08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 EKİM 1995 PAZAR 14 KULTUR 4. Uluslararası Art Carnuntum Sempozyumu'nda ana temalar kültürel köprülerin kurulması, baskı ve sansürdü Akdeniz Tıyalıx>lan'nm geleceği DİKıMEN GÜRÜN UÇARER Eylül ayının son günlennde Viyana'nm dışında tarihi Camuntum kasabasında dü- zenlenen 4. Uluslararası Art Carnuntum Sempozyumu, Akdeniz Tiyatrolan'nın ge- leceği ni tartışmaya açan önemli birtoplan- tıydı. Carnuntum. ünlü Roma tmparatoru Marcus Aurelius'un •*Meditasyonlarr 'ını yazdığı yer. Aurelius aynı zamanda bir fi- İozof olarak tarih sav falanndaki yerini alır- ken oğlu Commodus kanlı bir ımparator olarak anılıyor. Antik Camuntum Arena- sı ise Commodus'un zevk için işledigi top- lu cinayetler mekânı. Art Carnuntum'un genç yönetmeni Piero Bordin "Meditas- yontar"dan. Carnuntum Arenası'ndan ve Delfi 'den esinlenerek Art Carnuntum Fes- tivali'ni ilk kez 1989'da gerçekleştirmiş. Tabii bu işe girişirken Aşagı Avusturya Eyalet Hükümeti'nin tüm desteğıni ark'a- s\na aimış. Festivalin ilk konuklan arasın- da Ton> Harrison. Robert \Vilson ve Tbe- odoros Terzopoulos yer alıyor. 1989'dan başlayarak iki yılda bir düzen- lenen festivale gelenler arasında. Tadashi Suztıid Alla Demidova. Sir Peter HaJL SaJ- vador Tavora. Elaine Stewart, Peter Stein, Heiner Miiller gıbi isimleri saymak müm- kün.GösterilerTunanehrineyakınbiryer- de inşa edilmiş olan Carnuntum Arena- sı'nın günümüze kalan yıkıntılan arasın- da sahneliyor. Bu yıl dafony Harrison sırf bu mekân için özel olarak bir oyun yazmış; "Marcus Aurelius ya da Carnuntiım tm- paratoru". Birsirktenkiralananvahşihay- vanlann da rol aldıgı bu oyunda Harrison, Avrupa"mn kültürel mirasında Roma tm- paratorlugu'nun Kızıl Tuna'sı ile Stra- uss'un Mavi Tuna sının bırleşmesini vur- gularken günümüzde yaşanmakta olan vahşete de göndermeler yapıyor. Piero Bordin Carnuntum'u bir gösteri mekânı olmanın ötesinde sempozyumlar için de değerlendiriyor. Tiyatro gösterilen ve sem- pozyumlar dönüşümlü olarak iki yılda bir düzenlenivor Adrian Nobie, Marianne McDonakt Peter Sellars, Ernst Schumac- her, Jose Moıdeon.AdolfoGutkin, L'mber- to Albini, Abdeiouabed Uzri ise 1989 "dan bu yana yapılan sempozyumlara katılan- lardan bırkaç isim. Lluslararası Akdeniz Tiyatro Enstitü- sü'nün de katkılanyla gerçekleştirilen empozyumun temel hareket noktası Akdeniz tiyatrolannın geleceğini tartışmanın ötesinde, bu ülkeler arasında genelde ağır yürüyen kültürel köprülerin kurulma işlemini hızlandırmaktı. sempozyumun açılışını yaparken etkinli- ğin yönetmeni Piero Bordin söyle diyor- du: "UNESCO taranndan Hoşgörü Yıh olarak ilan edilmesine karşm 19%'da Av- rupa'da savaşın noktalanacağını düşün- mekzor. Böylebirdönemdepolitikacılann. generallerin. silahlann yerine sanatçılann ve bilim adamlanmn birbirleriyle dirsek te- masında bulunmalan çok büyük öntnı ta- şımaktadır. Art Carnuntum Sempozyumu bu buluşmavı mümkün kılan bir fonım. İnanıvorum ki Akdeniz ülkelerinden, Av- rupa'dan gelen tiyatro adamlan polhikacı- lann başlatamadıklan banş divaloğunu Carnunrum'da kültürel platformda başla- tabüeceklerdir." Art Carnuntum'da bulu- şan ülkeler şunlardı: Italya. lsrail. Ispanya. Filistin, Türkiye. Macaristan, Hırvatistan. Arnavutluk. Âmerika. Cezayir. Bulgaris- tan, Yunanistan. Yugoslavya, Fas, Roman- ya, Slovakya... Amenka. Akdenizkültürü- ne bir hayli uzak kalıyordu. ama bu ülke- yi temsilen aramızdabulunan Prof. Mari- anne McDonald Delfi Festivali'ne olduğu kadar Carnuntum'a da katkılanyla tanı- nan klasik tiyatro ve sinema konulannda otorite bir egitimciydi. "100 Yılhk Sine- mada 2500 Yıllık Tiyatro"' çerçevesinde sunduğu bildiri "Mcdcniyetin Barbarhgı: Cacoyannis ile Euripides" tiyatro-sinema diyalogunu tartışmaya açarken sinemanın klasik kültür mirasımızı, mitolojiyi ve ta- rihi nasıl irdelediöini gündeme aetiriyor- du "Elektra". "İfiğenya". < 'Truvalı Kachn- lar" ve "Alexis Zorba" McDonald'ın üze- rinde durduğu filmlerdi. Cacoyannis bu filmlerde savaşın çılgınlığını işlerken Eu- ripides" in gerçeklerini vurguluyor ve 1996'ın hoşgörü yılı olacağı umutlan bes- 'Sözün gücünden korkuyorlar' Tahar Majdoub genç bir yazar ve Uluslararası Akdeniz Tiyatro Enstıtüsü Cezayir Tems'ilcisi. Kendisiyle konuşma istegimi severek kabul etti. Gazeteyı görmek istediğini belimi ve hemen ardından ekledi: "Umanm dime geçer çünkü sürekli olarak adres değiştiriyorum." Majdoub'un ögrermen olan kansı ve çocuğu ülkeyi zorunlu olarak terketmişler. Majdoub ıse aldıgı tehditlere karşın gitmemekte direniyor ve "Ben ancak ülkemde var olabilirim. köklerim burada" diyor... Önce çok kısa olarak lran ve Cezayir üstüne konuşuyor. iki ülke arasındaki farkın altını çıziyoruz. Tahar Majdoub "Iran'da köktendinciler devrimle is.bas.ina geldüer" diyor. "Devrimlerde duygulan kontrol etmek zordur. tnsanlar bir girdaba kapılıverirter. Cezayir'de ise durum farklıydı. Köktendinci kesim seçim sonucunda poKtik bir güç olarak ortaya çıktı." - Seçim sonuçlan sağlıklı mıydı sizce? MAJDOUB- Pek çok kışi sizin sorduğunuz soruyu sordu ve seçimlerin demokratık olmadığı tezinı savundu. Bu doğru değil. Biz 150 yıllık bir sömürge döneminden sonra 30 \ ıllık bır baskı rejimi yaşadık ve ardından da 3 yıllık bir demokrasi yaşandı. ama bu akronik bir demokrasiydi, organik degıldi. Üç yıl gibi kısa bir sürede kocaman bir geçmiş.le hesapla^mak zorunda kaldık. Bu gerçegi unutmamalıyız. - İlkenizde ti>atronun çizgisini nasıl belirlersiniz? Köktendincileri ürküten. tiyatntnun politik bir güç olarak beliıienmesi mivdi? MAJDOUB-Cezayir'de tiyatronun toplumsal çizgisi sömürgecilige. baskıya karşı bir direniş olarak belirlenebilir. Geçen yüzyılın son dönemlerinden başlayarak tiyatronun temel amacı halka inmek. kültürel kimliğimizi korumaktı. Radikallerin öldûrdügü Abddkader Alloula bu çizgide önemli çalışmalar yapmıştır. Onun kurdugu Halka Tiyatrosu pazar yerlerinde yaptıgı gösterilerle epik biranlatım sergilıyor ve Meddah veya Gual toplumsal içerikli mesajlannı izleyecilere kolayhkla aktarıyordu. Halka Tiyatrosu'nde sadece biçim degil içenk çok önemliydi. Pazar yerlerinde insanlarla iç içe yapılan bir tiyatroda bir sozle çok şeyler anlatılabılir... - Köktendinci poBrika sanat alanında radikal Islami örgütlerie nasıl bir işbiriiği yaptı? MAJDOUB - Bu vahşeti, bu baskıyı açıklamak için tarihsel. toplumsal ve politik nedenleri çok iyi irdelemek gerek, ama çok kısa olarak değinirsek; biliyorsunuz I992'de ilk turdan sonra ordu seçımlere müdahale etti. Etmemesi gerekirdi. Ama insanlar köktendincilerin bu başansından ürkmüşlerdi. Bunlann arasında pek çok aydın ve sanatçi da yerahyordu. Coğu, seçimlerin durdurulma kararını olumlu karşıladılar. Daha yeni yeni bir kısmı benim gibi düşünmeye başladılar. ama hâlâ aksini savunanlar çogunlukta. tkinci turun yapılmasına izin verilseydi köktendinciler kazanacaktı. Bu sonuca katlanmak gerekirdi. Çünkü nasıl olsa anayasayı ihlal edeceklerdi. O zaman tüm hukuk yollan onlan sorgulamak için açık olacaktı. Demokrasi bir yaşam biçimidir ve eğer demokrasi ordu tarafindan şu veya bu nedenle çiğnenirse sistemin çöküşû kaçınılmazdır... İnsanlar ayaklanır. insanlar silaha sarılır. tşte Islamcı fanatikler bu ortamdan yararlandılar. Demokrasiyı demokrasiye karşı kullandılar. Yasal hakların ellerinden alındıgını öne sürerek halkı kışkırttılar. Seçımlerden bu yana F1S üyeleri tutuklandı. hapse atıldı. Buna karşın köktendinci kesımde bir patlama yaşanmakta. Ordunun tavnna bır karşı direniştir bu. Şimdi köktendinciler G1A gibi silahlı dinci örgütlen kendi çıkarlan için kullanıyoriar. GIA'lar da bir mafya örgütü gibi çalışarak köktendincileri kendi politikalanna alet ediyorlar. Sonuçta olay tamamen kontrolden çıkmış durumda. - Bu terörün sanata yansunasını nasıl yorumluyorsunuz? MAJDOUB-Sözün gücünden korkuyorlar. Insanlan kendilerine benzetmek istiyorlar. Fanatizmin smırlan dışına çıkmasınlar istiyorlar... Bir sözcük pek çok şey anlatabilir. Olaylan sorgulamaya, düşünmeye itebilır. Gerçekleri görmeyi kolaylaştırabilir. O nedenle de bu sözcükleri sarfedenleri susturmak istiyorlar. Ama ülkemizin tarihine bakacak olursak biz baskının her türüne karşı direnmişiz. hep mücadele etmişiz. baş kaldırmışız... Tanhi değiştiremeyiz.. ama en azından düşünebiliriz, örnek alabilinz... lenirken çagımızda insanoğlunun barbar- hgı bir kez daha öne çıkıyordu. Toplantı- nın temel hareket noktası Akdeniz tiyatro- lannın geleceğini tartışmanın ötesinde, bu ülkeler arasında genelde agır yürüyen kül- türel köprülerin kurulma işlemini hızlan- dırmaktı. Böyle bir amaç elbette ki sadece Akde- niz ülkeleriyle kısıtlı kalmayacaktı. Piero Bordin. "Belki AMisturya, Macaristan ve- ya Portekiz gibi ülkeier Akdenizli sayılma- yabilir ama, buradaki beraberliğimizde önemli olan, belli bir kültür ortakiığını ül- ke sınırlannın, ülke coğrafv alannın ve din- lerinin ötesine taşımaknr" derken gelecek yıllarda gerçekleştirilebilecek ortak pro- jelenn dünya banşına yapacağı katkılan gündeme getiriyordu. Akdeniz kültürünün dünya tiyatrosu içinde özel bir yeri oldu- gunu savunurken Akdeniz ülkeîerinin bu özellikten yararlanmak için harekete geç- meleri gerektiğini öne sürüyor ve medeni- yetin beşiğı olarak kabul edilen bu bölge- nin bir kez daha örnek teşkil etmesi gerek- tiğini vurguluyordu. Sanatçılar için yaratım özgûrlüğü Sempozyumun ana temalanndan bin de sanatçılara uygulanan baskı ve sansürdü. Bu baskılar Cezayir'de olduğu gibi kanlı eylemlere dönüşebiliyordu. Akdeniz Ti- yatro Enstitüsü üyesi Cezayir Devlet Tiyat- rosu Müdürü Azzedine Medjoubi ve Öran Tiyatrosu Müdürü Abdelkader ADoubfa- natik teröre kurban giden birçok sanat in- sanından ikisi olarak anıldı. Bu konuda Cezayir Akdeniz Tiyatro Enstitüsü Baş- kanı Tahar Majdoub ile yaptığım görüş- medüşündürücüydü. Cezayir"de sanatçıla- nn, aydınlann köktendincilerle sürdürdü- gü mücadelenin boyutlan tartışılırken ha- len Fransa'da yaşamak zorunda olan Bena- mer Mediene çok önemli bir noktaya de- ğiniyor ve şu soruyu soruyordu; "Burada 20 kadar ülke bir araya geldik. İyi niyetli konuşmalar vapıyonız, ama coğrafi bir gerceği unutmayaüm,çünkü bu gercek kül- rürierarası alış,verişe de yansıyor. Akde- niz'in yukansı ve aşağısı var: kuzeyi \v gü- ney i. Baskı ve zulüm genellikle güne> kıy> lannda yaşamyor. Kim tanıyor buraiarda öldürülen sanatçılan? Kim ne yapıyor bun- lar için?" Ülketemsilcilerinin kültürel kimlikleri- ni gündeme getirdiklerı, sorulan yanıtla- dıklan bu toplantıda ortaya çıkan v e kapa- nış konuşmasında Yönetmen Theodorus Terzopoulos'un da altını çizdigi gerçek şuydu: "Dünyada tiyatro bir arayış içinde. Sürekli olarak festivaOer düzenkni)t>r. top- lantılar yapılryor. Tiyatro insanlan bir ara- ya gelerek ortak çalışmalar üretmeye gay- "retediyor. Öte yandan Piccolo gibi Berliner En- semble gibi büyük riyatrolar sarsınb geçi- riyor. Önümüzideki yüzydda neler yaptla- cağı, yapüması gerektiğini konuşuvoruz. Ortak projeler için önemli girişimlerde bu- lunuyoruz. Bu karmasa/kaynaşma orta- mında şizofrenik bir durum yaşanıyor san- kL Akdeniz ülkeîerinin kuzeyinde kalan ül- keler, kısacası AvTupa. hızla >eni bir şeyler yakalamanın peşinde. Bizler ise olayıyavaş takip ediv oruz. Hep geriden gidiyoruz. Ne- den? Bıınun nedeni belki de yapunızdaki gelenekscl özeUik. Akdcni/li üİmanın getir- diği bir rehavet belki de._ Bence artık içi- mizdeki bas&nlmış enerjiyi harekete geçir- meli ve Akdeniz medeniyeti gibi zengin bir rmdenivetin sahipleri olarak \ araocı adım- lar atmak için harekete geçmeiiyiz." Terzo- poulos. 1998"de Tokyo'da düzenlenecek olan Tiyatro Olimpiyatlan'nda Delfi Kül- tür Merkezi'nden. ArtCarnuntum'a, Ulus- lararası Istanbul Tiyatro Festivali'nden Bl- TEF'e kadar kendini Akdeniz kültürünün bır parçası sayan tüm tiyatro kurum ve et- kinliklerinin yer almasını diliyor ve ko- nuşmasını gelecege dönük olarak "20 ül- keyiz, mucizeler yaratabiliriz" sözleriyle noktalıvordu. Ivızılok ını Demirbaşı: Miî A -U ZEKİ COŞKLN Memleket bol sivasetlı günler yaşıyor. Bu arada Fikret Kızılok'un Demırbaş ka- setı -ve parçası- için hazırlanarı klip de ade- ta "belgesel"' niyetine sık sık ekranlara ge- liyor. Ne de olsa Demirel. memleketin son 30 yılına damgasını vunnuş adam. Niha- yet müziğin ona bakması da bir adımdır, önemli bir adımdır. Önemli. çünkü müzik nihayet siyasete cepheden bakıyor. onu eleştin-anlatım nes- nesi olarak kullanıyor. Üstelik şarkı -ve şarkıcı- bir "misyon" adına seslenmiyor, tümüyle kışisel dil tutturuyor... Bunlar iyi şeyler. Siyasetin müzığe karışmasındansa müziğın siyasete bulaşınası iyidir. Demirbaş. belki de bu ülkede yapılmış ilk siyasal albünı. Hemen bütün parçalar ülkenin siyasal "vaziyet"mden görüntüler, portrelerûstünekurulmuş. Butematıği iş- leyiş biçimi (hem sözel. hem müzikal) or- tak; ironık. alaycı bir dil ve ses var. Kısa- ca. hasbelkader bir "siyasal" tematık değil önümüzdeki. Düşünülmüş. üzennde çah- şılmış. işlenmiş bir albüm. Dahası söyle- nenlerin gen planını sunmak üzere bir de kitap düzenlenmış. bu da ilk. Demırbaş portresinin yanı sıra o portre- nın çerçevelediği 30 yılm. özellikle de ya- kın dönemin figürleri figüranları var bura- da: "en entelektüerier ve onlann v ersiyon- ları: "Pişşt Barmen" deyip "altı duble so- nunda" her şeyi ve herkesi itenler. ".\latur- ka LiberaJ"lcr. "Şarkıdaki Mavmun"lar. bütün bunlann izleyicisi "Ninni" "dinle- yenler, ev hali-erkek hali: "Gidip Şunu Kessem mi.'" Ağıt-güzelleme babındakı UğurMum- cu parçası bir yana bırakılırsa -ki onu da söyleten bütün bu figürler içindekı cınayet- tir- karşımıza memleket "vaziyet r 'inin "müzikal"'i çıkıyor. Gülünç olduğu kadar acıklı bir müzikal. Buhaliyle Demirbaş. en çok *%wlvir türüne yakışıyor. Demirbaş'ın görünen artılannı sıraladık. Müzigin kendisine. onu yakıştırdıgımız tü- re gelince biraz durmak gerekiyor. Fikret Kızılok. Demirbaş"ta nasıl bir müzik yapı- yor. nasıl bir "sanat icraediyor?" Önce dikkat çeken olgu şu: Demirbaş. tematik düzeyde "karşı" sözler taşıyor. Ancak "karşı" dururken kendi yerimizi de işaret etmek gerekiyor. Bu yok albümde. Evet. müzik -ve hiçbir sanat türü- reçete veımez. Sonuçta müzik -ve sanat- kendini ifade biçimidir, bunun için icra edilir. Ne var ki onca bireysel söyleme karşın De- mirbaş'ta "ben"in söyleyenin yen belli de- ğil. Durum KarşıTiyatro'nun sloganını an- dırıyor: "Karşıyım karşı, her şeye karşt." Işin müzik cephesi de öyle. Belki biraz agır kaçacak ama. müzik yok burada! Söz- lere eşlık eden "fon" var. Ezgiles<e)me- miş. çoğunlukla resitatif; düz sesle "oku- nan" metinler var, yer yer tıyatral bir oku- yuş. Her şarkının başında ve sonundaki konserefekti alkışlardatiyatral düzeni bes- liyor. Peki bu ne? Galiba şu: Kızılok, gös- teri çağında eski bir gösten türiinü: "mü- dkal"i yeniden kullanmayı deniyor. Müzi- kalin eleştirel, ironik biçimi vodvil. Türün adı, Fransızlann "sehrin sesi" (voix de vil- le) dedikleri sokak şarkılanndan geliyor. Meyhanelerde çalınıp söylenirmiş bunlar. Bizdeki "taşlama" türünden sivri dıllı. alaycı şarkılar. Yani dönemin "pop"u. Son- ralan içerdigı "gösteri" havasından dolayı sahneye taşınmış, oyunla müzik birleşmiş. Vodvil. yfızyıl başlarına dek eglence sek- töründe ağırlığını korumuş ama artık sanat olmaktan çıkmış. Güldürüyor, eglendiri- yor, bitiyor. Demirbaş'la ilgili problem de buradan kaynaklanıyor. Günümüz müzik ortamına yeni ufuklar açabilecek bir alan; siyaset ve onun hayat içindeki uzantılan gi- bi zengin bir alan heba oluyor. Demirbaş, söylemiyle -konulanna yaklaşım biçimiy- le- ve bunu ifade etmek için seçtiği müzi- kal dille siyaseti tüketiyor. Sanki eleştiri nesnesinin diline teslim oluyor. Örnek: "En EntetektüeT ya da "Alaturka Libe- ral" ya da "Pişşt Barmen"._ Bu şarkılarda çizilen tip(ler) kendilen dışındaki dünya- ya, kimliklere. yaşantılara küçümsemey- le, alayla, aşağılamayla, küfiirle bakar. Pe- ki. bunlara karşıdan (eleştirel) bakan ne yapıyor? Aynı şeyi. Sıfıra sıfır. elde var sı- fır! Ornek: En entelektüeller. "pişşt bar- men "ci ler "şarkıdaki maymun" tipine ya da "ninni" dinleyicisine nasıl bakıyorsa, hatta Demirel'e (Demirbaş'a) nasıl bakı- yorsa, aynı söylem çıkıyor karşımıza! Kızılok ve yapıtı sanki amacının tam ter- si bir noktaya gelip teslim oluyor. Öncesı- nin; müzikte doğrudan. aktif siyasal tavır geleneginin olmamasından dolayı bunu da anlayışla karşılayabilirdik. Eğer yapılan ışe "radikal" anlamlar atfedilmeseydi... Ama burada da ciddi bir sorun var. Bı- rakalım diğerlerini. Demirbaş parçasına bakalim. Bır memleket otuzyıldır aynı ada- mın "demirbaş'lığı altındaysa bu patalo- jik bir vaziyettir. Şarkı. patalojinin verdiği rahatsızlıktan doğuyor. Ama işi "Süleyman hep başbakan / Başbakan hep Süleyman" nakaratına bağladığınızda bu, şarkıdan çı- kıp hakikaten "nakarat" oluyor; tekrarla- nan, rahatlanan bir söz. Tabii rahatlamayı sağlayan sadece söz değil. onun söyleniş biçimi; müzik. Seçilen tür; müzikal dil ya- ratıyor bunu. Hangi siyaset - hangi müzik "Nakarat"m bir karşılığı \-ar ki. müzik ve medya dünyasında kısa süreli de olsa Demirbaş fırtınası esti. Karşılık çok açık: Bugün 50 yaş dolayındaki insanlardan (meşhur "47'liler" ya'da "68 KuşağT) on- lann çocuklarına: günümüzün "teena- ge"sine dek memleket nüfusunun çoğun- luğu, "ben gözümü acüm Demirel vardı. hâlâ Demirer der. İnsanlargünlüksohbet- lerinde bunu der de, gündelik yaşantıya eş- lik eden. etmesi beklenen şarkılar. müzik böylesi şeyleri söylemez nedense!... Mü- siyaseti zık bunu yapmadığı için "laloldum" gibi, "acaipsin" gibi günlük dile, duyuşa uzak- tan dokunan parçalar iş yapar. söyleyenler "star"laşır. Eğer Demirbaşm birbaşansı varsa, işte bu gündelik olanı. "küohna" ha- lini ifade etmesidir. Birbaşansızlığı varsa. o da kendisini sadece ve sadece "talobna" haliyle sınırlaması. hem sözlerini. hem mü- zikal dılıni bunun üstüne kurmasıdır. Fikret Kızılok Demirbaş'ta çizdiğı port- relere; bir siyasal aktör (Demirbaş), o ak- töre eşlık eden kitle (Ninni ve Gidıp Şunu Kessem mi parçalan), müzik ortamı (Şar- kıdaki Maymun). düşünce ortamı (En En- telektüel, Alaturka Liberal ve Pişşt Bar- men; aykın önıek olarak Uğur Mumcu) ironi yanında bir başka gözle bakmayı de- nese, "vnayet"* elbette başka "müzikal'' formlarla görecek, yorumlayacaktı. Ama şu an karşımızdaki ürün bu, Demirbaş. Bu da bir adımdır. Adımdır, çünkü müzik, ha- yata dokunmadığı için. sadece kullandıgı ses özelliklerinden, formlardan dolayı ba- zen toplumsal-siyasal misyonlar yüklenir. (Işık Doğudan Yükselir'in "milli birfik ve beraberlik" mesajı yerine geçmesi gibi.) Popüler müzik bir yaruyla gündelik olanın. yaşananın ürünü olduğu için "popüler"dir. Ama işte aşk-sevda kınntılan dışında "ha- vaftan bir şey yok bizim müziğimizde. Öte yandan siyaset, büyük bir iştahla mü- ziğe yöneliyor. Pop şarkılar. partiler arasın- da senin-benim kavgasına yol açıyor, pay- laşılamıyor. Bunlara bakarak "siyasetpop- laşıyor" denebilir. Oysa tam tersi; siyaset "genç Bderler" ararken. kıtlelere ulaşacak ses olarak popa sanlırken tam bir taşlaşma hali yaşıyor. Bunun somut göstergesi de siyasetin "denürbaş'"ının en tepede dur- ması. İşte bu müzikal ve siyasal ortamda bir müzisyen çıkıp bütün bunlan mesele - ve şarkı- yaptığı için önemli. Demirbaş. Cünkü siyaset. agzı kulaklarında müziğe bakarken. müzik nihayet ve nihayet siya- sete karşıdan bakmayı denemektedir. Ama görünen o kı bakışta bir şaşılık var hâlâ. Bu. memleketin kendisinden kaynak- lanıyor olabilır, durduğumuz-baktığımız verden de... KOŞEBENT ENİS BATUR Takside İnsanlar, ait oldukları, kendilerini bir parçası say- dıkları kimlik bütünlüklerinin işaretlerini bazen üstle- rinde başlarında taşıyorlar; bazen de evlerinde, ça- lışma yerlerinde. Bir avukat yazıhanesinde diplo- mayla, baro belgesiyle, vergi levhasıyla, Atatürk portresiyle karşılaşıyoruz sözgelimi. Taksiler de bi- rer işyeri aslında, onları hareket eden bir dükkân ola- rak tanımlayabiliriz pekâlâ. Kimlik bütünlükleri işaret- leri o küçücük alanda iyice belirginlik kazanıyor. Taksiye daha binmeden bazı işaretler göze çarpı- yor: Çamurluğun hemen üzerinde "Nevşehirliyim" yazıyor örneğin; tam simetrisinde "Bekânm, bekJi- yorum" yazısı yer alıyor. Şoförün "memleket"\n\, "medeni durumu"nu, hatta bu durumu değiştirme dileğinde olduğunu çarçabuk öğreniyoruz böylece. Arkacamda "Atam izindeyiz"\e karşılaşıyoruz: Siya- sal birtercihin yakınlarındayız. Taksiye bindiğimizde, başka işaretler bekliyor bizi: On camda, sol üst köşede küçük bir Türk bayra- ğı çıkarması duruyor; aynada yuvarlak, yeşil bir ze- minde "Bismillahirrahmanirrahim" yazısıyla kaplı kü- çük bir levha sallanıyor; vites koluna "Fenerbahçe, kuruluşu 1907" etiketi yapıştırılmış. Açık, apaçık işa- retler. Onları daha dolaylı olanları izliyor: Şoförün okuduğu gazeteden, dinlemeyi yeğlediği radyo is- tasyonundan ya da müzik türünden, sakalından ya da bıyığından, giyiminden kuşamından, sigara iç- mesinden ya da "Sigara içilmez" uyanlı stickerinden, arabadaki doğal ya da kullanılan kokudan neler okunmuyor ki! Taksi, başlıbaşına bir semiyolojik alan kuruveriyor zihnimizde. Oysa henüz konuşmadık şoförle: Bir in- san, daha ağzını açmadan, tek kelime etmeden na- sıl bir iletişim köprüsü kuruyor, kurabiliyor, şaşırma- mak elde değil. Bu işaret taarruzunun karşısında ka- çınılmaz olarak kendisini de sorgulayacak, gözden geçirecek taksiye binen müşteri: Ben de Türk vatan- daşıyım, Müslüman'ım, Fenerbahçe taraftarıyım, ama Atatürk'e karşıyım. Elazığ'lıyım, bu gazeteyi de- ğil de şu gazeteyi okuyorum, pop müzikten hiç hoş- lanmam, kravat takmayı aklımdan bile geçirmem, li- mon kolonyasını ben de severim. Şoför ile müşterinin arasında böylesi sessiz bir he- saplaşma her seferinde olur mu, oluyor mudur bil- miyorum; bütün bildiğim bu işaretlerin genellikle ve- rildiği, zaman zaman alındığıdır. Herkes iyi-kötü kim olduğu, nasıl tercihleri bulunduğu farkedilsin istiyor artık. Bir tür ifade taşkınlığı sayılamaz mı bu, acaba? Kimlik bunalımının beslediği bir kimlik saldırısı ola- rak algılanabilir mi üstü başı, evi işyeri işaretlerden geçilmeyen insanlann kendilerini bunca koyma ge- reksinmesi duymaları? Gençlerde, çok gençlerde; kendilerini hem arama ve bulma arzusu, hem de yitirme korkusu içinde bel- li bir yaş döneminin içinden geçenlerde rastlanan, çok daha kolay anladığımız bir ifade gösterisidir bu: Uzeri yazıh çizili fanilalar, isimli künyeler, cisimli sim- geli kolyeler, yüzükler biryanda: fotoğraftan poster- den geçilmeyen oda duvarlan bir başka yanda port- reyi bütünler. Ya koca, koskoca insanlardan fışkıran o işaretler? Türküm, Müslüman'ım, Atatürkçüyüm, liberalim, Nevşehir'in içindenim, bekânm vezamparayım. Fe- nerliyim. Bendeniz hayranıyım. Maltepe içerim ve benzeri sayısız kimlik parçasının arasında ben neyim, kimim sorusu gizleniyor olmasın? Her bireyin ait olduğu, kendisini ait saydığı bölge- ler, bu duyguya gereksinmesi vardır şüphesiz. Asıl sorun bunlan kendisine ne kadar yedirdiği değil mi- dir? içine geçmesi, sinmesi için bunlann dışından (içeri doğru) yol alması gerekir. Yoksa, bu işaretlerin çarçabuk karşıtlarıyla değiş-tokuş edilebildiği bili- nen gerçektir. Daha kötüsü: Bu işaretlerden hareket- le, karşı-işaretlere bakışta yer eden kem duygulann büyümesidir. Altı çizilen, ısraria vurgulanan heraidi- yet işareti "benbu'yum" kadar "benşu değilim", "şu olana karşıyım" türünden gizli bir savaş çığlığı taşı- yor. Tarih'e dönüp bakın: Yalnızca haç(lı) işareti, ga- malı haç işareti yeryüzünü ne oranda kasıp kavur- muş, kaç milyon insanın telef olmasına neden olmuş- tur, anımsıyor musunuz? Bindiğim taksideki işaretleri okuyorum. Yeni rek- lam fılmlerinden biri geliyor aklıma: Hava alanına gi- den üç yoldan hangisini yeğlediğini müşterisine so- ran, farklı yorumlar"\ okuması için ona yedi-sekiz gazete birden veren, sevdiği müziği kulaklıkla dinle- ten, telefonla yardım eden, kahve servisi yapan şo- för için "Abartılı mı buldunuz?" soru-yorumu gel- mekte gecikmiyor filmde. Çünkü, ne yazık ki, hayatta çevrilen filmin abartı- sı bambaşka. Hamiş: Çetin Altan, bir televizyon konuşmasın- da, sarı ışığı görür görmez kornasına basan insanın kendisini ifade edişiyle kitap yazmak arasında bü- yük fark olmadığına değinmişti. Doğru, tehlikeli man- tık: Her davranışa, jeste, edime yansız biçimde yak- laşmak bir hoşgörü işareti midir? Bienal dolu dizgin Kültür Senisi - IstanbuJ Kültür ve Sanat Vakfı tarafindan 10 kasım - 10 aralık tarihleri arasında düzenlenecek olan. 4. tstanbul Bienali için çalışmalar devam ediyor. Bienal için ana sergi mekânı olan Salıpazan Tophane"deki antrepo binası onanma ve bakıma alındı. 10 kasımda protokol açılışı yapılacak sergi için kullanılacak olan 12 bin metrekarelik alan boyanıyor. 4 ayn antreponun yer aldığı Salıpazan Gümrük Sahası'nda, diger depolar geçmiş yıllarda. ticari fuarlar için kullanıldığı halde, amacı dışında hiç kullanılmayan 1 numaralı antrerx>da 80 sanatçının eserleri sergilenecek. Temızlik çalışmalan eylül ayından beri süren antrepodan. 9 kişinin, 8 günlük çalışmalan sonucunda 2 kamyon çöp çıkanldı. Kent Oyuncuları Kanada'da Kültür Servisi - Kent oyunculan, 18-20 ekim tarihleri arasında Kanada turnesine çıkıyor. Türk Dostluk Derneği ve Turizm Bakanlığı'nın katkılanyla gerçekleştirilen turnede Yıldız ve Müşfîk Kenter D.L Coburn'ün "Konken Partisi" adllı oyımunu oynayacak. Kent Oyunculan, Kanada dönüşünde. mevsimi Muzaffer Izgü'nün, "Lütfen Kızımla Evlenir misiniz" ve "Neil Simon"m "Ver Elini Broadway" oyunuyla açacaklar. Aralık ayı ortalannda da Refık Erduran'ın "Ramiz ile Jülide" adlı oyununu sergıleyecekler. Türk piyanîstin büyük başarısı ROMA - (AA) Genç Türk piyanist Emre Şen, "Roma 1995". 6. Uluslararası Piyano Yanşması'nda, 15 ülkeden katılan yanşmacı arasında birinci oldu. Yirmi iki yaşındaki Emre Şen, birincilik ödülü olarak Seiler marka bir kuyruklu piyano. dünyanını çeşitli ülkelerinden 20 konser ve plak yapımına hak kazanırken aynı zamanda 10 bin Fransız Frangı değerindeki Albert Roussel, En İyi Yorumcu ödülünü de aldı. Roma'da halen öğrenimine devam eden Emre Şen'in katıldığı yanşmayı Frederic Chopin Kültür Demeği düzenledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle