25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
«EKİM1994SAU CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Paris'te altı bale sahneleyen Maurice Bejart, 'Sözcüklerin Balesi' adlı kitabını yayımlayacak 'Sözcüklerle daııs eder gjbiyimKültür Servisi- Dünyaca ünJü kore- ograf Maurice Bejart, Paris'te 27eylül- den itibaren altı bale sahnelemeye baş- ladı. Bejan Bale Grubu'nun Chaillot Tiyatrosu'nda sahnelediği "Le Man- darin Merveflkux" adlı gösten Pahs'li sanatseverler tarafından bûyük beğe- niyle karşılandı. Maurice Bejart bugünlerde oldukca yoğun günler yaşıyor. Sanatçı, aynı zamanda "Le Ballet des Mots- Söz- cûklerin Balesi" adh kitabını yayımla- maya hazırlanıyor. "Dansın dilini ayı- ramam. \ azarken de cümle kurmaktan çok, sözcüklerle danseder gibi hissedi- yorum kendimi" diyor Bejart. Gazete- cilerle konuşmayı kolay kolay kabul etmeyen Bejart'la, Le Figaro gazetesi adına François Hauter'in yaptığı söy- leşiden bölümler sunuyoruz: Felüni sirlderini severim - Paris'te "Kral Lear"ı da sahnefe- miştiniz. Bu gösteride, Lear'm güce bağlı olarak yaşayan bir karakter oldu- ğunu berkese ilan ettiniz... Lear ve Prospero aslında birbirine çok benzeyen karakterler. Bir yanda bir aileyi, krallığı ve tüm yaşamlannı mahveden güce olan bağlıbk, diğer yanda acıya, sürgüne, yoksulluğa, Prospero'nun yaşadığı o uzak adadaki yalnızlığa mahkumiyet... Bu iki oyun aslında birbirini tamamlıyor. Ben "Kral Lear"a bir karakter ekledim. Elinde bir valiz, kafasında melon şap- kasıyla bu adam Beckett'in yarattığı karakterleri anımsaüyordu ve eylem- le, yorumla ilgileniyordu. "Fırtına"da ise bir soytan vardı, beyaz maske takmıştı ve oyunun ruhunu o temsil ediyordu. "Fırtına" bir sirkte geciyor- du çünkü sahne terkedilmiş bir adayı temsil edıyordu. Tüm gülünç Fellini sırklerini, sirklerin o olağanüstü at- mosferini çok severim. Aptallar çelişki yaşamaz - Bilgeiik geri çekilmeyi bilmek ya da asla terketmemek mi? İnsan. ıster kral ya da hükümdar ol- sun, bizi tüm sonsuzluğuyla kuşatan dünyanın içinde çok küçük bir fıgür olmaktan öteye gidemez. Çok uzun süren, binlerce yıl önce başlayan ve bizden sonra da sürecek olan bir ma- salın küçük aynntılan yalnızca... Şüp- hecilik çok önemli çünkü zaman ve uzarn içinde kapladığmuz yerin çok da ciddiye abnacak bir tarafı yok. Yinede herşeye karşın devam etmek gerektıği- ne inanıyorum. Benim başucu kitabım olan "Faust"da Goetlıe şöyle diyordu: "Başlangıçta eylem vardı". - Çok farklı bir yaşamınız otöu. Kimi zaman zinelerde, kimi zaman en aşağı- larda. Hep çelişkili atılımlar yaptınız... Evet, kesinlikle doğru. Yalnızca ap- tallar çelişki yaşamaz. Birşeye inanı- rlar ve tersinin de doğru olabileceğini hemen kabul ederler. Gerçeklik, be- nim için her zaman caddenin diğer ta- rafinda bulunuyordu. - Dans neden 20. yüz>ıl sanatı olarak kabul ediliyor? Ben bunu 40 yıl önce yüksek sesle söylediğimde herkes bana bıyık altı- ndan gülmüştü. O yıllarda dans. opera- da yalnızca çarşamba günleri izlenebi- 'Türkizleyici canavar ANKARA (Cumhuriyet Bfirosu) - Devlet Opera ve Balesı'nde 1994-95 sezonunda opera ve bale sanatının yeni ve zengın örnekleri seyirciye sunulurİcen. klasik ve deneysel yapıtlarda gözardı edılmıyor. Geride bırakılan sezonu, Türk bale-opera sanatı ve sanatçılan adına başanlı olarak nıtelendıren Gökmen. "Bu başanlar yurtdtşında da olumhı yankilaryarattı"diye konuştu. Gökmen, bu çerçevede, seyırci sayısının iki katuıa çıkoğını ve yanm milyona ulaştığmı anlattı. Hedeflerinm sanatı, yurt çapına ve her kesıme yaygınlaştırmak olduğunu da kaydeden Gökmen, şöyle devam etti:"Tnrk izteyitisi o kadar iist düzey seyircidir ki.kendisinene sunuluyorsa bir cana> ar gibi anında yutmaktadır." Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) perdelerini, geçen yıl Türkiye prömiyerinı gerçekleştirdiği bir Wagner başyapıtı Lohengrin ile açacak. Opera sahnesi: ADOB'un sürpriz yapıtlanndan Don Kişot balesi 20 Ekim'de sergilenmeye başbyor.Gluc'un mitolojik çağda geçen Orpheusoperası ve Verdi'nin ünlü operası Ernaıri Türkiye'de ilk kez sahnelenecek.Yanısıra, Çaykovski'nin lirik operası Yoianta ve Stravinski'nin Askerin Oyküsü operası da başkentü sanatseverlerle ilk kez buluşacak. Şunarık Kız. Insancık, Korsan bale örnekleri de ilk kez sunulacak yapıtlardan. Açıklamalı opera-konser Operet Sahnesi: Kasım ayından itibaren sergilenecek yapıtlar arasında E.Kalman'ın sevilen opereti Çağdaş Prenses, Türk besteci Nejat Başeğmezler'in yeni yapıtı Kambur Üstüne Kambur operası dünya prömiyerini yapacak. Yeni başlanacak bir uygulamayla Türkiye'de hiçsahnelenmemiş operalar.piyanoeşliğinde,dramaturjik açıklamalarla süslenerek, opera-konser tarada seslendırilecek. Repertuvardayeralan öylesine Bir Dinleti, Lobengrin, RigoJetto, Midas'mKulakian,AliBabaKırkHaranıiler operalan. Damdaki Kemancı müzikali ve Yedi Güzeüer balesi ıle Modern Dans Topluluğunun gösterileri devam edecek. Yoğun ilgisi üzerine Mançalı Don Kişot mûzikaJi sürecek. Ankara Devlet Opera ve Balesi, özürlü sanatseverlere özel park yerleri, tuvalet ve ücretsiz loca olanakJannı bu sezon da sürdürecek. özürlüler,temsil günleri saat 16.00'ya kadar opera gişesine haber bırakuklan takdirde evlerinde anılarak sergilenecek oyunlan izleyebilecek ve oyun sonrasında evlenne bırakılacak. Aynca gala geceleri de halkaaçıyor. len bir etkinlikti. Sonradan herşey de- ğişti ve pek çok dans grubu doğdu. Dansın evrenseüiği... - Çağımızda evrensel bir dil yarat- mak gerekmiyor mu? Evet. Fransa için. bir dans grubu- nun yurtdışına turneye çıkması. Co- medie Françaises'ten daba kolaydır. Çünkü ne yazık ki dünyada Fransızca gitgide daha az konuşulan bir dil hali- ne geldi. Tabiı dansın evrenselh'ğinin tek nedeni bu değil. 20. yüzyılda olim- piyat oyunlanyla birlikte performans vücudun güzelliği. diger yandan yeni bir sanat olan sinemanın etkilen... Dans hem sportif bir etkinlik, hem de görüntülerin dilidir. - Sizin yaptfğımz bir efsaneyi alarak onun resmini dansia çizmek... Başlangıçta, bu bilinçaltıydı. Ben dansı tiyatrodan ve düşünceden hiçbir zaman soyutlamadım. Insanlann efsa- neleri sjndirmek gibi bir alışkanlığı var, bir efsane kullanılmayacak hale geldi- ğinde, yerini bir yenisi abyor. Meryem Ana'yı kaldınrsıruz, yerine Marilyn Monroe gelir. Sinema, mitoloji sanatı. Bugün, dans benim ruhum. Ama aynı zamanda komedyenlerle çalıştığımda da çok mutlu oluyorum. Bütün gezegeni düşönmeliyiz - Hep yaraöcılık sözkonusu... Tek yaratıcı Tann, dünyayı yoktan var ettiğine göre. Biz, daha önceden var olan düşünceleri farklı formlarda, farklı müzikler, farklı renklerde ele alı- yoruz ve onlan bir eser ortaya koymak üzere düzenliyoruz. Ben dansta var olan hareketleri alıp "Bahar Ayini"ni meydana getiriyorum. Ya da var olan sözcükleri alıp kitap yazıyorum. En büyüklerin bile yapüğı bundan fazlası değil. - Cünümûzde sizi en çok ne etkiüyor? Benı ıyımser olmaya itecek hiçbir şey yok ama ben en kötü durumlardan bile kurtulmayı başaran insanbğa inanıyorum. - Oysa ki Avrupa bir banş dönemi yaşıyor... Artık Avrupa bazmda düşüneme- yiz. Bütün gezegeni göz önüne almak zorundayız. Son Dünya Savaşı'ndan bu yana Kore, Vietnam, Irak savaşlan Avrupa'nın dışında gelişiyor ama bi- zim etkilenmememiz mümkün değil. Avrupa çok kınlgan bir konumda. Arap ülkeleri petrol musluğunu ka- paürsa ya da Cezayir dağılırsa so- nuçlan korkunç olur. Nüfus çılgınca artıyor - Kültür yoluyla bir dünya birliği sağ- lamak sizce mümkün değil mi? Yiyecek bir şey bulamayan insanlan kültüryoluyla nasıl birleştirebilirsiniz? Dünya nüfusu çılgınca artıyor. Avru- pa'da, Roma İmparatorluğu'nun son dönemine benzer bir durum yaşanı- yor. O zamanlar Roma'da bir grup in- san vardı, bir kültürü, uygarlığı, etiği, felsefesi olan. Bir de dışanda yiyecek bulamayan milyonlar vardı. Buinsan- lar sonunda Roma İmparatorluğu'na saldırdılar. Bugün bu aynı şekilde ol- mayacaktır çünkü hiçbir şey tekrar- lanmaz. O dönemde Romalılar, bar- barlar gibiydi, kılıçlanndan başka bir şeyleri yoktu. Bugün. Afrika'nın kılıçlan var, bizim ise atom bomba- lanmız. Ya gelmelerine izin verifccek, ya da aptalca savunmaya geçilip bom- ba atılacak. Bunu söylemeye kimse ce- saret edemiyor, bu daha da aptalca. Nicolas Poussin'in en önemli tablolan ve desenlerini içeren bir sergi açıldı Ozel şifre gerektirenbir ressaııı Kültür Servisi - Paris Grand Pala- is'de, 17.yüzyılda yaşamış en büyük ressamlardan klasik ekolün kurucu- su Nicolas Poussin'in en önemli tab- lolannı ve en güzel desenJerini bir araya getiren bir sergi açıldı. 1594-1665 yıllan arasında yaşa- yan Poussin, bugüne kadar gün- demde kalmış. Delacroix'dan Picas- so'ya kadar kendinden sonra ya- şamış ressamJann hemen hemen hepsini etkilemiş bir sanatçı. Cezan- ne onun için "Resimlerine her bakışımda, o andakinden daha iyi oluyorum" diyordu. Bunun sırn ney- di? İşte, Grand Palais'deki sergi bu- nu gözler önüne seriyor. 110 tablo ve 130 desen, Poussin'in aynı dönemde yaşadığı Caravage, Yelasquez, Ru- bens ve Rembraodt kadar popüler olmasa da en az onlar kadar iyi ol- duğunu, üstelik bu 17.yüzyıl res- samının yapıtlanyla bugüne ait ol- duğunu gösteriyor. Tablolannda. hiç ölme- yecek temalar işliyordu: Yaşam. ölüm, aşk. Ama onun yapıtlan bir bakışta arüaşılacak türden değildi. Özel bir şifresi vardı. Bü- yük bir dikkat ve bir kültür birikimini gerektiriyordu, çünkü düşüncelerini resim yoluyla aktanrken, İncil"- den ya da Antik Yunan ya- zarlanndan yararlanıyor- du, Virgile, Ovide, Tacite, Plutarque... Bugün, izleyici tablonun içinde kendıni kaybetmesin diye Poussin'- in her yapıtırun yanma kısa bir açıklama konuyor. Sade yaşamöyküsü Sergide, eserler kronolo- jik sıraya göre dizilmiş. Yalnızca iki salon bu kura- la uymuyor. Birincisi, sa- natçıran bir grup gençlik dönemi desenini bir araya gektiren açıhş salonu. Ikin- dsi ise, "Sept Sacrements"- in (Yedi Ayin) iki serisinin sergilendiği salon. Bu sergi sayesinde, Fransız klasik ekolünün kurucusunun kırk yılhk sa- Tablolannda, hiç ölmeyecek temalar isliyordu: Yaşam, ölüm, aşk. Ama onun yapıtlan bir bakışta anlaşılacak türden değildi. Özel bir şifresi vardı. Büyük bir dikkat ve bir kültür birikimini gerektiriyordu. Bugün, izleyici tablonun içinde kendini kaybetmesin diye Poussin'in her yapıtının yanına kısa bir açıklama konuyor. nat kariyerini izleyebiliyoruz. Nico- las Poussin'in sade bir yaşam öykü- sü var. 1594 yıbnın haziran ayında Normandiya'da doğan sanatçı, ko- lejde eğitim gördü ve Latince öğren- di. 17 yaşında ressam Quentin V'a- rin'le taruştı Ardmdan. Ferdinand EUe ve Georges LaUement'in yanına Paris'e gitti. Dönemin en ünlü şairi CavaJier Vlarin onu Roma'ya götür- dü. 1624'te buraya yerleşti ve bir aşçırun kızıyla evlendi. Bundan son- ra rahat ve düzenü bir hayat sürdü, yalnızca bir kez, 1640-1642 yıllan arasında Paris'e gjtti. Yaşlılığında bir sinir hastalığına yakalandı, 1665'te Roma'da öldü. Yavaş yavaş alınan tat Roma'ya gitmeseydı, Poussin bel- ki de Poussin olamayacaktı. Çünkü o yüzyüda, güzel sanatlann başken- tiydi Roma. Tüm İtalya orada odaklanmıştı. Tüm Avrupa orada buluşuyordu: Flamanlar, Almanlar, Hollandahlar, Fransızlar, İspanyol- lar... Kimileri oradan sadece geçer- ken, kimileri bir süre yaşayıp sonra ülkesine dönüyor, kimileri de Pous- sin gibi yerleşiyordu. Böyle bir ya- ratıcılık ortamında Poussin de hak ettiği yeri buldu. "Bu genc adamda şeytani bir ateş var" diyordu onu yakından tanıyan bir Romalı. Pous- sin, sanıldığından da duyarlıydı. Resminden yavaş yavaş tat alınıyor- du. Ve Paul Valery'den çok daha önce, antik sütunlan güzel genç kız Iarla karşılaştınyor, ve tercihjni ikin- cilerden yana kullandığını da dile ge- tiriyordu. Tannçalan ve perileri Ob'mpos'tan düşmemişti, gözleri ka- maştırmalan. yaşamın parlakbğın- dandı. Tannlann insanlarda kıskandığı tek güzellik buydu. Pous- sin'in sanatı da buradaydı. Sanatçı gelecekten söz ediyordu, tarihin de- rinliklerinden seslense bile. Grand Palais'deki sergide 1595-1665 arasında yaşayan NicolasPoussin'in 110 tabJo ve 130deseni yer afayor. ALEMILAR TAHSEV YUCEL Gerçek ve Kalıp "Hocam, Romalı asker; elinde hançer, sessizce düş- manına yaklaşırken herifler öyle bir müzik patlatıyor ki, az ötede uyuklayan düşmanın yerinden hoplamaması olanaksız. Çaldıklan müzik de öyle bir müzik ki! O par- çada kullanılan çalgıların biri bile yoktu belki o dönem- lerde. Tarihsel marihsel, şimdi ben bu filme nasıl inana- yım?" Böyle bir soruyla hiç karşılaşmamıştım; "Herhalde iş- letmek istiyor bu çocuk beni!" dedim kendi kendime. Epey bir süre şaşkınlık içinde önüme baktım. Sonra so- rusunu yetkeyle yanıtlayabılecek kişinin adınt verdim ona. Sonra da "Bouvard ile Pecuchet'de böyle bir soru yok muydu?" diye düşündüm. Raubert döneminde si- nema yoktu, ama soru iki kafadarın soracağı türdendi. Benzer bir soru sorup sormadıklarını, sordularsa nasıl bir sortuca ulaştıklarını çıkaramadım ya, Bouvard ıle Pe- cuchet'yi anımsamak bile iyi geldi, sonsuz bir güvenle: "Televizyonda alaturka şarkı izler misin" diye sor- dum. "Dinlerim, çok da severim", dedi. "Peki, şarkıcı hanımların en acıklı şarkıları söylerken bile şıkır şıkır oynamasına ne dersin?" dedim. "Hocam, orasını karıştırmayın! Bunun alaturka şarkı ve şarkılarla ne ilgisi var?" dedi. O öyle diyordu ya ilgisi vardı, iki örnek de aynı türden- di bence. Bu saptamayı yaptıktan sonra ister gözü kara- lık deyin, ister kendini beğenmişlık, genç arkadaşın so- rusunu yanıtlayabilmek için ille de bir Murat Belge ol- mak gerekmediğini düşündüm. Ne olursaolsun genç arkadaşın sorusu karşısında şa- şırıp kalmam; sorunun saçmalığından önce, saçmalık ya da yerindeliğinin tartışılması, saçma görünecek ölçü- de uzlaşım sağlamış, yüzyıllardır, binyıllardır uzlaşım sağlamış bir konuyu tartışmaya yönelmesindendi. Yüz- yıllardır şarkılar söyleniyor, oyunlar oynanıyor, öyküler anlatılıyor ya da yazılıyor, ama hepsi de arkadaşın gün- deme getirdiği türden birtakım kalıplara uyularak ger- çekleştiriliyordu. Bu bakımdan, operada kişilerin hep ezgili biçimde hep yüksek sesle konuşup düşünmeleriy- le sinemada Romalı askerin düşmanını görünmeyen bir orkestra eşliğinde öldürmesi arasında hiçbir ayrım yok- tu. Genç arkadaşın temel yanılgısı; bir kesitte bize sunu- lan tüm öğeleri aynı düzlem üzerinde, aynı biçimde, eş- değerli ve eş işlevli olarak görmesinden kaynaklanmak- taydı. Oysa, ister dilsel olsun, ister görsel, ister ezgisel, ister üçünün karışımı; her söylemin bir sözce düzlemı, bir de sözcelem ya da yansıtım düzlemi vardır. Romalı askerin düşman üzerine yürüyüşünde müzik, oluntuyla birlikte verilir, onunla aynı zamanda da aigılanır, ama oluntunun (sözcenin) değil, yansıtımın, bir başka deyiş- le, oluntuyu anlatan dilin öğesıdir; gece gündüz dökülen gözyaşlarından söz eden acıklı şarkıyı okuyan fıkırdak kadının kalça kıvırması da bir anlamda sözcelem ya da yansıtım düzleminde yer alır gene. Hiç kuşkusuz, ilkçağ askerini düşmanının üstüne çağdaş bir ezgi eşliğinde yollayan sinemacıyı acıklı şarkıyı ağzı kulaklarında söy- leyen hanımla aynı kefeye koymak, sinemacıya karşı bir haksızlık sayılabilir. Biri oluntuyu ezgı yo\uyla da vurgu- lar, gerilimin altını çizer; ötekiyse, bunu bilinçle yapma- sa bile, genel görüntüsü ve devinileriyle söylediği şarkıyla çelişir, nerdeyse alay eder onunla. Ama çelişki, açıklanmayacak bir şey değil. Sözce ile sözcelem ya da oluntu ile yansıtım arasında nerdeyse son sınırma götürülmüş bir değer basamaklanması ve bu basamaklanmada sözcelem ya da yansıtımın öne çı- karılması söz konusu burada; hatta denilebilir ki, şarkı- nın acıklı sözleri sözce niteliğıni yitirmiştir artık, şimdi gerçek sözceyi, gerçek iletim nesnesini oluşturan kıvır- ma ve haykırmayı (şarkı söyleme gösterisini) destekle- yen bir yardımcı öğedir yalnızca. Hamlet"\ ellinci kez iz- leyen tiyatro tutkununun aradığı da Hamlefm sözcesin- den başka bir şey olsa gerek. Şu var ki, bu basamaklanmada, sözcelem ya da yansı- tımın sözce, yani düşünce, duygu ve oluntunun fazla önüne çıkarılması gerçek sanatçıların her zaman karşı çıktıkları, değiştirmek istedikleri bir durum olmuştur. Ör- neğın Garip Akımı böyle bir tutumun ürünüdür; Albert Camus'nün, onun arkasından ve daha dizgesel bir bi- çimde Alain Robbe-Grillet'nın oluşturmaya çalıştığı be- zeksiz, çağrışımsız, eğretilemesiz 'ak yazı' da öyle. Hiç kuşkusuz, başkaldırı ters yönde, yani bilinçli bir biçim- de, yansıtım öğeleri büyütülüp çoğaltılarak örneğin sö- zünü ettiğimiz filmde çağdaş ezgiyı çalanlar, Romalı as- kerle aynı zamanda gösterilerek de yapılabilir. Ama bu yeni ürünler de, Roland Barthes'\n söylediği gibi, "So- nunda kendi tekerlek izlerini açar, kendi yasalarını ya- ratır" yani, bir kez daha kalıbın egemenliği başlar. Kim bilir, günün birinde bunun nedenini de Bouvard ya da Pecuchet'ye yaraşır bir sorudan çıkarırız belki. İSTANBUL ÜNİVERSİTESf ÖĞRENCİ KÜLTÜR MERKEZİ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE KULÜBÜ KONFERANS "ATATÜRKÇÜ OÜŞÜNCE VE GENÇLİK" KONUŞMACI YEKTAGÜNGÖRÖZDEN (T.C. Anayasa Mahkemesi Başkanı) TARİH: 6 Ekim 1994, Perşembe SAAT: 16.00 YER: İstanbul Üniversrtesi Fen Faküftesi Anfisi SEDAT daima aramızdasın TÜRELLER SATILIKYAZLIK Side'de dublex yazlık 1 milyar Tel: (0-242) 322 09 69 (Akşam) DİLBİLİMCİDEN Ingılızce-Almanca-Turkçe (dıksıyon) derslerı Pazar-pazartesi-çarşaraba-cuına günleri Aynı günler, 14.00-17.00 arası 2328986 numaralı telefondan randevu aluıabilir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle