27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22TEMMUZ1994CUMA OLAYLARVE GÖRÜŞLER Köyde MELÎH CEVDET ANDAY K öye geüp temiz hava- ya kavuşunca, ameli- yat sonrası biraz boralan sağhğım. ye- rine gelir gibı oldu. Gökova bana hep iyi gelir; Ören köylüleri iyi insanlardır. onlarla işten güçten konuşmak, yağ- muru, bitkiyi, atı, ineği konu edinmek kafaya tazelik verir. Ama bir kom- şum, çok zeki bir köylü hanım, dün sabah ineğini dövmeye kalkınca deliye döndüm, yanıma çağınp yaptığı işin yanlış olduğunu ona anlatmaya çabş- tım. -Akıllansm diye dövdüm, dedi. -Akıllansa sana çalışmaz, dedim. Sonra da ona, Pir Sultan'ın Akşamdan akşama gözlerin öpün Ireçberler hoşça rutıuı ökiizü dizelerini okudum. Ne dersıniz, şiir benim sözlerimden daha etkili oldu, komşum, "Pekı, bir daha dövmem" dedi. Bilirsiniz: Alman fılozofu F. Nietzsche de böyle bir ola\ sırasında aklını kaçırmıştı. Bir atlı araba duru- yormuş kapısının önünde ve nedense arabacı atı dövmeye başlamış, bunu gören ünlü düşünür koşarak aşağı in- miş, "Nasıl döversin hayvaru!" diye- rek herifın üstüne atılmış. Aklım onunki gibi çok olmadığı için o gûn ben kaçırmadım. Ama derim ki, onun da kaçıracağı varmış. bir daha kendi- ne gelemedi; son günlerinde kendine mi geldi nedir, yatağı başındaki \akın- lanna, -Güzel kitaplar yazdım, değil mi? demiş. Gözlerimi yaşartır bu sözler. İlhan Selçuk'un eşiyle Akyaka kö- yüne geleceğini biliyordum, Oktay Akbal'ın da o köyde evi vardır. tele- fonla arayarak dostlanmı Ören'e da- vet ettim. Bir cumartesi giinü öğleye doğru geldiler. Balkonda kunılmuştu sofra- mız. Denize, dağlara bakarak, yiyip içerek konuşmaya daldık. Ne güzel bir gündü! Dostlarla sofrabaşı söyleşileri derdi tadına doyulmaz çok az şey var- dır dünyada! Epikuros da bunu öv- müştü. Epikuros kadar hakkı yenmiş düşü- nür çok azdır, çünkü yanlış olarak, vur patlasın çal oynasın ahlakının ön- cüsü sayılmıştır. Sisamlı oiduğu sanılan bu ünlü filo- zof (M.ö. 341-270) Atina'da satın al- dığı bir bahçeye okul kurdu. orada dostlan ile birlikte yaşadı. Bize üç mektubu ve öğrencilerinden biri tara- fından bir araya getirildiği sanılan özdeyişleri ulaşmıştır. Epikuros, Demokritos'un maddeci- lik anlayışına dayanır ve tannlann araabğını gerektirmeyen ölümsüz madde düşüncesine inanır. Bu büyük düşünürün ahlak anlayışı insanın mutluluğu amaana yöneliktir; mutluluk ise beğençleri (zevkleri) akıl- hca kullanmakla gerçekleşir. Burada doğallığa uyma ilkesi temel abnmab- dır. Zorunlu olmayan beğençler be- nimsenmemebdir. Kısaca söylemek gerekirse, Epikuros, haza bir filozof değildir. Mutluluk, erinç (huzur) ve banştadır. Ansiklopedi şöyle diyor: "Epikuros okulu ya da Epikuros bah- çesi bir huzur kösesi, içinde azla yetin- metıin hüküm sürdüğü bir yerdi." Işte biz de o gün öyle yaptık, sofra- mızda ne varsa onunla yetindik ve erinç içinde söyleştik. Söyleşimizde hangi konulara girdı- ğimizı merak eden olur diye bunlar- dan birkaçını söyleyeyim... Örneğin "Yazı nedjr? Nasıl yazılır?" konusunuelealdık. Üçyazar bir araya gelir de kendi sorunlanru ele almaz olurlar mı? Ve uzun konuşmalardan, kimi örneklerden sonra şuna vardık ki, bir yazının başı, ortası ve soraı ol- malıdır. Çok önemli ve düşündürücü bir konuşma idi. Sonra Atatürk e hayranlığımızı dile getirdik. Onun gitgide daha büyüdü- ğü, kişiliğinin gitgide daha şaşırtıa bir kimliğe büründüğü konusunda birleş- tik hepimiz. Bu büyük adamın kimi eylemleri ve sözleri, bizi onun yetişme koşullan üzerinde durmaya götürdü. Rauf Orbay'ın, Yunus Nadi'lerde ko- nuk oiduğu bir gün, yeni yetişmekte olan Nadür Nadi'ye, "Bak oğlum, o ol- masaydı biz hiçbirimiz onun yaptığını yapamazdık" demesi düşündürücü- dür! Daha? Başka? Şiir konusu açıldı elbet. Yahya Ke- mal'den ve Ahmet Haşim'den şiirler okuyarak bu iki şairimizi karşılaştır- dık ve bunlann karşılaştınlamayacak- lan konusunda birleştik. Başka başka dünyalar. Çok değerli.bir dostum (rahmetli ol- du) Yahya Kemal şiirini sevenin Ah- met Haşim'i sevemeyeceği inancın- daydı. Ben de ona, -Ikisini de sevsem olmaz mı? der- dim. Bu konu her açılışında ise Ahmet Haşim'in. Bir kıtş düşünür bu bahçelerde Altın tüyü sonbahara uygun dizelerini okurdum. Bir zamanlar bir eleştirmen, Yahya Kemal'in. Durgun suya bir bak göreceksin Mehtap iri güikr ve senin en güzel aksin dizelerini. Ahmet Haşim'in, Durgun suya baktım ve dedim an öle- bilsem Madem ki yok ağlayacak mevtime kimsem dizelerinden esinlenerek yazdığını söy- lemişti de, Nurullah Ataç, "Bir şair durgun suya baktı diye başka şair bak- mayacak mı?" diye yazmıştj. Epikuros'un "doğaya uygunluk" il- kesi, kurcalarunca, çok karmaşık bir sorun çıkanr karşırruza. Neden derse- niz, insanoğJu doğayı kültüre çevir- miştir; daha açığı, doğadan kopmuş- tur, ona yabancı düşmüştür. "Cennet- ten kovulma" masalının gerçeği budur. Köy yaşamı, bunu bana daha ya- kından, daha derinden düşündürüyor: Ormana. ovada otlayan ata, sığıra, "üveyik'in uçuşuna.. baküğımda ve sessizliği dinledığimde, bunun bir dil olduğunu söylüyorum kendi kendime, anlayamadığımız ya da unuttuğumuz bir dil. Biz doğaya dışardan bakıyoruz ve onu bilim yolu ile yeniden bulmaya çabalıyoruz. Oysa bu kopukluk ancak şiir, sanat aracılığı ile onanlabilir. Bu yazrmızın başı ve ortası yok... Sonu da olmayacak gibi görünüyor. Ama üzülmüyorum. Doğa da öyle de- ğil mi? PENCERE ARADABIR BEHZAT AY Depremin UğultularıTV kanallarındaki ve gazetelerdeki haberleri izledikçe, oku- dukça, kulaklarıma, gözlerime inanmak istemiyorum. Duyduk-, larım, izlediklerim, okuduklarım sanki bir depremin uğultula- rı... Fırsatçılığın, talanın, yalanm, yolsuzluğun, sömürünün, kir- lenmenin bu boyutlara ulaşabileceğini doğrusu düşünemiyor- duk. Zaten, kırk yılı aşkın bir süredir Atatürk devrim ve ilkeleri'- nden uzaklaştıkca yozlaşmaya başlamıştık. Yirmi yıldan beri de bu yozlaşma yoğunlaşıyordu. On yıldan beri ise yozlaşma, yalan, talan, sömürıi başdöndürücü boyutlara ulaştı. Bir "ye- ğen"\e başiayan düşsel dışsatımın (hayali ihracatın) bugünkü aşamasına ulaşabileceğini kestiremiyorduk.. Düşsel dışsa- tımlarla devleti trilyonlarca lira dolandıranlar, korkusuzlar... Ama biz çok korkuyoruz bu gidişten.. Işleyeni bilinmeyen (faili meçhul) cinayetler, çok olağan gibi karşılanmaya başladı artık. Yadırgamıyorum. Birduyarsızlıktır gidiyor.. Kuşkuları çoğaltarak . Açık açık ve utanmadan, emeklilerin zamtardan yararlandı- rılmayacağı söyleniyor. Zaten emekliler bir cehennem yaşart- tısındadırlar.. Halkın parasıyla, devletin katkısıyla kurulan KlT'ler özelleş- tiriliyor, işçiler çıkarılıyor buralardan. Açlar ordusu çoğaltılı- yor. Oysa anayasanın 49. maddesinde şöyle denmektedir: "Devlet, çalışanların yaşam duzeyini yükseltmek, çalışma ya- şamını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı destek- lemek ve ışsizlıği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam ya- ratmak için gerekli önlemleri alır." Bugün yapılanlar ise bu maddenin tam anlamıyla karşıtı. Hazine arsalannın yağmalanması da yüzkızartıcı boyutlara ulaştı. Kıyılar, yetkili ve etkılilerin oldu... Dönümlerce arsalara, turistik kuruluşlara sahip oldular, özellikle de son on yıldır. 1980'lerde Türkiye'ye dayatılan "mode/"in meyvelerini yiyen- ler zenginleştikçe zenginleştiler; bu ülkenin emeklileri, emek- Arkast 19. Sayfada TART1ŞMA Hey! Koca Cenk cıhabertez ulaşır' atasözünü doğrularcası- na/Hannibal, Gebzeve Eskihisar' konulu bir söyleşiyi yapmanın mutluluğundan döndüğümde kapıda acı haberi verdiler: Cenk Alpak'ı yiürmiştik. Söyleyecek söz bulamadım, bırkaç saat öncesi çanlı ve yaşam doluydu... Üzüldüğü olaylan, üzerindeki baskılan biraicşam yemeğinde ikı arkadaşına dile getirmışü. Son zamanlarda doğa neden bizlere böylesine acımasız davranıyor. Doğayla haşır neşır olup günlük uğraşlardan, acılardan uzaklaştığınıızda kimleri yitirmedik ki; Belkıs Mutlu, Sejat Eczacıbaşı, Mustafa Papuccuoğiu, Dban ö z ve sonra da Cenk Alpak... Diplomatik davetlerde, sanatsal etkinlikJerde hep onlan aramış, "Şimdi gelecekler, vine çevTelerine renk katacaklar*' diye düsünmüştüm. Negezer, yazgı onlann yanına birde koca Cenk'ikatıverdi... Cenk AJpak ile müzeci, dost ve gerçek arkadaş olarak uzun bir birlıkteb'ğimiz oldu. Aynı kurumda çahştık. birbirimizi kırmadık, birbirimize güzel sözler söyledik, arkamızı döner dönmez birbirimiziyermedik. Gerçekten ilginç!.. Ölacak şey değil. ama oldu işte. Cenk Alpak, pek çok meslektaş gibi arkeoloji çıkışb değil de gerçek bir arkeologdu. Avru zamanda iyi bir müzeciydi. İstanbul'da 1949'dadünyaya gelmiş, İstanbul Üniversıtesi Edebiyat Fakültesi 'Eski Ön Asya Dilleri ve Kiiltürleri'nı bitîrmiş, üst eğitimine 'muzecUiği' master olarak almış, tezıni kabul ettiremeyince aldırmamış, "Gerçek müzeci masa başında olmamalı" demışti. Aynca Moziak Müzesi'nde, Ikiztepe. İmamoğlu. Şemsiyetepe kazılannda restoratör olarak çabşmıştır. İyi bir restoratör-arkeolog olmayı düşlemiş, ne var ki oürokratik atama onu tstanbul Türbeler Müdürü yapmıştı. Müzeciler arasında kenara itilmek, kızağa çekilmek olarak vorumlanan Türbeler Müdürlüğü'nde kişisel girişimleriyle büyük bır atıbm yapmış, Sultan I. Ahmet Türbesi. Eyüp Sultan Türbesi başta olmak üzere türbelere sözcüğün tam anlamıyla türbe-müze görünümü kazandırmıştır. Türk mimarisinin bu guzel örneklerini yazı, maden ve ağaç işleriyle bezemiştir. Yazmayan, çızmeyen ve okumayan bir topluma 'Eski Eserleri Neden Sevmeliyiz, Nasıl Korumalıyız', 'Eyyüp Sultan' isimli güzel kitapçık kazandırmıştı. Türk müzeciliği ve sorunlannı konu alan ilginç bir çalışmayı da sürdürüyordu. Bütün bunlann yanı sıra Kültür Bakanbğı'nın müzelerpersonelinin biyografılerini içeren bir M üzeler Almanağı hazırlayarak yayımlamıştır. Son derece yararb olan bu eser bazılannca çok beğenilmiş, bazılannca da hoşa gitmeyip, takke düşüp gerçek ortaya çıkınca yenlmişür. Hey Koca Cenk, müzecilik konusunda pek çok panele katıldın, konferanslar yerdjn. Bununla da yetinmedin iyi bir müasyen olarak, gıtar üzerinde besteler yaptın. Ataköy Marinası'nda sanatçılarla birükteliğimizi, verdiğin müzik ziyafetiru, dost sofralannda kültürünü oluk oluk sunduğun söyleşilerini ve her şeyden öte hümanistbğini, Bektaşi olmamanakarşın 'Eyvallah' deyişinı hiçbirzaman unutmayacağım. Yalnız ben değil gerçek dostlann da ayru duygulan paylaşıyor. Acaba bizlerle eğlenen biri mi var? Ardımdan şöyle yaz böyle yaz derken, yazgıya bak senın ıçın ben yazıyorum. Bu dünyaya bomboş gelip gidenlerden olmadın, bırız bıraktın. Türk müzeciliğine ışık tuttun. Türbelerin yalnçca dıni özelbği olmayıp müze niteliğini de kanıtladın. Hey, Koca Cenk; rahat uyu, seni hiç unutrhayacağız, Ataköy'de cenaze namazın kılınırken Zincirlikuyu'da gömü islemin vapılırken bazısı gerçek bazısı da acılı görünmeye çabsanlara üzenmizden bakarcasına "Sahi şimdiye kadar aklııuz nerdeydi" dergibıydın. Doğrucası bu dünyadan bir Cenk Alpak geldi ve geçti. Erdem Yücel Pazar Ekonomisi Şakaya Gelmez1 Çok değil, pek yakın bir geçmişte, 'medya' siyaset dünyasına bir hanımı pazarladı... Adı: Tansu Çiller!.. Nasıl oldu bu?.. Bayram ya da seyran değildi; ama, Tans Hanım'ın fo- toğrafları birdenbire gazetelerin birinci saytalarında yayımlanmaya başladı, bu bayan zamanın iktidarını eleştiriyor, her sözü ertesi günü haberleşip şişiriliyor- du... Ekonomiyi düzeltmek için bir de formül hazırlamıştı, şimdi unutuldu; ama, anımsayalım: UDİDEML Her neyse, ticaret odaları, sanayi odaları, borsalar, işadamları, holding patronları, sağda solda toplantılar yaptıklarında, Tans Hanım kürsüye çıkıyor, konuşuyor, kimi zaman eline bir değnek alıp fikirlerini şemalarla anlatıyor, çok ilgi topluyordu... Iktidarda özal vardı... Medya Demirel'e bastırıyordu: - Senin partinde hep eski yüzler var, kadronu yenile, yeni yüzler bul!.. Tans Hanım iş dünyasının medya ile birlikte DYP'ye armağanı oldu. Süleyman Bey Çankaya'ya çıkınca, par- tinin genel kongresinde Türkiye Odalar Borsalar Birliği Başkanı Yalım Erez'in marifetli elleriyle pazarlandı... Hop deyip genel başkanlığa oturdu ki bunun anlamı Başbakanlık koltuğuna oturmaktı. • • • Tans Hanım medyanın pazarlaması ve iş dünyasının desteğiyle Başbakanlık koltuğuna oturunca, Türkiye de on ayda IMF'nin kucağına oturdu... UDlDEM'eneoldu?.. Yandı, bitti kül oldu... Hiçbir partide politika yapmayan, devleti tanımayan, hiçbir ciddi sınavdan geçmemiş bir hanımı kısa sürede pazarlayan çevreler de şimdi bin pişman... Ama iş işten geçti.. Kırat'a atlayan Tans Hanım, Üsküdar'a vardığında, Türkiye allak bullak oldu; Başbakan Çiller, yalnız DYP'yi değil, SHP'yı de yaktı... İnönü desteğindeki deneyimli Demirel'in ellerinde bir noktaya ulaşabilen koalisyon hükümetinden bundan sonra ne hayır gelir bilinemez... Ne var ki vaktıyle Tans Hanım'ı gazetelerin birinci say- falarında, köşelerinde, televizyon programlarında pa- zarlayan takıma bakıyorum... Tısss... Dut yemişler, sanki bu marifeti onlar kotarmamışlar gibi vefasızlar; ellerini yıkamışlar, durulamışlar, şimdi bir başka tezgâhın peşine düşmüşler... Nedir o?.. i r k i t Şimdi de Cem Boyner'i pazarlıyorlar... Gazetelerde, özel televizyonlarda, o biçim köşelerde varsa Cem Boyner, yoksa Cem Boyner... Sayın Boyner'e başarılar dilerim, gerçi politikada de- neyimi yoktur; önünde uzun, dar, ince bir yol vardır; sı- navlardan geçerek kendisini kanıtlaması gerekiyor; ama bu, olayın ayrı bir yanıdır... Benim sözüm Cem Boyner'e değil... Benim sözüm pazarlamacılara... Bunlann tümü piyasa ekonomisine taparlar, ama, pa- zar ekonomisinin şakası yoktur... Piyasaya bir kez çürük mal sürdün mü.. Müşteriyi kaybedersin. Ciddi bir iştir bu... Bir kez çürük mal sürdükten sonra, ikinciyi sürüp de "Vallahi bu kez sağlamdır" dedin mi... Bılmem ki müşteri inanır mı?.. Günümüzde "ihracat", sadece "yurtdışına mal satmak" değil. İhracatın tanımı değişeli 24 yıl Oldu! R a m D ı ş T i c a r e t , y u r t d ı ş ı n a m a l s a t m a k g i b i k l a s i k i h r a c a t i ş l e m i - n i n y a n ı s ı r a , y u r t d ı ş ı n a h i z m e t v e o r g a n i z a s y o n s a t a r , t e k n o l o j i s a t a r , y u r t d ı ş ı n d a t e s i s k u r a r , ü r e t i r v e s a t a r . D ü n y a n ı n e n b ü y ü k ş i r k e t l e r i n e y u r t d ı ş ı n d a s e r v i s v e r i r . B a z ı ü l k e l e r d e , t e k b a ş ı n a T ü r k i y e ' y i t e m s i l e d e r . Ç ü n k ü , i l e r i ü l k e l e r d e , ç a ğ d a ş b i r i h r a c a t k u r u l u ş u n d a n b ü t ü n b u v e b e n z e r i h i z m e t l e r b e k l e n i r . B u g ü n l e r d e i h r a c a t a b a ş l a y a n I a r ı n b u n u b i l m e l e r i n d e f a y d a v a r . i h r a c a t y a p m a k i s t e y e n l e r i ç i n ö z e t l e n m i ; R a m D ı ş T i c a r e t b i l g i l e r i : t D ü n y a n ı n 7 6 u l k e s ı n e ı h r o c a t . t 15 i ı l k e d e k e n d i k u r u l u ş u , b u r o l o r ı v e o r g a n i z a s y o n a ğ ı b u l u n a n t e k i h r a c a t ku r u l u ş u . t Koç G r u b - u u rü n l e r ı y l e b i r l i k t e T u r k u r û n l e r ı n ı n ı h r a c a t ı . t H i z m e t , o r g a n i z a s y o n v e t e k n o l o j i ı h r a c a t ı . # P e k çok ı ı l k e d e T ü r k ı y e ' n ı n t e m s ı l c ı s ı . t 1993 y ı l ı t o p l a m i h r a c a t g e l ı r ı 464 m ı l y o n d o l a r . ) D ü n y a n ı n en b u y u k k u r u l u ş l a r ı n a h i z m e t Ram YURTDJŞI ŞİRKETLER. • Ramenca / Amerıka • Ram France / Fransa • Beko U.K. Ltd. / Ingiltere • Interbrucke GmbH / Almanya • Kofisa Trading Company / Isvıçre • Kofisa Italıa S.R L / Italya • Koratrade MTCM Ltd. / Irlanda YURTDIŞI BÜROLAR: • Rusya • Cezayir • Kazakıstan • Azerbaycan • Özbekıstan • Turkmenıstan • Ukrayna • Romanya
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle