Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24NİSAN1994PAZAR CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
GUNDEMDEKISANATÇI ZEYNEPAVCI
ONAT KUTLAR
1973 yılı güzû olmalı. Türk Sine-
mateki'nin Sıraselviler'de dûzenlediği
ve genç sinemacılar yetiştirmeye yö-
nelik kurlardan birinde genç bir sine-
macı adayı ile tanıştım: .Mehmet De-
mirel. Sonraki yıllarda Hürriyet gaze-
tesinde önemli görevlere getirilen bu
genç adam fotoğrafçıydı ve o sırada
da Hürriyet'te çahşıyordu. Bir gün
benimle özel olarak görüşmek istedi.
Söylediğine göre Hürriyet'in o sırada
genel yönetmeni olan Nezih Demir-
kent, yeni çıkmakta olan Kelebek ga-
zetesinin yanı sıra Hürriyet'in kendi-
sinde de fotoroman yayımlamaya ka-
rar vermişii ve bu fotoromanın tüm
sorumluluğu için de Mehmet Demi-
rel'i seçmişti. Hürriyet'te yayımlana-
cak ilk fotoromanın olağanüstü özel-
liklere sahip olmasını istiyordu.
Bu konuşmaları şaşkınlık içinde
sürdürüyordum. Çünkü o güne ka-
dar hiç fotoroman okumadığım gibi,
bu popüler (!) sanattan da nefret edi-
yordum.
Zarif genel yayın yönetmeni
"Bana bunları neden anlatıyorsun?"
dedim Mehmet'e. Çocuk biraz
kızanp bozardı, mahcup bir tavırla
"Sizin katkmızı istejecektim" dedi.
"Çünkü Nezih Bej'e senaryo ile sizin
flgileneceğinizi söyledim, o da çok
memnuo oldu. Bana bu işi sizin kaû-
bnamz şartıvla verecek..." Hem canım
sıkıldı. hem üzüldüm. Fotoroman işi-
ne "bulaştmlmaktan" ötürü canım
sıkılmıştı, genç bir profesyonele
yardımcı olamamaktan ötürü de üzü-
lüyordum. Sonunda bir ara formül
bulduk: Ben onunla birlikte toplantı-
ya katılacak, düşüncelenmi söyleye-
cektim. O da bu kadarcık katkıyla
yetinecekti.
Birlikte Hürriyet'te toplantıya git-
tik.
Nezih Bey beni gayet sıcak karşı-
ladı. l960'lı yıllarda Meydan dergi-
sinde. o müessese müdürü, bense si-
nema yazan olarak birlikte
çahşmıştık. Bana değer veriyordu.
Görkemli toplantı salonunda İcahve-
lerimizi yudumlamaya başlamışuk ki
arkada bir kapı açıldı. Güzel ve havalı
bir genç hanım girdi içeri. Nezih Bey,
"TsuuştırayınT dedi, "Kelebek gaze-
temizin genel yayın yönetmeni Zeynep
Hamm." Üzerinde o yıllarda moda
olan Laura Ashley giysilerinin çizgile-
rini taşıyan genç yönetici bizi zarif bir
.tayırla selamladı ve toplaaUya katıldı.
'Bir İstanbuUu: Zeynep Avcf
Yakın arkadaşım, dostum Zeynep
Avcı ile böylece tanıştık.
Elbette burada, o yıllarda büyük
mali sıkıntı içinde olan, bu yüzden
maaşlanmızı bile doğru düriist öde-
yemeyen Sinematek çalışmalanmn
yanı sıra küçük bir yan gelir sağlasın
diye birkaç fotoromanda nasıl danış-
manlık yaptığımı. Yunus Emre'den
Sait Faik öykülerine kadar görece
dişe dokunur konulan geniş kitleye
ulaştırma çabamm anlatmayacağım.
Ama bu serüvenin bana kazandırdı-
klan içinde en önemli şey Zeynep
Avcı, Mustafa Göçmen gibi olağanüs-
tü insanlann dostluğu oldu.
Hürriyet'te Zeynep'in odası küçük
ve hoş bir vaha idi. Oraya her uğ-
rayışımda Ergun KÖknar'dan Doğan
Hızlan'a. Artun Yeres'ten Adnan Öz-
Asma soruyoryalçıner'e kadar birçok arkadaşımla
karşılaşır, keyifli saatler geçirirdim.
Ama en çok dikkatimi çeken şeyler-
den biri de, Zeynep'in, tümüyle bir
magazin dünyası olan ve bizim temel-
de küçümsediğimiz bu dünyanın bir
parçasıyrnış gibi görünmesine karşın
daha derin entelektüel konulara gös-
terdiğj içten ilgiydi.
Başanlı bir magazin gazetesi yöne-
ticisi olmasına karşın Zeynep o dün-
yanın insanı değıldi.
Yaşamını yakmdan bildığim, çok
şey, çok zaman paylaştığım bir insan
hakkında dar
bir yazı çerçeve-
sinde hareket et-
menin zorluğu-
nu bilirim. Hele
izlemeye
çalıştığınız ya-
şam hareketli,
zengin iç ve dış
deneyimlerin
bolluğunu taşı-
yorsa daha da
zorlanırsınız. Bu
nedenle günü-
müzün bu seç-
kin yazan,
öykücüsü, çevir-
meni, editörü ve
senaristi için bir
portre çizmeyi
denerken kısa
bir özetten son-
ra dikkatimi
"Bir tstanbullu:
Zeynep Avcı"
tarzında formü-
le edebileceğim
bir konu üzerin-
de toplamayı
yeğledim.
Zeynep Kü-
tahya'da doğ-
du... ama bir
İstanbullu'dur.
"Ahşap Köş-
kün Hanımefen-
disi"nde olağa-
nüstü aynntılar-
la anlattığı
Emirgânh, yan
saraylıbiraileile
bir gar şefınin
Fatih'te oturan
ailesinin, bir ro-
man konusu
olacak kadar
kanşık ve zengin
ilişkilerinden bir
tayin rast-
lantısıyla Kü-
tahya'da doğan,
ama kısa süre sonra ait olduğu kentte
büyümeye başlayan çocuğu.
"Küçük çocukluğum Bostancı'da
Beyaz Köşk'te geçti" diyor her za-
manki gibi hem mutlu hem muzip gü-
lümseyişiyle. "tşte öyle bahçesinde
koca incir ağaçlan bulunan, denize
yakın, büyük köşklerden biri. Yakın
zamanlarda oralarda bizim köşkün
adını taşıyan bir durak ve bir sokak
bile vardı. Her zaman bir çocuk kal-
mayı başaran ve inanılmaz bir tip olan
babam ve onu çok seven annemle bir-
likte yaşadığım mutlu bir çocukluk.
Ben ilkokuldan başlay arak Kadıköy
Kız Kolejf nde okudum. Duygu ve tnci
Asena, Şenay, Bilgesu Erenus çocuk-
luk arkadaşlanmdı. Okuma keyfini
bir öğretmenim sayesinde elde ettim.
tlkokul öğretmenim, okuma bayramı-
nda bana Sefiller'i ve Robinson Cru-
soe'yu armağan etti. Her birini birçok
kez okuduğumu hatırlıyorum. Sonra
orta kısımda Ayla Maden Türkçe ho-
camız oldu. Tanpınar'ın öğrencisiydi
ve hem klasik hem çağdaş edebivatı
tüm incelikleriyle bilir, bize çoşkuyla
öğretirdi."
Öğretmen ne kadar önemli
İşte gene bir öğretmen.
Hemen hemen hepimizin yaşamı-
nda öğretmenin ne kadar önemli ol-
duğunu her yıl bir kez daha görüyor
ve kahroluyorum. Eğitimin ve ülke-
nin bugünkü durumunu gördükçe.
Özgür bir yaşamı seçti
İnanılmaz bir umursamazlık ve
gaddarlıkla onyıllardır durmadan
kıyıyoruz o dirençli, sabırlı, yürekli,
sevecen ve aydınlık öğretmenlerimi-
ze.
Bize yeni ufuklar açan. üstümüze
annemiz babamız gibi kol kanat ge-
ren, daha çağdaş, daha yaşanabilir.
daha özgür ve demokratik bir dünya
için yokluklar, yoksulluklar içinde
çırpınan bu aydınlık savaşçılannı
adeta cımbızla ayıklayıp yok ediyor,
yerlerme ya küçük esnaflar ya da dar
kafalı yobazlar koyuyoruz.. ama
öbürleri gene de tükenmek, usanmak
bilmiyorlar.
Bana bu rezilliği açıklayacak bir
Milli Eğitim Bakanı var mı?
"Bizi toplu olarak tivafrolara bile
götüriirdü Ayla Hanım."
Ne tuhaf şey, Zeyncp'ı Ankara'da
hiçdüşünemiyorum. İstanbul'da, Di-
lek Yanmadası'nda, Sultan SazlığY-
nda, Paris'te düşünebiliyorum. Ama
Ankara'da asla. Koleji bitirinceOrta-
doğu Teknik Üniversitesinin İdari
İlimler Bölümü'nü kazanarak Anka-
ra'ya gitti. Bir yıl sonra da İstanbul'a
döndü. Bu kez
sosyolojiye
merak
sarmıştı. İstan-
bul Üniversi-
tesi Sosyoloji
Bölümü'ne gir-
di. Ama orada
da rahat ede-
medi. Her za-
man canlı, ye-
rinde dura-
mayan. kıpır
kıpır kışiliği.
Darülfünun'-
un bu pek zor
değişen or-
tamında rahat
edemiyordu.
Bana yüzlerce
hoş öyküsünü
anlattığı ba-
bası bir gün
onu Ecvet Gü-
resin ve Yılmaz
Çetiner'le
tanıştırdı.
Zeynep
Avcı'nın gaze-
tecilik yıllan
başlamıştı.
Ben onu
tanıdığımda
Zeynep. ünlü
bir gazeteciydi.
1966 yıhnda
Cumhunyet'te
röportaj mu-
habirliği ile
başla>an ga-
zetecilik ya-
şamı daha son-
ra sürekli geli-
şerek Yeni
İstanbul'da,
Hürriyet'te
sürmüş. so-
nunda onu bir
gazetenin genel
yayın müdür-
lüğüne kadar
getirmişti. O yıllarda gazetecilik an-
layışının sınırlan içinde bile ne kadar
ilginççalışmalar yaptığını. çok sonra-
lan Levent'teki güzel evinde. eski dos-
yalannı kanştınrken gördüm. Cahide
Sonku ile yaptığı günler süren ve yüz-
lerce sayfa tutan uzun konuşma, bi-
zim yanm yüzyıllık toplumsal, kültü-
rel yaşamımızın inanılmaz bir ay-
nasıydı. Zeynep Avcı, parlak gazete-
cilik kariyerini sürdürebilir. günümüz
medyasının bazı parlak isimleri gibi
milyarlık transferlerin konusu haline
gelebilirdi.
Ama o başka bir yol seçti. Özgür
bir yaşamı.
Şimdi Zeynep'i ne zaman düşün-
sem, hep gözlerimin önüne, nedense
her zaman başkalannı kıskandıracak
kadar hoş olan. sıcak atmosferli evle-
rinden birinde, aralannda Şahin Kay-
gun'dan Ara Güler'e, Samih Rıfat'tan
Işd Kasapoğlu'na. Abidin Dino'dan
Vecdi Sayar'a kadar birçok değerli in-
sanın bulunduğu dostlanyla birlikte.
bir şölene çevirdiği akşamlar ve soh-
betler gelir.
Araya Paris'te, Londra'da, Çeş-
me'de, Alan>a'da geçirilen zaman-
lann parantezleri girse de bu verimli
dostluk ilişkisi sürer. O bir yandan
free-lens sürdürdüğü çalışmalannı
yapar: Yaz-ko'da, AKM'de, Shera-
ton'da. tatil köyünde çalışır. "Kötü
Bir Yaratık"la başladığı, "Ahşap Köş-
kün HanımefendisT ile sürdürdüğü
öykülerini, kitap çıvirilerini yapar.
Her biri son yılların sinema ortamı-
ndayankılaruyandıran"Cahide""Po-
nente Feneri", "Şahmaran" gibi se-
naryolannı. Işıl Kasapoğlu ile birlikte
tezgaha koyduğu birbirinden güzel
oyun uyarlamalannı yazar. Ama o
doyulmaz dostluk akşamlan bitmez.
İstanbul varoluş nedenidir
Ve bu akşamlann hemen hemen
değişmez bir konusu vardır: İstanbul.
işte yazımın nedeni olan, özellikle
üzerine eğilmek ıstediğim konu da bu.
Çünkü gerçek bir Istanbullu olan
Zeynep Avcı için İstanbul bir konu
dcğil, bir varoluş nedenidir.
"Seni neden kesivorlar?" dedi asma.
Birkaç kökü kurumuştu. EskLsi gibi
iri salkınılar vermez olmuştu.
Bakımsızdı. Börrüböcek kaplamıştı
ötesini berisini. L'zak komşusu çınann
alabildiğine vavılan dalları gölgelivor-
du asmayı. Belki de. iri salkımlarını bu
yüzden gururla sallandırama/ olmuş-
tu. Olsun. Yine de doğdu doğalı orada,
biraz ötede. baharda yemyeşil, yazın
serin. hışırtılı, her zaman olgun bir çı-
nar bulunmasına alışıktı.
Sonısuna hiç karşılık alamadı.
Çınar düşünceli. durgun, ağırbaşlı sus-
kunluğunu sürdürü\ordu. Hele acılı
günlerde ividen iyiye içine kapanırdı.
istanbul'u niçin kapatıyorlar?
Emirgânda eski bir köşkün bahce-
sinde bir asma ile bir çınar arasında
geçen bu olağanüstü konuşmanın ta-
mamını. bir Laz müteahhit tarafı-
ndan yıkılmak üzere olan eski İstan-
bul konağının ve içindcki insanlann
serüvenini, Ze\nep Avcı'nın kalcmin-
den. bugüne kadar okumadınızsa
mutlaka okuyun.
Ama, mingaynhaddin, bugün ben,
tıpkı asma gibi. bir başka soruyu sor-
makistiyorum:
Zeynep Avcı'nın çıkardığı. olağa-
nüstü güzel. yararlı. zengin o müthiş
dergiyi, "İstanbul"u niçin kapaiıvor-
lar? Uç yılda dokuz sayısı çıkan: \a-
zarlan. yazılan. düzeni. grafıği ile
müthiş bir örnek olan bu dergi ölmek
üzere. Tarih Vakfi'nın belediye
katkısıyla çıkardığı bu dergi, son ge-
lişmelerin ışığında artık yaşamını sür-
düremeyecek.
Zeynep kendine bır başka İstanbul
bulur ve yaşar. Hiç olmazsa düşlerini
kurabilir ve yazar. Çünkü onun böv le
bir yeteneği var.
Ama gözlerimizın önünde İstan-
bul'un önce dergisi yok oluyor, sonra
da kendisi.
Asma soruyor. Ve kimsenin kılı
kıpırdamıyor.
Acaba ne yapsak sevgili Zeynep?
Sanat, 'tasarruf
kıskaandaECETEMELKURAN
ANKARA - Kültür Bakanlığı'nda uygulanacak tasarruf önlemle-
ri, bütün birim amirlerine duyuruldu. Birim amirlerinin bir bölümü
tarafından eleştirilen tasarruf önlemlerinin, baa sanat etkinliklerinin
askıya ahnmasma neden olacağı bildiriliyor. Bakanlıkta, özellikle
Türkiye'de yapılacak uluslararası etkinlikler yeniden değerlendirme-
ye alındı. Önlemler çerçevesinde, bakanlık yayınlan ile yurtdışı prog-
ramlarda kısıtlamaya şdildi.
Hükümetin bütün yönetsel birimlerde yûrürlüğe girmesini öngör-
düğü tasarruf önlemlerinin ardından. geçen hafta Kültür Bakanlığı'-
nda yapılan bir toplanüyla, bakanhğa özgü tasarruf önlemleri birim
amirlerine açıklandı. Genelde "israT' niteliğindeki harcamalann kı-
sılmasını öngören önlemler, diğer kamu kuruluşlanna koşut olarak.
genel müdürlüklere yalnız bir araba tahsis edilmesini, telefon görüş-
melerinde kısıntı yapılmasıru öngörüyor. Ulaşıma ilişkin bir diğer
önlemse, bakan, müsteşar, genel müdür ve müsteşar yardımalan
dışında kaian memurlara uçakla ulaşımın kısıtlanması. Tasarruf ön-
lemlerinin, sanat etkinlikleri ve uluslararası bağlantılan olumsuz et-
kilemesi bekleniyor. Kültür Bakanlığı Sinema ve Telif Haklan Genel
Müdürü Mümtaz İdil. Eurimages'in bu yıl Türkiye'de yapılacak top-
lantısmın iptal edılme olasılığının bulunduğunu söyledi. Idil, 4 yıldır
Strasbourg'da yapılan toplantılann, bu yıl Türkiye'de yapılacak
olmasının, Türk'iye'nin bu kuruluşta ikinci ülke niteliğinde olduğunu
göstermesi açısından önemli olduğunu belirtti. İdil, tasarruf önlemle-
rinin kendilerini çok fazla etkilemediğini belirtirken. "Genel mudürlü-
ğümüzün fon gelirieri nedeniv le ayncalığı var. Doğrudan Başbakanlığa
bağlı olan bandrol u>gulamasından, tasarruf öakmlerini etkisiz bıra-
kacak kadar bir gelir elde ediyoruz" dedi. Konuya ilişkin görüşlcnni
aldığımız Devlet Opera ve Baİeşi Genel Müdürü Rengim Gökmen ise
tasarruf önlemlennin kendileri açısından bir "lusmtı" değil, "daha
randımanlı çalışmak" anlamına geldiğini belirterek, haziran ayında
Antalya'da düzenlenecek Aspendos Uluslararası Müzik Festivali'-
nde henüz hiçbir programm iptal edilmediğini, ancak tasarruf önlem-
lerinin programlan etkilediğıni belirtti. "Para konusımda daha açık
davranılabilseydı çağnlacak isimler değişirdi" diyen Gökmen, yönet-
sel kısıntılann sanatsal etkinliklere yansımamasına çalışacaklannı
açıkladı.
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı orkestralann vurtdısı-
na çıkışlan askıya alındı. Genel Müdür Mehmet özeJ Japonya.,
Almanya ve Portekiz'e yapılacak gezilerin şimdilik iptal edildigıni
belirtti. Yurtdışından Türkiye'ye konuk edilecek orkestra şefleri için
yapılan programlann iptal edilmediğini belirten Özel, diğer etkinlik-
lerinin eskisi gibi sürdûrüldüğünü sövledi. Kültür BakanhğYna bağlı
Yayınlar Daire Başkanlığı'nda önlemler çerçevesinde, yayınlarda
önemli oranlarda ayıklamaya gidildi. Yetkililer, bakanlık ya-
yınlannın azaltılmasmın, bu birimin "asfi" görevinin budanması an-
lamına geldiğini vurguladılar.
PENALTI
Mia Farrovv'un. 12 yıl
aradan sonra ilk kez
başka bir yönetmenle.
John İrvin'le
gerçekleştirdiği filmi n
başansı mesleki
geleceğinde en belirleyici
rolü oynayacak.
Mia Farrow, yeni fılmi 'Widow's Peak'in tanıtımını Dublin'de yaptı
Mia'yı artıkWocxiyyönetmiyor
Kültür Servisi -12 yıl birlikte yaşadığı ve
çalışüğı Woody Allen'dan olaylı bir bi-
çimde aynldıktan sonra İrlanda'da göz-
lerden uzak yaşamaya başlayan oyuncu
Mia Farrow. geçen hafta yeni filmi "Wi-
dow's Peak"in tanıümım yapmak için ilk
kez sessizliğini bozarak Dublin'de gazete-
cilerin karşısına çıktı.
"Widow's Peak" yıllar önce Hugh Le-
onrad'ın Farrovv ve oyuncu annesi Mau-
reen O'Sullivan için yazdığı senaryo üzeri-
ne kurulu.
Farrovv, Allen'ın fılmlerinde rol almak-
tan bir türlü gerçekleştirmeye vakit bu-
lamadığı "Widow's Peak"i olaylı ayn-
lmanın hemen ardından ele almış.
Roman Polanski'nın 1968 yapımı ünlü
filmi "Rosemary'nin Bebeği" ile oyuncu
olarak adını duyuran. daha sonra birlikte
olduğu Salvador Dali, Frank Sinatra gibi
ünlüler sayesinde gazetelerde en çok adın-
dan söz edilen oyuncu haline gelen Far-
rovv , 1982 yıhnda "Bir Yazdönümü Gecesi
Seks Komedisi" ile başlayarak tam 12
film boyunca 1992 tarihli "Kocalar ve
Kanlar"a kadar, sadece Allen fılmlerinde
karşımıza geldi.
"Yılda tek bir filmde rol almak karakte-
rime ve yaşam biçimime uygundu. Bu tem-
poda Woody Allen'ınkilerden başka bir
filmde oynamak aklıma bile gelmiyordu.
Zaten o da bunu yapmamamı terclh edi-
yordu" diyen Farrovv, artık 49 yaşında ve
bakmakla yükümlü olduğu tam 12 çocuk
sahibi olduğundan böyle bir luksü kal-
madığının farkında. Zaten çok fazla iyi
rol fırsatının çıkmadığı sinema sektörün-
de "ne olursa olsun" yapmaya hazır oldu-
ğunu belirtiyor ünlü oyuncu.
Farrovv'un şansı isc Allcn'ın kendı film-
lerinde hep kendini oynamasına karşın.
Farrovv'u onlarca değişık karakterde
karşımıza getirmiş olması.
Bu sayede Farrovv, sinema piyasasında
ciddi bir karakter oyuncusu olarak algı-
lanıyor.
Yine de 12 yıl aradan sonra ilk kez baş-
ka bir yönetmenle. John Irvin ile gerçek-
leştirdiği "Widow's Peak"in başansı, Far-
rovv'un mesleki geleceğinde en belirleyici
rolü oynayacak.
MEMET BAYDUR
Babator ve OğuHar
1839 yılının yazında, Jules adlı on iki yaşında bir Fran-
sız çocuğu evden kaçmaya karar verir. Batı Hint Ada-
ları'na doğru yola çıkmak üzere olan koskoca bir gemiyi
gözüne kestirmiştir bu iş için. Geminin adı bile şiirsel bir
çağrı gibicü'-: La Coralie. Uzak ülkelere gidip, aşık oldu-
ğu kuzeni Caroline'e mercan bir gerdanlık getirecektir.
Kaçış planını adım adım uygulamaya başlar on iki ya-
şındaki Jules. Önce rıhtımda bir kaç gün dolaşır ve La
Coralie'de miço olarak işe alınmış kendi yaşlarında bir
çccukla tanışır. Cebindeki bütün narçlığını vererek ço-
cukla bir anlaşma yapar. Onun yerine gemiye Jules bi-
necektir. Kaptanı kuşkulandırmamak için Jules'ün, ge-
miye demir alınmadan bir dakika önce btnmesini karar-
laştırırlar.
Bir temmuz sabahı saat altıda, bütün ev uykudayken
Jules yola koyulur. Chantenay kasabasını bir boydan
öbürüne geçer, Loire'daki yük vapurlarının kalktığı nok-
tada, birsandalla onu gemiye götürecek olan iki arkada-
şıyla buluşacaktır. Her şey planlandığı gibi gelişir. La
Grenouilliere'de sandala biner, demir alma hazırlığı ya-
pan La Coralie'ye binerler. Küçük bir miço değişimi, o
kargaşada kimsenin dikkatini çekmemiştir.
Bu sırada ev ahalisı uyanmıştır, kahvaltı hazırlıkları
yapıltrken Jules'ün ortalıkta olmadığı dikkati çeker. An-
nesi, küçük oğlunun bir sabah yürüyüşüne çıktığını düşü-
nür. Jules öğle yemeğinde de ortaya çıkmayınca hafif
bir endişe başlar evde doğal olarak. Jules'ün annesi
Sophie, komşuları Albay de Goyon'dan, atına atlayıp
kentteki kocasına haber götürmesini rica eder. Bu arada
Jules'ün eski dadısı, şimdiyse bir domuz kasabı dükkanı
işleten bayan Mathurine Paris, çocuğun sabah erken
saatlerde kilıse meydanından geçtiğini gördüğünü ha-
ber verir. Derken Grenouilliere rıhtımındaki işine ara
verip Üç Kötülük Getiren Adam barında kafayı çeken bir
denizci, Jules'ü, iki çocukla beraber bir sandalda, La
Coralie gemisine doğru kürek çekerken gördüğünü söy-
ler. La Coralie çoktan demir alıp gitmiştir, ama Batı Hint
Adaları'ndan önce o gece Paimboeufde demir atacak-
tır. Jules'ün babası Pierre, nehirde yük ve yolcu taşıyan
buharlı gemilerin sonuncusunu yakalar. O gece Paim-
boeufde, La Coralieyi yakalayacak ve ertesi sabah eve
oğlu Jules ile beraber dönecektir. Jules evde önce bir
dayak yiyecek, ekmek ve sudan ibaret bir gıda rejimine
ve annesine bir söz vermeye zorlanacaktır: Bundan
böyle yalnızca hayalimde çıkacağım yolcuiuklara anne-
ciğim.
Jules, Jules Verne'dir sevgili okur. Bütün dünyayı do-
laşan, Seksen Günde Devrialem'den Balonla Yolcu-
luk'a, Arzın Merkezine Seyahat'ten Aya Yolculuk a, De-
nizler Altında Yirmibin Fersahtan Kaptan Grant'ın Ço-
cuklan'na, İki Sene MektepTatili'nden Inatçı Kerabana
kadar yüze yakın roman. oyun yazmış ve 1905 yıhnda 78
yaşında ölen Jules Verne (Romanların Türkçe çevirile-
rinin isimlerini, çocukluğumda okuduğum şekilleriyle
yazdım yukarıda. Ne yaparsam yapayım, 'seksen günde
dünya turu' yazmak gelmiyor elimden, ustalarım bağı-
şlasınlar!)
Babası gibi hukuk öğrenimi görmesi için Paris'e gön-
derilmiş Jules. büyüyünce. O da oturup yolculuk roman-
ları yazmaya başlamış, uzun yolcuiuklara çıkmış. Hep
serüven, hep yolculuk ustüne yazmış. Aya yolculuk, de-
nızlerin dibıne, ıssız adalara, vahşi ormanlara, buzlu su-
lara... insanlar hep bir yerlerden bir yerlere giderler Jtf-
les Verne'in romanlarında. Çok güç durumlarda kalırlar,
büyük serüvenler geçer başlarından, ama hep bir yere '
gidilir ve oradan dönülür. Verne, romanlarında yiyecek
ve içeceklere de büyük önem vermiştir. Kahraman-
larıntn zor durumlarda ne yiyip ne içtikieriyle çok ilgili-
dir. Torunu Jean Jules-Verne'in 1973 yıhnda yayımladığı
biyografisinden, Verne'in hem şeker hastası hem de az
rastlanan bir cins ülseri olduğunu öğreniyoruz. Yiyecek,
içecekle böylesine yoğun ilgilenmesini bu hastalıklara
bağlayabilir miyiz? Buradan kolaylıkla şu soruya da ge-
çebilir insan: On iki yaşında Batı Hint Adalan'na gitmek
için bindiği gemiden zorla indirilmeseydi bu roınanları
yazabilir miydi? Jules Verne'i en çok etkileyen, Edgar Al-
len Poe'nun öyküleri midir, 1839 yıhnda La Coraile ge-
mısinde yakalanışı mı?.. Bir insan neden, binlerce sayfa.
yalnızca yolculuk üstüne macera romanları yazar? Bu
soruların yanıtlarını bilmıyorum, ama bildiğim bir şey
var. llkokul yıllarında Jules Verne okuyan çocukların
şimdiki hallerini seviyorum. Kırk, elli, altmış, yetmiş
yaşında insanlar tanıdım çocukluğunda, o romanları
okumuş. Kiminle konuşsam gözünün içi gülüyordu
Yazınsal değerleri yüksek mıdir o romanların? Sanmı-
yorum, ama pek önemli değil bu. Olağanüstü roman-
lardır hepsi.
Yukarıda Jules Verne'in tanmmış romanlarını sayar-
ken listenin sonuna, pek tanınmayan, ama benim çok
sevdiğim bir romanı koydum: inatçı Keraban. 1882 yıhn-
da yazmış. Roman Üsküdar'öa başlıyor, Beşiktaş'la biti-
yor! Keraban, bekar bir Istanbullu. O zamanlar Boğaz'ı
geçenlerden bir kuruş vergi alınırmış. Keraban Efendi,
karşı yakada oturan Hollandalı dostu Van Mhier'i ziya-
ret edecektir, ama bir kuruş da olsa geçiş vergisini öde-
memeye kararhdır. Üsküdar'dan bir sandalla yola çıkıp
bütün Karadeniz'i dolaşır. Samsun, Rize, Hopa, Batum,
Odessa, Azak Denizi . Aylar sonra varacaktır Beşik-
taş'a. Geçiş vergisi olan bir kuruşu ödemeden. Devleti,
otoriteyi yenmiştir. Kendisine duyduğu saygıyı yitirme-
miştir. Başına gelenler, pişmiş ya da pişmemiş bir tavu-
ğun başına gelenlerden epeyce fazladır, ama yine bü-
yük bir yolculuk başarıyla tamamlanmıştır. Bu yolcu-
luğun tek nedeni, Keraban Efendi'nin, Hollandalı Van
Mitten'i yemeğe davet etmek isteğidir! Keraban'ın Bo-
ğaz'ı ikinci geçiş denemesi bir fıçının içinde olacaktır,
fıçıyı bir ip cambazı sürükler. Roman, nereden bakarsak
bakalım "çocu/cca"dır. Belki büyüsünün nedeni budur.
Ayılar saldırır, ateş saçan volkanlar saldırır, fırtınalar
saldırır Keriban'a. Öte yandan Van Mitten'in başı da
Kürt bir dul ile derttedir. Kadın, Hollandahyla evlenmek
ister, dördüncü kocası olacaktır bu. Van Mitten'in, karı-
sıyla başı derttedir zaten. Son kavgalarında birbirlerine
laleler atmışlardır. Hiç evlenmemiş olan Keraban, Hol-
landalı dostuna unutulmaz bir şey söyler: On kadınla
uğraşmak, bir tek kadınla uğraşmaktan çok daha kolay-
dır. Oysa ne kadın düşmanıdır Keraban, ne de maço.
inatçıdır yalnızca, bütün sistemlere ve kurallara karşı-
dır, aklına koyduğunu yapar, engel filan vızgelir, deliş-
mendir ve hep haklı olduğuna inanır.
Jules Verne, İnatçı Kerabe
3
.dlı rorranının başkişisi-
ni, çok iyi tamdığı bir genç ad üstün- ^urmuştur. Oğlu
Michei Verne üstüne.
İZMİR FİLM FESTİVALLNDEBLGÜN
İZMİR SİNEMASI: Missisipi Masala 12.00, 19.00. Chap-
lin 14.30, İnsan Yüreğinin Haritası 16.45: Hoffa 21.15 se-
anslannda.
TL'RK AMERİKAN DERNEĞİ: Susam Yağı İmal Eden
Kadın 10.00. 21.00; Mysoora'lı Yasemin 12.00; Cehennem
Fabrikası 15.00; Vagon 18.00 seanslannda.
FRANŞIZ KLLTÜR MERKEZİ: Neşeli Pazar 12.00.
18.00; İkarus'un İ'si 15.00; Sivah Gül 21.00 seanslannda.