05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 NİSAN 1995 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 ALLECRO EVİN İLYASOĞLU Müzik eğitiıııi yine gündemde H oward Griffiths (yanda) yönetimindeki Istanbul Devlet Senfoni Orkestrası çocuklara harika bir 23 Nisan armağanı sundu. Öylesine ince düşünülmüş, eğitici, sevdirici ve sevimli bir programdı ki, çocuklar kadar büyük dinleyiciler dekeyif aldı. Mûziğin geniş kitlelere yayılması konusunda bir panelejcatıldık geçen hafta. Faruk Yener, Özer Sezgin ve ben panelist olarak yer aldık. Geniş kitlelere nitelıkli müzik sevdirmenin ipuçlannı ararken konu doğal olarak müzik eğitımine, televizyon ve rad- yolann tutumuna ve hâlâ bir kültür politıkamız olmayışına geldi, takıldı. Konuklar arasındaki müzik öğret- menlerinin çaresiz çırpınışlan, ilk ve ortaokullarda müzik eğitimi kaosu- nun bir göstergesiydi. Hele şu son kredili sistemde artık müzik dersi hiç seçilmemeye başlan- mış; giderek böyle bir dersin yok ola- cağına inanıyorlar.Öte yandan zorun- lu olan sistemlerde de tek saat içinde hıçbir şeyi ömeklemeye fırsat olmu- yor. Müzik derslerimn üst üste iki sa- ate koyulması; okut aile birlikleri yardımıyla müzik aletlerinin alınabil- mesi ve zaman zaman konservatuvar öğrencilerinin oluşturacağı küçük topluluklann okullarda konserler dü- zenlemeleri müzik sanatının tanıtıl- masina adımlar oluşturabilir. Aynca yalnız okullardaki eğitim ile iş bitmi- yor; anne-babanın da müziğe ilgi duyması, çocuklannı konserlere gö- türmesi, evde nitelikli müzik dinleti- lerek bu güzel sanat dalını sevdirmesi ögütlendi. Radyo ve televizyonlardaki nitelik- siz müziklerden, kırk yılda bir ya- yımlanan klasik müzik programlan- nın geç saatlere konmasından da ya- kınıldı. Ancak müzik, tarih boyu ol- duğu gibi, günümüzde de toplumlann yaşama biçimini yansıtan sosyolojik bir araştırma konusu. Lahmacun ve kebap çeşitlerinin Dufay Collection'ın dinletisiGene hafta Cemal Reşid Rey Salonu'nun ilginç bir konuk grubu vardı: Dufay Collection. Isimlerini Erken Rönesans döneminin ünlü Flaman bestecisi Guillaume Dufay den alan topluluk, 13. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar bir dağarcık oluşturmuş. Bi- ze sunduklan program genel- de 14. yüzyıl Avrupası'nın çalgısal müzik biçirrilerinden oluşuyordu. Ortaçağdaki bağnaz kilise baskısından yeni kurtulmaya başlayan; bu dünyanın yaşan- maya, sorgulanmaya, keşfe- dilip araştınlmaya değer ol- duğunu öğrenen insanoğlu- nun coşkulu danslanyla örül- müş bir programdı. ilginç olan belli bir besteci adı olmayışı, yalnız estam- pie, salterello gibi dans bi- çimlerinin sunuluşuydu. Estampie, tarihte bildiği- miz en eski çalgısal müzik biçimidir. Ortaçağda tüm müzik kilisenin kabul ettiği kutsal insan sesine, vokal ya- pıtlara dayalıyken, Röne- sans'ın ilk ışıklanyla çalgılar ve danslar gündeme gelir. Yaşama coşkusuyla tutuşan insan. antik çağlardaki ör- neklere başvurur. Çoktannlı dönemın törenlerini inceler. mağara duvarlanndakı, vazo resımlerindeki çalgıları, dansçıları araştırır. Böylece Topluluk, bize genelde 14. yüzyıl Avrupası'nın çalgısal müzik biçimlerinden oluşan bir program sundu. bugün bıle tadına doyamadı- ğımız, kendıne göre bir coş- ku yaratır. Yirmincı yüzyılın ıkınci yansından bu yana, es- ki çağların müziğini özgün (ya da özgün gibi yapılmış) çalgılarla icra etmek; aslına bağlı incelemeler yapmak. önemle gündeme geldi. Bir- çok eskı müzik toplulugu ku- ruldu.Bunlardan bazılan öv- gü derlese de bazılan taklit- çilikJe, tekdüze, değersiz mü- zik yapmakla suçlandılar. Aslında nice müzik tutlcu- nu vardır ki Barok çağdan önceki dönemi dinlemeye da- yanamaz. Onlara göre müzik Olgun Barok dönemi ile 1700: lerle rayına oturmuştur. J.S. Bach, Vivaldi ya da Hendel'den öncesi dınlene- mez müziklerdir. Ancak o önceki müzikler ıncelenip dinlenmezse seyirciler sonra- ki çağın değerini nasıl biçer- ler? Dufay toplulugu özgün benzeri çalgıları, otantiğe bağlı, ustahklı yorumlan ile beğeni kazandılar. Sürekli aynı dönemlerin müziğini dinledikçe müzik tarihinin derinlıklerinı araştırmayı, hangi yolları katederek o görkemli yapıtlara vardığmı unutuyoruz. Arasıra da olsa bu tür otantiği yansıtan top- luluklan dinleyip değerlen- dirmemiz yine eğitim gün- demınin bir parçası olacaktır. sofralann baştacı olduğu; mafya aile- lerinin karanlık düzenlerine özenildi- ği, yemeği, giyimi kuşamı, konuşma tonu ile tüm kaba-saba zevklerin sa- hibi bir toplum oluşturmaktayız. Do- ğal ki bu insanlann kültürü Brahms ya da Itri dinlemeye elvermez, kendi müziklerini kendileri yaratırlar. Mil- yonlarla satılan kasetlerin çoğu bir günde parlayıp ertesi günde sönen cinsten olsa bile, yerine bir yenisi çı- kıyor. Televizyonlar ve radyolar da "halk bu müzifi istiyor" görüşünde- ler. Böylece klasik Batı müziği kadar klasik Türk müziği de neredeyse yok denecek kadar az yayımlanmakta. Griffiths'in harika çocuklan Bir gün önce panelde çocuklann acıklı müzik eğitiminden söz eder- ken, bir gün sonra Hmvard Griffiths yönetimindeki Istanbul Devlet Senfo- ni Orkestrası çocuklara harika bir 23 Nisan armağanı sundu. Öylesine ince düşünülmüş, eğitici, sevdirici ve se- vimli bir pTogramdı ki, çocuklar ka- dar büyük dinleyiciler de keyif aldı. Her bir yapıt özenle müziğin bir baş- ka öğesini örneklemek üzere seçil- miş. Kiminde melodi, kiminde rıtm, kiminde ses dinamiği, kiminde biçim ustalığı açıklandı. Bir kocaman sandviç ile Rondo bi- çimini anlatan Hovvard GrifTıths, daha sonra üç yaşında bir çocuğa o anda şef nedir, ne iş görür sorusuyla birlik- te, orkestra yönettirdı. Sopa'nın baget olduğunu, şefin çalıcılann nefesini kontrol ettiğini öğretiverdi. Orkestra ailesinin gruplannı ses özellikleriyle tanıtması bir yana, hemen hiç solo olarak dinlemediğimiz tuba gibi bir çalgının da solo olarak öne çıkartıl- ması, yıllar boyu bu çalgıjle orkestra- mıza emek veren Nihat Ozkilizman'ı alkışlama firsatını yarattı. Değerli ve sevimli şef Hovvard Griffiths konser sonunda çocuklann olduğu kadar bir kez daha büyüklerin de gönlünü fethetmişti. Cuma ve cu- martesi günkü konserlere bir de pa- zartesi konserinin eklenmesi, bu yılki 23 Nisan kutlamalanna tDSO'nun en güzel armağanıydı. Eğitim sorunu- muz dizboyunu aşmışken böylesi gü- zel kıvılcımlarla birden coşuyoruz. Konser sonunda herkes aynı görüş- te birieşiyordu: Bu tür konserlerin ay- da bir kez yapılması, gelenek haline gelmesi gerekiyor. 4 New Age' ya da 'Yeni Çagf MURATSES LINZ - Türkiye'ye yaptığım kısa zı- yaretlerde, yazılı veya görsel medya ile olan sınırlı ilişkilerimdeki nitelikli söy- leşilerde. 9O'lı yıllarda yurtdışında yap- tığım çalışmalar baglammda, sıkça kar- şılaştığım sorular bu yazıya neden oldu. "New Age" ya da "Yeni Çağ" diye adlandınlan kültürel, sanatsal ve top- lumsal hareketin "neyi nesi" olduğu, "bu hareketin kökeninde ne olduğu", bu söylemin sanatsal ızdüşümlerınden bir tanesi olan, son yıllarda özellıkle yay- gınlaşan müziklerden hangisini "Yeni Çağ Müziği'' diye tanımlayabileceğimız türünde sorularla sürekli karşı karşıya geldim. Kaba hatlarla algılandığında, biraz farklıca bir türde yenı bir "Hippie" ola- yı ya da sonsuz akıp giden yumuşak tı- nılarda. genelde yalnızca sazlann ön planda olduğu bir dingin ezgiler dizisi gibi betimlenen bu olguya daha bir dık- katle yaklaşıldığında, kökenlerinin. öğ- retilerinde belirli bir "kozmik bilinç" içeren Doğu felsefelerine kadar uzandı- ğını görmek olası. Adı geçen felsefeler bağlamındaki müziklerde de tekrarsal öğelerden yararlanmalar, seslendirilme- lerinde yavaş yavaş ıvmeler kazanan ya- pı gelışmeleri en çok dikkati çeken un- surlar. Öncelikle,u Yeni Çağ" kavramına ge- nelde bir yaklaşım söz konusu olduğun- da, kaçınılmaz olarak "Hippie" akımı- nın. o dönemde dünyayı temelinden sarsan yeni anlayışlanyla karşı karşıya geliyoruz. ^Hippie" müzikali "Hair"de "kova burcu çağuun şafağı_" diye. deyim ye- rindeyse "müjdelenen banşçıl yeni çağ" kavramı da 1962 yılında dünyamızın kova burcuna girmesi ile ilgili. (Kova burcu da astrolojik boyutlarda 25 bin 268 yıllık dönemin yaklaşık her 2 bin 100 yılda bir girilen burçlardan bir ta- nesı.) v Inananlanna bakılırsa 4120 yılına ka- dar bu çağın olumlu niteliklerinden ya- rarlanıp duracağız. Bu noktada hemen "bu çağın olumlu nitelikleri de neymiş" diye sorulduğunda, çok hoş şeyler söy- leniyor: Uynnı, banş ve hoşgörü. (Ya bu çağ uyduruk bir şey ya da günümüz in- sanının, bu çağ-mağ söylencelerine be- lirli bir inatçılıkta bağişıklığı var.) Tüm "Yeni Çağ" söyleminde bizce güzel olan şeylerden bir tanesi, krizler yumağının beraberinde. "değişik düşün- me zorunda kauna" olgusunu da getir- mesi. Diğeri ise toplumsa! bilimîerde genel kabul gören "kcndini gerçekkşti- ren bcklenriler kuramı" ya da bizden bir deyışle "bir şeyi kırk kere söylersen olur" inancı. Bu işe kafa yoranlar, giderek artacak bir "yeni bflinçten" söz ediyorlar. Uzak- doğu öğretilerindeki Yang (erkek-sal- dırgan, yayılmacı, rekabetçi) döneminin yerini Yin (dişi-duyarlı, sezgici, payla- şıcı) dönemine bıraktığını bildiriyorlar. "Erkelder" yandı, "Kadınlar" geiiyor. (Bu işlerden korkanlar düşünsünler, işa- retler hanımlar açısından bayağı iyi...) Bir de "yeni dinsellik" kavramı var "Yeni Çağcılar"ın: İnsanlann kendi kendilerine koyduklan. tüm inanç, gele- nek, ırk ve benzeri sınırlan reddediyor- lar. (Avrupa'da yaşayan biri olarak, hani Avrupalı da bu işten biraz nasibini alsa diyorum.) Bu konuyu araştıranlar, "Yeni Çağ" söyleminin modem endüstri toplumla- nnda, kişilerin biribirine giderek daha bir yabancılaşmalanna cevap olarak or- taya çıktığını, geleneksel dinlerin ve si- yasal söylemlerin sorunlara tek başına çözüm getiremediğini söylüyorlar. Yeni bir bilinçle, yaşama yeni bir an- lam getirme çabalanndan başka bir şey değil bütün uğraşılar. Olayın önemli yansımalanndan biri olan "New Age" müziğıne gelmce, bu- rada da karşılaşılan en önemli unsur. inançlarda olduğu gibi birbiriyle bütün- leşmış, sınırlar tanımayan öğelerin uyumlu beraberliği... Geçmişe bakıldığında, ABD'nin batı kıyısında, ezgilerine, müziklerine si- tar'ı, tabla'yı katan (bu arada G«orge Harrison'ın, Fas'tan etkileşimler alan rahmetli Brian Jones'un da hakkını ye- meyelim) kuşağa kadar uzanabilecek bu akımın, giderek 80'li 90'h yıllarda tek- nolojınin "demokratikJeşmesi'*yle daha bir ivme kazandığını söyleyebiliriz. Teknolojinin, iletişimin demokratikleş- mesi kavramlanna, bu patlamalann be- raberinde getirdiği sorunlara, bunlann sanata (özellikle müziğe) yansımaları- na, yeni elektronik yaklaşımlara ve biçemlerin olası geleceğine yönelik görüşlerimi ilerideki yazılanmda aktar- maya çalışacağım. Avrupa'nın yıldızı MATRAO NETAŞ GÜVENCESİYLE Matra Cep Telefonu, savunma, uzay ve telekomünikasyon teknolojisinde Avrupa'nın en büyuklerinden Matra ve dünyanın iletişim devi Northern Telecom ortaklığının mükemmel bir ürünü. Fransa, Almanya, tspanya gibi büyük Avrupa ülkelerinin ilk tercihi. Matra, Netaş güvencesi ve sağladığı sınırsız iletişim özgürlüğüyle Türkiye'de rakipsiz olacak! Hetas MATRA CEP TELEFONU DİSTRİBÜTÖRLERİ: • INFO BİLGİSAYAR (212) 272 34 24 • l\FOfiMAIEK (212) 274 23 94 • \ETRO\ (212) 2 7 5 01 40 • SHOIVPA (212) 275 55 55 • YILDIZ ELEKTRONİK (212) 245 18 74 DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FUAT Tamnmak "Tanınmak" sözcüğünü "ün salmak", "varlığı ka- bul edilmek", "şöyle ya da böyle bilinmek" anlam- lanna değil de, "görüldüğü zaman kim olduğu bi- linmek" anlamına kullanıyorum. Kimi sanatçılar uyguladıkları sanatın özellikleri yüzünden ister istemez tanınırlar. Onları yalnız ta- nıştıkları kimseler, çevrelerinde yaşayanlar tanı- maz, hiç görmedikleri, hiçbir zaman da görmeye- cekleri insanlardan oluşan büyük bir topluluk, çok sayıda sanat alıcısı tanır. Çünkü onlar görüntüleriy- le sanat yaparlar. Sinema oyunculan, tiyatro oyunculan, şarkıcılar, dansçılar böyledirter. Arna örnekse bir sinema ya da tiyatro yönetmeninin, bir senaryo ya da oyun yazarının, bir bestecinin, bir koreografın tanınması gerekmez. Çok ünlü olabilirter, adlan dillerde dolaşabilir, bu- na karşın sokağa çıktıklannda, gelip geçenler on- lan tanımaz. Tanıyorlarsa, bu durum, sanatlannın gereği değil, bırtakım yan çalışmalannın sonucu- dur: Un salmak için sanat dışı yöntemlerden yarar- lanmış, kitle iletişim araçlannı kullanmış, gazetele- re, magazin dergilerine demeçler vermiş, fotoğraf- lannı yaytmlatmışlardır... Ün ile tanınmayı birlikte yaygınlaştırmanın yön- temlerini iyice geliştiren sinema endüstrisi, kitle ile- tişim araçlanndaki patlamayla biıiikte, bütün sa- natları bu yöntemleri kullanmaya özendirdi. Uygulayıcılanna yüksek kazanç sağlayan sanat- lar için sorun yok, yatırım yatınmdır, reklamı yapan karşılığını alır. Ama paraya dönüştürülemeyen sa- natlar da var... Işte o zaman bir tür bedavacı işi reklamcılık or- taya çıkıyor, para harcamadan reklam yapmanın yolları aranmaya başlanıyor. Ömekse yeni yetişen bir şair ününü yaygınlaştır- mak isteyince ilkin şu soruyu soruyor kendine: Ne yaparsam kitle iletişim araçlanna konu olabi- lirim? Yanrt: Sıradan bir insan gibi davranır, giyinir, konuşur- sam, kimse benimle ılgilenmez. Her alanda aykın olmalıyım. Çarpıcı, ilgi çeken bir şeyler yapmalı- yım. Sıradan bir insana aklını şaşırtacak sözler et- meliyim. Birkaç ay önce, uzun saçlı bir şair, "Kaç zaman- dır gidip saçlanmı kestirsem diyonjm ama benim- le bir daha röportaj yapmazlar diye kestiremiyo- rum" diyordu. (Adam Sanat, Kasım 1994) Sözünü ettiği yazın dergileri değildi. Şairleri saç- lanna göre değerlendıren tek bir yazın dergisi yok- tur sanıyorum Türkiye'de. Çok satışlı kadın dergi- lerini düşünerek konuşuyordu. Peki, bir şair nasıl katlanır o dergilere konu ol- maya? Birtakım yüzeysel sorulara yanıtlar verecek. Uzun saçlarıyla fotoğraflan basılacak... Sinema oyunculan gibi... Yaygın bir üne ermenin tanınmakla birlikte gittiği doğru olabilir, gene de bu yola girmek sanatçı açı- sından çok tehlikelidir; insanın kişisel özgürlüğü- nün ise bir bakıma sonudur. Aynca bir şairin ancak tanınmayla ulaşılabilecek kadar yaygın bir üne ne gerek duyduğunu anla- mak da kolay değil. Tanınmak, yukanda belirttiğim gibi, birtakım sa- natçıların katlanmak zorunda olduklan, kaçınama- yacakları bir şey. Uyguladığı sanat dayatmadar bunu özlemek ise tam bir aymazlık. Tehlikesi çok açık: Sız magazini kullanırsınız, magazin de sizi... Der- ken uzun saçlar da yetmez aykırı görünmeye... Dazlak kafa, bıyıksız sakal... Savrulursunuz... Ama ne yaparsanız yapın, modanız geçer bir gün... Gereksiz çırpınışlar şiir yazma isteğinizi bü- tünüyle yok etmemişse, ezik, dışlanmış, yorgun, gene az satışlı yazın dergilerine dönersiniz... Ne var ki bir kez tanınmış, özgürlüğünüzü yitir- mişsinizdir. Insanların arasında gönlünüze göre ya- şamanız çok güçtür artık. Siz onlan tanımazsınız, ama onlar sizi tanırlar. Sevenler, sevmeyenler, hep gözler dolaşır üstünüzde. "Ünlü bir şair, kitle iletişim araçlanna uzak dursa da, sonunda, nasıl olsa tanınacaktır," diyebilirsiniz. O da doğru, ama bu "tanınma"y\ zoriamamak, tersine, elden geldiğince küçük bir çevrede tutma- ya çalışmak gerekir. Ününü yaymak, yazdıklannı okurlara ulaştırmaktır bir yazar için önemli olan... Oysa bugün kimi genç şairter "tanınma"ya ner- deyse "ün"den daha çok önem veriyoriar... Bapış Manço'dan 'sayonara' • Kültür Servisi - Banş Manço, iki yıldan fazla bir süre büyük bir titizlikle hazırlandığı " 1995 Japonya Turnesi" için önceki gün Tokyo'ya hareket etti. Aynı gün saat 15.00'te Bostancı Gösteri Merkezi'nde basm mensuplanna "Allahaısmarladık/Sayonara" kokteyli veren sanatçı, Japonya'da söyleyeceği şarkılardan birkaçını "Kurtalan Exspres" eşliğinde seslendirdi. Manço'nun 8 mayısta Tokyo'da başlayacak turnesi, Japonya'nın 16 ayn kentinde vereceği konserlerle devam edecek. Sanatçı, kendisine özel olarak verilecek hızlandınlmış Japonca kurslanna katılmak üzere, konserlerin başlamasından on beş gün önce Japonya'ya gitti. Çin sinema pazarı dışa açılıyor • PEKİN (AA)-Çin Halk Cumhuriyeti'nde uzun yıllardır yabancı filmlerin ithalatına konulan sınırlandırmalar kaldınlıyor. Ancak yabancı filmlerin, sayı ve içerik bakımından sansürden geçirilip, kontrol edilmesi işlemlerine devam edilecek. Çin Haber Ajansı'nın, Çin Fılm îdaresi'ne dayanarak verdiği habere göre, daha önce yılda 60 adet ile sınırlanan yabancı sinema fılmleri ithalatı serbest bırakılacak, Çin'de sinema sanayii, yabancı filmlerin ithalatına konulan kotalarla, şimdiye kadar dış rekabetten korunuyordu. Yılda ortalama 200 yerli filmin çekildiği Çin'de, sinema seyircisinın giderek artması ve durgunluk içindeki yerli sinema sektörüne yabancı rekabetiyle canlılık getirip, kalitenin yükseltilmesi amacıyla ithalatın serbest bırakılacağı belirtildi. Hakkâri'mn el sanafları sergileniyor . • Kültür Servisi -Hakkâri'ninel sanatlan ve ! fotoğraflan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) sergi salonlannda Ankaralılara sunulacak. Bugün saat 14.00'te Başbakan Tansu Çiller tarafından açılması beklenen sergi, 5 mayısa dek sürecek. Açılış törenine Devlet Bakant Necmettin Cevheri, Içişleri • Bakanı Nahit Menteşe ve TOBB Başkanı Yalım Erez \ katılacak. 950 parça yün ve kök boyadan imal edilen, mahalli desen ve motiflerle bezenen kilımler, heybeler, çoraplar, yolluklar ve seccadeler ile yüz civannda tablodan oluşan sergi, satışlı olacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle