25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18ARALIK1994PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Dergiler arası savaşta 'Der Spiegel' rakipsiz 'Der Spiegel', Almanca *ay- na' demek. Mozambik'ten Yeni Zelanda'ya kadar, tabii bu ara- . da Türkıye'de hiç Almanca bil- meyenler bu kelimeye aşina. Değil mi ki gazetelerimiz bütün yabancı basında Türkiye'yle il- gili en küçük (ve genelükle övü- cü) haberi alıp hemen çevirerek birinci sayfadan basarlar. Türk okuru da böylece her gün 'Der Spiegel: Akdeniz'in en temiz sahillen Side'de' yada 'The In- dependent: Türk ekonomisi iyi- ye gidıyor' gibi incileri okuma firsatını elde etmiş olurlar. Der Spiegel, Almanya'da ger- çekten başlıbaşına bir kurum- dur. Ikınci Dünya Savaşı'ndan sonra Rudolf Augstein adında- ki genç bir gazetecinin işgal kuvvetlennden aldığı ruhsatla yayımlamaya başladığı haflalık haber gazetesi, şimdiye kadar hala saygınlığını koruyor. Ne yayın yönetmeni değişti ne de sahibi. Öyle ki Spiegel okurlan derginin son derece ukala bir dille kaleme alınmış, imzasız ve gayet sübjektif yazılannı oku- maya nerdeyse müpteladır Tıra- jı kimi zaman bir milyonu da ge- çen dergi, okurlannın dünyanın neresine gıderlerse gıtsinler ar- kalanndan abonmanla postalat- tıklan vazgeçilmezbirşeydirar- tık. Neredeyse her gûn yeni bir gazeteyle derginin 'yayın haya- tina atıldiği' Türkiye gibi ülke- lerde gazete patronlan böyle bir kurumun ancak hayalini kura- bilirler. Çünkü bizde ne böyle birdergiye müptela olacak oİcur vardır ne de onu yayımlatacak patron. Son bir yıl içınde Alman- ya'nın belhbaşlı yayın tröstleri, Der Spiegel'in haftalık haber dergisi pazanndaki tartışmasız konumunu sarsmak ve okur ıle reklam pazanndan pay kapmak BERLIN DtLEK ZAPTÇIOĞLU için kafa yordular. Basında ça- lışan herkesin günün birinde an- ladığı gerçek, yanı gazete ve dergilenn aslında reklam bas- mak ve para kazanmak içın çı- kartıldığı ve bu arada hevesli birtakım yazar-çizer-muhabir avanesinın reklamlardan boş ka- lan yerleri doldurmak için ömür tükettiği gerçeği, patronlann başlıca motivasyonuydu. Böylece Almanya'da önce 'Focus'çıktı. Derginin tasanmı, Spıegel'den çok farklıydı. Ya- yıncısı şöyle dıyordu: "lnsanlar artık siyah-beyaz sayfalarda uzun ve ciddi haber-yorum ya- zılan okumak istemiyor. Buna vakitleri de yok. Biz renkli, fe- rah, kolay okunabilir, bol grafik ve resimle sûslü bir haber der- gisi hazırladık. Focus'un haberleri öyle ha- zırlanmıştı ki, aslında yazısını okumaya hiç gerek kalmıyordu. Haberin başlığı, büyük ara spot- lar, resim altı yazılan, grafikler ve renkli kutular, size haberin içeriğini iki dakikada anlattyor. Böylece sayfayı açtıgımzda şu tip bir manzarayla karşılaşıyor- sunuz: 'Tehlikeli Suskunluk- Doktor beş hastasının şaibeli ölümünü örtbas etmeye çalıştı' (Doktorun bunda başansız kal- dığı, haberin yayımlanmasından anlasılıyor). Sayfanın üstünde: 'Skandallar Hastanesi' başlığı ve hastanenin fotoğrafı. Resmin altında: 'Hamburg'daki hastane- de beş hasta öldü.' Yan tarafta: 'Başhekım, hastalar zaten öle- cekti dedi' ve adamın resmi. Solda Hamburg'da 1982'den be- ri şaibeli ölümlerle giden hasta- lann kısa bir listesi. Sayfanın al- tında: 'Olayı aydınlatanlar' baş- lığı altında iki resim ve konu hakkındaki birer cümlelik yo- rumlan. lşte Focus bu yöntemle hiç de başansızolmadı ve 'Spıegel'den epey okur çalarak hem reklam pastasından payını aldı hem de satışını beş yûz bin gıbı bir ra- kama oturttu.Arkasından 'Tan- go' geldi. O da Focus'un biraz daha hafifletilmişi, biraz daha magazinı oldu. Tango'culann yaklaşımı ise iyıce yeniydi: " Yazüı basın zaten ölüyor, biz te- levizyon seyretmeye ahsmış ke- simlere hitap ediyoruz"" dıyen dergiciler, televizyonun kağıda basılmış halmı yayımlamaya başladılar: Daha da çok resim, daha da kısa yazılar, daha çok seks, bol reklam. Ve Tango şim- di sıralamada üçüncü. Ne Focus ne de Tango, rakip- leri Spiegel'in saygınlığına ula- şamadı. Çalakalem yazılmış ya- zılanyla, doğruluğu su götüren 'flaş' haberleriyle yan-bulvar dergiler olarak varlıklannı sür- dürüyorlar Focus'ta ya da Tan- go'da yazdı diye hiçbir haber ül- kede bomba etkisi yapmıyor. Hiçbir haber, Spiegel'inkiler gi- bi bakanlann ıstifasına, koalis- yoniann çökmesine neden ol- muyor. Kıssadan hısseler: 1. llandan arta kalan yerler, peka- la nıtelikli ve etkili yazılarla dol- durulabilir. 2. Bu yazılan oku- mak isteyen insanlar haJa vardı. 3. Lotaryasız da gazete ve dergi satılabilir. 4. Reform bazen dev- rimden daha iyıdir. 5. Bütün bunlar, geleceğe biraz daha az karamsar bakmamızı sağ- layabilır. Biri beni şu Noel kabusundan uyandırsın24 çentikli mum yandı, kah- rolasıcası telaş başladı. Mum son çentiğe ininceye kadar telaş devam edecek, mumla birlıkte cepler, ahlâki normlar ve sınir- ler de enyecek. Danimarka'da aralık ayının kaderi bu. Televizyon haberlerinin san- şın spıkeri aralığın birinde 24 çentikli mumu yaktı, Noel'i baş- lattı. Mumhergünbirçenrikeri- yor, cepler her gûn bir çentik ha- fifliyor, ahlâki normlar her gûn bir çentik erezyona uğruyor, si- nirler her gün bir çentik gerili- yor. Bu iş, Isa'nın doğumunun ördekli bir yemekle Noel ağacı- nın etrafında kutlanacağı 24'ünün akşamına kadar böyle sûrüp gidecek. Mum yandı ya kapı aralığın- dan her gün "onu al,bunu al,yok şunu al" reklamlan kilolarla atılmaya başlandı, esnaf vitrini- ni yaldızladı, ama caddeler ışık- larla donandı. Anneme ne alaca- ğtm, babama ne alacağım, ço- cuklara ne alacağım, kanma ne alacağım, kocama ne alacağım, anneanneme ne alacağım, bü- > ükbabama ne alacağım, ona ne alacağım, buna ne alacağım te- laşı tüm Danimarka'yı sardı. Hediye hayhuyu içinde cinnet geçıren yaşlı kadınlarbirbirleri- ne ve önlerine gelene şemsiyey- le vurma psikozuna girdi. Mum yandı, Noel yemekle- riyle ahlâki norm erezyonu. SEUL norm erezyonuyla AIDS danış- ma bürosunun telefonlan çal- maya başladı. Kımlik belirtil- meden telefon edilen AIDS da- nışma bürolan. papazlann "gü- nah çıkarma" işlevini üstlendı. Telefon edenler, AIDS konu- sunda bilgi almaktan çok, Noel yemeği kaçamaklanndan bah- sedip vicdanlannı rahatlatma yanşına girdiler. Çünkü Noel yemeklerinin gelişimi gelenek- Ieri bozmadı. Alkol kanı ve akl- ı selimi sulandınnca cinsel dür- tüler uyandı, Noel kaçamaklan herzamanki düzeyine ulaştı. Er- tesi gün pişmanlıklan, vicdan azaplan ve "AIDSolurmuyunı" korkulan bu yıl da Noel yemek- lerinin vazgeçilmez takipçısi ol- du. Buna rağmen herkes "be- nimki yapmaz" psikolojisine girdi, savunma duvarlan oluş- turdu, ama kendisi yapmaktan geri kalmadı. Bu arada olanlar sinirlere ol- du. Vitrinlenn, kuşe kâğıda ba- sılı reklam broşürlennin ve ga- zete ilanlannın "Beni al, onu al, şunu al" baskısından, toplu iğ- ne almak için bile bir dükkâna girmenin karabasana dönüşme- sinden, şemsiyelerini ve çanta- lannı acımasızca kullanan yaşlı kadınlardan, dirsek temaslann- dan, Noel şarkılanndan, Noel eğlencelerinden gına geldi. Hayır, aslında haksızlık edı- yorum Noele ve ritüellerine. Karanlık kış aylannı psikolojik dengeyi kaybetmeden geçirebil- mek içın yaptığımız toplu birte- rapi bu Noel ritüelleri Karanlık ve yağışlı sabahlara kalkmanın anlamını (ya da anlamsızlığını) sorgulamamak için kendimize yarattığımız bir meşguliyet açıkçası. Çıplakdemir kadar so- ğuk aralık gecelerini mum işığı- nın ve alkolün sahte sıcakhğıy- la aldafıp, toplu tapınmanın eks- taz boyutunu yakalama çabası anlayacağınız. Ama yine de artık uyanmak istiyorum istiyorum bu korkunç reklamlı kâbustan. Hayır almayacağım, onu da al- mayacağım, bunu da almayaca- ğım. şunu da almayacağım, hiç- bir şey almayacağım, kuşe kâğı- da basılı reklamlara da bakrna- yacağım, Noelin karanfil koku- sunu duymamak için burnumu kapatacağim, yaldızlı vitrifıleri görmemek için gözlerimi yere indireceğim, Noel şarkılannı duymamak içın kulaklanmı tıkayacağım. Uyandınn beni bu Noel rüyasından.. •• • •• MUZIK DUNYASININ GİZLİ STARLARI!HİÇBİRİ ÜNLÜ DEĞİL AMA KASETLERİ YÜZ BİNLERCE SATIYOR... SANATTA GÖZ GÖRE GÖRE HIRSIZLIKLAR! SARILDIĞIMIZ TÜM KUTSAL DEĞERLER, HIZLA ÇAMURA BULANIYOR RECEP TAYYIP ERDOGANI KIMLER AĞLAni- REFAH'LI BAŞKANIN İTİRAFI ONBİNLERCE İSTİMLAK ZEDENİN DRAMI... DEVLETTEN PARAURINI BEKLEYEN İNSANLARIN İNANILMAZ ÖYKÜLERİ TÜRKİYE ESNAF DEVLEItNE DOĞRU GİOİYOR • SAĞUK DA BİLGISAYARA • SO1DA BLTÜNLEŞMEDE ERKEN HESAP • DEP DAVASINDAN SONRAKİ YENİ GELİŞMELER Herşeyin baş suçlusu 'bunlar'Türkıye'nin Avrupa ile bütün- leşmesini engellemek isteyen birtakım güçler\aımış. 'Bunlar' öyle bir zamanlama ustalığı ile DEP Davası'nın karannı tam da Essen Zırvesı öncesine denk ge- tırmişlerki, Türkiye Avrupa kar- şısında zınk diye kalıvermiş. 'Bunlar'ın ilk manfetı de de- ğilmiş bu son ışler. Daha nicele- ri varmış. 'Bunlar', Türkiye'nın Avrupa ile bütünleşmesini iste- meyenlermış. Büyük iş adamla- rı mı artık. kökü dışarda birta- kım 'mihraklar' mı, öyle bırile- ri. Ama 'kim' olduklan belli de- ğilmiş. Ah 'bunlar' ah! Başımıza ne gelıyorsa 'bunlar'dan. Oysa bı?, sütten çıkma ak kaşıgız. Her şe- yimiz mükemmel. Ama 'bun- lar'. hatta 'onlar' ve de 'şun- lar'bizi hep tersyüz edip tanıtı- yorlar. Aslında acaba 'onlar' karika- türistlerimız olmasın? Belki de! Çünkü bizı dışarda iyi tanıtsınlar diye profesyönellere para veri- yoruz, karikatüristlenmız iki cırt bir fırt iki çızgi çekip bızı kara- lıyorlar. Bir keresınde Bedn. Özal ıle Mitterrand'ı el sıkışırken çızmiş- tı. Özal'ın elbisesinin üstünde in- san haklan ihlallen, işkence, aç- hk grevleri, hayali ihracat, çarpık LONDRA EDİP EMİL ÖYMEN demokrasi, altyapı eksiklığı, nü- fus patlaması, eğitim sorunu ya- zıyordu. Özal, Mitterand'a şöy- le diyor- "Biz AvnjpalıjK!" Bir keresinde de Cumhuri- yet'de bir karikatür çıkmıştı. Av- rupa Tenis Klübü kapısınm önünden gen dönen bir Demirel. Ama taş devn adamı kılığında. Kulübün kapısında da tenis giy- sileri içinde bir frenk. Demirel ise hayvan postuna bürünmüş, elinde gürzü ıle kendı kendine söyleniyor: "Neyimizi beğenme- diİer anlamadım ki!" Evet, bızı Avrupaya kötüle- yenler aslında, karikatürcülerı- miz. 'Onlar' böyle tersyüz şey- ler çızmeselerdi Avrupalılarbızı böyle tanımazdı. Hele Cumhuriyet'dekiler! Ah, hele onlar. Bizi el güne rezil edi- yorlar. Oysa büyüklenmız ne kadar canla başla uğraşıyorlar bızı Av- rupa'da ıyı tanıtmak için. "Avru- pa'da milietvekiUerini hapse ko- yan tek ülkc biz miyiz"dıye sor- madı mı en yetkılımız geçenler- 'Karakollarda işkence yapma- dan nasıiifadeaiınacağı' hakkın- da yetkilılenmiz yüksek düzey- detoplantılaryapmadılarmı? Ve hatta, 'Yargı üzerindeetkimizol- saydı, DEP karannı, 19 aralıktan sonraya bıraktırırdık" bıle de- medıler mi? Yetkılilenmiz, Avrupa'nın gö- zünü boyamak. pardon bızi iyi tanıtmak için cllennden geleni yapıyorlar. Ama ah karikatürist- lenmız! Sallandıracaksın bırkaç tanesini bak bir daha yapıyorlar mı! Çılgın kalabalıktan uzakta j bi dünyanın en kalabalık ülkesi. Vaklaşık 6 miKarlık dünya nüfusunun 1 mU- yardan fazlasını Çinlikr otuşturu.vor. Bir başkâ de>işle. insanlar dümaya ho- mojen olarak dağılsa, sokakta rasdadığımız her 6 kişiden biri Çinli olurdu. Eh, bunca insan sınıriı bir toprak parçasına sıkışfjnlınca. işler daha da güçleşiyor. Pekin başta olmak üzere, çoğu büvük kentte aşın bir niifus voğunluğu >aşanı- yor. İ-jte bu yoğun kalabalıktan kaçmava çalışan bir Çinli kadın öğle tatilinde kendini parka atmı$, kısa bir süre için de oba sessizük içinde hu/ur bulma^a - çahşıvor. Eller üzerinde bir Rus askeriBen bir Rus askeriyim. Tüm askerler gibi benim görevim de öldürmeye hazır olmaktır. Tüm ordularda olduğu gibi bızde de emirdemıri keser. Komutanın bir sözüyle öldürûr ve ölürüz. Az kalmıştı askerlığimin bıt- mesıne. Kışla günlen bırer birer tükenmekteydi. Tükendikçe dı- şansını düşünmek daha bir heye- canlandınrdı beni. Gelecek gün- lerse eskısinden daha iyi olacak- ti bilıyordum. tşim hazırdı. Eşim de. Üniformayı çıkanr çıkarmaz üzerimden, damat kostümünü giymeyi düşlüyordum. Kışlanın soğuğu vepisliği içinde, kulakla- nmda bir melodıyi, gözlerimde onu canlandırmak en büyük key- fımdi. Ilkokuldan ben tanıdığım o saf bakış, rüzgarda dağılan al- tın saçlar, her zaman sımsıcak el- ler... Ne kadar az kalmıştı mutlu- luğa. O sabah daha erken uyandınl- dık. Komutanların gözlen ve ses- len daha bir acımasızlaşmıştı. . Hareket ettık. Kendı aramızda fı- sıldaşarak durumu değerlendır- meyeçalışıyorduk Amaçgövde göstensı mıydı' 1 Korkutmak mı istiyorduk yalnızca? Daha Çeçen Cumhuriyeti'ne girmeden ıyimserlığimızi yıtir- dık. Sınırlanndan geçtiğımız In- guşlarhuzursuzdu. Komutan, ba- kanın emnnı anımsattı. Dırenış olursa da hedef alacaklannı söy- ledi. Tartışma büyüdö. Kim ver- dı o emri bılmiyorum. Silah ses- leri duyuldu. Biz yolumuza de- vam ederken bazı tnguşlar kan içinde yerdeydıler. Kafkasya'da ılk kan dökülmüş- tü. Ve son kan da olmayacaktı herhalde bu. Oysa ben askerlığı- mi bıtırecektim yakında. Ne öl- mek ne de öldürmek ıstıyordum. içim bulanıyordu. Kaçmak istı- yordum. Hemen kaçmak oralar- MOSKOVA HAKAN AKSAY dan. Ama olmazdı kı. . Biz olavsız ılerlıvorduk. Ama başka yerlerden sılah seslen ge- liyordu zaman zaman. Tam o sı- radaaklıma Mosko\a'dan tanıdı- ğım bir Çeçen geldi. Kara yağız bir delıkanlıydı Düriisrtü. mert- ti Çoktandıj görmemiştim onu. Ya barikatların öbür tarafında olanlardan bin de oysa? Ya onu vunnak zorunda kalırsam? Ya da o beni? Sonunda Groznı'yi ku- şatmıştık. Ilk çatışmalarda her iki taraf da pek çok ınsan yıtirmiştı. Bızimkılerhavadan bombalıvor- lardı. Çeçenlerse sayılarının az olmasına karşın dirençle \anıt verivorlardı. Geceolmuştu. Hepımizgergin beklemeye başlamıştık. En ger- gın olanlarsa komutanlanmızdı. Bakanın emrini korkuyla beklı- yorlardı. Artık fısıltıyla bıle ko- nuşan voktu. Sankı konuşunca her şey daha kötü olacaktı. Orta- lıkçamurvepıslıktı. ilkk'ezdu>- duğum ve tanımlamakta güçlük çektığım bir koku vardı. Ne ko- kusu\du bu acaba? Bakanın bulunduğu yere gön- denlen kuryeler arasına alındığı- mı söylediler. Girtık. Geriyedön- meden önce birkaç dakika dın- lendık. O zaman gördüm onlann yüzünü. Tele\ız>onda konuşu- yorlardı. Bırgrup kravatlı adam- dı bunlar. Gömleklen ürülü. saç- lan muntazam taralıvdı. "Sa\aş- malıyız*1 divorlardı Kararlı gö- rünüyorlardı. Bizim yaşamımız- dan söz edıyorlardı Bızse çamur ıçınde>dık Az sonra aılelennin yanına gıdeceklerdı Bızse. Bırde Çeçenyada olanlann sa- \aş değıl catısma olduğunu öne süren bir "aydın"! gördüm. Far- kı ölen ınsan sa>ısı\la açıklaya- rak halkı rahatlatmaya çalısıvor- du Döndük Ertesı gün yenıden saldınva geçtık. Daha ılk daki- kalarda \uruldum Acı duvma- dımnedense Yere düjerken san- kı başrolünü kendımın oynadığı bir filmde gıbı\dım Önceanne- ıni düşündüm Sonra çocukluk günlerıını. Sonra onu. bakışını. saçlarını. ellerını. Tanıdık bir ınelodıduvdum sankı Şaşırdım Sonrasınıanımsamıvorum Şim- dı \losko\a'\a gen dönü>orum. Eller üzerinde faşınıyorum. Ha- \asızlıktan vakınmıvorum Ama bu ölüın kutusunun alçak ta- vanından nefret edıvorum. 1995'DE EKONOMİNİN SEYİR DEFTERİ 6ENİ NEREYECİDİYOR? • Kriz kapıda mı? • IMFye verilen sözler ne oldu? • Dövizin seyri ne olacak? • Faiz poiitikası değişiyor mu? DOSYArSİGORTA BİZE YABANCI VİDEO OYUNLARINDA REKABET 19g5'PE EKONOMİNİN SEYİR PEFTERİ KKTC'DE BANKAZEDELER KURTULUYOR Kış mevsiminin ilk kar heyecanı Dunyamızın her>erı,e\rende- ki konumu gereğı ekvatorkuşa- ğı dı^ında, az >a da çok. erkcn ya da geç kar alır. Ancak Kore'de mev.sımın ılk kan yere düşmeye görsün. bütün gençlcr sokakta ya se\gılısiyle buluşmak üzere ko- ifUyor ya da henüz haberleşcme- dıyse buluşacaklan yeri öğren- nıek üzere telefon kulübesi önünde heyecanla sırasının gel- mesıni beklıyor. Se\gılisi olma- yanlar. gelecek yıl ılk kara değın birscvgilı bulabıleceğı umudunu yitirmemeve çalışır: telefonlu te- lefonsuz aranmayan sevgıliler aynlma kararına vanr; yakında sevgılisinı kaybedenler gözyaş- lannı saklamaya uğraşır. Böyle- ce bir sevgilılerhavası sürgıt ya- sanır, yaşatılır Telefon şirketle- nnin yıllık kazanç grafiklerinde ilk kar günü. her yıl en doruk noktada ycrinı alır. İlk kann hemen ardından her- kesin birbırine söylediğı ılk söz: "İlk karda neyaphn" sorusudur. Hiç soru sormayan. belki de so- ramayan bir öğrencım birdenbi- rc: "Hocam, ilk karda ne >aptı- nız" demez mi? O anda "Eh,ben dc bunu yazmazsam"deyıp ken- dı kendime soz vcrdım. Sevgıli- lcı böylcsi hcyecan ıçındc yaşar- l.ırkcn çocuklar. orta yaşlılar ve dı; > jşlılarboş mu dururlarsanır- SEUL ALİ RIZA BALAMAN sınız. Ha>ır. Onlar da kendile- rını sokağa atmavı. kendi de>iş- lerıyle 'itler gibi* koşup yu\ar- lanmayı. kar topu oynamayı de- nerler. Hanı adamın biri önce çocuk- luktan kurtulmak için ölesıye uğ- raş \ermis. sonra okulu bitırme- ye. sonra ıs bulmaya. e\ lenip ço- luk çocuğa kanşmaya. sonra ço- cuklannı bü>ütme>e. eşınin is- teklerini (kaprıslennı)yerinege- tırmeye çalışırken azraıl kapıyı çalmış ve bırdenbıre ölesıye uğ- raş vermekten vaşama>ı unut- tuğunun a>ırdına varmış ve kos- kocamaaan bir "aaah" çekmiş. Bılmem kı ne denır? "Kaçmak- tan ko\-alama>a zaman bula- madık ki" sözü, bunun kısa an- latıını olsa gerek. Şeker verip çıkolata almak: çıçek verip yanak almak; özctle mutlu ol- mak ancak yaşamayı hak eden- lere ya da bılenlerc mı özgü? İş. bılmekteyse toplum olaralTbızler de öğrensek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle