Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
290CAK1995PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
CÜNDEMDEKİ KONU/ ANNELER CÜNÜ
ONAT KUTLAR
0 zamanlar Antep'te çarşılar uzun,
sokaklar dar ve dolaşık, kilerler dolu,
kışlalar boş, yaşam ağırdı.
1915 yılında, kentin müftüsü Kürt
asıllı Hacı Osman Efendi'nin, yanan
bir evin pencerelerinden atlas yatak
örtülerine sararak Keder Hanım'la
kızını kurtardığı gâvur vurgunu gün-
lerinden birinde, bir kiz torunu daha
doğdu.
Baba Mustafa Efendi, kızının kula-
ğına üç kez, tekbirle bırlıkte adım ba-
ğirdı: Asiye!
Ben o evı de avlusunu da iyi bili-
rim. Ortasındaki delikten nedense
kûkürt kokulu san san bir toz çıkan
rnermer sütun başlıklanndan birine
.oturup akşamın olmasını beklediğim
o avluyu. Adına "kane" denilen ve
evden eve dolaşan akarsuyla dolu
mermer havuzun yanında akşamsefa-
lan ve safranlar açar, duvara sanlmış
yasemin ağacının kokusu zeytin ve
gübre kokusuna kanşırdı.
Gdenekler bir yazgı gibi
O evde bir üzüm tanesı gibi büyü-
dü. Güneş, rüzgâr ve zamanla olgun-
laşarak. O devirde çocuklar öyle bü-
yürdü.
tlk hatırladığı şeylerden biri, üst
kattaki büyük odanın ortasında koca-
man bir top mermisi. Savaş, zamanın
ağır ve kılli tarlasinı kanlı izlerle sû-
riip duruyordu.
Ama bence gene de içinde bir par-
ça sevinç olmalı. Çünkü tüm yıkıma,
kan, gözyaşı ve yoksulluğa karşın
Antepliler tek başlanna verdıklen sa-
vaşın gururunu taşıyorlardı.
Odanın ortasında pencereleri par-
çalayıp girmiş bir top mermisi. Kapı-
lar kınk, eşyalar ya kayıp ya parça-
lanmış, kilerler bomboş, avludaki
ağaçlar bile yanmış. Ama gene de
evin. sokağın kentin havasında bir
zafer duygusu.
Mahalle mektebinde Ayşe Ho-
ca'dan Kuran. Ihmihal, Ahmediye,
Muhammediye öğrenip "hıfzederek"
eğitim gördü. Mektep dedikleri şey,
yontulmuş havara taşından tek gözlü
bir binaydı. Yerde hasınn ûstüne diz
çökmüş çocuklar sallanır dururlardı.
ılkokul, o yıllann karanlık anılannı
çok fazla değiştırmiyor. Eğitim he-
nûz çok Osmanlıydı.
Savaşlara, işgallere, isyanlara, kı-
yımlara karşın yaşam, yüzlerce yılın
ağır tortusunu taşıyor; gelenekler bir
yazgı gibi bastınyordu.
Degjşiınbaşladı
Yüzünü bile görmeden evlendire-
cekleri adamlar için yataklara, yastık
kılıflanna. mendillere nakışlar işleye-
rek zamanı umutsuz bahçelere çevi-
ren tüm küçük kızlar gibi o da"taam-
müd edilmiş," bir yaşama hazırlanır-
ken değişim başladı.
Tohum her zaman olduğu gibi
uzaklardan geldi belki. Tıpkı rüzgâr-
la savrulan polen tozlan gibi. Ama
çiçek ve toprak hazırdı. Bundan emi-
nim. Eminim, çünkü sırça köşklerin-
de yaşayan ahir zaman bilginlerinin
söylediklerinin doğru olmadığını bi-
lirim. Anadolu'nun ücra köylerinde,
kasabalannda, kentlerinde çok yaşa-
dım. Oralarda ayaklannı soğuk tandı-
ra sokmuş ısınmaya çalışan küçük
kızlann daracık gergeflerine işledik-
leri büyük dünyalan tanınm. Bir ev-
den öbürüne geçen sular, acılar ve
yoksulluklarla birlikte geleceğin ha-
yallerini taşır. Ve o hayallere ulaşa-
madı henüz bilginlerimiz. Belki bir-
kaç sanatçı... O kadar.
Değişim başladı. Ve on dördünde
çarşafa giren Asiye, on beşinde çar-
şafı attı. Ağabeyi, Istanbul'dan ona
ve ablasına mantoluk kumaş gönder-
mişti. Bir erkek terzisine diktirilen o
ilk mantoyu giydiği günün mutlulu-
ğunu hiç unutmuyor. Sonra gene ağa-
beyi Nâzım'ın yardımlarıyla yeni
harflen öğrendi.
Romanlar okumaya başladı. tlk
okuduğu romanı hatırlıyor. Eylül;
Mehmet Rauf.
Sonra başka romanlar.
Taşrada, evlerde, geçmiş zamanın
roman okuma "ritüeP'ini çok iyi ha-
tırlanm. Tandınn başına çoluk çocuk
Asiye Melihaoturulur, gaz lambası ışığında, biri
monoton bir sesle ağır ağır okurken
öbürleri sessiz dinlerdi.
1932 yılında hukuk fakültesinden
yeni mezun, tanıdığı biriyle, akrabası
Ali Rıza Bey'le evlendi ve önce Su-
ruç'a, sonra Kayseri Bünyan'a gittı.
Bünyan'a giderken başörtüsünü de
çıkardı. Şapka giydi. Bir başka mut-
luluk. Çünkü Antep'te iken ağabeyi-
nin forr şapkasını tepesindeki yarığı
düzelterek kafasına geçirir, aynada
kendine bakardı. Güzel bir kızdı.
Şapkayla kendini daha da beğenirdi.
Ağabey Nâzım, ona hem kızar
hem de bu hallerini sevimli bulurdu.
Kentin öncülerinden biriydi. İlk balo-
nun düzenlenişinde, ilk tiyatronun
gelişinde o da görev almıştı. Beledi-
lor giysileriyle gelmişti. Bana komik
geldi. Ben en sevdiğim kırmızı dbise-
mi gi>ip gitmiştim. Ne isem o otmayı
severim._"
Doğduğum yer olan Alanya'yı ha-
tırlamam. Ama daha sonra gitiğimiz
ve çocukluk yıllanmının geçtiği lz-
mir, tüm aynntılan ile belleğimde.
Dolayısıyla onun Izmir yıllannı da
çok iyi hatırlıyorum. Güzel bir par-
fum kokusu. bir şapka tülü ve mutlu
bir yüzle. Evler, iki üç yılda ikı üç
kez degıştı. Ama hepsi de güzeldi.
ikinci Karantina"da, Güzelyah'da.
ilk kez tramvayla karşılaşıldı. Fu-
arla ve Medramo Sırki ile. Filmler
hiç kaçınlmazdı. Elhamra. Tayyare
ve Yeni Sinema'da Greta Garbo fılm-
leri izlenirdi. Benim de ilk sinema
Koruma Kanunu'ndan ötürü kovuş-
turulan tüccarlann baskısına isyan
edip istifaya karar verince, yeniden
çocukluğun kentine, Antep'e dönül-
dü.
Zor yıllardır çiftlik yıllan. Boş bir
arazıde güç koşullarda yapılan kerpiç
yancı evleri, ahırlar, saman kokusu
ve durmaksızın cırlayan ağustosbö-
cekleri. Meliha Hanım bütün bu güç-
lüklere de katlandı kocasıyla birlikte.
Çocuklannı büyütüyor, kendı kışisel
eğitimini de sürdürüyordu. 1946'da
çok partili yaşama geçildiğinde, De-
mokrat Parti'nin ilk kuruculan ara-
sında yer alan kocasına saygı duydu,
ama arkasından girmedi.
Ali Rıza Bey, Atatürk'ün oldukça
yakın çevresinde bulunmuştu. İshak
aşı bir parça ilerlemiş olsa da inanılmaz bir gençlik rüzgânyla katıldı
SHP ilçe toplantılanna. Yaşamını, bilinçli bir "cumhuriyet yurttaşı"nın
sadeliğiyle sürdürdü. 1993 onun için, ömrünün sayılı acılı yıllanndan biri
oldu. Oğlu gibi sevdiği Uğur Mumcu'yu kaybetti. Sıvas olaylannı yaşadı
ve gözlerindeki rahatsızlık nedeniyle gazetesini rahat okuyamaz oldu.
...Seksen yıla yaklaşan ömründen kısa, küçük aynntılar sunabildiğim
Asiye Meliha, benim anamdır. Bütün analar gibi olağanüstüdür. Onun
yaşamı da bütün analannki gibi büyük bir destandır.
ye Başkanı Dr. Mecit Bey ve öbürleri.
Asiye, Elazığ'da savcı olan eşiyle
birlikte Halkevi'nin açılışına gitti.
Milli Eğitim Bakanlıği klasikleri ile
tanışması o yıla rastlar. Sonra onlan
düzenli okumaya başladı. En sevdiği
yazar ise Balzac. Gene o yıl ismini
değiştirdi, Meliha oldu. Nüfus idare-
sine, yargıç karanyla giderek yeni
adını yazdırdı. Kimbilir belki de bir
kimlik değişimi isteği.
Ama asla bir "maske" değil. "O
yıl Elazığ'da bir kıyafet balosu yapü-
dı. Ağjrceza reisinin kansı, Muş folk-
deneyimim orada. Gene bir Garbo
filmi: Ninotcka.
Bir Cumhuriyet kadını
İkinci Dünya Savaşı, damgasını
"Ekmek karnesi verilmiştir" sözle-
riyle nüfus kâğıtlanna vurmakla kal-
madı. ailenin yaşamına da vurdu.
Hem inançlı, idealist ve dürüst bir
Cumhuriyet yargıcı, hem de bir çiftçi
ailesinin çocuğu olan Ali Rıza Bey,
Antep'teki çiftlikte tonlarca buğday
yetiştirilirken burada, Izmir'de pata-
tes ekmeği ile yetinmeye ve Milli
Rafet ve Ömer Asun Bey ler arkadaş-
lanydı. Atatürk'ü çok sever, ama ts-
met tnönü'den hoşlanmazdı. Nedeni,
büyük bir olasılıkla "toprak refor-
mu" idi... Bu nedenle, Yazı köylüle-
rinin, üstlerinde Surıye'den kaçak
gelmiş saten yakah, kuyruklan kesil-
miş frak ceketleri, altlannda ameri-
kanbezinden beyaz şalvarlarla büyük
topluluklar halinde Islahiye'ye toprak
dağıtımına koştuldan günlerde yapı-
lan 1950 seçimlerinde Cumhuriyet
Halk Partisi'ne oy vermedi Ali Rıza
Bey.
Meliha Hanım'sa "Bu senin mese-
len" dedi kocasına, "Ben toprak re-
formuna karşı degilim. Oyumu Halk
Partisi'ne vereceğun." Öyle de yaptı.
Kocası da ona saygı gösterdi.
"Güzel, çok güzel bir evliliktT de-
diği bu birlıktelik 1951 'de noktalan-
dı. Kocasının erken ölümüyle Meliha
Hanım genç yaşta, beş çocukla yal-
nız kaldı Onu o yıllardan hatırlanm.
Ayağında kırmızı Antep yemenisi,
başında oyalı yazmasıyla. yüzü gü-
neşten kararmış, tarla taban dolaşır;
toprak işleriyle, mahkemelerle, arazi
komşulanyla uğraşır dururdu.
Tek başına.
Büyük kızı liseyi bitirip üniversite
yaşına gelince yeni bir sorun çıktı.
Kardeşleri dışında ona pek yardımcı
olma fırsatı bulamayan ailenin yaşlı
erkekleri, meclisi topladılar. Kızını
tek başına büyük kente göndermenin
sakıncalarını anlattılar. Ama o, ba-
ğımsız düşünceli bir "cumhuriyet ka-
dını" gibi davrandı:
"Betı çocuklanmın üniversite eğhi-
mi görmesini istiyorum. Siz bundan
çekiniyorsanız soyadınızı değiştirebt-
lirsiniz. Ben kızunı üniversiteye yolla-
yacagnn.J'
Yolladı da. Bütün çocuklannı.
1959*da Istanbul'a geldi, çocukla-
nnın peşinden. Şimdi o uzun yürüyüş
günlerini düşünüyorum. Çocukları
sabah erkenden evden çıkarken onla-
nn ne giydiklerine bakardı. Kahn ka-
zaklar giymişlerse anlardı bir gösteri
yürüyüşüne katılacaklannı, coplann
etkisini azaltmak için üst üste giyin-
diklerini. Çocukları, genel olarak
gençleri her zaman anlayışla karşıla-
dı, sevgiyle kucakladı; ama hiçbir za-
man düşüncelerine katılmadı. Onlan
aşın hayalci, gerçekdışı buluyordu.
Görece özgürlükçü 1961 Anayasa-
sı'nı destekledi. Başta Cumhuriyet
olmak üzere tüm ilerici yayın organ-
lannı ve yazarian inanılmaz bir bağ-
lılıkta okumayı sürdürdü. Sanat olay-
lannı yakından izledi. Rubi Su, Gen-
co Erkal, Tımur Sdçuk, Fazd Hösnü
Dağiarca yakın dostlan oldu.
Seksen yıla yaklaşan ömür
"Klasik BaO müziğini de halk mü-
ziğini de çok severim. İyi konserleri
kaçırmam. Bu müziği, >ani klasik Ba-
ö müziğini ne zaman se\me>e başla-
dığunı harırlamıyorum. Çok eskiden
olmalı. Beethoven, Mozart en sevdi-
ğim besteciler. Operaya da giderim,
ama çok zevk akügımı söyleyemem—"
12 Eylül sonrasında evının kapıla-
nnı, ünlü "Aydınlar Dilekçesi" için
toplanan Aziz Nesin ve arkadaşlanna
açtı. Onlara kendi elleriyle çörekler,
kurabiyeler ikram etti. Necla Fer-
tan a, Gencay Gürsoya, Hüsnü Gök-
sel'e, Gündüz Vassaf a
Yaşı bir parça ilerlemiş olsa da ina-
nılmaz bir gençlik rüzgânyla katıldı
SHP ilçe toplantılanna. Yaşamını, bi-
linçli bir "cumhuriyet yurttaşı"nın
sadeliğiyle sürdürdü.
1993 onun için, ömrünün sayılı
acılı yıllanndan biri oldu. Oğlu gibi
sevdiği Uğur Mumcu'yu kaybetti. Sı-
vas olaylannı yaşadı ve gözlerindeki
rahatsızlık nedeniyle gazetesini rahat
okuyamaz oldu.
1994'te Refah'ın zaferi için ise
şunlan söyledi:
'•Ben iyi bir Müslümanım. Ama
göstermelik Müslümanlıktan da nef-
ret ediyonım. Laik bir cumhuriyetçi
olmakla Müslüman olmak arasında
hiçbir çelişki görmüyorum. tster
Türkçe okunsun ezan, ister Arapça;
benim için fark etmez. tkisini de seve-
rim. Benim laiklik anlayışun budur_"
Bunlan söylerken yüzü sonsuz bir
sevecenlikle aydınlanıyordu.
Seksen yıla yaklaşan ömründen kı-
sa, küçük aynntılar sunabildiğim Asi-
ye Meliha, benim anamdır. Bütün
analar gibi olağanüstüdür. Onun ya-
şamı da bütün analannki gibi büyük
bir destandır.
Bu küçük yazı, "anneler gü-
nü"nde, tüm analar için, tüm çocuk-
lar adına bir tutam kır çiçeği olarak
anamın elini öperken verilmek üzere
yazıldı.
(15 Mayıs 1994 tarihli yazısı)
Disney, Swift'in keıııiklemıi sızlabyorKültür Servisi- Jonathan Swift'in "Gulliver'ın
Se>-ahaüeri" adındaki başyapıtı. yeni baştan yazı-
larak filme çekiliyor. Koyu bir mizantrop (insan
düşmanı) olan Swift, insan soyuyla ilgilı eleştırile-
rini dile getirdiğı "Gulliver'ın Seyahatleri"nde,
cüceler ülkesı Lilliput, devler ülkesı Brobdingnag,
uçan ada Laputa, atlann yönettiği ideal ülke gibi
ütopyalar yaratarak yaşadığı dönemin Ingiltere-
si'ni, Avrupası'nı, politik durumunu ve genel ola-
rak da insan soyunu sivri bir dille hicvetmiştı.
Insanhga yönetttiği eleştiriler hâlâ günceT
İlk yayımlandığında sansüre uğrayan kıtap, da-
ha sonra sanki çocuklar için yazılmış gibi, büyük-
lerin kitaplığından çocuklann kitaplığina devredil-
di. Yazıldığı 1726 yıhndan bu yana bir türlü haket-
tiği değeri görmeyen kitap, çocuklar bir yana, eği-
timli insanlann bile kolayhkla anlayamayacağı in-
ce alaylarla dolu... Ama, Swift'in insan soyuna yö-
neltn'gı eleştıriler, ne yazık kı hâlâ güncelliğini ko-
ruyor.
Evet, Walt Disney, Swift'i ticarileştiriyor, srvri
dilini törpülüyor, herkese batan iğnesıni çıkanp at-
maya hazırlanıyor. Lilliput'takı yargılama, bunun-
la karşılaştınlınca çok önemsiz. Gulliver en tehli-
keh yolculuğuna çıkmak üzere: O, Hollywood'a
gidıyor
The Sunday Times'da çıkan bir yazıda, Disney
şirketinın Swift'e getırdiğı yorum eleştinliyor Ki-
tabın yazarı Jonathan Swift'i ünlendiren keskin
dillı anlatım ve insan soyuna yönelttıgi mizahi
eleştiri, filmde yerini tam 1990'lara uygun bir aşk
öyküsüne bırakıyor: Mrs. Gulliver, kahramanın
yolculuklanna romantik bir hava veriyor. Gullı-
ver'ın başından gerçekten ılginç şeyler geçiyor ve
kahramanımız en sonunda kendisini keşfediyor.
Kitapta Nottingham dogumlu bir cerrah olan ve
sırf karısından kurtulmak için yolcuiuğa çıkan
Gulliver, filmde sevdiği kadına ulaşmak için yol-
lara düşen bir Danimarkalıya dönüşüyor. Servet
sahibi olmak için Amenka'ya giderken deniz ka-
zası geçiriyor ve yolculuğunun geri kalanında.
sevgilısiyle yeniden bırlıkte olabılmek için uğraşı-
yor. Bu kesınlikle çocuklar ıçın yapılmış bir çızgı
fîlm değıl, tam tersı, bol hareketh, tam gaz bir ma-
cera filmi. Aynı zamanda Svvift hakkında da uz-
man olan romancı John BanviUe e göre fılm. ya-
zann ruhuna karşı işlenmiş bir günah. "Disney'le
ilgili beni üzen şey, filmin yeni zaman saçmalıkla-
nyla dolu olması" dıyor Banville, Gulliver'ın başı-
na gelenlerden sonra nasıl bir değişim gösterece-
ğini ögrenınce. "Gulliver'ın Seyahatleri insancıl
bir kitaptır. ama genel olarak insanlan, özel olarak
o dönemin İngiltere'sini eleştirirken çok da aama-
sızdır. Gulliver'ı bir yeni zaman adamına çevir-
mek. onu tam anlanuyla maskara)« çevirmektir.''
Swift, Lilliput imparatorunun saravını, bütün
polıtıkacılarla dalga geçmek için kullanırken Dis-
ney, Lılliputlulan Italyan aksanıyla konuşturuyor
ve büyüklükleri arasındaki farka dayanan, görsel
şakalar yapıyor. Svvift'in zorbalıga saldınyı sim-
geleyen uçan adası Laputa, Disney'in fılminde .
montaj fabnkasında ton balıklı sandvıçler yapan
bir mucit tarafından yönetiliyor.
Swıft'in insan dogası hakkındakı büyük konuş-
malannın hiçbiri filmde yer almıyor. Devler ülke-
sinın kralı. kitapta Gulliver'a "Cinsinizin büyük
bir böhunünün, doğanın, toprağın üstünde sürün-
mesine tahammül gösterdiği en zararh ve iğrenç
haşaraan en habts ve tehliketisi oldugundan başka
bir sonuç çıkaramıyonım" diyordu, ama filmde
buna yer venlmıyor.
Başanm, kendimi bulmakta >anyor
Filmde, Gulliver'ın yolculuklan, kendısını tanı-
yıp kişisel doyuma ulaştığında sonlanır. Bincik aş-
kı Mary'yi devlerin elinden kurtanr ve onunla ev-
lenir. tzleyiciye verdiği mesaj açıktır: "Benim ba-
şanm, kendimi bulmakta yanyor."
Gulliver'ın Seyahatleri'ndeki hicvi koruyabile-
ceğini öne sürenlerden biri; "Dört Nikâh, Bir Ce-
naze"nin yapımcısı Duncan Kenworthy. lngilte-
re'de Kanal 4, Amerika'da da NBC'de göstenlmesi
için Svvift'in öyküsünü televizyona uyarlayan
Kenvvorthy, "Hkrvie başa çıkmak güçrûr, çünkü
konu hakkında izleyicinin bilgi sahibi olmasını ge-
rektirir" diyor \e eklıyor: "GulBver'ın Seyahatferi
1726^8 yaztldL ilk bakışta, Kraliçc Anne'in sara-
ynia dalga geçen bir hkiv gibi görünse de aynı za-
manda insan doğasını ele alryor ve bununla başa çı-
kabilirsiniz.1
'
Swıft, bir seferinde, Gulliver'ın Seyahatlen'ni
'dünyayı eğlendinnek için değil, kızdırmak için'
yayımladığını söylemişti. Penguın Yayınlan'ndan
çıkan kitabın arka kapağında. "Dünya, sıkiıkla ki-
tabı sansürlemiş ve okumalan için çocuklara sun-
muşsa da insan soyunu keskin bir diMe aşagdayan
bu hicvin iğnesini çıkanp atmayı asla başara-
mamıştır." diye yazıyor. Hollyvvood sayesinde,
dünyamız bunu yapmayı da sonunda başardı.
PENALTI
MEMET BAYDUR
Dodo Solo
Tiyatro yönetmeni Peter Brook'un 1946 ile 1987 yılla-
n arasında tiyatro, sinema ve opera üstüne yazdıklarını
okurken bir dostum tiyatroyu neden iş edindiğimi sordu.
Oyun yazarlığı bir meslek olarak kabul edilmese de, bu-
nu hepimiz bilsek de, gülümser bir nezaketle soruyordu
soruyu bu dostum. Soaınun yanıtını bilmediğim için, bü-
yük bir ihtimalle hiçbir zaman öğrenemeyeceğim için,
çok da aptalca sözler söylememeye çalışarak kem küm
ettim. Soruyu soran insan da çaresizliğimi anlamış ola-
cak, yazı yazmanın gizleri üstüne dönüştü sohbetimiz.
Tiyatronun tekrarlanmaz, yinelenmez olan tarafını se-
viyorum. Tabahhur etme kabiliyeti, nasıl denir, uçucu ol-
ma özellıği çekiyor beni. Buharlaşabılmesi ve her sefe-
rinde bir öncekinden başka bir şey olarak ortaya çıkabil-
mesi. öte yandan biliyorum ki bu özellik, on beş yılda
yirmi küsur oyun yazmak için yeterii özür değildir.
Bir başka neden daha olmalı. Belki "örf ve adet" de-
dikleri olgunun zannedilenden daha büyük bir atlasın
parçası olduğunu düşünüyorum. Örf örf örf! Bu sözcük
hep ilgimi çekmiştir. Adet gibi. Adet, topluluk içinde uyu-
lagelen kural, görenek ya da töre. Örf ise, yasalaria belir-
lenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek de-
mekmiş. Ama eğer siz de Peter Brook gibi, örf ve adet-
lerin belirli toplumlara ait olmadığını düşünüyorsanız,
tam tersine onlann bütün insanlığı ilgilendiren kültür par-
çacıklan olduklannı düşünüyorsanız, insanlara ait gerçe-
ğin bir bütünlüğü olduğuna inanıyorsanız, yazann işi bi-
raz olsun kolaylaşıyor. Tiyatro, bu parçacıkları içinde
toplayıp anlam kazandırabilecek bir sanattır belki.
Aydınlarımız tarafından çok ve cömertçe kullanılan
sözcüklerin başında "evrensel" sözcüğü gelir yıllardır.
Başımıza ne dertler açtı bu sözcük! Sihirli anahtar gibi,
evrensel dediniz mi akan sular duruyor. Evren olarak ge-
neral evren ile renkli basının ve televizyonun evrenini ta-
nımaktan öteye gidememiş çoğunluk içinse daha da
üzücü bir durum. Anladığım kadanyla genellikle olumlu
bir göndermeyle kullanılıyor bu sözcük. Evrensel dediği-
niz zaman hep "geniş, genel, herkese ulaşan" anlaşılı-
yor. Oysa evrensel demek. evrenle ilgili demektir. Rus
taşra burjuvazisini anlatan Çehov evrenle ilgilidir yaptığı
işle. Oyunlarının Tibet'te ya da Uganda'da oynanmıyor
olması onun evrenselliğini zedelemez. Sesleriyle, sessiz-
likleriyle, jestleri ve duruşlarıyla evrenseldir o oyunlar, ev-
renle ılgılıdirler.
Tiyatro hakkındaki yaygın ve bence yanlış bir kanı da-
ha var. Dramatik yapının omurgası olarak oyunun, olay
ya da olaylar örgüsünün görülmesi. Dramatik yapının
omurgası olaylar örgüsü değildir. Oyun, eğer iyi bir oyun-
sa, olaylar örgüsünün üstüne dıkilmez. öyle olsaydı
Hamlet, iki cinayet, bir intihar, birkaç düellodan ibaret
olurdu. Dramatik yapının omurgası varsa eğer; bu, insan
aklının da omurgası olan dildir. Bunu yirminci yüzyılda
oyun yazan bütün ustalar anlamışlardır. Beckett'den lo-
nesco'ya. Harold Pinter'dan John Osborne'a, Alan
Bennett'ten Peter Handke'ye kadar birçok çağdaş ya-
zann oyunlanna şöyle bir göz atmak bile yeteriidir. Sha-
kespeare'in oyunlarında da dramatik yapının omurgası
dildir, Rostand'ın Cyrano de Bergerac'ının da.
Tiyatro, şiire bu anlamda en yakın duran sanattır. Üs-
telik kâğıt üstünde başka durur, sahnede başka. Bu
farklılık da tiyatronun kendine özgü dili, yapısal özellikleri
olmasından ötürüdür. Peter Brook, Çehov'un Vışne Bah-
çesi oyununun M ayrı dinamiği içinde taşıdığını yazıyor
Biri sahneden, Çehov'un sözcükleriyle seyirciye akan di-
namik, diğeriyse yine oyunun metninden kaynaklanıp
içeriye doğru, oyuncunun ve seyircinin içine akan dina-
mik. Bu ilginç bir gözlemdir.
Sohbetin burasında dostum konuyu değiştirdi. Yaşar
Kemal için ne düşündüğümü sordu. Geçenlerde yaz-
mıştım ama gazete okumadığı için bilmiyor. Ben de he-
men yineledim düşündüklerimi. Güzel insan, büyük ya-
zar, memleketimin yüz akı insanlardan biri. Üstelik haklı
mı haklı! Yaşar Kemal için bunlan düşünüyorum. Oradan
Orhan Pamuk'un enfes romanı Yeni Hayat'a geçtik.
Sonra Enis Batur'un olağanüstü incelikleri banndıran
Ağlayan Kadınlar Lahdi adlı şiir kitabından söz ettik. Söz
döndü dolaştı yine tiyatroya geldi! Benim de aklıma sev-
gili Roland Topor'un bir şiiri geldi nedense. Ferit Edçjü-
çevirip yayınlamış 1988 yılının şubat ayında Toptopor
adlı güzel kitapta.
"Sade suya Aşk
Ikili ko
Dodo Solo
Bize de mi lolo"
Cevdet Kudret Roman Ödülü,
Mehmet Yaşın'a verîldi
• Kültür Servisi - Cevdet Kudret'in anısını yaşatmak
amacıyla ailesi tarafından verilen Cevdet Kudret Edebiyat
ödüllerinin bu yıl düzenlenen ıkincisini Mehmet Yaşın.
"Soydaşımız Balık Burcu" adlı kitabıyla kazandı. Mina
Urgan. Nezihe Meriç. Tank Dursun K.., Taner Timur ve
Sevinç Gümüş'ten oluşan seçici kurul, bu yıl roman dalında
düzenlenen ödülü Mehmet Yaşın'a vermeyi kararlaştırdı.
Yaşın. ödülünü 7 şubat günü Küçük Sahne'de düzenlenecek
bir anma töreniyle alacak. PEN Yazarlar Demeği ve Cevdet
Kudret'in ailesinin ortaklaşa düzenleyeceği anma törenine,
Şükran Kurdakul, lhsan Kudret, Nezihe Meriç. Tahsin Yücel.
Doğan Hızlan, Alpay Kabacalı ve Öner Yagcı katılacak.
Törende Cevdet Kudret'in oyun ve şiirlerinden de ömekler
sunulacak.
Kttrısh Tünk kapikatürciilepin
yapıtiarı Güney Kıbnsta sergileniyor
• Kühür Servisi- Kıbns Rum Ressamlar Örgütü (EN-AZ)
tarafından geleneksel olarak düzenlenen "Pancyprian" resim
sergisi, 2 şubatta Güney Kıbns'ta açılıyor.
Bu yıl 10'uncusu düzenlenecek olan sergiye Kıbns Türk
Karikatürcüler Demeği de davet edildi.
Lefkoşa'nın Rum kesimindeki Magosa Kapısı Sanat ve
Konferans Salonu'nda gerçekleşecek olan sergide. Cemal
Tunceri. Arif A. Albayrak, Utku Karsu, Mustafa Tozalu,
Mehmet Ulubath. Erdoğan Baybars, Hüseyin Çakmak, Musa
Kayra ve Ramiz Gökçe'nin toplam 90 eseri yer alıyor. Sergi
15 şubata kadar açık kalacak.
Vabam Askerde' Beplin'de
• Kültür Servisi - Handan lpekçi'nin ilk filmi olan "Babam
Askerde". Berlin Film Festivali'nin "Panorama" bölümüne
davet edildi. Başrollenni üç küçük çocuğun paylaştığı filmde
Ipekçi, baskı dönemlerinin başta çocuklar olmak üzere,
toplumun farklı kesimlerinde açtığı yaralan irdeliyor.
Geçtiğimiz yıl 29. Antalya Film Festivali'nde ilk on fılm
arasında yer alan "Babam Askerde", Kahire Film Festivali
Kadın Yönetmenler bölümüne de davet edilmişti.
Hayalet Gemi' sır Hmanmda
• Kültür Servisi-Yayın yaşamını üç yıldır sürdüren Hayalet
Gemi, 22. sayısında "sır" lımanına uğruyor. tki ayda bir
yayınlanan Hayalet Gemi'nin sır sayısında. Ahmet Ortaçdag,
Pınar Türen, Murat Gülsoy, Nazlı Okten ve Mehmet Açar gibi
yazarlar, deneme, kurgu. öykü ve deneysel metınlerle yer
alıyor.