Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22OCAK1995PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GÜNDEMDEKİ KONU/SANATÇI
ONATKUTLAR
Bakıyoruz, gerçeği bir türlü göremeden
T""*V oğduğum yer olan Alanya'yı ha-
m t tırlamam. Ama daha sonra gıtti-
JLS ğimiz ve çocukluk yıllanmın
geçtiği lzrnir, tüm aynntılanylabelleğim-
de.
Dolayısıyla onun (annesi Asiye Metiha
Hanım) tzmir yıllanm da çok iyı hatırlı-
yorum. Gûzel bir parfiim kokusu, bir şap-
ka tülü ve mutlu bir yüzle. Evler. iki üç
yıldır ikı üç kez değişti. Ama hepsi de
güzeldi. fkinci Karantına'da, Güzelya-
lı'da.
Ilk kez tramvayla karşılaşıldı. Fuarla
ve Medrano Sirki ile. Filmler hiç kaçınl-
mazdı. Elhamra, Tayyare ve Yeni Sine-
madaGretaGarbofİlmlen izlenirdı.Be-
nim de ılk sınema deneyimim orada. Ge-
ne bir Garbo fılmi: Nınotcka.
(15 Mayıs 1994, Gündemdeki Konu:
Anneler Günü, Asiye Meliha)
•
... Şu son günlerde Engjn Crvan olayı
ile ılgılı olarak, Sabah gazetesinde Can
Atakb'nın yazdığı, her biri ötekinden da-
ha etkili ve nefis yazı-haber-röportaj ka-
nşımı satırlan okurken bu eski anı göz-
lerimde canlanıyor.
Bugüne kadarbirşey yazılmadı. Kana-
lizasyon regard'lannın kapağı açılmadı
demıyorum, Atakh'nın da aralannda bu-
lunduğu birçok gazetenin çabasmı görû-
yoruz.
Ama şu soruyu, şu can alıcı soruyu da
sormaktan kendimi alamıyorum:
"Çocuklar! Bunca bilgini/ olan. buıtca
yakuıdan idediginiz ve en azından sezgi-
lerinizle yakaladığıııız bu iğrenç çüriime,
çıkar, ikiyüzlülûk ağını parçalamaya baş-
bunantz içtn ilk de küçük pryonlardan bi-
rinin vurulması mı gereldrdi?n
Şundı birılen parmaklannı gözümüze
sokuyor: u
Daha önce yazmadık mı?" dı-
yerek.
Yazdınız. Ama sonra niçin kendi elle-
nnızle kapadınız kapağı ve vazgectiniz
takipten?
Şimdi biriieri, TV'lerden inanılmaz bir
pışkınlıkle bir mesaj veriyor: "Temiz d-
ler operasyomı hemen başlatılmalıdır.
Ama bürtin efler kirlL Al birini. vur öte-
kine!'"Peki ne demek ıstiyprsunuz? "M«-
dem ki büriin eiier kirlL Oyleyse pek daJ-
galandırmayın" mı?
Şımdı aynı pişkınlikle gazete sütunla-
nnda sıntıyor:
"Vizyon ayn, hırsıziık ayn. Vlzyonu
harcamavalım!"'Ne demek ıstiyorsun be
adam? "1$ yapsın da isterse çaisuı"mi?
Vizyon dediğın bu mu?
Şerefsız, hırsız. işbitiriciler ile, şerefli,
tembel, beceriksizler dışmda gerçekten
hiçbir seçeneği yok mu bu halkın?
Elbette farkındayım. Tek tek hepimiz
sorumluyuz. Engin Civan, Emlak Ban-
kası Genel Müdürû iken, bir belgesel pro-
jesi nedeniyle tanıdığım bu fiyakalı,
Amerikano-arabesk tipin bütün bu halt-
lan kanştırabiieceğini tahmin bile ede-
meyen ben de. kendi hesaplannı lcurcala-
mayı ancak yıllar sonra akıl edebilen ban-
kacılar da, İcoku ortalığı nefes ahnamaz
duruma getirmişken kendilerine çarpan
skandallar dışında, çıkar-iktıdar ihşkıle-
rini yeterince kurcalamayan, hatta bazı
kalemlerin yaptığı gibi hırsızlan kahra-
man olarak yutturmaya kalkan gazetecı-
ler de, düşünce suçlulanm(!) kovalar ve
kovuştururken aslan kesilen devlet de,
tüm soruşrurmalan dipsiz kuyularda so-
ğutup unutturan Meclis komısyonlan da
ve bûtûn bunlan belli düzeylerde bilip
bilmezlikten gelen ve hanedanlara irtan-
mayı sürdüren sıradan yurttaş da, hepi-
miz, derece derece sorumluyuz.
Peki ne yapmalı?
Haftalardır birçoğumuz gibi kafam
medyanın sorunlanyla dopdolu. Günah
keçisi aradığımdan değil. Ama ona ver-
dıgim önemden ötûrü. Kamuoyunu biz-
ler oluşturuyoruz. Gençler, vatandaşlar
ağzımıza bakıyor.
... Bizim Amerikanofıller, neden hiç
örnek almıyorlar Washington Post'un ga-
zetecilerini? Niçin eski Dale Carnegie'ler,
Reader's Digest'ler gibi aptallara yönelik
"çok satar"lan her Allah'm günü bize
yutturmaya kalkanlar, bır_gün de Horace
McCoy'un "Gazetecinin Olüınü''nü tav-
siye etmiyorlar? Niçm Pakula'nın VVater-
gate üstûne o nefis filmını "AD the Presi-
dent's Men"i tavsiye etmiyorlar okurlan-
na? Onlar Amerikalı değil mi? ' .
Can Ataklı'ya ve sevgili Uğur Mum-
cu'nun ışık tuttuğu yoldan gitmeyi basa-
ran tüm gazetecilere teşekkür. Ama "kut-
sal" denilen o bulanık sularda balıklar
birbirini yiyiyor, kimilefi yok oluyor, ki-
mileri daha da semiriyor.
Ve bız bakıyoruz. Gerçeği bır türlü gö-
remeden.
(2 Ekim 1994, Gündemdeki Konu:
Medya(3), Civangate)
•
Saat gecenin ikisi. Serra'dan aldığı-
mTrieste üstüne güzel bir kitap okumaya
ve müzık dınlemeye çalışıyonım. Dinle-
meye savaştığım müzik de Grieg'in Peer
Gynt süitınden "andante doioroso". Ya-
ni "Ase'ıünölümü". Rengeyıklerinin çek-
tiği ve aslında bır ölüm yatağı olan kızak-
ta, uçsuz bucaksız karlı vadilerinin ve or-
manlannın ötesınde, çocukluğun masal
şatolanna doğru ilerleyen Ase.
Ase'nin yerinde o küçük flütçü Er-
dim'i görmeye çalışıyorum. Hani Kaz
Dağlan'nda Çoban Endimiyon'un uyu-
duğu tepelerden birine, elindeki çalgıdan
sihirli sesler çıkararak uzaklaşan o küçük
flütçüyü.
Ardında saf, uçan bir anı ve sonsuz bir
gözyaşı denizi bırakarak
Onun hunharca öldürülüşünün tüm ay-
ruıtılanru verdi TV'ler. Ama o andante
doloroso'yu kendi arkadaşlannın gözyaş-
lan içinde çalışmı vermedi. Günümüzün
kanh, kalın ve kaba çizgilenne fazla "in-
ce" gelmiş olmalı.
Ama ne mürnkün? Saatlerdir ne kitap
okuyabiliyorum ne de müzik dinleyebili-
yorum. Bütün "mücavir" TV ve radyo-
larda, kasetçalarlarda bangır bangır bir
gürültü. Aşağıda 'gençtik lokaOeri'nde,
sokağa verilmiş hoparlörlerden aynı gü-
rültü. Geçen özel ya da tıcan arabalann
neredeyse tümünde sokaklara taşan mü-
zikal çığlıklar ve binalan saranritimvu-
ruslan.
İnanılmaz bir kakafoni!
Biriieri bunun "normalleşme", "de-
TJ. uı
ürkiye'nin gözbebeği Istanbul'un en gözalıcı vitrinine kocaman ve yeşil bir
sank oturtulmak üzere. Ve ey siz SHP yöneticileri, ey basın ve TV mensuplan, ey
çağdaşlığa, kültüre, uygarhğa önem verenler neredesiniz?
... Niçin kimse kılıru kıpırdatmıyor? Niçin bu göz göre göre gelen karanlığa karşı
elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz? Niçin basın, TV'ler, radyolar henüz karannı
vermemiş yurttaşlara bu çok değerli adaylan yeterince tanıtmıyorlar? Niçin?
• Biliyorum, yalnız değilim. Çok sayıda genç,
yaşlı, okumuş, okumamış insan böyle
düşünüyor. Gerçekleri çarpıtmaksıztn.cesaretle
ve apaçık göröyor, kaygı duyuyor. para hırsı,
ûn ve iktidar hırsının gözleri bürüdüğü, üç
kuruş gasp ederiz diye gencecik bir flütçünün
acımasız ellerle boğulduğu, ortaçağ
karanhğının her gûn biraz daha koyulaştığı,
köylerin, kasabalann, kentlerin, etnik
boğuşmalarla kan gölüne döndürüldüğu.
gerçeğin mafya liderlerinden sorulduğu.
hapishanelerde yazarlann bilim adamlannın
çûrûtûldüğü, devletin ve halkın iliklerine kadar
soyulduğu, soygunun soyana kâr kaldığı,
goygoyculann minareye kılıf hazırladığı,
eğitimin ve ögretimin şeriatçrlara teslim
edildiği, politikacılannın çoğunun iktidar
labirentlerinde kaybolduğu ya da çıkar peşine
düştüğü, erdemin, dûrüstlüğûn, onurun
unutulduğu, kültûrûn kültürfizikle kanştınldığı
bu şiddet, soygun ve ikiyüzlülûk toplumunda
birçok kişi, tıpkı benim gibi, herkesin "şıkıdım
şdodım" oynamadığının farkında.
Ama acaba reklam rekabeti, ün ve çıkar
hırsıyla gözleri kararmış olanlar yeterince
farkında mı?
Böyle bir toplumda 'küJtür'ün yeri ne?
Soru bu!
Bir zamanlar diyordu ki Kierkegaard, "Batan
bir devir, en az farkında olduğu şe\ yüzünden
batar.
Çfinkü onun farlanda olsavdı barmazdL_"
mokraa" ve "Rönesans" olduğunu söy-
lüyor.
Önce altını bir kez daha çizerek şunla-
n söylemeliyim:
Hiçbir müzik türüne karşı değilim. Adı
zamana ve yere göre de değişse de ken-
disi üç asağı beş yukan ortak özellikler
taşıyan "hafif müzik'', "pop müzik'' de-
nilen müzik türüne de. Aralannda, müzis-
yen dostlanm da var. Bsp müzik dınleyen,
seven genç arkadaşlanm da var. Hiçbiriy-
le hiçbir sorunum yok.
Benim sorunum, kendi çıkarlan dışın-
da kimseye hayat hakkı tanımayan vahşı
ve Amerikano-arabesk ticaret ve medya
erbabı ve onlann goygoyculanyla.
Bireysel rahatsızlığımı önemsemiyo-
rum. Nihayet sessiz bir yer bulur, orada
otururum, TV ve radyo kanallannı kapa-
tınm, olur biter.
Ama yüzyıllann birikimi kültüre ya-
zık oluyor. Ne ülkemızde ne de dünyada
insanlann bu ilkelliğe layık olduğuna
inanmıyorum.
"Gtobal vinage" dediğimiz köyden ta-
şan gürültüye, para kazanma ve iktidar
hırsma, orman yasalannın şiddetine, biz-
ler layık değilız.
Bunun adı normalleşme, demokrasi ya
da Rönesans olamaz.
tşe önce şu kavramlardan başlayahm:
Değişim, doganın da toplumun da ya-
sasıdır. Ama tek başına bir değer değil-
dir. Değisen her şeyin daha ıyiye, daha
mükemmele, daha geiişmiş olana doğru
değişmiş olduğunu söyleyebilir miyiz?
Giysi modalan durmadan değişir. Ne an-
lama gelir bu? lyıye mi işaret, yoksa kö-
tüye mi?
İnsan olmanın, bizi hayvanlardan ayı-
ran başlıca özelliklerden birinin kendini
içgüdülerine bırakmamak, onlan dene-
tim altında tutmak olduğunu yeniden mi
öğrenmeliyiz?
Peygamberin eşinın özel yaşamı, ka-
dınlann saçlanmn mahrem olup olmadı-
ğının sorunlanndan sonra basında, tele-
vizyonda tartıştığımız şeylere bakınız.
Ozgürlük bu değildir! Bunlan konuşa-
rak "konuşao Türidye" olunamaz.
Ama bu medya yıldızlannm düşünce-
lerine katılmadığımı, bilgilerinin yanlış
ya da yetersiz, yorumlannın tehlikeli ve
kültürsüzleştiricı. tavırlannın güçlüden
yana ve kişıliksiz olduğunu söylüyor, çok
sayıda ınsanımızın görüşünü yansıtıyo-
rum.
... Ne acaba, en az farkında olduğumuz
«ey?
Yıldo ile geyık muhabbeti yapmanın
neye yaradığını anlamıyorum, ama bu-
nun gerçekten "konuşan Türkiye'' anla-
mına gehnediğıni biliyorum.
Tam tersine, biriieri gelip zorlamadan,
biraz sussak da düşünsek.
Peer Gynt, rengeyıklenninin çektiğı
düşsel kızakta uzak bir sesle bağınyor:
"tleriye! Daha ileriye! Karta ormanlara,
çocukhığun masal şatolanna!..."
Zavallı Ase ıse susuyor. Küçük Erdim.
Çünkü artık yaşamıyor. Hiçbir flüt sesi de
duyulmuyor.
Sevgili dostlar.. umutsuzluk benim
işim değil. Ama galiba biraz geç kaldık.
(23 Ekim 1994, Gündemdeki Konu:
Medya, Ase'nin ölümü)
•
Aynı şarkıyı dinliyorum, idiot muyum?
Bu olağanüstü soru, günümüzde hem
dünyada hem de Türkiye'de yaşadığımız
olağanüstü tüketim-teknolojı-medya ça-
ğı patlamasının son ürünlerinden biri.
Peynir ekmek gibi tüketilen kasetlerde,
radyo ve televızyonlarda son günlerde en
çok dinlenen şarkının sözleri:
"Yeldeğirmenlerine karşı Don Ki-
şot'mu>Tim? Durmadan uçuyorum, ben
pDot muvum? Aynı şarkıyı dinKyorum idi-
ot muyum? Veremem— Vferemem_ Vem~
mem!"
Şimdi hepimiz bıliyoruz: Neredeyse
bütün ülke, aynı şarkıyı yüzlerce kez din-
liyor. Kasetlermiryonlarca satıhyor. Han-
gi radyo kanahnın ya da TV ekranının
düğmesıne dokunsamz, sözleri yukanda-
kine benzer şarkılarla karşılaşıyorsunuz.
Bodnım'da kapılannda "_ desibei gürâl-
tfi vardır. l'vannz"levhalan asılı derme
çatma yüzlerce lokalin önünde bıyıklı he-
rifler, caddeden geçen civciv gibi mini
şortlu kızlan kollanndan "kam! kam!"
diye çekerek müzik dinletmeye davet edi-
yorlar. Ortaköy'de, Etiler'de Ataköy'de,
Kuruçeşme'de yüzlerce lokalde aynı mar-
kalar giyen genç erkeklerle, aynı cerrahın
elinden çıkmış kadınlar tek ellerini hava-
da ritimle sallayarak aynı şarkılara katı-
lıyorlar.
Necip milletimiz, tarihinde olmadığı
kadar "a-acavip müage takılryor.'' Aynı
şarkılarla. Acaba hep bırlıkte ıdiot mu-
Onat Kutlar ve sonrası...
LEYLAERBİL
Türk edebiyatının en zarif kalemlerinden, en zarif insanla-
nndan, bu toplumun en zanf erkeklerinden biri, kırk yıllık ya-
zarlık ve dava arkadaşım sevgili Onat Kutlar yok artık!
Onu yok eden, insan etiyle ve kanıyla beslenen bir Islam
örgütü, IBDA-C? Daha doğrusu artık çocuklann bile deşjfre
ettiği, CIA'nın, MlT'in ya da Özel Harp Dairesı'nin kurdu-
rup kullandığı o gariban, 'lslami cinayet şebekelerinden' bin!
Medet aradıkJan eski bir oyun. Belki de kendilerinden de
birkaç kyi öldürtüp iç savaşı başlatmak? Uğur Mumcu'yla.
Bahrrvt Uçok'la, Turan Dursun ve daha nıcelenyle yapama-
dıklannı Onat'la ve daha kımbilir sıradaki kimlerle sürdüriip
sağlamak. Yıllar yılı yeteneksiz, sorumsuz hükümetlerin or-
tağı olduğu uğursuz planlar... Öylesine şımarmışlar ki, bu ül-
kenin en parlak aydınlanndan biri, yoğun bakım odasının du-
varlanna hâlâ pınl pınl işleyen yüreği ve beyniyle ölümle sır-
daş nice dizeler karalarken, "Allahsız Onat'ın belini kır-
dtk!"narası atabiliyorlar. Gözlerini öylesine kın ve intikam bü-
rümüş ki, binlerce insanı, ister inanmış ister ınanmamış ol-
sun, ait olduklan bu dinden, bu kültür ve toplumdan. bu geç-
mişten utandınp tiksindirdiklenni hesaba katamıyorlar!
Öğrenmek ve bilmek istemedikleri bir şey daha var: Onat
ve onun gibi düşünenlerin gönlünde hâlâ bu katillere anlayış
ve merhamet olduğu; öldürmeyi değil sevmeyı bilebildıkle-
ri?
öyleyse, sizin kitabmızın ve Allah'ınızın sizi nerelere gö-
türdüğü belli, ya bizim kitabunız hangisi! Allah'ımız kim!
Onat Kutlar, Islam ve Hıristiyan kültürünün değerlennı,
bilgi ve bilgelerini; Ha\yam'dan Man'a, Sadi'denBaudela-
ire'e kadarözümsemiş ve kendi olmayı bılmış bır sev gı ve duy-
gu adamı, bir 'rind'di. Ama aynı zamanda sanatçılar arasın-
da geçen yaşamımda tanıdığım en dengeli, kaprissiz, sağlık-
Iı kafaya sahıp; üne, gelgeç onurlara kapılmayan. öyle 'kınk
erkek' numaralanna, arabeske düşmeyen, ömrünce diyalek-
ük düşünce onurunu sürdürmüş, yüce gönüllü bir insandı. Ya-
ni bu toplumun hazmedemeyeceği gerçek bir birey, sanatını
ay ışığında tamtarak bizlere sunan bir derviş-i dil-riş.
Türkçeyi tadına doyulmaz bir ustahkla işleyen bu nakkaş,
Cumhuriyet gazetesinde çıkan birbirinden önemli yazılann-
dan birinde belediye seçimlerinden önce herkesi uyarmıştı:
Böyle gidersek yakında Beyoğlu'na *yeşfl bir sank' dikilecek!
Dikildı, içinde her türlü karanhğı, şiddetı banndıran bir sank.
Bu yazıyı yazarken senin ölmüş olduğuna ve arkandan bir
ölüm yazısı yazmakta olduguma ınanamıyorum Sevgili Onat!
Bizlere hiç benzemeyen, ruhlannı dolara, altına satmış, kur-
nazlıktan başka bir şey üretemeyen o tuhaf adamlann arasın-
da artık sensiz de yaşayıp gideceğimize inanamıyorum! Ko-
mik olanı sezer sezmez göz göze gelip attığımız kahkahalar-
dan yoksun kalacağıma, "O benim scvdiğim börekten de yap-
tm nu?
rl
diye soran sevimli yüzüne, masalanmıza canlılık ve
umut saçan sohbetlerine hasret kalacağınuza inanamıyorum!
Ve kitaplanru yeniden kanştmrken bu toprağa ve ölüme
(üzennde yaşamaktan çok mutlu olduğunu söylediğin bu es-
ki toprağa ve bu genç halkın genç toprağına) dair ne çok dü-
şündüğünü saptıyorum hayretle! Belki az yazdın evet, ama ge-
ride bıraktığtn o yetkin yazın zaten başka türlü nasıl demle-
nirdı. Ve ışte senin çok sevdiğin ve bize de sevdirdiğin Fu-
ruğ'u açıyorum; senin gibi toprağın ve acımn amansız solu-
guyla ölümsüz dizelerin sahibi kadının şıirlerini.
Gene bir başka sevgili dostun, Cetal Hosrovşahi ile birlik-
te çevırdiğm Furuğ'un dizeleriyle kucaklıyorum seni sevgili
kardeşim.
"Ben bu avare adayı
Başkaldıran okyanustan geçirdim
Patlayan yanardağlardan
Ve parçalanmak: Giziydi tüm birgövdenin
Güneşlerdoğduparçalanndan..."
yuz?
Ben haftalardır acaba Aziz Nesin haklı
mı diye düşünürken, neyseki özel TV ka-
nallannda ve basınımızda bazı yorumcu
ve köşe yazarlanmız imdada yetişti.
Içime su serptiler.
Meğerdurum hiç de öyle kanşık ve ka-
ranlık değilmış. Hatta tam tersine bu du-
rum "pembe teiefonlu ltahan filmleri"7
gibi pespembe bır dünyanın ışaretıvTniş.
_ Sevgili Cumhuriyet okurian, sigara-
yı birakmaya karar veren her insan gibi
ben de uzunca bir süre, daha az zararfı si-
gara rürierini denedim. Yabancı sigara
içenler bilir, Banülar, bu iş için bir süre
"modeT ürettıler. Önce 'fighr'lar çıktı.
Yani 'hafiPler. Sonra 'ratn-fight'lar. Son-
ra 'super light'lar, en sonunda da 'ultra
light'lar.
Bu ultra-light'lar ne işe yarar bilmiyo-
rum, ama Batı'da çok satıhyor. Bizim ay-
dınlanmız arasında da 'ultra' tipi var. He-
men her dönemde geçerh, en zararsız, bir
Sokratesdeyimiyle en orta malı düşünce-
lerin izlenımleri müthiş bir şey keşfetmiş,
dehşet bir yenilik ortaya koymuş gibi, sat-
maya kalkıyorlar.
Üstelik o fıkradaki adam gibi sayısız
yanlışla.
Hani adam söze başlamış, "Hazreti Isa
Fırat Nehri'nden yüzerek-." diye. öbürü
sözünü kesmış "Isa değil, Musa: Fırat de-
ğil, Kızıldeniz; yüzerek defü.yünjyerek_
Neresini düzelte>im?"
Ve bu yazılar, yorumlar, ciddiye alm-
madığı ıçin yanıtlanmadığından, özellik-
le gençler üzennde etkılı oluyor.
Benim ne hafif müzık yapanlarla soru-
num var ne de onu dınleyenlerle. Ama
bütün bu teknoloji-tüketim-medya şey-
tan üçgeninın kaynağını yıyenlerin, genç-
leri başka safsatalarla aldatmalanna, bu-
nun tafrasını satmalanna da tahammü-
lüm yok.
(9 Ekim 1994, Gündemdeki Konu:
Medya, Aynı şarkıyı dinliyorum, idiot
muyum?)
•
... Ben de anlaşılan Cumhuriyet'te dü-
zenli olarak yazıyor olsam bile pek gaze-
teci sayılmam.
Ama ben de kırk yıllık gazete okuru-
yum.
Geçenlerde şöyle birdüşündüm. Gaze-
te başlıklannı incelemeye. babamm yü-
reklendirmesıyle. ilkokulun ilk sınıfında
başladım. Ama asıl, en az 30 yıldır orta-
lama 5 gazeteye göz atmadan güne baş-
lamıyorum.
Gazetelerden, girtikçe hafifleyerek ya-
yılan o uçan ve güzel kağıt-mürekkep ka-
nşımı koku, tıpkı kahve kokusu gibi gü-
ne başlamanın en olağanüstü habercisidir
bence.
Hani yepyeni bir kentte, çok katlı bir
otelin rahat, ama kuytu bir odasında gö-
zünûzü açmışsınızdır. Şöyle bir kalkar,
penceredeki ağır perdeleri çeker, camla-
n ardına kadar açarsınız. Hem bol oksi-
jenli (aman Tannm!) ve güneşli bir hava
dolar içeriye, hem de kuşbakışı koca ken-
ti görürsünüz.
Benim için gazete, sabahlan, işte öyle
açıian bir penceredir.
Bu yüzden bazen camlan kirlense de
dışandan karanlık, kirli bır hava dolsa da
içeriye, kızar, söylenirim, ama gazetele-
rimden vazgeçmem.
Çünkü ben, iyi bir gazete okuruyum.
Her gazeteyi kendi kimliğine göre oku-
rum. Çünkü gazeteler de insan yüzlen gi-
bidir. Gerçeğe ulaşabilmek için o yüzü
iyi okumayı bilmek gerekir.
•
... Halil Ergun, sadece seçkin bır sa-
natçı, Kültür Bakanlığı'nda yararlı olmuş
bir yönetici, yerel yönetim sorunlanna
kafa yormuş bır aydm olduğu için değil,
aynı zamanda benim oturduğum semtin.
Beyoğlu'nun adayı olduğu için. Ben yal-
nızca Beyoğlu'nda yaşayan bır yurttaş sı-
fatıyla sorumluluk duyuyorum.
Ve diyorum ki, Türkiye'nin gözbebeği
tstanbul'un. en gözalıcı vitrinine koca-
man ve yeşil bir sank oturtulmak üzere.
Ve ey siz SHP yöneticileri, ey basın ve TV
mensuplan, ey çağdaşlığa, kültüre, uy-
garhğa önem verenler neredesiniz?
... Niçin kimse kılını kıpırdatmıyor?
Niçin bu göz göre göre gelen karanlığa
karşı elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz?
Niçin basın, TV'ler, radyolar, henüz ka-
ranru vermemiş yurttaşlara bu çok değer-
li adaylan yeterince tanıtmıyorlar? Ni-
çin? Yıllardır tanıdığım, güvendiğim,
inandıgım Halıl Ergün'ü düşünüyorum.
O da tıpkı Zafer gibi, çıkarlanna yenik
düşmemiş, her zaman inançlanna bağlı
kalmış, yıllardır sosyal demokrasiye ve
onun örgütlerine her kademede hizmet
etmiş, başta sinema olmak üzere çağdaş
sanatlanmızın yüzakı bir kültür adamı.
... Beyoğlu elden gidiyor, hanımlar,
beyler! Ve oraya bu müthiş mirasa sahip
olacak, onun değerini bilecek, koruya-
cak, geliştirecek bir adayı başkan yap-
mak zorundayiz.
Bu aday, Halil Ergün'dür.
... Hep uluslararası alana açılabileceği-
miz en görkemlı kültür, turizm ve ticaret
merkezimiz olması düşlediğimiz Beyoğ-
lu'nu "koruyncak" değerbılir bır kültür
adamı olduğu için.
Yaşamı böyunca yalnızca emeği ve sa-
natıyla ayakta kalmayı başarmış. siyase-
rin ve başka alanlann çıkar kliklerine, çü-
rümüşlüklerine bulaşmamış, bulaşmama-
ya yemınli, dürüst bir karakter olduğu
için. Sorumluluğu kendi egosu için değil.
başkalan, toplumu için duymuş, ış başa
düştügünde bir nefer gibi yılmadan çaba
göstermiş ve sonuç almış, çalışkan, bece-
nklı bir yönetici olduğu için.
Kısaca mükemmel bir Beyoğlu Bele-
dıyesi başkan adayı olduğu için ne yapıp
edip ona oy verilmesinı sağlamalıyız.
Onun bu ülke, bu halk ve bizler için
duyduğu sorumluluğu biz de onun için
duymalıyız.Vakit çok az, günler sayılı, atı
alan Üsküdar'ı geçmek üzere.
Ama ne Hahl'in ne de bizlerin yalnız
olduğumuza inanmıyorum.
Yeter ki, ne yazık ki hepsini tanımadı-
ğımız "Beyoğlu Dostlan"na ulaşmayı ba-
şaralım.
(20 Mart 1994, Gündemdeki Sanatçı:
Haİil Ergün, Beyoğlu ne olacak?)
(18 Arahk 1994, Gündemdeki Konu:
Gazete, Günlerin Köpüğü)
PENALTI
MEMET BAYDUR
Büyük Azınlık
Mitoloji okumayı seviyorum. Söyiencebilim dedikleri, ta-
rih öncesine dayanan efsaneler, söylenceter. Tannlar, ya-
n-tanrı yarı-insanlar, insanlar, yarı-insan yarı-hayvanlar,
hayvanlar arasında geçen inanılmaz güzellikte bir olay ör-
güsüyle bağlı söylenceler. Aşk, dostluk, kıskançlık, cina-
yet, yalan, dolan, komedi, trajedi yüklü söylenceler. Yunan
mitoJojisinde en sevdiğim tannlardan biri Hermes'tir. Ne ya-
zık ki büyük bir çoğunluk tarafından çanta markası zanne-
dilen bu tanrının Latince adı Merküri'dir. Hermes; yolcula-
nn, tüccarların, hırsızların ve zekâsıyla geçinenlerin tann-
sıdır. Mitolojideki tannlann en neşeli, hınzır ve muzip ola-
nıdır Henmes. Babası Zeus 'un karısı Hera 'yı öfkelendirmiş
bir kere Hermes. Nedeni çok basit. Hera'nın çok sevdiği,
üstüne titrediği bir hizmetkân var: Argus. Argus'un yüz ta-
ne gözü var. Bizim hınzır tanrı Hermes, bir gece Argus'a
bir öykü anlatmaya başlıyor. Sıkıcı, uzun, bayıltıcı bir öy-
kü. Uzadıkça uzuyor. Yüz gözlü Argus, birer birer kapatı-
yor gözlerini. Bir daha açmamak üzere! Hermes, can sı-
kıntısından neden oluyor Argus'un ölümüne. Sıkıntıdan öl-
dürüyor yüz gözlü hizmetkân.
Argus'un ölümü bana, benim okuma serüvenlerimin ki-
mini düşündürüyor hep. Sıkıntıdan infilak etmek üzere,
mazoşist bir tavıria bitirdiğim birçok romandan sonra so-
ranm kendime: Derdin neyahu? Neden sonuna kadar oku-
dun bunu? Bunu sorarım ama biray sonra bakanm, o ro-
man üstüne neredeyse roman kalınhğında bir de "incele-
me'yayımlanmış. Argus pozisyonunda onu da okurum
başından sonuna kadar. Tam derin bir nefes alırken aynı
yazann bir romanı daha!
Bunun sonu yoktur. Allahtan, okunacak iyi kitap sayısı
her zaman kötü kitapları dengeleyecek kadardır. Her kö-
tü romanın arastna bir iyi roman, bir şiir kitabı, bir hikâye
kitabı sıkışır da, böylece kurtulurum Argus durumundan.
Bir süre için. Bu ve benzer nedenlerden ötürü iki yüz ki-
taplık bir kutuyu yanımdan ayıramıyorum yıllardır. Kafam-
daki bahar temizliklerinde o kutunun içindeki kitaplann da
dökümünü yapanm bazen. Üç beş kitap bırakılırgeriye, iki
üç yeni kitap eklenir yenilerden. Beni sıkıntıdan öldürecek
bir kitabı okurken o kitap kutusunu düşünür gülümserim.
Şu elimdeki bitsin, hemen oradan bir kitap okumalı!
•
Yayımlandığından beri, 1989 Haziranı'ndan bu yana ya-
nımdan ayırmadığım kitaplarden biri de Melih Cevdet Ân-
day'ın "Güneşte"adlı şiir kitabıdır. Ağaçlara ilişkinkimse-
nin bilmediği bilgiler vardır. Hep okuyorum bu kitabı. Her
okuyuşumda yeni bir dünyanın soruları açılıyor aklımda.
KıyıdakJ Karanlık başlıklı bir şiir de var o kitapta, bana hep
sevgili Melih Cevdet Anday'ın kimliğini anımsatır: Kıyıda-
ki Aydınlık.
•
Ahmet Haşim'den Orhan VeJi'ye, Nâzım Hikmet'ten
Edip Cansever'e, Turgut Uyar'dan Dıranas^a kadar ya-
nımdan ayırmadığım az sayıda şaınn başında Ülkü Tamer
gelir. Sayın Ülkü famer'in her dizesi bana yazı yazmak is-
teği verir. Şairin deyişiyle: "onun beynini gezen üzgünlük
I benim burnumun ucuna düşer."
•
Yaşar Kemal'i, Oğuz Atay'ı, Orhan Pamuk'u da ayır-
mam yanımdan yolculuğa çıktığım zaman. Adı geçti şim-
di, güzel yüzünü düşündüm bir an, şunu da ekleyeyim bu
köşeye: Yaşar Kemal haklıdır. Yani yalnızca büyük bir ya-
zar, büyük bir kültür adamı olmakla kalmaz, aynı zaman-
da "haklt" olduğuyia da kalır.
Nurullah Ataç'ın krtaplannı da ayırmıyorum yanıbaşım-
dan yıllardır. Sait Faik'leri de. Oktay Rifat, Behçet Ne-
catigil, Can Yücel. Birbirine benzemez bir avuç büyük ya-
zar. Onlar koruyor beni Argus'un durumuna düşmekten.
Can sıkıntısından nallan dikmekten. Türkçe yazanlan say-
dım size bugün, yabancı dillerin yazariarından söz etme-
dim. Onların arasında da büyük bir azınlık vardır elbet eli-
min altından ayırmadığım. Ama ne yapalım, öncelik benim
dilimin yazarlanndadır ister istemez.
•
Masamın üstünde, yazı makinemin sağ başında Onat
Kutlar'ın "Yeter ki Kararmasın" adlı kitabı duruyor bugün.
Kitap bana bakıyor, ben kitaba bakıyorum. Birbirimizi ke-
siyoruz sessizce. Ben gülümsersem, Onat'ın kitabı da gü-
lümsüyor. Ben dalıp gidersem, Onat'ın kitabı da dalıp gi-
diyor. Ben elimi kaldırsam, Onat'ın kitabı da elini kaldıra-
cak sanki. Nedir bu kitaplardan çektiğimiz? Nice yıllara
Onat Kutlar!
•
Yolcuların, tüccarların, hırsızların, aklıyla geçinenlerin
tannsı Hermes'in yüz gözlü Argus'u öldürme yöntemi il-
ginç değil mi sevgili okur? Tabanca, bıçak, zehir, balta de-
ğil seçtiği silah. Sıkıcı bir hikâye anlatmak. Kötü sanat öl-
dürebilir insanı. Ya da bir zamanlar öldürebilirmiş. Bir za-
manlar akıllı tannlar da varmış. Kitap okuyan tannlar.
•
Kitap kutusunun kapağını kapadım. Derin bir soluk al-
mak gerekiyor. Okumadığım kitaplar bekliyor beni. Yeni iş-
ler, yeni düşünceler, yeni sözcükler. lyimserliğin tedavisi var
mıdır? Züppelerle yobazlann arasında kalan insanlar için
yazmaya çalışıyorum. Belki.. üç beş kitap okumak gere-
kiyor. Her zamanki gibi.
Piramit eteğinde hazine bulundu
I KAHİRE (AA) - Mısır'ın başkenti Kahire yakınlanndaki
Kral III. Sesostris piramidinin eteklerinde 3 bin 900 yıllık bir
hazine bulundu. Kraliçe Nefrit'in mezannın bulunduğu odaya
giden yeraltı koridorunda bulunan kasa içinden önemli
miktarda altın ve değerli taş çıktı.
Aydm'da çalınan eserr
l\lew York'ta
• NEW YORK(AA)-Aydın'ın Karacasu ilçesi Afrodisyas
ören yerinden çalınan bir arkeolojik eser, New York'ta bir
galeride sergilenirken bulundu. Türk makamlanrun girişimleri
üzerine, olay FBI yetkililerine iletildi ve "Fortuna Güzel
Sanatlar Galerisi"ndeki esere el kondu.
Colfins ve John, en çok kazananlar
• LONDRA (AA) - İngıltere'nin ünlü şarkıcılanndan Phil
Collins ve Elton John, yıllık gelirleriyle en çok kazanan erkek
şarkjcılann başında yeralıyorlar. "Rock Hesap Tablosu 1994"
adlı bir kitapta, ünlü Ingiliz şarkıcı Phil Collins'in son üç
yıldaki yıllık kazancmın ortalama 22.5 milyon dolar olduğu
belirtildi. Collins'in geliri, Eric Clapton, Sting ve Paul
McCartney'in ortalama kazançlannın toplamından daha fazla.
Kitapta. Elton John'un yıllık kazancının da 15.81 milyon dolar
olduğu belirtiliyor.
ABD'de Abîdjn Dino'yu anma gecesi
• Kültür Servisi- Abidın Dino'nun birinci ölüm yıldönümü
nedeniyle cuma akşamı New York'da bir anma gecesi
düzenleniyor. Bu gecede kompozitör tlhan Mimaroğlu'nun
Abidin Dino'nun anısına anısına yazdığı yapıtını piyanist
Husnü Onaran ilk defa seslendirecek. Nazım Hikmet'ten
şiirlerin ve Dino'nun yapıtlanndan parçalann okunacağı gecede
Prof. Tayfur Altıok'un 'Abidin' adlı filmi gösterilecek.
Duly'nin 1995 yılı takvkni
• Kültür Servisi-Konfeksiyon mağazalanndan Dufy'nin 1995
yılı için bastırdığı takvim ilgi topladı. Takvim, Türk Musikisi
bestelerini, bestecilerini ve müzik aletlerini konu ahyor. Hacı
Arif Bey ve Itri gibi bestecilere yer verilen takvim, Dufy'nin
1995 yılı atılımlannın ilk adımı olarak gösteriliyor ve yeni
yılın, Dufy için, sanatla ve kültürle dolu bir yıl olacağı
belirtiliyor.