Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
•27KASIM1994PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GUNDEMDEKI KONU: DEĞIŞIMLER
ONAT KUTLAR
Bir anma töreninde söyle-
miştim: Ûiüm, yolun sonuna
yerleştirilmiş bir aynadır. Ar-
kasındakı sır nedeniyle öbür
tarafı göstermez. Bu tarafı
gösterir. Yürünen yolu. Yani
yaşamın kendisini.
Ve ne ya2ik ki bunu sadece
geride kalanlar görür.
Amacım yaşam ve ölüm
üstüne bayağılıklar, ya da "Setgneur
de La Palice gerçelderi" yumurtla-
mak değil elbette. Hani Chabanne
kontu olan Mareşal La Palice, 1525
yılında Pavie savaşında öldürülünce
askerleri onun adına bir marş bestele-
mişler:
"_. ölümünden bir çeyrek saat önce
hâlâ hayattaydL-"
Ama ne yapalım ki bazı yalın ger-
çekler çok bilindikleri için aşınmış-
lardır ve dikkatimizden kaçarlar. Sa-
nırım onları zaman zaman hatırla-
makta yarar var. Ölümün bir yaşam
çizgisini tamamladığı ve o çizgiyi
daha belirgin hale getirdiği gerçeği
bunlardan biridir. Çoğu kez bu ger-
çeği, tanıdığımız birini kaybettiği-
mizde bir daha farkederiz. Onun tüm
bir yaşamöyküsü, sanki önceden ya-
zılmış bir senaryoya göre çekilmiş
bir film gıbı "aıüamlı bir bütün" ola-
rak gözlerimizin önünden geçer.
Bazen daha önce farkına varmadı-
gımız ayrıntılar ve zenginlikler keş-
federiz bu film'de. Bazen de senaryo
hatalan. tutarsızhklar, çelişkiler.
Ne bulursak bulalım, bu fılmi gö-
rüp üstünde bıraz düşünmek, bilinç
ve göz açıcıdır. Batı'da çok yaygın
olan biyografi yazarlığı bu gereİcsin-
menin ürünüdür.
Bence bir o kadar. hatta daha fazla
önemli olan "otobiyografi
T
'dir. Ayna
henüz konmadan geçip gittiğimiz yo-
lu görebilmek. "Nereden nereye gd-
dik" diyebılmek. Yaşamla hesaplaşa-
bilmek.
Bu toplumda bunu gerçekten yapı-
'Mehr Licht!'(*)
yor muyuz?
Hiç sanmıyorum.
Yaşarken İcendi yaşamıyla içtenlik-
li ve kapsamlı bir hesaplaşmaya gir-
me alışkanlığı bulunmayan, ölümden
sonra ise musalla taşında herkes için
"iyi bffiıiz" diye bağıran bu ikiyüzlü
toplumda bence derin bir "vicdan
muhasebesi" ihtiyacı var.
"ReincarnartorTa inanmadığırnıza
göre kendi yaşamımızla ılgili hesap-
laşmayı başkalanna bırakmamalıyız.
Malraux'nun "Antimemoires"ını
çok severim. Ünlü yazann, ancak
ölümünden sonra yayımlanmasına
izin verdigi bu zengin anılar hazıne-
sinin kapağında bir Budist metnınden
şu alıntı vardır
atarak vaftiz belgeleri veriyordu. Nazi
zulmünden kurtulsunlar diye. Ama
gerçekten vaftiz olmalannı da şart ko-
şuyordu. "Nasıl olsa bir şeyler kalır
içlerinde..." Hiç Paris'e gelmemişti.
Eğitimini Lyon Semineri'nde tamam-
lamıştı. Köyün bayıftıcı gece kokulan
arasında yeniden buluşanların bitmcz
tükenmez konuşmalanna dalmıştık.
- Ne zamandan beri günah çıkarb-
yorsunuz?
- On beş yıldan beri.
- Günah çıkartma işi size insanlar
hakkında ne öğrctti?
- Biliyorsunuz, günah çıkartma bir
şey, öğretmez. Çünkü günahlarınızı
itiraf ettiğiniz anda, bir başkası olur-
"Tüm hayvan- •Yaşarken kendi yaşamıyla içtenlikli ve kapsamlı
firdir çlinklfyaî
b i r
hesaplaşmaya girme alışkanlığı bulunmayan,
mzca o, geçmiş'ya- ölümden sonra ise musalla taşmda herkes için 'iyi
şammı ammsaya- biliriz' diye bağıran bu ikiyüzlü toplumda bence
^ T ^ ^ 'vicdan muhasebesi' ihtiyacı var.
uzun süre sakin ^ " " " ' • • " ^ " " ^
kalabuir_"
1965 yılında Girit açıklarında bir
teknede yazdığı anlaşılan ilk sayfa-
larda ise Andre Malraux. Fransız di-
renişinin kahramanlanndan biri ola-
rak birkaç yılını geçirdiği Vercors'un
rahibiyle ilgilı bir anısını anlatır:
"1940 yıhnda ilerde Vercors rahibi
olacak olan bir arkadaşımla hirlikte
işgalden kaçmıştım. Kaçış'tan kısa bir
süre sonra papaz olarak atandığı,
Drame köyünde onunla buluştuk.
MusevUere, üstüne çeşitli eski tarihler
sunuz. Tanrı bağışlamıştır sizi. Ama
gene de.. evet önce şunu öğrendim:
İnsanlar sandığımızdan daha da mut-
suz.. sonra...
Bir oduncuya yaraşır kalın kollan-
nı gecenin yıldızlı gökyüzüne kaldırdı:
- Ve sonra, her şeyden önemlisi şu-
nu öğrendim: Büyük insan yok...
Rahip dostum yıllar sonra Gli-
eres'de öldü_."
Hemen altmdaki paragrafta şunlan
söylüyor Malraux:
"Yaşam üstüne düşünmek - elbette
ölümün karşısındaki vaşam üstüne -
soruşturmayı derinleştirmekten baş-
ka bir şey değildir..."
"Yanıt açık değildir" mı demek is-
tıyor Malraux? Bilmiyorum. Çin ve
Hindiçini'den İspanya'ya. Ispan-
ya'dan binlerce direnişçinin öldüğü
Vercors'a kadar yüzyılımıza damga-
sını vuran nice büyük sarsıntılardan
geçmiş, yaşamın ölümler, ihanetler,
intiharlarla dolu karanlık ve fırtınalı
okyanusunda su yüzünde kalmayı ba-
şarmış ender figürlerden biri olan
Malraux bilemiyorsa ben mı bılece-
gim9
Ama yaşarken geriye dönüp bak-
mak. soruşturmayı derinleştirmek zo-
rundayız. Bunu biz
şimdi yapmıyorsak,
ilerde birileri mutlaka
yapacak.
Yapıyor muyuz?
Hayır!
Oysa bir değerler
kaos'u ya da karmaşa-
•""^^^•"~ sı yaşadıgımız şu gün-
lerde hepimizin, ayn ayn kendi geç-
mişimizle hesaplaşmamız şart.
Henüz yaşıyoruz ama. yolun geldi-
ğimiz noktasına bir ayna konduğunu
varsayalım. Ve dikkatle bakalım
onun gösterdiği şeye. Içtenlikle sora-
lım kendımize: Nereden nereye gel-
dık? Benım üniversite yıllanmın ünlü
dergisı Le Nouvel Observateur. ge-
çen hafta 30. kuruluş yıldönümünü
kutladı.
Neler yaşanmadı bu otuz yılda
Fransa'da ve dünyada: "De Gaulle ve
Mauriac. Mendes ve Mitterrand, Ma-
yıs 68, feminizm, Vletnam konusunda
tavırlar, Çin ve Küba, Portekiz'de ka-
ranfil devrimi, Soljentsyne, Clavel ve
Foucault, solun zaferi, Berlin Duva-
n'nın yıkılışı vs. vs~" Böyle özetlıyor
derginin kurucusu Jean Danıel. Ama
yazısına şu başlığı atmış: "Hep fark-
İL, ama hep sadık~."
Kendine sadık kalarak değişebil-
mek.
Sanınm sorun burada.
Edgar Morin'in olağanüstü sapta-
ması ıle "çıkar ve iktidar hesaplanna
uyarak" bir yılan kıvraklıgı ile dur-
madan derı değiştirenleri düşünüyo-
rum. İdeoloji, parti, saf. tavır, dünya
görüşü, yaşam felsefesi değiştirenle-
ri. Ilkelerine ya da en azından kendi
kişiliğıne bağlı kalanlan inanılmaz
bir küstahlıkla durmadan suçlayanlan
düşünüyorum Bu bukalemunlar bir
gün bıle düşünmediler mı yola bir ay-
na koyup geriye bakmayı?
Bu toplumun belleği olmadığına
gerçekten inanıyorlar mı? Karıları-
nın, kocalarının. çocuklannın ya da
komşularının gözlerinde inanmayan-
lara özgü soru işaretıni hiç görmedt-
ler mi?
Saydam bır toplumdan söz edıyo-
ruz. Ama ben "art düşünceler"den
başka bir şey göremiyorum.
Lütfen bir mum yakınız.
Belki bir günah çıkaran bulunur.
(*) Mehr Lıcht: Bıraz daha j
Goethe nin ölüm vatağındaki son sö:-
len.
Eni>ierkekstar BryanAdams
c
En iyiler'
Mariah
Carey ve
Bryan
Adams
«ERLİN(AA)-MTVAv-
rupa Müzik Ödülleri. Alman-
Berlin kcntindcki tart-
hı Brandenburg Kapısı önün-
de düzenlenen görkemli bir
Törenle sahiplefînTFuldur
Almanya'nın birleşmesini
simgeleyen ve rengarenk
ışıklarla süslenen Branden-
burg Kapısı'nın fon olarak
kullanıldığı sahnede yaklaşık
2.5 saat süren töreni, televiz-
\ondan da 240 milyon kişi iz-
İedı
"En iyiler", Avrupa'daki
MTV seyircilerinin telefonla-
rıyla belirlenirken Mariah
Carey. "En iyi kadın star",
Br>an Adams da "En iyi er-
*ekstar"seçildi.
"*En iyi gnıp" ödülü tngiliz
Take That'in olurken "En ryi
şarkı" ddülünü Batı Afrikalı
Voussou'n Dour ve tngiliz
\e«ehCherry'nin birlikte
seslendirdikleri "7 Seconds"
aldı.
"En İyi Dans Performan-
sı"6düü The Prodigy Gru-
»u"na .erilirken Aerosmith
je *En rvi rock grubu" ödü-
likne lawk görüldü.
TomJones'un evsahipliği
>apığıtörende, müzik şirket-
İeri ve .ideo yönetmenleri ta-
raf ndcn belirlenen adaylar-
dar Pmce, Bjoerk ve Aeros-
mith sıhne aldılar. 1982 yı-
lında yıyın hayatına başlayan
VfTVföugün 37 ülkede 61
milyonJan fazla kişi tarafın-
dar ızlmiyor.
Kanada'dan sorunlu aile manzaralan...
SLNGU ÇAPAN
Son günlerde üstümüze sağa-
nak gibi yağan yeni filmlerden.
öncelikle adıyla ılgı çeken "Lo-
tus Oburlan", şırin ve sevımli
bır Kanada yapımı baştan belırt-
mek gerekırse. Konu, 196O'lı
yılların başlarında. tngiliz Ko-
lombıyası'ndaki ufak bir adanın.
kasabamsı, küçük bir kentınde
geçiyor. Yörenin demirbaş ve
saygın çiftlerindeD^I «e Dıana
Kıngsvvood'la (R.H. Thompson
ve Sheila McCarthy), büyüğü ar-
tık delıkanlılarla kınştınp hamı-
le bile kalan. hep ada ve aile
çevresinden kaçıp dış dünyaya
açılmak özlemindekı, 17'lık gü-
zel genç kız Cleo (Aloka McLe-
an), kûçüğüyse sıhir-kara büyü
vb konulara düşkün, çok bılmış,
cin gıbi adam çarpan, minik bir
cadı havalarındaki Zoe (Tara
Frederick) olan çocukları ve
mızmız büyükannelen Flora'nın
öyküsünü anlatıyor "The Lotus
Eaters".
40 yaş dönemi
bunalımlan
Kanada'nın batısına düşen,
dûnyadan tecrit edilmiş hissini
uyandırarTÇu Rûçuk adadaki
okulun başögretmeni ve yöneti-
ve disiplin tellalı, kuralcı, dedi-
gim dedikçi, düzenle uyumlu, si-
nir bir okul müdürii fılmde. Ay-
nca 40 yaş dönemi bunalımları-
na boğulmuş bir hali de var, yanı
geleneklerine sıkı sıkıya bağlı
bu gicık müdür-koca, başkasına
talkımı verip kendi salkımı yu-
tan bır baba.
Kansı Diana da görünürde her
şeyın tıkınnda olduğu, mutlu bir
evlılığın 'dişi kuşu' olarak boy
gösterdiği ada sosyetesınin en
saygıdeğer, kıbar kadınlanndan
biri. Üstlendiğı ev kadınlığını la-
yıkıyla yapmaya uğraşıp pek sa-
çını süpürge etmese de iki kızına
ve kocasına yeterli olmaya çalı-
şan, müşfık bır anne ve anlayışlı
bir eş aynı zamanda. (Kanada si-
nemasının tanınmış oyunculann-
dan Sheila McCarthy'nin bu ro-
lün hakkını verdiği söylenebılir.)
Babasının müdürü olduğu
okula devam eden küçük
Zoe'nun sınıfta ansızın ölüveren
öğretmeninin yerine atanan, Qu-
ebecli, genç ve güzel yeni ögret-
men Anne-Marıe Andrevvs'ün
(Micbele-Barbara PelletieDdev-
reye ansızın girmesiyle, ailedeki
kabuk çatlıyor gıderek.
1960'lann o efsanevı özgür-
lükçü. arayış ıçindeki, asi kuşa-
gının temsilcisı niteliğındeki,
cilveli ve çekici, genç yeni öğ-
retmen, hem öğrencisi küçük
Zoe'yu, hem de baştan çıkmaya
dünden hazır babasını dennden
LOtUS OburlarffFhetottıs^aters) Yönetmenr Patrî
Shapiro/Senaryo: Peggy Thompson/Kamera: Thomas
Burstyn/Müzik: John Sereda/Oyuncular: Sheila
McCarthy, R.H. Thomson, Aloka McLean, Tara
Frederick, Michele-Barbara Pelletier, Paul Soles/1933
Kanada (İFA) Beyoğlu Alkazar sinemasında.
etkılıyor. Giyımi-kuşamı, mo-
dem eğitim anlayışı, özgür dav-
ranışları. gitar ve karavanıyla
okulun yerleşık düzeninı sarsan.
tam da evlenmek üzereyken
MontreaFden kaçıp bu ülkenın
bır ucundakı ıssız küçük adaya
düşmüş, aşk kırgını. genç yeni
öğretmen. tarzıyla. havasıyla çok
geçmeden. hınzır mı hınzır za-
mane veletlennden oluşan küçük
öğrencılen de kazanıyor. •
'DeğLşim Rüz^rları'
Özellıkle de degişık büyü yol-
larını ıçeren bir kitap armağan
ettiği küçük Zoe'nun hayranlığı-
nı kazanan Anne-Mane. gençliğı
ve cazibesıyle. ahlaki tıraşlar
kesmeye meraklı 'müdür ba-
ba'nın yüreğınde de çok geçme-
den su yüzüne vuracak fırtmalar
estınyor. Mortimer ve Ogılvy (!)
gibı filmin yapımcılarından
esınlenmış adlar taşıyan ıki kü-
çük. sevimlı domuzcuğa da ba-
kan, 'küçük cadı' Zoe'nun kıtap-
tan öğrenıp küçük kız arkadaşıy-
la birlikte uyguladığı büyü sonu-
cunda çıkagelen 'değişim rüzgâ-
n'nın etkisinden midir nedir ar-
tık, filmin tüm kahramanlan si-
hirti riizgâr nedeniyle değişime
uğruyor.
Müdürle Fransız kökenli.
genç. yeni ögretmenın kaçamak
ilişkisi gıderek ihtıraslı bır aşka
dönüşüyor.
Ve en matrağı, küçük Zoe'yla
Jo, 'müdür baba'nın Anne-Ma-
rıe'yle karavandakı sevişmesını
tesadüfen faltaşı gıbi açılmış
gpzlerle röntgenlemezler mi? Eh
bundan sonrası artık 'çocuktan
al haben' durumlan. gırgırla ka-
nşık... Hele ahlak-düzen tımsali
müdür beyimızm çocuklann ağ-
zını kapamak ıçın umutsuzca
saçmalayıp panıklediği o trajiko-
mik yılbaşı gecesi yemeğı bölü-
mü, en müşkülpesent (ve de bı-
zim gıbi hafif'Adalı' karşıtı) se-
yirciyı dahı gülümsetiyor sonun-
da.
Yeniyetme döneminin takmtı-
lanna gömülmüş, Beatles konse-
rine gıdebılmek rçın vannı yogu-
nu \ermeye çoktan hazır. aılenın
yu\adan uçmayı kafasma takmış
genç kızı Cleo. ufak tefek. efen-
dı kılıklı sevgılisıyle birlikte, nı-
hayet hamilelıgini ailesme açık-
larken babasının ıhanetıne bızzat
tanık olmayı bir türlü sindireme-
yen küçük kız Zoe'yla. aldatıl-
manın bedehnı tabak-çanak kır-
mak ve müdür beyın çok sevdığı
pazar gezıntilenne çıktığı tekne-
sıni yakmakla kocasına ödeten
annesi Diana. baba-müdür Hal
Kıngsvvood'u bağışlıyorlar ne-
den sonra. kaçınılmaz mutlu son
gereğı.
Ailedeki dırdır ve huzursuzluk
atmosferı, büyük annenın cena-
zesinın ardından yerını hoşgörü
ve affetmenın yücehğıne bırakı-
yor filmin bildik finalinde.
Çocuksu muzuriuklar
Geçmişte ünlü Ingıliz beige-
selcı John Grierson'un tohumla-
nnı attığı. David Cronenberg gı-
bi çağdaş ustalar da yetiştıren
Kanada sinemasının Ingıliz kesı-
mınden genç yönetmen Paul
Shapiro'nun ilk uzun filmi olan
"Lotus Oburlan", şen, şakacı ve
espnlı tonlara da bürünen. Ingi-
lız şınnlığıni takınmış. sevımli
bır çalışma.
Çok önemsenmeden, zevkle
ve mınik gülümsemeler eşlığın-
de tüketılıverecek, düzeylı bır
fars.
Seçım yapmanın gereklilığı ve
hatalann. yanlışlann hoşgörüyle
üstesinden gelebılmenın erdem-
lerinden dem vurarak. lngilız
Kolombiyası'nın küçük Galıona
Adası'nda çekilmiş bu hoş ve la-
tif 'ilk film' çaltşması. aşk. cın-
sellık. büyü üstüne. "anlık patia-
malarla. sevinç ve acılarla, ço-
cuksu muzurluklarla' dokunmuş
yapısı. başanh görüntü ve müzik
çalışması ve oyuncu kadrosu sa-
yesinde ılgiyle izlenıyor. Aile
yaşamı ve sorunlan üstüne özen-
le kotanlmış 'Lotus Oburlan'nı
seyredenlerin, bir buçuk saatligı-
ne perdeye yansıyan Anglosak-
son duygusalhgının pek de
umulmadık 'sıcaklığı'ndan hoş-
nut kalarak salondan aynldığını
söyleyebılinz sonuçta.
6
Sinemalar bir eğlence yeri midir?Kültür Servisi- Sınema Işverenleri
S«eıdikisı üyelen, önceki gün düzenle-
dip basın toplantısında sinema salonla-
rınn dırumu, sınema salonlanndan alı-
eğence vergisi gibi konular üzenne
^ v:rdi. En fazla eğlence vergisini
s»rem; salonlannın ödediğıni belırten
â-yler. sinema sanatının ülkemizde tek-
njil ve iızmet kahtesi bakımmdan yük-
s«ı bi: standartta ve daha çok salonda
fibı g
;
sterimlerini sürdürebilmesi ıçın,
lCiltüı3akanlığı desteğiyle, "kamın ta-
sansı igili komisyonlarda görüşülmeyi
svdürirken, sinema salonlannın gele-
c«îini lurtarmak açısından, sinemalar-
dan alınan 'eğlence vergisi'nin kaJdınl-
masını içeren bir hükmün ilavesini" ve
"bu kanun tasarısı TBMM'den çıkıp
yürürlüğe gireceği zamana kadar Ba-
kanlar Kurulu'nda ahnacak bir kararia
'eğlence vergisi'nin kaldırılmasında
Kültür BakanlığVnın gerekli girişimler-
de bulunmasını" talep ettiler. Sinema
Işverenlen Sendıkası Başkanı Saim Ya-
vuz, Türkiye'de toplam 314 adet sinema
salonu olduğunu. toplam 150 bın adet
de koltuk bulunduğunu belirtti. 314 sı-
nema salonunun yaklaşık 30 tanesınin
gerçek anlamdaa dolby-stereo, ultra-
stereo ve DTS seslendırme ve projeksı-
yon sistemlerıne sahip olduğunu. 110
sınemanın stereo seslendırmesi bulun-
duğunu, kalan 1701 sinemanm ise nere-
deyse kapısı açılamayacak kadar ba-
kımsız salonlar \e teknik özelliklere sa-
hıp olduğubelırtti.
Bir zamanlar 1400'e varan sinema
salonu sayısının bugün 324'e ınmesının
nedenlerden bırinin, sınemalardan alı-
nan "eğlence vergisi" olduğuna değınen
Yavuz. "Sinemalar her ticari müessese-
ler gibi üzerine düşen her türlü vergiyi
devlete öderken. ay nca sartığı her biktîn
yüzde 20'sini belediyeye 'eğlence vergi-
si' olarak da verir. Buna satamadığı her
biletin demek daha doğru, çünkü bu eğ-
lence vergisini bilet satmadan belediyeye
peşin ödenmektedir" dedı.
2464 sayılı Belediye Gelirlen Kanu-
nu ıle 3257 sayılı Sınema. Vıdeo ve
Müzik Eserleri Kanun'na bağlı olarak
çalışan sinema salonlan "eğlence yerle-
n" kapsamında yer alıyor. Tiyatro, ope-
ra, operet, bale, karagöz, kukla, orta-
oyunu, spor müsabakalan ve at yanşla-
rından kesıntı yapılmazken. konser, sırk
ve lunaparklar. yüzde 10 peşın eğlence
vergisi ödüyor. Bar. pavyon, gazıno. ge-
ce kulübü, taverna. dıskotek ve dan-
singler ise takip eden ayın 20'sinde, her
gün için 200 bın lira ödemekle yüküm-
lüler. Buna karşılık sinemalar her bile
için, bilet satılmadan peşin olarak yüz-
de 20 'eğlence vergisi' ödüyorlar. Böyle-
ce ülkede tek 'eğlence' yennin sinema-
lar olduğunu söyleyen Saım Yavuz, "Si-
nemalar eğlence yerleri midir?" sorusu-
nu yöneltti. "Sinemanm kültür ve sanat
alanından kopanlıp. at yanşlan, bilar-
do, bar, pavyon statüsünde muameleye
tabii tutulmasına Kültür Bakanlığı'nın
akrif olarak karşı çıkmasını ve müdaha-
le etmesini" bekledıklerinı söyleyen
Yavuz. aksı bir tutumu düşünemedık-
lerini belirtti.
PENALTI
MEMET BAYDUR
Okumak ve Yazmak
Bana son on yıldır en çok sorulan soru 'oyunlanmın
konulannı nasıl bulduğum'üur. Yeryüzündeki bütün so-
njlar gibi, bu sorunun da bir tek yanıtı yoktur. Konu bul-
maya çalışmadığımı söyleyerek başlayabilirim bu mese-
le üstünde düşünmeye. Oradan 'Ben konuyu bulmuyo-
rum, konu beni buluyor' gibi bayat, ucuz ama gerçeği
fazla bir kalıba sığınabilirim. Bir başka gerçekse, hiçbir
oyunumun bir tek konu ile sınırlı olmayışıdır. Çoğu za-
man bir oyun, yirmi ayn konuyu banndırır; birbiriyle ilintili
yirmi konuyu.
Birkaç gün önce ünlü bir Amerikan gazetesınin cu-
martesi ekinde sekiz karelik bir karikatür gördüm. Oku-
dum desek de olur, görsel açıdan pek fazla şey olmuyor
karikatürtin içinde. Ama diyaloglar! Iki iriyarı kuş, bir ba-
rın taburelerine tünemişler içip laflıyorlar. Jeff
McNelly'nın çizip yazdığı karikatürün sözleri şöyle: (Özel
isimleri Türkçeleştirdim.)
- Unuttuğumuz dostlann şerefine!
- Kim örneğin?
- Örneğin bizim Cemil'in şerefine!
- Tamam! Eski otoyoldaki benzinci Cemil.
- Yok yahu, onun adı Hayri'ydi di mi?
- Hayri postacıydi.
- Postacının adı Mehmet'ti sanıyorum.
- Mehmet komiser muavini olanıydı.
- Saz çalardı hani? ^
- Yok. Senin düşündüğün Ayı Erkan.
- Haklısın. Mehmet, Ayı Erkan'ın kızkardeşiyle evlen-
mışti.
- Öyle mi? Peki Cemil kimdi?
- Unuttum.
- Unuttuğumuz dostların şerefine. (Içerler).
Yukarıdaki on dört satırlık bir karikatür diyaloğunun
içinde iki saatlik bir tiyatro oyununun bütün ipuçlan var
bence. Sevgili Behiç Ak'ın yapıtına bakarken de aynı
şeyleri düşünürüm hep. Jeff McNelly'nın karikatürünü
'okuyunca' konuşmanın ve durumun tadı damağımda
kaldı. Barda konuşan iki şışkonun dışında beş kişi daha
söz konusu.' Biri benzinci Cemil, biri postacı Hayri, biri
komiser muavini Mehmet, biri saz çalan Ayı Erkan, bir
de Mehmet'in kansı. Sekiz kareli bir karikatürdü, yedi ki-
şilik ve acıklı-komik bır durumun yanı sıra. birbırinin içine
geçmiş bir çok hikâye var. Her şey hazır duruyor önü-
müzde.
Soruna böyle yaklaşırsak, oyunlannızın konulannı nasıl
buluyorsunuz diye soranlara nasıl bir yanıt verebilirim
ben? Jeff McNelly'nın bir karikatürünü gördüm, cumar-
tesi sabahıydı sanınm, bu iki şişman kuş oturmuş içiyor-
lardı gibisinden açıklamalara girişirsem olacakları sezi-
yorum. Argo deyimiyle uçmakla suçlayacaklardır beni.
Çoğunluk gayri ciddi bulacaktır. Eğitici, öğretici bır yönü
de yok söylediklerimin. Bir oyun gördüm, o oyundaki
apartman katının bir üstünde olanları yazmak ıstedi ca-
nım. Kucaklaşan iki kadın gördüm, o kadınlan anlatan
bir oyun yazmak istedim. Gazede bir fotoğraf gördüm, o
fotoğrafın oyununu yazmak istedim.
Biraz abartarak söylersek, McNelly, sözünü ettiğim ya-
pıtında;
James Joyce'un 628 sayfada, elbette çok daha yo-
ğunlaşarak yaptığını biçimsel de olsa başarıyor. Uzun bir
roman olan Finnegan's Wake'i okursanız, romanm son
cümlesinin yanda kesilerek ilk cümleye bağlandığını gö-
rürsünüz. Okumayı sürdürmek isteyen her aklı başında
okur, doğal olarak 628. sayfada, kitabın birinci sayfasına
dönmek ve kitabı yeni bir insan olarak yeniden okumak
zorunda kalacaktır. Artık ne okuyan aynı kişidir, ne de
okuduğu kitap. Sonsuza kadar gider bu okuma serüve-
ni. Her okuyuşunuzda kitap da değişir, okur olan insan
da. James Joyce, Finnegan's VVake'de geometri bilimi-
nin yanı sıra insanlık tarihinin en mükemmel formuyla
oynar sanki: Çember, daire, yuvarlak, küre. Orada her
şey yinelenir gibi gözükse de, hiçbir şey yınelenmez.
Hayatta, felsefede olduğu kadar, yazında da geçerlidir
bu. Aynı romana iki kere giremezsiniz. Sevdiğimiz kitap-
ları belirli aralıklarla da olsa sürekli yeniden okumanın
sayısız yararlan olduğunu düşünüyorum. Her okuduğu-
nuzda yepyeni bir şey keşfetmiyorsanız o kitabı bıraka-
bilirsıniz artık.
Peki ama bana sorulan sorunun doğnı yanıtını nasıl
vereceğim? Oyunlanmın konulannı nasıl buluyorum? En
doğfusu şu yibtnıe getiyorrYazdığtm tıer şeyin tçertg^nl.
başka ınsanların yazdıkları belirliyor. Iki bin yıldır yazıl-
mış; değişik zamanlarda* jdegişik j^îgrafyalarda^-birbir-
leriyle karşılaşmamış bazı insanların yazdıkları üstüne
kurulu yazdığım her şey. Onların kitaplan olmasaydı, ben
yazdıklanmın hiçbirini yazamazdım.
Şimdi bir oyun yazmayı düşünüyorum. İçinde artık iş-
lemeyen bir otoyolda benzincilik yapan bir adam var. Ar-
kadaşlarından biri postacı, öbürü polis. Bir başka ar-
kadaşı saz çalıyor. Onun kızkardeşi de po9tacıyla evli. Iki
kişi daha var oyunda. Bu oyunu yazarsam, seyircinin biri
"An evet, Jeff McNelly'nın bir karikatüründen yürütmüş
Memet Baydur" derse ve oyun ancak Türkçe yazan
birinin yazabileceği bir şeyse pek sevineceğim.
Okumuyorsak, yazmasak da olur.
CRR Konser Salonu'nun
özerkliği için imza
kampanyası (2)
Boğaziçi İ niversitesi
öğretim üveleri ve elemanlan:
Dr. Güven Kaya. Yard. Doç.
Dr. Zeynep Sabancı. Doç Dr.
Edhe Elde, Yard. Doç. Dr.
Mübeccel Kıaltan, Yard. Doç
Dr. Zehra Toska. Ar. Gör.
Fatma Büyükkarcı. Öğr. Gör.
F. Muammer Özdönmez,
Prof. Dr. Cev^a Sevgen, Prof.
Dr. A. Hacınlıyan. Prof. Dr.
Oya Başak. Prof. Dr. Suru
Özsoy. Doç. Dr. Yeşim Arat,
Doç. Dr. Gülen Aktaş, Doç.
Dr. Fatma Gök, Prof. Dr.
Rıfat Okçubul, Prof. Dr. Ali
İİlger, Doç. Dr. Mehmet
Çamurdan. Yard. Doç. Deniz
Ceylan, Yard. Doç. Aslı
Tekinay. Yard. Doç. Sibel
Irak Doç. Dr. T. Ercan Alp,
Doç. Dr. Sema Tapan, Öğr.
Gör. Melda Akın. Doç. Dr.
Ayşe Akyel. Yard. Doç. Sibel
Kamışh, Öğr. Gör. Dr. Emine
Erkin, Yard. Doç. Dr. Dilek
Arbaş, Yard. Doç. Dr. Meltem
Ozturan. Yard. Doç. Dr. Nur
Başağa, Yard. Doç. Dr. Kemal
Aydıntuğ, Yard. Doç. Dr.
Leslie Fischer. Doç. Dr. Kuyaş
Bugra. Prof. Dr. Hamit Fişek,
Prof. Dr. tlhan Or, Prof. Dr.
Sabih Tansal, Prof. Dr. Bülent
Santur. Öğr. Gör. Nuri
Tırpan. Arşiv Gör. Tülay
Gençtürk. Prof. Dr. Günay
Kut. Canan Damşman. Belgin
Altop. Z«\Tiep Nişancı, Füsun
Savcı, Yağız Tanlı. Doç. Dr.
Betül Tanbay. Doç. Dr. Selcuk
Esenbel. Prof. Dr. Aptullah
Kuran. Yard. Doç. Dr. Aslı
Özyar, Doç. Dr. Selim
Derıngil, Doç. Dr. Selim
Deringil, Doç. Dr Nevra
Necipoğlu, Yard. Doç. Dr.
Anthony Greenvvood. Prof.
Dr. Ayşe Soysal. Hande
Çağlayan. Prof. Dr. Selim
Küsefoğlu. Doç. Dr. Eser
Tayla, Prof. Dr. Ferhunde
Özbay. Meral Serdaroğlu,
Prof. Dr. Behlül Üsdıken,
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı.
Dr. Deniz Gökçora, Yard.
Doç. Dr. Deniz Albayrak.
Prof. Dr. Necla Öner.Prof.
Dr. Orhan Yenigün, Doç. Dr.
Dilek Çalgan, Prof. Dr.
Süleyman Özmucur. Prof. Dr.
Ali R. Kaylan, Doç. Dr.
Zeynep Güneyman. Prof. Dr.
Ersin Kalaycıoglu, Prof. Dr.
Nermin Abadan Lnat, Doç.
Dr. Belgin Tekçe, Prof. Dr.
Dilek Doltaş,
SÜRECEK