23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 AĞUSTOS1994 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 64 yaşındaki Harold Pinter, sürekli düşkınklıklanndan yakınıyor: Her zamanumutsuzeaaşıgı Kühür Servisi "Pinteryen" diye bir sıfata söz- lüklerde rastlamak henüz olanaksız. Ancak. New York'tan Moskova'ya dek tanınan oyun yazan Harold Pinter'in tarzını ifade edebilmek amacıyla belki de böyle bir sıfat tûretmek şart. Pinter; ifade edilemez bir geçmişe sahip olan içi- ne kapalı karakterleri, tasarladığı yalın öyküler- le anlatmayı başanyor yıllardır. Kurulu bir saat gibi işleyen oyunlannda Harold Pinter, insan- lann korkulannı, güçlerini, sözcüklerini bir silah olarak kullanarak yansıtıyor. Pinter bugûn 64 yaşında ve Londra'da yaşıyor. Dünyada en çok oyunu oynanan İngiliz yazar unvanına da sahip. Oyunlanndakı gıbi şaşutıcı bir kişiliğe sahip olan Pinter, röportajlardan hoşlanmamasına karşın Figaro gazetesi muhabirlerinden Franco- is Hauter ile konuşmayı kabul etmiş: - Çocukluğunuzdan anımsadığiıuz en önemli aıularmız neler? Ben 9 yaşındayken savaş sürüyordu. 24 ço- cukla birükte, deniz kenanndaki Cornouailles'- de bir şatoya aülmıştım. O sıralarda ne denizi ne de çiçekleri tanıyordum. O grupla birükte kendi- mi inanılmaz derecede yalnız ve mutsuz hissedi- yordum. Babam bir adanın hava bombardı- manında görevliydi. O günlerde kafam çok kanşıktı. Çok mutsuz bir çocukluk geçiriyor- dum. Oyunlanmdan biri olan "Paysage- Köy- W, orada yaşadığım eve benzer bir evde geçi- yordu. - Siz şür de yazdmız. O yülarda nekrden etkile- oiyordunuz? Kızlardan! Evet! Ve spordan. Kriket ve yürü- yüşten. Çok iyi bir kısa mesafe koşucusuydum. Çok hızlıydım! (Gülüyor). Şiiryazmaya 13 yaşı- nda başladım. Üniversiteye hiç gitmedim - Aileniz, dimne bağb, tipik bir Yahudi ailesiy- di... Dinlerine çok bağlı olduklan söylenemez. Böyle şeylerden çok hoşlandığımı söyleyemem. Uçsuz bucaksız bir ailem, milyonlarca kuzenim vardı. Benim için en önemli olan insan, savaş bittikten hemen sonra tanıştığım bir öğretmen- di. O sıralarda 15 yaşındaydım. - Sizi etkilemeyi nasıl başardı? Hackney'de bir tiyatro grubuyla sahneye çıkı- yordu. Onun için edebiyatın soyut bir anlarru yoktu. "Macbeth sahneleyeceğiz!'" diye bağırdı bir gün. Ardından, "Harold, Macbethi sen oy- nayacaksın!" dedi. (Güler). Bir yıl sonra, Ro- meo'yu oynadım. Tam Tybalt'ı öldüreceğim sı- rada öğretmenim bana "Haydi Tybalt benim. lşini yap!" dedi. Onu öldürdüm. Ve bir süre son- ra benim en iyi arkadaşım oldu. Yaşamının en büyük aşkına 61 yaşında rastlamıştı! Beni ilk olarak "Kral Lear"ı görmeye götüren de o oldu. Tam anlamıyla allak bullak olmuştum. Tam 6 gün arka arkaya oyunu izledım. Dostoyevski, James Joyce ve Hemingway'i çok küçük yaşlar- da okudum. - Afleniz, okumanız konusunda sizi cesaretlen- diriyor muydu? (Sessizlıİc) Hayır... Daha sonra, bir klüpte si- nemayı keşfettim. Fransız sineması, Cocteau, Marcel Carne ve Bunuel... Özgür insanlar! - Ya eğitiminiz? Hımmm... Tam olarak okula gittiğjmi söyle- yemeyecejgim. Okulu terk etüğimde 16 yaşın daydım. Üniversiteye ıse hiç gitmedim. - öğretmeniniz sJzin babanız gibi oldu sanınm... Hayır! Benim hala Brighton'da yaşayan 92 yaşında bir babam var! 1948 yılında askerlik uyuyordu. İnsanlann çok sofıstike bir havası vardı. Bense pek onlara benzemiyordum. Hack- ney'de, asla batıya gitmezdik. Okulda kendimi çok iyi hissettiğimi söyleyemem. Sinir knzi ge- çirmekten korkuyordum. Aileme bu duygulan- mdan hiç söz etmedim. - Ailenizden ve arkadaşlanntzdan ilk kez ayrılh- yordunuz... Evet, çok rahatsızdım. - Sonra oyuncu oMunuz. Ve İrlanda'da sahneye çıkmaya başladınız... Evet, İrlanda çok güzeldı. Oraya dönebılmek ısterdim. (Nostaljik bir ses tonuyla söylüyor bunlan) Oraya aşık olmuştum. - Yaşamınızda kadınların yeri çok önemli değil mi? Sizin yaşamınızda kadınlar önemli değil mi? Ben her zaman aşığımdır. umutsuzea ve acı dolu... Hep düş kınklıklanyla son bulur. (Bir skandaldan sonra Harold Pınter, güzel, komik ve çok zekı bir kadın olan Antonia Fraser ile ev- lendi)Ben bu konuda hala tam olarak olgunla- şamamış bir adamım. O Dünyada en çok oyunu oynanan tngiliz yazar Pinter bugün 64 yaşmda ve Londra'da yaşıyor. yapmayı reddettim. 18 yaşındaydım. Milyonlar- ca insanını yaşamına mal olan bir savaştan çıkmıştık. Bu kadar yeterdı! Benim hapıse gir- memi düşünmek ailemı çıldırtıyordu. Ben anne- min bincik oğluydum. Sonra ailem, öğretmenime askere gitmem ko- nusunda bana baskı yapmasını önerdi. O ise bu- nun ancak benim isteğimle gerçekleşebıleceğini söyledi. Sonuç olarak, mahkeme önünde yargı- landım ve babam kefalet ödemek zorunda kald. Elimde diş fırçamla hapishanede, çaresızce ba- bamın gelip benı çıkarmasını bekledım. 19 yaşıma geldiğimde Beckett'i ve Kafka'yı keşfettim. - Öğretmeninizin sizi özgür düşünceyle tantştırdığını söyleyebiliriz o halde... Evet tam olarak bana özgür düşünceyi öğret- ti. Kasabada çok yakın beş arkadaştık ve çok samımi olduğum iki arkadaşım vardı, onlarla hiç aynlmazdık. O günlen anlatan "Les Nains- Cüceler" adlı bir roman yazdım - İnsanlar gnıp halinde yaşama) a basladıklan- nda birlikte düş kurarlar ve ortak bir düny a görü- şüedinirler. Biz dış dünyaya karşı çok ürkektik. Bizi tek il- gilendiren şiirdi. Hepimiz yazardık. Hepimiz Shakespeare'in dünyasında yaşardık. Bizi çok etkileyen bir edebiyatçıydı Shakespeare. Ben daha sonralan 19 yaşıma geldiğimde Beckettı ve Kafka'yı keşfettim. -1948 yılında Dramatik Sanatlar Akademisi'- ne girdiniz. Siz bir burjuvaydmız ve bu okulda sos- yal uçunımların farkına vardınız... Evet, okul, sınıfsız bir topluma inanan öğren- cilerle doluydu. Bu benim düşünce sistemime de yunlanm İngilizlerden çok yabancılan ilgilendiriyor. İngiliz basınının bana attığı iftiralan toplayıp yayımlasanız bir kitap ortaya çıkar rahatlıkla. Bu memlekette eğer çok para kazanan biriysenız, kendinizi toplumsal boyutta ifade etme şansınız kalmaz. Susmak, bizim buralarda yapılacak en doğru iştir. - İlk oyununuzu ne zaman yazmıştınız? Geçen gün İrlanda'da , benim oyunumu izle- yen bir seyircinin "Bu ne kanşıklık! Pinter tam bir sersem!" dediğini duydum. (gülüyor) Oyun- cu olarak geçmişime tapıyorum. 1957 yılında iki oyun yazdım: "The Room- Oda" ve "The Dumb NVaiter". Bir arkadaşım "Oda" yı Bnstol Üni- versitesi'nde sahneledi. Bir pazar günü oyunu iz- lemeye gıttim. Öğrencıler gülüyordu. Olağanüs- tüydü! Oyun çok başanlıydı. Daha sonra 28 Ni- san 1958 günü Cambridge'de "Doğınngünü", başansızlığa uğradı \e bu, benim için tam bir düşkınklığı oldu. Belki de bu işi bırakmam ge- rektiğini düşünmeye başlamıştım ki, BBC bana bir başka oyun siparişi verdi. - "Gardienn in başansı sizin içinizi rahat- latmıştır sanmz... Bu oyunun başansı babamm yaşamını kur- tardı. 58 yaşında ve terzı olan babamı günde 12 saat çalıştığı iğrenç ışinden kurtarmama yaradı. Hayatımda ilk kez para sahıbı olmuştum. - Bu sizin eleştirel bakışınızı da değiştirdi mi? Oyunlanm ingilizlerden çok yabancıları ilgi- lendiriyor. Ben bir oyunda rol aldım, insanlar benim ya bir salak ya da aziz olduğumu düşün- düler. Bu paranoyak bir düşünce değil, bundan emın olabilirsiniz. İngiliz basınının bana attığı iftiralan toplayıp yayımlasanız bir kitap ortaya çıkar rahatlıkla. - Btınun nedeni başannız mı, evliliğiniz mi? Bu memlekette eğer çok para kazanan biriyse- niz, kendinizi toplumsal boyutta ifade etme şansınız kalmaz. Susmak. bızım buralarda yapı- lacak en doğru iştir. 23 yıldır Almanya'da yaşayan Eriş Ülger, Atatürk ile ilgili kitaplar hazırlıyor Atatürk'edoğruteşhiskoyabihnek NtLGÜNTOPTAŞ "Keşke AvTupa'daki Türkler Atatürk'ü hiç tammasa çok da- ha iyi. Çünkü fevkalade yanlış, kötü, barbarca bir biçimde öğre- tüiyor. Gün gelir 2 mUyondan fazla Türk toplumunun kötü eğj- tilen çocuklan Türkiye'ye dön- mek isterierse ya da mecbur kahrlarsa, buradaki Atatürk karşıtı tophunu mumla arars»- mz" diyor 23 yıldır Almanya'da yaşayan yüksek mimar Eriş Ül- ger. Mesleğinin yanı sıra kendi- ni bildi bileli sürdürdüğü bir başka ugraş da Atatürk'le ilgili çahşmalar yapmak Eriş Ülger'- in. Çocuk yaşlarda Atatürk re- simleri, fotoğraflan ve pullan biriktirmekle başlayan Atatürk sevgisi, sonuçta bu konuda rid- di birer başvuru kaynağı olan dört cilt kitap yaratmış. Avru- pa basınında Atatürk hakında çıkan yazı ve resimlerin yer al- dığı kitap ile "Mustafa Kemal'- den Atatürk'e" adlı iki ciltlik belgesel kitap Eriş Ülger'in gu- rur kaynağı olmuş. Eriş Ülger, Atatürk'le ilgili çahşmalara başlamasının öy- küsünü şöyle anlatıyor "10 Kasrnı 1953'te Atotürk, Etnografya Müzesi'nden alınıp Anıtkabir'e götürülecekti. Nakil svasında Atatürk'ün genctiğe hitabesini okuyacak çocuğu sec- mek için Türkiye capında okul- lararası bir yanşma düzenlendi. Ben de ortaokuldaydım. Elene elene iki kişi kaldık. Bizi Ankara Radyosu'na çağırdılar. Yahya Kemalin "Bin Atlı' şiirini ve Ne- dim'in 'Sadabad' şiirini okuttu- lar. Sonunda bana, seçiküğimi söylediler, düşmüş bayılm^ım. 10 kasm 1953 benim için bir dö- nüm noktası oldu. O tarihten bu yana amatörce, olanaklar çerçe- vesinde Atatürkle ilgili çabşma- lar yapıyorum. Avrupa'ya gitti- ğimde Avrupa basınının Ata- türk'ün devrinde ontınla Ugfli ne- ler söylediğini çok merak ertim. Almanya, îsvicre ve Avusturya'- lünsel olarak ortaya konup, ger- çek yönü öğrenilmedikçe Tür- kiye'nin bu kargaşasının artarak devam edeceğine inanıyorum." Atatürkçü Düşünce Der- neği'nin Almanya merkezınin başkanlığını da yürüten Eriş Ülger, Almanya'dakı Türk toplumunun Atatürk konusun- daki 'vahinT durumuyla ilgili olarak Türk yetkililerini uyan- yor ve önlem alınması çağnsın- da bulunuyor: A "Mustafa Kemal'den Atatürk'e" adlı iki ciltlik belgesel kitap Eriş Ülger'in gurur kaynağı olmuş. (Fotoğraf: DEVRÎM BARAN) da 13 seneden fazla çalışma ve araştırmalar yaptım. Sonuç çok coşkuluydu benim için. Çünkü Atatürk hakında tahmin etti- ğhnden çok fazla şey düşünmüş, söylemiş ve yazmışlar." Türkiye'de Atatük'le ilgili ça- Uşmalan, bu alanda verijen ürünleri yeterli bulmayan Ül- ger, ciddi ve sağhklı bir belgesel oluşturmak için titiz bir çabş- maya girmiş ve araştırması sıra- sında birçok zorlukla karşılaş- mış: "Karşüaştığım en önemli zor- luk, fotoğraflann tarih ve meka- nını saptamakta oldu. Mesela Atatürk Isparta'ya gjtmiş. Altı- na yazmtşlar 'Atatürk yurt gezı- lerinden birinde..' Nerede, ne zaman, niçin, kiminle? Hiçbiri belli değil. Bunlan saptamak çok fazla zaman aldı. Çünkü istedim ki; hem belge- sel olsun, hem doğru olsun, hem de 'bu yanlıştır' dendiğinde doğ- ruhığunu kamtlayabileyim. Bu nedenle Sabiha Gökçen hanım- la ve Atatük'ün yaveri ve akra- bası Salıh Bozok'un oğlu Salih Cemil Bozok'la çaltştım. Bana tarih ve çevresindeki insanlarla ilgili çok \ ardımları oldu. Bunun yanı sıra kitap Ingilizce, Fran- sızca, Almanca ve Türkce ola- rak hazniandı. İstedim ki Atatürk, 'Senı çok seviyoruz, sen kalk da ben yatayım' şeklin- de değil de objektif olarak öğre- nilsin. Bugüne kadar hep 'Atatürk şunu yaptı, bunu yap- tı' demişiz. 'Niçin yaptı, nasıl yaptı, ne zaman yaptı' dememi- şiz. Ben kitabımda, niçin yaptı- ğını hem sordum, hem de cevabı- nı verdim. Tahmin ediyorum ki yüzde yüze yakın, yüzde 95-98 oranında veıilen tarihler doğru. Belki arasmda yanlış aktarılan bilgiler olabilir. Çünkü Cemil Bey de, Sabiha hanım da doksa- nına yaklaşmış durumda". Amacının ilende Almanya'- da bir "Atatürk Vakfı" kurmak olduğunu belirten Eriş Ülger, çalışmalannın amacını şöyle özetliyor: "Abnan >e İsviçreli gazeteci- ler bana amacımı sordu ve 'Ata- türk'ü Almanlara. Fransızlara mi tanıtmak ıstiyorsunuz' dedi- ler. Onlara 'Benim vatanımda Atatürk yüzde yüz doğru tanın- mıyor ki. sıra sıze gelsin' dedim. Çıkış noktam Atatürk'ü tanıt- mak değil, doğru teşhis koyabil- mek. Bugün Türkiye'de aşın sağcı bir partinin lideri 'Atatürk sağ olsaydı bızim partide olurdu' diyorsa bu, Atatürk'ü Türkiye'- nin çok yanlış değerlendirdiği anlamına gelir. Doğro değerlen- dırenler, düşüncelerini açığa vur- muyorlar; buna karşın yanlış de- ğerlendirme o kadar çok >apı- lıyor ki.. Kendi söylemek iste- diklerini Atatürk'e söyletiyor- lar. Bu çok büyük haksızlık. Atatürk'ün ne olup olmadığı bi- lmanya'daki Türk • toplumuna çok ciddi biçimde el atılmah ve en azından Atatürk'ü doğru anlatan, akb başında eğitimci, kurum ve kuruluşlar Avrupa'ya gönderilmeli. Çok arzu ederdim, Diyanet İşleri'nin imam ve hoca gönderdiği kadar. Türkıye'den Avrupa'ya laik Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunu doğru olarak anlatacak öğretmenlerin gönderilmesini. " Orada aşın sağuı ve solun eğitim müesseseleri var. Bu eği- tim kurumlarına çocuklann gi- debilmesi için tüm olanaklar se- ferber edilhor. Türkiye Cum- huriyeti devleti maalesef seyirci kalıyor. 'Niçin seyırcı kalıyor?'- un cevabını bilmiyonım, ama kalmaması gerektiğini biliyo- nım. Oradaki Türk toplumuna çok ciddi biçimde el atılmah ve en azından Atatürk'ü doğru an- latan, aklı başında eğitimci, ku- rum >e kuruluşlar Avrupa'ya gönderilmeli. Çok arzu ederdim, Diyanet İşleri'nin imam ve hoca gönderdiği kadar Türkiye'den Avrupa'ya laik Türkiye Cumhu- riyeti'nin kurucusunu doğru ola- rak anlatacak öğretmenlerin gönderilmesini. Hatta yartsına, üçte birine de razıyım..." ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Bilim Ne Zaman Yara Afer?. Bilim ve erdem arasındaki ilişki, bilimin yaşı kadar es- kiye dayanır. Bilgi ile bilgelik arasmda ayrım gütmekten yana olmayan antik çağ Yunan felsefesinden beri er- demden yoksun biiginin ya da ethik değerlere aykırı düşen bilimsel uygulamaların onaylanabilip onaylana- mayacağı, heptartışılagelmıştir. Yüzyılımızda ise, bilim- sel buluşlardaki baş döndürücü yoğunlaşma, sözü edi- len tartışmayı çok daha güncel ve -atomun parçalanma- sının atom bombası üretimi için kullanılması örneğinde olduğu gibj- çok daha yaşamsal bir düzleme itmiştir. Buna bağlı olarak bilim adamınm sorumluluğu konusu da, kaçınılmaz bir biçimde farklı boyutlar kazanmıştır. Bilim adamınm sorumluluğu, yalnızca bilimin alanıyla mı sınırlıdır? Yoksa bu sorumluluk, bilim alanında elde edilecek sonuçların yalnızca insanlığın yararına kulla- nılması gibi bir alt sorumluluğu da içerir mi? içermeli midir? Soruya insanı insan kılan değerler doğrultusunda ya- nıt arayan bir tutum, elbet genişletilmiş bir bilimsel so- rumluluktan yana olacaktır Çünkü insanı bütünüyle, sonuçta onun varlığının en büyük tehlikelerle karşılaş- masına bile aldırmayacak ölçüde dışlayan bir bilimsel- lik, artık insan ürünü bir bilimsellik olmaktan çıkmıştır. Düşüncenin başlangıçlarında bilinçli olarak bilgelik te- meliyle bağıntıh ele alınmış olan bilgi, hiçbir zaman en büyük erdemi ve bilgeliği kendini tanımak, bu yolla da hep insana daha çok yaklaşmak olan insanı yok etmeyi, aşağılamayı ya da ona başkaca yoldan zarar vermeyi amaçlayamaz. Biiginin bu niteliği gereği, bilim adamı da hiçbir kişinin ya da kurumun buyruğuna, elde edece- ği bilimsel sonuçları saptıracak, yozlaştıracak ve insan- lann zararına bir uygulamaya yol açacak ölçüde gire- mez. Aksini yapan bilim adamı, Brechfin "Galileo Gali- lei'nin Yaşamı" adlı oyununun sonundaki tiradda söylendiği gibi kendini artık "bilim dünyasından sayma hakkını" yitirir, çünkü böyle bilim adamlarının yetiştire- cekleri kuşaklar -aynı oyunda dile getirildiği gibi- ancak her şey karşıhğında herkesın satın alabileceği cüceler- den oluşma kuşaklar olabilecektir Bütün bilimler için geçerli olan bu durum, doğallıkla hukuk gibi, adalet düşüncesinin insan ve toplum yaşa- mının bütün alanlarında uygulamaya dönüşmesini amaçlayan bir bilim için de geçerlidir. Bu alanda çalışan bilim adamı da bütün çabalarını her durumda en adil çö- zümleri bulma, öğrenci yetiştiriyorsa, onlara da adaletin satın altnamaz yollarım gösterme hedefinde odaklaştır- ma yükümlülüğü altındadır Peki, bunu yapmazsa ne olur? Varsayalım ki, aynı za- manda üniversitede hoca olan bir hukukçu bilim adamı, büyük bir ticari kuruluşun da avukatlığını yapmaktadır. O ticari kuruluş, bir dava için atanmış bilirkişiye. lehine rapor versin diye rüşvet yedırmıştir. Ama bilirkişi rüşvet yemesine karşın -belki yedığı, az geldiğinden ötürü!- yi- ne de lehte rapor vermemiştir. Bunun üzerine sözü edi- len ticari kuruluş, aynı zamanda bir hukuk bilimcisi olan avukatı aracılığıyla, altında o bilim adamınm imzasının bulunduğu bir dilekçeyle yetkili makamlara başvurup, "falancanın" rüşvet yedığıni, ama buna karşın kendileri- ni kollamadığını bildirmiştir. Her şeyden önce, buradaki "hukuki durum" nedir? Her şeyden önce buradaki hukuki durum, olayı sanki rüşvet "yasal" bir yolmuşcasına göstermek isteyen, rüşvet alanın ancak "rüşvetin gereğini yerine getirme- digi takdirde" suçlanmasını öngören bir kepazelikten başka bir şey değildir. Böyle bir başvurunun yapılması, ancak hukuk düzeninin en ağır biçimde aşağılanması, hiçe sayılması olarak değerlendırilebilır. Burada görü- nüşte bir "rüşvet ihbarı" var ise de, gerçek durum böyle değildir, çünkü ihbar, rüşvetin "gereği" yerine getiril- mediği için yapılmıştır! Peki ya böyle bir dilekçenin altına, aynı zamanda hu- kuk öğrencileri yetiştirmekle yükümlü bir bilim adamı da avukat sıfatıyla imza koymuşsa, "onun durumu" nedir? Böyle bir bilim adamı, öğrencilerine hangi adaletin yol- larını gösterecektır? Ve neyi öğretecektir? Nasıl hukuka bağlı kalınabıleceğini mi? Yoksa, hukukun nasıl hiçe sa- yılabileceğini, rüşvetin nasıl kurumlaştırılabileceğini mi? Yapı Kredi'nin 50. yıl etkinlikleri • Kültür Servisi - Yapı Kredi'nin 50. yıl etkinlikleri çerçevesınde, 3-8 Eylül tarihlen arasında Arjantin Dans Topluluğu 'Tango Pasion", Sexteto Major Tango Orkestrası ile birlikte gösteriler yapmak üzere İstanbul'a geliyor. Kendine özgü dans. tiyatro ve müzıkal kanşımı bir gösteri tarzı bulunan Tango Pasion, New York, Münih, Londra gibi dünyanın önemli gösteri merkezlennde birçok gösteri sunmuş bir topluluk. Tango müziğini Arjantinli şairlerin lirik sözleriyle bağdaştırarak ortaya bir dans, tiyatro ve müzik sentezi çıkaran Tango Pasion'un yönetmeni ve kareografı Hector Zaraspe. Topluluğun gösteri biletleri AKM, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, Yapı Kredi Kültür Merkezi, Cemal Reşit Rey Konser salonu gişelerinde 10.00- 18.00arası,Capitol, Akmerkez, Pıramyd ve Galena'da ise saat 10.00 - 22.00 arası satışa sunulacak. Ancak Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda gösteri günlerinde bilet saüşı saat 21.30'a lcadar sürecek. Bılet fiyatlan 100 bin -150 bin TL. arası olacak. Aynca Yapı Kredı Kredi Kartı sahiplerine yüzde 50 indirim uygulanacak. Tiyatro dergisinin Şehir Tiyatrolan •Kültür Servisi - Tiyatro dergisi Darülbedayi'nin (İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolan'nın) kuruluşunun 80. yüı nedeniyle Ağustos-Eylül sayısını Şehir Tiyatrolan'na ayırdı. Dergide Özdemir Nutku'nun 'İstanbul Şehir Tıyatrolan'nın 80 Yıllık Serüveni', Zafer Şahin'ın '80 Yıldan Günümüze Kalanlar', Mustafa Demirkanlı'nın '80. Yılda Erol Keskin İle...' ve Yonca İnal'ın '80. Yılda Ölümsüz Bir Eser; Çalıkuşu' başlıklı yazı ve söyleşileri yer ahyor. Rönesans Bibliotek Bar-Galeri Bap kültür etkinlikleri •Kültür Servisi - Rönesans Bibliotek Bar-Galeri Bar'ın eylül ayı içindeki kültür etkinlikleri çerçevesinde 2 Eylül Cuma günü saat 19.15'te Özcan Acargil ve Nur Paçaa'mn katılacağı 'Her Yöreden Her dilden Hafif müzik Konseri', 8 Eylül Perşembe günü saat 19.15'te ise Ulvı Kınmlı, Tezer Dürüm ve solist olarak da Özlem Kınmlı'nın katıldıklan 'Özel Eğlence Gecesi' izlenebilir. 15 Eylül Perşembe günü saat 19 15'teDuygu Asena'nın imza ve söyleşi günü, 22 Eylül Perşembe günü saat 19.15'te ise Aleksander Petuho\ (balalayka) ve Sergei Gavrilov'un(piyano)katıldığı "Klasık \ePop Müzik Konseri' var. 29 Eylül Perşembe günü saat 19.15'te ise Ulvı Kınmlı. Tezer Dürüm ve solist olarak Özlem Kjnmlı'nın katılacaklan "Tangolanmızla Dans Edelim' adlı etkınlık izlenebilir. TÜYAP Sergi Sarayı'nda pesim-heykel sergisi • Kültür Servisi - 4. İstanbul Sanat Fuan çerçevesınde, 13-18 Eylül tarihleri arasında Hüseyin Bılişik, Zerrin Bölükbaşı, Füsun Sağlam ve Tanju Sağlam'ın kaülacaklan resim-heykel • sergisi TÜYAP İstanbul Sergi Sarayı'nda izlenebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle