Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 MART 1995 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Tiyatro Istanbul, C.P. Taylor'ın 'Nereye Kadar' adlı oyununda evrensel bir konuya değiniyor
'Bitaraf olan, berlaraf ohır'ASUMARO
"Şimdi bizi iyi dinle:/ Düşma-
nımızsın sen bizünV Dikeceğiz
seni bir du\ann dibineVAma
madem bir siirü m yönün var,/
dikeceğiz dibine hi bir duvannV
tyi tiifeklerden çıkan iyi kurşun-
laria vuracağız seni/ sonra gö-
meceğiz iyi bir kürekle iyi bir
toprağa."
Böyle di>or Bertolt Brecht
"tyi Adama Bir tki Soru" adlı şi-
irinde. Ve Cüneyt Türel. Profe-
sör Halder' in sonunun ne olaca-
ğinı bu sözlerle dile getıriyor.
Halder. bir edebiyat profesörü.
Hiçbir işe elini sürmeyen *bez-
gin' kansı Helen ile ölümün eşı-
ğine gelmış annesi arasında bu-
nalmış 'iyi' bir aydm. Yer. Al-
manya. Ama Nazılerin iktidara
geldiği Almanya, yıl 1933. Her-
kesin birbirinden kuşkulandığı.
dostluklann anlamını yitirdığı
bir dönem.
Herşeye 'ıyı' bırgözlükleba-
kan Halder. Nazizm'e sempati
duymamasına karşın, ünıversı-
tede ilerleyebilmek, daha iyi bir
yaşam kurabilmek gıbi düşlerle
Nasyonal Sosyalist Parti'ye gi-
riyor. Ve bu 'iyi niyetü'adam.
Cüneyt Türel'in deyimiyle "tyi
niyetli, benciL iyi niyetli, hesaplu
iyi niyetli, korkâk, iyi niyerJi. güç-
süz, iyi niyetli, yetersiz, ve aydın*"
adam. kısa sürede Naztzm'in
maşası haline geliyor.
tngiliz yazar C.P. Taytor'ın
"Nereye Kadar" (Good) adlı
oyunu, Tıyatro Istanbul tarafin-
dan sahneleniyor. Şehir Tiyat-
rosu sanatçısı Hakan Altıner'in
konuk yönetmen olarak sahne-
ye koyduğu oyunda Halder'i
canlandıran Cüneyt Türel'in ya-
nı sıra HaJuk Kurdoğiu, Tonıris
Oğuzalp.Zerrin Sümer,AslıÖv-
ken, Alp Öyken, Levent Güner
rol alıyor. Dekor ve köstümler
Ayten Y'ay'a ait.
Oyunun yazarı Taylor.
'Nereve Kadar"da herşeye 'iyi' gözJükk bakan profesör Halder'i Cüneyt Türel o\ ııuvor. ı \ otoğraflar: DEVRlM BARAN )
198 l'de bu oyunun prömiyerin-
den kısa bir süre sonra ölmüş.
Yazann en çok sükse yapan oyu-
nu olan "Good". EdinburgFes-
tıvali'nde büyük başan kazan-
mış ve Warehouse'da Royal
Shakespeare Company tarafın-
dan sahnelenmiş.
Hakan Altıner. oyunun halk
kıtlelerinin yüzyıllarca değış-
meyen sürü zihniyetinin. "bana
dokunmayan yılan bin yaşasuı"
deyışlerinin tarihsel göstergele-
rınden bırinden yola çıktığını
söylüyor: "Bunu Halder'in kişi-
liginde sorguluyor. Küçücük
dünvasında yaşayan Halder, çev-
resindeki olaylan farketmek şöy-
le dursun, adeta gözüne sokula-
rak uyanldığı halde görmemeyi
yeğüyor".
Altıner Halder'i "Aydın kim-
Uği kişisel iirkekliğinin aJtuıda
ezilen bir Anti-Don Kişot" dıye
tanımlıyor. Oyunun adı "İyi" ol-
duğu halde. "Nereye Kadar" di-
ye değiştirmişler. Nedenıni şö> -
leaçıkhyor Altıner: "Buiyi,HaV
der'in kimliğinde sorgulanan bir
iyiydi ama bize bunu birey seüik-
ten çıkanp topluma yay mak da-
ha doğru geldiği için w unun adı-
nı "Nereye Kadar" diye değiş-
tirdik. Ama sonuna soru işareti
değil ünlem koyduk ki, belki bir
uyan zili olabiUr insanlara".
Hakan Altıner, oyunu konu ve
bıçem açısından çok ilginç bu-
luyor. Konunun ilgınçliği. ev-
renselliğinden kaynaklanıyor:
" 1933 ile 1942 arasında Nazi AJ-
manyası 'nda geçiy or ama olayfa-
ruı ve kişilerin adlannı defişti-
rin. yıllan değiştirin, istediğiniz
ülkeye uyarlayın. ve hatta bence
tercihen* 1994-95 Tiirkiyesi'ne
uyarlaym, son derece cuk oturu-
yor. Bizim oyunu secmemizin en
önemli nedenlerinden biri bu.
Evrensettiği bu eskimezltğinden.
Bence uzun yıllar da eskimeye-
cek. Eskirse çok güzel, çünkü
çok başka bir dünya kunılmuş
olur o zaman'".
Oy unu çokçetin birceviz'AI-
tıner'e göre. Çünkü olaylardra-
matik bir akış içinde sahnelen-
miyor. Sürekli zaman ve mekan
gel-gitleri var. Ama oyunu bütün
entrikasıyla, zaman, mekan, hal
ve tavır değişımleriyle 'bek-
lediklerinden çok daha faziasını
aldıklan1
kadro çekıp götürü-
yor.
Hakan Altıner, oyunun günü-
müz aydınına önemli mesajlar
verdığini vurguluyor: "Sevdi-
ğim bir söz var: Bitaraf olan,
bertaraf olur derler. Bir taraf ol-
mak zorundasuıız, Tavır ve taraf
değiştirebilirsiniz. Bir giin bağiı
bulunduğunuz tavrı ve tarafi
yargılar ve kendi ölçütlerinizde
dersiniz ki 'Yanılmışım, şimdi
bu tarafa geçiyorum'. Bunu an-
lanm. Ama hep ortada durma-
ve 'bana dokunmayan yılan
in yaşasın' demeyi anlamam,
kabul etmem veaffetmem. Oyun
da bu mesajı ilettiği için benim
kangrubuma çok uydu doğru-
su."
Cüneyt Türel de Hakan Altı-
ner gibi bu oyunun, bilerek ya da
bilmeyerek bir takım çöküntüle-
re. yıkıntılara ortak ya da tanık
olan insanlara söyleyecek çok
şeyi olduğunu düşünüyor.
Profesör Halder'e çok benze-
yen aydınlann yaşamış olduğu-
nu belırtiyor Türel. Bunlardan
biri, Istvan Szabo'nun "Mefis-
to"da anlattığı, Almanya'da o
dönemde Devlet Tiyatrolan'nı
yöneten bir ünlü bir aktör: "O da
iyi bir adam, sosyal demokrat
hatta belki de sosyalist
Birden kendisini Alman tiyat-
rosunun başında buluyor. Çok
iyi kullamyoriar onu. Yine Al-
man edebiyat profesörteri var,
kitaplann yakıhnası karannın
altına imza atan. Bunlann ara-
sında Brecht'in, Thomas
Mann'ın arkadaşlan var, Carl
Orffvar".
Halder'in en yakın arkadaşı
Maurice'i Haluk Kurdoğiu can-
landınyor. Halder'in arkadaşı-
nın hayatını kurtarmak için ya-
pacağı tek şey tsviçre trenine üç
bilet almak olduğu halde, onu
bile yapamıyor. Türel, bu ben-
cillik ve korku karşısında tüyle-
rinin ürperdiğini dile getiriyor:
"Kimse yaşamamalı bunu.
Yaşamamak için de Önlemleri
ahnmalı vakit kaybetmeden.
Her yerde olabiür, en yakın ar-
kadaşuuzı öidünne karan verdi-
rebinrler size. Insanlann hayn-
na gefişen politik tırmanışlann
korkunç tehükeli taraflan var.
Bize uy, seni her rürlü sorundan
kurtannz tuzağına düşen insan-
lann hele bunlar aydın olursa
sonunda verecekleri karar en
yakın arkadaşlannın kesil-
mesinin karandır".
Otto Mjaanes'in resimleri Teşvikiye Sanat Galerisi'nde sergileniyor
Resmin aynasında Batı yakası...jKAYAÖZSEZGtN
! Resimde anlatımcılığı, Kuzey ülkelerine özgü
, bir akım ya da daha indirgenmış bir tanım olarak
; 1910-1920 arasında 'Der Sturm' çevTesınde odak-
1
lanan Alman ekspresyonıst ressamlanyla smır-
i landırmak. bugün artıİc fazla taraftar toplayan bir
Igörüşdeğil.
' Çünkü bu anlamda anlarımcılık, bir grup sa-
natçıya özgü bir 'okuT ya da örneğin izlenimcilik
\e fovizm gibı estetık değerleri belırlenmiş bir
iakım niteliği taşımıyor. Delilik çizgisıne varan
ifade coşkusundan deformasyona, plastik otono-
; miden kategorik olmayan bir duyumsallığa ka-
(
dar, birçok eğilimin kökenine inildiğinde. anlatım-
a yorum moriflerine rastlanabilir. Van Gogh'tan
' Toulouse-Lautrec'e. Ensor'dan Munch'a ve Hod-
ler'e doğru uzanan çizgi üzerinde, bir bakıma sa
natçı kişiliğiyle kolayca bütünleşebilen farklı, ama
ortak amaçlı dışavurum modelleri saptanabilmek-
tedir.
Anlatımcılığın Soutine,Chagall ve Pasdn gıbi
değişik kökenlerden gelen, ama bırtür Yahudi ak-
sanıyla ortak eksenlere yönelen bir Paris grubun-
dan söz edilebileceği gibi Nolde, Grosz, Kokosch-
kagibı Avusturya- Alman grubundan ya da soyut-
layıcı bıreğilim çerçevesinde ArshileGorky,'VV'îl-
lem de Kooning gibi sanatçılarda tıpik örnekleri-
ni bulan anlatımcı Amerikan aksanından da söz
edilebihr.
Daha kısa olarak söylemek gerekirse. 'aıüannT
(expresyon), ister şöyle ister böyle olsun, sanat ya-
pıtırun izleyiciye aktârmakla kendini yükümlü his-
settiği bir zorunluluk olarak kaldığı sürece, anla-
tımcıhkla dirsek temasını yitirmek istemez.
Türkiye'de ilk kişisel sergisini. Istanbul Teşvi-
kiye Sanat Galerisi'nde şu günlerde düzenlemek-
te olan Amerikalı sanatçı Otto Mjaanes'in resim-
lerini, eğer mutlaka bir akıma bağlamak gereki-
yorsa ki böyle bir gereklilik söz konusu değildir,
anlatımcılığın Amerikan çağdaş a\angartçılanna
özgü bir süremi olarak tanımlanan yeni-anlatım-
cı estetıkten söz edilebilir.
Tam tamına bir renkçilik düzlemi üzenne otu-
ran ve çağdaş Amerikan popçulanna özgü bir yön-
temle tuvallerinde yer yer fon olarak Amerikan
bayrağını kullanan Mjaanes. L. CampbelTin ser-
gi kataloğunda haklı olarak değinmiş olduğu gi-
bi 'CobraGrubu* ressamlanna yakın duruyor. Bu
gruba fiilen kanşmamış olması, grubun sanat an-
layışınm dışında kalmayı tercıh ettığı anlamına
gelmez. Aksine, örneğin Alechinsky'nin resimle-
rinde, birbiri içinden patlayıp dağılan renksel olu-
'Tatil', ruval üzerine y^ğhboya. 1994.
şumlan, figür disiplıninı büsbürün terk etmeme-
yi bir ilke olarak kabullenmiş görünen Mjaanes'in
resımlennde de görmekteyiz.
Bağınp çağıran ya da tam tersine durgun bir gö-
rüntü içinde kalmasma karştn, tepki göstermeye
hazır bir konum içinde yansıtılmış olan figürlerin
yer aldığı resimler. bir protesto mesajına çağnşım
yapacak biçimde yerleştiriliyor resim yüzeyleri-
ne. Amenkan toplumunun karmaşık ve 'autoch-
tone' olmayan sosyal yapısı, Mjaanes'in tablola-
nna bir figürler mozaiği olarak yansıyor; her tür
etnik kökenden gelen bu insanlann yüzünde, ait
olduklan kültürlerden koparak sindirilmiş olma-
nın tepJaîerini okuyorsunuz.
Mjaanes, bir toplum gözlemcisinde tanık olu-
nabilecek izlenim kayıtlannı resmine geçinrken
bu tür tepkilerin görsel koordinatlannı elden ka-
çırmamaya özen gösteriyor. Başka birdeyişle salt
bir tepkı dışavunımu geçerli değil onun resimle-
rinde. Tepkinin görsel izdüşümünü yakalayıp bu-
nu somut bir resim diliyle aktarmayı, sanatçıhğı-
nm şaşmaz bir göstergesi olarak bütün çalışmala-
nna yaymak istiyor.
Otto Mjaanes sergisi, kısa bir süre önce aynı ga-
leride yer alan ve bir bakıma da Türkiye'nin sa-
nat gündemine aynntılı programlarla sunulmuş
olan 'Cobra' ressamlanna ait yapıtlann henüz bel-
leklerden silinmediği bir dönemde açılmaktadır.
Galerilerin dış pazarlarda yeni olanaklar aradığı
ve kimi yabancı sanatçılann kendi çabalanyla
Türkiye'de sergi açma şanslanm denedikleri bir
dönemle de çakışmaktadır Mjaanes sergisi.
Öte yandan Mjaanes. I980'li yıllann başından
bu yana. genellikle Birleşik Amerika'da sergile-
diği yapıtlannı, güzel bir rastlantı ve Teşvikiye
Galerisi'nin girişimiyle bu kez. uzak bir ülkede,
kendisinin de fazla tanımadığını sandığım bir or-
tamda sergilemektedir. Çağdaş sanatımızm, ken-
di sorunlanyla ve iç çelişkileriyle didişip durdu-
ğu bir asamada böyle bir sergi. uyancı olabilir;
kendi içine dönük duran ilgimizi, dışa kaydırabi-
lir. Böyle de olmalıdır: Uluslararası sanat etkin-
liklerinin giderek daraldığı, yerli sergilerin yaban-
cı sergilere durmadan fark attığı, ekonomik neden-
lerle dışandan sergi ithal etme olanaklannm gide-
rek azaldığı bir sırada, kişisel yabancı sergiler, ka-
lite ve seçkinlik düzeyi korunduğu sürece yeni bir
hava estirebilir, bize yeni mukayese olanaklan
sağlayabilir.
Dışa açılmanm salt ekonomik bazda düşünül-
düğü. kültürel boyutun ihmal edildiği, sanatsal
iletişimin ait düzeylere indiği bir dönemde, yaban-
cı sergilere 'yabana' kalmamalıyız.
A N K A R A U L U S L A R A R A S I F İ L M F E S T İ V A L Î
Güney'den bir başyapıt: Yol
Kültür Senisi - Yıl 1980; 12 EylüTü
İzleyen günler. Türkıye ayakta. ımralı
Yanaçık Cezaevi 'nde mahkûmlar diken
üzerinde; moraller sıfır. Aileleriyle ge-
çirecekleri bir haftalık bayram izni erte-
lenmiş...
Sonunda ızinleı açılıyor ve mahkûm-
lar adadan aynlıp karaya ayak basıyor.
Seyit Ali (Tank Akan), Mehmet Salih
(Halil Ergün) Mevlüt (Hikmet Çelik),
YusuffTuncay Akça) veÖmer^Necmet-
tin Çobanoğlu) Anadolu'nun beş ayn ye-
rine gidecekler. Demirpaımaklıklarar-
dında hayal ettiklerini gerçekleştirebil-
menm sabırsızlığı içindeler. Ancak dışa-
ndaki yaşamın gerçeği bambaşka. 'Ka-
der', beş mahkûma izni dilediklennce
ğeçirtmeye kararlı...
YoL Eski Dosta Selam başlığıyla Yıl-
mazGünej'e aynlan bölümün ŞerifGö-
renimzalı önemli bir filmı. 1982'deCan-
nes Film Festivali'nde en iyi fılme veri-
lenAltın Palmiye'yi Costa-Gavras'ın
Missing'iyle paylaşan Yol. sağ basının
iddia ettiği gibi ideolojisiyle ödüle uza-
nan, sanat yönü kuru bir 'politik melod-
ram" değil. Aksine cesur diliyle kahra-
manlannı sinema salonu dışında da ya-
şatan, seyircıyi düşündüren, hapistekı-
lerin dışandaki feodal yapı içerisinde na-
sıl ikinci kez hapsolduklannı vurgula-
yan birbaşjapıt. Yedinci sanatı iyi izle-
Cannes Film Festivali'nde Alün Palmiye alan 'Yol'da Tank Akan ve Şerif Sezer.
yen minik kitle dışında Batılı seyirciye
tıcari anlamda ilk ulaşan, haftalarca gös-
terimde kalan Türkiye patentli ilk film
Yol. Uzun yıllar Türkiye'de gösterimi ya-
saklanan video kasetleri aracılığıyla sı-
nırlı bir kitle tarafından izlenen Yol, çe-
kim aşamasmdan Altın Palmiye'ye ka-
dar ilginç seriiven yaşamıştı. Hapishane
gerçeğini yerinde gören Yılmaz Güney
senaryoyu hapiste yazmış, projenın adı-
nı da Bayram koymuştu. 150 sayfalık se-
naryonun yalnız 24 sayfasını resmi yet-
kililere teslim edip. diğerbölümünü sak-
lamıştı. Önce senaryoyu Erden Kıral'a
teslim ermişti. Ayvalık'taçekimlersürer-
ken Güney, ani bir emirle filmdeki 11
kahramanın sayısını beşe indirmiş ve se-
naryoda büyük değişiklikler yapmıştı.
Erden Kıral fılmi bırakmış, yerine Şe-
rif Gören kamera ardına geçmişti. Gören
çok zor şartlarda filmi bitirmişti...
Bu arada Yılmaz Güney, fılmde anlat-
tığı gibi bayram izni için aynldığı hapis-
haneye dönmedi.
Türkiye, bu firar haberiyle çalkalanır-
ken Fransa'da ortaya çıktı. montajını biz-
zat yaptığı ve adını Yol olarak değiştir-
diği fılmle son anda Cannes'a katıldı ve
birinci oldu.
YoJ, afişlerde Yılmaz Güney filmi ola-
rak tanıtıldı, ödülü de Güney aldı. Yö-
netmen Şerif Gören, o dönemde Türki-
ye'den dışan çıkamıyordu, hatta hapse
girmesi söz konusuydu. Bu arada filmin
kime ait olduğu tartışıldı. çünkü Güney
montajıyla Yol'a apayn bir hava getir-
mişti...
Yol'un adı neden Yol? Film klasik yol
öykülerine benzemiyor. Her karesi bu
topraklarda yaşanan kültürü, gelenekle-
ri. ezilmış insanlan belgeliyor. Yol, Gü-
ney' in bir söyleşide belirttigi gibi feodal
yapıyı, kaderi değiştirmek için gerekli
çabaya açılan kapıyı simgeliyor.
Festival programında bugün Yol Fıl-
miyle ilgili Atilla Dorsay, Veedi Sayar ve
Muzaffer Hiçdurmaz'ın katılacaklan bir
söyleşi de yer alıyor.
Festivalde Bugün
Kavaklıdere Sıneması: "Yanlış
Pantolon + Alice"(12.15). "Yağ-
murdan Önce"( 15.00), "Marmot-
te Ailesi"( 19.00), "Beyaz Ge-
ce"(24.00)
Kızılırmak Sineması: "Tramvay-
dakı İCadın -•- Sokafa Çıkma Yasa-
gı"(12.15), "Yol" (15.00). "Ya-
baocı" (19.00), "Savaş Bit-
ti"(21.30), "Geceyansı Sineması"
(23.55)
Megapol Kültür Sineması: "Ma-
nisa Tarzam" (12.15). "Gece, Me-
lek ve Bizim Çocuklar" (15.00),
"Batık Aşklar Müzesi" (19 00).
"Cesar ve Rosalie" (21 30), "Ika-
rus'nn l'si" (23.55)
Fransız Kültür Merkezi "Aslında
Hepimiz Aynı Dili Konuşuyonız"
(12.00/13 00), "Portreler'M 14.30)
Alman Kültür Merkezr "Ulusaİ
Kısa Film Yanşması Canlandırma
Dab". "Ulusaİ Kısa Film Yanşma-
sı Denevsel Video Dalı"
Festivalde Yarın
Kavaklıdere Sineması: "Travolta
ve Ben" (12.15). "Hedd Wyn"
(15.00), "Yağmurdan Önce"
(19.00). "Russian Pizza Blues"
Kızılırmak Sineması. "Leraming-
lcr'e Yardım + Londra" (12.15),
"Korkunuo Bedeli" (15.00), "Dost
Kazığı" (19.00), "Ağacın Dallan"
Megapol Kültür Sanat Sitesı:
"Çözülmeler" (12.15), "Yengeç
S«peti" (15.00), "Buluşma"
(19.00), "Vincent, Françoîs, Paul
ve Diğerleri"
Fransız Kültür Merkezi "Yaşa-
sın Kısa Film, Fransa" (12 00),
"Açıüş. Filmleri, Söyleşi", "Portre-
ler" (15.30)
DUŞUNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
Savaşlar
Son yıllarda savaşlar, savaşların çıkış nedenleri, nasıl so-
na erdirileceğı ya da önlenebileceği gibi konular üzerinde
konuşanlan dinlerken bir şey çok ilgimi çekiyor. Eskiden
ağırlıkh olarak insanın doğasından, saldırganlığından, kav-
gacılığından, ya da onur, gurur, öfke, kin gibi duygulardan
söz edilirdi.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
Işte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Özellikle savunma savaşlannda ruhsal yön ryice ağır
basardı. Örnekse bu ünlü dizelerinde Mehmet Akrf, Os-
manlılann Çanakkale'de emperyalistlere karşı kazandık-
lan başanyı namusunu çiğnetmemek olarak değeıiendi-
riyor.
Insanlar silahlanndan ya da ekonomik üstünlüklerinden
önce, memleket sevgilerine, kararlılıkJanna güvenirler, Tan-
n'nın kendilerini koruyacağına inanırlardı.
Savaşlann nedenlerini insanın doğasında değil detop-
lumsal ilışkilerde, toplumsal kurumlarda arayan görüş, sa-
nınm, bize oldukça geç. Birinci Dünya Savaşı'yla geldi,
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise yaygınlaşmaya baş-
ladı.
Önceleri, bu görüşü daha çok toplumsalcılar savunur,
savaşlardan kurtulmak için anamalcılığın, sınıflann, hatta
devietin ortadan kaldınlması gerektiğini söylerlerdi.
Sonra gerçeklerin baskısıyla karşılıklı birtakım yumuşa-
malar oldu. özgürlükçüler, demokrasiyi savunanlar da
anamalcılığın çarpıklıklannı gördüler, savaşlara yol açan
çıkar çatışmalannı açık açık sergilediler. Soldan, emekçi-
lerden gelen eleştirileri onlar da destekleyince anamalcı-
lığın toparlanması gerekti.
Emekçilerin tüketiciliğini yok etmeyen ölçülü bir sömü-
rü düzenine yönelindi. Kurnazca bir çözüm: Altında ara-
bası, hem işçin, hem tüketicin...
Bugün, Batı Avrupa'daki toplumsalcılar da, sosyal de-
mokratlar gibi, serbest piyasa ekonomisinin, birtakım dü-
zeltmelerle, savaş nedeni olma özelliklerinden uzaklaştı-
rılabileceği görüşündeler.
Ortadan kaldınlmasından söz edilmeyen devlet ise bir
denetim organına dönüşecek.
Her neyse, küreselleşme, serbest piyasa ekonomisi,
gümrük birliği, devlet denetimi, refah toplumu falan filan
derken, dünyanın dört bir yanında insanlar birbirini yiyor.
Kitle iletişim araçlannın görevi, her gün nerede kimler kim-
leri öldürdü, kaç kişi ölü olarak ele geçirildi, kaç kişi şehit
oldu, onu bildirmek... Ateşkese uyuldu mu, uyulmadı mı,
toplanan paralar yerine ulaştı mı, ulaşmadı mı, yardım
malzemesi, tutsaklar, yaralılar, açlar, çocuklar!..
Sakın boş bulunup da, "Nasıl sona erecek bu savaş-
lar?" diye sormaya kalkmayın, sokaktaki hertıangi bir in-
san bile patlıyor
- Ağabey, bu köşe dönücülük varken, hiçbir şey sona
ermez. Burada biter, başka bir yerde başlar. Adam silah
yapıp satıyor, para kazanıyor, öteki o parayı bulmak için,
uyuşturucu tşine dalmış. Hepsinin bin türlü bağlantısı var,
aracılar, kdmisyoncular, mahalle bakkalına kadar uzanıyor.
Bir yandan geliyor, biryandan gidiyor. Kredisi, senedi, bo-
nosu, çeki... Savaşı bitirdin mi her şey bir anda çöker... Ko-
lay mı kuruluyor sanıyorsun bütün o düzen!
Üstelik de yüksekten bakan bir ince alayla söyleniyor
bu sözler. ».,
- Mahalle bakkalı da nerden girdi şimdi araya!.. • '<
- Lafın gelişi, ağabey, onu da biz ekledik...
Eskiden bu tür yorumlan az buçuk sola bulaşmış aydın-
lar yapardı. Şimdi, bakıyorum, hiçbir siyasal eğilimi olma-
yan, sandık demokratı kişilerden de böyle nalına mıhina
sözler geliyor.
Gerçekten, bu savaşlar nasıl sona erecek?
Birieşmiş Milletler'in görkemli binalannda yuvarlak ma-
salara oturup barışçı kararlara imzayı basan, "Yapmaym
etmeyin, birbiriniziöldürmeyin", diye öğüt veren anamal-
cı çok da, "Bu silahlan biz üretip pazarityoruz bütün dün-
yaya, gelin vazgeçelim şu silah ticaretinden, insanlık sa-
vaşmadan, birbirini öldürmeden konuşup uzlaşsın", diye-
bilen tek bir anamalcı yok.
'Biraz Şiip Alır mısınız?'
• Kültür Servisi - Triada Art Cafe'de düzenlenen "Şiir
Günleri" devam ediyor. Bu çerçevede bugün Oğuzhan Akay
ve Mehmet Yasın bir söyleşi gerçekleştirecekler. "Biraz Şiir
Alır mısınız? (iki Şair-Çok Şiir)" başlığını taşıyan söyleşi,
saat 16.00'da izlenebilecek (Triada Art Cafe, Caferağa
Mahallesı, Kadıfe Sokak, No: 18 Kadıköy).
'Tekne ve Gemi Modelleri Sergisi'
• Kültür Servisi - 17 Mart Dünya Denızcilik Günü
dolayısıyla Çarşı Mağazalan'nın düzenlediği, tarihteki ünlü
deniz araçlannın modellerinden oluşan "Tekne ve Gemi
Maketleri Sergisi", Çarşı Maslak Mağazası'nda açıldı.
Aralannda esİu Yunan kadırgası "Grek Bireme". İngiliz savaş
gemisi "HMS Victory". balina av kayığı "Moby Dick",
"01ta Sandalı", "Bumbarta". Mississippi Nehri'nde yük ve
yolcu gemisi olarak kullanılan yandan çarklı "Robert E. Lee"
gibi modellerin de bulunduğu on dört maketten oluşan sergi,
19 marta kadar Çarşı Maslak, 22-31 mart tarihleri arasında ise
Çarşı Capitol mağazalannda gezilebilecek.
Özden Akbaşoğlu'nun sergisi
• Kültür Servisi - Özden Akbaşoğlu'nun resimleri Özden
Sanat Galerisi'nde sergilenmeye devam ediyor. 1954 yılında
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nde Bedri
Rahmı Eyüboğlu atölyesinden mezun olan sanatçı, daha sonra
Italya'ya giderek seramık ve mozaık tekniklerini öğrendi.
Bugüne kadar yurtıçi ve yurtdışında otuza yakın sergi açan
Özden Akbaşoğlu'nun resimleri 29 mart tarihine kadar
görülebilecek.
Balkan Naci Islimyeli ABD'ye gidiyor
• ISTANBUL (AA) - Marmara
Oniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi öğretim görevlisi ressam
Balkan Naci Islimyeli. Connecticut
Trinity Koleji Güzel Sanatlar
Bölümü'nün daveti üzerine
önümüzdeki günlerde ABD'ye
gidecek. Islimyeli, üç ay süreyle
kolejin resim ve heykel bölümü
öğrencileriyle çalışmalar
gerçekleştirecek ve bir de
konferans verecek. Sanatçı, mayıs
ayında Nevv York'ta "Adımlar" adlı
bir sergi açacak.
Kıyı depgisinde Fazıl Hiisnu Daglarca
• Kültür Servisi - Aylık kültür ve sanat dergısi Kıyı'nm mart
sayısı çıktı Dergide. tsmet Kemal Karadayı'nın 80. yaşını
kutlayan Fazıi Hüsnü Daglarca ile ilgili bir yazısı, Remzi
tnançjn "'Derhal Katledilmesini Isterim!", Nazif Evren'in
"Bir Öğretmenler Günü Daha Geçti". Kazım Turan Ural'ın
"Şükrü Gümüş Arkadaşım", Hakan Akarsu'nun "Kadmlar
Geceleri Severler, Geceleri Güzel Bakarlar". Sadiye Akay'ın
"Güneş Atlan ile Yolculuk", tbrahim Dizman'ın "Giresun'un
Yitik Şairi: Can Akengin". Muzaffer Uyguner'in "Ömer
Seyfettin ve Çeviri", Ahmet Özer'in "Ahmet Say'ın 'Müzik
Tarihi' Üzerine" yazılan yer alıyor.