Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 ARALIK 1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
CUNDEMDEKI KONU GAZETE
ONATKUTLAR
Mustafa Göçmen anlatmıştı.
Bir akşarnüstü Hüseyin Baş'labirlik-
te, Hüseyin'in otuz yıldır bıkmadan
giydiği cepfi, uzun mavi gömleklerden
bir yenisi için kumaş almak iizere bir
Beyoğlu mağazasına gitmişler. Tıpkı
artık çok yaşlanmış olan Rum gömlek
terzisi gibi, mağaza da otuz yıldır ay-
nıymış. Hüseyin büyük bir rahatlıkla
tezgâha doğru ilerlemiş, ama bakmış ki
tezgâhtar değişmiş. Bir baska, tanıma-
dığı yaşlı tezgâhtar. Adama kumaşı ta-
rif etmiş. Tezgâhtar, işbilir bir gülüm-
seme ile şöyle bir davranmış raflara
doğru. "Beyefendi''demiş. "müsaade
ederseniz size şunu da bir göstereyim:
Çok güzel kumaştır,yeni gekü.." Ve raf-
tan aldığı topu tezgâh üstüne tak tak, us-
taca açnıış.
"Hayır!" demiş Hüseyin, oldukça so-
ğuk bir tonla. "Ben o söylediğim mavi
kumaşı istiyorum!»" Tezgâhtar göste-
rişçi ve işgüzar, ille bir şey yapacak.
"Hay hay Beyefendi. Ondan verebili-
rim. Ama siz beni dinleyin, bir de~" Ge-
ne uzanmış raflara, bir başka top çıka-
np tezgâha sermiş. "_şu kumaşa bakın.
Bakın bakın. YenL Tuşesi de çok güzeL
Yumuşak. Ürü tutar. Buruşmaz™" Hü-
seyin kızmış. "Yahu" demış. "Nebiçim
tezgâhtarsın? Ben ne istiyorsam onu
ver_"
Çok şaşırmış adam. Biraz da alınmış
bir tavırla "Yapmayın Beyefendi" de-
miş u
Ben otuz yılhk tezgâhtanm, işimi
biBrim."
"Hayır efendim!" diye gürlemiş Hü-
seyin, u
Ben de bilirim-." Tezgâhtar, bir
an şöyle duraklayarak bakmış müşten-
ye. Acaba o da mj tezgâhtar diye. Ama
Hüseyin tamamlamış cümlesini:
"Çünkü ben de otuz yıldır gömlek gi-
yiyorum™''
•
Mesleğim gazetecilik değ'ıl. Çünkü
bu alan üzerine ciddi kitaplar yazmış
Phiüppe Gailiard'a göre gazetecilik,
"Maaşu veya sayfa başına ödemelL ha-
bercilikte bir işle\i olan, >ani. süreli bir
vazılı basında. görsel, işifeel bir iletişim
aracında ve>a bir ajansta haber peşin-
de koşan veya haberi bir biçüne sokan
insanlann" mesleğıdir.
Politikacılar, bilim adamIan, yazar-
lar, her çeşit uzman. şu ya da bu oran-
da düzenli olarak gazetelerde yazılar
yazarlar, ama onlar gazeteci sayılmaz-
lar, diyor Gaillard.
Ben de anlaşıian Cumhuriyet'te dü-
zenli olarak yazıyorolsam bıle pek ga-
zeteci sayılmam.
Ama ben de kırk yıllık gazete okuru-
yum.
Geçenlerde şöyle birdüşündüm. Ga-
zete başlıklannı hecelemeye, babamın
yüreklendirmesiyle, ilkokulun ilk sını-
fında başladım. Ama asıl. en az otuz
vıtöır ortalama beş gazeteye göz atma-
aari'güne bâşlamıyorum.
Gazetelerden, gittikçe hafifleyerek
yayılan o uçan ve güzel kâğıt-mürek-
kep kanşımı koku, tıpkı kahve kokusu
gibi güne başlamanın en olağanüstü ha-
Gunlenn Kopuğubercisidir bence.
Hani yepyeni bir kentte. çok katlı bir
otelin rahat ama kuytu bir odasında
gözlerinizi açmışsınızdır. Şöyle bir kal-
kar, penceredeki ağır perdeleri çeker.
camlan ardına kadar açarsınız. Hem bol
oksijenli (aman tannm!) ve güneşli bir
hava dolar içeriye, hem de kuşbakışı
koca kenti görürsünüz.
Benim için gazete, sabahlan, işte öy-
le açılan bir penceredir.
Fransız ve dünyabasını için daha önem-
li bir yıldönümügelipçattı. Kimigaze-
teciler için meslekte ciddiyetin ve say-
gınlığın simgesi, ünlü Le Monde'un el-
linci kuruluş yılı.
Bu kutlamadan akılda kalan slogan
iseşuydu: u
Basını yenidenkatetmek!'"
Le Monde yöneticileri, sıradan bir
kutlama yerine anlamlı bir kolokyum
düzenlemeyi tercih etmişlerdi. Ve bu
toplantının adını da Balzac'ın ironi ile
çoğu kezçe>Temizde bize karşı biraz aa-
mayla doîu bir sempati uyandınr. Çev-
remizdekiler arasında kİmileri, ya bu
yaşa vaklaşoklan için ya da bir gün mut-
İaka geiecekleri bu yaşa hazırlanmak
için tehlikeyi kavrar görünürler... Bu
kririk \ıldönümünü iki biçimde karşıla-
yabüirsiniz. Ya hâlâ genç olduğunuzu
göstermeye, kınşıklan gizlemeye çab-
şırsınjz ya da açıklığı seçersiniz. LeMon-
de, ikincisini seçti..."
Bu yüzden bazen camlan kirlense de,
dışardan karanlık, kirli bir hava dolsada
içeriye, kızar. söylenirim. ama gazete-
lerimden vazgeçmem.
Çünkü ben iyi bir gazete okuruyum.
Her gazeteyi kendi kimliğine göre
okururr..
Çünkü gazetelerde insan yüzleri gi-
bidir. Gerçeğe ulaşabilmek için o yüzü
iyi okumayı bilmek gerekir.
•
Yazılanmdan birinde, Fransız LeNo-
uvel Obsvervateur dergisinin otuzunçu
yılı nedeniyîe yapftğ^ özel^sayidan sÖ2
açmıştım. O kutlama sayısından aklı-
mizda kalan söz şuydu: "Kendine bağ-
h kalarak değişebilmek."
O yıldönümünün hemen ardından
dolubırsözündenalmışlardı. "Sönmüş
Hayaller'ın bir yerinde basınla şöyle
dalga geçiyordu ünlü yazar: "Eğer ba-
sın olmasa>dı, onu yeniden kat etmek
gerekmezdi™"
Değişen dünyamızda, yenı birbinyı-
lın eşiğinde. yazılı basının varlığını ve
geleceğinı sorgulamak gereksinimini
duyan Le Monde yöneticilen bu konu-
da oldukça cesur davranmışlardı.
Savaş ve işgal yıllannın karanlığı
içinde gözüpek bir avuç gazeteci tara-
fi#4^ı,:<S, Aralık I944'te kurulan Le
Monde'un 8 Aralık 1994 tarihli sayısın-
da Philippe Boggie imzalı yazı şöyle
başlıyordu:
"F.lli yaşında olduğunu itiraf etmek.
hele bir de bunu kutlama\a kalkmak
Ne yaptı Le Monde?
Hiç kuşkusuz, kendine en çok yakı-
şanı.
6 Aralık l994günüParis'teikibinki-
şinin katıldığı, UNESCO Genel Müdü-
rü Federico Mayor tarafindan açılan bir
kolokyum düzenledi. Kendi yaşam ne-
denlerini sorguladı.
Gerçekle korkmadan yüzleşti. "Pre*-
se parisienne de qualite" yanı Paris'ın
kaliteli basınından günümüze ne kaldı-
ğinı sorguladı. Birçokyönden kaygı ve-
rici gelişmeleri gözden geçirdi. Gelece-
ğe baktı. . ~~ -
Göstergelerden çoğu hiç kuşkusuz
ürkütücü. Boggio'nun anlattığına göre
1945 yılında Fransa'da ulusal ya da ye-
rel, 179 günlük gazete yayımlanıyor-
muş. Bu rakam 1994'te 76'ya düşmüş.
1946 yılında 15 milyon olan toplam ti-
raj ise bugün 9'un aitında.
Öbür yandan UNESCO Genel Mü-
dürü'nün ya da Cerard Thery'nin de-
ğindikleri gibi "Bilgisayar Otoyolla-
n"nın, görsel ilettşimin, interactivi-
te'nin inanılmaz teknolojik gelişmele-
ri, yazılı basının önünde bir duvar gibi
yükseliyor ve kapatıyor gelecegi.
" Bütün bunlar basının gcleceğinin eü-
tizmde olduğu anlamına mı geünekte-
dir?"
Bu soruyu soruyordu birkaç yıl önce
gene ünlü bir gazeteci: Jean LouisSer-
van Schreiber. Sonra da "Evefdiyordu.
"Çünkü rirajlar düşüyor. mali>etler
artıyor. Gazete okuriarının kalitesi yük-
seliyor. Reklam \erenler bile kitle gaze-
telerine değil, kadrolara hitap edenlere
yöneüyorlar.-*'
Okıirlar.
Evet, Le Monde'un toplantısındaki
bütün o karanlık öngörülerin karşısına
koyabileceğimiz tek ışıklı varlık onlar.
Okurlar. Yani ben de biraz üstüme alı-
nıyorum: Bizler.
Diyordu ki Federico Mayor:
"Medyanın özgürliiğü olmadan, söz
ya dagörünrih k düşüncenin serbestdo-
laşımı olmadan demokrasi olamaz. Bu
ncdcnle ifade özgürlüğünü engelle>en
en küçiik pürüz demokrashi zedeler.
Ancak özgüıiüğün araçlan >oksa. ba-
ğımsız bir basından da söz edemeyiz.
Benceen önemlisi hilîn^li \c bilgili okur-
lardır. Onlar olmadan ne özgür \e etki-
ü bir basın > ar olabilir ne de gerçek bir
demokrasi. Demokrasinin güvencesibi-
linçli ve sorumiuluk sahibi yurttaşiar-
dın_"
Bir okur olarak gurur duyuyorum bu
sözlerden.
•
Ama acaba yeterince haklı mıyım?
Haklı mıyız?
Bugün, bu sabah onu düşündüm.
Türkiye'de de basının, medyanın kendi
sorunlan ile ugraşmaktan bitkin düştü-
ğü. gazetelerin, TV'lerin. gazetecilerin
birbiriyle cebelleştiği, yeni gazetelerin
doğum sancıları çektıği. doğduğu şu
günlerde biz okurlar ne yapıyoruz?
Neyi arıyoruz gazetede?
Bizi acıtsa, kanatsa, karamsarlığa yö-
neltsebile "gerçeğj" mi, yoksabizi avu-
tacak rehavete salacak ya da "mış gibi-
lerimiz"ı okşalayacak yumuşak bir kâ-
ğıt mendil mi?
Hani o ne bebek kakasını, ne kanı, ne
de alm terini hiç göstermeyen şık. gü-
venli ve zararsız. hijyenik kâğıtlardan
birini mi?
Sahi, bizim gerçekten bir "opinion''.
bir "reference" gazetesine gereksınme-
miz var mı? Varsa o gazeteden, "dışgö-
rünüşü"nün dışında ne bekliyoruz?
Sevgili Cumhuriyef okurlarî!'§fetö--
rin, olağanuâtûı v<*la duygunuza ve
bilincınize güvenerek, sizler gibi bir
okur sıfatıyla soruyorum bu sorulan.
Çok faz'la tezgâhtann. tezgâh açtığı
şu günlerde.
Matbaacılığın beşik dönemi ürünleri müzayedede
Müzayedede satışa sunulacak olan tstanbul'un en eski gravür / haritalan.
Kültür Servisi - Librairie de Pera, pa-
zar günü Pera Palas'ta yeni bir antıka ki-
tap müzayedesi düzenliyor. Bu yıl
16'ncısı olan bu kitap müzayedesınde
son derece eskı. nadir ve ilgı çekicı bir-
çok kıtap ve görsel sanat eserlennden
oluşan bir koleksiyon kitapseverlerinin
beğenılerine sunuluyor.
Kataloğu oluşturan parçalar, Istanbul
ve Izmir gibi Türkıye'nin en büyük ve
eskı metropollennın tarihleri ve folklor-
lan, Anadohı arkeolojısi ve kültür tarı-
hi. Türk mimarisı ve dekoratif sanatla-
n, Osmanlı tarihı, Osmanlı Imparatorlu-
ğu \e Türkiye ile ilgili seyahatnameler
gibi ana başlıklarda toplanıyor. Bunla-
nn arasında 1500 ve 16001ü yıllardaba-
sılmış olan bazılan, eskilikleri dolayı-
sıyla özellikle dikkat çekiyor.
Aynca koleksiyonun bir kısmını ün-
lü oryantalist sanatçılann imzasını taşı-
yan bırçok nadir gravür, taşbaskılan, ha-
ritalar, fotoğraflar ve resimler oluşturu-
yor. Bunlar, kıtap meraklılannın olduğu
kadar görsel ve plastık sanatlarla ilgile-
nenlerin zevklerine de sesleniyor.
Müzayedenin en önemli parçalannı,
Osmanlı matbaacılığı ile ilgili iki ayn
'Incunabulum
1
yani matbaacılığın be-
şık devri ürünlen oluşturuyor.
Osmanlı Imparatorluğu'nun ve aynı
zamanda dünyanın ılk matbaalannda
basılan bu kitaplar, uluslararası bibli-
yografya (kitap bilım) terminolojisi ile
'edinon rarissima' yani 'son derece na-
dir' olarak tanımlanıyor ve biiinen bazı
ömekleri ancak dünyaca ünlü koleksı-
yonlarda bulunuyor.
Bunlardan birincısı Osmanlı lmpara-
torluğu'nda ve bütün Islam dünyasında
Arap harfleriyle ve Türkçe basılan ilk ki-
tap olan Van Kulu Lugaü. Van Kulu Lu-
gatı. 1729 yılında Ibrahim Müteferrika
Matbaası'nda basıimış ilk kitaplar olma
özelliğini taşıyor.
Ikincisi ise 1560 yılında, yani günü-
müzden tam 435 yıl önce Istanbul'da,
Musevılerin kurmuş olduğu Osmanlı
Imparatorluğu'nun ılk matbaalanndan
birinde lbranı harfleriyle basıimış bir ki-
tap olan Tolaat Yaakov.
Müzayedenin en eskı parçası ise
Hartmann Scbedei'in Chrooka adlı at-
lasından çıkmış olan lstanbul ve Iznik
haritalan. Bu haritalar günümüzden 500
yıl öncesinin yani 1493 tanhini taşıyor
ve lstanbul haritalannın dünyadaki ilk
matbaa örneğini oluşturuyor.
Diğer bir ilginç kitap ise Nicolasde Ni-
colay'ın Osmanlı topraklarında yaptığı
bir seyahatın notlanndan ve resımlerın-
den oluşuyor. 1576 tanhını taşıyan bu
kitabın içindeki çok sayıdakı kıyafet re-
simleri. 16. yüzyılda Osmanlı tmpara-
torluğu'nda yaşayan çeşitli meslekler,
uluslar ve ınsan tıpleri hakkında dünya-
da yayımlanmış olan ılk kıyafet albüm-
lerinden birı olarak kabul edilıyor. Par-
şömen den üzerine yazılmış bir Röne-
sans dönemi yazması yaprağmdan ya-
pılmış cildi ile de benzerlerinden aynlı-
yor.
Imgelemle süslenen öykülerden oluşan söylenceKültür Servisi - Söylenceler, biyografi
yazarlan için ele alınması zor konulardır.
Antoine de Saint-Exupery, yetişkı.n yaşa-
mının büyük bir bölümünde kendini bir
söylenceye dönüştürmeye çalıştı. Sayısız
cafe masasında ya da sınırlı zamanlar için-
de yapılan teîefon konuşmalarında uçuş
günlerini, zorunlu inişleri. göze aldığı risk-
len art arda anlatarak dostlannı serseme
çevırirdi.
Sürekli anlatılan bu öyküler, sık sık par-
latılan mücevherler gibi göz almaya başla-
dılar. Herkesin söylediğine göre Saint-Exu-
pery büyük bir anlatıcıydı. Libya çöllerin-
de 1936 yılında geçırdiği o ünlü kazayı an-
lattığında kendisini dinleyenler, bulunduk-
lan odada ısının arttığına ve içlerinden bi-
rinın ayak uçlarına basarak gıdıp pencere-
yi açtığına yemin ediyorlar.
Biraz Asteriks biraz da Tenten
Kendisi için yarattığı söylence hiç de ol-
gunlaşmamıştı; biraz Asteriks biraz da Ten-
ten kanşımıydı. Ancak yazarhğı ıçın aynı
şeyı söylemek mümkün değil. Oziü söz us-
tası olan Saint-Exupery'nm yapıtlannda bir
tek söz, kınlgan bir makınedekı bir kum ta-
nesı gibi her şeyi berbat edebılır.
Saint-Exupery'nin biyografısı, son ola-
rak Stacy Schiff tarafindan kaleme alındı.
Aynntılann üstünde fazlasıyla durduğu ve
monoton biranlatım tutturduğu gerekçesiy-
le kitabı pek başanlı bulunmayan Schiff,
Saint-Exupery'nin, güzel geçen çocukluğu
nedenıyle büyümeyi reddettiğini düşünü-
yor.
Aristokrat bir aileden gelen Saint-Exu-
pery'nin büyükanne ve büyükbabasının Sa-
int Tropez yakınlannda, tropik bir ormanı
içine alan bir şatolan vardı. Lyon dışında-
ki bir başka şato, Antoine ve kardeşlerinın
gizli oyunlanna boyun eğıyor, onlar için bir
saklanma yen olma özelliği taşıyordu. Kor-
kunç derecede şımank olduklan konusun-
da herkes aynı fikırdeydi. Gerçekte taptık-
ları yetenekli annelennin onları bağnna
basmasındandı bu.
Uçmak, 'kutsal bir misyon'
Annesinın çocuğu oiarak kalmak isteyen
bu utangaç ve soylu genç adam. hemen her
şeyde başansızdı. 1922 yılında askerliğinı
yaparken uçmayı öğrenmesi. kurtuluşu ol-
du.
Uçmayı yenı yeni öğrendığı günlerde pi-
lotlar, tapmılacak insanlardı onun ıçın. Uç-
mayı 'kutsal bir misyon' olarak gören Sa-
int-Exupery. Batı Afrika'ya uçuşlar ger-
çekleşrıren bir şırket olan Aeropostale'dan
içeri girdığinde kendini manastıra ginyor
gibi hissetmişti.
Dört yaşındayken babasını, on yedisin-
de de çok sevdiği ağabeyinı yıtiren Anto-
ine'a Aeropostale, acısını bir ölçûde unut-
turdu. Uygarlıktan uzakta, yıldızlann aitın-
da kamp yaparken ve 'gezegenin çıplak ka-
buğunu' ayaklannın aitında hıssederken
çok mutluydu.
Bu eğlencelerde kadınlara yer yoktu. Sa-
int-Exupery onları düşünmeyi yeğlerdi.
Daha sonra evlendiği ConsuetoGomezCa-
rülo hiçbir şeyden memnun olmayan bir
kadındı. Ama eşi gibi çocuksu ve roman-
tikti. Genç birkızken El SaKador'daherta-
rafina bal süren Consuelo, bedenini saran
kelebekler bir giysi oluşturana dek tarlalar-
da çıplak dolaşırdı. Saint-Exupery dışında
Antoine de Saint-
Exupery, yetişkin
yaşamının büyük bir
bölümünde kendini bir
söylenceye
dönüştürmeye çalıştı.
Herkesin söylediğine
göre büyük bir
anlatıcıydı.
Biyografisini yazan
Stacy Schiff, yazann
güzel geçen çocukluğu
nedeniyle büyümeyi
reddettiğini düşünüyor.
herkesin önceden sezinlediği gibi Consu-
elo, eşine ihanet etti. Neyse ki Antoine ka-
dınlann fazlasıyla ılgisini çekiyordu. Bir
dızi metres bularak düş kınklığını giderme-
ye çalıştı.
Düşmanlan, kitaplanndaki liderleri, fa-
şizmin hortlamasıyia bağdaştınrken bu ya-
pıtlar Fransız yazınının Naziler tarafindan
yasaklanmayan ömeklen arasında yer aldı.
Ateşli bir vatanseverdi
tspanyol ıç savaşı sırasında araştırma
yapmak üzere Madrid'de bulunuyordu. Ta-
raf tutmaktan kaçınarak Franco'nun asker-
lerinin ve karşıtlannın aynı ölçüde cesur
olduğunu rapor ettı. Politik partilerle değil,
yalnızca insanlarla ilgileniyordu. Ateşli bir
vatanseverdi. Paris'in düşmesi. sanki kişı-
sel olarak onu küçük düşürmüştü. Kendi-
sine bakanhk görevi vermek isteyen Vichv
hükümetınden pek hoşlanmıyordu. Ancaî
De Gaulle'e de düşmandı ve bu düşmanlık,
yazann giderek artan bir yalıtlanma içinde
etkisini yitirmesine neden oldu.
New York'ta geçirdiği ve çok fazla içti-
ği iki yıl içinde çok satan kitabı 'Küçiik
Prens'i yazdı. O zamanki metresine 'Bana
acınmasına ve avutuunaya gereksininı du-
yuyorum" demiştı. Daha sonra savaşta Al-
manya'yı yenme şansı ortaya çıkınca Ku-
zey Afrika'daki filosuna katıldı. Buradaki
yeni Amerikan uçaklan onun için fazla ge-
lişmişti.
31 Temmuz 1944'te Güney Fransa'dan
havalanan Saınt-Exupery'yi bir daha gö-
ren olmadı. Bu olaydan birkaç ay önce
Amerikalı komutan Albay Leon Gray'e
Fransa ıçın ölmek istediğini soylemişti.
Gray de bunu kendi uçaklanndan biriyle
yapmadığı sürece hıçbır itirazının olmadı-
gını bildirmışti. Aralannda geçen bu ko-
n ışma. gerçeklıkle çarpışan bir söylen-
cenın acı veren halkalanndan bınydi. Antoine dt Saint-E\uper>
PENALTI
MEMET BAYDUR
Bir Dialog
- On dokuzuncu yüzyılda Paris tiyatrolannda oynanan
oyunların tümü kaç tane biliyor musun? Sekiz bin. Sekiz
bin oyun oynanmış yüzyılda. Bu sekiz bin oyun içinden ay-
nı sahnelerde yirminci yüzyılda oynanan oyun sayısı ne ka-
dar peki? Biraz cömertçe davranırsak kırk kadar! Bir yüz-
yıldan diğerine sekiz bin oyundan kırk tanesi ulaşabilmiş
sağ salim.
- Hangi oyunlarmış bunlar?
- Kamelyalı Kadın, Cyrano de Bergerac, Kral Übü, bir-
kaç tane Victor Hugo, bir iki Musset oyunu. Labiche'in
on on beş komedisi. Goethe'den ibsen'e kadar bazı "ya-
bancı" oyunlar. Haydi iyice cömert davranalım, diyelim
kırk değil seksen oyun geçmiş olsun on dokuzuncu yüz-
yıldan bu tarafa.
- Yüz oyundan biri! Sekiz binde seksen! Yirminci yüzyı-
lın yaşadığımız her yılı için bir oyun bile düşmüyor. Üzü-
cü bir durum.
- Evet. Kim için üzücü?
- Oyun yazarlan için elbet.
- Aynı acımasız istatistik gerçek kırıntısı, yirminci yüzyıl
oyun yazarlarını da bekliyor mu sence?
- öylegibi. On dokuzuncu yüzyılda, dramatik yapıtlann
hayatınt yapay olarak uzatan, yüzeyselliği suni teneffüsle
hayatta tutan televizyon kanallan yoktu tabii. Buna rağ-
men şimdilerde herkesin seyrettiği televizyon dizilerini,
elliyıl sonra hiç kimselerin seyretmeyeceğini söyleyebili-
riz rahatlıkla!
- Bir de yirminci yüzyıl sanatı olan sinema var...
- Filmler de, eski filmler demek istiyorum, unutulacak,
yitip gidecekler. Daha şimdiden sinemanın ilkytllannın ba-
şeserlerınden habersiz iki kuşak yetişti. Filmler de yok olu-
yor hızla. Yakında büyükbabalanmızın sevdiği bir fılm di-
ye bir iki tanesini gösterecekler yılda bir kez!
- Abartıyorsun.
- Belki ama, asıl düşûndüğüm şey bu değil nasılsa.
- Nedir 'asıl' düşündüğün peki? Bir oyun yazarı olarak?!
- Gelecek için, kalıcı olmak için çalışmıyoruz artık.
- Ne için yazıyorsun öyleyse?
- Unutulmak için. Yüzyılöncesinin en ünlü yazarian kim-
di biliyor musun?
- Bılmiyorum. Bu cins gereksiz bilgileri sana bırakınm
hep, bilirsin.
- Paul Hervieu ile Georges de Portoriche. Tiyatro ta-
rihçilen bile anımsamıyor artık isimlerini. Bizi de kimse
anımsamayacak. Yenilehgelecek ve yerimize geçecekler.
Kendi sıralan gelince silinip gitmek için. Üstelik bu unu-
tuluşun hızı da artıyor giderek.
- Bellek kayıtlannın silinme hızı arttı demek. Belki zama-
nın hızı da artmıştır. Eskisinden daha hızlı geçiyordur bel-
ki zaman. Unutuluşun da daha hızlı olması doğaldır o za-
man. Ama anlamadığım bir şey var, unutulmak için yazı-
yorum dedin ya demin, onu pek iyi anlayamadım işte.
- Unutulacağımı bilerek yazıyorum demek istedim.
- Gelecek ıçın, kalıcı olmak için yazanları sevmem ben.
Üstelik, ben kalıcı olacağım, hep anımsanacağım diye ya-
zı yazılır mı? Yazanlar vardır muhakkak, ama onlara da,
yazdıklanna da kuşkuyla bakmışımdır hep. Yalnızca ken-
disiyle yanşan yazarlan severim ben. Ünmüş, şöhretmiş
umursamayan, işinden ve işi çevresinde kurulu haz öğe-
sinden başka bir şeyi önemsemeden anlamaya ve yarar-
lı olmaya çalışan yazarlan...
- Yazmaktan ve yazı çevresinde kurulu haz öğesinden
başka t>ir $&yPöbem&emeyecekse yazar.. nasıl yarariı ola-
bHir? * * , . ; • . •$?
- Buna hep başkalan karar vermiştir. Yazının icadından
günümüze kadar. Yazarlar değil.
- Belki haklısın. Ama yirminci yüzyılı öbürlerinden ayı-
ran önemli bir aynntı var.
- Neymiş o?
- Görüntü yüzyılı bu. Kayıtlar, arşivler hatta tarih bile ar-
tıkgörüntüden ibaret. 1988 'de kurulan Paris Vıdeoteki'yle
başladı işler. Artık her ülke, her kurum, herşirket kendi gör-
sel arşivini kurabilir. Beş on yıl sonra, video arşivlehne
başvurmadan yirminci yüzyıl tanhini öğretmek mümkün
olmayacak. Neden biliyor musun? Bütünüyle filme çekil-
miş tek yüzyıl: Yirminci yüzyıl. Şimdilik. Amatörter, gaze-
teciler, savaş muhabirleri, casuslar, herkes görsel olarak
kayda geçirdi yirminci yüzyılı. Siyasal nutuklar, istila, sığın-
ma, keşifgezileri, savaşlar, ünlü kişilerin olup bitenleriyo-
rumlamalan.. hepsi görsel olarak kayda geçti. Uçsuz bu-
caksız ve karmakarışık bir görsel-bellek yığını duruyor
önümüzde. Nasıl düzenleyip, yaraıiı şekie getirip birde üs-
tüne üstlük yorumlayacağız önümüzdeki bu görsel-bellek
yığınını?
- Olumlu hiçbir tarafı yok mu bu yığın dediğin görüntü
yağmurunun?
- Ben kendi halınde biryazarım. Bu yığının içinde Franz
Kafka'n/n ya da Marcel Proust'un üç dakikalık birgörün-
tüsü bile yok! Kimse akıl etmemiş onları bu görsel-belle-
ğin kaydına geçirmeyi. Aynca yanm saatlik birKafka filmi
ya da on beş dakikalık bir Proust filmi olsaydı ne işe ya-
rayacaktı? Yazınsal röntgenciliğin mi? Edebiyatla ilgili bir
televizyon programının mı?
- Dönüp dolaşıp 'yarai'' sözcüğüne takılıyoruz.
- Bu görüntüler, o yazahann yapıtlannı daha iyi anlama-
mıza yarariı olur muydu? Mesele bu.
- Olmazdı.
- Öyleyse görsel-tarihin, televizyonun, medyanın; büyük
bir sahtekârlığın bezirganı olduğunu söyleyebiliriz. Jean
Claude Carriere'nin birkitabını okudum geçenlerde. Bu
konu üstüne çok ilginç, yeni tezler ileri sürüyor.
- Filmin Gizli Dili adlı kitap değil mi?
- Sen de mi okudun?
- Yok. Ben okumadım. Oyun yazan bir dostum var. O ,
okumuş, anlattı. Aynca kitapta adı geçen filmlerin listesi-'
ni çıkarmış. Haftaya onlan seyredeceğiz.
- Hangi sinemada oynuyor o filmler?
- Hiçbir sinemada oynamıyorlar. Videoda seyredeceğiz.
Cemal Reşit Rey Konser
Salonu'nun özerkliği için
imza kampanyası (23)
Zeliha Berksoy, Filiz Oflu-
oğlu, Mengü Ertel, Salih Acar,
Cengiz Bektaş. Alpay Kabaca-
lı, İrfan Korkmazlar. Nur Yıl-
dınm, Sezen Özak. Esen Özak,
Gülgün Mandıralıoğiu, Ayşan
Özügül, Nilüfer B.Baran. Aytül
Çer, Engin Baran. Ümmühan
Duran. Aslan Kanık, Mürüvvet
Özsöyler, Funda Şenay, Nilay
Kaçar. Şehnaz Bal, Ertaç Bal,
İhsan Büyük, Şafak Özel, Ay-
sun Gürses. Piraye Yüksel Al-
tuner. Aslı Şerefli, Ela Sevinç,
H.LeventAyhan, Münir Subaşı,
Kerim Subaşı, Aşkın Yaşar, Ali
Rıza Dizdar, Elif Soyer, Serap
Demirağ, Görkem Gönül. Zey-
nep Aslav. Merve Sengel, tbra-
him Muslu. Filiz Özdemir. Ay-
lin .\ğırman. Inci Bilgin, O>a
Bilgin. Mehmet Balta. Özlem
Küçükşahin. Sadiye Bayraklı-
lar. Özlem Üliç, Nurdan Tay-
bars. Ayşegül Baran, Ulviye
Açıkalın, Saim Suyabakan,
zleynep Suyabakan, Lemi Say,
Fatma Dura, Kemal Şenlik, Pa-
kize Şenlik, Ahmet Dura, Sü-
heyla Dura, Zeynep Dura, Asi-
ye Ercan, Kemal Ercan. Ney-
lan Ercan, İsmet Aksöz, Gülbin
Hamzaoğlu, Taner Hamzaoğtu,
Necdet Aksöz. Ayten Aksöz,
Emine Koray, Nuriye Apayduı,
Hayri Bayraktaroğlu, Fevziye
Bayraktaroğlu. Müjgan Bay-
raktaroğlu. Müjgan Bayrakta-
roğlu, Leman Taner, Beyhan Ta-
ner, Gülden Çağlı, Hikmet
Çağu, Güzin Say, Suat Say, Fu-
at Koray. Haldun Dörter, Nihal
Dörter, Meltem Koray, Emel
Ozar, Turhan Koray.
SÜRECEK