
nüfiıs çok artmış; Ankara şehir olarak
buna hazjrhklı değildi ve gelen nüfiıs,
bir şehir kültürüyle
donanamadığından büsbütün çaresiz,
yalnız. Ben, \nkara'nın şehir adı
altındaki kasabaiı günlerini bilirim.
Cumhuriyet'in ilk on yıhnda bu eski
kasabadan hakikaten modern bir
başkent doğmuştur. Şündi geriye dönüş
var: Modern başkent köhne bir
kasabaya dönüşmekte. Yönetim
yetişemiyor, kalabahğm genel davranış
biçiminde bir ytğın ilkeUik ister istemez
yer edinebflmekte. Ünrversheler
çoğalmış, luyamet gibi ünhersiteler
olmuş, ama ben bizim vıllanmı/dan,
kolunun altmda, çantasında kitap
olmadan gezen tek bir üniversiteli, ILseli
hatniamıyorum! Kendi aramızda
konuştuldanmız, bu kitaplar. gfttiğuniz
oyunlardı. Biz tiyatroyu o zaman
öğrendik, operayı o zaman öğrendik..."
"Sözünüzû kesiyorum; denıimıştır ki,
bu operalar, klasikler, Devlet
Tiyatrosu, bale, şu bu, hepsi
zorlamaydı, tepeden inmeydi..."
Herkes opera sevebüir
"Hiç olur ımı! Kesinlikle» Çok yannş.
Ankara'da opera acı tatlı birçok anryta
bir arada anılmaudır. Annemle
N.urullah Ataç,
Orhan Veli, Oktay
Rifat ve Melin
Cevdet, bizim
okulun kapısından
yürüye yürüye
geçerler, biz gençler
de peşlerine
takılırdık. Onlar
öyle yollarda dura
dura konuşuriar,
hepimizi
heyecanlandıran
sanat, kültür, çeviri
meseleierinden söz
açarlardı. Biz
dinlerdik... Edebiyat
öğretmenim Nahit
Hanım'ın evindeki
toplantılarda
Türkiye'nin yannı
için çok güzel
umutlar veren
konularda
söyleşilirdi.
ırk beş yıl
hep çalışarak geçti.
Yazarhk dışında
hiçbir gelir
kaynağım yok. Bu
yüzden hep bir
yerlere bir şeyler
yetiştirmek
zorunda kaldım.
Tabii severek
yazıyorum,
gelgelelim
yazarken, hep
başka şeylen
yazmak
düşüncesiyle
kalakalıyorum.
Kendi istediklerimi
yazıyorum ama
başka yazmak
istediklerim için
çoğu kez zaman
bulamıyorum
'Birumut
mutlaka var..'.babamın operaya flk gkUşleıi, elbette
fazla resmi sa>ıİabilecek bir davetledir.
Ama o gece biz çocuklar uyuyamamış,
onlann dönüşünü bekkmiş. operanın
ne olduğunu öğrenmek istemiştik. Her
yeni şeyi öğrenmek biraz vakit aiabilir.
Ama öğrendikten, anlanuna vardıktan
sonra herkes opera sevebilir. Ismct
Paşa' nın Ankara'daki konserleri hiç
kaçırmayışını eleştirenler çıkımştır,
ama onun bu konserlere gitmesu ısrarla
gjtmesi genç kuşaklara klasik Batı
müziğini de sevebilecegimizi göstermiş,
anJatmtşnr-. Özenti, düşünülenin
tersine, Demokrat Parti iktidanvla
gehniştir. CHP'nin önüne geçmek
isteyen DP. iktidara \e shasete CHP
öiçüsünde bile hazırlıklı değUdi. Bir
yandan onu geçmek, demokratlaşmak
istiyor, bir yandan da takıp
taktştırarak, süslenerek operalara,
tiyatro galalanna gidiyoıiann.
Burada sanann yerini bir
defile varışı
ahnaktaydı~"
"Bununla
bırlikte siz
27
tutulabilir. Mesela Mevlevilerin
kendilerine mahsus bir dilleri vardır;
'Aman çocuğum düşeceksin' demezler
onlar, 'Çocuğum düşmeyesin' derler.
CMumsuz sözierden, olumsuzlayıcı
fiilierden uzak dururlar. Mevlana'nın
bir uvansı var:
İmkânlar âleminde olacak bütün
şeyler uykuda beklerler. Siz onlan
kelâmla uyandınrsınız.'
Bunlan özümseyerek büyüdüm,
bunlann devirlerden devirlere geçecek
anlamlar olduğunu fark ettim. Sonra
felsefe okudum >e birçok felsefi
kuramla Mevlevilik arasındaki
yakınlıklan gördüm. Bunlar beni
duygusal olarak çok etkilryordu."
Iki kflltfirün biriikteliği
Artık akşamüzeridir. Her akşamüzeri,
Nezihe Hanım'ın yazıevinde çay içilir,
kekler. tuzlular küçük tabaklarda ikram
edilır. Şimdı de çay ıçiyoruz.
Güneş, gıtgide bir akşam güneşine
evrilerek. camdan vuruyor.
Nezihe Araz, ılkgençlik, gençlik
yıllannın dünyasında iki kültürün iç
ıçeliğini, o günlere yaşamlanyla bağiı
kalmış kişılere özgü bir duyarlıkla dile
getiriyor:
•*Bence, Cumhuriyet'in bütün
samimiyetiyle. ülkü
edinerek otuşturmaya
çalışüğı kültür,
eski
istemiyorum, ama anlatmak
istediklerim, öyle gericiükle ikricilikk
geçiştirilmemesi gereken konulardL
Tekrar edeyim: Onlan iyi anlatamamış
olabilirim, ama Dogu ve Batı kültürieri
arasında banşıklık sağlamak bizim
elimize geçmiş büyük bir fırsat ve
imkândır."
"Galiba Meydan Larousse'un telif
kadrosunun oluşturulmasında bu
görüşlerinızin de payı oldu.
Hatırlıyorum, eşıne ender rastlanılacak
bır kadroydu. Ansiklopedı de çok
önemli, başanlı bir hizmet
sunmuştu..."
"O oluşum nasıl oldu, şündi bana bir
mucize gibi geliyor. Bu parayla ounadı,
bunu biliyorum. O telif kadroda
Türkiye'nin yetiştirdiği büyük yazarlar
yer aldı. Demek ki bir ihtiyaçü; degişik
dünya görüşlerinden insanlar bir araya
geldiler, eşsiz çalısmalar yaptdar.
Cünümüzün para değeıieri karşısında
o kadro iftihar edilecek bir topluluk,
belki de son topluluktur. Meydan
Larousse benim >etişmemde, yani
yeniden var olmamda söze
dökemeyeceğim kadar önemlidir. Yedi
sene boyunca, Meydan Larousse'da,
ünrvershede tek bocadan okuduğum
birçok konuvu, birbirinden değerti
insanlann kâleminden okuma fırsarj
buldum."
Mehmet Âkif-Nâzım Hikmet
"Sürtüşmeler, kınlmalar olmaz
mıydı?"
Şimdi, başlangıçta. kadrolar
kurulurken birtakım sorunlar
oldu. Larousse çok eski bir
ansiklopedi olduğu için,
maddeler konusunda
kesin bir çizelge
Mayıs'tan
sonra Demokrat
Partı'yi savıınan sayılı
gazeteciler arasındaydınız."
"Öyleydi, öyle olması gerekirdL
Düsenin dosru pek olmuyor, ama
memleketin siyasi kaderini daha nesnel
bir tutumla görmek de gerekiyor.
Bugün Demokrat Parti iktidanna da 27
Mayts'a da daha serinkanlı bakıbyor,
zaten. Bir savunma değildi benimkisi;
iftira kampanyalan karşısında
bildiğimiz, tamk olduğumuz gerçekkri
söylemeye çalışmakü."
"K.ırk beş >Tİlık yazı emeğinize dönüp
baktığımızda. ıki kültürü bir arada dile
getirme çabanız saptanıyor. Sizın
tasavvuf kültürüne adeta özel bir
tutkunuz var.Anadolu Evliyalan'nı.
Aşk Peygamberi'nı, Dertli Doiap'ı
kaleme getırdığınız yıllarda bu çabanız
nasıl karşılandı?"
"Sen de biliyorsun. gericüik yaftasıyla
karşılandı. Kişisel bir çaba değildi.
Babam Mevleviydi, ayduı bir Mevlevi,
aydın bir MüslümandL Bize İslamı
sevdirmek için epey gayret sarf etmiştL
Fakat bizde devamh reaksiyon \ardi_."
"Nedenacaba?"
"Büyük bir yepyeni bir oluşum içinde
yetişen kuşaklann bu tiir tepldlerini
doğâl karşılamak gerekir. Bir gün
babamla Istanbul'a geldik, Sahaflar'da
son mühürcü ustasını ziyaret ettik.
Rauf Efendi. minderinde oturmuş,
mühür kazıyan. bembevaz sakalh,
hakikaten tertemiz bir adam. Bana
loncalan anlatryordu, ben de yerde
oturmuş not tutuyordum. Bir ara
kalemi yere bırakbm. Rauf Efendi çok
nazik bir ifadeyle'Ah edepsiz, ah!'
dedi. 'Ben bir şey yapmadım ki'
dedim."Yann ekmek yiyeceğın
kalemini ayaklannın altına
koyuyorsun' dedl Bu unutamadığun
bir gönül sözü oldu"Bak benim
kalemlenmın hepsi duvarda duruyor'
dedi; hakikaten duvarda bir rafta
dcnıir kalemier duruvordu. Günümüz
bunlan safdilce bulabilir. ama gönlün
eğirimi uvgarüğui dışında nasıl
kültürümüzii
reddetmiyordu. İki
kültürün berabertiği söz
konusuydu. Türk insammn
kültür açısından zenginleşmesiydi
amaç. Bir sentez vardı, bir senteze yol
alımyordu. Çünkü ben babamı ve
arkadaşlannı hatıriıyorum; orurup
konuştuklan zaman yeni Türkiye'yi
samimhetler çerçevesinde, fev kalade
özgür şekilde tenkit ederlerdL Ama bu
yeni Türkiye'ye, Atatürk'e büyük bir
inançla bagh olmaJanm
engeUemiyordu. Tartişmalarda,
tekliflerde bugünk kı> aslanamayacak
bir seviye, kültür düzeyi söz
konusuvdu. İki kültürün yarar
kaynaklan olmasına çahşıhyordu.
Göçmüş bir imparatorluğun
tecriibesiyle sağlam bir Türkiye
kurulsun isteniyordu. Bunlarla yetiştim
ve Atatürk üzerine vazdığnn iki Idtapta
bunlan anlatmayı denedim."
"Demın 'gerici yaftası' sözünü
kullandınız. Bu tarz sözler, eleştiriler
yazarlığınıza etkidi mi?"
"Etkiledi. O zamanlar üzülüyordum.
Eskryi toptan inkâruı bizi nasıl yazık
biçimde yoziaşordığını görmezden
geİenlere esef ediyordum. Şimdi benim
başka bir hayat tecrübem de var:
Üniversiteyi okurken, pek çok hocam,
çizgidışı solculardı, Behıce Boran,
Niyazı Berkes. Muzaffer Başoğlu.
oniann da bende derin etkisi oldu.
Üstelik bu çizgidışı insanlar geçmiş
kültürümüzü mükemmel şekilde
bilirienli. İki kültürün, yani kültürün
gerçek bir kılavuz olduğuna inandım.
Kültüre yönelik bütün girişimleri
saygryla karşıladım. Benim kendi
çauşmalanm çok önemli falan demek
çıkarabilmiş.
kimlerin, neierin
gireceğini kesin
nitenkJeriyle tespit etmiş. Tetif
maddelerde de bunlara bağh
kalınacak. Fakat bir profesörle
göriişüyorsunuz, Cumhuriyet
Türkiyesi'ni yazacak, hemen sonryor:
'Nâzım Hikmet var mı? Varsa, ben
yazmam...' Birdiğeri, 'MehmetÂkif,
Yahya Kemal varsa, ben yazmam..."
diyor. Böylece etiketierini yapıştınp
insanlan ecza şişeteri gibi raflara
koyuyorlar. Sanki o insana yeniden,
farkh yorumlarla bakılmazmış gibi...
Bunlar başlangıcın büyük
güçlüklerhdi. Ama hepsi aşıldı, uyum
kendiliğinden sağlandi- Bir
ansiklopedide çalışınca ufkun çok
gelişiyor; çünkü her türlü kahramam,
suçluyu, suçsu/u orada okuyorsun.
Dünün suçladığma, bir de bakıvorsun
ki, bugünün sevgisi, saygLsı sunuluyor.
İşte öyle kolay değil insanlan ecza şişesi
kılmak."
Nezihe .Araz'ın onca yoğun yazı
hayatında tıyatroya ayn yer verdiğini
elbette biliyorum. Sonra televizyona.
zaman zaman da film senaryosuna.
Birlikte Afife Jâle'nin sinema
öyküsüne çalışmıştık. Nezihe Hanım o
sırada Afife Jâle oyununu çoktan yazıp
bitirmışti. Senaryoda her şeyi yeni
baştan, sinemanın koşullan
çerçevesinde ışledik. Böylece Nezihe
Araz'ı yazma eylemi ortasında da
tanıma fırsah bufdum:
Dış görünüşte inanılmaz bir
verimlilikle yazıyor, bol bol malzeme
getiriyor; kimbilir içte hangi bilinmez
didişmelerle boğuşuyordu.
Bunlan hatırlatuıca gülümsedi ve şöyle
dedi:
"Tiyatroya dönmemin sebebi
hakikaten bir iç sarsıntıdır. 27
Mayıs'tan sonra gazetecüikte ilk
küfurleşmeler. birbirine çeune
takmalar başiamıştır. Kavgasız
gazetecilik olmuyordu. Bunlardan uzak
durmam gerektiğini hissediyordum.
Hayaümı yazı yazarak kazanmak
zorundaydım; zaten hep ö\le oldu, yine
öyle. Gazetecilik \ apmadiğun takdirde
neyie geçinecektim? Çok sevdiğim
tiyatroyu bir kez daha yazı masasına
getirdim» Afife Jâle'ye gelince, fîhni
bugün sevryonım. Doğrusu, o zamanlar
o kadar çok sev memiştim. Şimdi bir de
televizyon_ Ben teievizyonu çok
sevmiştim.
Hanımlar Sizin İçin diye dört yıl
boyunca süren bir program yapbk. O
zamanlar bugünkü kanal bolluğu
yoktu. Hanımlar Sizin tçin'i didaktik
bulanlar. basit bulaniar çıkmışür. Fakat
biz yurdun birçok yerinde araştirma
yapmış, ihtivacı duviılan, Türk evinin
ortak meselelerini değeriendirmeye
çahşnuştık. Televizyon gibi kitleye
bütünüyle açık bir alanda yauuzca
artistik kalamazsunz."
"Bugün nasıl buluyorsunuz televizyon
kanallannı9
"
"tlerlemek için yanşma güzel bir şey.
Çok sayıda kanaluı olması bu yüzden
önemlidir. Ama kiminle ve niçin
yunştığınıa bilmek zorundasuuz.
'Rating' diye bir laf çıkti şimdi ortaya.
Yalnız 'rating' diye degertendirirsen
prognunlan, ciddi bir kültür
bunahmryla > üz yüze gelirsin.
Çok yararlı bir aîet olabilecekken,
bakryorsun, çok tehlikeli bir alet
olabiHyor. Evinize yirmi dört saat
yerleşmiş görünen bu konuk. beş altı
yüz evin zev k. görgü sistemiyle
yönetilmeye kalkışılınca, her türlü
maskarahk da evinize girip çıkmış
oluyor. Başka sakıncalar da söz
konusu»"
TV'de çözümsüz tartaşma
"Ne gibi?"
"Mesela, grup tarhşmalan. Birçok kişi
bir araya gelip saptanmış bir konuvu
tartışıyorlar. Tabii çok güzel vanlan var.
Ama konuşan Türkiye derken akıl
kanştıran bir Türkiye de karşınıza
çıkıyor. Herkes kendi düşüncesini tek
doğru diye sunuyor oralarda ve
sonunda ortak hiçbir noktaya
vanlmıyor, ortak mesaja ulaşılamıyor.
Herkesin kendi inancu fikri, ideolojisi
kendinde kafayor, herkes kendi
ideolojisini sağlamlaştırdığmdan
memnun, tarnşmadan aynlıyor. Bunu,
egitim bakımından çok yanhş
buluyorum.
Ahlaki endise, tutuculuk falan değil
demek istediğim. Toplumun zaranna
işleyecek her şeyin bcüi bir denetimden
geçmesini, daha doğrusu ö/denetimden
geçmesini beklemek yurttaşlık
hakkımızdır. Ancak geceyansından
sonra konulması gereken pek çok
program, en çok seyredilir saatlerde
cirit atıyor.
Sonra, hiç Idmse üstünde durmuyor,
ama sosyal adalet açısından ciddi bir
problem var ortada: Filanca sarkıcrya,
füanca sunucuya ödenen miKarlar, bu
maddi zoıiuklar icindeki toplumun öyle
kolay sindiremeyeceği rakamlardır. Bu
harcamalann hangi imkânlaria
yapıldığı üzerinde çok düşünülmeye
değer."
K.onuşmamızın sonuna gelmiştik.
Yazarlığının kırk beşinci yılını bir süre
önce Ankara'da Dil Tarih Cografya
Fakültesi'nde bir törenle kutlayan
Nezihe Hanım'a o kırk beş yılı,
gerçekleştırmek istediklerim ne
ölçüde gerçekleştirdiğinı,
gelecekten beklentisini
sordum.
"Setim'cigim, lark beş
yıl hep çalışarak geçti.
Yazarük dışında hiçbir
gelir kaynağım yok. Bu
yüzden hep bir yerlere
bir şeyler yetiştirmek
zorunda kaldım. Tabii
severek yaayonım,
i gelgelelim yazarken, hep
[ başka şeyleri yazmak
I düşüncesiyle
| kalakalıyorum. Kendi
istediklerimi
, yazıyorum, ama başka
yazmak istediklerim
* için çoğu kez zaman
bulamıyorum. Elbette
' sen de biliyorsun,
j yaşıyorsun. yazarhkla
L geçinmek, bizim
ülkemizde rahat
J yazmak, bol zamanda
•.. azmak lüksünü
kaldıranuyor. Bu, bazan yıpratryor
insanı, bazan da çalışma hırsını
arttınyor. Şündi Ismet Paşa diye bir
kitap projem var; Mustafa Kemal'le
fsmet Paşa'mn özel dünyalanm,
anekdotlannı yazmak istiyorum. tsmet
Paşa'yı biz tanıdık. derslerimize geldi,
bizi payladı, bizi topladu bize öğüt
verdi. Bunlar etkiley ici olaylann, şündi
bunlan konuşsanız. üstünüze
tankerlerle gelirler, ama ben o günleri
büyük bir hasretie anıyorum, iyi ki öyle
yetişmişiz diyorum.''
"Bunlan söylerken, yann için
umutsuzluk mu duyuyorsunuz? Ben
bazan duyuyorum da..."
"Yok. bir umut mutlaka var. Umutsuz
olur mu hiç! Türkiye, büyük
çalkantılardan geçti. Bugün de zor bir
dönemden geçiyor olabilir. Umut, senin
benim gibi insanlar çok iyi bilirter,
çalışmaktan, boy una çauşıp
didinmekten geçer. Çahşan, ahnteri
döken insanın öyle kolay yok
edilemeyecek bir umudu vardır»"
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Şiip Çevirisi..
Zaman olur, insan kendini neredeyse ayırdına
tam olarak varamaksızın bir uğraşın ortalık yerinde
bulur. Son bir yıldır benim açımdan şiir çevirisi de
böyle bir uğraş. Çok önceleri, diyelim çevirmenli-
ğimin başlangıç dönemlennde, çok korkutucu bir
alandı şiir çevirisi benim için. Daha sonra yayın
amaçlı olmaksızın, kendim için, hoşuma giden ki-
mi şiirleri çevirdiğimi anımsıyorum. Örneğın Goet-
he'nin "Prometheus"u gibi. Bachmann'la tanış-
mamdan sonra ise, düz yazılan da buram buram
şiir kokan bu dil ustasından şiir çevirilen yapmak-
tan kendimı alamamıştım. Bu şiirler, genelde çeviri
alanında en büyük ustalarımdan ve hocalanmdan
saydığım Prof. Dr. Cevat Çapan'ın yüreklendinme-
si ve katkılanyla bir kitapçığa dönüşünce, iş sanki
daha bir hızlandı. Kleist'tan yaptığım "Amphitr-
yon"u, Rilke'den seçmeler ve Bachmann'ın bü-
tün şiilen ızledi. Bugünlerde ise Georg Trakl'dan
kapsamlı bir seçki tamamlanmak üzere.
Bir konu üzerinde daha çok kuramsal düzlemde
durmak ile aynı konuyu deneyimlerin rehberiiğinde
degerlendirmek arasında ne büyük bir ayrım bu-
lunduğunu, sözünü ettiğim son bir yılda, şiir çeviri-
leriyle "biriikte yaşamaya" başlayınca bir kez daha
anladım. Şiirın çevrilmezliği ya da çevrilebilirliği,
sözcüklere ve imgelere yüklenenlerin bir başka di-
le taşınması bağlamında düzyazı metinler ile şiir
açısından belirgeleşen farklılıklar şiir ile müzik ara-
stndaki ilışki ve bu ilişkinin çeviride değeriendiril-
mesi, bütün bunlar, hiç kuşkusuz kuramsal düz-
lemde de değertendirebilecek, dahası, değeriendi-
rilmesinde yarar bulunan konular. Ama, eline hiç
neşter almamış birinin başkalarına nasıl ameliyat
yapılacağını öğretmeye kalkışması gibi, çevirinin
uygulamasının uzağında olanlarca işin kuramına
ginlmesi de bir noktadan sonra sanki kısır bir çaba
olarak kalmaya yargılı. Dizelerden kaynaklanan
şarkılan bir başka dilde söylemenin serüvenini ya-
şamamış olanlar için bu serüvenin "nasıl yaşan-
ması gerektiği" üzerine konuşmak ve yazmak, ço-
ğu durumlarda daha denızci düğümü atmayı bil-
meden yelken yanşlarının öncelikleri üzerine ah-
kâm kesmekten farksız olur.
Şiir çevirisine yoğun olarak girdikten sonra en
çok düşünme gereğini duyduğum nokta, sanınm
Şiir ile müzik, ya da şiir ile beste yapma arasındaki
ilişki oldu. Zaten şiir çevirisini düzyazı edebiyat
metinlerinin çevirisinden ayıran asıl sınır çizgısi de
bu noktadan geçiyor. Her şairin kendine özgü mü-
ziğini iyice yakalamadan ya da yakalanan müziğin
hangi dile çeviri yapıyorsak, o dılde de çalınabil-
mesine yeterince özen göstermeden anlam aktan-
mına girişmek, çeviriyi şiir olma niteliğinden yok-
sun kılar. Bu, elbet belli bir müzikalite adına anla-
mın feda edilmesi demek değildir; ancak şiiri var
eden, anlamın, bellı bir şiirin kendine özgü müziği
içerisinde geçeriik kazanmasıdır. Şiir çevirmeninin
dikkat edeceği de işte bu müzik öğesidir.
Çevirinin yalnızca bir teknik ya da dilbılimsel bir
işlem mi, yoksa bunlann ötesinde, aynı zamanda
bir sanat mı olduğu sorusu belki de en kesin yanı-
tını şiir çevirilerinde bulur. Günümüzün ünlü çeviri
uzmanlarmdan Werner Koller, bu bağlamda "Se-
ethoven'in bir piyano sonatının büyük bır piyanist
tarafından yonjmlanması nasıl sanat ise, çeviri ey-
lemi de gerçekte bir sanattır" demektedir. Şiir çe-
virisinde çevirmenin işinin, özgün dıldekı şiırdeki
sözcüklerde ve imgelerde odaklaşan çağrışımlan-
çevrilecek dilde yeniden yaratmak olduğu göz
önünde tutulduğunda, genelde edebiyat metinleri-
nin çevirisinin, özelde de şiir çevirisinın bır sanat
olduğu fazla zorlamalara gidilmesine gerek kal-
maksızın, kendiliğinden ortaya çıkar. Teknik bilgi
ne düzeyde olursa olsun, çeviri alanında dilbilimci-
lerce ortaya atılan kuramlar ne kadar yol gösterici
nitelik taşırsa taşısın, adına "yetenek" denen, o
eksiksiz tanımlanabilmesi olanaksız öğe eklenme-
dikçe başanlı bir şiir çevirisinin gerçekleştirilebil-
mesi söz konusu değildir. Ve olaya bu açıdan ba-
kıldığında, eğıtim yoluyla şiir yazmak ne ölçüde
öğretilebiliyorsa, çeviri eğitimi yoluyla şiir çevirisi
yapmanın da ancak o ölçüde öğretilebileceği, ra-
hatlıkla ileri sürülebilır.
Kanımca belirtilmesi gereken önemli bir nokta
da şudur: Sanat eseri düzeyındeki bir şiirin her za-
man yazıldığı dili zenginleştirmesı gibi, başanlı bir
şiir çevirisi de yine her zaman çevrildiği dili zengin
kılan bir kaynaktır. Bu nedenle Türkçede gerçek-
leştirilen her başanlı şiir çevirisi, farkh bir şiirsel
söylemin kapılannı açmasının yani sıra, kendi şiir
dilimize de yeni boyutlar katar.
Şiirini gittikçe yitirmekte olan bir dünyada şiir
çevirmekte direnmek, belki de her şeye rağmen
hayatta kalmakta direnmenin bir yoludur.
7. ULUSLARARASI İSTANBLL
ÇİZGt FİLM FESTtVALf'NDE
BUGÜN:
Atatürk Kültür Merkezi: 10.30- 14.30' Çocuklara
Yönelik Program
14.30- 15.30/ Ankara Fılm Festivali programında
gösterilen Asansör 5, Elveda, Giriş, Hipnotizma
Makinesi, Komik Bir Adamın Düşü, Sağım Solum
Sobe, Sakinleştirici, TUK- TUK
15.30- 16.30/ Festivallerde gösterime giren,
yetişkinlere yönelik Türk Çizgi fîlmlerinden derlenen
örnekler (Askerler, Kebabaluba, Dört FCadın. Yabancı,
Normal Sınırlarda, Gölge Oyunu, Dalalet, Biberon.
Gölge Oyunu, Ipler, Stereo, Sentez, Devinim, Fiske,
Maske
16.30- 17.30/ Hayalimdeki Vılla, Kırık, Bir
Sergiden Tablolar, Harlem Noktrün, Köpek- Şarkı.
Salyangozlar 17.30- 18.30/ Natürmort. Don Kişot,
Cani Tango, Çöl. Traversler, Heykeller, Hamam,
Perpere ve Memere, Geometrik, Masallar,
Dolmakalem, Paris 1789
Fransız Kültür Merkezi: 15.30- 16.30/ Yurtiçi ve
yurtdışyında çeşitli festivallerde gösterilerek büyük
beğeni toplamış ve değişik animasyon teknikleri
üretilmiş 9O'lı yıllann Dünya Canlandırrna Sanatı
Örnekleri (Askerler, Klınik. Sohbet Ül Asmar,
Kültürel Tarihte Bir Gece Manevrası Ölüm Dansı, La
Bacone, Diğer Taraf. Cumartesi Öğleden Sonra, Dört
Kadın
16.30- 17.30/ Askerler, Kanunsuzlar, ithaf, Ev,
Eğlence, Yol, Alogaritmen, Stereo, Yakışıklı
17.30- 18.30/ Midas. yön- Ateş Benıce
YARIN: cuma
Atatürk Kültür Merkezi: 10.30- 13.30/ Çocuklara
Yönelik Program
15.30- 17.30/Panel
17.30/ Ulusal Yanşma Ödülü
Fransız Kültür Merkezi 15 30- 16.30' Askerler,
Gorgon, Lağım, Ağırlık, Zappy, Uygun,-Sentez, lnsek-
törs 16.30- 17 30/ lpler, Askerler, Içeridekıler,
Yeşılağaç Cad. 66, Dairesel Yön, Aşk Tablosu, Ve
Saire, Yalnız Insan