05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 AĞUSTOS1994 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 'Yaşamakarşıhırsladohıyum'Kültfir Servisi • "Gündüz Gü- zeü", "Son Metro". "Indochi- ne" gibı filmlerin unutulmaz oyuncusu Catberine Deneuve, oyun gücü kadar gûzelüği ve 'erişilınezliği' ile de hayranlan- nın gönlüne laht kunnuş bir yıl- dız. 'Kim Kimdir'in 'D' harfine baküğınızda onun hakkmda birkaç şey öğrenebilirsiniz, za- ten gizliliği o kadar çok seviyor ki, öğrenip öğreneceğiniz bu kadar olabilir: Asıl adı Catheri- ne Dorieac. 22 ekim 1943'te Pa- ris'te oyuncu Maurice Dorleac'- ın kızı olarak dünyaya geldi. Moda fotoğrafçısı David Bailey ile evlenıp boşandı. İki çocuk annesi(Roger VadinTle olan ilişkisinden Christian Vadim, Marcello Mastroianni'yle olan ilişkisinden de Chiara-Charlot- te Masrroianni). Pariş'teki La Fontaine Lisesi'ni bitirdi, sine- maya 1959'da "Les Petits Chats"(Küçük Kediler) adlı filmle adım attı. Gizliliği seviyorum Bunlar, dünyanın en gûzel kadınlan arasında ilk aralarda adı anılan Catherine Deneu- ve'ü tanımlamak için yeterli de- ğil elbette. tlk önce söylemek gerekir ki, babası ve ablası oyuncu olan Catherine'in de oyuncu olması kaçınılmazdı. Nitekim, elliden fazla fılmde oynadı ve sinemanın en büyük- leriyle çalıştı, Visconti hariç. Oysa ki bu iki büyük sanatçırun birlikteliğinden ortaya nasıl bir şey çıkacağmı hayal etmek bile heyecan verici. Catherine De- neuve'e Visconti'yle neden hiç çahşmadığı sorulsaydı, karşılığı kuşkusuz, onun için bir tür sa- vunma olan o ünlü seşsizlıkle- rinden biri olurdu. Sessizliği ba- zen bir yumruk gibi bile kulla- nabilen biri o. Konuştuğu za- man da, herhangi biriyle değil, konuşmaya değer bulduklany- EUi yaşuu geçen Catherine Deneuve, ünlü ama adıyla anılacak bir rolü benüz yakalayamadı. la konuşuyor. tnsan bu kadar gûzel olur da yaşlanmaktan korkmaz mı: "Elbette korkuyorum yaşlan- maktan. Bütün kadmlar gibi... Belki bütün kadınlardan daha da çok, çünkü bir aktris için bu daha da önemli. Aksini idda et- mek yalan olur". Kişiliğinin belki de en belir- gin özelliği, gizemliliği- "Gizlfli- ği seviyorum. Bence, özel olan şey öyle de kalmalı. Zaman za- man bir röportaj sırasında ken- dimle iigili özel bir şeyler söyle- diğûn oluyor. Ama sonradan piş- man oluyorum". Catherine Deneuve, sada- katiyle de tanınıyor. Örnek ola- rak da yanm asırdan beri ken- disini giydiren Yves Saint Lau- ren'le olan dostluğunu veriyor: "Yves'i pek sık görmem. ama hakkımda her şeyi bilir, ben de onun hakkında her şeyi bilirim. Çünkü ben, başkasına soyleme- sinden korkubnadan her şeyin konuşulabileceği bir kadınım. Yves'e hayranım ve onun moda- e\ine gjden herkes gibi ona giive- nim tam". Deneuve'le yapılan hemen hemen her röportajda. uzun sessizliklere rastlamak mümkün, 'özel' kabul ettiği ki- mi sorulara asla yanıt vermi- yor. Peki neden sessizliği bu ka- dar seviyor? ÇünkiL, bu bü- yük yıldız, konu- munun gerekleri- ne boyun eğmeyi şiddetle reddedi- yor. O burada, si- nema perdesinde parhyor. Ama, özenle sakladığı diğer Deneuve'ü görmek ister- seniz, boşuna uğ- raşırsınız. Oğlu ve kızı arük büyüdüler ve kendi kanat- lanyla ucmaya başladılar. Ama bugüne kadar anneleriyle olan ilişkileri hakkı- nda hemen he- men hiçbir şey bi- linmedi. Sanatçınm aşk hayatı için de aynı şey geçerli. David Bailey, Roger Vadim ve Mar- cello Mastroianni dışında ha- yatına başkalan da girdi kuş- kusuz, ama çoğunun adı bile duyulmadı. Catherine Deneu- ve, kitlelere gösteri yapmadan sevmeyi seviyor. Her şeyden önce gizliliği seviyor. Çözülemez, sessiz Deneuve... İlk bakışta ulaşılmaz görünü- yor, ve bundan gurur duyuyor, ama sadece ilk bakışta: "Benim için 'yıldız' srfatmın kullaıu- lmasmın abartıiı buluyorunı. Ulaşüamayan yıldız imajını ka- bul etmiyorum. Ama, sinema perdesinde parlayarak insanla- rın gecesini aydınlatan, onlara düşler kurduran yıldız fikri hoşu- ma gidiyor". Kendine Dietrich'i ve Gar- bo'yu örnek alıyor. Onlar gibi "Benim için 'yıldız' sıfatının kullanılmasını abartılı buluyorum. Ama, sinema perdesinde parlayarak insanlann gecesini aydınlatan, onlara düşler kurduran yıldız fikri hoşuma gidiyor." bir görünüp bir kayboluyor. Yakınındakı bazı kimseler onun bir parfiim bulutu içinde yaşadığmı iddia ediyorlar. Ger- çekten de, sabahlan ilk olarak Paul Valery'nin "Parfiim sür- meyen kadımn hiçbir geleceği olamaz" cümle- sini tekrarlıyor kendi kendine. Ancak, kendi ya- ratüğı parfümü- nün pek de sükse yaptığı söylene- mez. Sinemada çıplaklığın karşı- sında ünlü yıldız: "Çıplaksahneleri tahammül edile- mez buluyorum. Bana çok itici ge- liyor. Erotik de değil üstelik. Bir oyuncu, çıplak ol- duğu zaman, can- landırdığı karak- ter olmaktan çıkıp kendisi olu- yor. İnsan oluyor yani". Elü yaşım geride bırakan Catherine Deneuve'ün yaşamı- nın ilk elli yılının bilançosu, ha- yal ettiği kadar parlak değil. Evet, yeterince üne sahip ama, istediği gibi çarpıcı, adıyla bir- likte anılacak bir rol yakalaya- mamış henuz. Örneğin. Vivien Leigh denilince, derhal Scarlett O'Hara gelir akıllara. Ya da Isabelle Adjani, Camille Clau- del'i düşündürür. Oysa ki Catherine Deneuve denince belleklerde canlanan. olanca görkemiyle bir dergide boy gös- teren Catherine Deneuve'dür. Ama önümüzdeki günler ne getirir, belli olmaz. Üstelik böy- le hırsh biri için: "Melankoü be- nim doğamda var. Ama neşe de öyle. Her zaman her şeyi iste- dûn. Hayata karşı doymayan bir açlık, büyük bir hırsla dolu- yum". Sanatçüar 'hayvan sevgisi'nde bıduştu İstanbul Haber Servisi - 27 mart yerel seçimlerinde, SHP'nin özellikle JstanbuT- daki sarsılan prestijini kazan- mak, solda birliğe yakınlaş- mak ve böylelikle yine SHP'- nin ülke genelındeki oy pranını artırmak amacıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday gösterilen ancak, secimi kaybederek ha- yal kınklığına uğrayan sa- natcı-yazar ZülfB Livaneli, kısa süren bir macera yaşadıgı politika sahnesinden müzik sahnesınedönüş yaptı. Sözko- nusu dönüşün temelinde ise Livanelı'nin, hayranlanna karşı duyduğu özlem ve "nay- van sevgisi" yaüyordu. Çünkü sanatçı, kendisini gibi sanatçı olan AyHn livaneli'nin orga- nizasyonunda görev al- dığı ve elde edilecek gelirin- Hayvan Hastanesiyapımı için kullanılacak konserde sahne- yeçıkü. Hayvanlan Koruma Demeği tarafından, önceki gece, Harbiye'deki Açıkhava Tiyatrosu'nda gerçekleştirilen konsere halkın ılgisi oldukça fazlaydı. Belgrad Ormanı'nın içinde yapımı süren Hayvan Hastanesi'ni tamamlamak üzere düzenlenen konser gece- sini. Fatih Mûhürdar ve Sezen Cumhur önal sundu. Konse- re. Zülfü Livaneli'nin yanı sıra, kızı Aylin Livaneli, Eda Özülkü, Yonca Evcimik, Gök- han Kırdar, Özcan Deniz, Ye- liz, Leman Sam, Ajda Pekkan ve Nükhet Duru gibi ünlü sa- natçılar katıldı. Zülfü Livaneli, görüşlerini Cumhuriyet'e şöyle dile getir- di: "Seçimler ve adaylığım geride kaJdı ama benim sanatçı yaşamım devam ediyor. Secim dönemi bir ayncalık ounuştu. O zaten hayatımdan çıktı git- ti." Sanatçı Hayvan Hastane- si yaranna düzenlenen konse- re katılma gerekçesinı ıse. "'5 Nisan ekonomik tedbirleri çerçevesindc kuduz aşısı gel- mesi azalmtş. Bu yüzden de Sağlık Bakanlığı'ndan bir müsteşar yardımctsı bir hanım, sokak hayvanlan için 'vur emri' çıkartmış. Biz eski du- yarldıkları kaybettik. Çünkü insan insana acmuyor. Kaldı ki haytana actsın. Biz de diyoruz ki, insanın insana acunası için, insanın insam sevmesi için ön- celikle doğayı, kediyi, köpeği, kuşu, böceği sevmesi gereki- yor. Bunlar birbirinden ayn- unaz bir bütûndür. sözlenyle dile getirdi. Konserin organı- zasyonunda görev alan ba- basını sahneye çıkması için ikna eden Aylin Livaneli de duygulannı şöyle özetledi: "Sahneye ilk çıktığunda çok heyecanlıydım. İlk defa böyle bir organizasyon yapıyorum. Ama, müthiş kalabalığı ve bü- yük ilgiyi görüncü mutlu ol- dum. Sanatçı arkadaşlarımın da beni kırmamasıcok sevindi- riciydj." Aylin Livaneli babasını ikna etmesi konusunda ise, "Vallahi kandırdım. Çünkü zannediyorum kendisi de be- nimle aynı duyguları payla- şıyor. Yardıma muhtaç bütün canldara yardım etmeyi seven bir insan. Dolayısıyla kabul etti." şeklinde konuştu. Kon- serin finalinde, "Sevda E>eğü" adım taşıyan ilk parçasını Nükhet Duru'yla birlikte yo- rumlayan Zülfü Livaneli daha sonra, sırasıyla "Yiğidün As- lanon Burda Yatryor", "Ley- üm Ley" ve Nazım Hikmet'- ten "Deniz Ol" adlı parca- lannı hayranlannın da katılımıyla okudu. Aylin Li- vaneli ise babasına konserin sonunda bir şükran plaketi verdi. ZuUu Livaneli, kızının düzenlediği konserde şarkılarını Nükhet Duru ile birlikte Hayvan Hastanesi'ne katkıda bulunmak için yorumladı. (Fotoğraf: AYKUT KÜÇÜKKAYA) Uluslararası bir tiyatro semineri: 'Kadınlar İçin Bir Sahne' Epik yöntemdenemeleri... FÜSUN DEMtREL Dario Fo-Franca Rame Ti- yatrosu 27 haziran-3 temmuz tarihlerinde İtalya'nın Cesena- tico kentınde 'Kadınlar İçin Bir Sahne' başlıklı uluslararası tı- yatro semineri düzenledi. Rus- ya (Minsk), Almanya, İngilte- re, İtalya'nın yaıu sıra Türkıye'- den de on sanatçı, bu tiyatro seminerine katıldı: Füsun De- mirel, Nurettin Şen, Serap Eyü- poğlu, Nusret Şenay, Zeynep Erkekli. Nihal Tercan, Neriman Uğur, Ozgür Erkekli, Berrin Zoga, Gülay Özkaya. Franca Rame ve Dario Fo, tiyatro dünyaana yetenekli, ya- ratıa, cesur, bağımsız bir genç kuşagm gelmekte olduğunu. ancak günümüzde yaşanan ti- yatro açmazının genç sanatçıla- n etkilediğini, saJon sorunlan yaşadıklannı, ekonomik sıkın- tılar çektiklerini özellikle özgür ve cesur seçimler yapan genç aktristlerin önünde pek çok en- geller olduğunu düşünerek 'Ka- duılar İçin Bir Sahne' semınennı organize ettıler. Çalışmalar reji. dramaturji ve oyunculuk tekni- ği üzerinde yoğunlaştınldı. 4 oyun üzerinde çalışma Seminerin gerçekleştiği Cese- natico Belediye Tiyatrosu, 2. Dünya Savaşı'nda bombalan- mış ve ancak 3-4 yıl önce onan- larak faaliyete geçirilmişti. Haf- ta boyunca 9.30-18.30 saatleri arasında gerçekleştirilen semi- nerde sanatçı gruplan bazen ikiye aynlarak: bir kısmı 'Atıla- cak Kadın, Şili Halkuun Savaşı, Açık Aile, Tabaklar, Kadınlar- dan Konuşalım, Herhangi Bir Gün' gibi oyunlan izlerken bir kısmı da Franca'nın belirlediği 4 oyun üzerinde sahne çalışma- lannı sürdürdüler. Oyunlar 'L'yaıuş', 'Yalnız Kadm', 'Açık AUe', 'Teca- vüz'dü. Franca, kendi yaşadıgı bu olayı yo- rumlarken ona bir başkasını anlaür gibi dı- şandan bakabilmeyi gösteriyordu bize. "Kadına yapdan sadece cinsel tecavüz değil- di. O poh'tik görüşleri nedeniyle ceza- laodınldı ve işkence gördü... Kadm böylesi iğrenç ve hayvani bir durum karştsında şaşkındı, korkuyordu ve acı çekiyordu..." Franca'nın sözlerini çevirirken gözlenm doluyordu, soluğum kesih'yordu. Oysa o gayn dingin sürdürüyordu: "Füsun, sen bu kadmı tamyorsun, sonra arkadaşlanna anlatırsm..." Seminere katılan sanatçılann tümü pro- fesyoneldi. Rusya Minsk Tiyatrosu'nun baş aktristi Svedana Kusmina 'Tecavüz'ü çok başanlı bir şekilde, dramatik yöntemle yorumladı ve herkesi çok etkiledi. Alkışlar arasında Franca Rame, yöntemle iigili küçük bir uyan yaptı: "Olağanüstüydü. Ama birazdan kalbiniz durur ve ölebUirsıniz. KendJnizi de bizi de yordunuz. Sakince duy- gulannızı kontrolde tutun. Ne ağlatarak ne de gükhırerek seyirciyi asla yorma- malıyız..." Fo ve Rame'nin oyunlannın konusunu Tûrkiye'den katılan sanatçdarın da bulunduğu Belediye Sarayı'ndaki basın toplanbsuıdan bir görünûm. ha vardı: "Siz benim papağanım obnamalısınız. Stze yöntemi gösteriyorum. Hepiniz kendi enstriimanlannızla, kendi sesi- nizle yorumlamahsunz." Seyirciyle kurduğu ilişki de çok öğreticiydi. Sahneye girdik- ten 5 dakika sonra salondaki 500 ya da 5 bin kışiyi kontrol edebiliyordu. Bir orİcestra şefı gibi karşılıklı bir ritm alışverişi kurabiliyor ve reaksiyonlann süresini kendisi belirliyordu. Pratık çalışmalann ağırhklı olduğu bu seminer haftasında son iki gün Dario Fo ile birlikte olabildik. Franca ve Dario, ekonomik ve politik açmazla- nn yaşandığı Türkiye'de kendi oyunlannın okunuyor ve oyna- nıyor olmasmdan heyecan duy- duklannı ifade ettiler. Ancak yaşanan gerçekler oluşturuyordu. Yaşam- oyunlann reji ve oyunculuk yorumu konu- dan secilen durum öylesi grotesk bir biçim sunda endişeleri vardı ve seminer süresınce taşıyordu ki bunu sahneye taşıdıklannda bunlar tartışıldı. Onlann ısrarla 'halk tiyat- alabildiğine gerçekçi ve yalın davranmaya rosu' diye adlandırdıklan tiyatro anlayı- şlannı içten sahiplenen genç sanatcılar ve özellikle genç aktristler hafta boyunca 'Kadınlar için Bir Sahne'yi paylaşıp epik' Franca Rame ve Dario Fo, yetenekli, yaratıcı, cesur, bağımsız bir genç kuşağın önünde pek çok engel olduğunu düşünerek 'Kadınlar İçin Bir Sahne' seminerini düzenlediler. özen gösteriyorlardı. Pratik çaJışmalar ağırlıklıydı yöntemin özelüklerini deneyerek oyuncu- Dekor kullanmadan oynadıklan pek îuklannı zenginleştirdiler. çok oyunlan olduğunu ve bunun özel bir Dario Fo, Pesaro da Rossini'nin 'Cezair- seçimden kaynaklanmadığını, tek bir de Italyan' operasını sahneye koyuyordu oyunla gıttikleri bir grev ya da işgal yerinde ve bizler için Cesenatico'ya geldi. Üçüncü 5 gün kalma zorunluluğu doğduğunda re- opera rejisi olduğunu, operaya özel bir ilgi perîuvarlanndaki bir kısım oyunlan oyna- duymadığını, ancak Rossini'ye hayran ol- mak gerektiğinden işçilere "Etekor ve akse- duğunu kendinden öğrenmiş olduk. Rossi- suvarlanmız yok, bu şekilde oynamamızı is- ni operasını çok teatral buluyordu, üstelik termisiniz"dıyesorduldannı veoyunuoy- son derece komik öğeler taşıyordu ve bu nayıp aynı reaksiyonlan aldıklannı öğreni- nedenle zevkle çalışıyordu. Sadece opera- yoruz. daki oyunculan kıpırdatmada zorlanmıştı, Seminerdeki ilginç bir çalışma da 'Açık çünkü hepsi korkuluk gibi durmaya şart- Aile'nın iki dılde yorumlanmasıydı. Erkeği lanmışü. Nusret Şenay, kadını Franca Rame oynadı Kapanış gecesinde hafta boyunca neler ve aynı reaksiyonu aldılar. Franca, bu çab- üretildiğini seyircilere aktarmak için çalı- şmaylabizeşunuanlatmakistiyordu:"Ger- şmalardan örnekler seçildi. Franca Rame. çekçi tavu- ve davranışlar, doğru vurgu ve Türkiye'deki sosyal, politik ve ekonomik tonlamalar getireceğinden yerinde reaksi- çalkantılara rağmen onlarla çalışma yolu- yon alımr..." Sürekli tekrarladığı bir şey da- nu secen genç sanatçılara teşekkür etti. ODAKNOKTASI AHMET CEMAL Bizde Bizi Aramak... Bizde bizi arıyorum, hem de epey uzun zamandır... Bizim sinemamızda bizi arıyorum; ne zaman beni sar- san, tokat gibi yüzüme inen, yanıtlardan çok, nice yanıt- lara gebe yeni soruları önüme fırlatıveren yabancı bir film görsem, hemen bizim filmlerimizde bizi aramaya koyuluyorum. örneğin istiyorum ki, dünyanın her yanın- da yıllardır esen terör fırtınasryla hem toplumsal, hem de bireysel boyutlarda alabildiğine, acımasızca ve insa- noğlunun hem bütün erdemlerine, hem de bütün iki yüz- lülüklerine, satılmışlıklarına, acizliğine kıyarcasına he- saplaşan yabancı filmler gibi bir Türk filmi görebileyim. Aynı derinlikle, aynı geniş bakış açılarıyla işlenebilmiş bir film. Bizi başkalarına olduğu kadar, bize de anlatabi- lecek bir film. Bu toplumda yaşanmış ve yaşanmakta olan onca toplumsal çalkantıyı görmezlikten gelerek bir- takım bireycikleri mantar gibi yerden bitme bir köksüz- lükle sergilemeyen bir film. Bizim bize göre olan acı- larımızın, mutluluklarımızın, bizim bize göre olan bütün kimliğimizin nasıl da doğrudan buradan, yaşadığımız yerlerden kaynaklandığını gösterebilecek, evrenselliği başka yerlerde, başkalarının bedenlerine göre biçilmiş konfeksiyon ürünlerini zorla bizim sırtımıza geçirmekte değil, ama bizim olanın da insana özgülüğünü sanatın diliyle anlatmakta arayan bir Türk filmi görmek istiyo- rum... Bizim ressamlarımızda bizi arıyorum. Çiçeklerin, bö- ceklerin, şekillerin, peyzajların, renklerin, türlü teknikle- rin örgüsünde yaşadıklarımızdan ve yaşamakta olduk- larımızdan damıtılmış bir şeyler arıyorum. Sergilere git- tiğimde kataloglardaki ressam biyografilerinde, sa- natçılarımızın hangi atölyelerden geldiklerine, başta Pa- ris olmak üzere, hangi yabancı kentlerde kaldıklarına, kimlerden etkilendiklerine ilişkin bilgilerin yanı sıra, biz- den biri olmaktan ya da -bilinçli bir tutumla- bizden biri olmayı yadsımaktan ne ölçüde etkilendiklerine değgin ip uçları da görmek istiyorum. Resmimizde bunca kav- gasızlığı değil, tam tersine, fırçanın ve tuvalin diliyle yü- rütülen kavgaları, tartışmaları, hesaplaşmaları, resmin diliyle yansıtılan bir sanatçı muhalefetini izlemek istiyo- rum... Bizim tiyatromuzda bizi arıyorum. Ne zaman kendi ti- yatrosunun diliyle, kendi ülkesinin bir geçış dönemini, oranın renklerinden uzaklaşmaya, o renkleri, koşulları ve oranın insanlarmı yadsımaya hiç gerek duymaksızın evrensel kılabilmiş bir Çehov'u kendi toplumundaki hastalıklı(') insanlardan ve ılışkilerden yola çıkarak bü- tün bir insanlığın, bu yüzyılın insanının dökümünü ger- çekleştirebilmiş bir Tennessee Williams'ı izlesem, ken- di ülkemin tiyatro yazarlarından da 'güncel"\ günlük olanın sınırları içerisindetüketmeyen, kendi gecmişimi- ze, örneğin Osmanlı tarihine eğildikleri zaman ise tipleri o zamanın giysileriyle sahneye getirmekten öte, iktidar savaşımlarının, tarihsel koşulların belirleyıciliğinin son- rasızlığıyla evrenselleştirebilen tiyatro oyunlan bekliyo- rum. Bu beklentiyi taşırken, "yalnızyabancıların kaleme aldıkları oyunlarla bir Türk tiyatrosu yapılamaz" diyen Zeliha Berksoy'u anımsıyorum... Bizim romanımızda bizi, yaşadıklarımızı ve yaşamak- ta olduklarımızı arıyorum. Bu arada bizi, eski romanları- mızda neden çok daha fazla, genç romancılığımızda ise neden giderek azalan ölçüde bulabildiğimi kendi kendi- me soruyorum. Romancılığımızda ıthal malı sorunlar, bize özgü olanlar karşısmda neden ağır basıyor? Bu so- runun yanıtını gittikçe daha çok düşunüyorum. Bütün bu aradıklarım, hiç mi yok? Var elbet. Hem de çok değerli örnekler olarak var. Ama sayı çok az ve bu düşük sayı, şimdilerde ne bizim diyebilecegimiz bir sa- natı, ne de bizim diyebilecegimiz bir edebiyatı var etme- ye yetebilir. Yazımı, iki gerçeği vurgulayarak noktalamak istiyo- rum. Birinci gerçek: Dünya sanat tarihinde, yaşadıgı orta- mı, birlikte yaşadıklannı ya da yaşayamadıklarını hiç umursamaksızın, yalnızca ithal konuları işleyerek ger- çek anlamda sanatçı olabilene bugüne kadar hiç rast- lanmadı. Üstelik böylesi -çoğu kez başvgrulan yanlış kullanımın aksine- yabancılaşma diye de nitelendirile- mez; çünkü yabancılaşma, insanoğlunun kendi ortamı- na değgin bir konumdur; kimse, yaşamadığı bir ortama yabancılaşamaz... ikinci ve son gerçek: Doğası gereği muhalif olan sa- natçının yetişebilmesi, geniş ölçüde bir ortamdaki ay- dınlar kesiminin yapısından da bağımlıdır. Sokağa ko- nulmuş masalarda rakı içebilme özgürlüğünü savun- maktaki kararlılığı, sürekli düşünce üretmekte göstere- meyen, "Ben ^f/m/m"sorusunun yanıtını hep başka ağı- zlarda arayan biraydın kesimi, muhalif sanatçı yetiştire- bilecek bir ortam olabilmekten çok uzaktır... BÜYÜK KAYIP Orman mühendisi merhum Ziya Atabek ile İl Meclisi (Bilecik) ilk kad)n üyelerinden merhum RanaAtabek'in oğlu, Em. Korgeneral Fahir Atabek ile Em. felsefe öğretmeni Füruzan Toprak'ın değerli ağabeyleri, mimar Ziya Atabek ile Dr. Avni Atabek'in amcalan, temyiz mahkemesi üyelerinden Ali Haydar Bey'in torunu, Harbiye nazırlanndan (Sevr Antlaşması'na tek karşı gelen) merhum Topçu Feriki (Korgeneral) Ali RÎza'nın yeğeni, şair-yazar Omer Faruk Toprak'ın kayınbiraderi, ZEYNEP KÂMİL HASTANESİ BAŞHEKİMLERÎNDEN ve İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANLARINDAN Doç. Dr. Jinekolog-Operatör FAHRİ ATABEY2 Ağustos 1994 Salı günü hayata gözlerini yummuştur. Zeynep Kâmil Hastanesi'nde 5 Ağustos 1994 Cuma günü saat 12.00'de adına bir tören düzenlenecek ve Söğütlüçeşme Camii'nde kılmacak öğle namazından sonra Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilecektir. Kardeşi FÜRUZAN TOPRAK ÖSYM öğrenci kimlik kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. BERATMEHMET ÖZSEZG'N Nüfuscüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. VEDATUSLU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle