Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 EKİM 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTÜR 13
GRAMOFON İĞNESİ SELtM İLERİ
"Babamın öiümügerçeğiyleilk kez 19
Haziran 1993 gfinü yüzyüze geldim. Sa-
bahattin Alı 'ye Kırldarelililer sahip çıkı-
yordu. hjrfclareli'nin köyiüsü, kasabab-
sı, okuımışu, okomamışı. askeri, polisi,
eşrafi, fabrikatörü. polirikacısı.öğretme-
ni,öğreneisi, yani kısacası Kırklareu' JıaJ-
kı 1992yılı haziran ayında başlatılan Sa-.
bahattin Ali Günleri'nde bir araya geli-
yor,Sabahattin Ali'yiiçlerinden birianıa
neredeyse bir 'evliya' gibi anıyorlardı.
Sabahattin Ali, KırkJarefi kövlerinin folk-
loruna çoktan girmiş, birhaik kahrama-
nı, bir efsane olmuşf u."
Böyle yazıyor FitizAli. Türk edebiya-
tırun en büyük yazarlanndan biri olan
Sabahattin AJi'yi Kürk Manfolu Ma-
donna romanıyla tanımıştım: iisede öğ-
renciydim. Bu romanj sonralan da, kim-
biiir kaç kezokudum. Sabahattin Ali 'nin
o kadar acı serüveni benim liseli yılla-
nmda bile adeta fısıldaşılarak anlatılır-
dı. Öldüriilmüş oldugu ansiklopedik
kaynaJdarda saklanıyor, yalnızca ölüm
tarihi veriJiyordu.
O zamanlar Sahaflar'da bulduğum ilk
baskı Sırça K6şk bu fırtınalı yazann ba-
şmı yakmış; öyle deniyordu. Cinayete
ilişkin çok değişik, birbiriyle çelişen ta-
nıklıklar dinlemiştim. Öldürülmûş Sa-
bahattin Ali'yi suçlayanfar bile vardı.
Oysa yazdıgı öyküler dikkatle okunsa,
Türk edebiyatında en derin yürek çar-
pıntısıyla karşılaşılır...
Gramofon Jgnesi için Filiz Ali'yle
söyleşiye giderken,
yeniyetmeliğimin,
ilkgençligimingeç-
tiği Teşvikiye'yi
görmüyorgibiydim.
Aklımda I930'lar,
1940'Jar. Ankara,
Jstanbul. Moda ve
\ Sabahattin Ali'nin
inanılmaz merhametiyle açıldıgı o eşsiz
Anadolu hikâyeleri cirit afıyordu. Filiz
Aii'nin can yakıcı bir sadelikle yazmış
oldugu "Füiz HiçÜzülmesin_.''i (Sel Ya-
yıncılık) daha yanm saat Önce bitirmiş-
tim, gözyaşlanm kurumamıştı.
Ilk cümle aklımdan çıkmayacak:
' "Babamın sözünü rurfum ve uzun za-
man hiç ü/üimemiş gibi yapöm."
Önce şu soruyu sormak gerekmiyor
mu: "Ne kadar uzun bir zaman? Bu ki-
tafot bizim için yazjncaya kadar mı?"
- >bk. değil; bu kitabı yazıncaya kadar
degil, Ama belki, bu kitabı yazmaya ka-
rar verirken, yazmayı düşünmeye başla-
dığımdanben... Yavaşyavaş... Duygula-
nraı hep bastırdım çünkü. Kitabı yazma-
ya başladıktan sonra duygulanmı bastı-
ramadım.
"Kıa suskundıır"
"Bu kitabı niçin yazdın? Yefiştiğim,
edebivat çevrelerine girdiğim >ıHar-
da, Sabahattin Ali olayından söz açıl-
dığında, 'KJZI suskundur, bu konularda
konuşmak istemez...' denirdi. Bu kttaba
geiince, şimdi insanı yanbyor."
- Suskunlugun iki nedeni var Selim.
Binncisi. anılanmı galrba uzun süre kim-
seyle paylaşmak ıstemedim. OnJar çok
banaaitti, babamia ikimizeaitti. Yanı an-
latırsam, babamı büsbütiin kaybedece-
ğimi sanıyordum. îkincisi ve daha acısı.
babam !948'deöldürüldükten sonra. za-
ten uzun süre susmak, birçok şeyi söy-
lememekzorundaydık. Buzorunlususuş
da bir suskunluğa dönüşecekti.
"Sanınm devrin siyasal furumu, siya-
sal baskı da, sizu seni ve aiieni sessiziiğe
yönehmişti™''
- Birçok sebepten ötürü... Bu sebepler
arasında siyasal olan başı çekiyor Ama
çok daha karmaşık. Kimse beni susmam
için zorlamıyordu. Ailem içinde, baba-
mın dostfan arasındakimse böyle bir şey
istemiyor, talepermiyordu. Ama susulu-
yordu. Çok acı bir şey; "Babanın Idm ol-
dugunusöyJeme". diyorlardı. Bunu söy-
lemek zorundaydılar. Hatta hiç unuta-
madığım rrajikomik bir anım var: Kon-
servatuvara gittigim yıllarda biryaz. Ha-
letÇambeTierin Arnavutköyü'ndeki ev-
lerinde kahyordum; pıyano çalısmak ge-
rekiyordu, evde piyano olmadıgından
her gün bir başka e\e gidip çalışıyor-
dum. Piyanolu eve birgün bir Ingiliz kı-
zı geldi, Halet Abla "S«ı bunu gezdir",
dıyegöre\- verdi. Bir gün birsebeple bu
kızı Bülent Davran'ın annesine götür-
• düm. Bülent Davran'ın annesi bana,
"Babanız kim kızun'"diye sordu. Birden
ne dıyecefimi şaşırdım, iile bir edebı-
yatçı adı vermem gerekti|ini düşündüm
ve "Cenap Şahabettin'in laavinu." de-
dim. Tabiı kadın alay ettiğimi sandı.
Böyleydi o günler.
"Kitabı>azjşserüvenin neoJdu?Fot(^-
raflan tekrar çıkardm. onlar herhalde
sana bambaşka çağnşunlarla geldL"
- Fotograflan hiç yanımdan ayırma-
dım. Ama bu kez başka bir duyguyla
yaklaştım. O güne kadar içe artıklanmı
artık dışa vurmam gerekiyordu. O göz-
le baktım...
"DiyorsunJd: 'Babam, Kodak marka-
lı fotograf makınesi ile bu yürüyüşleri
tespit eder. Zaten eline geçen her firsat-
ta sadece eşin dostun degil, lokomotif.
kafnı, doga, köprü, köylüler, ne olursa,
ilgisıni çeken hercanlı vecansızın fotoğ-
rafını çekerdi. Körükiü Kodak'ın otoma-
tik çekme marifeti de olduğundan toplu
ve solo fotolar ile kendini de belgelemiş-
tı S. Ali." Ben deçocukluğumu ve baba-
mın tıpatıp bövfe fotoğraflannı hadrla-
dım. Ama senin maceran o kadar başka
biracıkL."
- Fotograflara tekrar tekrar baktıkça o
bastınlmış duygulan yazmam gerekti-
ğini anladım. Yazarken bir tür deşarj ol-
şusu Öne çrkıyordu. Çocukluğumdan bu
ı-ana benim için birer teseili olan, hep iç
çe yaşadığım fotoğraflar şimdi sanki
lenden a>nlacaklardı... Çûnkü babamı
e zaman özlesem. ben hep o fotoğraf-
ıra bakardım. Öziemek, ogünlere dön-
lek de değil. Babamı yaşamak istedi-
m vakit o fotoğraflara bakardım. Bir
:rde, bir anlarnda yazarak kurtulmak
ı istiyordum.
irayduıadam
"Şimdi Sabahattin Aii'nin soykiitii-
ne uzanıyorsun. 'Nene'ninfotografi,
»ükanneninfofograflanjgcçınijebak-
kiye'nin bugünkü birazdaha değişik or-
tamında yayımlanabilir belki»." dedi.
Annem dirayetlı bir kadındır. Yaşar Na-
bi Bey de olumlu baktı.
"Ama oyıllarda bile 'Sırça Köşk' öy-
kü-masalı yayımlanmadı gaiiba_"
- Evet, yayınlanmadı. Varlık baskıla-
nnda yokrur, sonra Bilgi Yayınevi'nın
baskısında kitabın adı değiştirilmiştir.
Ancak Cem Yaymevi'ndeki baskıda Sır-
ça Köşk kitabı bütünüyle yayımlanabil-
di. Endişe duyuldu, çekinildi. Düşün, in-
sanlann ıçine negarip bir korku salınmış
ki, "Sırça Köşk" gibi bir masaldan otuz.
kırk yıl korkuluyor.
"Ptki,buacımacerayadönüpbaktığın
vakit, Türkiye'yi bugûn ilerlemiş mi gö-
rüyorsun, nasıl değeriendiriyorsun?"
- Türkiye birçok bakımdan ilerlemiş
olabilir. Kafa. akıl. duyariık. sanat, kül-
tür açısından Türkiye'nin ilerlediğini
söyleyebilmek biraz zor. Ne var ki şun-
lan konuşabilmek, gündeme getirmek
de önemli.
"Kitap bu bakımdan iiginç gösterge-
lerle dolu. Sözgelimi bir İzmir Fuan an-
latıyorsun. Bugün çalgı çengiden ibaret
kalmış İzmir Fuan o yıllarda banıbaş-
Sona doğnı Filiz, A/iye ve Sabahattin 1947 yı/ında.
FiBzAli'ninaaya
Filiz ile babası 1943 sonbahannda baJkonda
tığımızda Sabahattin Aii'nin pek öyie
burjuva biraiiedengelmediği anlaşılıyor.
Ama senin vazdıklann da belgelnor,çok
gdişkin, kent uygarbğına yatkın bir in-
san. Bu gelişmenin sırtannı nasıl açıkla-
malıyız?"
- Aslında babam tipik bir burjuva da
defildi, mesela bizim evde eşyaya, mo-
bilyaya bir bağlılık yoktu, öyle düzenler
yoktu. Kitap vardı. ama şu bu yoktu. Bur-
juva zevkine sıgarsa, babam kaliteye
önem verirdı.Sanınm babasının etkisi ol-
muştur. Birde Almanya yolculuğu. Ger-
çi birbuçukyı) kalmış, amaonyıllık et-
kisi olmuş. Çocukluğumda önüme dızip
baktıf ım kartpostallar vardı, babam Al-
manya"dan getirmiş. bunlar hep yazar
portreleriydi. Böyle zevkleri, böyle me-
raklan vardı. Biraydınınyasama biçimi-
neaçıktı. Bilgi merakı vardı. Mesela bi-
yolojiye merak sarardı. hayvanlarâlemi-
ne merak sarardı, Afrika... Ciltcilt kitap-
lar alırdı. Bana gösterir. birlikte okur-
duk. Ben, o senelerde. babama benzeyen
pek başka insan tanımadtm.
"Şimdi. ilk kitabına vcrdiği ad bile is-
yankâr: Dağlar ve Rüzgâr. Pastoral bir
izJenim bırakıyor ama. ruhaf.firtınalıbir
şey de var. Bir anarşizm, baş tanımaziık.
rVe var ki senin anıiannda baban. hasta
Filiz'in ipek böcekJeri, tırtıllan için dut
yapraklan topJuyor™"
- Babam aslmda çok sevecen birinsan-
dı. Ben evimizde hiç kavga. gürültü pa-
tırtı harırlamam. Şakacıydı, yakın çevre-
sini çok güldürürdü. Hırçmlığı hemen
hiç yoktu. Ama yazarlık, ilkeiere bağlı-
lık başka birşey. Inanmadığı işler karşı-
sında isyankârdı, yazarken sivridilliydi.
Yerden yere çarpıyordu. Bu da bazı in-
sanlann fena halde hırpalanmasına yol
açmış olmalı. Çünkü Sabahattin Ali'yle
cıddi şekilde ugraşıimıştır.
"Kitabında çok iyi belirtmişsin. Bir
yandan ileriemek. aydınlanmak iste\cn
bir Türkiye söz konusu. Bu. fotoğraflar-
dakisos>al vapıdan da yansıyor. Biryan-
dan da akılaimazbaskılar kuruiuyor. Tu-
hafçelişkiler. Sabahattin Ali cezalandırı-
lıyor,haksız>ere: sonrabakıyorsun,Carl
Ebert'le birlikte çafışıyor. Ebert, yıllar
sonragördüğündebaban için nelcranlat-
- Bir defa babamia çok yakın dostluk
kurmuş. Birbirlerine "sen" diye hıtap
edecek kadar. Carl Ebert de çok acı çek-
mis bir adam: Nazi Almanyasrndan çı-
kıp gitmek durumunda kalıyor, Ameri-
ka'ya gıdecek. sonra savaş kaderini de-
ğiştiriyor ve Türkiye'ye geliyor. Bir tür
sürgün ömrii içinde. Sanınm bu yüzden
babamın başına geleni çok iyi hissede-
bilıyordu. Ankara"da birlikte çalıştıkla-
nnda uyum sağlamışlar..
Küçük Filiz
Ali'yi de daha yakından tanıma fırsatı
buluyoruz. Küçük Filiz'in kendikendine
yetebilenbirdünyası \ar.Hatta yalnızbir
çocuk. Alman eğirimini öngören Saba-
hattin Ali. Bir yanda disiplin. bir yanda
özgürlülc. Başka çocuklargibi yetisme-
digin için memnun musun?"
- Elbette memnunum. Babam \e an-
nem beni kuvvetli bir insan olmaya ha-
zırlıyorlardı. Bu eğitimden geçmesey-
dim. sonradan yasananlara katlanmam
mümkün olmayacaktı. Yetiştiriliş tarzı-
nın acıya dayanmamda büyük etkisi ol-
du. Adeta beni haztrlıyordu babam... Ay-
nca sıkı bir disiplin de değildi, sevımlı
birdisiplindi.
"Biraz da o günierin dümasına baka-
Iım.Çoksevdiğim, hiçdüşünmemişoldu-
ğum.sosyolojikbirsaptayrmın \ar. Di>wr-
sun ki: "Ankara evlerinde telefon olma-
dığı o günlerde herkesin e\ ine çat kapı
• Suskunluğun
iki nedeni var
Selim. Binncisi,
anıJanmı galiba
uzun süre
kimseyle
paylaşmak
istemedim. Onlar
çok bana airti,
babamia ikimize
aitti. Yâni
anlatırsam,
babamı büsbürün
kaybedeceğimi
sanıyordum.
îkincisi ve daha
acısı, babam
1948ye
öldürüidükten
sonra, zaten uzun
süre susmak,
birçok şeyi
söylememek
zorundaydık. Bu
zorunlu susuş da
bir suskunluğa
dönüşecekti.
• Babam aslmda
çok sevecen bir
insandı. Ben
evimizde hiç
kavga, güriiltü
patırdı
hatırlamam.
Şakacıydı. yakın
çevresini çok
güldürürdü.
Hırçınlığı hemen
hiç yoktu. Ama
yazarlık, ilkeiere
bağlılık başka bir
şey. İnanmadığı
işler karşısmda
isyankârdı,
yazarken
sivridilliydi.
Yerden yere
çarpıyordu.
gidilmesı adertendi.' Gerçekten biz de
Cihangir'dcotururken.öyle misafirlikler
olurdu."
- E\et. öyle misafirlikler vardı. Ak-
şam yemeğınden sonra misafirliğe gidi-
lir. çay, şerbet. akide şekeri ikram edilir,
kahve ikram edilir. îçki miçki, öyle şey-
ler yok.
Yalnız işîe. yazdıfım gibi, bazen \ot-
kayla vermut ikram edilirdi; yabancıiar
haberli gelirlerdi, o zaman votkayla ver-
mut kanşrınhp martini gibi birşey yapı-
lırdı, fmdık fıstık alınırdı... Yemeğege-
len misafirler daha çok edebiyatçılardı;
Orhan Veli'yi. Samet Agaoglu'nu hatır-
lıyorum mesela. O zaman meze tarzı bir
şeyleryapılırdı. Yani herşeyin açgöziü-
lükten uzak olduğu bir dönemdi, ufak
şeyîerle yetinilir. bundan yüksünülmez-
di.
"Ama bu sakin. nıutlu gözüken dünya
gitgide çökecck,Sabahattin Alidû'şünce-
leri dolavısıvla yıkımdan yıkıma sürük-
lenecek. Sonra o korkunç son... Bunlan
konuşmak istemivorum ama, çevreniz-
deki insanlar neyaptılar? Osondan son-
ra?"
- Bürün yakın dostianmızbızimle bağ-
lannı sürdürdüler. Yakın olmayanlarkaç-
tılar. Bizi görmezden geldiîer. Onlann
hayatlannda Sabahattin Ali olayının izi
olmadı. Ama, Ankara'daki dost grubu,
birlikte yürüyüse çıktığımız Cevdet
Kudret'Ier, YasarNabilerbağlarını ko-
rudular.
"Babanın eserleri uzun yılar gözden
ırak rutuidu,basılamadı.Sonra benim li-
seyıUarımdaVarfakVavınevi,Sabanattin
Ali">i yeniden yayımiamaya başladı. Bu
nasıloldu?"1
- I965'e kadar kitaplaryayımlanama-
dı. Sonra annemin çabasıyla... Annem
Yaşar Nabi Bey "e mektup yazdı ve "Sa-
bahattin si/inarkadasuıızdı,eserleri Tür-
- Gerçekten de öyle. I945'ten bahse-
dıyorum kitapta: Fuardaki Açıkhava Ti-
yatrosu hınca hınç dolardı. Üsteiik Ma-
dama Burferftv; SatılmışNişanlı operala-
n oynanıyor: WHder'ın Bizim Şehiroyu-
nu oynanıyor. Bunlara ifgı gösteriliyor-
du... Şimdiki fiı-
arla ilgisi olma-
yanbiryerdiora-
sı. Ressamlar ve
heykeltıraşlar
pavyonian yapı-
yorlardı...
"1945'teSaba-
hattin Ali'yi öyle
bir dünvanın, deviş yerindeyse, biraz da
evcilbirdünyanın içindegöriiyoruz.Ama
sonra yine siyasal tutumunda keskinlesi-
yor. O dümanın içinde var olamıyor, o
dünyaya tanammül mü edemiyor?"
- Babam fikirlenne çok bağlı, doğru
bildiğı dışında bir şeyle uyusamıyor:
uyuşmacı insan değil zaten. Bana da ög-
rett'ği ilkecifik zaten. llkeleri dışında ce-
reyan edenleri yazı yoluyla eleştiriyor...
Uzlaşabilirdı tabii. Uzlaşması için deher
türlü fırsat önündeydi. Babam Türki-
ye'nin uygarbirülke olmasını istiyordu.
Türkiye"yi ileriye götürmek isteyen bir
mücadele içindeydi.
Korkunç son~
"Sonra o korkunç son geliyor. Kita-
bı Sabahattin Ali'nin öldürölüşüyle
noktalıyorsun. Va sonra? Annen ve
sen, neler yaşadıntz?"
- Ondan sonra çok şey yaşandı tabii.
çok acı şeyler. Hayatımız her anlarnda al-
füst oldu. Maddi ve manevi bir yıkıma
düştük. Babamı kaybetmek gerçeğinin
dışında. birdeparasız kaldık. hiçbirşey-
siz kaldık. Bize son defa gönderdigi bir
miktar para vardı. Sonra, babama öden-
mesi gereken borçlarvardı. bunlarödefr-
medi, kimin borcu olduğu bile ortaya
çıkmadı.
Tabii ancak eşin dostun yardımıyla
ayakta kaldık. Sonra annem çalışma ha-
yatına girmek zorunda kaldı. Bir ara di-
kişle uğraştı. Daktiloyazmayı bıliyordu,
bir süre bazı eserlerin daktiloya geçiril-
mesini üstlendi. Sonra Demokrat Parti
iktidar olmuştu. Annem o zaman bakan
olmuş SametAğaoğlu'naricaetti. Biriki
ay devlet dairelerinde çalıştı: derken
"Tensikat oWu" dediler. ışten çıkartıldı
annem Yine Samet Bey'in aracılığıyla
Devlet Istatıstik Enstitüsû'nde çahşma-
ya başladı. Oradan emekli oldu.
"Sen o sırada okuyBrsün..."
- Evet. okuyordum. Ama herşeyde ter-
sine birgelişme vardı. Babam Arnavut-
köy Kız Koleji'nde okumamı, dışandan
piyano dersleri almamı istiyordu. Oysa
konservatuvarayarılıgirdim. parasızya-
tılı; Ingilizceyi dışandan öğrendim. An-
nem çok vefakâr. fedakâr bir kadındı.
Sonra dostianmızmyardımlan oldu. Se-
nelergeçti... Öyle işte idare ettik.
"Belki bunlan da bir gün yazarsın. R-
liz Hiç Üzüimesin o kadar etkileyici ya-
zılmışki, insan birdenbire edebiyatçı Fi-
liz Ali'yle karşdaşıyor."
- Bilmem... Içimden geldiği gibi yaz-
dım.
"Bu acı konulan tekrar konuşturttu-
ğum için özür dHerim" diyorum Filiz
Ali'ye. Aklımda hep Filiz Hiç Üzülme-
sin'den bu söyleşiye almtıladığım bö-
lüm...
"Ne kadar bunal&cı bir vaz
b " '
%„) 2 Nisan 1948, Sabahattin Ali ki-
tap okurken öldürülmüş ve öldüğü yer-
de,ders vatağında öylece bırakıimış. Ba-
bamdan haber alamamamıza annemi
çoktedirginetmiyor,Rasıh Nun İlerieliy-
legönderdigi mekrupta babam Bu mek-
tubu aldığın zaman ben Italya, Fransa
veya Ingiltere'de olacafım. Filiz'in oku-
lu bitince sizi yanıma aldıracağım...' de-
diğine göre meraklanacak bir şey yok.
Ben haziranda Mimar Kemal İlkoku-
lu'nu bitiriyorum. Diploma törenimiz
çok güzei geçjyor. Annemin diktiği pem-
be organza tuvaletim ile Johann Stra-
uss'un valsleri eşliğinde peri kızları gibi
dans ediyorum. Sonra da mifli giysileri-
mizfe Tamzara ve Harmandaiı oynuyo-
nız. Siikse bin beş yüz. Ne var ki ilk kez
yaztatiliniAnkara 'da geçiriyoruz. IVeka-
dar bunaltıcı bir yaz bu._
Şonbaharda Ankara KızLisesıM
ne kav-
dınıı yaptınyor annem. Babamdan hâlâ
haberyok. Okuidaözellikle İngilizceder-
simçokhi,hocam Lâmia Hanım'abayı-
lıyonım. Okulun müdürü Penhan Ha-
nım babamın İstanbul Yüksek Muallim
Okulu'ndanarkadasLbenikoiluyoroda.
Yanılmıyorsam 1949 yılının ocak ayt
İngilizce dersi yaparken sınıfa lise 1 dğ-
rencisi koşucu Oner Teoman giriyor ve
Lâmia Hanım'uı kulagma birşeylerfısıl-
dıyor. Gazeteciler gelmiş. avluda beni
beküyoriarmış, babamia ilgili bir konu
varmıs. Üner Teoman'la avluya çıkıyo-
rum. Gazeteciler bana bir şey söyleme-
den, anidenfotoğraflanmıçekmeve baş-
ltyorlar(™)"
ODAK NOKTASI
AHIVIET CEMAL
Biz, 20. Yüzyılı flJeden
Yaşayamadık?
Geçen haftakı yazımızda, Türkiye'nin Batılılaşma gi-
rişimlerinde model aldığı Avrupa açısından, 19. yüzyı-
lın taşıdığı önemi ve bizim toplumumuzun anılan yüz-
yılın kimliği karşısındakı konumunu irdelemeye çalış-
mıştık.
Türkiye. 20. yüzyıla 1 Ocak 1900 günü değil, ama 29
Ekim 1923'le, yanı Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte
adım atar. Ataturk un hedefleri bağlamında ise bu gi-
rişim, eskı toplum düzeninin yeni kalıplar ıçerisinde sür-
dürülmesiyfe sınırlı olmayan, biçımsel bir yönetim de-
ğişikliğınin. ulusal ıradenin bir meclis çatısının altında
odaklaşmasının çok ötesine uzanan bir çağ dönümü
yapısındadır. Öngörülen binncil hedef. her şeyden ön-
ce kendi iradesinin vartığının veetkinlığinin bilincineva-
racak, böylece kapıkulu benliğinı sıyırıp atacak birey-
lerden oluşma bir toplumun yaratılmasıdır.
ilk bakışta bu, Batı'nin 19. yüzyılın akışı ıçerisinde ge-
ride bıraktığı toplumsaf ve düşünsel aşamalann hiçbi-
rini yaşamamış bir teokratik yapı için belkı de düşünü-
lebilecek en güçhedeftir; ama epeyönce birbaşka ya-
zımızda da belirttığimiz gibi. bir ütopya değildir. Daha
doğrusu, Ataturk, öngördüğü hedefterin ütopya olarak
kaJmaması için gerekli hemen bütün önlemleri kendi ya-
şamı içerısınde yurürlüğe koymuş, koyamadıklannın
da ne oldugunu belirlemiştir.
Türkıye'dekı cumhuriyet ideolo/isi, gerçekte bir zin-
cirin halka/an gibi mutlak anlamda birbırine bağlı bir di-
zi girişimden oluşur. Ataturk'ten sonra. zaman içerisin-
de Türkiye'nin kimi ilkelerden giderek uzaklaşması. sö-
zünü ettiğimiz bu "bırbinne bağlılık" koşulunun -bazen
bilinçli olarak.'- goz ardı edilesinın kaçınılmaz sonucu-
dur.
Ataturk, 20. yüzyıl ile birlikte dünyanın nasıl bir adım
attığının ve kendi ülkesınin böyle bir çağa ayak uydu-
rabilmesi, çağcıllığı yakalaması için hangi koşullann
gerçekleşmesi gerektığinin bilincine, hiç kuşkusuz en-
gin tarıh bılgisinin de yardımıyla, çok iyi varmıştı. O'nun
böyle bir bilinçle oluşturduğu temel, dogrudan ve ko-
şulsuz birbütünsel/îkzeminine dayanır Bu bütünsellik
anlayışına göre; Türk toplumu gibi, çeşıtli aianlardaki
ilerlemelerbağlamında, ancak yüzyıllarla ölçülebilecek
bir zamanı yıtirmiş olan bir toplumun aradaki mesafe-
yi kapatabilmesi, ancak bellı noktalarda odaklanmak-
la kalmayıp ülkenin heryanmda yaşayan herkese ka-
dar uzanan, uzatılması gereken bireğitme ve bilınçlen-
dirmesürecıyle olasıdır. Bireşzamanlıltk içerisınde ger-
çekleşmesi öngörülmüş bu gırişim çerçevesmde, bir
yandan büyük yerfeşım merkezleri, eğitirn kurumlany-
(a donatılırken öte yandan eğitim. sözü edılen kurum-
lann çogalması için beklemekle vakit yitirilmeksizin,
Halkevleri ve Köy Enstitüleri modelleriyle Türk insanı-
nın gerçek anlamda ayagına götürülecektir.
Yine bu girişımip felsefesı doğrultusunda devlet,
1940'ların Hasan Ali Yücel'lı ve bakanlık bünyesinde
oluşturulan Tercüme Bürolu eğı'tim anlayışı bağlamın-
da, basılı kâğıda Batı'ya oranla üç yuz yıllık bir gecik-
meyle kavuşabilmiş Türk halkına, kitabı devleteliyle su-
nacaktır.
Bu arada Türk Dil Kurumu ve Türk Taıih Kurumu ara-
cılığıyla yeni Türk toplumu. çağcıl kimligıne yenilene-
rek, ama bu yenilenmeyi geçmişe yönelik bütunsel bir
yadsıma anlayışıyla değıl, kendi geçmışinin heralanda
sağlıklı dökümlerıni çıkararak. kendi tarihinin bilincine
vararak, bu arada da kimi yerde elemeyi. kimi yerde de
-kendi öz değerleri gündeme geldiğınde- sağlıklı bir
muhafazakârlığı yontem edinerek kavuşacaktır. Böyle
bir tutum ile amaçlanan, belli bir toplumun tarihsel ya-
şamının bir döneminın bir sabahmda gözlerinı, kendi-
sine ansızm yabancı/aşmış, içinde ancak iyi kötü ayrı-
mını yapmaksızın geçmişe dönme isteği uyandırmaya
elverişli bir dunyada açmasını engellemektır.
Cumhuriyet ideolojısınin temel taşlanndan olan halk-
çılık ilkesı ise yukarıda sözu edılen bütünselliğin belki
de en yetkin özetıdir. Atatürk'ün ölümünden, özellıkle
de ellili yıllardan sonra giderek eskitilmeye, içerik bağ-
lamında yozlaştırılmaya ve saptırılmaya başlanan halk-
çılık, gerçekte demokrasi kavramının en özlü anlatı-
mından, devletın ve onun, başta parlamento olmak
üzere, bütün kurumlannın, ancak halkı için varolabildi-
ği ölçüde haklı birvarlık gerekçesine kavuşabılecegi dü-
şüncesınin açıkça dile getirilmesinden başka bir şey
değildir.
Türkiye, ellili yıllann ortalarından başlayarak düşün-
ce ve anlayış düzleminde 20. yüzyılın dışına çıkmaya
koyulur. Halkçılık ilkesı yerinı, halkı temsil etmek için se-
çilenlerin çoğunluğunun kendilerini bırseçkinlertoplu-
luğu olarak algılamalarına bırakır. Birzamanlann bilinç-
li bireyler yetiştırmeye yönelik girışımlerin yenni, Türk
insanını düşündürtmemeye, yalnızca seçkinler toplu-
luğuna veonlann tartışılmaz buyruklanna boyun eğdirt-
meye, "fazla" bilinçli ve eteştirel olması asla istenme-
yen kitleden biri kılmaya yönelik bir tutum alır. Ata-
türk'ün, kendi döneminde Almanya'dan aynlmak zo-
runda kalan en değerli bilim adamlarını davet ederek,
her şeyden önce nitehğine titizlik gösterdiğini kanıtla-
dığı yükseköğretim kurumlan, seçim meydanlannın va-
at macunlanna ındirgenır. Ve bu arada geniş kitleler bi-
finçlendirilecek yerde. Batı'da yüzde biri hükümetlerin
düşmesine yol açacak yolsuzluk iddialarıyla karşılaşan
yüksek düzeydeki yetkililerin bütün yapıp ettiklerini
hazmedecek kadar körleştırılir.
Aydınlar konusuna gelince, kırklı ve ellili yıllann ger-
çekçi, hep kendisini de eğıtmek istediği halktan biri
sayan, aldığını toplumuna önce karşılığını hesaplamak-
sızın yansıtmayı görev edinmiş cumhuriyet aydını. ye-
rini giderek çevresine dikkatle bakmak zahmetine bile
girmeyen. bu yüzden ulkesinin yirminci yüzyılı yaşadı-
ğını varsayabılen, çoğunlukla yabancı afınMaryapmak-
la sınırlı çabalarını hep böyle yanlış bir varsayımın te-
me/ine dayandıran. bu arada fırsat buldukça kendi
"seçkinliğini" vurgulamayı da doğal işlevinin bir parça-
sı sayan. gerçek anlamda yapay bir kitleye bırakır.
Bu tablosuyla Türkiye, takvim bağlamında iki binli yıf-
lara adım atmaya hazırlanırken gerçekte şu anda için-
de bulunduğu yüzyılı yaşamakta basansızlığa uğramış
bir ülkedir. Ve bu gerçek, çıkış noktası yapılmadıkça,
ülkemizde yanlış varsayımlann ötesine geçilebilmesi
deolası değildir...
Ingman Bergman'a ödüf
STOCKHOL.VI (Cumhuriyet) - Isveçli sınema
yönetmeni. yazar ve tı\atrocu Ingmar Bergman'a 200
bın dolar tutanndaki "The Dorothv and Lilian Gısh
Ödülü" verildi. Ödül çekmi. Bergman'ın Norveçli
sınema q>"uncusu ve yazar Li\ Lllmann'dan olan kızı
Linn Ullmann. çarşamba günü Nevv York'ta aldı.
1993'te 99yaşında ölen Lilian Gısh tarafmdan
oluşturulan ödü! her yıl. "Dünya güzelliğıne üstün bir
şekilde hızmet eden ve msanlıgın eğlenmesıne ve
yaşamı anlamasına katkıda bulunan birkisiye" veriliyor.
Ingmar Bergman. Stockholmdeki Dram Tivatrosu'nda
VV'itold Gombrovvıcz'ın oyunu "Yvonne'u sahneve
koymakta olduğu için gelemedığim açıkladı.
IVoöerin vasiyetnamesi pul oluyor
STOCKHOLıM (Cumhuriyet) - Alfred Nobel
tarafmdan 100 yıl önce elyazısıyla yazılan ve bir
sayfayı geçmeyen ünlü vasıyetname. pul oluyor.
Isveç'te ve Almanya'da basılacak olan pul. Alfred
Vobel'in 100. ölüm yıldönümü olan 9 aralıkta. her iki
ülkede de aynı anda, tedavüle konulacak.