Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 28 ŞUBAT1995SAU
14 KULTUR
Hitler'in 'Kavgam' kitabı üzerindeki yasak Avrupa'da tartışmalara yol açıyor
Açık yasalar, açık kafalarCELÂLÜSTER
tlk aylannı yaşadığımız 1995. dünyanın başı-
na gelen en büyük yıkımlardan birinin, lkinci
Dünya Savaşı'nın sona erişinin ellinci yılı. 1995,
ikinci büyük savaşın patlak vermesinde ve ırkçı
düşüncenin insanlann başına bela olmasmda bel-
ki de en büyük payı bulunan kişinin, Adolf Hit-
Içr'in E\a Braun'la birlikte canına kıv ışının da el-
linci yılı. ikinci Dünya Savaşı'nın bitiminin ellin-
ci yıldönümü, hiç kuşkusuz, yıl bolunca. dünya
basınında sürekli gündeme gelecek. savaşa iliş-
kin anı ve inceleme kitaplan birçok ülkede birbi-
rini izleyecek.
Ama ölümünün üstünden elli yıl, demek yanm
yüzyıl geçmesine karşın Hitler'in hayaletinin Al-
manya semalannda dolaşıyor ve hâlâ çarpıcı tar-
tışmalara yol açıyor olması, düşündürücü. Bura-
da amacımız Almanya'da varlığını hâlâ sürdüren
Nazi düşüncesinden, eylemlerini dıri diri ınsan
yakmaya kadar vardırabilen Yeni Naziler'den söz
açmak değil. Burada amacımız, bugünlerde Tür-
kiye'nin gündeminde yeniden yoğunluk kazanan,
daha doğrusu ülkemizin gündeminden inmek bil-
meyen düşünce ve anlatım özgürlüğü bağlamın-
da Hitler'in ünlü Kavgam adh kitabından söz aç-
mak. Hitler'in 1920'lerdeLandsbergCezaevi'nde
yatarken yazmaya başladığı Kavgam ın düşünce
ve anlatım özgürlügüyle nasıl bir bağıntısı olabi-
lir diye düşünebilirsiniz.
Gerçekten de ırklar ve bireyler arasındaki eşit-
sizliğin doğal düzenin değışmez özelliği olduğu-
nu vurgulayan, insanlığin öncüsü olarak niteledi-
ği "Âri ırk"ı yücelten, en büyük halkm "Alman
halkı" olduğunu ve Alrhanlann kendilerine *ya-
şam alanı" bulmak için doğuda Slavlann toprak-
lanna doğru yayılmak zorunda olduklannı savu-
nan Kavgam ın. yeryüzünde düşünce ve anlatım
özgürlüklerine en köklü biçimde karşı çıkan bir-
kaç kitaptan biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Ne var ki, bizim burada tartışmak istediğimiz,
Hitler'in Kavgam adh kitabının içeriğı değil, bu
kıtap üzerindeki yayın yasağının günümüzde hâ-
lâ sürüyor olması. Konu şu sıralar Almanya'da
olanca sıcaklığıyla gündemde. Çünkü kitabın te-
lif haklannı elinde tutan ve tümüyle yayımlanma-
sını yasaklamış bulunan Bavyera Eyaleti hükü-
meti, Kavgam'ın yeni Isveççe basımı yüzünden
lsveç Yazarlar Birliği'nı mahkemeye vermiş du-
rumda.
Duruşma önümüzdeki ay başlayacak. Ama Is-
veçliler daha şimdiden Kavgam adlı kitabın yır-
minci yüzyılın biçimlenmesinde payı bulunan ta-
rihsel bir belge olduğunu, Bavyera hükümetince
uygulanan yasağın anlatım özgürlüğünü çiğnedi-
ğini ileri sürüyorlar. Almanya'nın önde gelen ta-
rihçilerinden Eberhard Jaeckel ise Kaygam'ın şu
sıralar el altından karaborsada satıldığını belırti-
yor ve kitabın basımının Almanya'da serbet bıra-
kılması gerektiğini savunuyor.
Yabancı basında konuya ilişkin haberleri okur-
ken, lngilizlerin nesnelliğiyle ünlü BBC'sinin
ikinci Dünya Savaşı yıllanndaki bir uygulaması
geldi aklıma. Hep anlatılır: Hayvan Çifriiği ve
Bindokuzyiizseksendört adlı romanlannda tota-
liter yönetimirj tehlikelerini işleyen lngiliz yazar
George Onvell, o günlerde BBC Radyosu"nda
Hitler'i ve Nazi düşüncesini yerden yere vuran bir
izlence hazırlar. lzlencenin etkili olabilmesi için
Hitler'in Kavgam adlı kitabından sık sık alıntı
yaptlır. Ama BBC'nin mantığı şöyle işler; onca
alıntı yapıldığına göre Hitler'e bir telif ödenme-
sı gerekrnektedir. Oysa lngiltere ile Almanya ara-
sında her türlü ilişki kesiktır. Sonunda bir çözüm
bulunur. Hitler'in telifinin ödenmesi Norveç ara-
cılığıyla gerçekleştirilir.
Bence burada BBC'nin yaptığı. hoş bir fante-
ziyi gerçekleştirmek değil, bir yandan Hıtler'in
Nazi görüşlerini amansızca eleştirirken öte yan-
dan onun yazarlık hakkına saygıda kusur etme-
mektir. Başka bir deyişle, BBC yöneticileri o sı-
ralar ülkelerini bombalatmakta olan adamın telif
hakkını bile ödeyerek yazarlık hakkına saygıda
çifte ölçüt değil, tek ölçüt kullandıklannı kanıt-
lamışlardır.
Artık siyah-beyaz fotoğraflarda kalan bir baş-
ka örnekten de söz etmek istenm. Taksim'den
Beyoğlu'na yürüdüğünüzde sanınm sağdan ikin-
ci sokaktır, Bekar Sokak'a sapın, kısa bir süre
önce açılan Afa Kitabevi'nden içen girin. Girer
girmez sağ duvarda kocaman bir fotoğraf göre-
ceksiniz.
Fotoğrafın ön alanında koskoca bir Jean-Pau)
Sartre. Art alanda Simone de Beauvoir, biraz da-
ha geride hayretle fark edeceğiniz François Truf-
faut Ellerinde birer dergı. Paris sokaklanna düş-
müşler. Derginin adı Cause du peuple, yani Hal-
kın Davası. Zaman. 1970'lerin başlan.
Çok iyi anımsıyomm. Cause du peuple, o sıra-
lar Fransa'da etkinlik gösteren, kimilerince "Ma-
ocu" diye nitelenen bir grubun dergisiydi. Der-
ginin görüşlerinden ötürü kapatılmaya kalkışıl-
ması Fransı'nın seçkin aydınlannı ayağa kaldır-
mış, başta Sartre olmak üzere Fransız yazarlan,
sanatçılan, fılm yönetmenleri belki de düşünce-
lerine hiç katılmadıklan bu derginin yayın özgür-
lüğünü savunmaya girişmişlerdi. Sartre. derginin
sorumlu yazı işleri müdürlüğünü üstlenmiş, so-
kaklarda dergi satmıştı.
Burada, hiç kuşkusuz, Hitler'in Kavgam adh
kitabı ile Cause du peuple dergisi arasında bir
benzerlik söz konusu değil. Söz konusu olan, ça-
ğımızın en büyük düşünürlerinden Sartre'ın dü-
şünce, söz ve anlatım özgürlüğü konusunda Pa-
ris sokaklannda verdiği uygulamalı ders. Başka
bir deyişle, görüşlerine katılmadığı bir derginin
kapatılmasına karşı koymak. yani anlatım özgür-
lüğünü savunabilmek amacıyla o derginin sorum-
luluğunu bile üstlenebilmesi.
Kavgam'ın yayımlanmasını yasaklayan, daha-
sı onu yayımlayan lsveçliler hakkında dava açma-
ya kalkışan Bavyerah dostlanmızın Hitler'le il-
gili duyarlılığını anlamamak olanaksız. Ama dü-
şünce ve anlatım özgürlüğü konusunda belirli
alanlardaki duyarlıhklan temel alarak davranır-
sak, ölçütlenmizi ve yönümüzü şaşırmaz mıyız?
O zaman işin içine öznel yargılar girmeye başla-
maz mı? Nesnellik ve yansızlık ölçütünü elden
kaçırmaz mıyız?
Düşünce özgürlüğü konusunda öznellik ise be-
raberinde belirli seçimleri getirmez mi? Örneğin,
doğru, yararlı, iyi düşüncelere özgürlük; yanlış,
yararsız, kötü düşüncelere ölüm! Oysa düşünce-
yi açıklama özgürlüğünü savunmak doğru buldu-
ğumuz. katıldığımız düşünceleri savunmak kadar,
belki de daha çok, doğru bulmadığımız, katılma-
dığımız düşüncelerin açıklanması özgürlüğünü
savunmaktan geçmez mi? Yanlış bulduğumuz,
zararlı saydığımız bir düşünceyi eleştirmek, da-
hası onunla mücadele etmek başka şey: her türlü
düşüncenin dıle getirilmesınden yana çıkmak
başka şey değil midir?
Ben düşüncenin bastınlmasmı insanlık tarihin-
deki en köklü terörlerden biri olarak görüyorum.
İnsanlık tarihindeki en yabanıl terörlerden birine
yol açmış olan Hitler'ın kitabındaki düşüncele-
rin yasaklanmasıru da düşünceye uygulanan te-
rör olarak görüyorum.
Sanınm, bu konuda yasalann açıklığı kadar,
belki de daha fazla, kafalann açıklığı önemli. Dü-
şünce. söz ve anlatım özgürlüğü konusunda çok
sayıda öznel ölçütümüz değil de, nesnelliğe da-
yalı tek bir ölçütümüz olursa, o zaman görüşleri-
nin tümüne katılalım katılmayalım Türk dilinin
gelmiş geçmış en büyük yazarlarından birine, Va-
şar KemaTe reva görülen baskılara kararlılıkla
karşı çıkabiliriz; o zaman tıpkı Nâzım Hikmet'ın
yapıtlannda "komünizm propagandası" arar gi-
bi, tıpkı Salman Rüşdü'nün romanında "Müslü-
maniığa sövgü" arar gibı, Murathan Mungan'ın
şiirlerinde "eşcinseUiğin ipuçlan"nı arayıp bul-
mayakalkışmayız...
Nelson Mandela 'nın yaşamöyküsünü içeren 'Long Walk to Freedom 'adlı kitabı yayımlandı
Yaşammın en güzel ve unutulmaz yılları
•Hapiste geçirdiği
yıllar Nelson
Mandela'nın
yaşamındaki belki de
en güzel ve en
unutulmaz yıllanydı.
Kültür Servisi- Güney Afrika
Cumhuriyetı Devlet Başkanı
Nelson Mandela, geçen günler-
de. yaşamöyküsünü 'LongVValk
to FreedonT(Özgürlüğe Uzun
Yürüyüş) adıyla yayımladı. Ya-
şamının büyük bölümünü hapis-
te geçıren Mandela, kitabında
hapis günlerini ve verdiği öz-
gürlük savaşımını dile getinyor.
Rkhard Dowden, The lndepen-
dent gazetesinde çıkan bir yazı-
sında, hapiste geçirdiği günle-
rin belki de Mandela'nın yaşa-
mının en güzel yıllan olduğunu
yazıyor.
245 sayfada hapisten söz
ediyor
Eğer yaşammın büyük bölü-
münü hapiste geçirmışse, dört
duvan, kapıyı ve günlük rutini
anlatan birini hoşgörmeliyiz.
Ama Nelson Mandela'nın ha-
pisten söz ettiği bölüm, yaşa-
möyküsünü anlattığı 616 sayfa-
lık kitabın yalnızca 245 sayfası-
nı içeriyor. Bu 245 sayfa. aynı
zamanda kitabın en iyi kısmı.
Hapiste geçirdiği 27 yıl, Mande-
la'nın yaşamındaki belki en gü-
zel ve kesinlikle en unutulmaz
yıllardı. Hapiste geçirdiği süre.
Mandela'ya hem politik bir fi-
gür hem de insan olarak çok şey
kattı. Mandela, hapisten çıktık-
tan sonra kendi evini, mahkû-
miyetinin son yıllannı geçirdiği
Victor Verster Cezaevi'ne tıpa-
tıp benzer şekilde inşa etti.
Mandela'yı dünyadaki diğer
politikacılarla kıyaslarken in-
san, manastır koşullannda yan
ömür geçirmenin rriedya teknik-
lerini mükemmelleştinnekten
daha çok işe yaradığını fark edi-
yor. En sonunda sahip olduğu
kişisel ve politik iktidar, Neil
Barnard için yapılan bir tanım-
da özetleniyor: Başkanla karşı-
laşmadan önce, diz çöküp Man-
dela'nın ayakkabılannı bağla-
yan ve Başkan Botha için çalı-
şan Ulusal Haberalma Örgü-
tü'nü denetleyen, kötücül ve si-
nik bir örümcek. •
'Apartheid'i (ırk aynmcılığı
politikası) korumak adına işle-
nen cinayetler ve yapılan işken-
celer düşünüldüğünde, kötücül
Mandela, hapisten çıknktan sonra, kendi evini mahkumryetinin son yıDannı geçirdiği cezaevine Opa tıp benzer şekilde inşa etti.
ve sinik örümcek tanımı, Bar-
nard'a uygun görünüyor. Ama
Mandela, bir insan için asla böy-
le birtanım kullanmazdı. Yaptı-
ğı en sert tanımlama, bir gardi-
yan olan Badenhorst için kulla-
nılmıştı: "Belki de sahip oldu-
ğumuz en barbar ve duygusuz
gardiyan.*'
Mandela ve yandaşlan, sıra-
dışı bir topluluk oluşturdular.
Yunan trajedilerini canlandırdı-
lar, şeytanca bir ze\ kle gazete-
lere yazı yazdılar ve bıkmadan
usanmadan Güney Afrika poli-
tikasını tartıştılar.
'Long Walk to Freedom', çok
önemli ve şaşırtıcı bilgiler içer-
miyor, ama daha önceki bazı ya-
şamöykülerine aynmcıklar ekli-
yor. Sözgelimi Mandela, Afrika
Ulusal Kongresi'ne (ANC) da-
nışmadan, hükümetle görüşme-
ler yapmaya çalıştığını açıklı-
yor. Onun ANC'nin yalnızca
basit bir üyesi olduğu yolunda-
ki protestolara karşın, hareketin
geri kalanının kendisini destek-
leyeceğine inanarak tek taraflı
kararlaraldı Mandela. Genellik-
le haldıydı. ama özellikle Afri-
ka'daki diğer liderlerin aksine,
yalnızca kendisi öyle düşündü-
ğü için kararlannın doğru oldu-
ğu fikrinde değildi.
Güney Afrika, hapsolmuş bir
toplumdu ve Mandela, yalnızca
kendisini değil. herkesi özgürlü-
ğe kavuşturacak anahtan elinde
tutuyordu. Cape Town'ın dışın-
da, Victor Verster Cezaevi do-
laylannda bir evde oturuyordu.
gezilere çıkıyor, bakanlan an-
yor, misafir kabul ediyor, ser-
best btrakılma koşullannı yazdı-
nyor ve hükümetin, onun istek-
lerini kabul etmesini bekliyor-
dı^
Özgüriüğe yürüyüştim
henûz bitmedi
ICitabın en zayıf bölümü. öz-
gürlüğüne kavuşmasından son-
ra gelen kısım. Yaptığı konuş-
malardan alıntılar veriyor bu bö-
lümde ve sanki randevu defteri-
ni kitaba koymuş gibi görünü-
yor. Niye kitabını emekli olduk-
tan sonra yazmadığını düşünü-
yor insan. Kitabın son cümle-
sinde, bu soruya yanıt veriyor:
"Devam etmeye cesaret edeme-
dim, çünkü uzunyüriiyüşüm he-
nüz bitmedi."
Mandela'nm düşünceleri in-
sanda bir eksiklik duygusu ya-
ratıyor. Kendi iç dünyası konu-
sunda utangaç davranıyor:
"Hapse girdiğimde. hiçbir gaze-
teci; kannı. ailem. duygularım
ve yaşadığım en özel anlar hak-
kırida soru sormayı düşünme-
dL. Ben, duygulannı herkesin
içinde rahatlıkla açıklayabilen
bir insan değilim, hiçbir zaman
da böyle biri oünadım.r
Yine de tutku dolu anlar yaşa-
mış Mandela. Aile yaşamını yi-
tirdığine üzülüyor. tlk kansın-
dan aynldı: kansının dediğine
göre başka kadınlar, kendisine
göre politikaya harcadığı zaman
yüzünden. Çocuklan babasız
büyüdüler; en büyük oğlu da
Mandela hapisteyken öldürül-
dü. Özgürlüğüne İcavuştuğunda,
VVinnie'den aynlmak zorunda
kaldı. Mandela'nın, başka bir
amaç uğruna aile yaşamını feda
etmesine yol açan neydi? "Öz-
giir ohna tutkusuyla doğmadım
ben" diyor Mandela. Ozgürlü-
ğünün elden gittiğini, herkesin
özgürlüğünün yok olduğunu ya-
vaş yavaş öğrendi.
Gitgide özgürlük savaşımına
katıldı. "Başlangıçtahalkınu,ai-
lemden üstün tutmayı tercih et-
memiştim" diyor. ama baba ve
koca olarak başansız olduğunu
da kabul ediyor.
Mandela'nın bu tavn, onu
inanılır ve sevilebilir biri yapı-
yor. Hapisteki hücresinde yaş-
lanıp ölseydi ve el yazması bas-
tınlmasaydı, Mandela bir ilaha
dönüşebilirdi. Ama eğer Güney
Afrika 50 yıl önce çok ırklı de-
mokrasiye geçmiş olsaydı,
Mandela şimdi nerede olurdu?
Belki Güney Afrika'nın adil,
merhametli, ama aynntılara çok
düşkün ilk zenci yargıcı ve
'Long Walk to Freedom'dan an-
laşılabileceği gibi aynı zamanda
geniş ve sevgi dolu bir aileye sa-
hip neşelı bir adam olurdu.
IDOB'dan
yeni bir
yapıt: 6
Üç
Türk
Balesi'
•Cemal Reşit Rev
Konser Salonu'nda
dün ilk kez sergilenen
"Üç Türk Balesi"
(Rayel - Sıradışı
Değişimler - Sisera)
bağlamında Türk
koreograflannın
çalışmalannı
sahneliyor.
Kültür Servisi -tstanbul
Devlet Opera ve Balesi, Ata-
türk Kültür Merkezi'nin ona-
nmda olmasına karşın. reper-
tuvanna yeni bir yapıt daha
katıyor Cemal Reşit Rey
Konser Salonu'nda dün ilk
kez sergilenen "Üç Türk Ba-
lesi"(Ravet - Sıradışı Değişim-
ler - Sisera)bağlamında Türk
koreograflannın çalışmalannı
sahneliyor. Tekperdelik bale-
lerin ilki olan 'Ravel'ı. Aysun
Aslan sahneye koydu ve kore-
ografiyi yaptı. Kostümler Fi-
gen Koyunoğlu'na ait.
•Sıradışı Değişimler'' isimli
balenin müziği Keith Jar-
rett'ın imzasını taşıyor. Gey-
van McMillen'ın koreografı-
sini yaptığı ve sahneye koydu-
ğu Sıradışı Değişimler'in kos-
tümlerini Aj'şegûl Ale\düzen-
ledi. Rimski Korsakov'un
müziğiyle sahneye uyarlanan
'Sisera' birmasal bale. Konu-
su çok eskilerde geçen bale-
nin koreografisinı Selçuk Bo-
rak gerçekleştirdi. Borak ay-
nı zamanda eseri sahneye
koydu. Dekor Erkut UzeUi,
kostüm Ayşegül Alev'e ait.
Her üç balenin ışık düzenini
Metin Koçtürk hazırladı.
Balede rol alan sanatçılar
Ayfer Zeren, Oktay Keresteci,
Çiğdem Erkaya, Erdal Uğur-
lu, Serap Meriç, Murat Aka-
oğlu, Çiğdem Tezcür, Ö> kü Ö-
naU Lale Sezgin.Oktav Aksov,
Bahar VidinUoğlu, İ mit Ka-
rabel, Canan Şadalak, Uğur
llter, Funda Emir, Ercan Yü-
ken, Ünal Aster, Funda Bilba-
şar. Kaan Yazgan, A>ça lnaL
Gökay Atalay, Pınar .Vİüldür,
Ayşin Küçüküçerler, Michel
Vıdhi, Şeyda Sofuoğlu ve Ar-
tin Naskâ. Dün sahnelenmeye
başlanan eser. 10 mart cuma
saat 19.30'da ve 31 mart cu-
ma saat 19.30'da sergilene-
cek.
YAZI ODASI
SELİM İLERİ
Bedbaht İnsanlar
Fotoğrafhanesi
Doğumumdan beş yıl önce, 1944'te Beyoğlu'nda do-
laşmaya çıkan hikâye anlatıcısı -ki, Ziya Osman Saba'nın
kendisidir- Yüksekkaldırım'da eski kitap satan dükkânlar
görür. Tünel'den, bugünün o hazin tramvaylanna hiç ben-
zemeyen, gerçekten işlevsel tramvaylar kalkmaktadır.
Caddedeki kalabalık, gerçi bugünün o yoksul, kendinden
vazgeçmiş kalabalığına pek benzememektedir ama, du-
aım yine de iç açıcı değildir. Varlıklı görünümlü bir azınlı-
ğın yani başında orta halliler, güç bela geçinenler yol al-
maktadır. Fakat şair anlatıcı herkesi "mesut" görür. O ka-
dar ki, yalınayak çocuklar bile gelecekten bir şey umduk-
lan için mutlu gibidirler.
Mağazalann vitrinlerinde möbleler, göze hoş görünsün
diye, birbirinden ilginç dekorlarla sunulmaktadır. Kimisin-
de sözümona bir şömine yanmakta, kimisinde bir abajur-
dan pembelikler yağmaktadır. Bir başkasında perdelerin
yarı açık durduğu pencere gerisinde yapay kar taneleri dö-
külmektedir. Bu soy masum vitrin dekonan yıllarca sürmüş
olacak ki, bazılannı ben de hâlâ hayranlık duyarak hatıria-
nm.
Ziya Osman Saba'nın gördüğü Beyoğlu, mücevherat-
çısından kuruyemişçisine, kürkçüsünden ayakkabıcısına,
bütün o bin çeşit alışveriş birimleriyle, âdeta Paris gibi bir
yerdir. Daha doğrusu, çocukluğurnda, büyüklerimin anla-
ta anlata bitiremedikleri, o zamanlar görmeyi çok istedi-
ğim, günün birindeyse aklımdan bile geçirmez olduğum
yan masal Paris gibi biryer...
Nihayet, fotoğrafhanelerin önünden geçilir. Her birinin
adlan sonradan hikâyelerde, romanlarda geçecek bu fo-
toğraftıaneler efsanelerini bir süre de siyah-beyaz Türk
filmlerinde korumuşlardır. Gelinle damat, kapısından çıkar-
lar, fılmin mutsuz kadın oyuncusu birden gözleri yaşara-
rak onlara bakar. Gelinle damat, fotoğrafçının önünde du-
ran gelin arabasına binerter ve otomobil hızla kalkıp gider.
Oysa henüz o günlere gelinmemiştir. Tersine, henüz, fo-
toğrafhanelerin edebiyatımızda iz bırakmış efsanesi örül-
mektedir. Incelikler, duyarlıklar şairi Ziya Osman Saba,
"Mesuf İnsanlar Fotoğrafhanesi "n\ kaleme getirmekte, in-
sanlann bütün fotoğrafçılarda yalnız mutlu anlannı yaşat-
mak için poz verdiklerini söylemektedir. Artık kendisine de
saadetler biçmeye sıra gelmiştir: "Yalnız bu caddede bu-
lunmak insanı mesut etmeye kâfidir. Yaşadığımı, ben de
saadetimi düşünmeliyim."
Mutluluk dediğiniz elbette önce hayallerle, rüyalarla ku-
rulur. Anlatıcı, şimdi bir fotoğrafını çektirecek, günün bi-
rinde sevgilisi olunca, ona armağan edecektir. Şimdiki yal-
nızlığı elbette geçıcidir. Derken başka bir hayal sökün eder.
"Sonra, beni sevecek kimse çıkmasa bile, haberinizyok
mu, yeni bir şiir kitabım intişar etti, bu kitap pekala bana
şair dedirtebilir ve kimbilir, zaman gelir, edebiyat tarihçisi
bu kitap intişar ettiği zamanki fotoğrafımı arayabilir. Istik-
balin nefıs kâğıtlı bir edebiyat tarihinin sayfalan arasından
bütün gençliğimle tebessüm edebilirim."
Şu satırları okumak kadar kalbimi hiçbir şey kırmryor. Şu
satırlar, benim için, acı bir alayı andırıyor.
Anılan şiir kitabı Sebil ve Güvercinler olacak; 1943'te ya-
yınlanmış. Edebiyat tarihleri Ziya Osman Saba'nın ayırdın-
da değiller ama, hiç olmazsa, büsbütün de yok olmamış-
lar; varsın kötü kâğıda baeılsınlar. O;d6nemin liseders ki- s
tapları arasında yer almış edebiyat tarihleri Yakup Kad-'
ri'ye, Halide Edib'e bırkaç sayfa ayınyor, Peyami Sefa'yı
bir iki paragrafta geçiyor ama, ne olursa olsun, edebiyat-
tan adam gibi söz açıyor. Her birinde, yarının edebiyatına
güvençli bakışlar söz konusu...
Elli bir yıl sonra yürek yakıcı bir görünüm bizi beklemek-
tedir: önce test çılgınlığı, ardından bilginler yetiştireceği
beklenilip hiçbir şey yetiştirmeyen bilgisayar 'çağdaşlığı',
öğrenim hayatından edebiyatı bir oldu bittiyie tasfiye et-
miştir. Hem de ne ediş; bir daha geri gelmemek üzere! Dos-
tum edebiyat öğretmenleri, yetişmekte olan kuşaklann,
bırakın edebiyatı, Türkçe yazmayı, dahası, yazım kuralla-
nnı bilmediklerini boş yere feryat ediyoriar. Çünkü artık
anaditimiz, Türkçe göçüp gitmiştir.
Ziya Osman Saba, "Mesut İnsanlar Fotoğrafhane-
s/"nden kendine ad biçmiş essiz kitabında bir de "Oku-
mak" der. Burada çocukluğundan ilk gençliğine okuduğu
kitaplar birer hülya, birer kalp atışı gibi yaşamlannı sürdü-
rür ve o satıriara geçtiklerinden, Ziya Osman Saba'dan
sonra da yaşamaya devam ederter. Bütün o hülyalarda,
kalp atışlannda dürüst, onuriu, uygar bir insanın sesi yan-
kımaktadır.
"Okumak" kendisini yetiştiren, kendisine duyarlıklar, gü-
zellikler armağan etmiş kitaplan, eserteri şimdi gençlere
emanet etmeyi bir görev bilen cumhuriyet yazannın o ka-
dar alçak gönüllü hıkâyesidir.
Cumhuriyetimizse, "nefis kâğıtlı bir edebiyat tarihinin
sayfalan arasından" bu yazarların bütün gençlikleriyle gü-
lümsemelerini yazık ki fazla görmüş.
Bolşoy Balesi, bu akşam Bilkenfte
B ANKARA (AA)Dünyaca ünlü Bolşoy Balesi'nin dört
sanatçısı, bu akşam Bilkent Üniversitesi'nde sanatseverlerle
buluşuyor. "Dans ederek varoldu insan, varoldukça
dansedecek. Isteklerini, yakarışlannı, duygulannı. coşkulannı,
tutkuyıı, sevgiyi, güzeli, iyiyi, onu kendisi yapan herşeyi
anlatabilmek için... Müziği kendine eş kıldı dansında. Doğaya
şükran sundu. Müzikten aldı sesi ve ritmi. " Bilkent
Universitesi, Ankaralılan muhteşem gösteriye bu sözlerle
çağınyor. Tatyana Borovik. Anatoli Kozlov, Olga Baranes ve
Sergey Bondur'un gösterisi bu akşam saat 21.15'te Bilkent
Üniversitesi Konser Salonu'nda izlenebilir.
Tamer Levenrten 'Sanata Evef
• ANKARA (AA) TOBAV Başkanı ve tiyatro sanatçısı
Tamer Levent, Türkiye'de genel olarak sanatın. özelolarak da
tiyatronun estetik değerler ölçütü içinde ele alımadığını
saavunarak, "Bu şartlarda sanat yapmak, sanat konusunda
ortak müşterekler oluşturmak oldukça zor oluyor" dedi.
Levent Hukuk Fakültesi Konferans Salonu'nda verdiği
konferansta. sanatçılann •'anlaşılamdıklanndan'" şikayetçi
olduklannı, dev leti yönetenlerin de sanat alanına para
yatırmayı lüzumsuz harcama varsaymaktan, belli etmeseler
bile, kendilerini alamadıklannı kaydetti. Tamer Levent,
"Sanata Evet" kampanyasında da sanatın özerk ve yaratıcı bir
çahşma içinde bulunması gerekliliğinin voırgulandığını
belirterek,tüm planlamalann sanatçılar tarafından ve hep
birlikte yapılması gerekliliğini savundu. Bunun için "özerk
sanat konseyi" kurulması gerekliliğine dikkat çeken Levent,
"Türkiye'de sanat alanının değişen ıktidarlarca değil,
uzmanlarca planlanması açısından bu bir gerekliliktir" dedi.
Libepation'da Yılmaz Güney'e övgii
• Kültür Servisi- Liberation gazetesi, kültür sayfalannda 10
mart tarihinde başlayacak olan "7. Ankara Uluslararası Film
Festivali"nde Yılmaz Güney'in "Duvar" adlı fılminin
gösterimiyle ilgili bir haber yayımladı. Ankara Film
Festivali'nin "Türk Sinema Tarihinden" bölümünde "Yılmaz
Güney Filmleri Toplu Gösterisi" gerçekleştirilecek. Haberde
Yılmaz Güney'in yaşam öyküsüne ve siyasi mücadelesıne
geniş yer verilmiş. 10-19 mart tarihleri arasında
gerçekleştirilecek festivalde Yılmaz Güney'in yönetmenliğini,
senaristliğini ya dabaşrol oyunculuğunu üstlendiği "Umut",
"Ağıt", "Arkadaş", "Sürü" ve "Yol" filmleri gösterilecek.