24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 MART 1995 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Tiyatro Istanbul, C.P. Taylor'ın 'Nereye Kadar' adlı oyununda evrensel bir konuya değiniyor 'Bitaraf olan, berlaraf ohır'ASUMARO "Şimdi bizi iyi dinle:/ Düşma- nımızsın sen bizünV Dikeceğiz seni bir du\ann dibineVAma madem bir siirü m yönün var,/ dikeceğiz dibine hi bir duvannV tyi tiifeklerden çıkan iyi kurşun- laria vuracağız seni/ sonra gö- meceğiz iyi bir kürekle iyi bir toprağa." Böyle di>or Bertolt Brecht "tyi Adama Bir tki Soru" adlı şi- irinde. Ve Cüneyt Türel. Profe- sör Halder' in sonunun ne olaca- ğinı bu sözlerle dile getıriyor. Halder. bir edebiyat profesörü. Hiçbir işe elini sürmeyen *bez- gin' kansı Helen ile ölümün eşı- ğine gelmış annesi arasında bu- nalmış 'iyi' bir aydm. Yer. Al- manya. Ama Nazılerin iktidara geldiği Almanya, yıl 1933. Her- kesin birbirinden kuşkulandığı. dostluklann anlamını yitirdığı bir dönem. Herşeye 'ıyı' bırgözlükleba- kan Halder. Nazizm'e sempati duymamasına karşın, ünıversı- tede ilerleyebilmek, daha iyi bir yaşam kurabilmek gıbi düşlerle Nasyonal Sosyalist Parti'ye gi- riyor. Ve bu 'iyi niyetü'adam. Cüneyt Türel'in deyimiyle "tyi niyetli, benciL iyi niyetli, hesaplu iyi niyetli, korkâk, iyi niyerJi. güç- süz, iyi niyetli, yetersiz, ve aydın*" adam. kısa sürede Naztzm'in maşası haline geliyor. tngiliz yazar C.P. Taytor'ın "Nereye Kadar" (Good) adlı oyunu, Tıyatro Istanbul tarafin- dan sahneleniyor. Şehir Tiyat- rosu sanatçısı Hakan Altıner'in konuk yönetmen olarak sahne- ye koyduğu oyunda Halder'i canlandıran Cüneyt Türel'in ya- nı sıra HaJuk Kurdoğiu, Tonıris Oğuzalp.Zerrin Sümer,AslıÖv- ken, Alp Öyken, Levent Güner rol alıyor. Dekor ve köstümler Ayten Y'ay'a ait. Oyunun yazarı Taylor. 'Nereve Kadar"da herşeye 'iyi' gözJükk bakan profesör Halder'i Cüneyt Türel o\ ııuvor. ı \ otoğraflar: DEVRlM BARAN ) 198 l'de bu oyunun prömiyerin- den kısa bir süre sonra ölmüş. Yazann en çok sükse yapan oyu- nu olan "Good". EdinburgFes- tıvali'nde büyük başan kazan- mış ve Warehouse'da Royal Shakespeare Company tarafın- dan sahnelenmiş. Hakan Altıner. oyunun halk kıtlelerinin yüzyıllarca değış- meyen sürü zihniyetinin. "bana dokunmayan yılan bin yaşasuı" deyışlerinin tarihsel göstergele- rınden bırinden yola çıktığını söylüyor: "Bunu Halder'in kişi- liginde sorguluyor. Küçücük dünvasında yaşayan Halder, çev- resindeki olaylan farketmek şöy- le dursun, adeta gözüne sokula- rak uyanldığı halde görmemeyi yeğüyor". Altıner Halder'i "Aydın kim- Uği kişisel iirkekliğinin aJtuıda ezilen bir Anti-Don Kişot" dıye tanımlıyor. Oyunun adı "İyi" ol- duğu halde. "Nereye Kadar" di- ye değiştirmişler. Nedenıni şö> - leaçıkhyor Altıner: "Buiyi,HaV der'in kimliğinde sorgulanan bir iyiydi ama bize bunu birey seüik- ten çıkanp topluma yay mak da- ha doğru geldiği için w unun adı- nı "Nereye Kadar" diye değiş- tirdik. Ama sonuna soru işareti değil ünlem koyduk ki, belki bir uyan zili olabiUr insanlara". Hakan Altıner, oyunu konu ve bıçem açısından çok ilginç bu- luyor. Konunun ilgınçliği. ev- renselliğinden kaynaklanıyor: " 1933 ile 1942 arasında Nazi AJ- manyası 'nda geçiy or ama olayfa- ruı ve kişilerin adlannı defişti- rin. yıllan değiştirin, istediğiniz ülkeye uyarlayın. ve hatta bence tercihen* 1994-95 Tiirkiyesi'ne uyarlaym, son derece cuk oturu- yor. Bizim oyunu secmemizin en önemli nedenlerinden biri bu. Evrensettiği bu eskimezltğinden. Bence uzun yıllar da eskimeye- cek. Eskirse çok güzel, çünkü çok başka bir dünya kunılmuş olur o zaman'". Oy unu çokçetin birceviz'AI- tıner'e göre. Çünkü olaylardra- matik bir akış içinde sahnelen- miyor. Sürekli zaman ve mekan gel-gitleri var. Ama oyunu bütün entrikasıyla, zaman, mekan, hal ve tavır değişımleriyle 'bek- lediklerinden çok daha faziasını aldıklan1 kadro çekıp götürü- yor. Hakan Altıner, oyunun günü- müz aydınına önemli mesajlar verdığini vurguluyor: "Sevdi- ğim bir söz var: Bitaraf olan, bertaraf olur derler. Bir taraf ol- mak zorundasuıız, Tavır ve taraf değiştirebilirsiniz. Bir giin bağiı bulunduğunuz tavrı ve tarafi yargılar ve kendi ölçütlerinizde dersiniz ki 'Yanılmışım, şimdi bu tarafa geçiyorum'. Bunu an- lanm. Ama hep ortada durma- ve 'bana dokunmayan yılan in yaşasın' demeyi anlamam, kabul etmem veaffetmem. Oyun da bu mesajı ilettiği için benim kangrubuma çok uydu doğru- su." Cüneyt Türel de Hakan Altı- ner gibi bu oyunun, bilerek ya da bilmeyerek bir takım çöküntüle- re. yıkıntılara ortak ya da tanık olan insanlara söyleyecek çok şeyi olduğunu düşünüyor. Profesör Halder'e çok benze- yen aydınlann yaşamış olduğu- nu belırtiyor Türel. Bunlardan biri, Istvan Szabo'nun "Mefis- to"da anlattığı, Almanya'da o dönemde Devlet Tiyatrolan'nı yöneten bir ünlü bir aktör: "O da iyi bir adam, sosyal demokrat hatta belki de sosyalist Birden kendisini Alman tiyat- rosunun başında buluyor. Çok iyi kullamyoriar onu. Yine Al- man edebiyat profesörteri var, kitaplann yakıhnası karannın altına imza atan. Bunlann ara- sında Brecht'in, Thomas Mann'ın arkadaşlan var, Carl Orffvar". Halder'in en yakın arkadaşı Maurice'i Haluk Kurdoğiu can- landınyor. Halder'in arkadaşı- nın hayatını kurtarmak için ya- pacağı tek şey tsviçre trenine üç bilet almak olduğu halde, onu bile yapamıyor. Türel, bu ben- cillik ve korku karşısında tüyle- rinin ürperdiğini dile getiriyor: "Kimse yaşamamalı bunu. Yaşamamak için de Önlemleri ahnmalı vakit kaybetmeden. Her yerde olabiür, en yakın ar- kadaşuuzı öidünne karan verdi- rebinrler size. Insanlann hayn- na gefişen politik tırmanışlann korkunç tehükeli taraflan var. Bize uy, seni her rürlü sorundan kurtannz tuzağına düşen insan- lann hele bunlar aydın olursa sonunda verecekleri karar en yakın arkadaşlannın kesil- mesinin karandır". Otto Mjaanes'in resimleri Teşvikiye Sanat Galerisi'nde sergileniyor Resmin aynasında Batı yakası...jKAYAÖZSEZGtN ! Resimde anlatımcılığı, Kuzey ülkelerine özgü , bir akım ya da daha indirgenmış bir tanım olarak ; 1910-1920 arasında 'Der Sturm' çevTesınde odak- 1 lanan Alman ekspresyonıst ressamlanyla smır- i landırmak. bugün artıİc fazla taraftar toplayan bir Igörüşdeğil. ' Çünkü bu anlamda anlarımcılık, bir grup sa- natçıya özgü bir 'okuT ya da örneğin izlenimcilik \e fovizm gibı estetık değerleri belırlenmiş bir iakım niteliği taşımıyor. Delilik çizgisıne varan ifade coşkusundan deformasyona, plastik otono- ; miden kategorik olmayan bir duyumsallığa ka- ( dar, birçok eğilimin kökenine inildiğinde. anlatım- a yorum moriflerine rastlanabilir. Van Gogh'tan ' Toulouse-Lautrec'e. Ensor'dan Munch'a ve Hod- ler'e doğru uzanan çizgi üzerinde, bir bakıma sa natçı kişiliğiyle kolayca bütünleşebilen farklı, ama ortak amaçlı dışavurum modelleri saptanabilmek- tedir. Anlatımcılığın Soutine,Chagall ve Pasdn gıbi değişik kökenlerden gelen, ama bırtür Yahudi ak- sanıyla ortak eksenlere yönelen bir Paris grubun- dan söz edilebileceği gibi Nolde, Grosz, Kokosch- kagibı Avusturya- Alman grubundan ya da soyut- layıcı bıreğilim çerçevesinde ArshileGorky,'VV'îl- lem de Kooning gibi sanatçılarda tıpik örnekleri- ni bulan anlatımcı Amerikan aksanından da söz edilebihr. Daha kısa olarak söylemek gerekirse. 'aıüannT (expresyon), ister şöyle ister böyle olsun, sanat ya- pıtırun izleyiciye aktârmakla kendini yükümlü his- settiği bir zorunluluk olarak kaldığı sürece, anla- tımcıhkla dirsek temasını yitirmek istemez. Türkiye'de ilk kişisel sergisini. Istanbul Teşvi- kiye Sanat Galerisi'nde şu günlerde düzenlemek- te olan Amerikalı sanatçı Otto Mjaanes'in resim- lerini, eğer mutlaka bir akıma bağlamak gereki- yorsa ki böyle bir gereklilik söz konusu değildir, anlatımcılığın Amerikan çağdaş a\angartçılanna özgü bir süremi olarak tanımlanan yeni-anlatım- cı estetıkten söz edilebilir. Tam tamına bir renkçilik düzlemi üzenne otu- ran ve çağdaş Amerikan popçulanna özgü bir yön- temle tuvallerinde yer yer fon olarak Amerikan bayrağını kullanan Mjaanes. L. CampbelTin ser- gi kataloğunda haklı olarak değinmiş olduğu gi- bi 'CobraGrubu* ressamlanna yakın duruyor. Bu gruba fiilen kanşmamış olması, grubun sanat an- layışınm dışında kalmayı tercıh ettığı anlamına gelmez. Aksine, örneğin Alechinsky'nin resimle- rinde, birbiri içinden patlayıp dağılan renksel olu- 'Tatil', ruval üzerine y^ğhboya. 1994. şumlan, figür disiplıninı büsbürün terk etmeme- yi bir ilke olarak kabullenmiş görünen Mjaanes'in resımlennde de görmekteyiz. Bağınp çağıran ya da tam tersine durgun bir gö- rüntü içinde kalmasma karştn, tepki göstermeye hazır bir konum içinde yansıtılmış olan figürlerin yer aldığı resimler. bir protesto mesajına çağnşım yapacak biçimde yerleştiriliyor resim yüzeyleri- ne. Amenkan toplumunun karmaşık ve 'autoch- tone' olmayan sosyal yapısı, Mjaanes'in tablola- nna bir figürler mozaiği olarak yansıyor; her tür etnik kökenden gelen bu insanlann yüzünde, ait olduklan kültürlerden koparak sindirilmiş olma- nın tepJaîerini okuyorsunuz. Mjaanes, bir toplum gözlemcisinde tanık olu- nabilecek izlenim kayıtlannı resmine geçinrken bu tür tepkilerin görsel koordinatlannı elden ka- çırmamaya özen gösteriyor. Başka birdeyişle salt bir tepkı dışavunımu geçerli değil onun resimle- rinde. Tepkinin görsel izdüşümünü yakalayıp bu- nu somut bir resim diliyle aktarmayı, sanatçıhğı- nm şaşmaz bir göstergesi olarak bütün çalışmala- nna yaymak istiyor. Otto Mjaanes sergisi, kısa bir süre önce aynı ga- leride yer alan ve bir bakıma da Türkiye'nin sa- nat gündemine aynntılı programlarla sunulmuş olan 'Cobra' ressamlanna ait yapıtlann henüz bel- leklerden silinmediği bir dönemde açılmaktadır. Galerilerin dış pazarlarda yeni olanaklar aradığı ve kimi yabancı sanatçılann kendi çabalanyla Türkiye'de sergi açma şanslanm denedikleri bir dönemle de çakışmaktadır Mjaanes sergisi. Öte yandan Mjaanes. I980'li yıllann başından bu yana. genellikle Birleşik Amerika'da sergile- diği yapıtlannı, güzel bir rastlantı ve Teşvikiye Galerisi'nin girişimiyle bu kez. uzak bir ülkede, kendisinin de fazla tanımadığını sandığım bir or- tamda sergilemektedir. Çağdaş sanatımızm, ken- di sorunlanyla ve iç çelişkileriyle didişip durdu- ğu bir asamada böyle bir sergi. uyancı olabilir; kendi içine dönük duran ilgimizi, dışa kaydırabi- lir. Böyle de olmalıdır: Uluslararası sanat etkin- liklerinin giderek daraldığı, yerli sergilerin yaban- cı sergilere durmadan fark attığı, ekonomik neden- lerle dışandan sergi ithal etme olanaklannm gide- rek azaldığı bir sırada, kişisel yabancı sergiler, ka- lite ve seçkinlik düzeyi korunduğu sürece yeni bir hava estirebilir, bize yeni mukayese olanaklan sağlayabilir. Dışa açılmanm salt ekonomik bazda düşünül- düğü. kültürel boyutun ihmal edildiği, sanatsal iletişimin ait düzeylere indiği bir dönemde, yaban- cı sergilere 'yabana' kalmamalıyız. A N K A R A U L U S L A R A R A S I F İ L M F E S T İ V A L Î Güney'den bir başyapıt: Yol Kültür Senisi - Yıl 1980; 12 EylüTü İzleyen günler. Türkıye ayakta. ımralı Yanaçık Cezaevi 'nde mahkûmlar diken üzerinde; moraller sıfır. Aileleriyle ge- çirecekleri bir haftalık bayram izni erte- lenmiş... Sonunda ızinleı açılıyor ve mahkûm- lar adadan aynlıp karaya ayak basıyor. Seyit Ali (Tank Akan), Mehmet Salih (Halil Ergün) Mevlüt (Hikmet Çelik), YusuffTuncay Akça) veÖmer^Necmet- tin Çobanoğlu) Anadolu'nun beş ayn ye- rine gidecekler. Demirpaımaklıklarar- dında hayal ettiklerini gerçekleştirebil- menm sabırsızlığı içindeler. Ancak dışa- ndaki yaşamın gerçeği bambaşka. 'Ka- der', beş mahkûma izni dilediklennce ğeçirtmeye kararlı... YoL Eski Dosta Selam başlığıyla Yıl- mazGünej'e aynlan bölümün ŞerifGö- renimzalı önemli bir filmı. 1982'deCan- nes Film Festivali'nde en iyi fılme veri- lenAltın Palmiye'yi Costa-Gavras'ın Missing'iyle paylaşan Yol. sağ basının iddia ettiği gibi ideolojisiyle ödüle uza- nan, sanat yönü kuru bir 'politik melod- ram" değil. Aksine cesur diliyle kahra- manlannı sinema salonu dışında da ya- şatan, seyircıyi düşündüren, hapistekı- lerin dışandaki feodal yapı içerisinde na- sıl ikinci kez hapsolduklannı vurgula- yan birbaşjapıt. Yedinci sanatı iyi izle- Cannes Film Festivali'nde Alün Palmiye alan 'Yol'da Tank Akan ve Şerif Sezer. yen minik kitle dışında Batılı seyirciye tıcari anlamda ilk ulaşan, haftalarca gös- terimde kalan Türkiye patentli ilk film Yol. Uzun yıllar Türkiye'de gösterimi ya- saklanan video kasetleri aracılığıyla sı- nırlı bir kitle tarafından izlenen Yol, çe- kim aşamasmdan Altın Palmiye'ye ka- dar ilginç seriiven yaşamıştı. Hapishane gerçeğini yerinde gören Yılmaz Güney senaryoyu hapiste yazmış, projenın adı- nı da Bayram koymuştu. 150 sayfalık se- naryonun yalnız 24 sayfasını resmi yet- kililere teslim edip. diğerbölümünü sak- lamıştı. Önce senaryoyu Erden Kıral'a teslim ermişti. Ayvalık'taçekimlersürer- ken Güney, ani bir emirle filmdeki 11 kahramanın sayısını beşe indirmiş ve se- naryoda büyük değişiklikler yapmıştı. Erden Kıral fılmi bırakmış, yerine Şe- rif Gören kamera ardına geçmişti. Gören çok zor şartlarda filmi bitirmişti... Bu arada Yılmaz Güney, fılmde anlat- tığı gibi bayram izni için aynldığı hapis- haneye dönmedi. Türkiye, bu firar haberiyle çalkalanır- ken Fransa'da ortaya çıktı. montajını biz- zat yaptığı ve adını Yol olarak değiştir- diği fılmle son anda Cannes'a katıldı ve birinci oldu. YoJ, afişlerde Yılmaz Güney filmi ola- rak tanıtıldı, ödülü de Güney aldı. Yö- netmen Şerif Gören, o dönemde Türki- ye'den dışan çıkamıyordu, hatta hapse girmesi söz konusuydu. Bu arada filmin kime ait olduğu tartışıldı. çünkü Güney montajıyla Yol'a apayn bir hava getir- mişti... Yol'un adı neden Yol? Film klasik yol öykülerine benzemiyor. Her karesi bu topraklarda yaşanan kültürü, gelenekle- ri. ezilmış insanlan belgeliyor. Yol, Gü- ney' in bir söyleşide belirttigi gibi feodal yapıyı, kaderi değiştirmek için gerekli çabaya açılan kapıyı simgeliyor. Festival programında bugün Yol Fıl- miyle ilgili Atilla Dorsay, Veedi Sayar ve Muzaffer Hiçdurmaz'ın katılacaklan bir söyleşi de yer alıyor. Festivalde Bugün Kavaklıdere Sıneması: "Yanlış Pantolon + Alice"(12.15). "Yağ- murdan Önce"( 15.00), "Marmot- te Ailesi"( 19.00), "Beyaz Ge- ce"(24.00) Kızılırmak Sineması: "Tramvay- dakı İCadın -•- Sokafa Çıkma Yasa- gı"(12.15), "Yol" (15.00). "Ya- baocı" (19.00), "Savaş Bit- ti"(21.30), "Geceyansı Sineması" (23.55) Megapol Kültür Sineması: "Ma- nisa Tarzam" (12.15). "Gece, Me- lek ve Bizim Çocuklar" (15.00), "Batık Aşklar Müzesi" (19 00). "Cesar ve Rosalie" (21 30), "Ika- rus'nn l'si" (23.55) Fransız Kültür Merkezi "Aslında Hepimiz Aynı Dili Konuşuyonız" (12.00/13 00), "Portreler'M 14.30) Alman Kültür Merkezr "Ulusaİ Kısa Film Yanşması Canlandırma Dab". "Ulusaİ Kısa Film Yanşma- sı Denevsel Video Dalı" Festivalde Yarın Kavaklıdere Sineması: "Travolta ve Ben" (12.15). "Hedd Wyn" (15.00), "Yağmurdan Önce" (19.00). "Russian Pizza Blues" Kızılırmak Sineması. "Leraming- lcr'e Yardım + Londra" (12.15), "Korkunuo Bedeli" (15.00), "Dost Kazığı" (19.00), "Ağacın Dallan" Megapol Kültür Sanat Sitesı: "Çözülmeler" (12.15), "Yengeç S«peti" (15.00), "Buluşma" (19.00), "Vincent, Françoîs, Paul ve Diğerleri" Fransız Kültür Merkezi "Yaşa- sın Kısa Film, Fransa" (12 00), "Açıüş. Filmleri, Söyleşi", "Portre- ler" (15.30) DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FUAT Savaşlar Son yıllarda savaşlar, savaşların çıkış nedenleri, nasıl so- na erdirileceğı ya da önlenebileceği gibi konular üzerinde konuşanlan dinlerken bir şey çok ilgimi çekiyor. Eskiden ağırlıkh olarak insanın doğasından, saldırganlığından, kav- gacılığından, ya da onur, gurur, öfke, kin gibi duygulardan söz edilirdi. Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: Işte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. Özellikle savunma savaşlannda ruhsal yön ryice ağır basardı. Örnekse bu ünlü dizelerinde Mehmet Akrf, Os- manlılann Çanakkale'de emperyalistlere karşı kazandık- lan başanyı namusunu çiğnetmemek olarak değeıiendi- riyor. Insanlar silahlanndan ya da ekonomik üstünlüklerinden önce, memleket sevgilerine, kararlılıkJanna güvenirler, Tan- n'nın kendilerini koruyacağına inanırlardı. Savaşlann nedenlerini insanın doğasında değil detop- lumsal ilışkilerde, toplumsal kurumlarda arayan görüş, sa- nınm, bize oldukça geç. Birinci Dünya Savaşı'yla geldi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise yaygınlaşmaya baş- ladı. Önceleri, bu görüşü daha çok toplumsalcılar savunur, savaşlardan kurtulmak için anamalcılığın, sınıflann, hatta devietin ortadan kaldınlması gerektiğini söylerlerdi. Sonra gerçeklerin baskısıyla karşılıklı birtakım yumuşa- malar oldu. özgürlükçüler, demokrasiyi savunanlar da anamalcılığın çarpıklıklannı gördüler, savaşlara yol açan çıkar çatışmalannı açık açık sergilediler. Soldan, emekçi- lerden gelen eleştirileri onlar da destekleyince anamalcı- lığın toparlanması gerekti. Emekçilerin tüketiciliğini yok etmeyen ölçülü bir sömü- rü düzenine yönelindi. Kurnazca bir çözüm: Altında ara- bası, hem işçin, hem tüketicin... Bugün, Batı Avrupa'daki toplumsalcılar da, sosyal de- mokratlar gibi, serbest piyasa ekonomisinin, birtakım dü- zeltmelerle, savaş nedeni olma özelliklerinden uzaklaştı- rılabileceği görüşündeler. Ortadan kaldınlmasından söz edilmeyen devlet ise bir denetim organına dönüşecek. Her neyse, küreselleşme, serbest piyasa ekonomisi, gümrük birliği, devlet denetimi, refah toplumu falan filan derken, dünyanın dört bir yanında insanlar birbirini yiyor. Kitle iletişim araçlannın görevi, her gün nerede kimler kim- leri öldürdü, kaç kişi ölü olarak ele geçirildi, kaç kişi şehit oldu, onu bildirmek... Ateşkese uyuldu mu, uyulmadı mı, toplanan paralar yerine ulaştı mı, ulaşmadı mı, yardım malzemesi, tutsaklar, yaralılar, açlar, çocuklar!.. Sakın boş bulunup da, "Nasıl sona erecek bu savaş- lar?" diye sormaya kalkmayın, sokaktaki hertıangi bir in- san bile patlıyor - Ağabey, bu köşe dönücülük varken, hiçbir şey sona ermez. Burada biter, başka bir yerde başlar. Adam silah yapıp satıyor, para kazanıyor, öteki o parayı bulmak için, uyuşturucu tşine dalmış. Hepsinin bin türlü bağlantısı var, aracılar, kdmisyoncular, mahalle bakkalına kadar uzanıyor. Bir yandan geliyor, biryandan gidiyor. Kredisi, senedi, bo- nosu, çeki... Savaşı bitirdin mi her şey bir anda çöker... Ko- lay mı kuruluyor sanıyorsun bütün o düzen! Üstelik de yüksekten bakan bir ince alayla söyleniyor bu sözler. »., - Mahalle bakkalı da nerden girdi şimdi araya!.. • '< - Lafın gelişi, ağabey, onu da biz ekledik... Eskiden bu tür yorumlan az buçuk sola bulaşmış aydın- lar yapardı. Şimdi, bakıyorum, hiçbir siyasal eğilimi olma- yan, sandık demokratı kişilerden de böyle nalına mıhina sözler geliyor. Gerçekten, bu savaşlar nasıl sona erecek? Birieşmiş Milletler'in görkemli binalannda yuvarlak ma- salara oturup barışçı kararlara imzayı basan, "Yapmaym etmeyin, birbiriniziöldürmeyin", diye öğüt veren anamal- cı çok da, "Bu silahlan biz üretip pazarityoruz bütün dün- yaya, gelin vazgeçelim şu silah ticaretinden, insanlık sa- vaşmadan, birbirini öldürmeden konuşup uzlaşsın", diye- bilen tek bir anamalcı yok. 'Biraz Şiip Alır mısınız?' • Kültür Servisi - Triada Art Cafe'de düzenlenen "Şiir Günleri" devam ediyor. Bu çerçevede bugün Oğuzhan Akay ve Mehmet Yasın bir söyleşi gerçekleştirecekler. "Biraz Şiir Alır mısınız? (iki Şair-Çok Şiir)" başlığını taşıyan söyleşi, saat 16.00'da izlenebilecek (Triada Art Cafe, Caferağa Mahallesı, Kadıfe Sokak, No: 18 Kadıköy). 'Tekne ve Gemi Modelleri Sergisi' • Kültür Servisi - 17 Mart Dünya Denızcilik Günü dolayısıyla Çarşı Mağazalan'nın düzenlediği, tarihteki ünlü deniz araçlannın modellerinden oluşan "Tekne ve Gemi Maketleri Sergisi", Çarşı Maslak Mağazası'nda açıldı. Aralannda esİu Yunan kadırgası "Grek Bireme". İngiliz savaş gemisi "HMS Victory". balina av kayığı "Moby Dick", "01ta Sandalı", "Bumbarta". Mississippi Nehri'nde yük ve yolcu gemisi olarak kullanılan yandan çarklı "Robert E. Lee" gibi modellerin de bulunduğu on dört maketten oluşan sergi, 19 marta kadar Çarşı Maslak, 22-31 mart tarihleri arasında ise Çarşı Capitol mağazalannda gezilebilecek. Özden Akbaşoğlu'nun sergisi • Kültür Servisi - Özden Akbaşoğlu'nun resimleri Özden Sanat Galerisi'nde sergilenmeye devam ediyor. 1954 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nde Bedri Rahmı Eyüboğlu atölyesinden mezun olan sanatçı, daha sonra Italya'ya giderek seramık ve mozaık tekniklerini öğrendi. Bugüne kadar yurtıçi ve yurtdışında otuza yakın sergi açan Özden Akbaşoğlu'nun resimleri 29 mart tarihine kadar görülebilecek. Balkan Naci Islimyeli ABD'ye gidiyor • ISTANBUL (AA) - Marmara Oniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim görevlisi ressam Balkan Naci Islimyeli. Connecticut Trinity Koleji Güzel Sanatlar Bölümü'nün daveti üzerine önümüzdeki günlerde ABD'ye gidecek. Islimyeli, üç ay süreyle kolejin resim ve heykel bölümü öğrencileriyle çalışmalar gerçekleştirecek ve bir de konferans verecek. Sanatçı, mayıs ayında Nevv York'ta "Adımlar" adlı bir sergi açacak. Kıyı depgisinde Fazıl Hiisnu Daglarca • Kültür Servisi - Aylık kültür ve sanat dergısi Kıyı'nm mart sayısı çıktı Dergide. tsmet Kemal Karadayı'nın 80. yaşını kutlayan Fazıi Hüsnü Daglarca ile ilgili bir yazısı, Remzi tnançjn "'Derhal Katledilmesini Isterim!", Nazif Evren'in "Bir Öğretmenler Günü Daha Geçti". Kazım Turan Ural'ın "Şükrü Gümüş Arkadaşım", Hakan Akarsu'nun "Kadmlar Geceleri Severler, Geceleri Güzel Bakarlar". Sadiye Akay'ın "Güneş Atlan ile Yolculuk", tbrahim Dizman'ın "Giresun'un Yitik Şairi: Can Akengin". Muzaffer Uyguner'in "Ömer Seyfettin ve Çeviri", Ahmet Özer'in "Ahmet Say'ın 'Müzik Tarihi' Üzerine" yazılan yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle