16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 AĞUSTOS1993 CUMA 12 DIZIYAZI Atatürk'ün izinde kadm ve cumhuriyet döneminin 'ilk'leri -3- doğduğunda, babası annesine oniki büyük altın düğme, minik kız bebeğe de yine oniki küçük altın düğme hediye etti. Çünkü babası kız çocuklan çok severdi. Birinci Dünya Savaşı henüz ufukta görünmüş değildi. Heraen ardından annesi babasına bir kız eviat daha verdi. fki minik kız okul çağına gelince onlan Çarşı- kapı'daki İttihat Mektebi'ne yazdırdılar. Okulun başöğretmenhğini, çook sonra "Kadınlar Birli- ği"nin başında, Türk kadınının oy hakkı için güç- lü söylevler verecek olan Nezihe Muhittin Hanım yapıyordu. Babası hem eğitimci, hem gazeteci, hem de "hûrriyet. eşıtlik" fıkirlerinin her yere yayılması- ndan yana bir eylem adamıydı. Ahmet Ağaoğlu"nun kızlan Süreyya ile Tezer kısacık bir ara ile geldikleri dünyada. mutlu bir çocukluk geçırmiş olsalarda. sürgüne gönderilen. Bekirağa Bölüğü'ne hapsedilen babalanna üzül- mek, tstanbul'u kasıp kavuran ışgal ordulanna öfkelenmek, Kurtuluş Savaşı'nın endişelerini ya- şamak. cumhuriyet ilanı öncesi yeni Türkiye'nin başkentı obnaya aday Ankara'nın kıpır kıpır at- mosferini anlamaya çaüşmak. gençliklerinin baş olaylanydı. Artık küçük kızlann, genç hanımlann okuması için özel hocalara gerek yoktu. Lisenin sonuna kadar kız çocuklan mısler gıbi okur, o dönemin kuralları içınde kalmak koşuluyla, eğitimli hanı- mlar olabilirlerdi. Kara çarşafhların hak savaşı Yani, '"cemiyetin ar ve namus"una saygı göste- rip, hanım hanımcık hareket etmeliydiler... Akı- llanna esti mı sokaklarda dolaşamazlardı... Bir genç ktan ilk amacı, e\lenip "modernce" bir aile sahibi olmak, evini iyi çekip çevirmek, kocasına itaatkar ve destekleyici davranmaktı... Ha! Bir de örtünmek gerekıyordu elbette. Çalışmak mı? Ta- bii kı öğretmen, hemşire olabilirler, harumlara yakışır meskklerde kendılerini gösterebilirlerdi, Elbette ki,. siyasete, memleket meselelerine kan- şmak hadleri değildi! Ama nedense, hadlerini aşmış gibıydiler... Kanşmaya başlamışlardı... Halide Edip Hanım'ın kurduğu demek Taali-i Nisvan, her*ne kadar, üyesi olan hanımlann çok iyi Türkçe, hatta İngilizce bilmeleri için gayret gösteriyorsa da, bu bilgilerin hepsini kara çarşafm alünda gizleyen o hanımlann hak savaşı, Birinci Dünya Savaşf na-girildiğinde "şimdilik" kaydıyla rafa kaldınldı. Çoğu, daha önce kadın haklan için cabalar göstermiş kadınlardı onlar. Ama artık zaman başka zaman... Halide Edip Hanım, Şukufe Nihal Hanım,"Asri Kadınlar Cemiyeti" adına Sabahat ve Naciye Hanımlar. Münevver Saime Hanım, Mejiha Hanım. Nakiye Hanım ve daha birçok hatip kadın. Izmir'in işgali üzerine, İslanbuTda o meydan senin, bu meydan benim, halkı vatan sa- vunması için heyecanlandıran, düşmana "hodri meydan" diyen nutuklar atıyorlardı. Derken Kurtuluş Savaşı başladı. a Işte o dönemde genç Süreyya ile Tezer, istan- bul'da bir başka meydan savaşı vermekteydiler. Süreyya liseyi bitinnce, aldı mı derin bir düşün- cc... Şimdi ne olacak? "O zamanlar Hukuk Fakültesi kadınlara ka- palıydı. Hukuk Fakültesi Reisi, Devletler Huku- ku profesörü merhum Selahatün Bey, köşcde bir fhasada oturuyor, yanında Prof. Veli Bey, karşısı- nda da Katib-i Umumi Rauf Bey duruyorlardı. CariyeliktenHaramefendilige Kadının Güncesi H a z ı r l a y a n : ZEYNEP AVCI Çoğu, daha önce kadın haklan için çabalargöstermiş kadınlardı onlar. Ama artıkzaman başka zaman... Halide Edip Hanım,''Asri Kadınlar Cemiyeti''adına Sabahat ve Naciye Hanımlar, Münevver Saime Hanım, Meliha Hanım, Nakiye Hanım ve daha birçok hatip kadın, İzmir 'in işgali üzerine, İstanbul'da o meydan senin, bu meydan benim, halkı vatan savunması için heyecanlandıran, düşmana "hodrimeydan"diyen nutuklar atıyorlardı. Derken Kurtuluş Savaşı başladı. "Millet Meclisi, Aile Hukuku Kararnamesini görüşmeye başladı. Dokuz yaşındaki kızlan evlen- diren, dört kan almaya müsaade eden, erkeklerin boşanma hakkıru kaldırmadığı halde kadınlara da bir boşanma hakkı vererek ailenin esarlannı büs- bütün zayıflatan bu karamame, Şer'iye ve Adliye Komisyonlanndan aynen geçiyor ve kadınlanmı- zdan hiç kimse ses çıkarrruyordu. Hemen hemen bütün gazeteler bu kararname aleyhine feryad etti- ler. Yalnız, lüzumlu lüzumsuz her vesile ile harekete geçen, nümayişler yapan hanımlanmız, kadınlığın hayatını, haysiyetini bu derece ilgilendiren bir me- selede harekete geçmediler. Bu sükutu, hayretle ve biraz da ümitsizlikle seyrediyorduk. Hani, üniversi- te şubelerini dolduran genç kızlanmız, hani siyasi fırkalar kurarak hayal peşinde olan hanımlar? Türk Cumhuriyeti kendi kanunlanyla sizi tahkir ediyor. Niçin ses çıkarmıyorsunuz?" Birinci Dünya Savaşı patlamadan hemen önce, Bursa'da mötevazı bir ailenin kızı olarak doğan Sa- bflıa, öksüz se yetim kalınca başına çok kötü şeyler geiebilirdi ama, gelmedL O dönemin kız çocuk- laruun başına gelebilecek en iyi ihtimal ona rastladı: Henüz 12 yaşındayken Mustafa Kemal onu evlat edindi. Sonra da iyi eğitim görmesi için Üsküdar Amerikan Kız Koteji'ne gönderdi. Sırada seçme ve seçilme hakkı vardı Bu saürlann yazan bir kadın değil. Necmetün Sadak, Akşam gazetesinde 1924 yılı ocak ayında çıkan yazısında söylüyordu bunlan. • Aynı yıl, hükümetin, hem de Kemal Atatürk'ün bilgisi dahiünde "Türk Kadınlar Birliği" kuruldu. Amaç, Türk kadının "medeni" haklara kavuşması dn okumuş-yazmış kadınlann örgütlenmesi, bir ^ıskı öğesi oluşturmalanydı. Istanbul'daki tramvaylarda kadınlar ile erkekler arasındaki perde henüz kalkmamıştı... Tezer bütün bunlan bir kenara not ediyordu. Kavgalı gürültülü birkaç yıl sonunda. 1926'da, Medeni Kanun kabul edildi. Biraz soluk aldı kadınlar. Şimdi gündemde seç- me-seçilme hakkı vardı. Birinci Dünya Savaşı patlamadan hemen önce, Bursa'da mütevazı bir ailenin kızı olarak doğan Sa- biha. öksüz ve yetim kahnca başına çok k«»tü şeyler geiebilirdi ama, gelmedi. O dönemin kız çocuk- lannın başına gelebilecek en iyi ihtimal ona rast- ladı: Henüz 12 yaşındayken Mustafa Kemal onu evlat edindi. Sonra da iyi eğitim görmesi için Üskü- dar Amerikan Kız Koleji'ne gönderdi. Türk kadınlan "Hiç olmazsa yerel seçimlerde oy hakkı" derken, genç Sabiha gözlerini gökyüzüne dıkmiş, cumhuriyetin yeni kurumlanndan Türk Hava Kurumu'nun tek kız öğrencisi olarak uçacağı günü beklemekteydi. Kemal Atatürk, Büyük Millet Meclisi'ndeki di- renişe, toplumun hala muhafazakarlık taştyan eği- limlerine karşı, kadınlarla tek tek ilgilenerek cum- huriyet kadınlığına örnekler oluşturmak istiyordu. Ve yine o sıralarda bir kadın öğretmenler ordu- su, çil yavrusu gibi Anadolu'ya yayılmış, eğitim ne- feriiğine soyunmuştu."Çahkuşu", Atatürkçü kadı- nlann büyük çoğunluğunun ruhunda ötmekteydi. Bu kuşun cıvıltılanna kulak verdikçe, Tezer Ağa- oğlu biraz daha gjriyordu kadın hareketlerinin içi- Haklar\w(b ,yauygukutuı - Ben Süreyya Ağaoğlu'yum. Bezm-i Alem Va- lide Sultanısi'ni bu sene bitirdim. Hukuk tahsili yapmak istiyorum. Beni Hukuk'a kaydeder misi- niz, dedim. - Selahattin Bey hayretle yüzüme baktı. Veli Bey, her zamanaşağıya inik başını kaldırdı. İkisi de şa- ka edip etmediğimi anlamaya çalışıyorlardı sanı- run. O zaman 17 yaşındaki her genç kız çarşaf gj- yerdi ama ben çarşafsızdım, gri bir tayyör giymiş- tim. Nihayet Selahattin Bey kahkahayla güldü: - Üç arkadaşdaha bul, hemen fakülteyi açahm, dedi. ... Odadan deh' gibi çıktım. Şimdi, başka fakül- telere yazılmış olan arkadaşlan kandırmak laamdı. Hemen sonradan Sıddık Sami'nin (Onar) eşi olan Bedia'ya koştum. Başka fakülteye yazılmıştı. Hukuk Fakültesi'nin açıldığını söyİe- yerek onu ikna ettim. Bedia ile diğer iki arka- daşımız Melahat ile Saime'yi de ikna ederek, dör- dümüz Hukuk'a kaydedildik. Benim numaram Tdi" diye anlatıyor, ilk Hukuk öğrencisi kız olu- şunu Süreyya Ağaoğlu "Bir Ömür Böyle Geçti" kitabında. Kadın başına lokantaya gitmek ha! • Süreyya, İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu ilk kız öğrenci olurken, Tezer kendi köşesinde, abla- sından yine farklı, sakin. soğukkanlı, fekefeyi bi- tirmek üzereydi. Süreyya iş aradı... Yurtdışından gelen burs öne- risi lsmet Paşa'nın vetosuna çarpıp geri döndü. Derken Adliye Vekaleti'ne stajyer olarak girdi. Babası o sırada Matbuat Umum Müdürü'ydü. Ve o sırada Ankara'nun ruhu. Mustafa Kemal'di. Ve o sırada Ankara, küçücüktü. Bir mahalle gibi. Mahallenin bütün insanlan, öteki insanlann ne yapıp ettiğine bakardı. Atatürk, Latife Hanım'la Ağaoğlu evine gîdip gelİT, ziyaretler iade edilir, akşam sohbetlerinde genç cumhuriye- tin konulan tartışılır, ne olup bittiği herkesçe bili- nirdi. Ve yine o sırada bir gün Süreyya ile Nezaret- te çalışan bir başka hanım arkadaşı, Melahat (Sonradan Türkiye'nin ve dünyanın ilk kadın Yargıtay üyesi olacakur.,.).öğle yemeğini Anka- ra'nın mebus beylerin gittiği İstanbul Lokantaa1 - nda yemeğe kalİuştılar. Vay, sen misin, iki kızbaşına vezir-ü vüzeranın oturduğu lokantada biber dolmasıru atıştıran? Ahmet Ağaoğlu'na kargalar bu uygunsuz haberi yetiştirdiler. Ustelik konuyu açanlardan biri de Başbakan Rauf Bey'di. Süreyya'run İstanbul Lokantası'nda aüşUrması men edildi. lsterse gjdip babasıyla yiyebilirdi öğle yemeklerini. O da yemedi, içmedi, çenesini de tut- madı (zaten ömrü boyunca çenesini tutmaması nedeniyie çok işler başaracaktı), olayı Mustafa Kemal'e yetiştirdi. Bekliyordu ki, Mustafa Ke- mal, "Aaa, vah vah!" desin, ona hak versin. Hiç öyle olmadı. "Baban da, Rauf Bey de haklılar" dedi. Süreyya için İstanbul Lokantası'nda kız ba- şına öğle yemeği yeme ümitleri iyice suya düşmüş gibiydi. E)erken. birkaç gün sonra Adalet Nazın Necati Bey, Süreyya'nın işyerindeki odasına dahp pürte- laş,"Yürü! Paşa seni kapıda bekliyor! Yemeğe gö- türecekmiş" demez mi? Atatürk, özel otomobiliy- le Süreyya'yı İstanbul Lokantasf run önüne kadar götürdü. Sonra lokantanm önünde inip. herkesın duyacağı bir sesle arabanın içınde bekleyen Sü- reyya'ya, "Bugün yemeği Latife ile bizim evde yi- yelim de, yann buraya gelir yersin'" dedi. çıkü işin içinden! Hemen ertesi gün, kargalar haberleri herkese yeüştirmiş, tstanbul Lokantası'ru da hanımlar basmıştı! Eski Bahriye Vekili'nin kansı Nuriye Hanım, Hamdullah Suphi'nin kansı ve daha baş- ka "ileri gelenlerin eşleri", öğle yemeğinde lo- kantanm kapısındaydılar. Tabii Süreyya da... Süreyya ile Tezer, Ankara atmosferinde uğra- şadursunlar, biz birkaç yıl geriye, Sirkeci İstas- yonu'na dönelim, Avrupa'dan gelen trenden inenlere bir göz atalım. Esmerce, ince yüzlü, dalgın bakışh bir kadın, yanında düzgün taranmış saçlan. ince, tel çerçeveli gözlükleri, addi bakı- şlanyla valizleri indirmeye çalışan bir bey olduğu , .halde İstanbul toprağına ayak bastı. Almanya'- nın VVürzburg kentinden geliyorlardı. Kadınm adı Safiye Ali, yanındaki bey ise kocası, eski adıy- la Krekeler, yeni adıyla Ferdi Ali... İstanbul'daki üniversiteler henüz kız öğrenci al- mazken, Safiye"nin ailesi, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'ni birincilikle bitiren kızlannı Alman-' ya'ya tıp öğrenimine göndermişlerdi. Alman üni- versiteleri, Uk kez bir kız Türk öğrenci görüyordu. Orada tanıştığı göz doktoru Krekeler'i Müslü- man olmaya ikna etmiş, evlenmiş, artık Kurtuluş Savaşı'nın yaralannı sarmaya çalışan ülkesine hizmete dönüyordu. Türkiye'nin ilk doktor kadınıydı. Kadın ve ço- cuk sağhği uzmanhğı yapmıştı. O dönemin tüm öncü kadınlan gibi hırslı. heyecanlıydı. Uzmanhk alarunda yaptıği sıradan doktorluk ona yetmedi. Kocasıyla birlikte Cağaloğlu'nda Nuruosmaniye Caddesi 52 numarada açtıklan muayenehanenin faaüyetleri de yetmedi. Gitti. Beyazıt'taki bir medresenin çatısı aitında "Süt Damlası" adıyla, yoksul ve iyi beslenemeyen çocuklar için bir bakı- meyi açtı. Bir yandan her gün yüzlerce çocuğa süt veriliyor, bir yandan çocuk bakırrundan habersiz anneler eğitiliyordu. Türkiye'ye dönüşünden son- ra, altı yıl boyunca bu kurumdaki çalışmalan sür- dü, bir yandan da uluslararası kadın doktorlar kongrelerinde Türkiye'yi temsil etti. Eski tas, eski hamam Onu. ne yazık ki, bir sağbk meselesi durdurdu. 1928 yıbnda yakalandığı kanserden, uzun teda- vilere karşın kurtulamadı. 1952 yvlında Alman- ya'nın Dortmund şehrinde öldü. Dortmund Üni- yersitesi, tkinci Dünya Savaşı sırasında çile çeken insanlara büyük hizmetleri dokunan Safiye Ali için bir tören düzenledi ve 5 temmuz günü o tören nedeniyie üniversite tatil edildi. "İlk"ler cumhuriyetle birlikte büyürken. Türk kadmlannın büyük çoğunluğunun hali, 'eski tas eski hamam'dı nereideyse. Kıyafet Kanunu ve daha başka bazı haklar resmen tarunadursun, "memleket meselelerine kadının da iştiraki" ko- nusu, yani oy hakkı, cumhuriyet hükümetinin ve Büyük Millet Mechsi'nin toplanülannda, Kemal Atatürk'ün söylev ve demeçlerinde gündeme geli- yor, geldiği gibi de geri gidiyordu. Tezer Ağaoğlu (Taşkıran), sessiz sedasız, ka- dınlar için yapılan çahşmalann içine girmişti büe. Türk Ocağı'nda toplantılar yapılıyor, ama ba- şanb olunamıyor, kadınlar Meclis'te alınan ka- rarlar üstünde etkilerini gösteremiyorlardı. Atatürk Cumhuriyet'in ilk ydlannda eşi Latife hanım ile birlikte(yanda)İstanbu]'daki üniversiteler henüz kız öğrenci alma/ken, Safiye'nin ailesi, Ar- navutköy Amerikan Kız Koleji'ni birincilikle biti- ren kızlannı Almanya'ya tıp öğrenimine gönder- mişlerdi. Alman üniversiteleri, Uk kez bir kn Türk öğrenci görüyordu.(üstte) ne. Kadınlar Birliği'nde calışmaya başladı. Her ne kadar uzmanhğı felsefe eğjtimciliği ıse de, evin için- deki ve çevTesindeki politik hava onu da etkiledi. Ablası Süreyya hukuk alarunda almış başını gider- ken, Tezer kadın haklan meselesine daha çok kafa yorar olmuştu. Bu gidişat, onu daha sonralan Meclis'e kadar götürecek. üç dönem boyunca oniki yıl milletvekil- Uği yapacak, aynca da Kadınlar Birliği Genel Baş- kanîığı'na seçilecektir. Sonra da, Türk kadınlannın özellikle cumhuriyet döneminde \e Atatürkçü ilke- lerle hangi "ilk"leri, nasıl gerçekleştirdiklerini anla- tan bir kitap yazacaktır: "Türk Kadın Haklan" (Başbakanlık Kültür Müsteşarhğı, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Yayınlan, 5). Kadınlara MecLs'in kapılannı açan yasa çık- madan önce, Meclis'te nasıl politika yapılması ge- rektiğinin ilk deneyimlerini sağlayan ve yerel secim- lere katıhp muhtar. belediye başkanı olmalanna izin veren yasa, 1930 yılında çıkabildi. O saate ka- dar hanımlar, canla başla, Medeni Kanun'un ka- bulünden sonraki dört yıl boyunca uğraşıp didindi- ler. Türk Ocağı, bu uğraşlann yer aldığı önemli çatılardan biriydi. Sonradan profesör olan Afet Inan da 1930 yasası çıkar çıkmaz Türk Ocağı kür- süsüne flrlayıp, yerel secimlerdeki haklan yeterli bulmayarak bir söylev çeken ilk Atatürkçü kadın oldu. "Hanımlar! Efendiler" diye söze başlıyordu. "Seçimin hak olduğu nazariyesi, milli hakimi- yeün ifadesidir. Milli hakimiyet ise, bilirsiniz, istis- nasız vatandaşlann bütünündedir. Buna dayana- rak, çocuklar ve delilerden başka bütün vatandaş- lar. erkek ve kadın, seçme hakkına malik olmalıdı- rlar Kadınlann daha uzun müddet çocuklar. aptallar, deliler arasında sayılamayacağmın söylen- diği günden bu yana. yanm yüzyıldan fazla zaman geçmiştir. İngiltere'de Sufrajetlerin yıllarca teşebbüs ettikleri şiddetli müca- dele safhalanru ve bu mücadele- lerin sebep olduğu olaylan bura- da anlatacak değilim. Fakat hatı- rlatmak isterim ki, kadınlann si- yasi haklannı tanımak için aynı olaylann görülmesine demokra- sinin ihtiyacı yoktur" (Türk Yur- du.Dergisi, Nisan 1930). Ölümünden sadece üç yıl önce, Meclis'e ilk 18 kadın milletvekui- nin girişi sonucunu doğuran ve "kadınlara oy hakkı" tanıyan se- çim yasası kabul edildi de, Ata- türk neredeyse yirmı yıl boyunca kadınlan "muasır medeniyet se- viyesine" çıkarmak için uğraşma- lannın mürüvvetini gördü... Atatürk, ölümünden önce bir mürüvvet daha gördü: Sabiha (Gökçen) artık Türkiye'nin ilk askeri pilotuydu ve 1937 yılında Trakya ve Ege manevralanna ve Dersim harekatına, tüm pilotlar- la birlikte katılıyordu. Sabiha'nın uçağıyla gökyü- zünde süzülüşünü ilk gördüğün- de Mustafa Kemal Paşa'nm gözleri hafıfçe yaşamuş olmalı... ANKARA ANKA MÜŞERREF HEKİMOĞLU Anı Fotografları Denizden çıkarken genç bir kadın karşıladı kumda. Yüzünde güneş parlıyor, eski bir dost gibi gülüyor. - Size her gün teşekkür ediyoruz, diyor. Körfez yazı- larınız çok etkiledi bizi. Okuduk okuduk. sonunda biz de geldik buraya. Borçlandık, bir kat aldık. Eliyle bir çatıkatı gösteriyor. - Mutlu musunuz? - Çok mutluyuz, yazdığınız güzellikleri yaşıyoruz şimdi, size hak veriyoruz. Kapı çalıyor akşamüstü. Genç bir karı-koca, adını söy- lüyor genç adam. Yüz yüze gelmedik ama mektuplarla, telefon konuşmalarıyla gelişen dostluğumuz var. O da bir Cumhuriyet okuru. önce Ikizdere'deydi, şimdi Şem- dinli'de. - Bu tatiti Akçay'da geçiriyoruz, bir arkadaşımın evinde kalıyoruz. Yazılarınızda bu yöreyi çok anlatırsı- nız, biz de yakından görmek istedik; hakkınız var çok güzel yerler. Çocuklan sordum. Büyük oğlu konservatuvara gir- mek istedi önceki yıl. Sınavı kazanamadı. Lise son sınıf- ta şimdi, hukuk okumayı düşlüyor. Çocuklar arabada, onlar da sizi selamlamak istiyor, izin verirseniz bir de resim çekmek istiyoruz, bir anı fo- toğrafı. Çocuklar geldi, konuştuk, çay içtik. Gittim süslendim, bahçeye indik, zakkumların önünde resimlerçektik. Ye- niden buluşmak umuduyla ayrıldık. Ne hoş değil mi? Anı fotografları çoğalıyor. Tahtakuş- lar'da da bir grup okurumuzla karşılaştık geçen akşam. Biri arkeolog; biri turizmle uğraşıyor, Attınoluk'ta bir moteli var. ötekiler öğretmen ya da emekli. - Tahtakuşlar'ı çok yazdınız, biz de görmek istedik. Sizinle karşılaştığımız için çok mutluyuz. Bir anı fotoğra- fı çekebilir miyiz? Sarmaş dolaş poz verdik. Okur-yazar ilişkileri ne sı- cak boyutlara ulaşıyor kimi zaman. O anı fotoğrafına bakarken neler düşünecekler acaba? Doğayı çok seven, dünyaya, insanlara sevgiyle bakan, umudunu hiç yitir- meyen bir yazarı anımsayacaklar belki... Yaz gelince birkaç kez giderim Tahtakuşlar'a. Bu kez kardeşlerimle gittim. Eniştem Selahattin özgür ile Kaz- dağı'nın doruğuna ilk çıkışımızı anımsadık. 27 Mayısçı- lardan bir grupla güneşi Sarıkız ın yamacında selamla- dıkbirağustossabahı. Ocaklaryandı, kazanlar kaynadı, sofralar kuruldu, mutlu, umutlu söyleşiler yapıldı, güzel Türkmen kızlan, delikanlılar dans etti, türküler söyledi. Burhaniye kaymakamı özer Türk'ü de yakından tanıdım o gün. Coşkusuylaçok etkiledi hepimizi. Turizme umutla bakıyor, hayalgücü dağları aşıyor. Arkentbir tasanydı o zaman. Ama Arkent de Aktur da gerçekleşti. Ancak Ozer Türk çok acı faturalar ödedi. Sevgiyle, coşkuyla yaratıcı, üretken bir yönetici; ödüllenmesi gerekirken cezalandı neredeyse! Yanlışlık düzeldi ama çok geç! Önce Ar- kent'te, sonra Aktılr'da bir ev sahibi olmamız için bizi de çok zorladı ama ören'deki evtmizi yeter gördük biz. Ki- mileri dudak büküyor, Arkent ya da Aktur'da bir ortaklı- §ımız olsaydı şimdi köşeyi döneceğimizi söylüyor. Ama köşe dönmek mutluluk mu acaba? Mutluluk da bir ya- şam biçimi değil mi? Özyolunu, yöntemini seçerek mut- lu olur insan. Bir politikacı geride kalan yıllann temiz hesabıyla, kimi zaman o hesabı yaşamıyla belgeleye- rek, bir yazar okurlannın sevgisi ve saygıyla. Denizde ya da dağda güzel bir rastlantınm, okur-yazar ilişkisin- deki sıcaklığın değerini neyle ölçebilir insan? Bir anı fo- toğrafının ötesinde ne güzel birikimler, zenginlikler var. Milyarlar, trilyonlarla da satın alınamaz! Görmediğiniz biri kapıyı çalıyor, dertleri, sorunlarıylasarılıyorsize; yıl- lar boyu yaşanan birlikteliğin güveniyle kalbini, dûşün- celerini açıyor sereserpe; sorunlarınayanıt, karanlığına ışık arıyor. Bu aranışın mutluluğu inanılmaz değil mi? ••• Bizim koyda küçük öğrenciler var kaç gündür. Balıke- sir'in değişik ilçelerinden yüzlerce çocuk. Kısa söyleşi- ler yapıyoruz. Kimi denizi ilk kez görüyor, yanlarında öğretmenleri şarkılar söylüyor, yüzme öğreniyor, dal- galarla oynuyorlar. Seyrederken neşeleniyorum. Onlar- la bir anı resmi çektirmeyi düşünüyorum. Ben bu yöre- nin tüm güzelliklerini gördüm; denizini, dağlarını yaşa- dım, maviye de yeşile de bulandım. Yazılarımla okurla- rımı da çağırdım, geldiler; ama çevre kirleniyor, güzel- likler yitiyor giderek. Gelecek kuşaklar denizi de, dağlan da anı fotoğraflarında görecek ancak. Ne güzel ülkemiz, ne güzel doğamız varmış diyecekler. O güzelliği koru- mayanları da nasıl düşünecekler kim bilir? Bencillik ağır basıyor; hoyratlık, duyarsızlık inanılmaz boyutlara varı- yor. Doğa da yozlaşıyor, insan da. Ama böyle gider mi hiç? Dostum İda, gitmez diyor. Bilgece gülümsüyor. Ben de gülümsüyorum, küçgk öğrencileri seyrediyorum umutla. BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/Genelliklehamsi, kimi ^ zaman da çaça, sardalye ve tirsi balıklanndan ya- 2 pılan tuzlu ve yağlı ez>- « me... Türk resim sanatın- da önemli bir grubun ad 4 olarak benimsediğİ har- c fm okunuşu. 2/ Başkan... Leyleğe benzer bir kuş. 3/ 6 İşlenmerniş ve ekilmemiş y toprak... Bir ülkede, kentte ya da semtte otu- 8 ranlann tümü. 4/ Namık g Kemal in bir romaru. 5/ İlkel benlik... Yer çatlağı. 6/ İnce, narin.. Çelikçomak oyununa ve bu oyunda kuHanvlan değneğe verilen ad. 7/ Ender, seyrek... Yurdumu- zun Göller Yöresi'nde bir göl. 8/ Bir tür pencere kapama düzeni... Yiğit. 9/ Yassı, baak... Makinede yapılan bir tür dikiş. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Hisse senedi, tahvil, yabancı pa- ra gibi değerli kâğitlan daha kârb gönllen başka kâğıtlarla değjştir- me işi. 2/ Asal gazlar sınıfından bir element... Çiftlik uşağj. 3/ Oyalann kenarlanna yapılan basamak biçimli piko... Bir nota. 4/ Aritmetikte bir kuvvetin derecesini veren sayı... Uygur hü- kümdarlanna verilen san. 5/ Su... İskambilde üstün tutulan renk. 6/ Aruz ölçüsünde uzun okunması gereken bir hecenin, kabba uydurulmak için kısa okunmaa... "Çok önemli kişi" an- lamında uluslararası kısaltma. 7/ Atlas Okyanusu'nda bir takı- mada. 8/ Gönül... Halk edebiyatında redife verilen ad. 9/ İl- ham... Tropikal bölgelerde yetişen ve yumrulan besin olarak kullamlan bitki. SÜRECEK ÖZGÜRLEŞME EYLEMİ: KÖY ENSTİTÜLERİ Mehmet Başaran 30.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yayınlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbul Ödeıaeli gönderilmez.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle