Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 8MAYIS1994PAZAR
12 DIZIYAZI
A D A
B E Y O Ğ
C E L A L B A S L A N G I C
Reyoğlu daha renklerini
yitirmeden, hoyratça
harcamadan öncesinin
sokaklan, şimdi zorunlu göçün
insanlanna geçici biryerleşim
yeri olmuş. Yerdeki pislikten,
dökülen duvar sıvalanndan
belli ki bu sokaklargeçmiş
güzelgünlerini özlüyor.
Şimdi ne olacak? Beyoğlu kararacak mı? Hayır! Çünkü artık insanlar nelere sahip çıkması gerektiğini, neleri savunması gerekti-
ğini daha iyi anJadı. Hep bir "kurtarıcı" bekle>enler, gerçek kurtancının kendileri olduğunu daha iyi, daha kesin biçimde aniadı-
lar. Sonuç olarak Beyoğlu kararmayacak. Bu bir inanç olduğu kadar bir umuttur da.
Bir şenliktirBeyoğlu...
"İçerisi", söz müzikalitesi-
nin vejestin karşılıklı etkileşi-
minden oluşan dramatik bir
aksiyondu.
Gösteriden çıkan genel so-
nuç, dört sesli bir konserdir.
Metin, iç içe örûlen, kehdi
içinde anlam bütünlüğü taşı-
yan ve herbin bağımsız ikı
monolog ve bu monologlann
oluşturduğu dıyalogdu.
Dramı oluşturan dört ka-
rakter gizemli yaratıklardır.
Ama her fıgür rüyanm toz-
laşürdığı parçalanmış ruh-
lardır. Adeta tanımadıklan
kelimelerin tozu dumanı için-
de, hafızalan ve tarihleri ol-
maksızın parçalanmış bir
"ben"in hayaletleri olarak
kendi kendilerini tekrar etme-
ye ve varolmaya mahkûm-
durlar.
Sahnede olan "hiçbir şey"-
dir. Rüyadaki bu varhklar,
ölümsüzlüğü yaşamayı bil-
nieyen öîülerdir. Böylece
oyunun görünmez sınırlanrii
aşarlar ve etraflanna korku
salarlar.
Buenos Aires doğumlu yö-
netmen ve yazar Paola Taddei
içerisi'' adlı oyununu böyle
tanımhyor. _
Sahnede LJTJtö Duru, Zerrin
Siimer, Özdenür Çiftçioğlu ve
Derya AJabora var.
30 kişilik salon
Yaklaşık otuz kişi izliyor
oyunu. Salon o kadar çünkü.
Daha doğrusu bar o kadar.
Bir yandan içkiler içiüyor, di-
ğer yandan "bize rüyanuzda
ya da tiyatroda görünen ölü-
ler" izleniyor sahnede.
Burası eski Yeşıl. Önceden
Ali Poyrazoğlu'nun kabaresi
var. Hemen Tarlabaşı'nın üs-
tünde.
Çok uzakta değil, hemen
birkaç sokak aşağıda başka
bir dünya yaşaruyor. Cum-
bah taş Rum evlerinin bitişik
nizam uzandığı daraak so-
kaklar var biraz ötede.
Evler artık eskimiş. İçinde-
kilerin bakım yapüracak
gücü yok.
Bir zamanlann görkemini.
zarifliğini yitirmiş sokaklar.
Yeni sahipleri, eskilerinden
farklı olarak karşıdan karşıya
gerdikleri ipiere asıyorlar ça-
maşırlannı. Oysa geçmişte
böyle birdavranış "neayıp"tı.
Rumca cıvıltılar yerini
Kürtçe bağnşmalara
bırakrnıştı. Evlerin önünde
yirmi yaşında, yirmi beş yaşı-
nda gençler top oynuyordu .
Tatil günü olduğundan değil,
işsizlik otduğundan.
Tarlabaşı'nın üstünden
PeşkirriSokağTna giriyor iki
kadın. İnce, uzun boylular.
Saçlan bellerinde. Kahvenin
önündeki gençler, "San
ayakkabdı» daha güzel" diye
laf atıyor. Önce ayaklanna
bakıyor kadınJar. Birinin ye-
şil, diğerininki siyah. Daha
uzun boylu olanı, "Ulan it"
diyor. İkincisi daha az kızgın:
"Ay ben o kadar basit kadın
mıyun?"
Gençler korkulanndan
kahveye kaçıyorlar. Çünkü
dal gıbi ıncecik iki kadından
bas bariton bir erkek sesi çı-
kıyor.
İçerdekiier çayına pişti oy-
nuyorlar. Mustafa Gülcü Sı-
irtfi. Bir yı! önce göçmüş
İstanbul'a; "sebebi terördür"
diyor. İçlerinde Baykanh,
Idılli, Vanlı, Mardinli olanlar
var. Göç nedenleri aynı; Tar-
labaşı'na gelme ne-
denleri de:
"Daha önce gelen
akrabalar vardı da.."
En büyük dertlen
işsizlik ve parasızlık.
Gençten olanı, "Ba-
bam pazar pazar do-
laşıyor. O günlerde ne
çok satılıyorsa, onu
alıyor. Bir örtüsü var,
üzerinde satıyor. Bu-
günlerde tişört işine
girdi. Daha önce şap-
ka ve şemsiye satıyor-
du. Ama iş bir kişilik.
Benim de pazara çı-
kacak param yok" di-
yor.
Elindeki kâğıtlan
bırakıyor biri, "Gel
Allah aşkına şu
kaldığımız evlere bir
bak" diye.
İkı sokak ötede,
eski bir Rum evi.
Dargeçit'ten gelmiş-
ler. Tekgöz bir salon.
Yerdeki yataklar
toplanmış. Duvar-
lann sıvası dökülü-
yor. Badanası hiç
kalmamış. Sanki
içinde kimsenin yaşa-
madığı metruk bir
yer. "Bak" diyor
"Ben, karım, beş
çocuğum, bir de ba-
bam... Hepihüz bura-
da kalıyonız." Amacı
bir iş bulur bulmaz
daha büyük bir eve
taşınmak. Ama ış
bulmadan olmaz.
fşsiz ve bu evin kirası
bir buçuk milyon.
Beyoğlu daha
renklerini yitirme-
den, hoyratça harca-
madan öncesinin so-
kaklan, şimdi zorun-
lu göçün insanlanna
geçici bir yerieşım
yeri olmuş. Yerdeki
pislikten, dökülen
duvar sıvalanndan
belli ki bu sokaklar
geçmiş güzel günlen-
ni özlüyor.
Vasil Yağcıoğlu.
1920 yılında Tar-
labaşı'nda doğmuş;
Çakmak Sokak'ta.
BalıkL Rum Hasta-
nesi'nin "tımarhane
şefi."
O gün gazetelerde
Büvüksehir Betedive T
3
^
3
^
1
deniünce akla ilk gelenlerden biri de son zamanlarda hızla işgal edilen Rum ev-
Baskaru TavvİD Er- I e r i
°'u
>or
-(ts
tte)Beyoğlu hakkında en kapsanılı araştırmalardan birini yapan Özdemir
doğan'ın "Yağmur Ka
Ptan
(Arkan)Beyoğlu'nu,"SarayınBatıvaaçılankapısı"diyeniteliyor(Solbaşta)...
duasuıa çıkacağını"
demeci. Kendi bölü-
münü göstererek
"İşte efendün, yağ-
murun hangi oiaydan
meydana geldiğini,
bunun bir doğa olayı
olduğunu bilmeyen-
leri, dua edince yağ-
mur yağacağını sa- . . . . . . . T
.... . . . . . . . . , .
nanian burâya ka- olan ozlemı okunuyor Vasıl ın gozlennden: Ayn bir rengı
patıyonız" diyor, ga-
zetelerdeki demeci
hiçokumamışgibi. M f l v e ; ^ g Rumca.»Sonra ar-
oldan zerzevatçılar geçiyor sonra. "Şarkı söyler gibi
bağınrlardı" diyor Vasil "Pırasa, lahana diye; ama
Rumca." Arkasından tabladamuhallebi satanlar,
salepçiler, dondurmacılar geçiyor. Anlatırken o günlere
vardı Tarlabaşı'nın. Elbet o zamanlar lahmacun yoktu.
Tarlabaşı'nda bir gününü an-
laüyor. Yağcıoğlu öyle ince
aynntılar yakalamış ki anlatı-
rken karşısındakine o günleri ya-
şatıyor.
Saat beş. Atlı arabalar Tarla-
başı'nın ara sokaklanndan çöp
topluyor. Küçük Vasil, at ara-
basının parke taşlarda çıkardığı
seslerle uyanıyor her sabah.
Elektrik altıdan sonra kesiliyor.
Tarlabaşı'na elektriği veren Ha-
liç'teki tek fabrika.
Yoldan zerzevatçılar geçiyor
sonra. "Şarkı söyler gibi bağın-
rlardı" diyor Vasil "Pırasa, laha-
navutciğerci geliyor. Atın üze-
rinde iki tel dolap. Biri sağında
atın, diğeri solunda. Ciğercinin
peşinde Tarlabaşı'nın bütün ke-
dileri... Arkasından tablada mu-
hallebi satanlar, salepçiler, don-
durmaalar geçiyor.
Anlatırken o günlere olan öz-
lemi okunuyor Vasil'in gözlerin-
den:
"Ayn bir rengi vardı Taria-
başı'nın. Elbet o zamanlar lah-
macun yoktu. Kimse kokusunu
bile bilıtıiyordu. Dondurmacı-
lardan sonra sıra suculara gelirdi.
Arkasından \ ahudi "mezuracılar'
gelirdi. Porselen tabak satarlardı.
Eğer bir tabak kırılıp ikiye bölün-
müşse V ahudi tabakçı iki ayn
parçayı çinkoyla birbirine
yapıştınrdı. Evlerin taraçaJan te-
nekeydi. Ha\a ısınınca ondüle
olurdu. Bu yüzden lehim yapüırdı
tenekelere. Çoğu Yahudiydi. Si-
mitçiler. helvacılar, turşucular
akşamüstü geçerdi. Arada bir de
Ermeni mezesi topek satüırdı
'kuşlar, kumrular' diye. Beyoğ-
lu'na çıkmak içüı o zamanlar şap-
ka, kravar.baston gerekirdi. Ya-
hudiler bombe şapka, levantenler
fotr giyerdi. Babam fes takardı.
Markiz'e, Le Bon'a, Ancapulos'a
gidilirdi."
Vasil'in hatırladığı
Beyoğlu'nun en par-
lak yıllan 1932 ile 38
arası. "Beyoğlu'mı bu
hale varlık vergisi ge-
tirdi. Levantenler,
Rumlar hep gitti. E> Ie-
ri işgal edildi."
6-7 Eylül olaylan
da derin bir iz bı-
rakmış Vasil'de:
"O gün Beyoğlu'-
ndan adaya gidecek-
tim. Geçen pazar Tak-
sim'de yapılan gösteri
gibi bir grup insan top-
landı. Ellerinde sopa-
lar vardı. Ben adaya
gittim. Cemilerle Bti-
yükada'ya da geldiler.
Davullar çalıyorlardı
gemide. Sanki bir ÇH
kartma yaptılar Büyü-
kada'ya. Rumların ev-
lerinin camlarını
kırdılar. Önlerinde de
bir bekçi vardı. Gelen-
ier yabancı. Evlerin ki-
min olduğunu bUmi-
yorlar. O bekçi gösfe-
riyordu Rumların evle-
rini. İstanbul'un o hali-
ni görseniz ağlardınız.
Yerden bir merre yûk-
sekliğinde kumaş ve el-
bise yığınları vardı. Ki-
iiseler yağmalandı. Bi-
zans ikonlan yakıldı.
Tarihi servet yok
okfaı."
Rumlar açısından
elbette güzel günleri
de var Beyoğlu'nun.
En güzeli de karnaval
zamanlan; paskalya-
dan kırk gün önce
yapılan... "Her ma-
halle ayrı ayn hazı-
rlanırdı" diyor Vasil
"At üzerindekiler kon-
feti atardı.Kurtuluş'a
gider, oynar, dans
ederdik. Tavalarda
palamutlar pişirilirdi.
Tahtadan bir tramvay
yapılır, karnavalın so-
nunda yakılırdı."
Ya şimdıki Beyoğ-
lu?
Bugünleri düşü-
nünce buruk bir gü-
lümseme yerleşiyor
Vasil'in dudaklanna:
"Lahmacun mu is-
tersin, kokoreççi mi,
donerci mi, hepsi var.
Sahi kuzum nereden
çıktı o hıyarcılar. Bir
tarafta Vakko, Bey-
men, adam önünde
durmuş soyup soyup
hıyar satıvor."
Bir özlemı var Va-
sil'in. "Eskiden mu-
hallebileri ince, üçgen
kaşıklarla yerdik" di-
yor. "Şimdi olsa da
bari çocuklara göster-
sek..."
Tarlabaşı denilince
akla ilk gelenlerden
biri de son zamanlar-
da hızla işgal edilen
Rum evleri oluyor
Bir Rum vakfının avu-
katlığını da yapan Mıırat
Cano, bu evler üzerindeki iş-
galin resmi tesdle dönüştürül-
mesi sürecini şöyle anlatıyor:
"Mallar üzerindeki resmi
blokajın kaldırıldığı tarihten
itibaren mirasçı avına çıkan ki-
şilerin. ilişki kurabildikleri her-
hangi bir mirasçıdan vekalet,
ilgili yabancı resmi makamdan
ise eksik mifus kaydı aldı-
klarını. bu beigelere dayanarak
mahkemelere başvurduklarım,
ne yazık ki mahkemelerin, Dı-
şjşleri Bakanlığı araeıltğıyla
gereldi ve yeterli incelemeyi
yapmadan, başvuru tarihi ile
aynı tarihi taşıyan resmi vera-
set ilamı verdiklerini, bu ilan-
lara dayanılarak inn'kaJ ve
satışların yapıldığını, yahut
tapu iptal ve tescil davaJarının
açüdığuıı artan oranda gözle-
mek mümkün hale gelmiştir."
Herkes içın bir anlamı var
Beyoğlu'nun; ama iyı, ama
kötü.
Ermeni Patnk Vekıli Mes-
rop Mutafya "Ermeniler için
Beyoğlu bölücülük, ayrılma
demektir" diyor. Nedenı de
şu:
"1800'lerin başlannda ya-
bancı misyonerler geldi. Mez-
hebini değiştirince daha Batılı
olacağını sanan ba/ıları Kato-
likliği, Protestanlığı secri."
Ellı yılı aşkın bir süredir
Be\ oğlulu olan Hüseyin Baş
"Sondü gitti" diye başlıyor
söze. Melek Sinemasfndaki
16.30 matinelerindeki mis
gibi parfüm kokulannı. To-
katlayan'da ya da Degüstras-
yon'da oturan öğretmenleri
Ercan Ekrem Talu'Ian. Esat
Karakurt'lan. Nisuaz, Le
Bon gıbi pastanelen anımsı-
yor. Sonra da Burhan Felek-
in bir değerlendirmesini ak-
tanyor
"Derdi ki Le Bon'a herkes
giremez. Cirerse de yanlışlıkla
garsonun elini sıkar."
Baş'a göre laisızmin en iyi
gözlendiği yerlenn başında
gelıyordu Beyoğlu. "Şimdi"
diyor, "Beyoğlu'nda yürürken
ramazanda sigara içmeye
kalksan, sağına soluna dikkat
etmek zorundasm."
Batı'ya açılan kapı
Beyoğlu hakkında en kap-
samlı araştırmalardan birini
yapan Özdemir Kaptan (Ar-
kan) Beyoğlu'nu, "Sarayın
Batı'ya açılan kaptsı" diye ni-
telıyor. Kaptan'a göre Be-
yoğlu ilk kurulduğundan bu
yana İstanbul'la çelişen. ama
onu tamamlayan bir nüfus
yapısı banndırmıştır.
Çoğu zaman İstanbul'la
çelişen, ancak son seçimlerde,
Türkiye geneline hatta İstan-
bul'a uyan bir yapılanma
gösteren Beyoğlu gezintisi
burada bitiyor. O denli ko-
şuşturmaya karşm, tum
renklenne. tüm tonlanna
ulaşmak olası değil Beyoğlu'-
nun. Elbette bu "tutanak"
hazırlığında bir "teslim tesel-
lüm makbuzu" doldurulması-
nda eksik kalan çok şey ol-
muştur. Ama Refah'ın seçim
kazandığı Beyoğlu'nun son
günleri ana hatlanyla böyle.
Şimdi ne olacak? Beyoğlu
kararacak mi?
Hayır!
Çünkü artık insanlar nele-
re sahip çıkması gerektiğini,
neleri savunması gerektiğini
daha iyi anladı. Hep bir "kur-
tancı" bekleyenler. gerçek
kurtancının kendileri oldu-
ğunu daha iyi, daha kesin bı-
çımde anladılar.
Sonuç olarak bir şenliktir
Beyoğlu ve Beyoğlu karar-
mayacak.
Bu bir inanç olduğu kadar
bir umuttur da.
Tıpkı Halil Ergün'ün söyle-
diği gibi:
"Her insanın yüreğinde, en
zor anında uçurmak için sak-
ladığı bir kuşu vardır. Bırakın
ucsun..."
BİTTİ
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
Yükselmekmiİstiyorsunuz?
Bayan gazeteci, Atatürkün, Inönü'nün arkadaşının kızıy-
dı. Onlar üç kız kardeştıler, en küçükleri oydu. iyi Almanca
bilir, Alman gazetelerinin ya da ajanslarının muhabirliğini
yapardı. İsmet Paşa'ya yakınlığt nedeniyle, onun gönüllü
yazmanlığını yapar, yardım ederdi. Paşa'nın son zamanla-
rıydı. Bir gün Paşa, bayan gazetecıye:
- Yaşlıyım diye yapıyor Bülent bana bunu böyle.. dedi.
Bayan gazeteci üzülmüştü bu söze.
- Sizin ruhunuz genç Paşam! dedi, gönlünü almaya çalış-
tı. CHP'de tertiplerin yapıldığı izlenimi İsmet Paşa'y çok
üzmüştü.
12 Mart dönemiydi. Bir uçak kaçırılmıştı Bulgaristan'a;
ömer inönü de kaçırılan uçaktaydı. ismet Paşa'nın olay yü-
reğıne indı, üzüntüden kriz geçırmışti. Biz gazetecılere bel-
/i etmemeye çalışıyor, soğukkanlı görünüyordu. Kurultay,
onun üzerine mi olmuştu?
CHP'nin Ankara kongresinde "terftp/er"döndüğünü, da-
ha önceki "Ankara Notlan"nda yazmıştım. O kongreyi de
izledim. Kapıdan içeri salona girme olanaği yoktu. Her yanı
gençler tutmuşlardı. Ankara, Istanbul kongreleri, Kurultay'-
ın nasıl geçeceğini belırleyen kongrelersayılırdı. içeri güç-
lükle giren ismet Paşa, yapılmak istenen "tertipler"\ gör-
müş, sezmişti. Açıkça "Tertip yapılıyor!" bile dedi. Paşa'-
nın sözlerıne kimse aldırmıyordu. Bu kongrelerden önce
ismet Paşa, bayan gazeteciye;
- Bülent'e komünist der misin? diye sordu.
- Demem! karşılığını verdi bayan gazeteci.
- Ben de demem!
O Ankara kongresinde Paşa, "Bülent Ecevit komünist
değildir!" dedi. Hemen arkasından ekledr "Ama, güvenil-
mez, memleket emanet edılemez!"
Ozaman Türk Haberler Ajansı'ndaçalışıyordum. Ajansa
gıdip kongre haberinı yazdım. Telefon çaldı, Orhan Birgn"-
ti. Yanında Bülent Bey'ın de olduğunu söyledı:
- Ekmekçı, haberi yazdın mı?
-Yazdım!
- Haberin başlığma, Paşa 'nın "Ecevit komünist değildir!"
dedığinı çıkar mısın?
- öyle yaptım zaten, ama "Ecevit'e güvenilmez!" dediği-
nide yazdım.
- Olsun. Başlığa "Komünist değildir" dediği çıksın da...
Tutucular, "Ortanın solu Moskova'nın yolu" diye propa-
ganda yapmıyorlar mıydı? Ecevıt'ın tek korkusu buydu;
"komünist" tanınmak! 1973 seçımlerını kazanıp gelince,
Konjtûrk'ün, hükümetı kurma görevı vermeyeceği korku-
sunu bile yaşamamışlar mıydı?
Bülent Bey'in ilk mılletvekilliğı 1957'dedır. Adliyeeskı na-
zırlanndan Ali Münif Bey'in damadı, CHP eski Mılletvekili
Seyfullah Turan, bir gün CHP Genel Sekreterı Kasım Gü-
teke:
- Kasım Ağabey, der, Bülent'i mebus yapın!
O da İsmet Paşa'ya söyler. İsmet Paşa:
- Ne münasebet? Neden mebus oluyprmuş? deyınce Ka-
sım Gülek, şu karşılığı verir:
- Namık Zeki Aral Bey'e mebusluk teklif ettiniz, kabul et-
medr. Sız de damadını mebus yapın!
Paşa.
- Ne yaparsan yap! der. Bu anda, CHP Ankara il örgütü,
il Başkanı İbrahim Saflet Omay'ın başkanlığında toplantı-
lar yapmakta, bir gençlık, bir kadın temsılcısini kontenjan-
dan Ankara mılletvekıllığıne aday göstermeyı düşünmekte,
bu konuyu tartışmaktadır. Bülent Ecevit, o zaman Ulus'ta
çalışmakta; o sırada, ben de Ulus'a "Yurt Köşelerinden"
başlıklı yazılar yollamaktayım. Ama, partı içinde olup biten-
lerden bilgim yok Gençlik temsılcılerı arasında Bülent
Ecevit'le birlikte, MeönToker'in de adı geçer. Ecevit'in na-
sıl mılletvekili olduğunun bir öyküsünu, çok önceleri "An-
kara Notlan"r\da çalışmıştım. Bülent Bey'in babası Fahri
Ecevit güzel konuşurmuş, iyı hatipmış. Annesı Nazlı Ecevit
ise kekeme imiş. O, ressam annesıne değil, sağ kesimde
güzel konuşan babastna mı çekmış?
Olayların ıçıne gırınce, ilginç şeyler öğreniyordum. Ece-
vit'e Ankara milletvekılliği adaylığt önerilirken, bayan ga-
zetecimize de Mersın ile Aydın önerılmiş. O ikisini de red-
detmiş.
- Mersın'de Koraltan, Aydın'da Menderes var, nasıl olsa
kazanamayacağımi demış, gırmemış. Ancak Bülent Bey
için Ankara, çantada keklikmiş.
ilginç şeylerden biri de, Bülent Bey'in Hint felsefesi. As-
sociated Press'te, gazeteci Emel Anıl vardı; o Hint Elçiliği
Başkâtıbı ile görüşürken, "Ecevit, Ataturk'ten buyuk" mü
ne demiş? O da konuyu bizım bayan gazeteciye açmış:
- Emel Anıl diyor ki: "Bülent Ecevit, Ataturk'ten büyük!"
Sen ne dersin?
- Ben bu konuda tartışmam. Seni Ecevit'e yollarım, ken-
dingitgör.
Ecevit, o sırada (1974) yenı başbakan. Bir rastlantı, gaze-
teci Ecevit'ten randevu koparmaya uğraşırken, Prof. Mu-
ammer Aksoy'u görür. Aksoy da gazetecının okul arkada-
' "- Muammer, bugunlerde Bülent'i görüyor musun?
- Evet, bugün göreceğım.
- Hindistan başkâtıbıne bır randevu al!
Hintli Başkâtıp ertesi günü telefon eder:
- Başbakan beni çağınyor! diye Gazeteci bayan:
- Kendisi Sanskritçe öğrenmiştir. Ona bir de Hint felsefe-
sinisor...
Hintli sormuş Başbakan'a, Hintfelsefesini. Hint felsefesi
dermiş ki:
- Yükselmek istersen, "guru"nu arkadan vur, omuzlan
üzerinde yüksel!
- Yok böyle bırfelsefe! demiş Başkâtip. Bülent Bey, "Ben
İsmet Paşa 'yı arkadan vurdum, bak Başbakan oldum!" mu
demek istemiş?
"Guru" Sanskrit dilinde "saygıdeğer" demek. "Manevi
içgörüye ulaşmış olan tinsel önder, ya da b'zel öğretmen"
anlamına geliyor Hindu dininde. (Ana Britannica, Cilt 10, S.
128)
BULMACA
SOLDAN SAĞA;
1/ Dört dizeli bır kıtada
•'abba" biçimindeki uyak
dizilişinin adı. 2/ Bir Pasi-
fık ülkesi olan Batı Sa-
moa'nın başkenti... Ev-
lerde oda kapılannın
açıldığı genişçe yer. 3/
Kapı, pencere ya da ka-
pak kenarlanna açılan
dik açılı girinti... Ticaret
eşyası. 4/ Acıklı... Arjan-
tin'in plaka işareti. 5/
Batı Nijerya'da Yoruba
halklan arasında yaygın
dinsel hareket. 6/ Konut... İskam- r;
bilde bır renk. 7/ Pamuk kozası...
Denyi kullarulabilecek duruma
getiren kimse. 8/ Anlama yetene-
ği... Üstü toprakla örtülü saman
yığını. 9/ Şarkıyı güzelleştinnek
amaayla yapılan süslemelere ve
bu süslemeleri icra edebilen sanat-
çıya verilen ad.
YUKARIDAN AŞAĞIYA
1/ İlkel bir su taşıtı... Telli çalgılar-
da telleri yüksekçe tutan tahta
köprücük. 2/ Konya ilinde bir baraj... Eskiden haberleşme ve
irtibat hizmetlerinde kullanılan hızL ve hafif gemi. 3/ Kirpik
boyası... Bakı. 4/ Aşure kazanlannı kanştırmakta kullanılan
uzun saplı tahta kepçe... Numaranın kısa yazıhşı. 5/ Ödenti. 6/
Akıl... Eti beğenilen yırtıa bir balık. 7/ Uğur, iyi talih... Adını
Çek yazar Karel Çapek'in bir tiyatro yapıtından alan ve belirli
bir işi kendi kendine yapabilen otomatik aygıt. 8/ Harman ye-
rindeki tahılın taş ve toprakla kanşık kahntısı... Düşman. 9/ tri
ve boru biçimindeçiçeği olan bir süs bıtkisi... Bir yağış şekli.