25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 EKİM 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTÜR 13 GRAMOFON İĞNESİ SELtM İLERİ "Babamın öiümügerçeğiyleilk kez 19 Haziran 1993 gfinü yüzyüze geldim. Sa- bahattin Alı 'ye Kırldarelililer sahip çıkı- yordu. hjrfclareli'nin köyiüsü, kasabab- sı, okuımışu, okomamışı. askeri, polisi, eşrafi, fabrikatörü. polirikacısı.öğretme- ni,öğreneisi, yani kısacası Kırklareu' JıaJ- kı 1992yılı haziran ayında başlatılan Sa-. bahattin Ali Günleri'nde bir araya geli- yor,Sabahattin Ali'yiiçlerinden birianıa neredeyse bir 'evliya' gibi anıyorlardı. Sabahattin Ali, KırkJarefi kövlerinin folk- loruna çoktan girmiş, birhaik kahrama- nı, bir efsane olmuşf u." Böyle yazıyor FitizAli. Türk edebiya- tırun en büyük yazarlanndan biri olan Sabahattin AJi'yi Kürk Manfolu Ma- donna romanıyla tanımıştım: iisede öğ- renciydim. Bu romanj sonralan da, kim- biiir kaç kezokudum. Sabahattin Ali 'nin o kadar acı serüveni benim liseli yılla- nmda bile adeta fısıldaşılarak anlatılır- dı. Öldüriilmüş oldugu ansiklopedik kaynaJdarda saklanıyor, yalnızca ölüm tarihi veriJiyordu. O zamanlar Sahaflar'da bulduğum ilk baskı Sırça K6şk bu fırtınalı yazann ba- şmı yakmış; öyle deniyordu. Cinayete ilişkin çok değişik, birbiriyle çelişen ta- nıklıklar dinlemiştim. Öldürülmûş Sa- bahattin Ali'yi suçlayanfar bile vardı. Oysa yazdıgı öyküler dikkatle okunsa, Türk edebiyatında en derin yürek çar- pıntısıyla karşılaşılır... Gramofon Jgnesi için Filiz Ali'yle söyleşiye giderken, yeniyetmeliğimin, ilkgençligimingeç- tiği Teşvikiye'yi görmüyorgibiydim. Aklımda I930'lar, 1940'Jar. Ankara, Jstanbul. Moda ve \ Sabahattin Ali'nin inanılmaz merhametiyle açıldıgı o eşsiz Anadolu hikâyeleri cirit afıyordu. Filiz Aii'nin can yakıcı bir sadelikle yazmış oldugu "Füiz HiçÜzülmesin_.''i (Sel Ya- yıncılık) daha yanm saat Önce bitirmiş- tim, gözyaşlanm kurumamıştı. Ilk cümle aklımdan çıkmayacak: ' "Babamın sözünü rurfum ve uzun za- man hiç ü/üimemiş gibi yapöm." Önce şu soruyu sormak gerekmiyor mu: "Ne kadar uzun bir zaman? Bu ki- tafot bizim için yazjncaya kadar mı?" - >bk. değil; bu kitabı yazıncaya kadar degil, Ama belki, bu kitabı yazmaya ka- rar verirken, yazmayı düşünmeye başla- dığımdanben... Yavaşyavaş... Duygula- nraı hep bastırdım çünkü. Kitabı yazma- ya başladıktan sonra duygulanmı bastı- ramadım. "Kıa suskundıır" "Bu kitabı niçin yazdın? Yefiştiğim, edebivat çevrelerine girdiğim >ıHar- da, Sabahattin Ali olayından söz açıl- dığında, 'KJZI suskundur, bu konularda konuşmak istemez...' denirdi. Bu kttaba geiince, şimdi insanı yanbyor." - Suskunlugun iki nedeni var Selim. Binncisi. anılanmı galrba uzun süre kim- seyle paylaşmak ıstemedim. OnJar çok banaaitti, babamia ikimizeaitti. Yanı an- latırsam, babamı büsbütiin kaybedece- ğimi sanıyordum. îkincisi ve daha acısı. babam !948'deöldürüldükten sonra. za- ten uzun süre susmak, birçok şeyi söy- lememekzorundaydık. Buzorunlususuş da bir suskunluğa dönüşecekti. "Sanınm devrin siyasal furumu, siya- sal baskı da, sizu seni ve aiieni sessiziiğe yönehmişti™'' - Birçok sebepten ötürü... Bu sebepler arasında siyasal olan başı çekiyor Ama çok daha karmaşık. Kimse beni susmam için zorlamıyordu. Ailem içinde, baba- mın dostfan arasındakimse böyle bir şey istemiyor, talepermiyordu. Ama susulu- yordu. Çok acı bir şey; "Babanın Idm ol- dugunusöyJeme". diyorlardı. Bunu söy- lemek zorundaydılar. Hatta hiç unuta- madığım rrajikomik bir anım var: Kon- servatuvara gittigim yıllarda biryaz. Ha- letÇambeTierin Arnavutköyü'ndeki ev- lerinde kahyordum; pıyano çalısmak ge- rekiyordu, evde piyano olmadıgından her gün bir başka e\e gidip çalışıyor- dum. Piyanolu eve birgün bir Ingiliz kı- zı geldi, Halet Abla "S«ı bunu gezdir", dıyegöre\- verdi. Bir gün birsebeple bu kızı Bülent Davran'ın annesine götür- • düm. Bülent Davran'ın annesi bana, "Babanız kim kızun'"diye sordu. Birden ne dıyecefimi şaşırdım, iile bir edebı- yatçı adı vermem gerekti|ini düşündüm ve "Cenap Şahabettin'in laavinu." de- dim. Tabiı kadın alay ettiğimi sandı. Böyleydi o günler. "Kitabı>azjşserüvenin neoJdu?Fot(^- raflan tekrar çıkardm. onlar herhalde sana bambaşka çağnşunlarla geldL" - Fotograflan hiç yanımdan ayırma- dım. Ama bu kez başka bir duyguyla yaklaştım. O güne kadar içe artıklanmı artık dışa vurmam gerekiyordu. O göz- le baktım... "DiyorsunJd: 'Babam, Kodak marka- lı fotograf makınesi ile bu yürüyüşleri tespit eder. Zaten eline geçen her firsat- ta sadece eşin dostun degil, lokomotif. kafnı, doga, köprü, köylüler, ne olursa, ilgisıni çeken hercanlı vecansızın fotoğ- rafını çekerdi. Körükiü Kodak'ın otoma- tik çekme marifeti de olduğundan toplu ve solo fotolar ile kendini de belgelemiş- tı S. Ali." Ben deçocukluğumu ve baba- mın tıpatıp bövfe fotoğraflannı hadrla- dım. Ama senin maceran o kadar başka biracıkL." - Fotograflara tekrar tekrar baktıkça o bastınlmış duygulan yazmam gerekti- ğini anladım. Yazarken bir tür deşarj ol- şusu Öne çrkıyordu. Çocukluğumdan bu ı-ana benim için birer teseili olan, hep iç çe yaşadığım fotoğraflar şimdi sanki lenden a>nlacaklardı... Çûnkü babamı e zaman özlesem. ben hep o fotoğraf- ıra bakardım. Öziemek, ogünlere dön- lek de değil. Babamı yaşamak istedi- m vakit o fotoğraflara bakardım. Bir :rde, bir anlarnda yazarak kurtulmak ı istiyordum. irayduıadam "Şimdi Sabahattin Aii'nin soykiitii- ne uzanıyorsun. 'Nene'ninfotografi, »ükanneninfofograflanjgcçınijebak- kiye'nin bugünkü birazdaha değişik or- tamında yayımlanabilir belki»." dedi. Annem dirayetlı bir kadındır. Yaşar Na- bi Bey de olumlu baktı. "Ama oyıllarda bile 'Sırça Köşk' öy- kü-masalı yayımlanmadı gaiiba_" - Evet, yayınlanmadı. Varlık baskıla- nnda yokrur, sonra Bilgi Yayınevi'nın baskısında kitabın adı değiştirilmiştir. Ancak Cem Yaymevi'ndeki baskıda Sır- ça Köşk kitabı bütünüyle yayımlanabil- di. Endişe duyuldu, çekinildi. Düşün, in- sanlann ıçine negarip bir korku salınmış ki, "Sırça Köşk" gibi bir masaldan otuz. kırk yıl korkuluyor. "Ptki,buacımacerayadönüpbaktığın vakit, Türkiye'yi bugûn ilerlemiş mi gö- rüyorsun, nasıl değeriendiriyorsun?" - Türkiye birçok bakımdan ilerlemiş olabilir. Kafa. akıl. duyariık. sanat, kül- tür açısından Türkiye'nin ilerlediğini söyleyebilmek biraz zor. Ne var ki şun- lan konuşabilmek, gündeme getirmek de önemli. "Kitap bu bakımdan iiginç gösterge- lerle dolu. Sözgelimi bir İzmir Fuan an- latıyorsun. Bugün çalgı çengiden ibaret kalmış İzmir Fuan o yıllarda banıbaş- Sona doğnı Filiz, A/iye ve Sabahattin 1947 yı/ında. FiBzAli'ninaaya Filiz ile babası 1943 sonbahannda baJkonda tığımızda Sabahattin Aii'nin pek öyie burjuva biraiiedengelmediği anlaşılıyor. Ama senin vazdıklann da belgelnor,çok gdişkin, kent uygarbğına yatkın bir in- san. Bu gelişmenin sırtannı nasıl açıkla- malıyız?" - Aslında babam tipik bir burjuva da defildi, mesela bizim evde eşyaya, mo- bilyaya bir bağlılık yoktu, öyle düzenler yoktu. Kitap vardı. ama şu bu yoktu. Bur- juva zevkine sıgarsa, babam kaliteye önem verirdı.Sanınm babasının etkisi ol- muştur. Birde Almanya yolculuğu. Ger- çi birbuçukyı) kalmış, amaonyıllık et- kisi olmuş. Çocukluğumda önüme dızip baktıf ım kartpostallar vardı, babam Al- manya"dan getirmiş. bunlar hep yazar portreleriydi. Böyle zevkleri, böyle me- raklan vardı. Biraydınınyasama biçimi- neaçıktı. Bilgi merakı vardı. Mesela bi- yolojiye merak sarardı. hayvanlarâlemi- ne merak sarardı, Afrika... Ciltcilt kitap- lar alırdı. Bana gösterir. birlikte okur- duk. Ben, o senelerde. babama benzeyen pek başka insan tanımadtm. "Şimdi. ilk kitabına vcrdiği ad bile is- yankâr: Dağlar ve Rüzgâr. Pastoral bir izJenim bırakıyor ama. ruhaf.firtınalıbir şey de var. Bir anarşizm, baş tanımaziık. rVe var ki senin anıiannda baban. hasta Filiz'in ipek böcekJeri, tırtıllan için dut yapraklan topJuyor™" - Babam aslmda çok sevecen birinsan- dı. Ben evimizde hiç kavga. gürültü pa- tırtı harırlamam. Şakacıydı, yakın çevre- sini çok güldürürdü. Hırçmlığı hemen hiç yoktu. Ama yazarlık, ilkeiere bağlı- lık başka birşey. Inanmadığı işler karşı- sında isyankârdı, yazarken sivridilliydi. Yerden yere çarpıyordu. Bu da bazı in- sanlann fena halde hırpalanmasına yol açmış olmalı. Çünkü Sabahattin Ali'yle cıddi şekilde ugraşıimıştır. "Kitabında çok iyi belirtmişsin. Bir yandan ileriemek. aydınlanmak iste\cn bir Türkiye söz konusu. Bu. fotoğraflar- dakisos>al vapıdan da yansıyor. Biryan- dan da akılaimazbaskılar kuruiuyor. Tu- hafçelişkiler. Sabahattin Ali cezalandırı- lıyor,haksız>ere: sonrabakıyorsun,Carl Ebert'le birlikte çafışıyor. Ebert, yıllar sonragördüğündebaban için nelcranlat- - Bir defa babamia çok yakın dostluk kurmuş. Birbirlerine "sen" diye hıtap edecek kadar. Carl Ebert de çok acı çek- mis bir adam: Nazi Almanyasrndan çı- kıp gitmek durumunda kalıyor, Ameri- ka'ya gıdecek. sonra savaş kaderini de- ğiştiriyor ve Türkiye'ye geliyor. Bir tür sürgün ömrii içinde. Sanınm bu yüzden babamın başına geleni çok iyi hissede- bilıyordu. Ankara"da birlikte çalıştıkla- nnda uyum sağlamışlar.. Küçük Filiz Ali'yi de daha yakından tanıma fırsatı buluyoruz. Küçük Filiz'in kendikendine yetebilenbirdünyası \ar.Hatta yalnızbir çocuk. Alman eğirimini öngören Saba- hattin Ali. Bir yanda disiplin. bir yanda özgürlülc. Başka çocuklargibi yetisme- digin için memnun musun?" - Elbette memnunum. Babam \e an- nem beni kuvvetli bir insan olmaya ha- zırlıyorlardı. Bu eğitimden geçmesey- dim. sonradan yasananlara katlanmam mümkün olmayacaktı. Yetiştiriliş tarzı- nın acıya dayanmamda büyük etkisi ol- du. Adeta beni haztrlıyordu babam... Ay- nca sıkı bir disiplin de değildi, sevımlı birdisiplindi. "Biraz da o günierin dümasına baka- Iım.Çoksevdiğim, hiçdüşünmemişoldu- ğum.sosyolojikbirsaptayrmın \ar. Di>wr- sun ki: "Ankara evlerinde telefon olma- dığı o günlerde herkesin e\ ine çat kapı • Suskunluğun iki nedeni var Selim. Binncisi, anıJanmı galiba uzun süre kimseyle paylaşmak istemedim. Onlar çok bana airti, babamia ikimize aitti. Yâni anlatırsam, babamı büsbürün kaybedeceğimi sanıyordum. îkincisi ve daha acısı, babam 1948ye öldürüidükten sonra, zaten uzun süre susmak, birçok şeyi söylememek zorundaydık. Bu zorunlu susuş da bir suskunluğa dönüşecekti. • Babam aslmda çok sevecen bir insandı. Ben evimizde hiç kavga, güriiltü patırdı hatırlamam. Şakacıydı. yakın çevresini çok güldürürdü. Hırçınlığı hemen hiç yoktu. Ama yazarlık, ilkeiere bağlılık başka bir şey. İnanmadığı işler karşısmda isyankârdı, yazarken sivridilliydi. Yerden yere çarpıyordu. gidilmesı adertendi.' Gerçekten biz de Cihangir'dcotururken.öyle misafirlikler olurdu." - E\et. öyle misafirlikler vardı. Ak- şam yemeğınden sonra misafirliğe gidi- lir. çay, şerbet. akide şekeri ikram edilir, kahve ikram edilir. îçki miçki, öyle şey- ler yok. Yalnız işîe. yazdıfım gibi, bazen \ot- kayla vermut ikram edilirdi; yabancıiar haberli gelirlerdi, o zaman votkayla ver- mut kanşrınhp martini gibi birşey yapı- lırdı, fmdık fıstık alınırdı... Yemeğege- len misafirler daha çok edebiyatçılardı; Orhan Veli'yi. Samet Agaoglu'nu hatır- lıyorum mesela. O zaman meze tarzı bir şeyleryapılırdı. Yani herşeyin açgöziü- lükten uzak olduğu bir dönemdi, ufak şeyîerle yetinilir. bundan yüksünülmez- di. "Ama bu sakin. nıutlu gözüken dünya gitgide çökecck,Sabahattin Alidû'şünce- leri dolavısıvla yıkımdan yıkıma sürük- lenecek. Sonra o korkunç son... Bunlan konuşmak istemivorum ama, çevreniz- deki insanlar neyaptılar? Osondan son- ra?" - Bürün yakın dostianmızbızimle bağ- lannı sürdürdüler. Yakın olmayanlarkaç- tılar. Bizi görmezden geldiîer. Onlann hayatlannda Sabahattin Ali olayının izi olmadı. Ama, Ankara'daki dost grubu, birlikte yürüyüse çıktığımız Cevdet Kudret'Ier, YasarNabilerbağlarını ko- rudular. "Babanın eserleri uzun yılar gözden ırak rutuidu,basılamadı.Sonra benim li- seyıUarımdaVarfakVavınevi,Sabanattin Ali">i yeniden yayımiamaya başladı. Bu nasıloldu?"1 - I965'e kadar kitaplaryayımlanama- dı. Sonra annemin çabasıyla... Annem Yaşar Nabi Bey "e mektup yazdı ve "Sa- bahattin si/inarkadasuıızdı,eserleri Tür- - Gerçekten de öyle. I945'ten bahse- dıyorum kitapta: Fuardaki Açıkhava Ti- yatrosu hınca hınç dolardı. Üsteiik Ma- dama Burferftv; SatılmışNişanlı operala- n oynanıyor: WHder'ın Bizim Şehiroyu- nu oynanıyor. Bunlara ifgı gösteriliyor- du... Şimdiki fiı- arla ilgisi olma- yanbiryerdiora- sı. Ressamlar ve heykeltıraşlar pavyonian yapı- yorlardı... "1945'teSaba- hattin Ali'yi öyle bir dünvanın, deviş yerindeyse, biraz da evcilbirdünyanın içindegöriiyoruz.Ama sonra yine siyasal tutumunda keskinlesi- yor. O dümanın içinde var olamıyor, o dünyaya tanammül mü edemiyor?" - Babam fikirlenne çok bağlı, doğru bildiğı dışında bir şeyle uyusamıyor: uyuşmacı insan değil zaten. Bana da ög- rett'ği ilkecifik zaten. llkeleri dışında ce- reyan edenleri yazı yoluyla eleştiriyor... Uzlaşabilirdı tabii. Uzlaşması için deher türlü fırsat önündeydi. Babam Türki- ye'nin uygarbirülke olmasını istiyordu. Türkiye"yi ileriye götürmek isteyen bir mücadele içindeydi. Korkunç son~ "Sonra o korkunç son geliyor. Kita- bı Sabahattin Ali'nin öldürölüşüyle noktalıyorsun. Va sonra? Annen ve sen, neler yaşadıntz?" - Ondan sonra çok şey yaşandı tabii. çok acı şeyler. Hayatımız her anlarnda al- füst oldu. Maddi ve manevi bir yıkıma düştük. Babamı kaybetmek gerçeğinin dışında. birdeparasız kaldık. hiçbirşey- siz kaldık. Bize son defa gönderdigi bir miktar para vardı. Sonra, babama öden- mesi gereken borçlarvardı. bunlarödefr- medi, kimin borcu olduğu bile ortaya çıkmadı. Tabii ancak eşin dostun yardımıyla ayakta kaldık. Sonra annem çalışma ha- yatına girmek zorunda kaldı. Bir ara di- kişle uğraştı. Daktiloyazmayı bıliyordu, bir süre bazı eserlerin daktiloya geçiril- mesini üstlendi. Sonra Demokrat Parti iktidar olmuştu. Annem o zaman bakan olmuş SametAğaoğlu'naricaetti. Biriki ay devlet dairelerinde çalıştı: derken "Tensikat oWu" dediler. ışten çıkartıldı annem Yine Samet Bey'in aracılığıyla Devlet Istatıstik Enstitüsû'nde çahşma- ya başladı. Oradan emekli oldu. "Sen o sırada okuyBrsün..." - Evet. okuyordum. Ama herşeyde ter- sine birgelişme vardı. Babam Arnavut- köy Kız Koleji'nde okumamı, dışandan piyano dersleri almamı istiyordu. Oysa konservatuvarayarılıgirdim. parasızya- tılı; Ingilizceyi dışandan öğrendim. An- nem çok vefakâr. fedakâr bir kadındı. Sonra dostianmızmyardımlan oldu. Se- nelergeçti... Öyle işte idare ettik. "Belki bunlan da bir gün yazarsın. R- liz Hiç Üzüimesin o kadar etkileyici ya- zılmışki, insan birdenbire edebiyatçı Fi- liz Ali'yle karşdaşıyor." - Bilmem... Içimden geldiği gibi yaz- dım. "Bu acı konulan tekrar konuşturttu- ğum için özür dHerim" diyorum Filiz Ali'ye. Aklımda hep Filiz Hiç Üzülme- sin'den bu söyleşiye almtıladığım bö- lüm... "Ne kadar bunal&cı bir vaz b " ' %„) 2 Nisan 1948, Sabahattin Ali ki- tap okurken öldürülmüş ve öldüğü yer- de,ders vatağında öylece bırakıimış. Ba- bamdan haber alamamamıza annemi çoktedirginetmiyor,Rasıh Nun İlerieliy- legönderdigi mekrupta babam Bu mek- tubu aldığın zaman ben Italya, Fransa veya Ingiltere'de olacafım. Filiz'in oku- lu bitince sizi yanıma aldıracağım...' de- diğine göre meraklanacak bir şey yok. Ben haziranda Mimar Kemal İlkoku- lu'nu bitiriyorum. Diploma törenimiz çok güzei geçjyor. Annemin diktiği pem- be organza tuvaletim ile Johann Stra- uss'un valsleri eşliğinde peri kızları gibi dans ediyorum. Sonra da mifli giysileri- mizfe Tamzara ve Harmandaiı oynuyo- nız. Siikse bin beş yüz. Ne var ki ilk kez yaztatiliniAnkara 'da geçiriyoruz. IVeka- dar bunaltıcı bir yaz bu._ Şonbaharda Ankara KızLisesıM ne kav- dınıı yaptınyor annem. Babamdan hâlâ haberyok. Okuidaözellikle İngilizceder- simçokhi,hocam Lâmia Hanım'abayı- lıyonım. Okulun müdürü Penhan Ha- nım babamın İstanbul Yüksek Muallim Okulu'ndanarkadasLbenikoiluyoroda. Yanılmıyorsam 1949 yılının ocak ayt İngilizce dersi yaparken sınıfa lise 1 dğ- rencisi koşucu Oner Teoman giriyor ve Lâmia Hanım'uı kulagma birşeylerfısıl- dıyor. Gazeteciler gelmiş. avluda beni beküyoriarmış, babamia ilgili bir konu varmıs. Üner Teoman'la avluya çıkıyo- rum. Gazeteciler bana bir şey söyleme- den, anidenfotoğraflanmıçekmeve baş- ltyorlar(™)" ODAK NOKTASI AHIVIET CEMAL Biz, 20. Yüzyılı flJeden Yaşayamadık? Geçen haftakı yazımızda, Türkiye'nin Batılılaşma gi- rişimlerinde model aldığı Avrupa açısından, 19. yüzyı- lın taşıdığı önemi ve bizim toplumumuzun anılan yüz- yılın kimliği karşısındakı konumunu irdelemeye çalış- mıştık. Türkiye. 20. yüzyıla 1 Ocak 1900 günü değil, ama 29 Ekim 1923'le, yanı Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte adım atar. Ataturk un hedefleri bağlamında ise bu gi- rişim, eskı toplum düzeninin yeni kalıplar ıçerisinde sür- dürülmesiyfe sınırlı olmayan, biçımsel bir yönetim de- ğişikliğınin. ulusal ıradenin bir meclis çatısının altında odaklaşmasının çok ötesine uzanan bir çağ dönümü yapısındadır. Öngörülen binncil hedef. her şeyden ön- ce kendi iradesinin vartığının veetkinlığinin bilincineva- racak, böylece kapıkulu benliğinı sıyırıp atacak birey- lerden oluşma bir toplumun yaratılmasıdır. ilk bakışta bu, Batı'nin 19. yüzyılın akışı ıçerisinde ge- ride bıraktığı toplumsaf ve düşünsel aşamalann hiçbi- rini yaşamamış bir teokratik yapı için belkı de düşünü- lebilecek en güçhedeftir; ama epeyönce birbaşka ya- zımızda da belirttığimiz gibi. bir ütopya değildir. Daha doğrusu, Ataturk, öngördüğü hedefterin ütopya olarak kaJmaması için gerekli hemen bütün önlemleri kendi ya- şamı içerısınde yurürlüğe koymuş, koyamadıklannın da ne oldugunu belirlemiştir. Türkıye'dekı cumhuriyet ideolo/isi, gerçekte bir zin- cirin halka/an gibi mutlak anlamda birbırine bağlı bir di- zi girişimden oluşur. Ataturk'ten sonra. zaman içerisin- de Türkiye'nin kimi ilkelerden giderek uzaklaşması. sö- zünü ettiğimiz bu "bırbinne bağlılık" koşulunun -bazen bilinçli olarak.'- goz ardı edilesinın kaçınılmaz sonucu- dur. Ataturk, 20. yüzyıl ile birlikte dünyanın nasıl bir adım attığının ve kendi ülkesınin böyle bir çağa ayak uydu- rabilmesi, çağcıllığı yakalaması için hangi koşullann gerçekleşmesi gerektığinin bilincine, hiç kuşkusuz en- gin tarıh bılgisinin de yardımıyla, çok iyi varmıştı. O'nun böyle bir bilinçle oluşturduğu temel, dogrudan ve ko- şulsuz birbütünsel/îkzeminine dayanır Bu bütünsellik anlayışına göre; Türk toplumu gibi, çeşıtli aianlardaki ilerlemelerbağlamında, ancak yüzyıllarla ölçülebilecek bir zamanı yıtirmiş olan bir toplumun aradaki mesafe- yi kapatabilmesi, ancak bellı noktalarda odaklanmak- la kalmayıp ülkenin heryanmda yaşayan herkese ka- dar uzanan, uzatılması gereken bireğitme ve bilınçlen- dirmesürecıyle olasıdır. Bireşzamanlıltk içerisınde ger- çekleşmesi öngörülmüş bu gırişim çerçevesmde, bir yandan büyük yerfeşım merkezleri, eğitirn kurumlany- (a donatılırken öte yandan eğitim. sözü edılen kurum- lann çogalması için beklemekle vakit yitirilmeksizin, Halkevleri ve Köy Enstitüleri modelleriyle Türk insanı- nın gerçek anlamda ayagına götürülecektir. Yine bu girişımip felsefesı doğrultusunda devlet, 1940'ların Hasan Ali Yücel'lı ve bakanlık bünyesinde oluşturulan Tercüme Bürolu eğı'tim anlayışı bağlamın- da, basılı kâğıda Batı'ya oranla üç yuz yıllık bir gecik- meyle kavuşabilmiş Türk halkına, kitabı devleteliyle su- nacaktır. Bu arada Türk Dil Kurumu ve Türk Taıih Kurumu ara- cılığıyla yeni Türk toplumu. çağcıl kimligıne yenilene- rek, ama bu yenilenmeyi geçmişe yönelik bütunsel bir yadsıma anlayışıyla değıl, kendi geçmışinin heralanda sağlıklı dökümlerıni çıkararak. kendi tarihinin bilincine vararak, bu arada da kimi yerde elemeyi. kimi yerde de -kendi öz değerleri gündeme geldiğınde- sağlıklı bir muhafazakârlığı yontem edinerek kavuşacaktır. Böyle bir tutum ile amaçlanan, belli bir toplumun tarihsel ya- şamının bir döneminın bir sabahmda gözlerinı, kendi- sine ansızm yabancı/aşmış, içinde ancak iyi kötü ayrı- mını yapmaksızın geçmişe dönme isteği uyandırmaya elverişli bir dunyada açmasını engellemektır. Cumhuriyet ideolojısınin temel taşlanndan olan halk- çılık ilkesı ise yukarıda sözu edılen bütünselliğin belki de en yetkin özetıdir. Atatürk'ün ölümünden, özellıkle de ellili yıllardan sonra giderek eskitilmeye, içerik bağ- lamında yozlaştırılmaya ve saptırılmaya başlanan halk- çılık, gerçekte demokrasi kavramının en özlü anlatı- mından, devletın ve onun, başta parlamento olmak üzere, bütün kurumlannın, ancak halkı için varolabildi- ği ölçüde haklı birvarlık gerekçesine kavuşabılecegi dü- şüncesınin açıkça dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Türkiye, ellili yıllann ortalarından başlayarak düşün- ce ve anlayış düzleminde 20. yüzyılın dışına çıkmaya koyulur. Halkçılık ilkesı yerinı, halkı temsil etmek için se- çilenlerin çoğunluğunun kendilerini bırseçkinlertoplu- luğu olarak algılamalarına bırakır. Birzamanlann bilinç- li bireyler yetiştırmeye yönelik girışımlerin yenni, Türk insanını düşündürtmemeye, yalnızca seçkinler toplu- luğuna veonlann tartışılmaz buyruklanna boyun eğdirt- meye, "fazla" bilinçli ve eteştirel olması asla istenme- yen kitleden biri kılmaya yönelik bir tutum alır. Ata- türk'ün, kendi döneminde Almanya'dan aynlmak zo- runda kalan en değerli bilim adamlarını davet ederek, her şeyden önce nitehğine titizlik gösterdiğini kanıtla- dığı yükseköğretim kurumlan, seçim meydanlannın va- at macunlanna ındirgenır. Ve bu arada geniş kitleler bi- finçlendirilecek yerde. Batı'da yüzde biri hükümetlerin düşmesine yol açacak yolsuzluk iddialarıyla karşılaşan yüksek düzeydeki yetkililerin bütün yapıp ettiklerini hazmedecek kadar körleştırılir. Aydınlar konusuna gelince, kırklı ve ellili yıllann ger- çekçi, hep kendisini de eğıtmek istediği halktan biri sayan, aldığını toplumuna önce karşılığını hesaplamak- sızın yansıtmayı görev edinmiş cumhuriyet aydını. ye- rini giderek çevresine dikkatle bakmak zahmetine bile girmeyen. bu yüzden ulkesinin yirminci yüzyılı yaşadı- ğını varsayabılen, çoğunlukla yabancı afınMaryapmak- la sınırlı çabalarını hep böyle yanlış bir varsayımın te- me/ine dayandıran. bu arada fırsat buldukça kendi "seçkinliğini" vurgulamayı da doğal işlevinin bir parça- sı sayan. gerçek anlamda yapay bir kitleye bırakır. Bu tablosuyla Türkiye, takvim bağlamında iki binli yıf- lara adım atmaya hazırlanırken gerçekte şu anda için- de bulunduğu yüzyılı yaşamakta basansızlığa uğramış bir ülkedir. Ve bu gerçek, çıkış noktası yapılmadıkça, ülkemizde yanlış varsayımlann ötesine geçilebilmesi deolası değildir... Ingman Bergman'a ödüf STOCKHOL.VI (Cumhuriyet) - Isveçli sınema yönetmeni. yazar ve tı\atrocu Ingmar Bergman'a 200 bın dolar tutanndaki "The Dorothv and Lilian Gısh Ödülü" verildi. Ödül çekmi. Bergman'ın Norveçli sınema q>"uncusu ve yazar Li\ Lllmann'dan olan kızı Linn Ullmann. çarşamba günü Nevv York'ta aldı. 1993'te 99yaşında ölen Lilian Gısh tarafmdan oluşturulan ödü! her yıl. "Dünya güzelliğıne üstün bir şekilde hızmet eden ve msanlıgın eğlenmesıne ve yaşamı anlamasına katkıda bulunan birkisiye" veriliyor. Ingmar Bergman. Stockholmdeki Dram Tivatrosu'nda VV'itold Gombrovvıcz'ın oyunu "Yvonne'u sahneve koymakta olduğu için gelemedığim açıkladı. IVoöerin vasiyetnamesi pul oluyor STOCKHOLıM (Cumhuriyet) - Alfred Nobel tarafmdan 100 yıl önce elyazısıyla yazılan ve bir sayfayı geçmeyen ünlü vasıyetname. pul oluyor. Isveç'te ve Almanya'da basılacak olan pul. Alfred Vobel'in 100. ölüm yıldönümü olan 9 aralıkta. her iki ülkede de aynı anda, tedavüle konulacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle