30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
•27KASIM1994PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 GUNDEMDEKI KONU: DEĞIŞIMLER ONAT KUTLAR Bir anma töreninde söyle- miştim: Ûiüm, yolun sonuna yerleştirilmiş bir aynadır. Ar- kasındakı sır nedeniyle öbür tarafı göstermez. Bu tarafı gösterir. Yürünen yolu. Yani yaşamın kendisini. Ve ne ya2ik ki bunu sadece geride kalanlar görür. Amacım yaşam ve ölüm üstüne bayağılıklar, ya da "Setgneur de La Palice gerçelderi" yumurtla- mak değil elbette. Hani Chabanne kontu olan Mareşal La Palice, 1525 yılında Pavie savaşında öldürülünce askerleri onun adına bir marş bestele- mişler: "_. ölümünden bir çeyrek saat önce hâlâ hayattaydL-" Ama ne yapalım ki bazı yalın ger- çekler çok bilindikleri için aşınmış- lardır ve dikkatimizden kaçarlar. Sa- nırım onları zaman zaman hatırla- makta yarar var. Ölümün bir yaşam çizgisini tamamladığı ve o çizgiyi daha belirgin hale getirdiği gerçeği bunlardan biridir. Çoğu kez bu ger- çeği, tanıdığımız birini kaybettiği- mizde bir daha farkederiz. Onun tüm bir yaşamöyküsü, sanki önceden ya- zılmış bir senaryoya göre çekilmiş bir film gıbı "aıüamlı bir bütün" ola- rak gözlerimizin önünden geçer. Bazen daha önce farkına varmadı- gımız ayrıntılar ve zenginlikler keş- federiz bu film'de. Bazen de senaryo hatalan. tutarsızhklar, çelişkiler. Ne bulursak bulalım, bu fılmi gö- rüp üstünde bıraz düşünmek, bilinç ve göz açıcıdır. Batı'da çok yaygın olan biyografi yazarlığı bu gereİcsin- menin ürünüdür. Bence bir o kadar. hatta daha fazla önemli olan "otobiyografi T 'dir. Ayna henüz konmadan geçip gittiğimiz yo- lu görebilmek. "Nereden nereye gd- dik" diyebılmek. Yaşamla hesaplaşa- bilmek. Bu toplumda bunu gerçekten yapı- 'Mehr Licht!'(*) yor muyuz? Hiç sanmıyorum. Yaşarken İcendi yaşamıyla içtenlik- li ve kapsamlı bir hesaplaşmaya gir- me alışkanlığı bulunmayan, ölümden sonra ise musalla taşında herkes için "iyi bffiıiz" diye bağıran bu ikiyüzlü toplumda bence derin bir "vicdan muhasebesi" ihtiyacı var. "ReincarnartorTa inanmadığırnıza göre kendi yaşamımızla ılgili hesap- laşmayı başkalanna bırakmamalıyız. Malraux'nun "Antimemoires"ını çok severim. Ünlü yazann, ancak ölümünden sonra yayımlanmasına izin verdigi bu zengin anılar hazıne- sinin kapağında bir Budist metnınden şu alıntı vardır atarak vaftiz belgeleri veriyordu. Nazi zulmünden kurtulsunlar diye. Ama gerçekten vaftiz olmalannı da şart ko- şuyordu. "Nasıl olsa bir şeyler kalır içlerinde..." Hiç Paris'e gelmemişti. Eğitimini Lyon Semineri'nde tamam- lamıştı. Köyün bayıftıcı gece kokulan arasında yeniden buluşanların bitmcz tükenmez konuşmalanna dalmıştık. - Ne zamandan beri günah çıkarb- yorsunuz? - On beş yıldan beri. - Günah çıkartma işi size insanlar hakkında ne öğrctti? - Biliyorsunuz, günah çıkartma bir şey, öğretmez. Çünkü günahlarınızı itiraf ettiğiniz anda, bir başkası olur- "Tüm hayvan- •Yaşarken kendi yaşamıyla içtenlikli ve kapsamlı firdir çlinklfyaî b i r hesaplaşmaya girme alışkanlığı bulunmayan, mzca o, geçmiş'ya- ölümden sonra ise musalla taşmda herkes için 'iyi şammı ammsaya- biliriz' diye bağıran bu ikiyüzlü toplumda bence ^ T ^ ^ 'vicdan muhasebesi' ihtiyacı var. uzun süre sakin ^ " " " ' • • " ^ " " ^ kalabuir_" 1965 yılında Girit açıklarında bir teknede yazdığı anlaşılan ilk sayfa- larda ise Andre Malraux. Fransız di- renişinin kahramanlanndan biri ola- rak birkaç yılını geçirdiği Vercors'un rahibiyle ilgilı bir anısını anlatır: "1940 yıhnda ilerde Vercors rahibi olacak olan bir arkadaşımla hirlikte işgalden kaçmıştım. Kaçış'tan kısa bir süre sonra papaz olarak atandığı, Drame köyünde onunla buluştuk. MusevUere, üstüne çeşitli eski tarihler sunuz. Tanrı bağışlamıştır sizi. Ama gene de.. evet önce şunu öğrendim: İnsanlar sandığımızdan daha da mut- suz.. sonra... Bir oduncuya yaraşır kalın kollan- nı gecenin yıldızlı gökyüzüne kaldırdı: - Ve sonra, her şeyden önemlisi şu- nu öğrendim: Büyük insan yok... Rahip dostum yıllar sonra Gli- eres'de öldü_." Hemen altmdaki paragrafta şunlan söylüyor Malraux: "Yaşam üstüne düşünmek - elbette ölümün karşısındaki vaşam üstüne - soruşturmayı derinleştirmekten baş- ka bir şey değildir..." "Yanıt açık değildir" mı demek is- tıyor Malraux? Bilmiyorum. Çin ve Hindiçini'den İspanya'ya. Ispan- ya'dan binlerce direnişçinin öldüğü Vercors'a kadar yüzyılımıza damga- sını vuran nice büyük sarsıntılardan geçmiş, yaşamın ölümler, ihanetler, intiharlarla dolu karanlık ve fırtınalı okyanusunda su yüzünde kalmayı ba- şarmış ender figürlerden biri olan Malraux bilemiyorsa ben mı bılece- gim9 Ama yaşarken geriye dönüp bak- mak. soruşturmayı derinleştirmek zo- rundayız. Bunu biz şimdi yapmıyorsak, ilerde birileri mutlaka yapacak. Yapıyor muyuz? Hayır! Oysa bir değerler kaos'u ya da karmaşa- •""^^^•"~ sı yaşadıgımız şu gün- lerde hepimizin, ayn ayn kendi geç- mişimizle hesaplaşmamız şart. Henüz yaşıyoruz ama. yolun geldi- ğimiz noktasına bir ayna konduğunu varsayalım. Ve dikkatle bakalım onun gösterdiği şeye. Içtenlikle sora- lım kendımize: Nereden nereye gel- dık? Benım üniversite yıllanmın ünlü dergisı Le Nouvel Observateur. ge- çen hafta 30. kuruluş yıldönümünü kutladı. Neler yaşanmadı bu otuz yılda Fransa'da ve dünyada: "De Gaulle ve Mauriac. Mendes ve Mitterrand, Ma- yıs 68, feminizm, Vletnam konusunda tavırlar, Çin ve Küba, Portekiz'de ka- ranfil devrimi, Soljentsyne, Clavel ve Foucault, solun zaferi, Berlin Duva- n'nın yıkılışı vs. vs~" Böyle özetlıyor derginin kurucusu Jean Danıel. Ama yazısına şu başlığı atmış: "Hep fark- İL, ama hep sadık~." Kendine sadık kalarak değişebil- mek. Sanınm sorun burada. Edgar Morin'in olağanüstü sapta- ması ıle "çıkar ve iktidar hesaplanna uyarak" bir yılan kıvraklıgı ile dur- madan derı değiştirenleri düşünüyo- rum. İdeoloji, parti, saf. tavır, dünya görüşü, yaşam felsefesi değiştirenle- ri. Ilkelerine ya da en azından kendi kişiliğıne bağlı kalanlan inanılmaz bir küstahlıkla durmadan suçlayanlan düşünüyorum Bu bukalemunlar bir gün bıle düşünmediler mı yola bir ay- na koyup geriye bakmayı? Bu toplumun belleği olmadığına gerçekten inanıyorlar mı? Karıları- nın, kocalarının. çocuklannın ya da komşularının gözlerinde inanmayan- lara özgü soru işaretıni hiç görmedt- ler mi? Saydam bır toplumdan söz edıyo- ruz. Ama ben "art düşünceler"den başka bir şey göremiyorum. Lütfen bir mum yakınız. Belki bir günah çıkaran bulunur. (*) Mehr Lıcht: Bıraz daha j Goethe nin ölüm vatağındaki son sö:- len. Eni>ierkekstar BryanAdams c En iyiler' Mariah Carey ve Bryan Adams «ERLİN(AA)-MTVAv- rupa Müzik Ödülleri. Alman- Berlin kcntindcki tart- hı Brandenburg Kapısı önün- de düzenlenen görkemli bir Törenle sahiplefînTFuldur Almanya'nın birleşmesini simgeleyen ve rengarenk ışıklarla süslenen Branden- burg Kapısı'nın fon olarak kullanıldığı sahnede yaklaşık 2.5 saat süren töreni, televiz- \ondan da 240 milyon kişi iz- İedı "En iyiler", Avrupa'daki MTV seyircilerinin telefonla- rıyla belirlenirken Mariah Carey. "En iyi kadın star", Br>an Adams da "En iyi er- *ekstar"seçildi. "*En iyi gnıp" ödülü tngiliz Take That'in olurken "En ryi şarkı" ddülünü Batı Afrikalı Voussou'n Dour ve tngiliz \e«ehCherry'nin birlikte seslendirdikleri "7 Seconds" aldı. "En İyi Dans Performan- sı"6düü The Prodigy Gru- »u"na .erilirken Aerosmith je *En rvi rock grubu" ödü- likne lawk görüldü. TomJones'un evsahipliği >apığıtörende, müzik şirket- İeri ve .ideo yönetmenleri ta- raf ndcn belirlenen adaylar- dar Pmce, Bjoerk ve Aeros- mith sıhne aldılar. 1982 yı- lında yıyın hayatına başlayan VfTVföugün 37 ülkede 61 milyonJan fazla kişi tarafın- dar ızlmiyor. Kanada'dan sorunlu aile manzaralan... SLNGU ÇAPAN Son günlerde üstümüze sağa- nak gibi yağan yeni filmlerden. öncelikle adıyla ılgı çeken "Lo- tus Oburlan", şırin ve sevımli bır Kanada yapımı baştan belırt- mek gerekırse. Konu, 196O'lı yılların başlarında. tngiliz Ko- lombıyası'ndaki ufak bir adanın. kasabamsı, küçük bir kentınde geçiyor. Yörenin demirbaş ve saygın çiftlerindeD^I «e Dıana Kıngsvvood'la (R.H. Thompson ve Sheila McCarthy), büyüğü ar- tık delıkanlılarla kınştınp hamı- le bile kalan. hep ada ve aile çevresinden kaçıp dış dünyaya açılmak özlemindekı, 17'lık gü- zel genç kız Cleo (Aloka McLe- an), kûçüğüyse sıhir-kara büyü vb konulara düşkün, çok bılmış, cin gıbi adam çarpan, minik bir cadı havalarındaki Zoe (Tara Frederick) olan çocukları ve mızmız büyükannelen Flora'nın öyküsünü anlatıyor "The Lotus Eaters". 40 yaş dönemi bunalımlan Kanada'nın batısına düşen, dûnyadan tecrit edilmiş hissini uyandırarTÇu Rûçuk adadaki okulun başögretmeni ve yöneti- ve disiplin tellalı, kuralcı, dedi- gim dedikçi, düzenle uyumlu, si- nir bir okul müdürii fılmde. Ay- nca 40 yaş dönemi bunalımları- na boğulmuş bir hali de var, yanı geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bu gicık müdür-koca, başkasına talkımı verip kendi salkımı yu- tan bır baba. Kansı Diana da görünürde her şeyın tıkınnda olduğu, mutlu bir evlılığın 'dişi kuşu' olarak boy gösterdiği ada sosyetesınin en saygıdeğer, kıbar kadınlanndan biri. Üstlendiğı ev kadınlığını la- yıkıyla yapmaya uğraşıp pek sa- çını süpürge etmese de iki kızına ve kocasına yeterli olmaya çalı- şan, müşfık bır anne ve anlayışlı bir eş aynı zamanda. (Kanada si- nemasının tanınmış oyunculann- dan Sheila McCarthy'nin bu ro- lün hakkını verdiği söylenebılir.) Babasının müdürü olduğu okula devam eden küçük Zoe'nun sınıfta ansızın ölüveren öğretmeninin yerine atanan, Qu- ebecli, genç ve güzel yeni ögret- men Anne-Marıe Andrevvs'ün (Micbele-Barbara PelletieDdev- reye ansızın girmesiyle, ailedeki kabuk çatlıyor gıderek. 1960'lann o efsanevı özgür- lükçü. arayış ıçindeki, asi kuşa- gının temsilcisı niteliğındeki, cilveli ve çekici, genç yeni öğ- retmen, hem öğrencisi küçük Zoe'yu, hem de baştan çıkmaya dünden hazır babasını dennden LOtUS OburlarffFhetottıs^aters) Yönetmenr Patrî Shapiro/Senaryo: Peggy Thompson/Kamera: Thomas Burstyn/Müzik: John Sereda/Oyuncular: Sheila McCarthy, R.H. Thomson, Aloka McLean, Tara Frederick, Michele-Barbara Pelletier, Paul Soles/1933 Kanada (İFA) Beyoğlu Alkazar sinemasında. etkılıyor. Giyımi-kuşamı, mo- dem eğitim anlayışı, özgür dav- ranışları. gitar ve karavanıyla okulun yerleşık düzeninı sarsan. tam da evlenmek üzereyken MontreaFden kaçıp bu ülkenın bır ucundakı ıssız küçük adaya düşmüş, aşk kırgını. genç yeni öğretmen. tarzıyla. havasıyla çok geçmeden. hınzır mı hınzır za- mane veletlennden oluşan küçük öğrencılen de kazanıyor. • 'DeğLşim Rüz^rları' Özellıkle de degişık büyü yol- larını ıçeren bir kitap armağan ettiği küçük Zoe'nun hayranlığı- nı kazanan Anne-Mane. gençliğı ve cazibesıyle. ahlaki tıraşlar kesmeye meraklı 'müdür ba- ba'nın yüreğınde de çok geçme- den su yüzüne vuracak fırtmalar estınyor. Mortimer ve Ogılvy (!) gibı filmin yapımcılarından esınlenmış adlar taşıyan ıki kü- çük. sevimlı domuzcuğa da ba- kan, 'küçük cadı' Zoe'nun kıtap- tan öğrenıp küçük kız arkadaşıy- la birlikte uyguladığı büyü sonu- cunda çıkagelen 'değişim rüzgâ- n'nın etkisinden midir nedir ar- tık, filmin tüm kahramanlan si- hirti riizgâr nedeniyle değişime uğruyor. Müdürle Fransız kökenli. genç. yeni ögretmenın kaçamak ilişkisi gıderek ihtıraslı bır aşka dönüşüyor. Ve en matrağı, küçük Zoe'yla Jo, 'müdür baba'nın Anne-Ma- rıe'yle karavandakı sevişmesını tesadüfen faltaşı gıbi açılmış gpzlerle röntgenlemezler mi? Eh bundan sonrası artık 'çocuktan al haben' durumlan. gırgırla ka- nşık... Hele ahlak-düzen tımsali müdür beyimızm çocuklann ağ- zını kapamak ıçın umutsuzca saçmalayıp panıklediği o trajiko- mik yılbaşı gecesi yemeğı bölü- mü, en müşkülpesent (ve de bı- zim gıbi hafif'Adalı' karşıtı) se- yirciyı dahı gülümsetiyor sonun- da. Yeniyetme döneminin takmtı- lanna gömülmüş, Beatles konse- rine gıdebılmek rçın vannı yogu- nu \ermeye çoktan hazır. aılenın yu\adan uçmayı kafasma takmış genç kızı Cleo. ufak tefek. efen- dı kılıklı sevgılisıyle birlikte, nı- hayet hamilelıgini ailesme açık- larken babasının ıhanetıne bızzat tanık olmayı bir türlü sindireme- yen küçük kız Zoe'yla. aldatıl- manın bedehnı tabak-çanak kır- mak ve müdür beyın çok sevdığı pazar gezıntilenne çıktığı tekne- sıni yakmakla kocasına ödeten annesi Diana. baba-müdür Hal Kıngsvvood'u bağışlıyorlar ne- den sonra. kaçınılmaz mutlu son gereğı. Ailedeki dırdır ve huzursuzluk atmosferı, büyük annenın cena- zesinın ardından yerını hoşgörü ve affetmenın yücehğıne bırakı- yor filmin bildik finalinde. Çocuksu muzuriuklar Geçmişte ünlü Ingıliz beige- selcı John Grierson'un tohumla- nnı attığı. David Cronenberg gı- bi çağdaş ustalar da yetiştıren Kanada sinemasının Ingıliz kesı- mınden genç yönetmen Paul Shapiro'nun ilk uzun filmi olan "Lotus Oburlan", şen, şakacı ve espnlı tonlara da bürünen. Ingi- lız şınnlığıni takınmış. sevımli bır çalışma. Çok önemsenmeden, zevkle ve mınik gülümsemeler eşlığın- de tüketılıverecek, düzeylı bır fars. Seçım yapmanın gereklilığı ve hatalann. yanlışlann hoşgörüyle üstesinden gelebılmenın erdem- lerinden dem vurarak. lngilız Kolombiyası'nın küçük Galıona Adası'nda çekilmiş bu hoş ve la- tif 'ilk film' çaltşması. aşk. cın- sellık. büyü üstüne. "anlık patia- malarla. sevinç ve acılarla, ço- cuksu muzurluklarla' dokunmuş yapısı. başanh görüntü ve müzik çalışması ve oyuncu kadrosu sa- yesinde ılgiyle izlenıyor. Aile yaşamı ve sorunlan üstüne özen- le kotanlmış 'Lotus Oburlan'nı seyredenlerin, bir buçuk saatligı- ne perdeye yansıyan Anglosak- son duygusalhgının pek de umulmadık 'sıcaklığı'ndan hoş- nut kalarak salondan aynldığını söyleyebılinz sonuçta. 6 Sinemalar bir eğlence yeri midir?Kültür Servisi- Sınema Işverenleri S«eıdikisı üyelen, önceki gün düzenle- dip basın toplantısında sinema salonla- rınn dırumu, sınema salonlanndan alı- eğence vergisi gibi konular üzenne ^ v:rdi. En fazla eğlence vergisini s»rem; salonlannın ödediğıni belırten â-yler. sinema sanatının ülkemizde tek- njil ve iızmet kahtesi bakımmdan yük- s«ı bi: standartta ve daha çok salonda fibı g ; sterimlerini sürdürebilmesi ıçın, lCiltüı3akanlığı desteğiyle, "kamın ta- sansı igili komisyonlarda görüşülmeyi svdürirken, sinema salonlannın gele- c«îini lurtarmak açısından, sinemalar- dan alınan 'eğlence vergisi'nin kaJdınl- masını içeren bir hükmün ilavesini" ve "bu kanun tasarısı TBMM'den çıkıp yürürlüğe gireceği zamana kadar Ba- kanlar Kurulu'nda ahnacak bir kararia 'eğlence vergisi'nin kaldırılmasında Kültür BakanlığVnın gerekli girişimler- de bulunmasını" talep ettiler. Sinema Işverenlen Sendıkası Başkanı Saim Ya- vuz, Türkiye'de toplam 314 adet sinema salonu olduğunu. toplam 150 bın adet de koltuk bulunduğunu belirtti. 314 sı- nema salonunun yaklaşık 30 tanesınin gerçek anlamdaa dolby-stereo, ultra- stereo ve DTS seslendırme ve projeksı- yon sistemlerıne sahip olduğunu. 110 sınemanın stereo seslendırmesi bulun- duğunu, kalan 1701 sinemanm ise nere- deyse kapısı açılamayacak kadar ba- kımsız salonlar \e teknik özelliklere sa- hıp olduğubelırtti. Bir zamanlar 1400'e varan sinema salonu sayısının bugün 324'e ınmesının nedenlerden bırinin, sınemalardan alı- nan "eğlence vergisi" olduğuna değınen Yavuz. "Sinemalar her ticari müessese- ler gibi üzerine düşen her türlü vergiyi devlete öderken. ay nca sartığı her biktîn yüzde 20'sini belediyeye 'eğlence vergi- si' olarak da verir. Buna satamadığı her biletin demek daha doğru, çünkü bu eğ- lence vergisini bilet satmadan belediyeye peşin ödenmektedir" dedı. 2464 sayılı Belediye Gelirlen Kanu- nu ıle 3257 sayılı Sınema. Vıdeo ve Müzik Eserleri Kanun'na bağlı olarak çalışan sinema salonlan "eğlence yerle- n" kapsamında yer alıyor. Tiyatro, ope- ra, operet, bale, karagöz, kukla, orta- oyunu, spor müsabakalan ve at yanşla- rından kesıntı yapılmazken. konser, sırk ve lunaparklar. yüzde 10 peşın eğlence vergisi ödüyor. Bar. pavyon, gazıno. ge- ce kulübü, taverna. dıskotek ve dan- singler ise takip eden ayın 20'sinde, her gün için 200 bın lira ödemekle yüküm- lüler. Buna karşılık sinemalar her bile için, bilet satılmadan peşin olarak yüz- de 20 'eğlence vergisi' ödüyorlar. Böyle- ce ülkede tek 'eğlence' yennin sinema- lar olduğunu söyleyen Saım Yavuz, "Si- nemalar eğlence yerleri midir?" sorusu- nu yöneltti. "Sinemanm kültür ve sanat alanından kopanlıp. at yanşlan, bilar- do, bar, pavyon statüsünde muameleye tabii tutulmasına Kültür Bakanlığı'nın akrif olarak karşı çıkmasını ve müdaha- le etmesini" bekledıklerinı söyleyen Yavuz. aksı bir tutumu düşünemedık- lerini belirtti. PENALTI MEMET BAYDUR Okumak ve Yazmak Bana son on yıldır en çok sorulan soru 'oyunlanmın konulannı nasıl bulduğum'üur. Yeryüzündeki bütün so- njlar gibi, bu sorunun da bir tek yanıtı yoktur. Konu bul- maya çalışmadığımı söyleyerek başlayabilirim bu mese- le üstünde düşünmeye. Oradan 'Ben konuyu bulmuyo- rum, konu beni buluyor' gibi bayat, ucuz ama gerçeği fazla bir kalıba sığınabilirim. Bir başka gerçekse, hiçbir oyunumun bir tek konu ile sınırlı olmayışıdır. Çoğu za- man bir oyun, yirmi ayn konuyu banndırır; birbiriyle ilintili yirmi konuyu. Birkaç gün önce ünlü bir Amerikan gazetesınin cu- martesi ekinde sekiz karelik bir karikatür gördüm. Oku- dum desek de olur, görsel açıdan pek fazla şey olmuyor karikatürtin içinde. Ama diyaloglar! Iki iriyarı kuş, bir ba- rın taburelerine tünemişler içip laflıyorlar. Jeff McNelly'nın çizip yazdığı karikatürün sözleri şöyle: (Özel isimleri Türkçeleştirdim.) - Unuttuğumuz dostlann şerefine! - Kim örneğin? - Örneğin bizim Cemil'in şerefine! - Tamam! Eski otoyoldaki benzinci Cemil. - Yok yahu, onun adı Hayri'ydi di mi? - Hayri postacıydi. - Postacının adı Mehmet'ti sanıyorum. - Mehmet komiser muavini olanıydı. - Saz çalardı hani? ^ - Yok. Senin düşündüğün Ayı Erkan. - Haklısın. Mehmet, Ayı Erkan'ın kızkardeşiyle evlen- mışti. - Öyle mi? Peki Cemil kimdi? - Unuttum. - Unuttuğumuz dostların şerefine. (Içerler). Yukarıdaki on dört satırlık bir karikatür diyaloğunun içinde iki saatlik bir tiyatro oyununun bütün ipuçlan var bence. Sevgili Behiç Ak'ın yapıtına bakarken de aynı şeyleri düşünürüm hep. Jeff McNelly'nın karikatürünü 'okuyunca' konuşmanın ve durumun tadı damağımda kaldı. Barda konuşan iki şışkonun dışında beş kişi daha söz konusu.' Biri benzinci Cemil, biri postacı Hayri, biri komiser muavini Mehmet, biri saz çalan Ayı Erkan, bir de Mehmet'in kansı. Sekiz kareli bir karikatürdü, yedi ki- şilik ve acıklı-komik bır durumun yanı sıra. birbırinin içine geçmiş bir çok hikâye var. Her şey hazır duruyor önü- müzde. Soruna böyle yaklaşırsak, oyunlannızın konulannı nasıl buluyorsunuz diye soranlara nasıl bir yanıt verebilirim ben? Jeff McNelly'nın bir karikatürünü gördüm, cumar- tesi sabahıydı sanınm, bu iki şişman kuş oturmuş içiyor- lardı gibisinden açıklamalara girişirsem olacakları sezi- yorum. Argo deyimiyle uçmakla suçlayacaklardır beni. Çoğunluk gayri ciddi bulacaktır. Eğitici, öğretici bır yönü de yok söylediklerimin. Bir oyun gördüm, o oyundaki apartman katının bir üstünde olanları yazmak ıstedi ca- nım. Kucaklaşan iki kadın gördüm, o kadınlan anlatan bir oyun yazmak istedim. Gazede bir fotoğraf gördüm, o fotoğrafın oyununu yazmak istedim. Biraz abartarak söylersek, McNelly, sözünü ettiğim ya- pıtında; James Joyce'un 628 sayfada, elbette çok daha yo- ğunlaşarak yaptığını biçimsel de olsa başarıyor. Uzun bir roman olan Finnegan's Wake'i okursanız, romanm son cümlesinin yanda kesilerek ilk cümleye bağlandığını gö- rürsünüz. Okumayı sürdürmek isteyen her aklı başında okur, doğal olarak 628. sayfada, kitabın birinci sayfasına dönmek ve kitabı yeni bir insan olarak yeniden okumak zorunda kalacaktır. Artık ne okuyan aynı kişidir, ne de okuduğu kitap. Sonsuza kadar gider bu okuma serüve- ni. Her okuyuşunuzda kitap da değişir, okur olan insan da. James Joyce, Finnegan's VVake'de geometri bilimi- nin yanı sıra insanlık tarihinin en mükemmel formuyla oynar sanki: Çember, daire, yuvarlak, küre. Orada her şey yinelenir gibi gözükse de, hiçbir şey yınelenmez. Hayatta, felsefede olduğu kadar, yazında da geçerlidir bu. Aynı romana iki kere giremezsiniz. Sevdiğimiz kitap- ları belirli aralıklarla da olsa sürekli yeniden okumanın sayısız yararlan olduğunu düşünüyorum. Her okuduğu- nuzda yepyeni bir şey keşfetmiyorsanız o kitabı bıraka- bilirsıniz artık. Peki ama bana sorulan sorunun doğnı yanıtını nasıl vereceğim? Oyunlanmın konulannı nasıl buluyorum? En doğfusu şu yibtnıe getiyorrYazdığtm tıer şeyin tçertg^nl. başka ınsanların yazdıkları belirliyor. Iki bin yıldır yazıl- mış; değişik zamanlarda* jdegişik j^îgrafyalarda^-birbir- leriyle karşılaşmamış bazı insanların yazdıkları üstüne kurulu yazdığım her şey. Onların kitaplan olmasaydı, ben yazdıklanmın hiçbirini yazamazdım. Şimdi bir oyun yazmayı düşünüyorum. İçinde artık iş- lemeyen bir otoyolda benzincilik yapan bir adam var. Ar- kadaşlarından biri postacı, öbürü polis. Bir başka ar- kadaşı saz çalıyor. Onun kızkardeşi de po9tacıyla evli. Iki kişi daha var oyunda. Bu oyunu yazarsam, seyircinin biri "An evet, Jeff McNelly'nın bir karikatüründen yürütmüş Memet Baydur" derse ve oyun ancak Türkçe yazan birinin yazabileceği bir şeyse pek sevineceğim. Okumuyorsak, yazmasak da olur. CRR Konser Salonu'nun özerkliği için imza kampanyası (2) Boğaziçi İ niversitesi öğretim üveleri ve elemanlan: Dr. Güven Kaya. Yard. Doç. Dr. Zeynep Sabancı. Doç Dr. Edhe Elde, Yard. Doç. Dr. Mübeccel Kıaltan, Yard. Doç Dr. Zehra Toska. Ar. Gör. Fatma Büyükkarcı. Öğr. Gör. F. Muammer Özdönmez, Prof. Dr. Cev^a Sevgen, Prof. Dr. A. Hacınlıyan. Prof. Dr. Oya Başak. Prof. Dr. Suru Özsoy. Doç. Dr. Yeşim Arat, Doç. Dr. Gülen Aktaş, Doç. Dr. Fatma Gök, Prof. Dr. Rıfat Okçubul, Prof. Dr. Ali İİlger, Doç. Dr. Mehmet Çamurdan. Yard. Doç. Deniz Ceylan, Yard. Doç. Aslı Tekinay. Yard. Doç. Sibel Irak Doç. Dr. T. Ercan Alp, Doç. Dr. Sema Tapan, Öğr. Gör. Melda Akın. Doç. Dr. Ayşe Akyel. Yard. Doç. Sibel Kamışh, Öğr. Gör. Dr. Emine Erkin, Yard. Doç. Dr. Dilek Arbaş, Yard. Doç. Dr. Meltem Ozturan. Yard. Doç. Dr. Nur Başağa, Yard. Doç. Dr. Kemal Aydıntuğ, Yard. Doç. Dr. Leslie Fischer. Doç. Dr. Kuyaş Bugra. Prof. Dr. Hamit Fişek, Prof. Dr. tlhan Or, Prof. Dr. Sabih Tansal, Prof. Dr. Bülent Santur. Öğr. Gör. Nuri Tırpan. Arşiv Gör. Tülay Gençtürk. Prof. Dr. Günay Kut. Canan Damşman. Belgin Altop. Z«\Tiep Nişancı, Füsun Savcı, Yağız Tanlı. Doç. Dr. Betül Tanbay. Doç. Dr. Selcuk Esenbel. Prof. Dr. Aptullah Kuran. Yard. Doç. Dr. Aslı Özyar, Doç. Dr. Selim Derıngil, Doç. Dr. Selim Deringil, Doç. Dr Nevra Necipoğlu, Yard. Doç. Dr. Anthony Greenvvood. Prof. Dr. Ayşe Soysal. Hande Çağlayan. Prof. Dr. Selim Küsefoğlu. Doç. Dr. Eser Tayla, Prof. Dr. Ferhunde Özbay. Meral Serdaroğlu, Prof. Dr. Behlül Üsdıken, Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı. Dr. Deniz Gökçora, Yard. Doç. Dr. Deniz Albayrak. Prof. Dr. Necla Öner.Prof. Dr. Orhan Yenigün, Doç. Dr. Dilek Çalgan, Prof. Dr. Süleyman Özmucur. Prof. Dr. Ali R. Kaylan, Doç. Dr. Zeynep Güneyman. Prof. Dr. Ersin Kalaycıoglu, Prof. Dr. Nermin Abadan Lnat, Doç. Dr. Belgin Tekçe, Prof. Dr. Dilek Doltaş, SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle