25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 OCAK1994 ÇARŞAMBA CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR İDSO, rejisör Yekta Kara'nın başansıyla mevsimin en parlak prodüksiyonunu sergiliyor: Turandot Alabildiğineimgegücükullanıİmış EVtNİLYASOĞLÜ • stanbul Devlet Opera ve Balesi mevsimin en parlak prodüksiyonunu sergile- raekte: Turandot Pınlüsı, de- vingenliği, sahnedeki derin gör- sellik boyutu ve tüm görkemiy- le rejisör Yekta Kara'nın büyuk başansı. Yaratıcı kadronun sınırsız bır imge gücüyle eldeki tûm olanaklan kullandığı bü- yük bir prodüksiyon. Kostüm- lerin yaldızı, maskeler, ürnak- Iar, saçlar, taçlar, makyaj en ince aynntılara dek uğraşılmış. Hatta Zefirelli'nin filmine ben- zer dansçılarla sürekiilik sağ- lanması, koronun oyuna katılışı hiç soluk alacak zaman bulamadan izlenen bir opera çıkartıruş ortaya. Masalın uçuculuğu... Konu masalsı olduğu kadar toplum değerlerini simgelijor. Bu simgelerin başında, ağır ha- vayı dağıtan gülünçlü karakter- ler Ping, Pang, Pong baştan sona ustahklı birüçlemeoluştu- ruyorlar. Erkan Tezcan, Şamil Gökberk ve Bülent Atak bu ha- rika tiplemeleriyle hem müzik, hem de tiyatro açısından opera sanatının bütünleşmesini ör- nekliyorlar. Koregrafıde en in- ce aynntılan gözeten Erdal L'ğurlu, dansçılan oyunun bö- lünmez bir parçası haline getir- miş. Işık dekorundan Ahmet Defne, kül rengjnin masalsılığı ile mor ve kızıl tonlann korku yaratan boğuculuğunu denge- lemiş. Osman Şengezer'in de- koru ve kostümleri panltısıyla. düşlemi ile şimdiye dek hiçbir opera temsilımizde rastlamadı- ğımız denli görkemli. Sahnenin derinliğinde masalın uçuculuğu yaşaruyor. Koro şefı Fausto Re- g», sahne içi-sahnc dışı. korola- nn yaygınlığında ses dengesinin korunmasını gözetmiş. Bu kez gala temsilini kaçırdım ve an- cak dördüncü temsile gidebil- dim. Mutlaka birkaç temsil sonra oyunlar daha bir yerleşi- yor, girişçıkışlar, kalabahk sah- nenin düzenı yerine oturuyor. Galalarda pnma sanatçılan iz- liyonız, ama oyunun oturmuş- Juğunu görmek içjn galiba bir- kaç temsil sonra operalan yeni- den izlemek gerek. Ping, Pang, Pong'da Erkan Tezcan, Şamil Gökberk ve Bülent Atak ustalıklı bir üçleme oluştu- ruyorlar. (Ustte) Prenses Turandot rolünü gala temsilinde Galina Savova ustiendi (Vanda). miş. Liu rolünde bu temsilde Gönfil Onat'ı izledik. Şesiyle oyunu birleştirdiği pek söylene- mez. Kendi sırası gelince or- kestra şefıne konser veren bir konum alması izleyiciyi oyun- dan kopanyor. Turandot ro- lünde izlediğimiz NUgûn Seri- moğhı ise herhalde bu rolün sesi değil Daha bir dramatik, koyu bir ses olmalı Turandot. Kolo- ratur soprano olarak yanlış bir yorum çıkıyor ortaya. Aynca sahnedeki tekdüze oyunu da o egzoü'k dünyanın aamasız kra- liçesini canlandırmıyor. Pren- ses Turandot. opera edebiya- tında zor seslerden biri olarak bilinir. Şancının ses sınırlannı zorlamasını öngörür. Özel ola- rak bu rol için gala temsiline ge- tirtilen Galina Satova'dan son- ra o rolü yüklenecek nitelikte birkaç seceneğimizin olmaması çok yazık. Hep büyük müzik merkezlerindeki sanatçı seçimi- ni anlatırlar da imreniriz: New York'ta bir müzikalin bilmem kaçına rolü için ülkenin dört bir yanından gelip başvuran yüzlerce nitelikli sanatçıdan an- cak bir tanesi seçilinniş. İşte o bir kişi de limuzinle döner evi- ne, diğerleri geldikleri otobüsle. Turandot'un sonraki temsili 9 şubat. Kaçırmamanızı salık veririz. Işın Çakmakçıoğlu'nun Keman Resitali Yeteneklerimiz yurtdışma göçüyor. elden kaçınyoruz on- lan diye yakınmamız boşuna değil. İşte Avustralya'da bir senfoni orkestrasının üyesi olup buralardan uzaklaşmış biryete- neğimiz de kemana rşuı Çak- makçnğlu (1967). Istanbul Devlet Konservatuvan'ndan sonra Viyana Müzik Yüksek Okulu'nu bitirmiş, Londra Kraliyet Akademisi'nin master derecesini almış. Pek çok ünlü sanatçının oda müziği kurslan- na katılmış. Şimdı Melbourne Senfoni Orkestrası'nda çaüyor. Solist olarak yetişen sanatçıla- nn orkestra içinde çalmalan onlann sahne coşkusunu kısıt- lar diye biliriz. Hep sahneyc çıkmanın verdiği alışkanlıkla solist olduklannda yeni bir coş- ku duyurmayacaklanndan korkanz. Öysa Işın Çakmakçı- oğlu"nda bu durum tersine işle- miş. Anlaşılan solistlik coşku- sunu yitirmemek için özel bir disiplinle calışmış. Üç yıl önce dinlediğimize göre çok daha açık, coşkulu, pınl pınl ve zarif tonuyla güzel bir program sun- du. Bu arada yetenekli bir piya- nist, iyi bir eşlikçi olan Can Ço- ker'i de tanımış olduk. Prog- ramın ilginç yönü alışılagelmiş. sıradan bestecilerle örülü olma- masıydı. Mozart'ın kıvrak bir sonatı ile dinleyiciye tanıdık bir açılış yapular. Sonra Copland'- ın duosunda, VladigeroFun Dört Parçası'nda ve Elgar'ın op. 82 Sonatı'nda, bizler için yeni olan, neşeyle hüznün kan- şımı yapıtlar dinlettiler. urandot, pınltısı, devingenliği, sahnedeki derin görsellik boyutu ve tüm görkemiyle rejisör Yekta Kara'nın büyük başansı. Yaratıcı kadronun sınırsız bir imge gücüyle eideki tüm olanaklan kullandığı büyük bir prodüksiyon. Bugüne dek orkestrayı çalış- tıran Pahunbo yurtdışına gitti- ğinden. yerine bir kez yönet- mek üzere konuk şef Dieter Rossberg gclmiştı. Puccini geniş bir orkestra öngörmüş: Gong- lar, vurma çalgılar, org. alto saksofon, arkadan duyulan pi- rinç çalgılar gibi zengin bir top- luluk var. Ancak bunca geniş orkestra sesi ile sahne seslerinin tam kaynaşmaması İstanbul Atatürk Kültür Merkezi sahne- sindeki teknık bır sorunu yeni- den gündeme geüriyor: Orkest- ra çukurunun çok derinde olu- şu. Acaba bu yılki temel onanm sırasmda bu olay gözden geci- rilse. orkestrayı biraz daha yük- seltme olanaklan aransa! Kaçırmamanızı öneririz İtalyan opera bestecisi Gia- como Puccini'nin (1858-1924) son yapıtı olan Turandot, Fran- co Alfano (1876-1954) tarafın- dan tamamlanmış bir lirik dramdır. Süresi iki saate yakla- şır. İstanbuJ'daki temsilde her perde 25-30 dakika civannda sona eren bir hale getirilmiş. Asıl süresinden yanm saate ya- kın bir kesinti yapılmış. Türk seyircisi operayı iyice sevmeye başladı. Gerçekten de dolup ta- şıyor temsiller. Bu ahşkanlık henüz yayılırken belki de yetki- liler uzun operalan biraz kısalt- mayı, günümüzün hızlı yaşamı- na ayak uydurmayı uygun bu- luyorlar. Geçen yıl da "Ucan Hollandah"da aynı fonmül uy- gulanmıştı. Erol Uras Calaf rolünde oyu- nun gerçek-gerçeküstü ilişkisi- nin düğüm noktası. Sesini dra- matikleştirebilme yeteneği, mü- ziğe saygjsı ve sahnesiyle çok et- kileyici bir Calaf ciziyor. Ayhan Baran, kısa ve öz Timur rolüyle her zamanki sahne deneyiminin doruğunda bir tipleme getir- Türkiye'de caz ile uğraşan, cazı seven her insan Erol Pekcan'a bir şeyler borçludur Gerçek'caz'danhiç uzaklaşmadı MEMETBAYDUR E dip Cansever, 'tlkyaz Şikayetçi- leri' adlı kitabınm sonlannda şu dört dizeyi sunar okuruna: - Kim söyler caz şarkılannı en iyi - Zenciler, zenrifer - Ama sen beyazsm ne haber - Benim de kapkara yaptılar içimi. Erol Pekcan'ın ölümünü duyunca zaten beyaz sayılmayacak içim, biraz daha karardı. Çeyreİc yüzyıldır tanıdı- ğım, söyleştiğim, tarüştığım, şakalaştı- ğım bir ağabey. îlişkimizi sağlama bağ- layan olguysa, adına caz denilen müzik türüydü. Müslüman mahallesinde sal- yangoz satan insanJann çocuksu özgü- veniyle yaşanmış, yalnızca caa merkez edinen bir hayattı Erol Pekcan'ın ha- yatı. Gerçek bir cazcı olarak yaşadı ve öyle bıraktı bizleri, dostlannı. Siyah Amerikalılar tarafmdan yara- tılmış bir büyük sanatür caz sanaü. Yanm yüzyıl ya yok sayılmış ya da kü- çümsenmiştir beyazlar tarafından. Müzik tarihi kitaplanna sokulmamış. müzik okullannda, konservatuvarlar- da çalınması yasaklanmış ve çalınırsa çalanın en ağır cezaya çarpünlmasına neden olmuş bir müzik türü. Böyle gi- derken nasıl oldu bilinmez, altmışh yıl- lann sonuna doğru 'caz'ın kaderi yüz- seksen derecelik bir değişime uğradı. ' Harlem'in, Chicago'nun, Detroit'in yeralü kulüplerinde olağanüstü bir sa- nat müziğini yülardır ıcra eden ınsan- lar; devlet başkanlannın, krallann özel konuğu olarak köşklere, saraylara da- vet edilmeye başlandılar. Caz saygı- nlaştı. Yüksek bir sanat formu olduğu, aklı başında herkes tarafından kabul edildi. Avrupa'dan Güney Amerika'ya. Afrika'dan Japonya'ya kadar yayıldı, etkiledi, serpildi, gelişti. Siyah ustalann yanı sıra büyük beyaz ustalar (şu içleri kapkara olanlar) da çıktı cazın içinden. Trompette Cbet Baker, trombonda Jack Teagarden, Urbie Green, Kai W il- ding, bariton saksafonda Gerry Mulli- 'Bulutlar Üstü Caz Orkestrası'nda yerini aldığını biliyoruz Erol Pekcan'ın.' gan, tenor saksafonda Stan Getz, piya- noda Bfll Evans, Lennie Tristano, Jimmy Rowles şu anda kanşık olarak aklıma gelenler. Bir de davulcular var. Erol Pekcan bence iyi bir davulcu ol- manın ötesinde. bir yol açıaydı. 'Caz'ı sevdirmek, daha çok dinlenmesini sağ- lamak için durmaksızın çalıştı. Genç müzisyenlere hep yardımcı oldu. Ken- di ön plana çıkmadan onlann gelişip ilerlemesi için çalıştı. Beyaz davulcu- lann içinden de gerçekten büyük usta- lar çıkmıştır cazda. SbeUy Manne, Mel Lewis, Buddy Rich, Louie Bellson, Joe Morello, Paul Motian... Erol Ağabey, bunlan ve bü- tün caz müzisyenlerini sevgi ve saygı içeren bir tutkuyla dinierdi. Arada be- ğenmediği bir davulcu olursa uzun tartışmalara girilirdi. Bu tartışmalar- dan biri de ünlü Modern Jazz Dört- lüsü'nün davulcusu Connie Cay üzeri- ne çıkmıştı. Benim kendisine biraz ipin ucunu kacırarak karşı çıkışıma, bir ağabeye yaraşır hoşgörü ve sevecenlik- le baktı. Önemli olan 'caz'dı. Yalnızca caz. Post-modern günlerde 9 cazın da bir değişim ya da arayış içine girmesi kaçınılmazdı. Yeni arayışlar ve yönelişlere uzak kalmadı Erol Pekcan, ama sanınm hep swing içeren. bebop ya da "hard bop'a daha yakın hisseti kendini. Gerçek 'caz'dan uzaklaşmadı hiç. Doksanlı yıllann başında. özellikle cazın anavatanı olan Amerika Birleşik Devletleri'nde Erol Pekcan'ın sevdiği tür caza dönüldüğü göriildü. Genç müzisyenler. örneğin Marlon Jordan ya da Ro\ Hargro^e gibi trompetçiler. Cim VV arfield ve Antonio Hart gibi sak- safoncular, Carl Allen gibi davulcular, bütün bu genç müzisyenler. eski usta- lann açtığı yolda ilerlemeyi yeğliyor- lardı artık. Jan Garbarek tarzı müziğın uzağında. çok uzağında yer alan tü- müyle iletişime dayalı gerçek caza dö- nülüyor artık. Türkiye'de cazcı olmak kolay iş de- ğildir. Denizlerden ve göllerden yüzler- ce kilometre uzak bir kasabada ba- lıkağı ve olta yapımcısı olmaya benzer bu iş bizim ülkemizde. Ezici çoğunlu- ğun tek sesli müziğe tutkun olduğu. kulak ile duyum arasındaki köprülerin pek sağlam kurulamadığı yerlerde, caz gibi derinliği, göndermeleri çok yoğun, anlatım tarzlan değişken veçok renkli. bireyselliğinin yanı sıra, birliktecoşku- nun ve duygu beraberliğinin elzem ol- duğu bır sanat formunu ülkemizde sevdirmeye. saydınnaya çalışmak. an- cak su katılmamış kahramanlann işi- dir. Erol Pekcan bu kahramanlardan biri, en önde gelenlerinden biriydi. Türkiye'de caz ile uğreşan, cazı seven her insan, şu ya da bu biçimde Pek- can'a bir şeyler borçludur. Bir başka caz ustası olan sevgili dos- tum Tuna Ötenel ile bazen son yetmiş yılda ölen caz ustalannın listesini çıka- nr. bulutlann üstünde biryerde bu in- sanlann beraber çaldıklannı düşleriz. Bir fantezidir elbette, ama yaşarken birlikte çalma fırsatını yakalayamamış bir çok büyük müzisyeni, düş gücü- müzle bir araya getiririz böylece. Erol Pekcan'ın o orkestrada, Bulutlar Üstü Caz Orkestrası'nda yerini aldığını biü- yoruz şimdi. Bütün cazseverlerin, bü- tün caz müzisyenlerinin başı sağolsun. Beaties,yenişarkılarlatekrarbirarayageliyor Kültür Servisi -1970 yılında milyonlarca hayranlannın kalbini kı- rarak yollannı ayıran Beaties grubunun dört efsanevı müzisyeninin hayatta kalan üçü, tekrar biraraya geliyor. Üstelik eski Beaties şarkı- lannı yeniden yorumlamak için değil, yepyeni şarkılar yaratmak için. Paul McCartıiey, George Harrison ve Ringo Star şubat ayında, 1995 yılında piyasaya sunulması planlanan video biyografileri için yeni besteler yapmak üzere stüdyoya girecekler. 198Ö yılında öldürülen John Lennon hariç Beaties, eski prodüktörleri George Martin'le tek- rar çalışmayı planlıyor. Mprtin. aynı zamanda Beatles'ın zirvedeyken kaydedilen ama hiç bir zaman piyasaya çıkmayan yapıtlannı altı diskte toplama projesinin başında bulunuyor. Bunun"ultra sır" ol- duğunun belirten EMI yetkilisi David Huges "Antolojinin hazırlan- ması aşamasında sıksık birlikte oluyorlar, George Martin'in antolojiye paralel olarak hazırladığı CD'ler için de birlikte çaltşjyorlar. Ama kc- sin birşey sö\ lemek için çok erken" gibi açıklama yapmakla yetiniyor. Sözkonusu video antolojisi, röportajlar, fotoğraflar ve fılmlerdcn oluşuyor. Birçoğu özel Beaties koleksiyonundan alınan bu materyal Lennon ve Star'ın doğduğu yıl olan 1940'dan başlayarak. topıuiugun dağıldığı 1970 yıhna kadar Beatles'ın öyküsünü sunuyor. 1995'te bi- tecek olan video antolojiye bir de kitabın eşlik etmesi düşünülüyor. DUŞUNCEYE SAYGI MEMET FUAT Bilim ve Şarlatanlık İnsanoğlu bir şeye körü körüne inanmak istedi mi, onu bu inancından vazgeçirmek çok güç. Sherlock Holmes öykülerinin ünlü yazarı Sir Arthur Conan Doyle (1859-1930) bir hekimmiş, yani çağdaş bi- limlerin ışığında eğitim görmüş, aydın bir insan. Birinci Dünya Savaşı'nda çok sevdiği oğlu ölünce, onun yok ol- duğu düşüncesine katlanamayarak, çalışmalarını ruhla- rın maddeden ayrı olarak yaşamayı sürdürdükleri anla- yışına yönlendirmiş. Bu konuda yazdığı bir düzineye yakın kitap arasında Spiritizmanın Tarihi adını taşıyan iki ciltlik "anıtsal" bir yapıt da varmış. Meleklerin fotoğraflarınm çekilebileceğine inanrn, bunu kanıtlamaya çalışan Conan Doyle, bir gün elindeki fotoğrafları ünlü sihirbaz Houdini'ye göstermiş. Sihir- baz bunların basit fotoğraf hileleri olduğunu anlatmaya çalışmışsa da, ünlü yazara bir türlü kabul ettirememiş. Dahası, tanıdığı kimi medyumlar kendisine ruh çağırma toplantılarında nasıl hile yaptıklarını bütün ayrıntılarıyla açıklamışlar, ama Conan Doyle onlara da inanmamış. Sonunda Houdini bu değer verdiği dostuna kendisinin bir "gözboyacı"dan başka bir şey olmadığını, sanıldığı gibi "paranormal" yetenekleri bulunmadığını söylemek zorunda kalmış. Buna karşın Conan Doyle "Houdini Bil- mecesi" adlı denemesini yazarak onun ünlü kaçışlarını "vücudunu ruhlaştırarak (dematerializing) gerçekleşti- ren bir medyum" olduğunu kanıtlamaya çalışmış. Hüseyin Batuhan, Yapı Kredi Yayınları nca basılan Bilim ve Şarlatanlık adlı 540 sayfalık kitabınm paranor- mal olaylara ayırdığı bölümünde bunlan anlattıktan son- ra, Sir Arthur Conan Doyle için "lyileşmesi olanaksız bir inanma hastası" diyor... Evet, insanoğlu bir şeye körü körüne inanmak istedi mi, onu bu inancından vazgeçirmek çok güç, belkı de bazı durumlarda böyle "olanaksız"... Gene de şarlatan- lıkla şavaşmak, dogruyu, gerçeği, bilim çerçevesi içinde ortaya koymak gerekiyor. Bu tür şarlatanlıkların en yaygın olduğu ülke Amerika Birleşik Devletleri. Şaşılacak bir hızla ABD'deki sorunla- ra benzeyen sorunlarla karşı karşıya kalmakta olan ül- kemizde de aydınların, bilim adamlannın şarlatanlığa karşı savaş açmak gereğini duyacakları befliydi. Kay- nak yapıt niteliğinde bir kitapla savaşı Hüseyin Batuhan başlatmış oldu.Bilim ve Şarlatanlık şöyle bölümlenmiş: 1. Şarlatanlık Nedir?; 2. Bilim Adamının Kişiliği; 3. Teorik Bilgiye llişkin Şarlatanlıklar; 4. Okkültizm; 5. Pratik Bilgi Alanı ile Şarlatanlıklar; 6. Paranormal Olaylar; 7. Ap- tallığın Anatomisi veya Inanmanın Patolojisi. Kitapta her türlü şarlatanlık ele alınmış: Uzaylılardan Atlantis'e, Llsenko'dan Ellsha Perklns'e. alternatif tıpçı- lardan kanser ilacı bulucularına, yıldız falından el falına kadar, aklınıza ne gelirse, hepsi örneklerle sergilenip açmazları gösterilmiş. Ama konuya bilimler açısından yaklaşıldığı için sanat alanındaki şarlatarılıklara değinil- memiş... Hüseyin Batuhan sona eklediği bibliyografya açıkla- masında şöyle diyor: "Metin içinde çeşitii vesilelerle belirttiğim gibi, şarla- tanlar tarafından yazılmış eserlerin sayısı on binleri aş- maktadır. Bildiğim kadarıyla, bu eserlerden bir bölü- münü inceleyip eleştiren ilk yazar Amerikalı düşünür Martin Gardner... Gardner konuyu sistetvajik by r ..şekil-, de inceleyen ilk eseri Fads and Fallacies.ın the Name ot. Science (1952) yayımlandıktan sonra kemdirfi bir türşar-* latan avcılığı işine adamış, başta ABD olmak uzere, ne- rede şarlatanlık kokan yeni bir eser yayımlanmışsa, alıp hemen didik didik etmiş ve eleştirilerini sıcağı sıcağına çeşitii dergilerde ama en çok da şarlatanlıkla savaş amacıyla çıkartılan The Skeptical /nquirer dergisinde yayımlamış." ÂBD'de durum böyle. Şarlatanlıkla savaş için özel dergiler, şarlatan avcıları var. Gene de boş inanç ticareti çılgınlar gibi sünip gidiyor... Özel televizyonlardaki duruma bakılırsa bizde de bu ticaret büyük bir hızla yaygınlaşacak. Eğitim, kitap, şu, bu, hepsi iyi de, televizyonlarla gelen bir saldırıya gene televizyonlarla «arşı koymak gerekir. Sağduyunun televizyoru TRT olabilir mi dersiniz? Boy George yenidengündemde KültürServisi - fngiliz müziğı seksenli yıllann ortalannda Beaties fur>asından sonra ilk kez dünya müzik piyasasını avucuna alma olanağına kavuştu. Tüm dünyada bir anda parlaşan bu İngiliz müzisyen tek kişilik bir "akını"ın öncüsü. Boy George ve topluluğu Culture Club'dı. Boy George ve Culture Oub kısa bir süre zirvede kalmayı başardıysa da kendisinden beklenenin üstesinden geleme- di. George'un eroınman oluşu ve topluluk içindeki anlaşmazlıklar Culture Club'ın dagılmasına, George'un da tedavi görmek amaa>la ortadan kaybolmasına neden oldu. Şimdi Boy George yine gündemde. "Best Of Boy George" albümü piyasaya yeni çıkan ve "Take It Like A Man" isimli otobıyografisinı >azmakta olan George. yedi kişilik yeni topluluğuyla İngiltere'de yenıden konser- ler vermeve başladı. Katolık bır ailede dünyaya gelen Bo> George buna rağmen hiç bır baskı gönmeden yetıştirildığinin söylü\or: "Ailem kafavı dine takmış delilerden değildî. Salonumuzda Papa'mn resnünin yanında Muhammed Ali'nin resmi asılıydı. " George yaşamı ile ıfgili ilginç yönleri otobıyog-. rafısinde anlata- cak: "Yaşamunda karşılaştığun ger- çekten sonınlu in- sanlan secip onlan gercekçi bir biçim- de anlatmaya çalıştmı. Eminim otobiyografîm ber- kesi rahatsı/ ede- cek." Rahatsız ola- caklann başında da Madonna geli- yor. George'un id- diasına göre Ma- donna kendi video î kliplerini taklit ediyor . hatta çah- yor: "Rain klibin- de giydiği penık be- nm 'Crying Game' khbiminde- kinin ayııısıydı. This Used To Be My Playground' klibi ise benim 'To Be Reborn' klibimin kötü bir takiidiydi. "Otobiyografisinde shovk haline dönüştürdüğü özel yaşamının da gercekçi bir biçimde yansıtıp yansıtmayacağı ise merak konusu. Aralık ayında verdiği konserde "Do You Really Waııt To Hurt Me" (Gerçekten Canımı Aatmak İstiyor musun) şarkısının Culture Club'ın bateristı ve eski sevgilisi Jon Moss ile ilgisı olmadığım üstüne basa basa söylemesi bu konuda daha ketum davranacağı izlenimini bırakıyor. Şarkının sonunda Bov George şu uyanyı da yapma gereği duydu: "Bn şarkı fiziksel acıyı anlatmıyor, duygusal kırfoaçlama söz konusu olan." Aslında hayranlan onu olduğu gibi seviyorlar. Örneğin "Move Away" (Uzak Dur) şarkısıru"Dilini boğazuna sokmaya çalışan bir kızuı amsma" diye anons ettiğinde seyırd. karşı cinsle istenmese de bir ilişki kurmuş olmasını öğrenmenin düşkmklığını behrtti. An- laşılan Boy George'un 80"lerde dayattığı "androjeni imajı" 1994 yılında hayranlan arasında beklediği önemi görmeyc başlayacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle