Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6ŞUBAT1994PAZAR CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
GUNDEMDEKIKONU BEDRETTINDALAN
ONATKUTLAR
Bir belediyetutuklusununarulan: 2
S
özlük anlamında bir beledi-
ye tutuklusu olduğum gibı
ben, birçok kentli yurttaş
gibi "mecazi'' anlamda da
kendimi belediyeye
^ ^ ^ ^ bağımlı, onun gözü ve gö-
^ ^ ^ " z e t i m i altında sayanm.
ÇünJcü yerel yönetimlerin ilgi alanına
giren birçok şey, benim günlük yaşa-
mımı doğrudan etkiler. Evde akma-
yan su, günlûk ulaşırn, sokağa yığıl-
mış çöpler, hava kirliliği, bakjş alanı-
mızı ampara gibi törpüleyen, bizi
mutsuz kılan kent mekanlan, çirkin
yapılar, yürünemez yollar, ölçüsüz ve
vahşi gürültü ve daha nıce şey...
Bu nedenle Zülfîi Livanelinın ana-
kent, Halil Ergün'ün Beyoğlu aday-
lıklan ve başanlan beni yakından ilgi-
lendiriyor.
Bu nedenle, çok az bakan tanıma-
ma karşın, birçok belediye başkanı
tanıdım.
Ömeğin Ahmet fsvan'ı tanıdım.
Çok beyefendi, çok dûrüst; ama buna
karşılık ne yaak ki başlıca özelliği.
kısmen haklı da olsa, bir işin "ıriçin
yapılamayacağmı" olağanüstü bir
performansla anlatmak olan bu ilginç
başkanı yakından tanıdım. Şimdi dü-
şündüğümde, onu. elınde kazmayla
Beyoğlu girişindekı o eski güzelim Ef-
talikos Kahvesi"nin yerine mafya ta-
rafından kondurulan çirkin ve ara-
besk birahaneyi yıkmaya çalışıp "y>
kamazken" hatırlıyorum. Belki bu
başansızlığın haklı nedenleri vardı.
Ama o çirkinlik yüzünden bugün bile
Taksim'den Beyoğlu'na gırerken ba-
şırru öbür yana çeviriyorum.
Ya da Yanmca Belediye Başkanı
Hüseyin AvniŞirini Birkıyı kasaba-
sına koca bir kültür merkezi ve amfi-
teatr yaptırmayı başaran acar ve be-
cerikli Avni Bey'i.
Dalan'ı nasıl tanıdım?
Bu yazımda ise size. Bedrettin Da-
lan ı nasıl tanıdım, onu anlatacağım.
Gene biraz gerilere gjtmeliyim.
1985 yıh bahanna.
O sırada bir reklam ajansımız var-
dı: Letra. Kenan Dimetoka, Mustafa
Göçmen ve ben yönetirdik ajansı.En
önemli müşterimiz ise olağanüstü ild
insanın, Sezai Türkeş ve Fevzi Akka-
ya'nın kurdukJan STFA idi. Bir gün
onlann aracılığı ıle bir başka şirketle
ilişki kurduk. Belediyeye ait Imar Li-
mited Şirketi.'lmar Lımited'in toir
mühendis olan genel müdürünün is-
teği ile onlara küçük işler yapıyorduk.
Antetli kağıt, kartvizit vs. Güneşli bir
cumartesi günü, öğleden sonra,
ajanstaki odamda çalışırken telefon
çaldı. Sekreterler izinliydi, ben açtım.
Telefondaki bıçkın, tuhaf ses, biraz
küstah bir tonla, "Ben Babakan Ata-
sü, kardeşiın nerde benim kartvizitle-
rim?" dedi. Konuştuğu telefon bir
araba telefonuydu. Cıartılar içindc
anlamaya çaüştım: "AfTederaniz" de-
dim. "Hangi fîrmadan arıyorsunuz?""
Ses, daha da yükselerek yanıtladı.
"Affetmem kardeşiın!" dedî. "Bu ne
biçim söz? V erdiğiniz sözü tutun!.. Biz
işi zamanında isteriz..." Konuşmanın
daha da tatsızlaşmasını önlemek için
telefonu ortağım Kenan Dimetoka'-
ya bağladım.
'Alo! Ne zaman?'
Biraz sonra Kenan geldi. "tmar li-
mited'in yeni yan kuruluşunun yöneti-
cisi" dedi. "Biraz tuhaf bir adam. Şim-
di oraya gidiyorum. Başka işler de ve-
recekmiş. Sen de gel." Bu ılk fırçadan
sonra doğrusu hiç gitmek istemiyor-
dum. Ama Mustafa Gözmen bir eöz
kırpü. "Gidelim abi" dedi, «Henf de
malı tanımış oluruz..."
Atladık gittik.
Bir Belediye Yapı şirketi olan Imar
Limited'in Zincirükuyu'dakı merke-
zinin kapısında karşılaştık Babakan
Atasü ile. Orta boylu, hafif mafya
tavırh, kemerinden anahtarlar sar-
kan, daha çok bir ustabaşıyı andıran
kırklannda bir adamdı. "Köyhî" ile
"detikanu" arası birjargonla konuşu-
yordu. "Benimle kira konuştu telefon-
dar dedi. "Ben" diye yanıtladı Ke-
nan. "Bak anam"dedi Babakan, "Biz-
de işter böyle..." Elini bir telefon ahi-
zesi tutar gibi kulağına götürdü:
"Alo! Ne zaman?" Hiçbir şey anla-
madık. O devam ettı: "Bedri Bey gibi.
Alo! Ne zaman?" Gene anlamadık. O
aldırmadı. Asansöre yürüdü. Birlikte
genel müdürlüğün bulunduğu beşinci
kata çıktık. Oldukça yıpranmış, eski
püskü masa ve iskemlelerle dolu geniş
bir büro katıydı bu. Tatil günü oldu-
ğu için memurlar yoktu. Babakan
şöyle bir baktı. Sonra bizimle birlikte
dolaşan yaşlı bekçiye döndü:
"Buraları hiç temizleme baba!" de-
di. "Baksana şunlara. Masalar kırık.
koItukJarın derisi yırtık. Toz içinde.
Bunlan pencereden aşağı atacağız.
Memurlaria birlikte." Sonra Genel
Müdür'ün odasını gösterdi: "Onu da
atacağız. Masasını, koltuğunu, kendi-
sini... Hep beraber. Anladın mı?" Yaşlı
bekçi tuhaf tuhaf baktı. Babakan de-
vam etti: "Şimdi aç bizün katı. Bu
adamlar hayadarmda büro görsün-
ler..."
İki kat aşağı indik. Genış bir büro
kaüna girdik. Her taraf bir havaalaru
pisuvan gibi beyaz fayanslarla döşen-
mişti. Taban, duvarlar. her yan. Orta-
da beyaz plastikten ultramodern dı-
zayniı yuvarlak masalar. Üstünde
de ortağı olduğunu söyledi. Sonra gıt-
ti bir tomar pafta getırdi. Açtı ma-
sanın üstüne. Bunlar, İstanbul'un
imar planlanydı. Yeni şirket İstan-
bul'un yeni planlannı haarlayacak,
kanalizasyondan ulaşıma kadar her
konuda söz ve karar sahibi olacaktı.
Durdu. Bircetvel aldı. Planlardan bi-
rinin üstüne koydu. Sonra cetveli bir
milimetre yana İcaydırdı. "Bak karde-
sim" dedi, "Cetveli bir kıl kaydırdım.
Şimdi buradaki arsalar bir trilyon fark
etti. AnJadmız mı7"
'fstanbul'u yeniden yapıyoruz'
Sonra nedense kafası kızdı. "O ibne
kıiıklı arkadaşınıza söyledim, anlama-
dı" dedi. Ajansta çalışanlardan birini
kastediyordu. Daha önce kendisiyle
bir kez görüşmeye gelmişti. Hafifçe
diklendik. "Yook!" dedi. "Aiınmak,
gönül koymak yok. Anlamadı. Ben de
kızdun. Bizimkj böyle. Gevezelik yok.
İş veririz, tş isteriz. Alo! Ne zaman?"
Bu alo ne zaman konusuna iyice ka-
Gerçi Babakan Atasü ile iş ilişkimi-
zın sonu biraz hazin oldu. Ona sadece
kartvizit bastık. Onun da parasını
alamadık. Bir süre sonra basmda Ba-
bakan'ın başkalanna da para takıp
ortadan kaybolduğuna dair haberler
çıktı. Biz de işin peşini bıraktık.
Ama ben, Babakan"ın "Alo! Ne za-
man?" diye özetlediği bu işbitirici
Bedri Ağabey'i adamakıllı merak et-
meye başladım.
Gerçi o sırada Bedrettin Dalan, ba-
sınımızın "altm adamı" ıdı. Her gün
boy boy resimlen çıkıyor, mavi gözle-
ri. okuduğu şiirler. işbıtınciliği dilden
dile dolaşıyordu. Her gün cetveli ko-
yup "bir kıl" değil, çok daha fazla bir
yana kaydınyor, yeni yollar açıyor,
eski binalan yıkıyor, Haliç kıyısını sü-
pürüyor, kanklı yollar yapıyor, gök-
delenlerdikiyordu. İki bin yılhk kentı,
babasının çiftliği gibi kesip biçen, bu-
nu da büyük bir başan olarak algıla-
yan ve algılatan bu kişiyi merak etme-
mek mümkün değildı.
"İcraatın içinden" her gün milyar-
gene beyaz bilgisayarlar, telefonlar.
Biryandaki büyük ve beya2 toplanü
masasına oturduk. Babakan Atasü ile
ilginç bir sohbet başladı. Babakan,
Bedri Ağabey'in sağ kolu olduğunu
böbürlenerek anlatüktan sonra kasa-
ca özgeçmişini özetledi. Suudi Ara-
bistan'da on yıl, Almanya'da beş yıl
profesyonel deneyime sahip olduğu-
nu, şimdi ise İmar Limited'le bir Al-
man firmasının ortaklaşa kurduklan
bir yeni şirketin hem yöneticisi hem
fayı takmıştım. Dayanamayıp anla-
mını sordum. Acır gibı baktı: "Yani
bu Bedri Abi'nin usulüdür. Telefonu
açar. İki cümle sövlen Önce alo der.
Sonra işi kelimeyle tarif eder. Sonra ne
zaman bitcceğini sorar. Alo! Ne za-
man? İşte bu kadar. Biz İstanbul'u ye-
niden yapıyoruz. Bizimle ona göre çalı-
şm..."
Gülmemek ve kızmamak için ken-
dımizi zor tutarak bu ilginç yönetici-
nın yanından aynldık.
Bedrettin Dalan
larçıkıp. birilennin hesabma geçiyor-
du sonuç olarak. Kimdi bu adam?
Merakımı gidermem için çok za-
man geçmesı gerekmedı. Yöneticile-
rinden biri olduğum İstanbul Kültür
ve Sanat Vakfi'nın düzenlediğı Film
Şenliği"nde belediye rüsum indirimi
saâlamak amaa ile bir yazı hazırla-
dık.
Yazıyı yanımıza aldık. Ve o sırada
sadece festival danışma kurulunda
bulunan Şakir Eczacıbaşı, sincma ya-
zan Atilla Dorsay, yönetid Hülya
l'çansu ve ben bir randevu sağlaya-
rak Bedrettin Dalan'ı ziyarete gittik.
Bizi geniş başkanlık odasmda, çizgili
reye takım elbisesi, tespihi ile karşıla-
dı.
Şakir Bey, her zamanki dikkati ile,
sözcükleri seçerek festivalin önemini
anlattı ve anakent belediyesinin yar-
dımını istedi,
Bedrettin Dalan şöyle bir geriye
kaykılarak Şakir Bey'in sözünü kesti:
"İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'na
zırnık vermem" dedi. Hani derler ya,
delikanlıca ve "yekten." Tokat yemış
gibi olduk.
Bedrettin Dalan önce İstanbul
Kültür ve Sanat Vakfi festivallerinin
bir avuç kişiye seslendiğini, örneğin
kendisinın yann spor ve sergi sarayın-
da düzenleyeceği (brahün Tatuses
konserine gelirsek aradaki farkı göre-
ceğimizi anlattı. Sonra da dilinin al-
tındaki baklayı çıkardı:
"Hem ben niçin sizin vakfın başkanı
değüimr
Şakir Eczacıbaşı dilinin döndüğün-
ce kendisinin orada doğrudan görevli
yönetici olmadığmı, bu nedenle mu-
hatap sayılamayacağını, aynca bir
vakıf olarak durumunun yönetim ku-
nılu başkanının demokratik usullerle
seçildiğini, Nejat Bey'in yerine baş-
kan oimak istıyorsa bunun da usulü-
ne uyularak gerçekleşebileceğini, ama
şu anda bunu tartışmanın anlamsu
olduğunu anlattı.
Hepimizi aptal yerine koydu
Ama Dalan, Atilla Dorsay'ın onu
rahatlatmak için söylediği övücü söz-
len bile dinlemiyor, düşüncesinde ıs-
rar ediyordu.
Sonunda hem sinirlendim hem sı-
kıldım. Ayağa kalktım. "Biz artık
Başkan'dan izin isteyelim. Mektup bu-
rada. Kararmı verir" dedım, palas
pandıras çıktık oradan.
Sonraki günler uzun uzun düşün-
düm. Gerçekten bu binJerce yılhk
kentin ahalisı. kendilerine hizmet et-
mek için bula bula bu kişiyi mi bul-
muştu?
Ama ne yapabm ki necip milletimi-
zin kestiği parmak acımaz. O seçil-
mişse başkan da oydu. Nitekim, bir-
kaç ay sonra, İlhan Evliyaoğlu'nun
aynlışından sonra Bedrettin Dalan
vakfıni^ucyiar kurulu başkanı ol-
tlk kŞnmŞı kurucular kurulu top-
lantısında, hepimizi aptaT yerine ko-
yan bir hikaye anlattı. Sözde Lond-
ra'yı ziyareti sırasında Londra Beledi-
ye Başkanı olan Lord, Dalan'a. "Hoş-
gcldiniz Sayın Eczacıbaşı" demiş. Da-
lan. ismının Eczaabaşı olmadığmı
soyleyince de Lord hayret etmiş.
"Nasıl olur?" demiş, "fstanbul Festi-
vali'nin başkanının adı Eczacıbaşı.
Normai olarak o kentin belediye baş-
kanı, aynı zamanda festivalin de baş-
kanıdır. Sizin dunımunuz çok tuhaf!"
diyerek hayıflanmış. Benim ne yazjk
ki oy hakkımın olmadığı o toplantı-
da, İcurul üyelen, nezaket göstererek
bu tuhaflığı (!) giderdiler. Önce Da-
lan, sonra da Sözen, kurucular ku-
rulu.
'Kabahatin çoğu senin'
Ortada bir tuhaflık vardı. Ama bu
İstanbul'da mı. vakıfta mı, yoksa ar-
keolojik kaalarla bulup sectiğirniz
belediye başkanlannda mı bugün bile
anlayabiîmiş değilım.
Hep yazdığım gibi hiç nostaljikeği-
lımleri olan bir ınsan değilim. Hiçbir
zaman eskinin iyi ve güzel. yeninin
kötü ve çirkin olduğunu düşünme-
dim. Ama şuna içtenlikle inanıyo-
runr
Yaşadığırnız kent veyaşadığımızev
kişiliğimizin aynasıdır. Evimize ve
kentimize bakanlar, bizim hakkımı-
zda yargılara vanrlar.
Evlerimize pek öyle kimseyi do-
kundurtmuyoruz.
Ama kentimiz konusunda nasıl
böyle kayıtsız, vurdumduymaz \e
tepkisiz olabiliyoruz.
Nasıl da kolayca bırakıyoruz onu
hoyrat ellere. Nasıl oluyor da sabah
erken kalkan, başına geçiveriyor bu
ölümsüz kentin? Gelip geçen başkan-
lann çok günahı var elbette.
Ama canım kardeşim İstanbullu...
"Kabahatin çoğu senin" değıl mi?
;mıngwayın konse: :RR
MEHMETULUĞ
1985 yılından beri piyanoda
Marilyn Crispell ve basta Mark
Dresser ile birlikte Antbony Brax-
too Dörtlüsü'nün değişmez ele-
manı olan davul ve vurmab çalgı-
Jar ustası Gerry Hemingway, da-
vulculuğun yarunda son 20 yıldır
müzik yazmakla da meşgul. He-
nüz 38 yaşında olmasına rağrnen
saygıdeğer birçok yapıta imza
atan Hemingway, Braxton Dört-
lüsü'nün dışında 80"li ynllar bo-
yunca trombonda Ray Anderson
ve basta Mark Helias'la birlikte
"Brass Drum Bone" topluluğunu
oluşturan üçüncü güç olarak ısim
yaptı. Kısa bir süre içinde çok po-
püler olan ve sık sık tume teklifle-
ri alan topluluk, gelen işlerin yo-
ğunluğu nedeniyle üyelenmn bı-
reysel calışmalannı kısıtlayınca
bu proje bir süre için askıya
alındı. 90'lı yıllarda kendi lıderliği
altındaki beşlisiyle faaliyet gös-
termenin yanı sıra. Alman piya-
nist George Graewe ve Hollan-
dalı çello ustası Ernst Reijseger ıle
birlikte ilginç formasyonlu üçlü-
de çalan Hemingway'in son za-
manlarda çalışmalar >aptığı di-
ğer bir topluluk ise flütte Robert
Dkk, basta Mark Dresser ve pi-
yanoda Denman Marohney gibı
New York'un çağdaş müzısyenle-
nnden oluşan "Tambastics"
adını verdığı grup.
Piyanist Anthony Da>is ve
trompetçı Leo Smith gıbi çağdaş
müağin öncülerinin ikisivle aynı
şehirde büyüyen Hemingway, 20
yıh aşkın bır süre önce Antbony
Davis ile ılk calışmalannı yaptığj
günleri. müzıkal kariyennde.
beste yapma eğiliminin tohum-
lannın atıldıâ dönemler olarak
anımsıyor. Da>is ve Smith'in mü-
ziğe değişik bir pencereden baka- •
rak sesleri adeta bir tablo ya-
parmışcasına kullanmalannın
yanı sıra; Miks, Mingus, EJligton,
Jelly Roü Morton ve Armstong
gibı ustalann müziklerini etüt
etmedeki ciddiyetleri ve müziği
sonsuz olanaklar zinciri olarak
algılamalan, Hemingvay'i derin-
den etkileyerek sadece bir davul-
cu olarak kalmasını önlemış.
Daha sonra Braxton gibi çağ-
daş müziğin ikonoklastlanndan
biriyle gelen birliktelik ise He-
mınguay'ın yaratıcılığını iyice
pekıştirmiş. Hemingway ıçın mü-
zikte en önemli unsur yazılı bö-
lümler ile doğaçlama bölümler
arasmdaki dengeyi bulabilmek.
BraAton'la yaptığı çalışmalarda
sonsuz özgürlüğe sahip olduğu-
nu, kendi lıderliği altındaki top-
luluklarla yaptığı çalışmalarda
ise bu özgürlüğü belli kalıplar
içinde tutmayı tercih ettiğini söy-
kyen Hemingway, bestelerini.
birlikte çalıştığj müzisyenlerin ye-
teneklerini göz önüne alarak
yapıyor.
Hemıngway'in (stanbul'a ge-
tirdiği beşlisinde Amerikah mü-
zisyenlerin dışında iki de Hollan-
dalı müzısyen yer alıyor: Akustık
ve elektrik çello ustası Ernst Reij-
seger ve tromboncu VVoher Wier-
bos, Reijseger \e Wierbos'un Ste-
ve Lacy, Cecil Taylor, Anthony
Braxton ve George Lewis gibi
kımi zaman Avrupalı çağdaş mü-
zisyenlerle çalmayı yeğleyen
Amerikah ustalarla çaîışmalan
bulunuyor.
Alto saksofon, klarnet ve bas
klarnette yer alan Mkhael Moore
ise, AvTupa'da yaşamayı seçen
Amerikah bir müzisyen. Moore.
meslektaşfan Reijseger ve Wier-
bos gibi Avrupa'nın çağdaş mü-
zik çevrelerinde daha aktif. Top-
luluğun basçısı ise, Hemıngway'-
in uzun yıllardır birlikte çalışma-
lar yapüğı Mark Dresser. Belirli
çevrelerde en çok aranılan basçı-
lann başında gelen Dresser. He-
mingway gibı 10 yıb aşkın bir sü-
redir Anthony Braxton'la çal-
manın yanmda John Zorn'den
Laurie Anderson'a kadar uzanan
geniş bir yelpaze içinde faaliyet
göstermekte.
Davuldaki virtüözlüğü solo
konserler verecek ya da plak ça-
lışmalan yapacak kadar ıleri olan
Hemingway "steel drums" denı-
len çelik bidon diplennı de akse-
suanna katarak yelpazesıni ge-
nişletmış. Çaîışmalan "National
Endowment for the Arts" ve "New
York Foundation for the Arts"
gibı kurumlarca desteklenen sa-
natçı, son olarak New York Eya-
leti Sanat Vakfı için bir davul
konçertosu besteleme görevini
üstlenmiş. Konserlennde doğaç-
lamanın sınırlanru zorlasa da da-
ima besteye sadık kalan Gerry
Hemingvvay Beşlisi, hderinin da-
vul geleneğine ve ritme sadık coş-
kusuyla cazın çevresinde dolaşıp
durur. Bir hafta önce aynı salon-
da gerçekleşen Bobby Previte
Beşlisi konserine gelemeyip caz
ve müzik dünyasmdaki son akı-
mlan izleme şansını kaçıran caz-
severler, bu»akşam saat 20.00'de
Cemal Reşit Rey Caz Konserleri
Serisi'nin altına konserinde
Gerry Hemıngway Beşlisı'ni
kaçırmasınlar.
PENALH
MEMET BAVDUR
Nâzım Hikmet Günleri
Edebiyatçılar Derneği, 30-31 ocakta Ankara'da beş
oturumdan oluşan bir sempozyum düzenledi. Cevat Ça-
pan'dan Alpay Kabacalı'ya, Enis Batur'dan Füsun
Akaöı'ya, Memet Fuat'tan Hasan Bülent Kahraman'a
kadar birçok sanat ve kültür insanı son derece ilginç,
yoğun, yeni bakış açıları içeren bildiriler sundular. Sem-
pozyumun açılış konuşmasını Kültür Bakanı Fikri Sağ-
lar yaptı. Siyasal erkin içinden birinin, dilimizin bu büyük
şairine böylesme içtenlikle sahip çıkması orada olan
herkesi gönendirdi. Fikri Sağlar konuşmasının sonları-
na doğru şunları söyledi: "Biz onun şiirini okuduğumuz
zaman yalnızca bir çağın, bir eylemin, bir dönemin ta-
nıklığını yapmıyoruz. O şiirle birlikte evrenin tum ger-
çekliğini bir kez daha tanıyoruz. Dönüşebilmenin, deği-
şebilmenin gücünü duyuyoruz. İnsanlığın olağanüstü
cesaretine onun şiirini okuyarak hayran oluyoruz. Na-
zırn Hikmet'le dilimizin en büyük ozanlanndan biri oldu-
ğu için övünüyoruz ama Nazım insanlığın en büyük ev~
latlanndan biridir. Asıl övünç kaynağımız da budur."
Nazım öleli otuz bir yıl oluyor. Bir türlü ölmedi, yasaklan-
madı, unutulmadı işte, yaşıyor. Edebiyatçılar Derneği
Genel Başkanı Mustafa Şerif Onaran da ilginç sunuş
konuşmasında, bir başka büyük şairimiz Melih Cevdet
Anday'ın bir sözünü anımsattı dinleyicilere: "Uygar ul-
kelerde bir şairin en başta anadiline, ulusal kültürüne
olan katk/sına değer biçilir. Onun siyasal görüşleri bun-
dan sonra gelir. Siyasal görüşlerse, bir şairin yoksan-
masına hiçbir zaman neden olmaz. Çünkü siyasal go-
rüşler karşısmda toplumun duyarlığı değişkendir."
Sempozyumda Cevat Çapan, 'gelişmiş bir Nazım Hik-
met bibliyografyasına ulaşmanın yolları nı açmaya ça-
lıştı. Memet Fuat, 'Nazım Hikmet'in Eksiksiz Yaşamoy-
küsünü Yazmak/çin Yöntem Arayışı 'başlıklı bildirisinde
çağcıl eleştiri yöntemleriyle sanatçının yaşamöyküsü
arasında olması ya da olmaması gerekli köprüler üstü-
ne düşündürdü bizlerı. Nazım Hikmet gibi yaşamı ile
yapıtı, okuyucusunun gözünde iyice örtüşmüş bir şair
için, yalnızca yaşamöyküsü yazımı için değıl, şiırınin ye-
niden okunması için de yeni bir yöntem arayışı gereki-
yor belki. Enis Batur, çok ilginç bildirisinde Nazım'ın şii-
rindeki tren imgesi çevresinde şiirsel bir anahtar su-
nuyordu bizlere: "Nazım Hikmet'in şiirini; güçlu lokomo-
tifinden sık sık ortaya duman koyveren, yüzleri bır silinip
bir netleşen yolcularla dolu vagonlanyla uzaklara yola
çıkmaya hazır, buyük ve ıssız bir istasyonda bekleyen
bir trene benzetiyorum." Edebiyatçılar Derneği, Kültür
Bakanlığı'nın katkılarıyla Nazım Hikmet Günleri sem-
pozyumuna sunulan bildırilerden oluşan bir de güzel ki-
tap yayımladı. Bu kitabı edinmeye çalışın.
31 Mayıs 1962'de Moskova'da adını koymadan şu şıiri
yazmış Nazım Hikmet:
bütün kapılar kapalı inik bütün perdeler
nerdeler nerdeler nerdeler
gidilmeyen gelinmeyen bir yerdeler
dilsizler fısıldıyor sağırlara uzaktan çok uzaktan
bakışın gözleri yok koşunun ayakları
yoruldum yakalanmazı kovalamaktan
bir cıgara içeyim
•
Gidilmeyen gelinmeyen bir yerdeler dizesini okuyunca
aklıma geldi. Sıvas'ta yobazlarca yakılan 38 kişiden biri
olan.Metin Afbofe'un, şair Metın Altıok'un resim sergişi-;
açıldı Ankarada, AnkaraBelediyesi Sanat Galerısi'nde.
Basınımız pek yer vermiyor böyle şeylere, gidıp gezın o
sergiyi, seveceksiniz. Şairlerin yaptığı resimlen oldum
bittim sevmişimdir. Nazım iyi bir ressamdı, Metin Eloğ-
lu'nun resimleri düşündüm. Oktay Rffat'ın o olağanüstü
tablolarını. Bence yazar-şair ressamlann en buyüğu Ci-
hat Burak'tır hep. Yazdığım okurken, resmine bakarken
hep hayranlıkla karışık bir hayret duymuşumdur.
•
Yine Sıvas'taki yobazlar tarafından katledilen 38 kişi-
den biri olan Behçet Aysan'ı anmagecesi var22şubatta
Ankara'da, AST salonunda 18.30'da. Yerel seçımler
yaklaştıkça ortalık nareketlendi, herkes Refah Partisi'-
nin ne kadar oy alacağını merak ediyor. Bense merak
bu ya, Metın Altıok'un sergısini kaç kişi gezecek. üstüne
kaç tane yazı yazılacak diye merak ediyorum.
•
V7£Wce Yenilgiler Kitabı adında bir kitap geçti elime.
177. sayfada bir belediye başkanından söz ediliyor.
Meksika'nın Coacaloco kentinin 1978 yılında ıstıfa eden
Belediye Başkanı Senyor Jose Ramon Del Cuei Bay
Del Cuet, ıstifa gerekçesi olarak belediye başkanlığında
başarılı olamadığını öne sürmüş. Bu özverili davranışta
bulunmasına, kentin dort bin seçmeni de yardım etmiş
biraz. Belediye sarayını basıp Bay Del Cuet'e makamın-
da altı kilo muz yedirmişler, adamcağız ondan sonra
imzalamış istifa mektubunu. Bu da nereden aklıma geldi
şimdi diye soracak olursanız, bilmiyorum.
•
Yanımdan ayırmadığım, nereye gıdersem gideyim çan-
tamda taşıdığım kitaplar vardır. Yolculuk kısa sürecekse
on beş-yirmi tane, üç beş yıl sürecekse iki-üç yüz kitabı
yanımdan ayırmam. Onlara işim düşeceğini onlarsız
edemeyeceğimi bilirim çünkü. Kısa listedeki yazarlar-
dan biri de, beş yüz yıl önce yaşamış bir Fransız'dır.
François Rabelais. Gargantua ile Pantagruel'i ortaokul
öğrencisiyken Ferit Celal Gûven'in evinde sevgili Vedat
Günyol'dan duymuştum ilk kez. Yirmı yıl önce Londra-
da kapağını araladım bu kitabın, bir daha da kapatama-
dım. 1533 yılında muzır bulunmuş Rabelaıs'nin kitabı.
Sonra La Bruyere, Voltaire gibı yazarlar da yerin dibine
batırmışlar kitabı. Voltaire, "birpislik yığını"olarak nite-
lendirmiş bu muhteşem eseri. Yazıldığından beri okunu-
yor her şeye rağmen. 1994, Rabelais'nin beş yüzüncü
doğum yılı olarak kutlanıyor. Yerel seçimlere bir etkisi
olmaz ama yine de bu büyük yazarı anımsamakta yarar-
vardır diye düşündüm. Konferanslar, seminerler. ziya-
fetler, yiyecek, içecek, felsefe ve dev mitos üstüne bildi-
riler hazırlanıyormuş Fransa'da. Bu kitabı Türkçe'de de
okumak dileğiyle...
Anbumu Ödülleri'ne son
başvuru tarihi 6 mart
Kültür Servisı - Orhon Murat Anburnu arusına bu yıl da şıir.
kısa metrajlı fîlm, kısa metrajlı film senaryosu. uzun metrajlı
film öyküsü ve fotoğraf dallannda yine beşdalda verilecek olan
Anburnu Ödülleri'ne son başvuru günü 6 mart.
Ödüle şiir dalında 10 Nisan 1993 tarihinden sonra yayımla-
nan kitaplarla, kısa metrajlı film dalında 30 dakikadan uzun
olmayacak filmlerle, kısa metrajlı film senaryosu dalında 25,
uzun metrajlı film öyküsü dalında 5 daktilo sayfasmı geçmeye-
cek senaryo ve öykülerle, fotoğraf dalında 18X24 cm. ölçüle-
rinden küçük olmayacak sıyah-beyaz baskı çalışmalarla baş-
vuruda bulunulabilecek.
Sonuçlan 11 Nisan 1994 günü açıklanacak olan Anburnu
Ödülleri'ne kaülmak isteyenlerin, yapıtlannı bir fotoğraf ve
kısa özgecmişleriyle birlikte 7 nüsha olarak 6 Mart 1994 günü-
ne kadar "Anburnu Ödüllen. Ahududu Sokak, No: 27 Daire:
7, Beyoğlu 80060 İstanbul" adresıne göndermeleri gerekiyor.
(249 75 91)