26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 EYLÜL 1994 PERŞEMBE 12 DİZİYAZI Kalkınma yolunda düze çıhlacağı umuduyla sı- hntılara katlanmtşken, son ekonomik bunalımm ne tür engel- ler getireceğini kaygı ile düşünûyor ol- malıdır, halk. "Sorunlar birkaç yüda aşüacaktır" biçiminde verilen mesaj- lar, bundan böyle, ne ölçüde inandıncı olacaktv?.. Sistemlerdeki tıkanıklığın doğurdu- ğu bunalımm getiridiğiyılgınlıktıraşıl- ması gereken; geleneksel örgütlenme biçimidir. Yeni ufitk yeni hedef ve yeni toplumsal degerlere kavuşmadan, çok önemli bulduğumuz demokratikdeğişi- min yakalanabileceğini sanmtyoruz. Devletin resmi organlanya da bürok- rasi, bugün, kaynaklann etken kullaml- masında ve adil dağıtılmasında ciddi bir engel oluşturmaktadır. Aynca bû- rokrasi ve kontrol mekanizmalanmn önemli bir bölümünün, rüsvet ve rant sağlama ayıbına bulaşmış olması, top- lumsal güveni sarsmıştır... Ne acıdır ki, siyasalgücü ellerinde tu- tanlar, özelyetki alanlan olarakgördük- leri bölgeleri, halka açmak niyetinde değildirler... Oysa demokrasi, özgürlüklerin ço- ğaltıldığı bir sistem olduğu kadar, so- rumluluklann da paylaşıldığı bir ya- şam biçimidir. Yoksa, "halk, halk ta- rafmdan " nasılyönetilecektir? güç ve ölçekte örgütlenip, yönetimi pay- laşmalanyla hazırlanabilir. Kamusal hizmetlerde yaşanan bunalımm aşılma- sı, yetki ve sorumluluğun halka delege- si ile olanaklıdır. Gerçek demokrasi de budur. Yeni demokratik yapılanmada "yetki genişlemesi", ekonomik ve top- lumsalyasamın ulaştığı ölçekte, ertele- nemez gerekliliktir. gelisme, merkezi idarenin hantal elle- riyle bastınlmaktadır. Genel yönetim yapısında görülen merkezileşmehastalığı, belediyelere de bulaşmıstır. Yerelyönetimler de merke- zileşmiştır. Belediyelerin kent deneti- minde olduğunu kim söyleyebilir? Yerelyönetimler de yerselleşmelidir. Kentlerin kent kararlanna egemen ola- Katılım değil, sivüleşme Bugün yaşananya da ulasılmak iste- nen çağdaş insanhk degerleri, yasam gerçekleri ve ekonomik basan gereği, demokrasiyi güncele de egemen olabil- me süreci olarak tanımlamayı gerektir- mektedir. Demokrasiyi güncele çekmenin ko- şullan, toplumsalsınıf, tabaka vegrup- lann ortak uzlaşmayı yakalayabilecek Bugün gelinen toplumsal aşamada, ülkemizde çok önemli ölçeklere ulaşıl- mıştır. Nüfus artmış, taleplerçeşitlenmiş veyoğunlaşmıştır. Bununyanında top- lumsal is bölümünün sınır ve olanakla- n genişletilmemiştir. Halka, uzaktan seyretme özgürlüğü tamnmıştır. Anlaşılmaz bir kaygryla ol- sa gerek, altmış milyonluk potansiyel bilmeyollan, acilen açılmalıdır. Bu ko- nuda da çagdaş uygulamalar vardır. Halh temsilesoyunan siyasıyapılan- mada, partilerimizin örgütlenme biçimi, politikayı çirkinleştirmekte ve vatanda- şın güvenini sarsmaktadır. Parti yöne- timi delegeleri, delegeler de yönetimi tayin etmektedir. Bupolitika ilişkisi, ço- ğu kez, rant alışverişine dönüşmektedir. Önümüzde ikiyol vardır: Ya, dar kadro yönetimi gelenegini sürdürerek, memleketi "dürüst insan- ların gelmesL." düşüncesine "ema- net"edecegiz. Yani; Mehdi'yi bekleye- cegiz... Yada, herkesinsorumlulukalabilece- ği bir toplumsal uzlaşma çizgisiniyaka- layacağız. Parlamenter sistem elbette gerekli- dir; ancak toplumsal kathnın etkenliği ve sürekliligi ise sistemin özüdür...Ara- dığımız, özün örselenmemesidir... Enflasyon ve düşen ekonomik grafik- ler, kaynaklann aşındığını göstermek- tedir. Kaynaklann etkinliğinin sağlan- ması, onu dogrudan aracı koymadan, denetlemekle olanaklıdır; başka çıhş yoluyoktur. Ve Türkiye, buyolaynmın- dadır. Bunalımdan da bu yolla çıhlabilir; yani yönetimin yeniden yapılanmasıy- la... Katılım ya da "şeffaf yönetim" değil, gerekli olan sivilleşmedir... Bunalıma konulan tanı yanlış Bugün Türkiye'de yapılması gere- ken, dogrudan yönetimi paylaşmaktır. Türkiye'de, katılımı tanımlamaya ça- lışmış ve icra firsatı bulmuş sol yöne- timler de sivilleşmeyi düşünememiş ve tanımlayamamışlardır. Güncel yaşamın örgütlenmesinde ya da kalkınma olgu- sunda katılımı dışsal bir etken olarak al- gılamışlardır. Kuramsal tartışmalarda bile, "«vatandaşın gözetimini sağlar- sak_"la yetinmişler, "»vatandaşı kat- sakmı?" noktasına gelememişlerdir.. Konuyu ilginç bir örnekle somutlar- sak: Türkiye'ye tanmsal üretim planla- ması düşüncesini, bir bakıma sol yak- laşım getirmiştir. Merkezileşme süreç- leri öne çıkanlarak denilmiştir ki: "_ürünler, merkezi karar tahsfcleriyle pianlanacak, üretimleri de merkezde- kilerin güdümünde olan tarun saüş ko- operatifleri ya da devletin ofisleri pa- zariayacakör..." Yani ne kadar soğan ekileceğıni, hiçbirzaman soğan serüve- nini yaşamamış birkaç bürokrat planla- yacaktır..." Oysa, üreticinin iç ve dış piyasa ile dogrudan yüzyüze geleceği sistemi kursaydık, yani üretimi ve pazarlama- yı üretici karar ve yeteneklerine bırak- saydık, cay ve tütünde oldugu gibi yak- mak ya da denize dökmek zorunda ka- lacagımız ürünlerimiz olur muydu? Bugün devlet, 300 bin tona yakın tü- tünü "imha etmek" zorunda kalmazdı, belki de karar ve sorumluluğun üreten- lere aktanlması, doğaldır ki "yak- ma"mn önemli bir seçenek olmadığı sonucunu getirirdi... ı uBVmun ımsnK ooanrna I bataşı yankş Bu mantik çerçevesinde, devletin meslek odalanna yaklaşımı da bagış- lanmaz bir çarpıklığın göstergesidir. Deniyor ki, tahakkuk eden vergilerin, %65'i tahsil edilebiliyor. Sonuçta dev- let, tanımladığı ve kaynağını bildigi vergilerin önemli bir dilimini toplaya- mıyor. Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası yetkilisi diyor ki, "vergfleri devlet adına biz toplayahm" Ama merkez tt yedd gaspından"kaygı- h.. özellikle sebze ve meyvenin daha çok endüstriyel ölçek üretimlerinde, ya da bir bakıma seracıhkta hormon veya benzeri kimyasallann kullanıldığını il- gili kamuoyu açıklamaktadır. Devletin bu teknik kontrolda güçlükleri var.. Zi- raat Mühendisleri Odası, olası üretici birlikleri ve tüketiciler, bu kontrol dü- zeninde yeni bir yapılanmaya gidemez- ler mi? Çok güç, çünkü Osmanlıdan kalıt devlet mantığı, halkı reaya olarak gör- mek koşullanmışlığına kilitlenmiştir... Benzer yaklaşım, güncelde yaşanan bankalar için de geçerlidir. Bazı özel bankalar, topladıklan mevduat karşı- lıklannı verebilecek "munzanı hesap" yetersizliklerinden batmaktadır. Devlet denetleyemiyor. Denetimi de Bankalar Bırligi devletle birlikte üstlense, bu iş bölümü daha verimli ve etkili olmaz mı? Kentlerimizin çogu, her türlü çevre kirlilıği yanında, mimari ve yapı-inşa- at kirliligini de yaşamaktadır. Yerel yö- netim sistemlerinde kent halkıyla bir- likte mimar ve mühendis odalan gö- revlendiremez mi? önemli bir meslek odamızın bir ge- nel kurul toplantısında bir devlet büyü- gümüz "MesJek odalanmız konuşsun, görüş üretsin, tstifade ederiz"demekte- dir. Oysa yalnız görüş üretmeleriy!e ye- tinilmeyip, işlere katılmalan saglansa, kiıne ne zaran olur? Her türlü örgütlenme, toplumun or- tak ürünü oldugu bilincine oturtulma- lı, ortak paydada ortak çıkarlar yer al- malıdır. Bunun da yolu topluma tartış- ma ortamı ve örgütlenme pratiği kazan- dırmaktan geçmektedr. Toplum önündeki bunalırrun aşılma- sı, kamusal yönetimin yeniden yapılan- masıyla, yani sivil toplum sürecinin ha- yata geçirilmesiyle olanaklıdır | btto*ar proyam tıptışııulâii tok boyutkı Bu ortamda bir kez daha görülmüş- tür ki, gerek sag, gerekse sol, tüm siya- sal partilerde, sorunlann nedenleri, se- bep sonuç ilişkileri, geleneksel kalıplar- la belirlenmekte; stratejik seçenekler üretilememektedir. Kısaca, ülke ve dünya gerçeklerini dışlayan ve dogru- luğu tartışılan genel söylemler, makro- ekonomik sentezler olarak dayatılmak- tadır. 5 Nisan Kararlan 'na ilijkin hüküme- tin sundugu "Ekonomik Onlemler Uy- ÜYGULAMALARIN BEŞİNCİ AYINDA . NIJANKARARLARI RIFAT DAĞ j Nisan Kararlan'na ilişkin genel değerlendirmeler kamu açıklanna, maaş ve ücretlerdeki hızlı artışlara, sermaye hareketlerindeki dengesizliklere dayandınlmıştır. Böyle olunca düzenlemelerde, tüm gelir kaynaklanna inmek yerine, mükellefleri bilinen az sayıdaki kesime ek vergiler salınması ve birkaç KİT'in özelleştirilmesi ile yetinilmiştir. Tüıidye'de herşeyi merkezden, halktan kopuk biçimde yönlendirmenin en somutörneği tarun alanında görülmektedir. Hangj ürünün ne kadar üretileceğine, hayatmda o ürünün serüvenini hiç yaşamamış bürokratlar karar vermektedir. gulama Planı"nda açıklandıgı biçimiy- le, genel değerlendirmeler kamu açık- lanna, maaş ve ücretlerdeki hızlı artış- lara, sermaye hareketlerindeki denge- sizliklere dayandınlmıştır. Buna baglı olarak, "yenidenyapısaldüzenlemeler" adı altında, tüm gelir kaynaklanna güç- leri oranında inmek yerine, mükellefle- ri bilinen az sayıdaki kesime ek vergi- ler salınması, birkaç KİT'in özelleşti- rilmesi ve tanmsal ürünlere uygulanan destekleme politikalannın gözden ge- çirilmesiyle yetinilmiştir. Denebilir ki, hükümetin ekonomik denge programlannda sorun kamu KÎT açıklanna, çözüm kamu gelirlerinin kısmen arttınhnasına dayandınlmıştır. Kamu açıklan vardır: Sorun haline getirilen KÎT'lerin içinde bulundugu darbogaz ise bunun ancak bir nedeni- dir. Bilinmesi gereken ge- leneksel ekonomik işleyi- şin, oluşan makroekono- mik dengelerin ve bu den- mış merdivenini çekmiş" etken kesimin görmek istemedigi, geleneksel ekono- mik yapılanma, yani sermayeleşme stratejileri yatmaktadır. Bunalımı hızlandıran bir diger etken de Güneydogu sorunlan ile ortaya çı- kan faturadır; resmi açıklamalar ve kay- naklardan edindigimiz bilgilere göre, yıllık maliyet 100 trilyon civanndadır. Sorunun genel ve bölge ekonomisi üze- rindeki baskısı ise daha önemli boyut- lardadır. tktisat bilimi, kalkınma ile sanayıleş- meyi eşdeger anlamda tutmaktadır. Rostow, toplumsal aşamalan tanımlar- ken, sanayileşme süreçlerini açıklamış- tır. ABD'li iktisatçı Young, "_ serma- ye/emek oranı arükça, imalat sanayün- /Lamu açıklan vardır: Sorun haline getirilen KÎT'lerin içinde bulundugu darbogaz ise bunun ancak bir nedenidir. Bilinmesi gereken; geleneksel ekonomik ilişkin "Ekonomik Onlemler L'ygula- ma Planı"nda şöyle bir yonım var: " Ekonomide var olan dengesizük, dış dengedede bozuhnaya neden olmuştur." Aynı rapor, iç dengesizlikleri daha çok kamu kesimi açıklanna, maaş ve ücretlerdeki artışa, Batı ekonomileri- nin içinde bulundugu durgunluga ve fı- nansman yönetimine bağlamıştır. Bura- da, eskilerin deyişiyle bir "takdim te- hir", yani asıl anlatılması gerekenin be- lirtilmediği ya da dolaylı anlatıldığı ger- çeği vardır. Ya da derecelendirilebilsey- di belki birincil bunalım etkenleri, alt sıralara alınmıştır denebilir. Oysaki hükümet, bunalımı tanımlar- ken, ısrarla sürdürülmek istenen ekono- mik yapılanmanın, ithalatı ve bağımlı- lığı özendirdiğini, dış ti- caret dengesinin ekono- mik hacim büyüdükçe sü- rekli aleyhimize bozuldu- gunu, bunun da iç ve dış borçlanma geregini arttır- dıgını, milli gelirden al- geleri doguran ekonomik işleyİŞİn, OİUŞan makroekonomik dengelerin dıklan pay giderek azal- yapılanmanın konjonktü- , j , . , , , ., rei sonucunun krize yoi ve bu dengelen doguran ekonomik açtıgıdır. Yani madaiyo- yapılanmanın konjonktürel sonucunun krize nun arka yüzudür görül- î . * j -»>• • j i ı . . . . . . . »i gereken... y°l açtığıdır. Yani madalyonun arka yüzudur görülmesi gereken... deki üretim artmakta" derken, sanayi- leşmenin önemini vurgulamaktadır. Modern Türkiye, cumhuriyet öncesi dönemden başlanarak tartışılan kalkın- ma stratejisini, 1923 tzmir Iktisat Kongresi'nde dogru bir seçimle sana- yileşmek dogrultusunda belirlemiş, ni- cel anlamda önemli aşamalar yakala- mıştır. Ancak, önemli sayılabilecek hastalıklan kronik olarak bugünkü tab- loya taşımıştır. Kullanılan kalkınma araçlanyla bir taraftan kesimler(sanayi/tanm), sosyal gruplar ve bölgeler arasında kaynaklar adil dagıtılmayarak topyekun kalkın- manın fırsatlan kaçınlmış, diger taraf- tan sanayi ve rant ekonomisinde yaşa- nan "temerküzler" (yogunlaşmanm) sonucunda ekonomiyi sürüklemeleri beklenen öncü sektör altyapılannı erit- miş, böylece ekonomi, kendini yeniden üretememiştir. •ükümetin, 5 Nisan Kararlan'na g 5 Nisan Kararlan'ndan sonra, finansal yapıda ya- şanan kriz, dış ödemeler dengesindeki açıgın ne denli sonuçlar dogurabilece- ginin de göstergesi olarak görülmeli- dir. Uluslararası ticarette, sattıgından çok satınalan ülkeler, mal degişim sürecini kontrol edemez ve paralanna değer ka- zandıramazlar, başka bir anlatımla stra- tejik üstünlük avantajlan yoktur. Böy- le olunca siyasal iç denge kaygılan ve hesaplanyla da gerçekçi kambiyo-kur politikasını yaşama geçiremezler. Bu siyasal süreç, bastınlmış devalüasyon- la da koşutluk göstermektedir. Yaşadı- ğımız bunalımlann gerisinde, bu tür fi- nansal ilişkilerin gölgesi vardır. Son dönemlerde yaşadığımız finan- sal bunalımm bir adım gerisinde aşın değerlenmiş kur sonucunda, ithalatın "cazip" kıhnarak arttınlması, aynı ek- sende doğan bütçe açıklannın iç ve dış borçlanma ile karşılanmasını görmek- teyiz. Biraz daha gerisinde "darna çık- masına karşın, gelinen bunalım aşamasında bu ücret giderleri payının bi- le yük olabildiğini, dış borç servisinin, bütçe ve kamu giderleri sınırlannı zorladığını ve kamu açık- lannın önemli bir nedeni olduğunu açıklamış olsaydı ve aynca geleneksel ekonomi politigin, istihdam, iç göç, sağlık, egitim, konut ve bölgesel geliş- me sorunlanna yanıt vermediğini, açık- lanan demokrasi paketinin, girişimcili- gin de özü olan özgürlük ve temel in- san haklannı güvenceye almak yerine, siyasal partilerin geleneksel yapılan- malanna ve parti tabanlannı genişlet- meye yönelik olduğunu, sorunlann da- ha çok yapısal sıkıntılardan kaynaklan- dıgını belirlemiş olsaydı, yanlışı mı söylerdi? Cumhuriyetten bu yana yaşanan kal- kınma serüveninde ilginç bir tablo or- taya çıkmıştır. 1923 yılından 9O'lı yıllara, dış tica- ret hacmimizde 260 misli bir büyüme gerçekleşmiştir, dış ticaret açıgındaki büyüme de aynı oranlardadır. Tek de- gişmeyen oran, dış ticaret hacmindeki ihracat payıdır; 1923 ve 9O'lı yıllarda da %36'dır (DlE, 92). Kısacası, ekonomi büyüdükçe aynı oranda dış ticaret açı- gı verilmiştir. 1993 yılında dış ticaret açıgı 14.2 milyar dolara yükselmiştir. Asıl kaygı verici yönü, cari işlemler dengesinin de 6.4 milyar dolar açık vermiş olmasıdır. Yani dış ticaret açığı; işçi dövizi giriş- leri, dış navlun gelirleri, turizm gelirle- ri ve net transferlerle bile karşılanama- mıştır. Dış borç yapısına baktığımızda, yıl- lara göre, kısa vadeli borç payı artmış, dış borç miktan 70 milyar dolar civan- na yükselmiştir. Dış borç servisi (ana para+faiz), toplam döviz gelirinin %30'una yükselmiştir (M.B. 92). Milli gelir sektör paylan, 1923-90 za- man arahğında, sanayi lehine değişmiş- tır. 1923 yılında tanm payı %76 iken 9O'lı yıllarda %14'lere düşmüş, buna karşın tanm dışı sektörlerin payı O o86'ya yükselmiştir. İSarayMnıfcş IticaretteMyeri İç gelışmede başan grafigini yükselt- tigi belirtilen sanayi, dış ticarette başa- nlı olmuş mudur? tmalat sanayinin 1992-93 yıh ihracat yapısı incelendiginde dışsatımda ilk sı- rayı %57.8 payla gıda ve tekstil ürün- leri (tüketim mallan), ikinci sırayı %30.1 payla ara mallan, son sırayı ise %12.1 oranıyla yatınm mallan almak- tadır. Denebilir ki ihracatımız gıda, tekstil ve demir çelik gibi geleneksel ürünler agırlıklıdır Bu üç ana mal gru- bunun, toplam ihracattaki payı %65'tir (DPT, 92). İmalat sanayiinde, ihracatın/üretime oranı % 18'dir. Yani sanayimiz %82 ora- nında iç piyasa için çalışmaktadır. Yük- sek oranlarda sermaye harcıyan otomo- tiv endüstrisinin, imalat sanayii ihraca- tındaki payı %2'dir. Sermaye yogunlugu yüksek yatınm mallannda, üretilenlerin ancak %9.6'sı ihraç edilebilmektedir. îthalatın %90'mını yatınm ve ara mallan oluş- turmaktadır. Ekonominin hangi yöne gittigini an- lamak için, dış ticaret tablolan önemli izler bırakmaktadır. Otomotiv sanayiinde, 80'li yıllarda önemli gelişmeleryaşanmıştır. 1980 yı- lında 29 bin otomobil üretiliyorken, 1992 yılında 265 bin üretilmiştir. Bu üretim düzeyi, 92 yılında, yurtiçi tale- bin %78'ini karşılamıştır. Bakım ser- vislerindeki düzenlemeler ve yaygın tü- ketici kredileri ile iç piyasa koşullan geliştirilmiş ve özendirilmiştir. Bütün bu iç gelişmeler dış ticarete yansıma- mış ve 1992 yılında, ancak 120 milyon dolarlık otomobil ihracatı gerçekleşti- rilebilmiştir. (MMO, 93). Her otomoU içfeı üç Un dolar dovfz Türkiye Bankalar Birligi, 89-93 dö- neminde 51 trilyon liralık tüketici kre- disi kullanıldığını, bunun 21 trilyonluk dilimini otomobil kredilerinin "teşkil ettiğiıu'' açıklamaktadır. Böylece sis- tem, iç talebi bankalarla kamçılamıştır. Üretilen her otomobil için 3 bin do- lar döviz çıkışı olduğu belirtilmektedir. 1992 yılında 265 bin otomobil ve 78 bin ticari araç üretilmiş; toplam üretilen 343 bin yerli aracın çıplak üretimi için 1 milyar dolar döviz sarfi gerekmiştir (MMO, 93). Patent, know how, danış- manlık, yan sanayi ve yedek parça gi- derleri de eklendiginde, döviz giderle- rinin birkaç misli artmış oldugu görü- lecektir. Ana ve yan sanayilere uygula- nan teşvikler de aynı bir hesap olarak degerlendirilmelidir. Türkiye otomobil talebinin hızlı bir artış gösterdigi anlaşılmaktadır. 1991 'den 92'ye otomobil talebi %29.2 artmıştır. Uzun dönemli talep projeksi- yonlan, 2000'li yıllardaki talebin 1 mil- yon civannda olacağını kestinnektedir. (DPT, 92-MMO,93). Otomotiv sanayii önemli ve imalat sanayiinin de öncü sektörüdür. Geliş- mesiyle genel ekonomiyi sürükleye- cektir, bu yöndeki başansı döviz ka- zandıncı sektör olabilmesiyle olanak- lıdır Dış ticarette mal değişim sürecin- deki üstünlük, içerdiği sermaye yogun- lugu nedeniyle otomotiv, elektronik ve yatınm mallan ihracatıyla gerçekleşe- bilecegine göre, en azından harcadıkla- nnı karşılayacak oranlarda döviz ka- zandıncı olmalıdır. Aksi durumda, tica- ret açıgı ve bunalım, ticaret hacnıi art- tıkça derinleşecektir. Yarın: Gelir kaynaklarının denetimi ve istihdam sorunu ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇt Sineğin Kanatları... (1)"Devinim" dergisi, Istanbul'a taşındı. Gerçek bir "Atatürk- çrü"dergi. 1991'deCumhuriyet'tenkoptuğumuzda, "Devinim'- 'e bir yazı yazmıştım. Yaşamasını heyecanla beklediğim bir dergi. Ancak, güç koşullar içinde yayımını sürdürüyor. Ağus- tosta çıkmadı. 20 eylülde; ağustos, eylülü birleştirip çıkacak- mış. "Devinim"\n yazışma adresi PK. 650, 80075/Beyoglu- Istanbul. Yıllığı 360.000 TL. Altı aylık 200.000 TL. öğrencilere, bir yılhk 300.000 TL. Posta Çeki Hesap No: 522215, banka he- sap no: TC. Ziraat Bankası Beyoğlu Şubesi'nde 30420- 201168-6 numaralı hesaba sürdürümcü ederi yatırılabilir. He- saba para yatınlırken, "Devinim dergisi, Alptekin Gündûz" adarının yazılması yararlı olur. Devinim'in Başyazarı Ord. Prof. Dr. Hrfzı Veldet Velklede- oğJu olarak gösteriliyor. Velidedeoğlu Hoca'yi gençler yaşatı- yorlar böylece. "Devinim"\n son sayısında, Prof. Dr. llhan Arsel'in "Neden Fare Deve Sütü Içmez de Koyun Sütü Içer" başlıklı bir yazısı var. Bir okur, yazının bir kopyasını çıkanp göndermiş. Okur, Istanbul'da oturduğumu sanarak, mektubu Cumhuriyet'in merkezine, Istanbul'a yollamış. Dönüp dolaşıp Ankara'ya gel- di. Düşündüm, okur bunu neden yollamıştı? Belki de: - Ekmekçi uyuma! Bak, ne yazılar var demek istiyordu. llhan Arsel, yazısının üst baslığında şöyle demişti: "Aklı dışlayan eğitim sisteminde 'kişi'n/n yaşam ve düşünce tarzını şekillendiren kurallar zihınsel, bilimsel, nesnel ve de- neysel bir düşünce mantığına dayalı değildir." llhan Arsel'in bu tümcelerini belki Devinim yöneticileri çı- karmışlardı başlığa. llhan Arsel, yazısının girişinde de şöyle diyordu: "Diyanet Işleri Başkanlığt'nın yayımlarında yer alan ve din adamlarımız tarafından halkımıza eğitim gıdası olarak sunu- lan şeriat verilerinden şu bir iki örneğe göz atahm: 'Beni Is- rail'den bir kavim (mesh olunup) beşer tarihinden silindi, yok oldu... Ben zannetmem ki, o ümmet fareden başka bir şeye mesh (biçim değiştirme) ve tahvil edilmiş olsun. Çünkü fare (içsin) diye (bir yere) deve sütü konulursa, onu içmez de koyun sütü konulursa onu içer.' (Sahih-i Buhâri Muhtasarı..., Cilt IX, sh. 6&69, hadis no. 1364.) 'Her kim (istinca için = pislikten temizlenme) taş istimal ederse (kullanırsa) adedini tek yapsın (yani üç taş kullansın) (Sahih-i Cilt I, sh. 147, hadis no: 129.) 'Esnemeye gelince, şüphesiz o şeytandadır... Biriniz esne- yip (a) diye ağzını ayır(ınca) onun gafletine şeytan güler.' (Sa- hih-i.... XII, sh. 164, hadis no: 2013 ve sh. 165, hadis no: 2014.) 'Şeytan her işinizde, hatta yemek yerken dahi yanınızda bu- lunur. Birinizin lokması elinden düşerse onu alıp yesin. Şeyta- na bırakmasın', 'Sizin biriniz uykusundan uyanıp da abdest aldığında burnundaki nesneyi nefesiyle üç defa dışarıya çıkar- sın, çünkü şeytan uyuyanın genzinde gezer.' (Riyazü's Sali- hin... cilt I, sh. 59 ve cilt II, sh. 163.) 'Tann'nın inayetleri (iyilik) çorba kasesinin ortasında değil kenarındadır, kaseninortasındanbaşlayacakolursanızTann'- nın inayetine erişemezsiniz.' (Sahih-ı XII.) Merkep, şeytan görmedikçe anırmaz. Merkep anırınca siz (Tann'nın adını) zikredin, bana da salavat getiriniz. (Sahih-i... 1,sh.68.) Hani şu gümüş kaptan bir şey içen kişi yok mu? Muhakkak o kişi karnına cehennem ateşini (çup çurp diye) içerek gönderir' (Sahih-i... XII, sh. 56, H. 1904.) Sizden biriniz içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü za- man, o kişi onun (her tarafını) batırsın, sonra çıkarsın (atsın) Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, öbürüsünde de şifa (sağalma, sayrılıktan kurtulma) vardır.' (Sahih-i... cilt IX, sh. 71, hadis no.1365.)' r Bu örnekleri verdikten sonra, Prof. llhan Arsel, yazısını şöy- le sürdürüyor: "Bu yukarda belirtilen hukümler Müslüman kişilerin eğiti- mini sağlayan sayısız uygulamalardan sadece birkaç ömektir ki aklı başında olan her insanı yerinde sıçratmaya yeter. Ne yazık ki şeriat eğitimi tümüyle gökten inme ve aklı dışlayan bu tür verilerin öğrenımınden ibaret olup her yönüyle insan deni- len varlığı düşünemez hale getırme amacını içerir. Bununla da yetinmez, fakat aynı zamanda 'bilimsel mantik' diye bir şey olamayacağı bilincini yerleştirir. 'Şu nedenle ki 'sebep' ve 'il- let' arasındaki ilişkiler, akılcı mantik' veya deney' usulleriyle değil, fakat 'iman' ve inanç' öğeleriyle anlatılmak istenmiştir: Tanrı inayetleri', 'cennetler', cehennemler', 'şeytanlar', 'cin- ler' vs. gibi hususlar ve özellikle batıl inanışlar kişinin tek dü- şün ölçeği yapılmıştır. Örneğin yukardaki örneklerde farenin deve sütü içmeyip koyun sütü içmesi konusundaki hadis, güya günahkar bir Yahudi kavminin vaktiyle Tanrı tarafından fare cinsine dönüştürülmüş olmasıyla ilgilidir. Diyanet'in Islam kaynaklarından naklen söylemesine göre güya vaktiyle Yahu- di kavimlerinden biri, günahkar olduğu için Tanrı tarafından fare şekline dönüştürülmüştur. Ancak bu Yahudi kabilesi deve sütü içmez olduğu için fareler de öyle olmuşlardır. Diyanet'in açıklaması aynen şöyle: 'Mesh, günahkar bir kavmin Allah ta- rafından toptan maymun, hınzır (domuz) gibi bir hayvan cinsi- ne kalb-ü tahvil edilmesidir ki, geçmiş ümmetler arasında vuku bulmuştur Hadiste haber verilen hadise de onlardan bi- ridir. Fare deve sütü içmez de, koyun sütü içer fıkrası Beni Is- rail'den olan o kavmin fareye tahvil olunduğunun delilidir. Şöyle ki devenin eti, sütü Beni Israil'e Allah tarafından haram kılınmıştı. Kat'iyyen Beni Israil (Israiloğulları) deve sütü içmez- lerdi. Fare'nin de içmemesi, onları bir yerde toplayan nokta oluyor." (Bkz. Sahih-i.... Cilt, IX, sh. 68-69.) Domuz eti, Yahudilerde de Müslümanlarda da "haram!." O nasıl oluyor' Çocukluğumuzda, okulda ne öğrendiğimizi me- rak edenler, bilgisiz kadınlar sorarlardı: - Söyle bakalım bir mi çok, bin mi çok! - Elbette bin çok! - Bilemedin, derlerdi, bir çok! Bir Allah da, bin şeytan! Kafa- mız iyice karışırdı. Çogunluk sistemi, dincilere göre değil... Prof. llhan Arsel'in "Devinim"e yazdığı yazı daha bitmedi, pazar günü çıkacak "Ankara Notlan"nda sürdüreceğim. O gün, Turan Dursun'un öldürülüşünün yıldönümü, onu da ana- cağım! BULMACA 1 2 3 4SOLDAN SAĞA: 1/ Avrupa"nın kuzeyinde yaşayan bir halk. 2/ Yazı ile bildirme... Haberci. 3/ Hariç... Eski Türkler'de at, köpek, keçi gibi evcil hayvanlann mumyalan- na verilen ad. 4/ Siyah, sert ve ağır bir tahta... Bir nota. 5/"Mescitte riyapi- 6 şeler etsin — riyayi/ Mey- haneye gel ki ne riya var ne mürai" (Şeyhülislam Yahya)... Sarmısağın an- tibiyotik etki gösteren etkin maddelerinden biri. 6/ Halo- jenler grubunun dördüncü ametali olan yalın cisim... Çekişme, kavga. 7/ Akdeniz çevresinde yetişen ve mavi, beyaz ya da menekşe rengin- de çiçekler açan bir ağaççık... Ses- siz, uslu. 8/ Akıl... Bir aümhk barut miktan. 9/ Halat ucu... Kimi yörelerde çiftlıklerde çahşacak mevsimlik tanm işçileri toplayan, bunlarla çiftlik sahibi arasında araalık yapan kimse. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Çipura balığının, boyu 10 cm'ye kadar olan gençlerine veri- len ad... Sınır boyu. 2/ Kiremitrengi. 3/ "Yürün aslanlanm sa- vaş edelim/ Buna kavga derler bey ne — ne" (Köroğlu)... Rey. 4/ Müstahkem yer... Düzgün ve iyi konuşma yetisi. 5/ Şube... Bir cetvel türü. 6/ Bir cins tafta... Tavlada bir sayı. 7/ Orta Av- rupa'daki dağ sırası... Büyük bakraç. 8/ Eski Mısır'da güneş tannsı... Mısra. 9/ Bir elektrik akımının bir sinir ya da kasla uyanm oluşturabilmesi için gereken kısa süre.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle