Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
19 OCAK1994 ÇARŞAMBA CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
İDSO, rejisör Yekta Kara'nın başansıyla mevsimin en parlak prodüksiyonunu sergiliyor: Turandot
Alabildiğineimgegücükullanıİmış
EVtNİLYASOĞLÜ
• stanbul Devlet Opera ve
Balesi mevsimin en parlak
prodüksiyonunu sergile-
raekte: Turandot Pınlüsı, de-
vingenliği, sahnedeki derin gör-
sellik boyutu ve tüm görkemiy-
le rejisör Yekta Kara'nın büyuk
başansı. Yaratıcı kadronun
sınırsız bır imge gücüyle eldeki
tûm olanaklan kullandığı bü-
yük bir prodüksiyon. Kostüm-
lerin yaldızı, maskeler, ürnak-
Iar, saçlar, taçlar, makyaj en
ince aynntılara dek uğraşılmış.
Hatta Zefirelli'nin filmine ben-
zer dansçılarla sürekiilik sağ-
lanması, koronun oyuna
katılışı hiç soluk alacak zaman
bulamadan izlenen bir opera
çıkartıruş ortaya.
Masalın uçuculuğu...
Konu masalsı olduğu kadar
toplum değerlerini simgelijor.
Bu simgelerin başında, ağır ha-
vayı dağıtan gülünçlü karakter-
ler Ping, Pang, Pong baştan
sona ustahklı birüçlemeoluştu-
ruyorlar. Erkan Tezcan, Şamil
Gökberk ve Bülent Atak bu ha-
rika tiplemeleriyle hem müzik,
hem de tiyatro açısından opera
sanatının bütünleşmesini ör-
nekliyorlar. Koregrafıde en in-
ce aynntılan gözeten Erdal
L'ğurlu, dansçılan oyunun bö-
lünmez bir parçası haline getir-
miş. Işık dekorundan Ahmet
Defne, kül rengjnin masalsılığı
ile mor ve kızıl tonlann korku
yaratan boğuculuğunu denge-
lemiş. Osman Şengezer'in de-
koru ve kostümleri panltısıyla.
düşlemi ile şimdiye dek hiçbir
opera temsilımizde rastlamadı-
ğımız denli görkemli. Sahnenin
derinliğinde masalın uçuculuğu
yaşaruyor. Koro şefı Fausto Re-
g», sahne içi-sahnc dışı. korola-
nn yaygınlığında ses dengesinin
korunmasını gözetmiş. Bu kez
gala temsilini kaçırdım ve an-
cak dördüncü temsile gidebil-
dim. Mutlaka birkaç temsil
sonra oyunlar daha bir yerleşi-
yor, girişçıkışlar, kalabahk sah-
nenin düzenı yerine oturuyor.
Galalarda pnma sanatçılan iz-
liyonız, ama oyunun oturmuş-
Juğunu görmek içjn galiba bir-
kaç temsil sonra operalan yeni-
den izlemek gerek.
Ping, Pang, Pong'da Erkan Tezcan, Şamil Gökberk ve Bülent Atak ustalıklı bir üçleme oluştu-
ruyorlar. (Ustte) Prenses Turandot rolünü gala temsilinde Galina Savova ustiendi (Vanda).
miş. Liu rolünde bu temsilde
Gönfil Onat'ı izledik. Şesiyle
oyunu birleştirdiği pek söylene-
mez. Kendi sırası gelince or-
kestra şefıne konser veren bir
konum alması izleyiciyi oyun-
dan kopanyor. Turandot ro-
lünde izlediğimiz NUgûn Seri-
moğhı ise herhalde bu rolün sesi
değil Daha bir dramatik, koyu
bir ses olmalı Turandot. Kolo-
ratur soprano olarak yanlış bir
yorum çıkıyor ortaya. Aynca
sahnedeki tekdüze oyunu da o
egzoü'k dünyanın aamasız kra-
liçesini canlandırmıyor. Pren-
ses Turandot. opera edebiya-
tında zor seslerden biri olarak
bilinir. Şancının ses sınırlannı
zorlamasını öngörür. Özel ola-
rak bu rol için gala temsiline ge-
tirtilen Galina Satova'dan son-
ra o rolü yüklenecek nitelikte
birkaç seceneğimizin olmaması
çok yazık. Hep büyük müzik
merkezlerindeki sanatçı seçimi-
ni anlatırlar da imreniriz: New
York'ta bir müzikalin bilmem
kaçına rolü için ülkenin dört
bir yanından gelip başvuran
yüzlerce nitelikli sanatçıdan an-
cak bir tanesi seçilinniş. İşte o
bir kişi de limuzinle döner evi-
ne, diğerleri geldikleri otobüsle.
Turandot'un sonraki temsili
9 şubat. Kaçırmamanızı salık
veririz.
Işın Çakmakçıoğlu'nun
Keman Resitali
Yeteneklerimiz yurtdışma
göçüyor. elden kaçınyoruz on-
lan diye yakınmamız boşuna
değil. İşte Avustralya'da bir
senfoni orkestrasının üyesi olup
buralardan uzaklaşmış biryete-
neğimiz de kemana rşuı Çak-
makçnğlu (1967). Istanbul
Devlet Konservatuvan'ndan
sonra Viyana Müzik Yüksek
Okulu'nu bitirmiş, Londra
Kraliyet Akademisi'nin master
derecesini almış. Pek çok ünlü
sanatçının oda müziği kurslan-
na katılmış. Şimdı Melbourne
Senfoni Orkestrası'nda çaüyor.
Solist olarak yetişen sanatçıla-
nn orkestra içinde çalmalan
onlann sahne coşkusunu kısıt-
lar diye biliriz. Hep sahneyc
çıkmanın verdiği alışkanlıkla
solist olduklannda yeni bir coş-
ku duyurmayacaklanndan
korkanz. Öysa Işın Çakmakçı-
oğlu"nda bu durum tersine işle-
miş. Anlaşılan solistlik coşku-
sunu yitirmemek için özel bir
disiplinle calışmış. Üç yıl önce
dinlediğimize göre çok daha
açık, coşkulu, pınl pınl ve zarif
tonuyla güzel bir program sun-
du. Bu arada yetenekli bir piya-
nist, iyi bir eşlikçi olan Can Ço-
ker'i de tanımış olduk. Prog-
ramın ilginç yönü alışılagelmiş.
sıradan bestecilerle örülü olma-
masıydı. Mozart'ın kıvrak bir
sonatı ile dinleyiciye tanıdık bir
açılış yapular. Sonra Copland'-
ın duosunda, VladigeroFun
Dört Parçası'nda ve Elgar'ın
op. 82 Sonatı'nda, bizler için
yeni olan, neşeyle hüznün kan-
şımı yapıtlar dinlettiler.
urandot,
pınltısı, devingenliği,
sahnedeki derin
görsellik boyutu ve
tüm görkemiyle rejisör
Yekta Kara'nın
büyük başansı.
Yaratıcı kadronun
sınırsız bir imge
gücüyle eideki tüm
olanaklan kullandığı
büyük bir
prodüksiyon.
Bugüne dek orkestrayı çalış-
tıran Pahunbo yurtdışına gitti-
ğinden. yerine bir kez yönet-
mek üzere konuk şef Dieter
Rossberg gclmiştı. Puccini geniş
bir orkestra öngörmüş: Gong-
lar, vurma çalgılar, org. alto
saksofon, arkadan duyulan pi-
rinç çalgılar gibi zengin bir top-
luluk var. Ancak bunca geniş
orkestra sesi ile sahne seslerinin
tam kaynaşmaması İstanbul
Atatürk Kültür Merkezi sahne-
sindeki teknık bır sorunu yeni-
den gündeme geüriyor: Orkest-
ra çukurunun çok derinde olu-
şu. Acaba bu yılki temel onanm
sırasmda bu olay gözden geci-
rilse. orkestrayı biraz daha yük-
seltme olanaklan aransa!
Kaçırmamanızı öneririz
İtalyan opera bestecisi Gia-
como Puccini'nin (1858-1924)
son yapıtı olan Turandot, Fran-
co Alfano (1876-1954) tarafın-
dan tamamlanmış bir lirik
dramdır. Süresi iki saate yakla-
şır. İstanbuJ'daki temsilde her
perde 25-30 dakika civannda
sona eren bir hale getirilmiş.
Asıl süresinden yanm saate ya-
kın bir kesinti yapılmış. Türk
seyircisi operayı iyice sevmeye
başladı. Gerçekten de dolup ta-
şıyor temsiller. Bu ahşkanlık
henüz yayılırken belki de yetki-
liler uzun operalan biraz kısalt-
mayı, günümüzün hızlı yaşamı-
na ayak uydurmayı uygun bu-
luyorlar. Geçen yıl da "Ucan
Hollandah"da aynı fonmül uy-
gulanmıştı.
Erol Uras Calaf rolünde oyu-
nun gerçek-gerçeküstü ilişkisi-
nin düğüm noktası. Sesini dra-
matikleştirebilme yeteneği, mü-
ziğe saygjsı ve sahnesiyle çok et-
kileyici bir Calaf ciziyor. Ayhan
Baran, kısa ve öz Timur rolüyle
her zamanki sahne deneyiminin
doruğunda bir tipleme getir-
Türkiye'de caz ile uğraşan, cazı seven her insan Erol Pekcan'a bir şeyler borçludur
Gerçek'caz'danhiç uzaklaşmadı
MEMETBAYDUR
E
dip Cansever, 'tlkyaz Şikayetçi-
leri' adlı kitabınm sonlannda şu
dört dizeyi sunar okuruna:
- Kim söyler caz şarkılannı en iyi
- Zenciler, zenrifer
- Ama sen beyazsm ne haber
- Benim de kapkara yaptılar içimi.
Erol Pekcan'ın ölümünü duyunca
zaten beyaz sayılmayacak içim, biraz
daha karardı. Çeyreİc yüzyıldır tanıdı-
ğım, söyleştiğim, tarüştığım, şakalaştı-
ğım bir ağabey. îlişkimizi sağlama bağ-
layan olguysa, adına caz denilen müzik
türüydü. Müslüman mahallesinde sal-
yangoz satan insanJann çocuksu özgü-
veniyle yaşanmış, yalnızca caa merkez
edinen bir hayattı Erol Pekcan'ın ha-
yatı. Gerçek bir cazcı olarak yaşadı ve
öyle bıraktı bizleri, dostlannı.
Siyah Amerikalılar tarafmdan yara-
tılmış bir büyük sanatür caz sanaü.
Yanm yüzyıl ya yok sayılmış ya da kü-
çümsenmiştir beyazlar tarafından.
Müzik tarihi kitaplanna sokulmamış.
müzik okullannda, konservatuvarlar-
da çalınması yasaklanmış ve çalınırsa
çalanın en ağır cezaya çarpünlmasına
neden olmuş bir müzik türü. Böyle gi-
derken nasıl oldu bilinmez, altmışh yıl-
lann sonuna doğru 'caz'ın kaderi yüz-
seksen derecelik bir değişime uğradı.
' Harlem'in, Chicago'nun, Detroit'in
yeralü kulüplerinde olağanüstü bir sa-
nat müziğini yülardır ıcra eden ınsan-
lar; devlet başkanlannın, krallann özel
konuğu olarak köşklere, saraylara da-
vet edilmeye başlandılar. Caz saygı-
nlaştı. Yüksek bir sanat formu olduğu,
aklı başında herkes tarafından kabul
edildi.
Avrupa'dan Güney Amerika'ya.
Afrika'dan Japonya'ya kadar yayıldı,
etkiledi, serpildi, gelişti. Siyah ustalann
yanı sıra büyük beyaz ustalar (şu içleri
kapkara olanlar) da çıktı cazın içinden.
Trompette Cbet Baker, trombonda
Jack Teagarden, Urbie Green, Kai W il-
ding, bariton saksafonda Gerry Mulli-
'Bulutlar Üstü Caz Orkestrası'nda yerini aldığını biliyoruz Erol Pekcan'ın.'
gan, tenor saksafonda Stan Getz, piya-
noda Bfll Evans, Lennie Tristano,
Jimmy Rowles şu anda kanşık olarak
aklıma gelenler. Bir de davulcular var.
Erol Pekcan bence iyi bir davulcu ol-
manın ötesinde. bir yol açıaydı. 'Caz'ı
sevdirmek, daha çok dinlenmesini sağ-
lamak için durmaksızın çalıştı. Genç
müzisyenlere hep yardımcı oldu. Ken-
di ön plana çıkmadan onlann gelişip
ilerlemesi için çalıştı. Beyaz davulcu-
lann içinden de gerçekten büyük usta-
lar çıkmıştır cazda.
SbeUy Manne, Mel Lewis, Buddy
Rich, Louie Bellson, Joe Morello, Paul
Motian... Erol Ağabey, bunlan ve bü-
tün caz müzisyenlerini sevgi ve saygı
içeren bir tutkuyla dinierdi. Arada be-
ğenmediği bir davulcu olursa uzun
tartışmalara girilirdi. Bu tartışmalar-
dan biri de ünlü Modern Jazz Dört-
lüsü'nün davulcusu Connie Cay üzeri-
ne çıkmıştı. Benim kendisine biraz ipin
ucunu kacırarak karşı çıkışıma, bir
ağabeye yaraşır hoşgörü ve sevecenlik-
le baktı. Önemli olan 'caz'dı.
Yalnızca caz. Post-modern günlerde
9 cazın da bir değişim ya da arayış içine
girmesi kaçınılmazdı. Yeni arayışlar ve
yönelişlere uzak kalmadı Erol Pekcan,
ama sanınm hep swing içeren. bebop
ya da "hard bop'a daha yakın hisseti
kendini. Gerçek 'caz'dan uzaklaşmadı
hiç. Doksanlı yıllann başında. özellikle
cazın anavatanı olan Amerika Birleşik
Devletleri'nde Erol Pekcan'ın sevdiği
tür caza dönüldüğü göriildü. Genç
müzisyenler. örneğin Marlon Jordan
ya da Ro\ Hargro^e gibi trompetçiler.
Cim VV arfield ve Antonio Hart gibi sak-
safoncular, Carl Allen gibi davulcular,
bütün bu genç müzisyenler. eski usta-
lann açtığı yolda ilerlemeyi yeğliyor-
lardı artık. Jan Garbarek tarzı müziğın
uzağında. çok uzağında yer alan tü-
müyle iletişime dayalı gerçek caza dö-
nülüyor artık.
Türkiye'de cazcı olmak kolay iş de-
ğildir. Denizlerden ve göllerden yüzler-
ce kilometre uzak bir kasabada ba-
lıkağı ve olta yapımcısı olmaya benzer
bu iş bizim ülkemizde. Ezici çoğunlu-
ğun tek sesli müziğe tutkun olduğu.
kulak ile duyum arasındaki köprülerin
pek sağlam kurulamadığı yerlerde, caz
gibi derinliği, göndermeleri çok yoğun,
anlatım tarzlan değişken veçok renkli.
bireyselliğinin yanı sıra, birliktecoşku-
nun ve duygu beraberliğinin elzem ol-
duğu bır sanat formunu ülkemizde
sevdirmeye. saydınnaya çalışmak. an-
cak su katılmamış kahramanlann işi-
dir. Erol Pekcan bu kahramanlardan
biri, en önde gelenlerinden biriydi.
Türkiye'de caz ile uğreşan, cazı seven
her insan, şu ya da bu biçimde Pek-
can'a bir şeyler borçludur.
Bir başka caz ustası olan sevgili dos-
tum Tuna Ötenel ile bazen son yetmiş
yılda ölen caz ustalannın listesini çıka-
nr. bulutlann üstünde biryerde bu in-
sanlann beraber çaldıklannı düşleriz.
Bir fantezidir elbette, ama yaşarken
birlikte çalma fırsatını yakalayamamış
bir çok büyük müzisyeni, düş gücü-
müzle bir araya getiririz böylece. Erol
Pekcan'ın o orkestrada, Bulutlar Üstü
Caz Orkestrası'nda yerini aldığını biü-
yoruz şimdi. Bütün cazseverlerin, bü-
tün caz müzisyenlerinin başı sağolsun.
Beaties,yenişarkılarlatekrarbirarayageliyor
Kültür Servisi -1970 yılında milyonlarca hayranlannın kalbini kı-
rarak yollannı ayıran Beaties grubunun dört efsanevı müzisyeninin
hayatta kalan üçü, tekrar biraraya geliyor. Üstelik eski Beaties şarkı-
lannı yeniden yorumlamak için değil, yepyeni şarkılar yaratmak için.
Paul McCartıiey, George Harrison ve Ringo Star şubat ayında, 1995
yılında piyasaya sunulması planlanan video biyografileri için yeni
besteler yapmak üzere stüdyoya girecekler. 198Ö yılında öldürülen
John Lennon hariç Beaties, eski prodüktörleri George Martin'le tek-
rar çalışmayı planlıyor. Mprtin. aynı zamanda Beatles'ın zirvedeyken
kaydedilen ama hiç bir zaman piyasaya çıkmayan yapıtlannı altı
diskte toplama projesinin başında bulunuyor. Bunun"ultra sır" ol-
duğunun belirten EMI yetkilisi David Huges "Antolojinin hazırlan-
ması aşamasında sıksık birlikte oluyorlar, George Martin'in antolojiye
paralel olarak hazırladığı CD'ler için de birlikte çaltşjyorlar. Ama kc-
sin birşey sö\ lemek için çok erken" gibi açıklama yapmakla yetiniyor.
Sözkonusu video antolojisi, röportajlar, fotoğraflar ve fılmlerdcn
oluşuyor. Birçoğu özel Beaties koleksiyonundan alınan bu materyal
Lennon ve Star'ın doğduğu yıl olan 1940'dan başlayarak. topıuiugun
dağıldığı 1970 yıhna kadar Beatles'ın öyküsünü sunuyor. 1995'te bi-
tecek olan video antolojiye bir de kitabın eşlik etmesi düşünülüyor.
DUŞUNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
Bilim ve Şarlatanlık
İnsanoğlu bir şeye körü körüne inanmak istedi mi, onu
bu inancından vazgeçirmek çok güç.
Sherlock Holmes öykülerinin ünlü yazarı Sir Arthur
Conan Doyle (1859-1930) bir hekimmiş, yani çağdaş bi-
limlerin ışığında eğitim görmüş, aydın bir insan. Birinci
Dünya Savaşı'nda çok sevdiği oğlu ölünce, onun yok ol-
duğu düşüncesine katlanamayarak, çalışmalarını ruhla-
rın maddeden ayrı olarak yaşamayı sürdürdükleri anla-
yışına yönlendirmiş. Bu konuda yazdığı bir düzineye
yakın kitap arasında Spiritizmanın Tarihi adını taşıyan
iki ciltlik "anıtsal" bir yapıt da varmış.
Meleklerin fotoğraflarınm çekilebileceğine inanrn,
bunu kanıtlamaya çalışan Conan Doyle, bir gün elindeki
fotoğrafları ünlü sihirbaz Houdini'ye göstermiş. Sihir-
baz bunların basit fotoğraf hileleri olduğunu anlatmaya
çalışmışsa da, ünlü yazara bir türlü kabul ettirememiş.
Dahası, tanıdığı kimi medyumlar kendisine ruh çağırma
toplantılarında nasıl hile yaptıklarını bütün ayrıntılarıyla
açıklamışlar, ama Conan Doyle onlara da inanmamış.
Sonunda Houdini bu değer verdiği dostuna kendisinin
bir "gözboyacı"dan başka bir şey olmadığını, sanıldığı
gibi "paranormal" yetenekleri bulunmadığını söylemek
zorunda kalmış. Buna karşın Conan Doyle "Houdini Bil-
mecesi" adlı denemesini yazarak onun ünlü kaçışlarını
"vücudunu ruhlaştırarak (dematerializing) gerçekleşti-
ren bir medyum" olduğunu kanıtlamaya çalışmış.
Hüseyin Batuhan, Yapı Kredi Yayınları nca basılan
Bilim ve Şarlatanlık adlı 540 sayfalık kitabınm paranor-
mal olaylara ayırdığı bölümünde bunlan anlattıktan son-
ra, Sir Arthur Conan Doyle için "lyileşmesi olanaksız bir
inanma hastası" diyor...
Evet, insanoğlu bir şeye körü körüne inanmak istedi
mi, onu bu inancından vazgeçirmek çok güç, belkı de
bazı durumlarda böyle "olanaksız"... Gene de şarlatan-
lıkla şavaşmak, dogruyu, gerçeği, bilim çerçevesi içinde
ortaya koymak gerekiyor.
Bu tür şarlatanlıkların en yaygın olduğu ülke Amerika
Birleşik Devletleri. Şaşılacak bir hızla ABD'deki sorunla-
ra benzeyen sorunlarla karşı karşıya kalmakta olan ül-
kemizde de aydınların, bilim adamlannın şarlatanlığa
karşı savaş açmak gereğini duyacakları befliydi. Kay-
nak yapıt niteliğinde bir kitapla savaşı Hüseyin Batuhan
başlatmış oldu.Bilim ve Şarlatanlık şöyle bölümlenmiş:
1. Şarlatanlık Nedir?; 2. Bilim Adamının Kişiliği; 3. Teorik
Bilgiye llişkin Şarlatanlıklar; 4. Okkültizm; 5. Pratik Bilgi
Alanı ile Şarlatanlıklar; 6. Paranormal Olaylar; 7. Ap-
tallığın Anatomisi veya Inanmanın Patolojisi.
Kitapta her türlü şarlatanlık ele alınmış: Uzaylılardan
Atlantis'e, Llsenko'dan Ellsha Perklns'e. alternatif tıpçı-
lardan kanser ilacı bulucularına, yıldız falından el falına
kadar, aklınıza ne gelirse, hepsi örneklerle sergilenip
açmazları gösterilmiş. Ama konuya bilimler açısından
yaklaşıldığı için sanat alanındaki şarlatarılıklara değinil-
memiş...
Hüseyin Batuhan sona eklediği bibliyografya açıkla-
masında şöyle diyor:
"Metin içinde çeşitii vesilelerle belirttiğim gibi, şarla-
tanlar tarafından yazılmış eserlerin sayısı on binleri aş-
maktadır. Bildiğim kadarıyla, bu eserlerden bir bölü-
münü inceleyip eleştiren ilk yazar Amerikalı düşünür
Martin Gardner... Gardner konuyu sistetvajik by
r
..şekil-,
de inceleyen ilk eseri Fads and Fallacies.ın the Name ot.
Science (1952) yayımlandıktan sonra kemdirfi bir türşar-*
latan avcılığı işine adamış, başta ABD olmak uzere, ne-
rede şarlatanlık kokan yeni bir eser yayımlanmışsa, alıp
hemen didik didik etmiş ve eleştirilerini sıcağı sıcağına
çeşitii dergilerde ama en çok da şarlatanlıkla savaş
amacıyla çıkartılan The Skeptical /nquirer dergisinde
yayımlamış."
ÂBD'de durum böyle. Şarlatanlıkla savaş için özel
dergiler, şarlatan avcıları var. Gene de boş inanç ticareti
çılgınlar gibi sünip gidiyor...
Özel televizyonlardaki duruma bakılırsa bizde de bu
ticaret büyük bir hızla yaygınlaşacak. Eğitim, kitap, şu,
bu, hepsi iyi de, televizyonlarla gelen bir saldırıya gene
televizyonlarla «arşı koymak gerekir.
Sağduyunun televizyoru TRT olabilir mi dersiniz?
Boy George
yenidengündemde
KültürServisi - fngiliz müziğı seksenli yıllann ortalannda Beaties
fur>asından sonra ilk kez dünya müzik piyasasını avucuna alma
olanağına kavuştu. Tüm dünyada bir anda parlaşan bu İngiliz
müzisyen tek kişilik bir "akını"ın öncüsü. Boy George ve topluluğu
Culture Club'dı. Boy George ve Culture Oub kısa bir süre zirvede
kalmayı başardıysa da kendisinden beklenenin üstesinden geleme-
di. George'un eroınman oluşu ve topluluk içindeki anlaşmazlıklar
Culture Club'ın dagılmasına, George'un da tedavi görmek
amaa>la ortadan kaybolmasına neden oldu. Şimdi Boy George
yine gündemde. "Best Of Boy George" albümü piyasaya yeni çıkan
ve "Take It Like A Man" isimli otobıyografisinı >azmakta olan
George. yedi kişilik yeni topluluğuyla İngiltere'de yenıden konser-
ler vermeve başladı.
Katolık bır ailede dünyaya gelen Bo> George buna rağmen hiç
bır baskı gönmeden yetıştirildığinin söylü\or: "Ailem kafavı dine
takmış delilerden değildî. Salonumuzda Papa'mn resnünin yanında
Muhammed Ali'nin resmi asılıydı. " George yaşamı ile ıfgili ilginç
yönleri otobıyog-.
rafısinde anlata-
cak: "Yaşamunda
karşılaştığun ger-
çekten sonınlu in-
sanlan secip onlan
gercekçi bir biçim-
de anlatmaya
çalıştmı. Eminim
otobiyografîm ber-
kesi rahatsı/ ede-
cek." Rahatsız ola-
caklann başında
da Madonna geli-
yor. George'un id-
diasına göre Ma-
donna kendi video î
kliplerini taklit
ediyor . hatta çah-
yor: "Rain klibin-
de giydiği penık be-
nm 'Crying
Game' khbiminde-
kinin ayııısıydı. This Used To Be My Playground' klibi ise benim
'To Be Reborn' klibimin kötü bir takiidiydi. "Otobiyografisinde
shovk haline dönüştürdüğü özel yaşamının da gercekçi bir biçimde
yansıtıp yansıtmayacağı ise merak konusu. Aralık ayında verdiği
konserde "Do You Really Waııt To Hurt Me" (Gerçekten Canımı
Aatmak İstiyor musun) şarkısının Culture Club'ın bateristı ve eski
sevgilisi Jon Moss ile ilgisı olmadığım üstüne basa basa söylemesi
bu konuda daha ketum davranacağı izlenimini bırakıyor. Şarkının
sonunda Bov George şu uyanyı da yapma gereği duydu: "Bn şarkı
fiziksel acıyı anlatmıyor, duygusal kırfoaçlama söz konusu olan."
Aslında hayranlan onu olduğu gibi seviyorlar. Örneğin "Move
Away" (Uzak Dur) şarkısıru"Dilini boğazuna sokmaya çalışan bir
kızuı amsma" diye anons ettiğinde seyırd. karşı cinsle istenmese de
bir ilişki kurmuş olmasını öğrenmenin düşkmklığını behrtti. An-
laşılan Boy George'un 80"lerde dayattığı "androjeni imajı" 1994
yılında hayranlan arasında beklediği önemi görmeyc başlayacak.