Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 22TEMMUZ1994CUMA
OLAYLARVE GÖRÜŞLER
Köyde
MELÎH CEVDET ANDAY
K
öye geüp temiz hava-
ya kavuşunca, ameli-
yat sonrası biraz
boralan sağhğım. ye-
rine gelir gibı oldu.
Gökova bana hep iyi
gelir; Ören köylüleri iyi insanlardır.
onlarla işten güçten konuşmak, yağ-
muru, bitkiyi, atı, ineği konu edinmek
kafaya tazelik verir. Ama bir kom-
şum, çok zeki bir köylü hanım, dün
sabah ineğini dövmeye kalkınca deliye
döndüm, yanıma çağınp yaptığı işin
yanlış olduğunu ona anlatmaya çabş-
tım.
-Akıllansm diye dövdüm, dedi.
-Akıllansa sana çalışmaz, dedim.
Sonra da ona, Pir Sultan'ın
Akşamdan akşama gözlerin öpün
Ireçberler hoşça rutıuı ökiizü
dizelerini okudum.
Ne dersıniz, şiir benim sözlerimden
daha etkili oldu, komşum, "Pekı, bir
daha dövmem" dedi.
Bilirsiniz: Alman fılozofu F.
Nietzsche de böyle bir ola\ sırasında
aklını kaçırmıştı. Bir atlı araba duru-
yormuş kapısının önünde ve nedense
arabacı atı dövmeye başlamış, bunu
gören ünlü düşünür koşarak aşağı in-
miş, "Nasıl döversin hayvaru!" diye-
rek herifın üstüne atılmış. Aklım
onunki gibi çok olmadığı için o gûn
ben kaçırmadım. Ama derim ki, onun
da kaçıracağı varmış. bir daha kendi-
ne gelemedi; son günlerinde kendine
mi geldi nedir, yatağı başındaki \akın-
lanna,
-Güzel kitaplar yazdım, değil mi?
demiş.
Gözlerimi yaşartır bu sözler.
İlhan Selçuk'un eşiyle Akyaka kö-
yüne geleceğini biliyordum, Oktay
Akbal'ın da o köyde evi vardır. tele-
fonla arayarak dostlanmı Ören'e da-
vet ettim.
Bir cumartesi giinü öğleye doğru
geldiler. Balkonda kunılmuştu sofra-
mız. Denize, dağlara bakarak, yiyip
içerek konuşmaya daldık. Ne güzel bir
gündü! Dostlarla sofrabaşı söyleşileri
derdi tadına doyulmaz çok az şey var-
dır dünyada! Epikuros da bunu öv-
müştü.
Epikuros kadar hakkı yenmiş düşü-
nür çok azdır, çünkü yanlış olarak,
vur patlasın çal oynasın ahlakının ön-
cüsü sayılmıştır.
Sisamlı oiduğu sanılan bu ünlü filo-
zof (M.ö. 341-270) Atina'da satın al-
dığı bir bahçeye okul kurdu. orada
dostlan ile birlikte yaşadı. Bize üç
mektubu ve öğrencilerinden biri tara-
fından bir araya getirildiği sanılan
özdeyişleri ulaşmıştır.
Epikuros, Demokritos'un maddeci-
lik anlayışına dayanır ve tannlann
araabğını gerektirmeyen ölümsüz
madde düşüncesine inanır.
Bu büyük düşünürün ahlak anlayışı
insanın mutluluğu amaana yöneliktir;
mutluluk ise beğençleri (zevkleri) akıl-
hca kullanmakla gerçekleşir. Burada
doğallığa uyma ilkesi temel abnmab-
dır. Zorunlu olmayan beğençler be-
nimsenmemebdir. Kısaca söylemek
gerekirse, Epikuros, haza bir filozof
değildir. Mutluluk, erinç (huzur) ve
banştadır. Ansiklopedi şöyle diyor:
"Epikuros okulu ya da Epikuros bah-
çesi bir huzur kösesi, içinde azla yetin-
metıin hüküm sürdüğü bir yerdi."
Işte biz de o gün öyle yaptık, sofra-
mızda ne varsa onunla yetindik ve
erinç içinde söyleştik.
Söyleşimizde hangi konulara girdı-
ğimizı merak eden olur diye bunlar-
dan birkaçını söyleyeyim...
Örneğin "Yazı nedjr? Nasıl yazılır?"
konusunuelealdık. Üçyazar bir araya
gelir de kendi sorunlanru ele almaz
olurlar mı? Ve uzun konuşmalardan,
kimi örneklerden sonra şuna vardık
ki, bir yazının başı, ortası ve soraı ol-
malıdır. Çok önemli ve düşündürücü
bir konuşma idi.
Sonra Atatürk e hayranlığımızı dile
getirdik. Onun gitgide daha büyüdü-
ğü, kişiliğinin gitgide daha şaşırtıa bir
kimliğe büründüğü konusunda birleş-
tik hepimiz. Bu büyük adamın kimi
eylemleri ve sözleri, bizi onun yetişme
koşullan üzerinde durmaya götürdü.
Rauf Orbay'ın, Yunus Nadi'lerde ko-
nuk oiduğu bir gün, yeni yetişmekte
olan Nadür Nadi'ye, "Bak oğlum, o ol-
masaydı biz hiçbirimiz onun yaptığını
yapamazdık" demesi düşündürücü-
dür!
Daha? Başka?
Şiir konusu açıldı elbet. Yahya Ke-
mal'den ve Ahmet Haşim'den şiirler
okuyarak bu iki şairimizi karşılaştır-
dık ve bunlann karşılaştınlamayacak-
lan konusunda birleştik. Başka başka
dünyalar.
Çok değerli.bir dostum (rahmetli ol-
du) Yahya Kemal şiirini sevenin Ah-
met Haşim'i sevemeyeceği inancın-
daydı. Ben de ona,
-Ikisini de sevsem olmaz mı? der-
dim.
Bu konu her açılışında ise Ahmet
Haşim'in.
Bir kıtş düşünür bu bahçelerde
Altın tüyü sonbahara uygun
dizelerini okurdum.
Bir zamanlar bir eleştirmen, Yahya
Kemal'in.
Durgun suya bir bak göreceksin
Mehtap iri güikr ve senin en güzel
aksin
dizelerini. Ahmet Haşim'in,
Durgun suya baktım ve dedim an öle-
bilsem
Madem ki yok ağlayacak mevtime
kimsem
dizelerinden esinlenerek yazdığını söy-
lemişti de, Nurullah Ataç, "Bir şair
durgun suya baktı diye başka şair bak-
mayacak mı?" diye yazmıştj.
Epikuros'un "doğaya uygunluk" il-
kesi, kurcalarunca, çok karmaşık bir
sorun çıkanr karşırruza. Neden derse-
niz, insanoğJu doğayı kültüre çevir-
miştir; daha açığı, doğadan kopmuş-
tur, ona yabancı düşmüştür. "Cennet-
ten kovulma" masalının gerçeği
budur.
Köy yaşamı, bunu bana daha ya-
kından, daha derinden düşündürüyor:
Ormana. ovada otlayan ata, sığıra,
"üveyik'in uçuşuna.. baküğımda ve
sessizliği dinledığimde, bunun bir dil
olduğunu söylüyorum kendi kendime,
anlayamadığımız ya da unuttuğumuz
bir dil. Biz doğaya dışardan bakıyoruz
ve onu bilim yolu ile yeniden bulmaya
çabalıyoruz. Oysa bu kopukluk ancak
şiir, sanat aracılığı ile onanlabilir.
Bu yazrmızın başı ve ortası yok...
Sonu da olmayacak gibi görünüyor.
Ama üzülmüyorum. Doğa da öyle de-
ğil mi?
PENCERE
ARADABIR
BEHZAT AY
Depremin UğultularıTV kanallarındaki ve gazetelerdeki haberleri izledikçe, oku-
dukça, kulaklarıma, gözlerime inanmak istemiyorum. Duyduk-,
larım, izlediklerim, okuduklarım sanki bir depremin uğultula-
rı...
Fırsatçılığın, talanın, yalanm, yolsuzluğun, sömürünün, kir-
lenmenin bu boyutlara ulaşabileceğini doğrusu düşünemiyor-
duk. Zaten, kırk yılı aşkın bir süredir Atatürk devrim ve ilkeleri'-
nden uzaklaştıkca yozlaşmaya başlamıştık. Yirmi yıldan beri
de bu yozlaşma yoğunlaşıyordu. On yıldan beri ise yozlaşma,
yalan, talan, sömürıi başdöndürücü boyutlara ulaştı. Bir "ye-
ğen"\e başiayan düşsel dışsatımın (hayali ihracatın) bugünkü
aşamasına ulaşabileceğini kestiremiyorduk.. Düşsel dışsa-
tımlarla devleti trilyonlarca lira dolandıranlar, korkusuzlar...
Ama biz çok korkuyoruz bu gidişten..
Işleyeni bilinmeyen (faili meçhul) cinayetler, çok olağan gibi
karşılanmaya başladı artık. Yadırgamıyorum. Birduyarsızlıktır
gidiyor.. Kuşkuları çoğaltarak .
Açık açık ve utanmadan, emeklilerin zamtardan yararlandı-
rılmayacağı söyleniyor. Zaten emekliler bir cehennem yaşart-
tısındadırlar..
Halkın parasıyla, devletin katkısıyla kurulan KlT'ler özelleş-
tiriliyor, işçiler çıkarılıyor buralardan. Açlar ordusu çoğaltılı-
yor. Oysa anayasanın 49. maddesinde şöyle denmektedir:
"Devlet, çalışanların yaşam duzeyini yükseltmek, çalışma ya-
şamını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı destek-
lemek ve ışsizlıği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam ya-
ratmak için gerekli önlemleri alır." Bugün yapılanlar ise bu
maddenin tam anlamıyla karşıtı.
Hazine arsalannın yağmalanması da yüzkızartıcı boyutlara
ulaştı. Kıyılar, yetkili ve etkılilerin oldu... Dönümlerce arsalara,
turistik kuruluşlara sahip oldular, özellikle de son on yıldır.
1980'lerde Türkiye'ye dayatılan "mode/"in meyvelerini yiyen-
ler zenginleştikçe zenginleştiler; bu ülkenin emeklileri, emek-
Arkast 19. Sayfada
TART1ŞMA
Hey! Koca Cenk
cıhabertez
ulaşır'
atasözünü
doğrularcası-
na/Hannibal,
Gebzeve
Eskihisar' konulu bir söyleşiyi
yapmanın mutluluğundan
döndüğümde kapıda acı haberi
verdiler: Cenk Alpak'ı
yiürmiştik. Söyleyecek söz
bulamadım, bırkaç saat öncesi
çanlı ve yaşam doluydu...
Üzüldüğü olaylan, üzerindeki
baskılan biraicşam yemeğinde
ikı arkadaşına dile getirmışü.
Son zamanlarda doğa neden
bizlere böylesine acımasız
davranıyor. Doğayla haşır
neşır olup günlük uğraşlardan,
acılardan uzaklaştığınıızda
kimleri yitirmedik ki; Belkıs
Mutlu, Sejat Eczacıbaşı,
Mustafa Papuccuoğiu, Dban ö z
ve sonra da Cenk Alpak...
Diplomatik davetlerde,
sanatsal etkinlikJerde hep
onlan aramış, "Şimdi
gelecekler, vine çevTelerine renk
katacaklar*' diye
düsünmüştüm. Negezer, yazgı
onlann yanına birde koca
Cenk'ikatıverdi...
Cenk AJpak ile müzeci, dost ve
gerçek arkadaş olarak uzun bir
birlıkteb'ğimiz oldu. Aynı
kurumda çahştık. birbirimizi
kırmadık, birbirimize güzel
sözler söyledik, arkamızı döner
dönmez birbirimiziyermedik.
Gerçekten ilginç!.. Ölacak şey
değil. ama oldu işte.
Cenk Alpak, pek çok meslektaş
gibi arkeoloji çıkışb değil de
gerçek bir arkeologdu. Avru
zamanda iyi bir müzeciydi.
İstanbul'da 1949'dadünyaya
gelmiş, İstanbul Üniversıtesi
Edebiyat Fakültesi 'Eski Ön
Asya Dilleri ve Kiiltürleri'nı
bitîrmiş, üst eğitimine
'muzecUiği' master olarak
almış, tezıni kabul
ettiremeyince aldırmamış,
"Gerçek müzeci masa başında
olmamalı" demışti. Aynca
Moziak Müzesi'nde, Ikiztepe.
İmamoğlu. Şemsiyetepe
kazılannda restoratör olarak
çabşmıştır. İyi bir
restoratör-arkeolog olmayı
düşlemiş, ne var ki oürokratik
atama onu tstanbul Türbeler
Müdürü yapmıştı. Müzeciler
arasında kenara itilmek, kızağa
çekilmek olarak vorumlanan
Türbeler Müdürlüğü'nde
kişisel girişimleriyle büyük bır
atıbm yapmış, Sultan I. Ahmet
Türbesi. Eyüp Sultan Türbesi
başta olmak üzere türbelere
sözcüğün tam anlamıyla
türbe-müze görünümü
kazandırmıştır. Türk
mimarisinin bu guzel
örneklerini yazı, maden ve ağaç
işleriyle bezemiştir. Yazmayan,
çızmeyen ve okumayan bir
topluma 'Eski Eserleri Neden
Sevmeliyiz, Nasıl Korumalıyız',
'Eyyüp Sultan' isimli güzel
kitapçık kazandırmıştı. Türk
müzeciliği ve sorunlannı konu
alan ilginç bir çalışmayı da
sürdürüyordu. Bütün bunlann
yanı sıra Kültür Bakanbğı'nın
müzelerpersonelinin
biyografılerini içeren bir
M üzeler Almanağı
hazırlayarak yayımlamıştır.
Son derece yararb olan bu eser
bazılannca çok beğenilmiş,
bazılannca da hoşa gitmeyip,
takke düşüp gerçek ortaya
çıkınca yenlmişür.
Hey Koca Cenk,
müzecilik konusunda pek çok
panele katıldın, konferanslar
yerdjn. Bununla da yetinmedin
iyi bir müasyen olarak, gıtar
üzerinde besteler yaptın. Ataköy
Marinası'nda sanatçılarla
birükteliğimizi, verdiğin müzik
ziyafetiru, dost sofralannda
kültürünü oluk oluk sunduğun
söyleşilerini ve her şeyden öte
hümanistbğini, Bektaşi
olmamanakarşın 'Eyvallah'
deyişinı hiçbirzaman
unutmayacağım. Yalnız ben
değil gerçek dostlann da ayru
duygulan paylaşıyor.
Acaba bizlerle eğlenen biri mi
var? Ardımdan şöyle yaz böyle
yaz derken, yazgıya bak senın
ıçın ben yazıyorum.
Bu dünyaya bomboş gelip
gidenlerden olmadın, bırız
bıraktın. Türk müzeciliğine ışık
tuttun. Türbelerin yalnçca dıni
özelbği olmayıp müze niteliğini
de kanıtladın.
Hey, Koca Cenk; rahat uyu,
seni hiç unutrhayacağız,
Ataköy'de cenaze namazın
kılınırken Zincirlikuyu'da
gömü islemin vapılırken bazısı
gerçek bazısı da acılı
görünmeye çabsanlara
üzenmizden bakarcasına "Sahi
şimdiye kadar aklııuz nerdeydi"
dergibıydın.
Doğrucası bu dünyadan bir
Cenk Alpak geldi ve geçti.
Erdem Yücel
Pazar Ekonomisi
Şakaya Gelmez1
Çok değil, pek yakın bir geçmişte, 'medya' siyaset
dünyasına bir hanımı pazarladı...
Adı:
Tansu Çiller!..
Nasıl oldu bu?..
Bayram ya da seyran değildi; ama, Tans Hanım'ın fo-
toğrafları birdenbire gazetelerin birinci saytalarında
yayımlanmaya başladı, bu bayan zamanın iktidarını
eleştiriyor, her sözü ertesi günü haberleşip şişiriliyor-
du...
Ekonomiyi düzeltmek için bir de formül hazırlamıştı,
şimdi unutuldu; ama, anımsayalım:
UDİDEML
Her neyse, ticaret odaları, sanayi odaları, borsalar,
işadamları, holding patronları, sağda solda toplantılar
yaptıklarında, Tans Hanım kürsüye çıkıyor, konuşuyor,
kimi zaman eline bir değnek alıp fikirlerini şemalarla
anlatıyor, çok ilgi topluyordu...
Iktidarda özal vardı...
Medya Demirel'e bastırıyordu:
- Senin partinde hep eski yüzler var, kadronu yenile,
yeni yüzler bul!..
Tans Hanım iş dünyasının medya ile birlikte DYP'ye
armağanı oldu. Süleyman Bey Çankaya'ya çıkınca, par-
tinin genel kongresinde Türkiye Odalar Borsalar Birliği
Başkanı Yalım Erez'in marifetli elleriyle pazarlandı...
Hop deyip genel başkanlığa oturdu ki bunun anlamı
Başbakanlık koltuğuna oturmaktı.
• • •
Tans Hanım medyanın pazarlaması ve iş dünyasının
desteğiyle Başbakanlık koltuğuna oturunca, Türkiye de
on ayda IMF'nin kucağına oturdu...
UDlDEM'eneoldu?..
Yandı, bitti kül oldu...
Hiçbir partide politika yapmayan, devleti tanımayan,
hiçbir ciddi sınavdan geçmemiş bir hanımı kısa sürede
pazarlayan çevreler de şimdi bin pişman...
Ama iş işten geçti..
Kırat'a atlayan Tans Hanım, Üsküdar'a vardığında,
Türkiye allak bullak oldu; Başbakan Çiller, yalnız DYP'yi
değil, SHP'yı de yaktı... İnönü desteğindeki deneyimli
Demirel'in ellerinde bir noktaya ulaşabilen koalisyon
hükümetinden bundan sonra ne hayır gelir bilinemez...
Ne var ki vaktıyle Tans Hanım'ı gazetelerin birinci say-
falarında, köşelerinde, televizyon programlarında pa-
zarlayan takıma bakıyorum...
Tısss...
Dut yemişler, sanki bu marifeti onlar kotarmamışlar
gibi vefasızlar; ellerini yıkamışlar, durulamışlar, şimdi
bir başka tezgâhın peşine düşmüşler...
Nedir o?.. i r k i t
Şimdi de Cem Boyner'i pazarlıyorlar...
Gazetelerde, özel televizyonlarda, o biçim köşelerde
varsa Cem Boyner, yoksa Cem Boyner...
Sayın Boyner'e başarılar dilerim, gerçi politikada de-
neyimi yoktur; önünde uzun, dar, ince bir yol vardır; sı-
navlardan geçerek kendisini kanıtlaması gerekiyor;
ama bu, olayın ayrı bir yanıdır...
Benim sözüm Cem Boyner'e değil...
Benim sözüm pazarlamacılara...
Bunlann tümü piyasa ekonomisine taparlar, ama, pa-
zar ekonomisinin şakası yoktur...
Piyasaya bir kez çürük mal sürdün mü..
Müşteriyi kaybedersin.
Ciddi bir iştir bu...
Bir kez çürük mal sürdükten sonra, ikinciyi sürüp de
"Vallahi bu kez sağlamdır" dedin mi...
Bılmem ki müşteri inanır mı?..
Günümüzde "ihracat", sadece
"yurtdışına mal satmak" değil.
İhracatın tanımı
değişeli 24 yıl Oldu!
R a m D ı ş T i c a r e t , y u r t d ı ş ı n a m a l s a t m a k g i b i k l a s i k i h r a c a t i ş l e m i -
n i n y a n ı s ı r a , y u r t d ı ş ı n a h i z m e t v e o r g a n i z a s y o n s a t a r , t e k n o l o j i
s a t a r , y u r t d ı ş ı n d a t e s i s k u r a r , ü r e t i r v e s a t a r . D ü n y a n ı n e n b ü y ü k
ş i r k e t l e r i n e y u r t d ı ş ı n d a s e r v i s v e r i r . B a z ı ü l k e l e r d e , t e k b a ş ı n a
T ü r k i y e ' y i t e m s i l e d e r . Ç ü n k ü , i l e r i ü l k e l e r d e , ç a ğ d a ş b i r i h r a c a t
k u r u l u ş u n d a n b ü t ü n b u v e b e n z e r i h i z m e t l e r b e k l e n i r . B u g ü n l e r d e
i h r a c a t a b a ş l a y a n I a r ı n b u n u b i l m e l e r i n d e f a y d a v a r .
i h r a c a t y a p m a k i s t e y e n l e r i ç i n ö z e t l e n m i ; R a m D ı ş T i c a r e t b i l g i l e r i : t D ü n y a n ı n 7 6 u l k e s ı n e ı h r o c a t . t 15 i ı l k e d e k e n d i
k u r u l u ş u , b u r o l o r ı v e o r g a n i z a s y o n a ğ ı b u l u n a n t e k i h r a c a t ku r u l u ş u . t Koç G r u b - u u rü n l e r ı y l e b i r l i k t e T u r k u r û n l e r ı n ı n ı h r a c a t ı .
t H i z m e t , o r g a n i z a s y o n v e t e k n o l o j i ı h r a c a t ı . # P e k çok ı ı l k e d e T ü r k ı y e ' n ı n t e m s ı l c ı s ı . t 1993 y ı l ı t o p l a m i h r a c a t g e l ı r ı 464 m ı l y o n
d o l a r . ) D ü n y a n ı n en b u y u k k u r u l u ş l a r ı n a h i z m e t
Ram
YURTDJŞI ŞİRKETLER. • Ramenca / Amerıka • Ram France / Fransa
• Beko U.K. Ltd. / Ingiltere • Interbrucke GmbH / Almanya • Kofisa
Trading Company / Isvıçre • Kofisa Italıa S.R L / Italya • Koratrade
MTCM Ltd. / Irlanda YURTDIŞI BÜROLAR: • Rusya • Cezayir • Kazakıstan
• Azerbaycan • Özbekıstan • Turkmenıstan • Ukrayna • Romanya