02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 AĞUSTOS1994 PA2ARTESİ HABERLER ölEN DEMOKRASİ DERSLERİ Laildik, devrimve demokrasib aiklikle ve devrimle demokrasi arasın- T " I daki ilişkı de Nadir Nadi'nin özellikle / I üzerinde durduğu bir konudur. 3 I J I Ekim 1959 günlü başyazısı, kimi çev- -••••J relenn çarpık demokrasi anlayı- şlannın otuz beş yıldır degişmediğini ortaya koyması yönünden önemlidir: "Devrim düşmanlarının bütün gayreti, rejimi soysuzlaştırıp dumura uğratmak, böylece miUeti yeniden bir ortaçağ karanlığına süntıektir. 'Demokrasi, çoğunluğun her istcdiğini yapabi- leceği anlamına gelmez!1 dediniz mi, isi demagoji- ye vunıp 'Işkembeden atıyorsun!' gibi basit kala- balığa hoş görünücü sözler kullanmaları bun- dandır. Devrim dûşmanları bizde geniş halk \\- ğınlannm 1789 İnsan Hakları Bey annames'ni okumadığını bilirler. O beyannamede ferde ait te- mel hak ve hürriyetlerin nasü korunduğunu söyle- mek işlerine gelmez. Demokrasi kabataslak ço- ğunluk rejimidir denir ya, halkın bunu kayıtsız şartsız böyle bellemesini isterler. (...) Baylara bir de şu soriıları sorunuz: Çoğunluk isterse Arap harflerine, fese, sarığa dönmeli mklir? Kız çocuk- larının açık yûzle sokağa çıkması, ramazanda oruç yenmesi yasak edilmeli midir? Medeni Ka- nun, bir y ana bıraküıp şeriat hükümleri ihy a olun- malı mıdır? Sorunuz bu sorulan onlara. Göreceksiniz, liicu- zetli parmaklanyla ahtapot surattarını sıvazlaya- caklar ve gözünüzün içine bakarak, 'Eh.. tabü, madem ki demokrasi var!" diyeceklerdir. Devrim düşmanlarının bu mantığına göre, de- mokrasi, bir günliik bir referandum rejimidir. Ön- ceden ilan ediniz: 'Ey ahali, devrimleri mi istersin, yoksa dinimizce yaşamak mı' diye sonın. Bir gün tayin olunsun, millet sandık başlarında toplansın. Devrimlere bağlı kalanlar beyaz pusulaları, öteki- ler de yeşil pusulaları kutulara atsınlar. Devrim dûşmanları sonuçtan şüphe etmiyorlar. Çoğunluk onlarda olacak. Ve artık bu topraklarda vicdan, fıkir, söz, yazı hürriyetine paydos. (...) Demokrasinin her şeyden önce ferde ve çoğun- luk karşLsında azınlığa birtakım haklar tanıyan bir rejim olduğunu, çoğunluk iradesinin ferde ait temel hürriyetlerle sınırlandığını. demokratik sis- temin ancak böylelikie sürekli bir dinamizme ka- vuşabüeceğini bunlar gerçekten bilmiyorlar mı?" Nadir Nadi'nin 'Vicdan Hürriyeti' başlıklı -ne yazık ki tümünü aktaramadığımız- yazısı (16 •Nadir Nadi'nin 'Vicdan Hürriyeti' başlıklı yazısı Aziz Nesin'in Şeytan Ayetleri'ni yayımlamak istediği için 'tahrikçi' sayılmasına vanncaya kadar, günümüzün gerçek demokrasiyle ilişkili sorunlanna da ışık tutmaktadır: 'Vicdanlar, engin denizler kadar hür olacaktır. Katolik papazı kiliseye giren kadınlann başını örtmelerini isteyebilir; fakat plajda güneşlenen bikinililere kanşamaz. Milyonlarca insan, İsa'ya, tannnın oğlu diye tapar; fakat bir serbest fıkirli, İsa'nın bir meczup, bir sapık olduğuna dair kitap yazar. Bundan ötürü de ne kitabı yazana, ne satana, ne de okuyana kimse dokunamaz.' Ocak 1960) ise Aziz Nesin'in Şeytan Ayetleri'ni yayımlamak istediği için tahrikçi' sayılmasına vanncaya kadar, günümüzün gerçek demokra- siyle ilişkili sorunlanna da ışık tutmaktadır: "... Batı'daki tolerans kavramının bugün ulaştığı merhale, uzun bir kültür savaşırun eseri- dir. (...) Bu toleransın büyük kaynağı şüphesiz vic- dan hüniyetidir. (...) Gerçek laiklik işte budur. Vicdanlar, engin de- nizler kadar hür olacaktır. Katolik papazı kiliseye giren kadınlann başını örtmelerini isteyebilir, fa- kat plajda güneşlenen bikinililere kanşamaz. Mil- yonlarca insan, İsa'ya, tannnın oğlu diye tapar; fakat bir serbest fikirli, tsa'nm bir meczup, bir sapık olduğuna dair kitap yazar. Bundan ötürü de ne kitabı yazana, ne satana, ne de okuyana kimse dokunamaz. Bu konuda biz öteden beri çok geri- yiz. (...) Bugün geriük akımlannı gıdıklamayı iş edinenlerin istediği vicdan hürriyeti, 16. yüzyıl Avnıpası papazlannın anladığı vicdan hürriyetin- den farksizdır." III | Hukukun olmadığı yerde Demokratik rejimin işlerliğini adım adım or- tadan kaldıran Demokrat Parti, Nisan 1960'ta anayasayı hiçe sayarak Meclis içinden olağanüs- tü yetkilerle donaülmış bir 'Tahkikat Encümeni' kurdu. Bu, sonun başlangıcı olacaktı. Cumhuri- yet başyazan da 27 Nısan 1960 günlü yazısında kesin yargısını açıklıyordu: "... Bu tedbirlerin iktidan huzura kavuştu- ramay acağını. tam tersine, iktidarla beraber mil- let huzurunun da bozulacağını, her tedbirden son- ra bir yenisine başvurmak gerekeceğini daha ilk günden başlayarak burada yazdık, yazdık ve yazdık. tçeriye ve dışanya karşı demokrat görü- nüp de yurdumuzda fifli bir tek parti rejimini ku- rup yürütmeye imkan olamayacağını, dilimizde tüy bitene dek söylemekten bıkmadık. Vazık ki il- giÛlere gerçeği anlatamadık. Bugün Büyük Millet Meclisi'nde görüşülecek olan kanun teklifi kabul edikliği takdirde, artık Türkiye'de bir hürriyet re- jiminin göstermelik kabilinden olsun yürürlükte bulunduğunu, ne içerde ne dışarda kimseye kabul ettiremeyeceğiz. (...) Hukuka ve adalete sırt cevirenleri bekleyen akıbet, önünde sonunda hüsrandır. Hukukun ol- madığı yerde jungle rejimi hüküm sürer. Haklı haksızı değil, kuvvetli zayıfı yener. Böyle bir idare anlayışı ise insan tabiatına aykındır; uzun zaman payidar olamaz." Gerçekten de Demokrat Parti, ancak bir ay daha ayakta kalabildi. 27 Mayıs 1960 hareketi, Demokrat Parti'yi tarihe gömdü. | Antidemokpatik yasa ve yasaklar 1961 Anayasası'nın yürürlüğe girmesinin ardmdan, gerçek demokrasiye geçilmesi yolun- da çabalar harcandı. Nadir Nadi'ye göre, "Türk demokrasisinin üzerinde yükseleceği basamaklar, Atatürk ilkeieri"ydi (Cumhuriyet. 13 Ocak 1962). 1961-1965'te koalisyonlar dönemi ya- şandı; 1965 ve 1969seçimlerindeçoğunluğusağ- layan Adalet Partisi 1971e, '12 Mart Muhtı- rası'na kadar iktidarda kaldı. Nadir Nadi, 'kon- tenjan senatörü' olarak 1964'te parlamentoya katıldı ve 1970'te süresi dolmadan istifa etti. Her iki dönemde de -çok kullanılan deyişle- 'demok- rasinin rayma oturması' için başyaalannda sık sık uyanlarda bulundu. eleşlıriler yöneltti. Bunlara bir örnek olmak üzere, kimı kitap- lann yasaklanması ardından yazdığı, 21 Kasım 1965'te yayımlanan 'Gidişin Yönü' başlıklı vazısından İcımı bölümleri aktamoruz: "... Fikir özgürlüğü dendi mi, ilkin kendi fikirle- rimizi gözönüne getiriyoruz. Bu fikirler belli çı- karların ve belli bir düzenin savunucusudur. Bi- zimkine aykın fikirier, ancak çıkarlarunızı sağla- yan düzene ilişmediği sürece iyidir, zararsızdır. Yüriirlükteki düzeni ele alan, şurasından btırası- ndan ona dokunan her fikir rahatımızı bozuyor, uykumuzu kaçırıyor. Kendi özel çıkarunızla top- lumun genel çıkannı bir tuttuğumuzdan bizimki- lere uymayan, hoşlanmadığımız, nefret ettiğimiz fikirleri yasaklamakla yurdumuzda fıkir özgür- lüğünü koruduğumuzu sanacak kadar sağduyu- dan uzaklaşabiliyoruz. (...) Son zamanlarda toplatılan kitaplardan hiçbiri- ni okumuş değilim. Haldun Taner'in yasaklanan oyununu da görmedim. Toplumla ilgili sorunlarda olsun, sanat alanında olsun, bu yapıtlarda açığa vurulan duygu ve düşüncelere belki yüzde yüz karşıyımdır. Ama müstehcenin dısında fıkir ve sa- nat kollarında bir suçtan söz açılmasını özgürlfik düzeni ile bağdaştıramadığım için, 27 Mayıs'tan sonra bir süre dağılır gibi olan baskı bulutlannui yeniden birikmeye başlaması karşısında üzüntü- mü belirtmek istedim." tktidar 'Anayasa Nizamuu Konıma Kanunu' adı altında antidemokratık bir tasan hazırlayı- nca, Nadir Nadi yine kaleme sanlıyordu (7 Mart 1969): "Anayasa nizamını konıma bahanesiyle ana- yasayı sersemletici, işlemez hale getirici kanun ta- sansının hangi gerekçeye dayanılarak hazı- rlandığını biliyor musunuz? (...) Efendim, yurdu- muzda iki üç bin sokak serserisi varmış da gürülrü patırtı ederek zorla rejimi değiştirmek istiyor- İarmış. Kanun, bunlann ve bunlan ktşkırtanlann heveslerini gırtlaklarına tıkayacakmış! (...) Bir 'aşırı akımlar' edebiyatıdır turturmuş gidi- yorlar. Aşırı akunlar kötü imiş, demokrasi iyi üniş. Aşırı akımlann başlıca niteüği insan haysi- yetini hiçe saymaları, düşünce özgürlüğünü üifle- yip söndürmeleri, totaliter bir cendere içinde va- tandaşı sımsıkı bağlamalandır. Demokratik si- temlerde aşın akımlara karşı başarı ile savaşabil- menin en etkin silahı her şeyden önce demokratik sistemi ayakta tutan hukuk mekanizmasıdu-. O mekanizmayı bir yerinden bozup işlemez hale ge- tirdiniz mi, siz de demokrasiyi bırakmış, aşırı akı- mlann diimen suyuna girmiş olursunuz." SÜRECEK Cumhuriyet'in başyazarı Nadir Nadi, gazeteyi bugiinlere getiren çalışma arkadaşlarıyla birlikte... (Soldan) Melih Cevdet Anday, İlhan Selçuk, Yümaz Şipal, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sami Karaören, Oktay Akbal, Muammer Tuncer, Mehmed Kemal. (Fotoğraf: ERGUN ÇAĞATAY) Mozart'ın sonatiylaaçılanufiıke günün birinde Mozart'ın si bemol F l majör (K. 378) piyano keman sonatı, I önünde yeni bir ufuk açar: | "Notay ı sehpay a koy dum ve çalma- ya başladım. Birinci temay ı kafamda- ki piyanist işliyor, bense ona kemanımla eşlik edi- yordum. Daha ilk notalarda içimi birden bir aydmlık kapladı. O ana değin ömrümde rastla- madığım harika bir şeydi bu. Sonatın bütün gü- zeüiğini yudum yudum tadıyordum. Sanki tanrı- sal bir diİe ilk kez kavuşmuştum. Yüz elli yd önce yaşamış bir sanatçının insanlara söylediklerini ben, aradan bunca zaman gectikten sonra şimdi aynı inanç, aynı heyecanla kelimesi kelimesine yi- neliyor, adeta Mozart'la özdeşleşiyordum. (...) İşhanının loş merdivenlerinden inip de ışıl ışıl parlayan İstiklal Caddcsi'ne çıktığım zaman bir saat önce özgürlüklerine imrendiğim insanlar şim- di beni ilgilendirmiyordu. İçimin aydınlığı yanı- nda caddenin ışıkları sönük kalıyordu. Deminki inanümaz müzik tüm varlığunı sarmıştı." (Dos- hımMozart, s. 15-16) Artık müzik, özellikle Mozart, yaşamında önemli bir yer tutacakür. Nadir Nadi. 1930'da Galatasaray Lisesi'ni bi- tirince yükseköğrenim için Avusturya'ya gitti. Viyana Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne yaaldı: "İki şey beni çok çarptı, etkitedi Viyana'da. önce sonsuz bir sanat kiiltürü, sanat birikimi ve etkinlikleri. Operadan, konserlerden, tiy atrodan çıkmaz oldum... İkincisi, ekonomik kriz. Viyana çökfintü içindeydi. Sefalette dahi sanat etkinlikle- ri süriiyordu. Kravatlı, iyi giyimü dilenciler bollu- ğu vardı. Opera, konser çıktşlannda bunlar yer- deki izmaritleri toplarlardı, kendilerine sigara sa- • Menemen Olaylan patlak vermiş; yeşil bayrak altında toplanarak Derviş Mehmet'in öncülüğünde ayaklanan yobazlar, kendilerini durdurmaya çalışan yedek subay öğretmen Mustafa Kubilay'ı şehit etmişlerdir. Nadir Nadi, babasına bir mektup yazarak bu konudaki tepkilerini dile getirir ve Menemen'de bir Kubilay Anıtı açılmasını önerir. Bu mektup, 11 Mart 1931 günlü Cumhuriyet'te başyazı olarak yayımlanır. rabümek için. Öylesineyoksuldu insanlar. Naziz- min yayıbş y dlanydı. Üniversitede her gün olay- lar, kavgalar olur ve üniversite sık sık kapanırdı. Bu nedenle Viyana'dan aynlıp Siyasal Bilgiler'i Lozan'da bitirdim." (Zeynep Oral: "Konuşa Ko- nuşa"; Milliyet Sanat Dergisi, 15 Mayıs 1984) Lise öğrencıb'ği yıllannda başlayan gazetecili- ği, yurtdışındaki öğrenimi sırasında da sürdü: "Asü resmen gazeteciliğe başlamış olmam, yani meslek hayatıma girmiş olmam, öğrenci ola- rak Viyana'ya gittiğim zaman orada \'abancı Muhabirler Demeği'ne üye yazılmakla oldu ki o kartnnı hala saklarun. 1930 yılının sonlanna doğ- nı olmuş bu. Viyana'dan sık sık gazeteye Viyana havasım, Avusturya havasuu, Avrupa havasını yansıtan yazılar yazardon." (Ali Sirmen'le ko- nuşması, agy). O sıralarda Menemen Olaylan patlak vermiş; yeşil bayrak altında toplanarak Derviş Meh- met'in öncülüğünde ayaklanan yobazlar, kendi- lennı durdurmaya çalışan yedeksubay öğretmen Mustafa Kubilay'ı şehit etmişlerdir. Nadir Nadi, babasına bır mektup yazarak bu konudaki tep- kilerini dile getirir ve Menemen'de bir Kubilay Anıtı açılmasını önerir. Bu mektup, 11 Mart 1931 günlü Cumhuriyet'te başyazı olarak yayımlanır. Nadir Nadi'nin önerisi ve Cumhuriyet'in gjri- şimi geniş ilgi toplar. 26 Ocak 1934'te Kubilay Anıtı açılır. Açılış töreninde hükümet adına yapılan konuşmada, bu gırişimde bulunan Na- dir Nadi'ye ve Cumhuriyet'e teşekkür edilmek- tedir. | 'Çiçeğiburnunda bir yazar' Öğrenimini bitirerek 1935'teİstanbul'adönen Nadir Nadi, kendisini gazetecilik yaşamının içın- de bulur. Cumhuriyet'te köşe yazarlığına başlar, aynca çeşitli görevler üstlenir. 1936'da piyade asteğmen olarak ilk askerlığı- ni Harbiye'de tamamlar. 1938-41 arasında, gazeteciliğin yanı sıra, Ga- latasaray Lisesi'nde yurttaşlık bilgisi ve sosyolo- ji dersleri öğretmenliği yapar. Atatürk devrimlerini savunan, sağduyunun sesinı dile getiren yaalanyla kısa sürede dikkat- leri çekmiştir. "Çiçeği burnunda bir yazar"dır ama, dönemin en seçkin gazetecıleri arasında sayılmakta, dış gezilere çağnlmaktadır. 1939'da, İkinci Dünya Savaşı'nın ayak sesleri bütün Avrupa'da duyulmaya başlayınca duru- mu daha yakından inceleyip gazetesıne röpor- tajlar göndermek üzere bır "tume"ye çıkar; "Dkin Varşova'ya gidecek, oradan Berlin'e, Ber- lin'den Paris'e atlayacak, Roma'ya uğradıktan sonra İstanbul'a dönecektim. Bu, Avrupa çapında bir nabız yoklaması gezisi olacaktı". (Perde Aralığmdan, s. 32) Daha ilk durağı olan Polon- ya'da sa\aşla yüz yüze gelir... 31 Ocak 1940'ta Fransız hükümetinin Magi- not Hatü'nı gezdirme önerisi üzerine, Falih Rıfkı Atay, Necmettin Sadak, Hüseyin Cahit Yalçın, Zekeriya Sertel, Muvaffak Menemencioğlu ve Reşat Nuri Güntekin'le birlikte Fransa'ya gider. Aynı yıl, İngiltere'nin çağnsı ile. "buhranın kızıştığı". Almanlann Hollanda'nın işgalini ta- mamlayıp Belçika'da epey ilerledikleri bir dö- nemde, Londra gezisıne katılır. Marsilya - Kor- sika - Malta - Pire - Atina üzerinden İstanbul'a döner. On beş günlük bu yolculuk sona erdiğin- de Hollanda ile Belçika tümüyle istila edilmiş, Fransa'nın yansı elden gıtmiştir. Müttefık ordu- lan, Alman ilerleyişi önünde dayanamamak- tadır. Paris düşmek üzeredir... "Böylece çarpışrnalar Akdeniz bölgesine de yayümış oluyordu. Biz ne yapacaktık? Hükümetin yurdumuzu bu boğuşmaya sürüklemek istemediği belli idi. Fakat gecen sonbaharda imzaladığımız karşılıklı yardım antlaşmalan kendiliğinden yürür- lüğe girmeli değil mi idi? (...) Karşılıklı yardunlaşma antlaşması bnzala- dığımız iki müttefikimizden biri savaşı bıraktıktan sonra biz savaşa girelim.. bu, Enver Paşa'nın 1914'te yaptığını da gölgeye itecek bir çdgınlık ola- büirdi.""( Perde Vralığından, s 85-87). SÜRECEK BİZ BIZE ERDAL ATABEK Kolera Dediğin Ne ki?.. Uluslararası bir uzman olan arkadaşım "benimle önemli bir şey görüşmek istediğini" söylediği zaman bi- raz sonra duyacaklarım aklıma bile gelmemişti. 70'li yıl- laröncesindeSağmalcılar'daçıkansalgınhastalıkta"Aro- lera" sözcüğü kulaklara fısıldanıyor, duyanın aklında bomba gibi patlıyordu. Ülkede ilk kez "kolera" tıp kitap- larından, ansiklopedi sayfalarından çıkıp yanıbaşımıza geliyor, içtiğimiz suyu, yediğimiz salatayı kuşkulu kılı- yordu. TürkTabipler Birliği başkanıydım, olayın üstüne gidi- yorduk, doğrunun açıklanmasının halk saglığına karşı zorunlu bir görev olduğunu belirtiyorduk. Çünkü has- talık açıklanmadığı için karantina uygulanıyordu, halkın alması gereken önlemlerin duyarlılığı sağlanamıyordu. Ayrıca birtıp gerçeğinin saklanmasını aklımıza kabul et- tiremiyor, kendimize, mesleğimize, örgütümüze duydu- ğumuz saygıyla bağdaştıramıyor, halka karşı duyduğu- muz sorumluluğa sığdıramıyorduk. Sağlık Bakanlığı'yla pek çok konuda anlaşamıyorduk, mücadelemiz sertleş- mişti, "kolera" olayı daogünlerde patlamıştı. Gerek Sağlık Bakanlığı, gerekse diğer yetkililer salgı- nın "kolera"değil, "akutbağırsakenfeksiyonu"olduğu- nu söylüyorlardı. Oysa "akut bağırsak enfeksiyonu" hastalık etkenıni açıklamayan, hastalığın karakterini be- lırtmeyen bir yüzeysel tanımdı. "Öksürüklü hastalık" ya da "ağrılı mide" gibi tıp biliminde hiçbir açıklama içer- meyen bir uyarlama. Bütün açıklamaların yasaklandığı, hastane görevlilerinin emirle susturulduğu bir dönem- de biz, gerçeğin açıklanmasında direniyorduk. Sonuçta olay, kapatılamaz bir duruma geldi ve "parakolera" di- ye bir tanı aranıp bulundu. Bu da "fco/erams/frafc"türün- den bir teğet çizgiydi, ama orada kalındı. Uzman arkadaşımızın benimle konuşmak istediği konu da buydu. Dünya Sağlık örgütü (WHO), uzman ola- rak tanıdığı ve güvendiği aradaşımdan kişisel biryazıyla "Türkiye'de kolera olup olmadığmı kişisel olarak bildir- mesini" istiyor, durumu öteki ülkelere bu yazıdan sonra bildireceğini belırtiyordu. Bu yazının önemi de çok açıktı. Türkiye'nın besin maddeleri dışsatımı gibi, turizm açısından sakıncalı olup olmamak gibi önemli ekonomik konularda yabancı ülkelerin tutumu bu bildirimle yakı- ndan ilgiliydi. O nedenle de "Kolera vardır" diyen bir yazı, bu açtlar- dan ülkeyi sıkıntıya sokacak, "Yoktur" diyen bir yazı ise böyle bir engeli ortadan kaldıracakti. Arkadaşım bana "durumunun çok güç olduğunu, bir yanda bilimsel dü- rustlüğunün öte yanda ulusal sorumluluğunun bulun- duğunu, neyapacağını bilemediğini"söylüyordu. Böyle bir ikilemde rahat olmak sanıldığı kadar kolay değildir. Sonunda arkadaşımın ulusal sorumluluğunun ağır bas- tığını sanıyorum. Böyle bir durum her zaman, dürüst bir insan için önemli bir sorun olur. Biz olayı değişik bir açı- dan görüyor, Sağlık Bakanlığfnın bilimsel gerçeği açık- lamasının zorunlu olduğunu, bunun aynı zamanda zo- runlu önlemlerin alınması demek olduğunu belirtiyor- duk. Zorunlu önlemler de salgın bölgesinin karantinaya alınması, kaçak su satışının önlenmesi, pişmeden yene- cekbesinlerinnasılbirişlemesokulacağmınaçıklanma- sı, hiçbir çıkar grubunun gözünün yaşına bakmayan bir denetimilkadımdı. Sonrası ise kaçak yapılaşmanın önlenmesi, su kay- naklarının kirletilmesinin önlenmesi, yıkanma-temizlen- me suyunun sağlanması gibi önlemlerdi. Henüz arsa mafyaları,konutkaçakçıları,kloryolsuzlukları,klorlusu- larla abdestin kabul edilmezlıği gibi konular yoktu ya da buölçekleregelmemişti.Bumücadelemiznedeniyle'Va- tan haini" gibi suçlamalar açıkça yapılmadı, ama ba- kanlıkça hep sürdürülen "Türk Tabıpler Birliği'nin poli- tika yaptığı"savlarında önemli payı olduğunu sanırım. 12 Eylül'den sonra açılan davalarda yargılanırken de bu ve benzeri halk sağlığı mücadelemizin egemen güç- lerin "hesap sorma listesi"nde altının çizilmiş olduğu- nun bilincindeydik. Ama zaman bizi doğruladı. Alınma- yan önlemler nedeniyle salgın hastalıklar hiç eksik ol- mayan temel sağlık sorunlarımızdan birisini oluşturdu. Şimdi de bu mücadeleyi gene Türk Tabipler Birliği yü- rütüyor, basında da Cumhuriyet gazetesi kamu iletişimi- nin yüzakı bir habercilikle olayı gündemde tutuyor. Poli- tikanın tıkanmış yavanlığı içinde, medyanın şiddet ve seks furyası arasında pastadan alınan pay kavgasının yanında temel sağlık sorunları toplumun vicdanında te- miz bir hava akımı gibi dolaşabiliyor. ••• izmir'de AST oyuncularının sahneye koyduğu 'Bir Halk Düşmanı' oyununu izlerken bütün bunlar bir şerit gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Ruikay Azlz'in yo- rumladığı 'kaplıcanın dürüst doktoru'nun kaplıca suları- nın hastalık yuvası olduğunu, burasının ya düzeltilmesi ya kapatılması gerektiğini söylediği için 'halk düşmanı' ilan edildiği, kaplıcadan çıkar sağlayanların amansız saldırılarma hedef olduğu oyun Henrik İbsen tarafından 1904 yılında yazılmıştı. 90 yıl sonra gördüklerimiz sosyal çalışmaların özünde bir şeyin değişmediğini gösteriyor- du. Oyunun bitiminde AST oyuncularını ayakta alkışla- yan izleyiciler bütün bunlan düşünüyor olmalılardı. Her- halde İstanbul halkı da bu oyunu Rumelihisarı'nda izler- ken kendi sorunlarının özünü bir kez daha görecekler- dir. ••• Belki de asıl sorunumuz 'akut bağırsak enfeksiyonu' değil de kronik bilinç kirlenmesı dir. Yıllar boyu sürdü- rülen 'başkasının bağırsağına değil, kendi cebine bak' öğretisi, beyinleri bağırsağa çevirme işlemini sürdürdü- ğü için toplumsal sorumluluğun yerini de kişinin çıkarı aldığı için her şeyimiz hızla kirlendi. Ne çare ki beyin ye- rine bağırsak kullananlar, ortaya çıkan sonuçlara da kat- lanmak zorunda kalırlar. Sonunda onların bağırsak- larını düzeltmek de bilınçli beyinlere kalır. Sıvas konuşmasını okudular Birleşik SosyalistParti'den AzizNesin'edestek İZMtR (Cumhuriyet Ege Bü- rosu)- Birleşik Sosyalist Parti Karşıyaka Ilçe Başkanhğı. dü- zenlediği protesto eylemiyle Aziz Neşin'e destek verdı. Kar- şıyaka İnsan Haklan Anıtı'- ndaki Aziz Nesin Plaketi altın- da gerçekleştirilen eylemde par- tililer, Nesin'in Sıvas'taki ko- nuşmasının, Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral ta- rafından 'tahrik edici' bulunan bölümlerinı hep birlikte oku- dular. Birleşik Sosyalist Parti Karşıyaka İlçe Başkanı İdris Metek eylemden önce vapüğı konuşmada "Bugün Türkiye'de Demiral ve destekleykilerinin niyeti. Aziz Nesin'i, Sıvas Katli- amı'nın tahrikçisi olarak suçia- mak gibi bir gülünçlükle mah- kum etmeye kalkışmaksa, açı- kça söyleyeüm biz de Aziz Ne- sin'in suçuna iştirak ediyoruz. Nesin'in Sıvas'taki konuş- masınm, Demiral tarafmdan 'tahrik edıcf bulunan kimi bö- hlmlerini şimdi hep birlikte oku- yup, biz de aynı suçu işleyeceğiz, biz de tahrik edeceğiz, biz de suça teşvik edeceğiz Demiral bizi de yargılasın. Aziz Nesin yalnız değildir" dedı. BSP Karşıyaka İlçe Başkanı İdris Melek. "Bu etkinüğimiz, ülkemizi ileriye götürmek iste- yenterle, geriye, karanhğa sü- rüklemek isteyenler arasındaki mücadeiede ilericilerin, yurtse- verlerin sembolii olan Aziz Ne- sin'in zindana atılsa hatta asılsa yamız otmayacağını göstermek içindir" diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle