20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19EYLÜL19S3PAZAR CUMHURİYET 2 SAYFA KTJLTUR GUNDEMDEKISANATÇI SAMİH RİFA T ONAT KUTLAR Aradan yülar geçse de, karşı- laşuğınızda, belli bir nedeni ol- maksızın yüzünüzü ışıtan, yalnızca onunla karşılaşmaktan mutluJuk duyduğunuz kaç dostunuz var ya- şanıınızda? Düşündüğü ve söylediği her şeyı hilesiz, art niyetsiz, dolam- baçstz düşünen ve söyleyen; her ko- nuda sonuna kadar açık, saydam, ama aynı zamanda ta dipte bir yerde sağlam bir kişilik sırn saklayan, güve- nilir bir dost? Sevecen. hoşgörülü, de- mokrat, ama buna karşılık her rüzga- ra eğilmeyen, çıkarlan için yanar dö- ner olmayan. jıatta çıkarlanru hiçbir zaman önde tutmayan, düriist bir aydın. birinsan... Samih Rifat, bu ender insaniardan bıridir. Sadece bu özellikleriyle bile. onun yakın dostlanndan biri olmak, keyif verirdi bana. Yaşamayı bilen, yaşam- la ve kendisiyle banşık. ailesi ve dost- lanyla mutlu. sapklı bir yakınınızla roka salatası eşligınde iki kadeh rakı içmek bile bir keyiftir. Ama Samih Rıfat, aynı zamanda, günümüzün çok yönlü, seçkin aydmlanndan biri, çok değerli bir sanatçıdır. Tıpkı Rö- nesans dönemi sanatçılan gibi, ilgisini MuÜıüuğaövgühov ve Tarkovski. ÖzellikJe son iki yö- netmende, babadan. dededen ^elen bir seçkinliği kökten reddeden, hatta nedense bunu bir suç haline getiren yanlış bir rejim anlayışına isyanın da önemli bir rolü var. Ve ne tuhaf, Samih Rifat da, tıpkı Mikhalkhov ve Tarkovski gibi, Slav kökenli bir ailenin çocuğu. Soylulu- ğun derin ve demokratik bir gelenek olduğu PoIonyaJı bir ailenin. Hem onun ve Oktay Rifat'ın, hem de Naam'm büyük dedesi Şehit Mustafa Celalettin Paşa'nın gerçek adı Bojens- ki idi. Yani bir Polonya soylusu. Nice zaman, bir sürü sağcı ahmak, Naam'ı kötülerken, dedesının bır Po- aydınlanndan biriydi. Kendi kendini yetiştirmiş önemli bir dilci. önemli bır Kemalist aydın. Garip üçgenınin önemli sacayağı. sonraki yıllann bü- yük şairi Oktay Rıfat'ın ve iki yakın arkadaşı Metih Cevdet'Ie Orhan Veü'- nin en verimli olduklan Ankara yı- liannda geçmiş bir çocukluktan son- ra. şair bir baba ile "Francophone bir anne"nin doğal kültürel ortamında. başta Sabahattin Eyüboğlu olmak üzere, çağdaş kültür ve sanatımızın en seçkin isimlerinin yanı başında olgun- laşan ilk gençlik ve gençlik yıllan, başka bir sonuç veremezdi. Samih Rifat bu ortamda, ama gene" de salt kendi seçimleri ve yönelimleri sekisinde oturan dedeme gidip, Bcv' demiş, "oğlan şiir yazmış. Neden din- lemiyorsun?' Dedem bunun iizerine lüffedip dinJemiş. Babamui anlattığına göre, şiir bitince hafîfçe sakalı çarpılımş. Ama gene de renk verme- miş: 'Vatan içın olsa>dı. afenn der- dirn' demiş. Babam da beni hiç yürek- lendirmedi yazı konusunda. Ama AKM'deki yılJarda. düzyazılar yaz- maya başladığunda hoşlandı bundan. En yüreklendirici sözii de şuydu: °İ>ı. Ben öldükten sonra şiir deyazarsın..." Sonraki yıllarda ise onunla gerçek iki dostolduk. Yalmz bir insandı. Saatler- ce benimle şiir, edebiyat, resim konu- şurdu. Özellikle son yülarında, onu gi- îvecen, hoşgörülü, demokrat ama buna karşılık her rüzgara eğilmeyen, çıkarlan için yanar döner olmayan, hatta çıkarlannı hiç bir zaman önde tutmayan, dürüst bir aydın, bir insan... tek alanda yoğunlaşurmayan, sa- natın birçok alanıyla birden ilgilenen, ilgilendiği her alanda da belli bir dü- zeyin altına düşmeyen, ödün verme- yen bir kalitenin temsilcilerinden biri. Bu "övgü"yü, asıl bu nedenle kale- me almayı düşündüm. Samih Rifat'la çok eski yıllarda tanıştık. Sinematek'- ın 1 numaralı üyesi, şimdi Paris'te ya- şayan "Sinematek'çT ve "tiyatrocu'' Jak Şalom'dur 68 numaralı üyesi ise Samih Rifat. Yıl 1965. O sırada Sa- mih. yirmi yaşmdaydı. Ama ası] tanışıkhğımız 1970'Ii yıllann sonlan- nda başladı. O, AKM'nin müdür yardımcısıydı, bense sinema birimi yöneticisi. İki yıl yan yana odalarda çabştık. By-yan yana odalar. bazen uzun bazen kısa aralıklarla bugün de sürüyor. Reklam ajanslannda, film yapım evlennde. Bu uzun komşuluk yıllannda, ne zaman ülkede ve yeryü- zünde olup bitenlerden derin bir ka- ramsarlığa düşsem, ne zaman Faulk- ner'ın deyimiyle düşlerimdeki buğday tarlalanndan karanlık bir esinti. sınsi bir tılki gibi geçse, ya da tam tersine ne zaman Vflla Lobos'un bir ezgisi. Rene Char'ın. Pessoa'run, Paster- nak'ın bır şiinyle heyecanJansam, Be- yoğlu veya Mardın'de bir yeni yapı keşfetsem, uzak ve yeni bir İcent tanı- sam, bu yeni duygulan, izlenimleri, düşünceleri paylaşacak birini aradığı- mda, aklıma ilk gelen kişi Samih Ri- fat"tır. Onunla saatlerce Yourcenar ya da Henri Miller konuştuğumuzu hatırlanm. Samih Rifat'lakonuşmak,Boğaz- ın Anadolu yakasında, güz çınar- lannın yapraklanna basarak yapılan keyifli ve sakin bir yürüyüş gibidir. AKM'deki yıllarda, onu baş- kalanyla tanıştınrken, önce sadece adını söylemeye. Oktay Rifat'm oğlu olduğunu ise laf arasına sıkıştırmaya çok dikkat ederdim. Oktay Rifat, bu çok önemli şairimiz, o yıllarda tüm görkemiyle hayattaydı ve Samih, sa- dece- ünlü bir sanatçının oğlu olarak tarunmaktan, hakb. olarak hoşlan- mazdı... Şimdi ise sanıyorum tam ter- sine. bunu belirtmekten çok hoşlanı- yor. Tıpkı hepsini ayn ayn beğendi- ğim. babalan şair olan üç ünlü yönet- men gibi: Bertolucci, Nikita Mikhalk- TJ.ıpk lonyab oluşunu bulunmaz bır "iha- net" kanıtı olarak göstermeye çahşü. Tüm Osmanlı hanedanı da dahil, yaşadığımız topraklann. yeryüzünün en zengin ırklar, dinler. dıller mozayi- ğı olduğunu unutarak. Ama bence. daha önce bır başka sanatçı dostum için yazdığım gibi, Samih'in kişili- ğindeki soyluluğu. aile- nin kökeninde değil. gene aile nedenıyie, içinde doğup büyüdü- ğü ortamda aramak gerekir. Adını taşıdığı dedesi Samih Rifat, bizim çocukluğumuzun ünlü marşı "Yaslı gjttim, şen gekfim"ın ve daha birçok şiinn yaratıcısı olarak Cumhuriyet dönemimızin önemli ile kendi kişiliğini oluşturdu. Salt kendi seçimleriyle diyorum. çünkü bir konuşmamızda Oktay Ri- fat'ın onu hiçbir biçimde yönlendir- mek istemediğinı, hatta birazçileb bir pkı Rönesans dönemi sanatçılan gibi ilgisini tek a landa yoğunlaştırmayan. sanatın birçok alanıyla birden ilgüenen,belli birdüzeyin altına düşmeyen, ödün vermeyen bir kalitenin temsilcilerinden biri. iş gibi gördüğü sanatçılığa özendir- mediğın] anlatmıştı "Babam ilk şiiri- ni ya/dığında. dedeme göstermek iste- miş. Önce dinlemek istememiş dedem. Sonra babaannem. eski Çamlıca evinin (Fotoğraf: ARA GÜLER) derek daha çok sevdim..." Saint Benoit'da. o karanlık papaz okulunda. gene de çok b(lgili. kendile- rini yetiştirmiş. felsefe. Marx, Sartre, Gide bilen hocalann yanında gelişen kişiliğıne damgayı vuran insan ise Sabahattin Eyü- boğlu oldu. Yakın tarihı- mizin bu tanmmış hüma- nisti. Samih Rifat'ı klasik dünya ile tanıştırdı. Yu- nan-Latin uygarbklan. Homeros ve Rönesans'la. Ama aynı zamanda da başta mavi yoJculuklar obnak üzere. Anadolu 'insamna ve doğasına yapılan uzun yolculuklarda kendi uygarlığımızla. "Tek bir disiplin. bana hiçbir zaman çok çekici gelmedi" dı\or. Samih Rifat. "Çevirilere çok erken başladım. Homeros ve Sappho çevir- dim. Çok hoşlandığun için. Lisede gi- tar çaünaya başladım. Bazı salonlarda konser verecek kadar geliştirdim klasik gitarı. Onu da amatörce >ap- mayı sürdürmekten hoşlandun. Fotoğ- rafa. Sabahattin E>üboğlu'nun yiirek- lendirmesi> le başladım. Bugün. Avm- pa'da basılan önemli bazı kitapların fo-. toğraflarım çeken profesvonel bir fo- toğrafçı olmama rağmen. kendimi fo- toğrafla sınırlamadım. Sinema\ a giri- şim, çok seıdiğim dostum Şahın Ka>- gun sa>esinde oidu. Bugün de özellikle belgesel filmler yönetmeve devam edi- yoram. Fotoğraf, mü/jk yazılan, şür ve deneme çevirileriylc uğraşmayı sevi- yorum. Rene Char'dan, Andre Ver- det"ten şiir çeviri kitaplanm, Kavafıs'- ten düz> azı çeviri kitabım. Le Corbu- sıer'den notlar yayımlandı. Münar ol- duğum için eski vapıları çok seviyo- nım. L'zun yıllar restorasyon işleriyle uğraştım. Bütün bunları, biı alanlardan birinde mutlak olarak yoğunlaşmak, o alanda bir numara olmak falan için yapmıyorum. Zevk aldığım için yapıyorum. Sanıvonım kişiiiğımin en önemli özelliği bu..." Başta Ada Yayınlan'nda cıkan Chartn "Seçme Şiirleri" olmak üze- re. Samih'in yaptığı lüm çeviriler, be- nım başucu kitaplanm arasında. Onunla birlikte belgesel filmler yapı- yoruz ve yaptığı işleri çok beğeniyo- rum. Ortak dostumuz. sevgili Zeynep Avcı'nın, Levent'teki evındc düzenle- dığimız gitar gecelennde. Samih'in usta ellerinden dinlediğimiz ezgıleri unutmujorum. Ondaki bu Rönesans çeşıtlılığini ben de çok seviyorum. Çünkü ben de tıpkı onun gibi, her şcydcn önce bir işi yaparken keyif alanlardanım. "Bira/ aşmmış bir sözcûkle başlay a- cağun cümleye" diyorum, "Bağişla beni. Ama gaüba 'mutlu" bir adamsm sen..." diyorum gülerek. O da gülümseyerek bana Giöno- dan söz açıyor. Jkimizin de çok sevdi- ği bir yazardan. evirilere çok erken başladım, Homeros ve Sappho'yla.. FöTögrafa Sabahatöö'% Eyüboğlu'nurr" "' yüreklendirmesiyle başladım. Sinemaya girişim çok sevdiğim Şahin Kaygun sayesinde oldu; "Giono'nun bir romanmda, kendi yaşam çerçevesi içinde yuvarlanıp gi- den bir Fransız köyüne bir adam gelir. Köyden köye yürüverek gezen, başı- boş. tuhaf görünüşlü bir cambaz, bir akrobat. Adı: Bobı. Köylülerin yaşa- mma, bir düşteymişcesine kanşır ve mutluluğu öğretir onlara. Bobi'ye göre mutluluk. karşılıksız y apılan işlerden gelir; yararsız görünen uğraşiardan doğar. Tarlalann buza kestiği karlı bir gün- de, iki çuval fazia buğday ı tarlaya sa- çarlar bir köylüyle. Bomboş gökte bir bir beliren. sonra yavaş yavaş yanları- na, giderek ellerine, omuzlanna konan binlerce, renk renk kuş... Damızlık aygıra çekilmek için ahıra götürülen kısrağı (hay>anın dişiyi aş- masına elle yardım edilmesi usulden olan köyde) aygırla birlikte kırlara saldınr. Yan yana, uzun uzun koşar at- lar ovada. uzun uzun sevişirler. Bobi haklıdır. İşte mutluluk budur. Karşılıksız, ko- lay ve gfizel... Romanın adıysa, sanırun İncil'den alınmış bir söz: 'Sevincım Eksilmesin." Bundan iyi dilek mi otur." İnsanın mutlu bir arkadaşı olması kadar mutluluk verici bir şey olabilir mı17 Fransa'nın Deauville kentinde düzenlenen 19. Amerikan Sineması Festivali'nde en yeni filmler gösterildi Amerikan sineması 'görücüye' çıktıKültür Servisi - Fransa'mn Nor- mandiya bölgesinde. Manş kıyılan- ndaki sevimli, şirin sayfiye kenti Dea- uville, bu yıl da 3-12 eylül tarihleri arasında bir kez daha Amenkan sine- masının gövde gösterisine sahne oldu. 1974'ten beri her yıl düzenlenerek arük iyice gelenekselleşen E>eauville'- deki 19. Amerikan Sineması Festivali, alışıldığı üzere. her yaz sonunda Hollyvvood'un Avrupa'ya çıkarma yapuğı, gösterişli ve albenili bir "şen- İik"ti. Daha çok tıcari amaçb. satışa yönelık, cümbüşlü ve yanşmasız bir festival oluşunun yanı ara kimi Holly- wood starlannın da şenlendirdikleri, on gün-on gece boyunca süren, avü avıl, ışıl ışıl bir Amerikan sineması bayramrydı yine Deauville. Tabii o Amerikahlara özgü, kıvrak •'basuı ve halkla ilişkfler" yöntemleny- le tezgahlanan tantanalı. cafcaflı tanıtım kampanyalan ve gözahcı rek- lamlar gırla gidıyordu alışıldığı gibi. Deauville '93'te, ürettiği son "maT'lan iyice allayıp pullayarak bir kez daha beceriyle pazarlayan Hollywood, fes- tivalin açıhnış fılmi olan Tim Hunter'- ın "The Saint of Fort VVashington- Manhattan.'m AzizT'nin iki başrol oyuncusu, Matt Dillon'la Danny Glo- ver ve "Harry Sally'ye Rastladığında"- yı hatırlatan ve aşk-tesadüfler üstüne festivaJin en sevimli komedilerinden biri olan. kadın yönetmen Nora Eph- ron'un "Sleepiess in Seartle" fılminin >ildızlan Meg Ryan'la Tom Hanks, Tom Cruise vb gibi her zaman ilgi odağı olmaya aday şöhretlennı de De- auville'e göndererek. kitabına uygun şekildc eksiksiz, havalı ve cakab bir yeni gövde gös^erisine girişmişti yine. Nostalji meraklısı Fransız sinema- severlerin önceki yıllarda Deauville Festivali'nde ağırlayıp baştaa ettikleri Bette Davis. Kim Novak. Elizabem Taylor, Jane Russell gibi ünlü yıldızla- ra bu yıl Jessica Lange eklenmışti. Festivalin gelenekselleşmiş saygı gösterisi bölümü. artık 4O'lı yaşlannın olgun güzellığini sürdyren Jessica Lange ile Hollywood'un emektar yö- netmenlcnnden Richard Fleischer'e aynlmışü 19. Deauville Amerikan Si- Jessica Lange neması Festıvali'nde. Yanşmasız festi- valin en ilgi çeken yeni Amerikan yapı- mlan da, Robert de Niro'yla EUen Bar- kin'in oynadığı. Michael Caton-Jone- sun yönettığı "Gizli Yaralar", Don Johnson'la Rebecca de Mornay'm yeni bir ikili oluşturduklan, deneyımli yö- netmen Sidney Lumet'in imzaladığı "Seytanın Avukarı", Sigoumey Wea- ver'le Kevin Kline'ın Ivan Reitman'ın yönetimınde bır araya geldığı "Bir Gü- nün Baskanı" ve Clint Eastvvood'un ABD Başkanı'nın gözünü budaktan esirgemez bir koruması rolünü üstlen- dığı. John Malkovich'in de çılgın bir katıl olarak rol aldığı. VVoUgang Peter- sen'in yönettiği "In the line of Fîre- Ateş Hattında" oldu. Tina Turner ro- lündeki yeni yetenek Angela Basett'in haylı göz doldurduğu, yıllara meydan okuyan üniü şarkıanın fırtınah ha- yatını aktaran Brian Gibson'ın "Tina"- sı da festivalin en çok alkış alan filmle- rindendi. Hollyvvood'un yeni 'box-ofîice' şampiyonu adayı olarak tezgahladığı gösterişli fılmlerden, Sydney Pollack'- ın yönettiği "The Firtn-Şirket" de. Tom Cruise. Gene Hackman. Holly Hunter ve Ed Harris'den oluşan par- lak oyuncu kadrosuyla festivalin en çok rağbet gören üstun yapımlanndan biriydi. Tom Cruise de festivalin son günlermde Deauville Festivali'ni renklendiren Hollyvvood ünlüleri ker- vanınakatıldı. Amerika'da neredeyse her yazdığı best-seller olan ve bazı romanlan sine- maya da uyftrlanan. "çok satan kitap- lann kral yazarı" Sidney Sbeldon'a da edebi bir ödülün venldıği 19. Deauvil- le Amerikan Sineması Festivali. yeni mevsim öncesi Fransız sınemaseverle- ri oldukça memnun bırakıp havaya sokarak. Steven Spielberg'in şimdiden bir "olay fîlm"e dönüştürülen son bombası "Jurassic Park"ın gösteri- miyle 12 eylülde noktalandı. "Kötü di- nozorlar"ın cirit attığı bu Spıelberg "park"ında adeta kendilerinden geçti- ler yediden yetmişe, büyük-küçük tüm sinemaseverler. Özetle Normandiya'nın ünlü turis- tik tatil kenti Deauville'de bir kez daha olanca göz abcılığı ve görkemiyle "çok renkli hayal ve rüyalar imalatçısı HoUywood"istan"dan çıkagelen en son yeni "mamuller" müşteriye sunuldu on gün süresince ve bir kez daha bu işi 'en iyi Amerikalılann yaptığı' kanıt- landı. Yazar olarak Beettroven ile Rossini MEMET BAVT>LR Beethoven, bir operası için dört üvenur bestelemış. Rossini, dört operası için bir üvertür kullanmış. Bu bilgı kınntısından yola çıkıp, İtalyan ve Alman karak- tennin genel çerçevesini çizebilır miyız? Sanmıyorum. Belkı Beethoven ile Rossini arasındaki önemli bir fark olduğunu düşünebiliriz. Mesleklerine yaklaşımlannın çok farklı oldu- ğunu söyleyebılinz. Bu da pek doğru olmaz kanımca. Olsa olsa. tüm hayatlannı müzığe adamış bu iki insan arasındaki "mizah duygusu farkı" üstüne bazı yargılara varmamızı sağ- layabılir bu durum yalnızca. Bır insan aynı opera için dört ayn üvertürü neden besteler? Ansiklopedilere. biyografilere, Beethoven üstüne yazılmış kitaplara bakıp bulmalıyım, bir iş için dört açılış yazmasının nedenını. Dördü de güzeldir o üvertürlerin üstelik. ama belki Beethoven birinci üvertürü yazdı; baktı, beğenmedi oturdu bir tane daha yazdı, evet, fena olmarruştı ikinci üvertür. ama ben bunun daha iyısini yapanm dedi ve oturdu üçüncü üver- türü yazdı; aradan bir zaman geçtı. hepsini bir kenara ıtip dördüncü ve son açılışı besteledi. Kendi işi üstünde calışıyor adam Ama aklımı kanştıran bir şey var. İlk üç üvertürü yır- tıp atmamış. Saklamış.onlan. Böylece, bir operaya dört üvertür İlk üç üvertürü neden atmadı, yakmadı? Onlan da mı sevıyordu? Öyleyse dördüncüyü neden yazdı? Lvertür yazmayı mı seviyordu Beethoven? Dokuz senfoni. beş piya- no konçertosu. yüz otuzdan fazla yaylı sazlar dörtlüsü ıçın oda müzıği, sonatlaj, düolar, üçlüler. beşliler yazmış adam. Bir tek operası var. o opera için de dört üvertürü Rossini birçok-opera yazmış. durmadan opera yazmış. tembelliğı ve hedonizmiyle de ünlü. olağanüstü bir besteci. Dört operası için de bir tek üvertür kullanmış.' Durumu gö- zünüzün önüne getirin lütfen: Opera Mudürü- Eee... Sinyor Rossini? Rossini- (Yatakta. yastıklann arasında oturur) Efendim? Buyrun? Opera Müdürü - Son operaruz için bir hususu tebaruz ettir- mek ıçın... Rossini- Son operam mı? Şimdi ikinci perdeyi besteliyo- rum. Opera Müdürü- Efendim. sondan bir önceki operani7 o zaman.. Bır hafta sonra Milano'da açılacak olanı... Rossini- (Başucunda duran tepsiden bır parça Parma jam- bonu. bır y udum da Valponıcella şarabı âlır) Ne olmuş ona? Çoktan yazdım bitırdım ogüzelim operayı ben. Opera Müdürü - Efendim. elinıze sağlık. bır şahaser ol- muş... da... şeyi yok. Rossiai - Ne>i yok? Opera Müdürü- Şeyi... Üvertürü. Rossini - (Bir yandan yazar) Evet. Unutmuşum Sekizinci operada kullandığımız üvenürü koyun başma. Opera Müdürü- Efendim ayıp olmaz mı? Rossini- Olmaz canım. neden ayıp olacakmış. O üvertürü daha önce üç kere kullandık, kımse sesini çıkarmadı Buna benzer bir şey geçiyor gözümün önünden. Bır opera- da üvertür, bır kitabın önsözü gibi de_ğildir. Eseri tümüyle açıklayan bir yapısı yoktur üvertürün. Üvertür, daha çok bır romanın birinci bölümü gibidir. Yapıün tümüyle ılalı bazı anahtarlan verebilir sanatçı, ya da Verdi'nin Haydutlar Ope- rası'na yazdığı üvertür gibi, onu viyolonsel ve orkestra içın şiirsel bır bütünlüğe ulaştınp sunar. Bu seçımin nedeni, çok çeşitli olabilir elbette. ama Verdi'nin üvertür yerine neredey- se çello konçertosu bestelemesınin nedeni bencc nefistır. Haydutlar Operasf nın dünya prömiyeri Londra'da yapıla- caktır ve bu kentin o zamanki orkestrasınm çellisti. olağa- nüstü AMredo Piatti'dır. Verdi de oturup. üvertür yerine. dünyanın en şiirsel çello partisyonlanndan birini besteler. Ajın size üvertür. Dafia çok bir romanın birinci bölümü gibidir. dedik üver- tür için. Beethoven örneğine bakarsak. ounun tek operası her icra edilişinde bestecinin kaleme aldığı açıiışlardan bır •tanesiyle kısıtlanmak zorundadır haüyle. Dört üvertürü art 'arda çalıp başlayamazsınız operaya (ya da başlarsınız ama o dört parça, bir operanm üvertürü olmaktan çıkıp, kendi baş- lanna bir bildiri sunarlar ister istemez). Beethoven roman yazan olsaydı. tek romanının birinci bölümünü dört kere yazsaydı ve bir yayına, bır basımında dört açılışı birden kita- bın başma koysaydı ne olurdu? Bu sorunun yanıtı, edebıyat ile müzik arasındaki aynmı ve benzerliği didikleyen bir baş- ka yaarun içinde saklıdır. Aynı yaklaşımı Rossini tavn üstünde yoğunlaştınrsak, so- • nuç olumlu anlamıyla daha "komik". daha ironik bence. Rossini bir sürü roman yazmış, dört tanesınin bınncı bölü-' mü tıpatıp birbirinın eşı! Hayatı sevmesine rağmen canı sıkı- lan bir sanatçı, uzun ve sıcak Akdeniz günlerinde, yeni ro- manına nasıl başlayacağmı kestiremiyor bir türlü. Neydi ilk yazdığı başanlryapıtın adı? İlk bölümünü olduğu gibi koruyor ve her seferinde bam- başka bir yapıt çıkıyor ortaya. Kolay gibi görünüyor. ama çok zor ve gerçekten su katılmamış bir yaratıcı kişilik gerek- tiren bir tavır bu. Üstelik Rossini, yazılmamış romanlann varolmayan yazarlan gibi. hiçbir yapıtında doğrudan söz et- memış kendisinden. Belki hiç söz etmemiş Rossini. bir sesin peşindeydi sanıyorum, yalnızca kendi çıkartabileceği bir se- sin. Müzik tarihi o sesi bulduğunu söylüyor bize. Beethoven • de bir sesin ve bir başka şeyin peşindeydi ek olarak. Sağır bir kompozitör olmakla kör bir yazar olmak arasında sanıldığı kadar kuvvetli bir bağ yok. Beethoven kişisel dramırun yanı sıra, çağına kanşmak (müdahale etmek), yönlendirmek ve (evet) İcüfretmek isti- yordu. Haksızlığa, cinayetlere, savaşa, korkakbğa karşı bir müzik (birçığlık) bırakü genye. Titiz ve namusluydu. Dahı olduğu- nu biliyordu. Bir operaya dört üvertür yazdı. Rossini kişisel dramının yanı sıra. iyi bir dalgacı olmak (en kötü durumda omuz silkmek) ve keyif vermek isüyordu. Cahilliğe. kabalığa. hamhğa, öküzlüğe karşı bir müzik (bır gülümseme) bıraktı geriye. Dağınık ve namusluydu. Dahi olduğunu bilmiyordu. Dört operaya bir üvertür çaldırttı. Bu yazıyı niçin yazıyorum? Bir şeyden, güzel bir şeyden yalnızca bir tek anlam çıkarabilen bazı insanlara, yaraucının hem Beethoven, hem Rossini olabileceğini işaret eden (işaret eden!) bir şakada yapılabileceğini anlatmak için. Opera ne- dir sevgili okur? Müzikli oyun mu? Öyleyse bu müzikli oy u- nun içinde Beethoven'in sessizüğiyle, Rossini'nin umursa- maz tavnnı nereye koyuyorsunuz? Verdi, o çellolu üvertürü- nü yazarken ne düşünmüş olabilir? Brahms gerçekten ro- mantik miydı? Bu sorulann arasında bir bağlantı var mı? Yokmu? BaşbakanÇiller,Kohl'den BergamaMropolü'nüisteyecek ANKARA (UBA) - Mosko- va'ya yaptığı iki günlük gezide, Truva hazinelerinin ıadesıni protokole koyduran Başba- kan Tansu Çiller. 20 eylülde başlayacak iki günlük Abnan- ya seyahatinde de Bergama'- dan kaçınlan ünlü Akropolü. Başbakan Kohl'den isteyecek. Bergama-Dikilı-İzmir yolunu yapan Alman mühendisler, Abdülhamit döneminde, Zeus Sunağı'nı bulup. parçalara böldükten sonra gemilerle Al- manya'ya kaçırmışlar; Berga- malılar da son 20 yıldır Akro- pol'ün Bergama'ya iadesi için diplomatık gırişimleri sürdür- müşlerdı. Son olarak Bergama Beledi- yesi'nin bu konuda başlattığı kampanyaya 6 milyon kişinin imza koyduğu öğrenildi. Tru- va hazineleri konusunda Baş- bakan Çiller'i ikna eden ve Truva hazinelenni Moskova protokolüne koyduran Kültür Bakanı Fikri Sağiar. Almanya gezisi önçesinde de Başbakan Tansu Çiller'le Bergama Ak- ropolü konusunu değerlendır- di. Sağiar. Çiller'ın "6 milyon vatandaşm imzası bulunan di- lekçeyle" ilgjli olarak Başba- kan Kohi ile görüşmesinı iste- di. Diplomatik kaynaklar. Başbakan Çiller'in. Truva ha- zinelerinde olduğu gibi. Al- man Başbakanı Kohl ile Ber- gama Akropolü'nü de görii- şup. Zeus Sunağının Berga- ma'daki Akropol Tepesı'ne nakledilmesini isteyeceğini bıl- dirdiler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle