Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 21 MART1995SALI
12 DIHYAZI
Sahnedenjübilesiz indirilen Şayeste Ayanoğlu, hep tiyatro aşkıyla yaşadı
îPargout'un "Cadı"sı sahnelenirken
ilişkıde olduklannı belirten ilk açığı
verdı Sami Ayanoğlu. Şayeste rol ge-
reği sazdan bir etek giyiyor, sahneye
dans ederek çıkıyordu. Sami Ayanoğ-
lu, etinde iğne iplık. ılk perdenin önün-
de bekliyordu. Şayeste sahneye çıkmak
ûzereyken harekete geçiyor, sazlan bir-
birine ekliyordu ki bacaklan gözükme-
sin. Muhsin Ertuğrul ise ikinci kapıda
beklemedeydi. Dikilen yerleri kopanp
atı>ordu. tki yıl sonra Şayeste hamile
kalınca evlilikleri artık gizlenemez ol-
du. Muhsin Ertuğrul hem üzüldü hem
ğfkelendi, "Nasd" dıye sordu Şayes-
te'ye, "Bunu bana nasüyaptuı?" Artık
binsınden birisinin sahneyi bırakması
gerekiyordu.
Vazgeçiş. Şayeste'ye düştü. Oğlu
Boğadır'ı doğurduktan sonra bu kez
V&sfi Rıza Zobu'nun tıyatrosunda çalış-
maya başladı. Provalar. rumelerarasın-
da doğurdu ikinci çocuğu Solma'yı.
Vasfi Rıza'dan da aynldı. Ama uzun
süre ayn kalamadı tiyatrodan. Bu kez
tstanbul Vodvil Tiyatrosu'nu kurdu.
Sadri Alışık'ın. Halit Akçatepe'nin.
Mualla-Belkıs Fırat kardeşlenn ilk kez
sahneye çıktığı tiyatro olacaktı bu.
Oyunlan gizlıce Sami Ayanoğlu sahne-
liyor, Şayeste de oynuyordu. Üçüncü
çocuğu Bora dört-beş yaşına gelene ka-
dar kadar sürdürdü tiyatroyu Şayeste.
Sahneye izln yok
Yaz aylannda çıkılan turneler, oyu-
nun sahnelendiği salonlann bahçeleri-
ne kurulan salıncakta sallanılıp uyutu-
lan üç-dört aylık Bora, Solma Uçak'ın
anılannda yer alacaktı. Bora biraz bü-
yüyüp de yeniden tiyatroya dönmek is-
tediğinde Sami Ayanoğlu'nun tepkisiy-
le karşılaş,tı Şayeste. Artık oynamasına
izin yoktu. O hem kendisine yardım
edecek hem de çocuklanna bakacaktı.
Oysa çocuklann annelerinin özel bakı-
mına gereksinmeleri yoktu. Anneanne-
leri Meryem vardı onîarla ilgilenen. Bir
de onun kantocu, tiyatrocu eski arka-
daşlan. Yine Muhsin Ertuğrul'un em-
riyle Tepebaşı'nda büyükçe bir evde
oruruyorlardı. Daha sakin ya da daha
geniş diye, ama uzakta bir yerlerde
oturma hakları yoktu. Çünkü Ertuğ-
rul'a göre bir tiyatrocu, tiyatronun yüz
metre ötesınde oturamazdı. Yasaktı.
Boğadır. Solma ve Bora bir renk ve
ses zenginliğı içinde yaşadılar çocuk-
lukJannı. Kimler yoktu ki o evde? Kan-
tocu Niko, sonralan dilenirken ölecek
olan Peruz Hanım, Rozi Agopyan, Sü-
heyla Hanım, Kameha Hanım ve tabii
ki ara sıra da olsa Cahide Sonku. Ço-
cuklara masallan oynayarak anlatırlar-
dı ya da dans ederek. Sami Ayanoğlu
hiçbir gelırleri olmayan bu eski, emek-
tar sanatçılara sonuna kadar açmıştı
evinin kapılannı. Ceplerine harçlıkla-
nnı koyar. bir dediklerini ıki etmezdi.
Onlar da bunun altında kalmaz, sade-
ce çocuklan oyalamakla yetinmez, e\'in
işlerini de paylaşırlardı. Niko harikula-
de kanaviçe işler, Peruz Hanım da dan-
tel örerdi. Ütü işleri ise Süheyla Ha-
nım'ınüzerindeydi.
Eve taşınan tiyatro
Şehir Tiyatrosu da Ayanoğlu'nun
evinde toplanır gibiydi. Evde. on beş-
yirmi konuktan az akşam yemeği ma-
sasına oturulduğunu anımsayan çık-
mazdı Senaryo çalışmalan yapılır,
provalar yinelenirdi. O da olmazsa sa-
* T GUNÇlgAN
• Hamile kalınca Şehir Tiyatroları'ndan ayrılan Şayeste, üçüncü
çocuğu Bora dört-beş yaşına gelince tiyatroyu tamamen
bırakmak zorunda kaldı. Ancak içindeki o tiyatro ateşini hep
sıcaktuttu Şayeste Ayanoğlu. Bildiği hiçbir opereti unutmadı.
Evde, mutfakta yemek pişirirken elinde kepçe, hep bu
operetleri yineledi.
• Eşinin sahneye çıkmasına izin vermeyen Sami Ayanoğlu,
hatasını anladığında ise artık çok geçti. Kendi jübilesinde,
şöyle konuşuyordu: "Hayatımın en büyük hatası, Şayeste'nin
sahneye çıkmasını engellemekti. Onun gibi bir sanatçıya bunu
yapmaya hakkım yoktu. Şu anki duyguları o yaşamadığı için
ondan özür diliyorum."
Şayeste ve Sami Ayanoğlu, çocuklan Solma, Bora ve Bogadır'la biriikte, hep tiyatro ve sanatla iç içe yaşadılar.
Sami Ayanoğlu
kimdir?
1913te lstanbul'da dogdu.
Darüşşafaka Lisesi'ni bitirdi.
1930yıhnda Darülbedayi'de la-
sa bir süre öğrenim veren Tiyat-
ro Okulu 'nun sayılı öğrencilerin-
den biriydi. Aym yıl "Yaşayan
Kada\ra " oyunuyla sahneye çık-
tı. 1943'te "Derili Pınar"'filmiy-
le sinema oyunculuğuna, dörtyıl
sonra da "Harmankaya " ilefilm
yönetmenliğine başladı. Yönetti-
ğifümlerin çoğunda kendisi de
oynadı. Tıyatmda mlaldığı oyun-
lar arasında, "Faust", "Mac-
beth", "AnnaKarenina", "l
/
işne
Bahçesi", "Cyrano De Berge-
rac" ve "Kral Lear" ver aldı.
1971'deöldü.
bahlara kadar yenılir. içılirdi. Şayeste
Hanım, bütün bunlann altından tek ba-
şına nasıl kalkardı? Hep birkaç yardım-
cı bulunurdu evde. Rengi biraz solsa,
yorgunum diye sitem etmeye kalkışsa,
"Şayeste'" derdi kocası, "bir yardımcı
dahaal"
Kan-kocanin arasında tartışmanın
çıktığı pek görülmezdi. Kendisinin de
sanatçıoluşundan. anlardı kocasının sı-
kıntılannı Şayeste. Müsahipzade Sah-
nesi için ortaya koyduğu bütün oyun-
lardaonun yardımcısıydı. Heleeski Is-
tanbul yaşamı söz konusu olduğunda
bütün söz ona düşerdi.Çünkü çocuklu-
ğukonaklardageçmişti. Arasıra"Ben
de oynasam"dediği olmuyor değildi.
ama hâlâ izin yoktu. Sahne yasağı sü-
rüyordu.
Belki de evdeki kalabalığa güvene-
rek kocasını hiçbir oyununda. turne-
sinde, film çekiminde yalnız bırakma-
dı Şayeste. Sami Ayanoğlu neredeyse
o da oradaydı. Yurtdışı turnelere de bir-
likte gidiyorlardı. Belki de bu yüzden
çocuklan tarafından "Belki de olmuş-
tur" denılen kaçamaklara fırsat bula-
madı Sami Ayanoğlu. Uzaktan sedası
gelen olaylar olmuyor değildi, ama
"Benim bir kocaya ihti>acım olmayabi-
lir. ama çocuklanmın babaya ihtiyacı
var" diye düşünüyordu Şayeste. Sine-
ye çekerken bertaraf etmenin yolunu
da buluyordu.
Aradan geçen yıllara rağrnen uyum-
lan sürüyordu. Sorun yok gibiydi. tki-
sı de paraya önem vermediği için sıkın-
tılar da kolaylıkla atlatılıyordu. İç ça-
maşınndan ayakkabısına kadar kocası-
nın her şeyini Şayeste alıyor, hazır edi-
yordu. Kocası cüsseli biradamdı. Zor-
du ona uygun pardösü, ayakkabı bul-
mak. Ama o ne yapıyor ediyor, bu so-
runu çözüyordu. Akşam oyundan son-
ra birkaç kadeh içmek için Beyoğlu'na
gidiyordu Sami Ayanoğlu. Dönüşünde
ya paltosu olmuyordu sırtında ya da
ayağında ayakkabısı. "Birini gördüm
Şayeste" diyordu, "üşüyordu, ona ver-
dim paltomu".
Ahmet diye biri
Bazı geceler sokakta bulduğu bir ço-
cukla birlikte dönüyordu eve. Birkaç
gün evde kalıyordu o çocuklar, üstleri
başlan alınıyordu. Sonra kendiliklerin-
denaynlıyorlardı. Bir gece yine bir ço-
cukla birlikte geldi eve. Çiçek Pasa-
jı 'nda yere bakarken bir çift çıplak ayak
görmüş, başını kaldırdığında ise adının
Ahmet,yaşının da on iki olduğunu söy-
leyen bu çocukla göz göze gelmişti.
Söylediğine göre kimı kimsesi de yok-
tu. İki yıl kaldı Ayanoğlular'ın evinde
Ahmet. Nüfus kâğıdı da yoktu, ama
araya hatın sayılır kişiler sokulup bir
okula yazdınldı. Beyoğlu'nda, Ma-
yer'den giydirildi. Bir gün bakkala di-
ye çıktı evden, bir daha da dönmedı.
Yanına sadece yol parasını ayınp geri
kalanını ve siparişi bakkala vermiş. git-
miştı. Sami Ayanoğlu öldüğünde, baş-
sağlığı dilemek için ortaya çıktı Ah-
met. Artık genç bir adamdı. Kimsesiz
olduğu yalandı, ailesi Bolu'da yaşıyor-
du. Bu yalanı ve habersiz gidışi için
sonralan çok üzülmüş, ama geri dön-
meye de çekinmişti.
Oyun sonrası kaçamaklanna çoğu
kez Şayeste'yi ve çocuklan da ortak
ederdi Sami Ayanoğlu. Telefonla haber
verir. "Sirearaba yolluyorum,Solma\ı
da al, gel" derdı. Ya Degüstasyon'a gi-
derlerdi ya Tepebaşı'na y a da fzmir Lo-
kantası'na.
Bir film çekimi sırasında Vagon
Blue"ye götürdüğünde kızı Solma on
üç yaşındaydı. Bir pavyondu burası.
Setten çıkıp birlikte yola koyuldukla-
nnda Şayeste,
u
Kxa eve bırakalım da
öylegidelim*' demişti. Karşı çıktı. Gör-
meli, buralan da bilmeliydi kızı. Sami
AlıitekkesininressamkızıPerşembe Tekkesi'nde, şimdilerde
Keçeciler Caddesı olarak bilinen yer-
de doğduğılnda ona "Saynur" ismini
verdiler. Işığı eksilmeyen bir yaşam
sürsün diyeydi bu isim. Oylebirışıkol-
malıydı ki bu, bütün pervaneleronaak-
malıydı. Sönmemeliydı. Öyle olmadı.
Işığı içinde tuttu hep Saynur. Bütün çı-
kışlar kapalıydı. O da zorlayamadı ka-
pılan. Başanlı bir ressam olmanın eşi-
ğinde tutup âşık oldu şair Halim Şe-
fik'e. Üstüne üstlük bir de evlendi.
Şimdi, yıllarca yılın ürünü tablolan evi-
nin balkonunda; yağmura, kara açık,
kimsesiz beklemede. Kendisi de bek-
liyor Saynur Güzelson'un. Amaneyi?..
Doğum tarihi kayıtlara bin üç yüz
kırk bir diye geçti, miladi bin dokuz
yüz yirmi beş. Hayal gücünü etkileyen
bir mekânda. Mustafa Ahı Dede Tek-
kesi'nde büyüdü. Derlerdi ki Kadiri
Şeyhi dedesî Hayrullah Dert'in baba-
sı, son Osmanlı-tran harbinde Halil
Hamit Paşa'nın emrindeyTniş. Paşa'yı
bir kazadan kurtarınca azat edilmiş.
Mustafa Ahi Dede'nin halifesiyle ev-
lendirmiş kızkardeşini. Kendisine de
Dede'nin kızı düşmüş. Bahçedeki tür-
be için "Ecdadırmz yaüyor" derdi an-
nesi.
Bir de tekkenin haremlik-selamlık
bölümlerinın öyküleri anlatıhrdı. Doğ-
duğunda tekke kapatılmıştı, o anlatı-
lanları bir masal gibi dinledi. Masalla-
ra düşkünlüğü de o yıllarda başladı.
Ölülerden korkmamayı da bu tekke öğ-
retti ona. Kısacası, bir çocuk için bu-
lunmaz bir yerdı. Babası. Nahiye Mü-
dürü Ul\i Bej'di Saynur'un, annesi ise
ev hanımı İrian Hanım.
Üç kardeştiler. biri yirmi dokuz ya-
şında yitirilecek olan oğlan. Ondoku-
zuncu llkokulda okudu önce. Sonra Fa-
tih Lisesi'ni bitirdi. Bin dokuz yüz kırk
iki yılında da Güzel Sanatlar Akademi-
• si'ne girdi, resim bölümüne. Çocuklu-
ğunda başlamıştı resim yapmaya. Ne
zaman eline bir boya geçse duvarlara
tarih kitaplannda okuduğu destan kah-
ramanlannın resimlerini yapmaya kal-
Saynur Güzelson'un 1949'lardan
kalan bir resmi.
kışıyordu. Akademiye gıdeceğini söy-
leyince kıyametler koptu. Herkes kar-
şıydı. Tekke muhitinden bir genç kızın
resme gönül vermesi. olur şey değildi.
Hayrullah Bey "Ben izin veriyorum'"
dedi, "Saynur ressam olacak" Bir da-
ha kimse karşı çıkamadı.
Akademi'de. Bedri Rahmi Atölye-
si'ndeydı Mehmet Pesen, Leyla Can-
sız,Turan Emek'le birlikte. En küçük-
leriydi. Belki de bu yüzden kimsenin
gözü tutmadı onu. Altı ay sonra "Ben
senden umutsuzdum"dedı Bedri Rah-
mi, "Ama hepsinin üstüne geçtin".
Bonner'e hayran
Atölye ikiye aynlmıştı, üzerinde du-
rulması gerekenler ve elenmesi gere-
kenlerdiye. O, üzerinde durulması ge-
rekenler arasındaydı. Bedri Rahmi'nin
ilk öğüdü, hocanın sözünün dinlenil-
mesi ve ona güvenilmesiydi. Saynur
• Çocukluğunda başlamıştı
resim yapmaya. Ne zaman
elıne bir boya geçse duvarlara
resim yapmaya kalkışıyordu.
Akademiye gideceğini
söyleyince kıyametler koptu.
Tekke muhitinden bir genç
kızm resme gönül vermesi,
olur şey değildi.
• Akademi'de, Bedri Rahmi
Atölyesi'ndeydi Mehmet
Pesen, Leyla Cansız, Turan
Emek'le birlikte. En
küçükleriydi. Belki de bu
yüzden kimsenin gözü
tutmadı onu. Altı ay sonra
"Ben senden umutsuzdum"
dedi Bedri Rahmi, "Ama
hepsinin üstüne geçtin."
hem sözünü dinledi Bedri Rahmi'nin
hem de güvendi.
O da iyi bir öğretmendi. Hangi öğ-
renci hangi yöne eğilimli. saptıyor; ona
göre yol gösteriyordu. Saynur. Bon-
ner'in hayranıydı. Saynur"a onun res-
mini anlatırdı. Birde sağlamtemel kur-
manın kurallannı.
Çocukluğunda alabildiğine haşan,
an kovanlanna çomak sokan, daldan
dala atlayan Saynur giderek daha da
sevdalandı resme. Ailesiyle birlikte
oturuyordu, ama ev işleriyle ilgilenmı-
yordu bile. Okul dönüşü odasma kapa-
nıyor, saatlerce resim yapıyordu. Ya da
kalemini-kâğıdını yanına alıp yollara
dökülüyor, Sulukule'den Boğaz'a, ken-
disinı etkileyen her şeyi resme dönüş-
türüyordu. Malzeme bulmakta zorla-
nıyorlardı o yıllarda. Yinni beş kuruş
olan harçlığırun tümünü malzeme bul-
maya ayınyordu. Uzundu saçlan. Bu-
lamadığı zamanlarda. bir Radyolin diş
macunu tüpüne, tahtayla, saçlanndan
kestiği tutamlan bağlayıp fırça yapı-
yordu.
Duvar resmi nasıl yapılır?
Başanlıydı ve hâlâ duvar resimleri-
ne vurgundu. Bedri Rahmi, Akade-
mi'nip boş bir duvannı gösterip "Bu-
raya resim yapın" deyince atıldı: "Ben
japanm"'. Mikelanjın "Mahser" tab-
losundaki gayya kuyusu figürünü yap-
maya başladı. Figürü, üç-dört kat bü-
yüttü ve du\an kazdı. Molozlar yere
düşüyor, etraf kirleniyordu. Çalışmaya
başlamasının ikinci günüydü ki, Aka-
demi Müdürii Burhan Toprak. bu mo-
lozlan gördü ve kızdı:"Çabuktemizle
burasmı!'". Saynur, "Ben resim >apıyo-
rum" dedi, "temizlemekhademenin işi.
" Oysa her gün iş bitıminde kendi da-
ğmıklığını topluyordu.
Bir cumartesi, saçlan örgüsünden
firlamış, ayağında pantolonla gitti oku-
la. O yıllarda pantolon giymek kimin
haddine? Ama resim yapmak için du-
vara merdivenle çıkması gerekiyordu.
Bunun için de pantolon giymesi şarttı.
Merdivenleri tırmanmış, tam kaldığı
yerden resme başlamıştı ki, müdür mu-
avinini gördü karşısında. "Bu ne hal"
diye sordu muavin, "Doğru, müdürün
yamnagideceğiz*'. Gittiler. Muavin,bu
kez müdüre. "Bakın şu öğrencinin ha-
line" dedi. "kimbilir nereden geli-
>or?"Kızdı Saynur. Elindekileri yere
bırakıp "Nedemekisthorsun sen?" di-
ye bağırdı, "Bili>"orsunuz,öğretmenim
ödev verdi, duvara resim yapıyorum"".
Dinlemediler, pantolonla okula gelin-
mezdi. Müdür atölyede üzerini değiş-
tirebileceğini söyleyince Saynur'un öf-
kesi daha da arttı. "Ben model miyirn"
diye sordu, "herkesin içinde üzerimi
değiştireyim? Yapmıyorum bu resmi1
".
Yann: Sanatla evlilik
bir arada olmuyor
Ayanoğlu düşkündü çocuklanna. Yatı-
lı okuyorlardı. ama her hafta sonu bir-
likteydiler. Shakespeare çahşırken bi-
le omuzlanna çıkmalanna izin verirdi.
Belki de kimsesiz büyüdüğünden kala-
balık bir aileden yanaydı. "Doğur Şa-
yeste" diyordu, "daha da doğur". Şa-
yeste doğurmadı. Sevginin gizlenme-
mesine karşın yine de pederşahi ve
mazbut bir aileydiler. Çocuklann dü-
şünce özgürlükleri vardı. ama hareket
özgürlüklen asla. Çocuklannın tiyatro-
cu olmalannı istemedi Sami Ayanoğ-
lu, özellıkle de Solma'nın oyuncu ol-
masına karşıydı.
Kültür düzeyleri birbirine yakın bu
kadın ve erkek, birbirleri olmadan ne-
fes alamıyor gibiydiler. Sami Ayanoğ-
lu zaman zaman çevirdiği filmlerde
hem Şayeste'yi hem de çocuklannı oy-
natırdı. Asabi mizaçhydı. ama evde ba-
ğınp çağırmazdı. Bir bakışı yeterliydi.
Şayeste ise çocuklan için sevgi dolu.
ama otoriter bir anne olarak kaldı. Hem
kocasına hem de çocuklanna bağlıydı.
ama içinde ölmeyen bir ateş vardı. Ço-
cuklan eski ya da yenı bir piyes hakkın-
da konuşurîcen onun gözündeki ışığı
görür, içindeki yangını hissederdi.
Boğadır'ın acısı
Büyük oğlu, yirmi dokuz yaşında,
bir seksen beş boyunda. birkaç dil bi-
len Boğadır'ı yitirdiğinde bütün neşe-
sini yitirdi Şayeste Ayanoğlu. Solma
evlenmiş, on beş-yirmi günlük hami-
leydi. Bir cumartesi hep birlikte Hi-
sar'a gitmiş. eğlenmişlerdi. O akşam
hastalandı Boğadır. Ateşler içindeydi.
Kuşpalazı tanısı konuldu. Yirmi dört
saat içinde de öldü. Sami Ayanoğlu ağ-
layamadı. Bahçeye çıktı, ellerini hava-
ya kaldınp bağırdı, "Madem alacaktm,
niye verdin?" Cenaze evden çıkarken
de enfarktüs geçirdi. Solma, aynı sonu
paylaşırsa diye çocuğunu aldırmayı dü-
şündü.
Şayeste ise uzun süre, Boğadır'ın
ölümü elli ikinci gününü doldurana ka-
dar ilaç verilerek uyutuldu. Elli ikinci
gün ayağa kalktı ve "Ben evi temizle-
yeceğim'' dedi. Bütün yardım teklifle-
rini geri çevirip koca evi tek başına,
baştan aşağı temizledi.
Ondan sonra da bir daha evde Boğa-
dır'ın ismi anılmadı. Fotoğrafı asılma-
dı duvara. Soranlara. "Oğlum çok
uzaklara gitti" dedi. "o gdemiyor, ben
gideceğim yanına".
sami Bey'in pişmanlığı
Hay\'an meraklısı, evinde bugün on
dört yaşında bir terieri bulunan, ama
geçmişte üç yüzü aşkın kuşu, beş bin
balık, kel-kör köpek besleyen. may-
mun, sincap banndıran Şayeste, önce
parkinson hastalığına yakalandı, sonra
da kansere. Bildiği hiçbir opereti unut-
madı. Evde. mutfakta yemek pişinrken
elinde kepçe, hep bu operetleri yinele-
di.
Boğadır'ın. birkaç yıl sonra da koca-
sının ölümü üzerine çocuklannın "Bir-
likte tiyatroya gidelim" tekliflerini ge-
ri çevırdi. İçindeki o tiyatro ateşini hep
sıcak tuttu Şayeste Ayanoğlu. Jübilesiz
indirilmişti sahneden.
Sami Ayanoğlu, hatasını anladığın-
da ise artık çok geçti. Kendi jübilesin-
de. şöyle konuşuyordu: "Hayatımın en
büyük hatası, Şayeste'nin sahneye çık-
masını engellemekti. Onun gibi bir
sanatçıya bunu yapmaya hakkım >ok-
tu. Şu anki duygulan o yaşamadığı için
ondan özür dUiyorum."
ANKARA NOTLARI
Kale VVashington'da Yemek...
— Kültür BakanJığt Müsteşao Emre Kongar, geçen rıafta
çarşamba cikşamı, Bosnalı sinema sanatçıları onuruna, An-
kara Kalesi'nde "Kale Washington"da, bir akşam yemeği
verdi. Konuklar arasında Azerbaycan Kültür Bakanı Polat
Bülbüloğlu da vardı. Kültür Bakanı Timurçin Savaş, Bakan-
lar Kurulu toplantısı nedeniyle yemeğe katılamamıştı. Önce,
yemeğe katılan konukları yazayım:
Hayrettin Somun (Bosna- Hersek Büyükelçisi), Bayan
Hayrettin Somun (Büyükelçinin eşi), Tevfik R. Gokalp- Gül-
şen Karakadıoğlu (Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcıları).
Nihat Şan (Bosna-Hersek Büyükelçilik Müsteşan), Kerima
Filan (Bosna-Hersek Büyükelçilik çevirmenı), Alija Ishako-
viç (Bosna-Hersekli yazar, dilbilimci), Mirza ldrisoviç (Bos-
na-Hersekli film yönetmeni), Bayan Zlata Kurt (Bosnalı film
eleştirmeni), Mrthat Sirmen (Kültür Bakanlığı Dış llişkilerGn.
Md.), Oğuz Onaran(Kultur Bakanlığı Danışmanı), Rekin Tok-
soy (Sinema eleştırmeni), Semih Günyer (Milliyet yazan), Şe-
fik Kahramankaptan (Tempo Dergisi Ankara Temsilcısi),
Mahmut Tali Öngören (Cumhunyet yazan), Aydın Idil (Dı-
şişlerı Bakanlığı Kültür İşleri Gn. Md. Yrd.), Süleyman Ku-
pusoviç (Bosna- Hersekli tiyatro film yönetmeni).
Kale VVashington, eski "VVashington Restoran'ın birkolu;
Şişman Kardeşler'in birbölüğü, Ankara Kalesi'ne taşınırken
bir bölüöü de Nenehatun Caddesi'nde benzeri bir lokanta
açtılar. Şişmanlar'ı yıllardır tanınm. Halil Şişman, Mustafa
Şişman, Babür Kutlu ile ortak kaleye geçerken büyük ağa-
bey Yusuf Şişman'ın çocuklan Nenehatun'a gittiler. Halil
Şişman yüreğinden amelıyat oldu, üç damarı değişti. VVas-
hington Restoran bir tarihti diyebilirim. Ünlü politikacılar ge-
lirierdi.
Ismet Paşalı yemekler, fotoğraflan sergilenirdi albümler-
de. Birkaç kez Hınthorozu Erdal Bey'le orada yemek yedik.
Prof. Bülent Nuri Esen'i orada gorürdüm. Özer Derbil'le
oradabuluşurduk. Şimdi orası "Göksu Restoran"oldu, "Kör-
fez"in bitişiği. Yemek listesi bana bir çeşit "açdoyuran" gibi
geldi. Enginar, suboreği, mimoza salata, lagos şiş, kaymak-
lı ekmek kadayıfı, kahve. Içki olarak kimi şarap, kimi rakı iç-
ti. Ben şarap içtim!
Emre Kongar güzel konuşmalar yaptı:
- Biz, dedi, bu akşam Bosna ile Azerbaycan'ı birleştirdik.
Bosna Büyükelçisi Hayrettin Somun, Azerbaycan'a sitem
etti:
- Azerbaycan bizi hâlâ tanımadı, bir temsilcisi yok dedi.
Bülbüloğlu:
- Bosna'nın ilk elçisi ben olacağım diye konuştu...
Kafalar giderek dumanlanıyordu, dışarıda bardaktan bo-
şanırcasına bir yağmur... Bülbüloğlu durgundu. Azerbay-
can'da darbe girişimleri haberlerinin yeni yeni duyulduğu
günlerdeydik. Biz kadehleri dostluğa, kardeşliğe kaldınyor-
duk.
Süleyman Kupusoviç, kahveye sıra gelince ayağa kalktı:
- Osmanlılarbize iki şeyi öğrettiler, dedi, bir çay, bir de kah-
ve. Kahvenin Bosna sofrasında çok önemli yeri vardı.
Kupusoviç, biraz abartarak kahveyi Bosnalılar'ın yüzlerce
çeşidini içtiklerini söyledi, ama doğrusu galiba üçtü. Konuk-
lara önce "dobradoça kafa" (Hoşgeldin kahvesi) verilmek-
teydi. Tuzlu yemekler yenip de tatlıya geçilirken söyleşi ko-
yulaşırken sunulan kahveye "sohbetuşa kafa" deniyordu.
Konuklann gitmesi gereken saatte sunulan kahveye de "sit-
teruşa /ca/a"(hastinn kahvesi) deniyordu. Kupusoviç:
- Siz "güle güle kahvesi"dersın/z, biz "sittirin gıdin kahve-
si" deriz. Kahvemizi de içtik, gidebiliriz dedi. Yemekte "has-
tirin kahvesi"herkesin dilindeydi.
Mahmut Tali Öngören'le ikimizi, Gülşen Karakadıoğlu ev-
lerimize bıraktı. Bu yemeği, Bursa'da yaşayan Çengiçler'den
Leyla llova'ya anlattım. O da doğruladı:
- Aaa, tabii dedi, Boşnaklar'ın Osmanlıdan aldıklan, günü-
müze değin gelen ilginç gelenekleh var: ev gezmelerinde,
evdeyapılmtş reçeller sunuyorlar. Bir şekerliğin içinde reçel,
iki bardak, gümüş kaşıklar... Herkese, lokum ya da akide şe-
keri sunargibi o reçeli dolaştmrlar. Reçelden bir kaşıkalıyor-
sunuz, sonra kaştğı öbür su dolu bardağın içıne koyuyorsu-
nuz. Sonra yantnızdakine geçıliyor. Küçücük servis tabakla-
n vardır, kahve fincanı gibi onun içinde bir incir, üç kiraz, bir
erik, böyle küçük reçeller sunuluyor. Boşnaklar, Türkiye'ye
geldiklerinde bu geleneklerini de getirmişler. Bunlar Bos-
na'ya savaş yoksulluk girmeden önceymiş. Şimdi, biraile-
ye birayda biryumurta düşmüyor!
Leyla llova, Boşnak tatlılannt anlattı: Boşnak çöreğini, ls-
tanbul'da konuşma yaptığım Muhammet Çengiç'lerde ye-
miştim. Boşnak tatlısı, "kalbura basf/"ya benzermış. Bir de
"hunvacık^an varmış, o şekerpare ailesindenmiş. Yanında
sütlü kahve sunuluyormuş. Leyla llova anlatıyor telefonda:
- Şimdi benim kuzenlerimden bih lstanbul'da kan- koca
mimarlar. ENKA'da çalışıyorlardı, işten çıkanldılar. Açlar. Kız,
evlere pasta yapıp satıyor. Evde mınicik mutfakta. Köşeyi dö-
necekler...
Çengiçler'den Leyla llova'nın Bursa'daki evi de bir tarih ha-
zinesi gibiymiş. "Yorgun Savaşçı "nın bir bölümu, onun evin-
de çevrilmiş. Leyla llova'nın dedelerinden Ismail Ağa, Sırp-
larca öldürülmüş. Sırplar, Ismail Ağa'yı uzun süre öldüreme-
mişler. Sonunda Karadağlılar öldürüyor. Ismail Ağa'nın çok
iyi bir atı varmış. Islık çaldtğı anda yardımına koşan bir at!
Onun için kimse Ismail Ağa'yı ele geçiremiyormuş. Gece
baskınında önce atın ayaklannı bağlıyorlar, sonra çadınnda
uykuda ikenjsmail Ağa'nın kafasını kesip, Sırplara sunuyor-
lar. (Olay 1830'larda oluyor). Şırplar çok seyiniyor, karşısına
koyuyor kanlı kelleyi, şarap içiyor, et yiyor, ölünün ağzına da
şarapla et koyuyor. Majoranıç adında bir Hırvat ozan, isma-
il Ağa'nın ölümünü şiirleştiriyor. Bu okullarda bir şiir türü ola-
rak oralarda okutuluyor... Ismail Ağa, bir kahraman, Çengiç-
ler'in önemi de oradan geliyor. Osmanlılar, Bosna'ya yalnız
çayı kahveyi götürmemişler; o yörede uzun yıllar görev yap-
mış bir diplomat Umit Aytar anlattı, ona da görev yaptığı sı-
rada anlatmışlar, şöyle demişler:
- Osmanlıdan bize şunlarkaldı: Kahve, yere tükürmek (ya-
ni pislik), bir de inşallah (tembellık).
Alman Kültür Derneöi'ndeki "Bosna fılmleri"r\\, iki eski dip-
lomat, Ümit Aytarile Sacit Somel birlikte izledik. Sacit So-
met'egöreOsmanlı'dan Balkanlar'abirde "sövme",yani "kû-
fûr" kâmıştı. Grekler de Türkçe sövmüyorlar mıydı?
Bosna filmleri, açlık filmleriydi. Sokaklar köpek doluydu,
köpek açlığın simgesiydi. Hani, ne derier:
- Aç köpek fınn yıkar!
Bosna-Hersek'in sorunu din sorunu filan değildir,
politikacılann yanlışlarıdır. Süleyman Bey niye gitmek istedi
BULMACA
1 2 3 4 5 6SOLDAN SAĞA:
1/ Kişide aym etkisiyle
ortaya çıktığı düşünülen
psikolojik rahatsızlık. 2/
Budun ön kısmından el-
de edilen dana eti... Bir
günün ya da olaym arka-
sından gelen zaman. 3/
Şerit biçimınde levhalar-
dan oluşan pencere kapa-
ma düzeni... tşaret. 4/ Kü-
çük mağara... Büyük zo-
ka. 5/ Dünya edebiyatçı-
lannı bir araya getirmeyi
amaçlayan kuruluşun
simgesi... Akciğerleri dinlerken he-
kimin duyduğu patolojik ses. 6/ Tır-
nak yeme saplantısı. 7/ Rus köylü
topluluğuna verilen ad... Fert. 8/
Trabzon'daki Meryemana Manastı-
n'na verilen bir başka ad. 9/ Her-
hangi bir olayın yol açtığı zarar...
Tellür elementinin simgesi.
YUKARrDAN AŞAĞIYA:
1/ Damarlann çoğalmasından ileri
gelen tehlikesiz ur. 2/ Çin'in para bi-
rimi... Kuran'da bir sure. 3/Tatlı bir
besin maddesi... Zaferi, gerçek zafer değildir. 4/ Bezekçılikte
kullanılan yeşil ve pembe dalgalı bir çeşit sedef... Su. 5/Cıva sül-
für bileşımlı bir mineral. 6/ Çayın etkin maddesi... Satrançta bir
taş. 7/ Şarkı. türkü... Ağn Dağı'na verilen bir başka ad. 8/ Gök-
kuşağı. 9/ Erzincan'ın bir ilçesi.
K
A
V
L
A
G
A
N
•
U
M
1
A
K
•R
A
M
Ş
0
P
|
A
M
i
G
0
B
R
|
K
|
0
z
A
N
U
T
E
R
0
M
A
N
ı
R
İ
s
A
L
E
1A
Z
N
|
A
V
E
N
E
|
M
U
R
N
A
•T
M
0
•
•U
S
T
A
•U
R
[A.