Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 13TEMMUZ1993SAU
10 DİZİYAZI
Utançgünü:2TemmuzEkonomik unutulmuşluğu
ve yığınlann göçünün yanı sıra,
poliük çıkarlar uğruna yıllardır
sistemli biçimde sürdürülen
dinsel kışkırtmanın ardından
ne beklenebilirdi ki? Kanlı to-
'humlann çiçeğı de kanlı açar-
dı...
İkinci Sıvas olaylanna bir kez
daha göz atalım:
Tarih, 2 Temmuz 1993 Cu-
ma.. Daha önce üç kez, Banaz'-
da düzenlenen Pir Sultan Abdal
Kültür EtkinlikJeri'nin ilk kez
Sıvas'ta gerçekleştirilmesinin
ikinci günü. Birçok insan için
sıradan, günlük güneşlik güzel
bir gündü. Ama laikliğe, insan-
hğa, birliğe, beraberliğe. dostlu-
ğa, se\'giye düşman güçler bu
güzel günü karartmaya karar-
hydılar.
Bir yazar, bir sanatçı. bir ön-
der olarak halkına huzur ve
mutluluğu için eserler vererek
yol göstermekten başka derdi
olmayan ve arük aramızda bu-
lunmayan Asım Bezirci, Nesi-
mi Çimen. Muhlis Akarsu gibi
o değerli. o güzel insanlarsa, ge-
len karabuluttan habersiz, et-
kinliklere katkıda bulunmaya
çalışıyorlardı.
Kirnliği belirsiz baa kişiler
etkinliğin ikinci günü 'Müslü-
manlar' ve Türkiyeli Müslü-
manlar' imzalanyla 'Müslü-
man Kamuoyuna' ve 'İslama
Yapılan Saldınlara İzin Verme-
yelim" başhklı bildirileri dağıt-
mışlardı. Bildirilerde Aziz Ne-
sin'in bir gün önce yaptığı
konuşmayla Kuran'a dil uzattı-
ğı savlanarak şöyle deniliyor-
du.
"Salman Rüşdü köpeği Müs-
lümardann çok az olduğu kâfır
bir ülkede korkudan sokağa
çıkmaya bile cesaret edemez-
ken, onun yerli uşağı Aziz Ne-
sin köpeği, yanında kendisiyle
beraber bir ekiple birlikte şehri-
miz valisi tarafindan davet edi-
lip, şehirde adeta Müslüman-
larla alay edercesine gezebil-
mektedir..."
"Gün, Müslümanlığımızın
gereğini yerine getirme günü-
dür..."
Etkinlikler başlamadan önce
Aziz Nesin'e karşı yayın yapan
gerici yerel basın da bu bildirile-
II II
OLU OZANLAR KENT
Ç e t i n Y i ğ e n o ğ i u
Sıvas'taki yaygın görüşe göre, Aziz
Nesin gelmese de anıt dikilmese de,
etkinlikler Sıvas'a getirilmese de şeriat
özlemcileri bu eylemleri
gerçekleştireceklerdi. Bu yapılanlar
gövde gösterisinden öte, büyük bir
prova izlenimi veriyordu. Öyle bir
prova ki 'cihad' a hazırlıktı sanki.
Kemaleddin ibn-i Hümam Es-Sıvasi vakfı
Şeriat yolu örgütlenmeden geçerSıvas'ta bir şeriat devletine giden yolun
önünü açacak cahşmanın kilidi olarak
dinsel eğitim ve örgütlenme görülüyor.
Belediyenin Refah Partisinegeçmesiyle
birlikte kentte dinsel amaçlarla kurulmuş
vakıf, dernek, şirket, yurt, dershane
patlaması yaşandı. Birbiri ardına açılan
bu tür kuruluşlann başında. merkezinde
ise ilginç bir vakıfvar Kemaleddin İbn-i
Hümam es Sıvasi Vakfı. Vakfın kuruluş
aşamasında Belediye Başkanı
Karamollaoğlu özel olarak ilgilendi ve
önayak oldu. Vakfın kurucu başkanı da
zaten kendisi. Vakfın Kuruluş Senedi'nin
amaç bölümünde şu cümleye de yer
verilmiş: "...gençlerin boş vakitlerini
değerlendirmelerine yardımcı olmak için
kültür siteleri kurmak, kurslar açmak.
kütüphaneler ihdasetmek. milli ve
manevitdeğerlere sahip insan yetiştirmek
için okullar kurmak, huzurevleri açmak.
yiyecek vegiyecek yardımlan yapmak".
Oldukça masum bir amaç maddesi yani.
Bu masum amaçlara ulaşmak amacıyla
da kentin çeşitli semtlerinde > urtlar. '
siteleraçılrruş. Başlıcalannı sayahm:
Recep Ayan Kültür Sitesi, Şelimiye
Kültür Sitesı, İhramcızade İsmail Hakkı
Toprak Huzurevi. Şemsi Sıvasi Yüksek
Öğrenim Yurdu, Salih Işık Ortaöğretim
Yurdu, Yenişehir Küllür Sitesi ve Çarşısu
İslami Ilimler Araşürma Enstitüsü.
Belediye ile bu vakfın içiçeliği çok ilginç.
Besbelli kentteki öteki vakıflara göre
"bu"'vakıf üveyevlat-haseviataynmını
anımsatıyor. Sıvas Beledivesinin 1993
Nisan'ında yayınladığı "Belediye"de4
Yı!" adlı broşürde vakıf-beledi>e ilişkisi
pek açık görülüyor. Broşürden
aktanyoruz: Şosyal ve kültür hizmetleri
Kemaleddin İbn-i Hümam Vakfı ile
belediyemiz tarafindan
yürütülmektedir..." Geneaynı broşürde
öğrenci yurtlan ile ilgili bir bölüm var.
Şöyle deniyor: "KİHV (Vakfın
kısaltılmış adı) orta ve yüksek öğrenimde
okuyan öğrencilerin hem
banndınlmasına, hem de bursla yardıma
çahşmaktadır. Şemsi Sıvasi Yüksek
Öğrenim Yurdu 400 öğrenciyi
banndıracak kapasitede olacak ve bu yıl
hizmetegirecektir". Belediyenin
faaliyetlennin anlatıldığı bir broşürde
öğrencilerin yurt sorununun çözümü
belediye adına KIHV tarafindan
yürütülüyoranlaşılan. Vakıftan
beslenen. vakıfça desteklenen, kentin
aşinası kimi öğrencilerin olay günü
Madımak Otelı önünde kibritîerle
oynadıklanna ilişkin iddialar ise söylenti
aşamasından çıktı savcılık dosyalanna
girdi. Yakında birlikte okuyacağız...
re yayımlanyla destek veriyor- lardı.
du. Her şey cuma namazından
Cuma namazı öncesinde sonra başlamışü. Yaşlan 14-18
kentte dolaşan bazı dinci grup- arasında değişen, aralannda
lar, Büruciye Medresesi'nde daha yaşb bazı yönlendiricile-
söyleşi, imza günü gibi etkinlik- rin bulunduğu birkaç yüz kişi-
lere kaülan yazar ve sanatçıla-
nn bulunduğu yere yaklaşarak,
"Dinsizlere ölüm" diye slogan
atıp, "Cezanıa bulacaksmız"
diyerek kaçmışlardı.
Bu gelişmeler üzerine bazı et-
kinlikler erteleniyor ve yazar-
lar, sanatçılar polislerin de
uyansına uyarak öğle yemeği
için Madımak Oteli'ne geliyor-
lik grup Meydan, Paşa ve Kale
camılerinden çıkarak tekbir
sesleri arasında "Din elden gjdi-
yor", "Allahsız yazar Aziz Ne-
sin'e ölüm" sloganlanyla eyle-
me geçiyordu. Görgü taruklan-
nın anlatüğına göre, camiler-
den çıkanlann birleşmesi ilk
aşamada polis tarafindan en-
gelleniyordu. Ancak, bazı po-
lislerin eylemin başjangjcında
yakaladıklan eylemcileri bir ar-
ka sokakta bırakması gruba
cesaret veriyordu.
Tansiyon yükseliyor, olaylar
tırmanıyordu.
Dinci gruplar artık denetim-
den çıkmışü. Vali Ahmet Kara-
bilgin'e bilgi veren polis şefleri
olaylann denetimlerinde oldu-
ğunu söylüyorlardı. Görevden
aknan Emniyet Müdürü Doğu-
kan Öner, daha sonra görüştü-
ğümüzde bize de ayru şeyleri
söyleyecekti.
Olaylann iki aşamada değer-
lendirilmesi gerekiyordu.
Öner'e göre saat 18.00'e dek
olan birinci bölümde polis ke-
sinlikle duruma hâkimdi. İşte
bu saatten sonra takviye güç
gelmeyince hâkjmiyeti yitirmiş-
lerdi. öner, "Üç kez güç kullan-
dık (cop). Ama sayımız yeter-
sizdi" diyor.
İş çığnndan çıkmışü.
Dinci gruplar, Pir Sultan Ab-
dal Kültür Derneğj'nce yaptın-
lan anıtın sökülmesini istiyor-
du. Belediye Başkanı Karamol-
laoğlu. bu isteğe uygun olırak
görevlilere anıü sökmeleri için
çekici getirilmesi buyrugunu
veriyordu. Başkan sonradan bu
buyrugu Vali Karabilgin'in
verdiğini söyleyecekti. Başkan
doğruyu söylemişti. Etkinlikle-
rin ertelenmesi ve anıtın sökül-
mesi ödününü Vali Karabilgjn
vermişti. Ama, valiye bu yönde
telkinde bulunan iki kişiden biri
başkan, öbürü ise emniyet mü-
dürüydü. Kim bilir, belki de bu
ilk ödünler verilmeseydi olaylar
bu boyuta gelmeyecekti.
Ozan anıtımn peşinde "Şeriat
isteriz" diye çığbklar atan grup,
yazar ve sanatçılann kaldığı
otele yönelmişti. Otele giderken
önce cadde üzerindeki Atatürk
anıtına saldırmışlardı. Ellerin-
deki sopa ve kazmalarla bu anı-
ta zarar veremeyen grup, etkin-
likler dolayısıyla konulan çe-
lenkleri parçalamışlar ve
Kongre binasırun önündeki
Atatürk büstüne yönelmişlerdi.
Bunun üzerine güvenlik güçleri
büstü kaidesinden sökerek gü-
venli bir yere kaldırrruşlar.
Çığnndan çıkan saldırganlar
Madımak Oteli'ne dayanmıştı.
Kısa bir sürede otuz yedi de-
ğerli ve güzel insan, yanarak ya
da dumandan boğularak can
veriyordu. Vali Ahmet Kara-
bilgin'in göreve başlamasıyla
peşpeşe gerçekleştirilen Ata-
türkçü etkinliklerin artması
tepki görmûştü. Vali Karabil-
gin göreve başladıktan sonra
Kongre Müzesi'ni kurmuş, 4
Eylül 1992'de üç-dört yıldır
kutlanmayan Sıvas Kongresi'-
nin ve 27 Haziran 1993'te Ata-
türk'ün Sıvas'a gelişinin yıldö-
nümünün. ilk kez görkemli
törenlerle kutlanmasını sağla-
mışü. Eskiden sadece sağalann
ve aşın dincilerin kullanımma
verilen Kültür Merkezi'ni iste-
yen her gruba vermişti Arük
Kültür Merkezi'ne Aleviler de
rahathkla giriyor. tiyatro oyun-
lan geliyor, sazlı-sözlü etkinlik-
ler düzenleniyordu.Bu yapılan,
büyük gövde gösterisinden öte,
örgütlü bir büyük prova izleni-
mi veriyordu. Öyle bir prova ki,
zamanı geldiğinde yapılacak o
büyük eyleme "cihad'a hazırhk-
tı sanki gerçekleştirilen eylem-
ler, can kınmlan...
BKtl
Oteüakvler sardı, bvdyakıyorlar
HtDAYFTKARAKUŞ
Bir köşe oda vardı. Oradan kapıyı aralayarak
caddeyi görebiliyorduk. Bir bakışımda bir askeri
birliğin koşar adım geldiğini gördüm. Tüfeklerini
çapraz tutmuşlardı. Kurtuluş umudum artta. Aşagı
indiğirnde Aziz Nesin'in yanına uğradım. O sırada
metalik çarpma sesleri geliyordu. Aziz Ağabey:
- Bu gürültüler ne, diye sordu.
Ben düşgücümü çalışürdım:
- Sanıyorum saldırganlara karşı polis direniyor.
Yeni takviye birüği geldi, dedim.
- Gercekten geldi mi, dedi.
- Biraz önce gördüm ağabey, dedim.
- Ama bu sesler ne?
- Galiba polis kalkanlanna çarpan sopalann,
taşlannsesi...
Nereden cıkanyordum bütün bunlan?
öyle olması gerekiyor diye düşünüyordum. Ma-
dem bir saldın vardı, madem birileri kan dökmeye,
can almaya karar vennişti, öyleyse polis yurttaşın
can güvenliğini sağlamak için müdahale ediyordu.
Biz şairler akıllanmayız.
Hep düşlerimiz gerçeğin önünde gjder.
Meğer, benim polis kalkaru sandığım metal sesi-
nin kaynağı otelin alüminyum kasalannın sesleriy-
miş. Ertesi gün otele eşyalanmızı almaya gittiği-
mizde, kınlan, yamulan, parçalanan ka^alan,
çerçeveleri görünce güldüm. Aayla, iğrenerek, uta-
narak...
Aziz Ağabey, İnönü'yle konuştuğunu, valiyle
görüştüğünü söyledi. Hepsi, "Bekleyin, takviye is-
tendi, yerinizden aynlmaym" diyorlardı.
Oysa saat 13.30'dan taşh sopalı saldınnın başla-
dığı saat 14.00'e kadar otel boşalülabilirdi. Dahası
onlann yürüyüşe geçtikleri an oteli boşaltmak
mümkündü.
Bizler böyle bir saldınyı düşümüzde görsek
inanmazdık. Bu yüzden bir öngörümûz yoktu.
Ya güvenlik güçleri?
Yavali?
Ya hükümet yetkilileri? İçişleri Bakaru? Ya Baş-
bakan yardıraası İnönü? Ya Başbakan neredeydi-
ler?
Bir ayaklanma değil miydi bu?
Bu üîkede yaşayan herhangi bir yurttaşın düşün-
celerini açıklama özgürlüğünü kullanması için sa-
vaşlar rru vermek gerekiyordu?
Aziz Ağabeyi cîdasında bırakıp çıküğımda Ay-
doğan'ın fenalaştığını gördüm.
- Ne oldu Aydoğan? Neyin var?
- Bilmiyorum ağabey, galiba tansiyonum düştü.
Kalbimde de bir çarpmü var.
Ellerini tuttum.
- Korkma Aydoğan, burdayız, merak eime.
- Elimitut ağabey...
Ellerini tuttum. Melahat, alnını ovuşturuyordu
eşinin. tclal konuşuyor, sakinleştirmeye, güven
vermeye çalışıyordu.
Bir arkadaş, aramızda doktor yok mu diye sor-
du? Behçet geldi aklımıza. Aşağıya seslendik.
Metin Alüok duydu.
- Metin, Behçet orada mı? Aydoğan fenalaşü, bir
baksın.
Behçet geldi. Başma çömeldi Aydoğan'ın. Yu-
muşak sesiyle konuştu. Ellerini, bileklerini ovdu.
Sonra aynldı. Behcet'i son görüşüm oldu bu. So-
nuna değin güler yüzlü, sonuna değin metin durdu,
biliyor. Zaten, bekleyenlerde müthiş bir sabırlılık
vardı. Behçet de şiiri gibi sakin. ince, aydınhku. Ne
yazık ki karanlık güçlerin canavarlıklanna kurban
gitti.
Şimdi düşünüyorum da arka bahçeye bağlanmış
kurbanlıklar gibiydik merdivenlerde beklerken he-
pimiz. Çaresizlik elimizi kolumuzu bağlıyordu.
Herkes daha çok kendi katındaydı. Ali Yüce'yi,
Asım Beârci'yi görüyordum ama Lütfi Kaleli, ka-
ündan hiç inmiyor muydu?
Metin Altıok. Behçet Aysan saldınyı ilk karşıla-
yan olmaktan çok. gelismeleri ucundan kıyısından
izleyebilmek için merdiven başında gençlerin geri-
sfnde duruyorlardı. Otel görevlilerinden ikisi -Ke-
nan'dı biri, ötekinin adını bilmiyorum- bize yar-
dıma oluyorlardı. Ancak yangın çıkjşının anahta-
nnı sordum.
- Bilmıyoruz, dediler.
Gercekten bilmiyorlar mıydı acaba? Neden bil-
miyorlardı?
Sonunda bu çocuklann da öldüğünü üzülerek
öğrenecektik.
Gittikçe artan taş yağmuru dinmezken saatler
hızla ilerüyor, odalardan gelecek cam sesleri büyük
bir sessizlikle bekleniyordu.
Saat 19.30'u gösterirken elektrikler kesildi. Aşa-
ğıdan gaz kokukn gelmeye başladı. Barut kokusu-
na benzer bir kokuydu ilk burnuma calan. Sonra
yanık kokulan sardı ortalığı.
istemediler.
Kanm çok öfkelendi. Ali Yüce^nin eşi Nimet
Hanım:
- Yavrum siz Müslüman değil misiniz, insan de-
ğil misiniz, diye söylendi. O sırada pencerelerin bi-
rinde bizimle sonuna değin birlikte olan güvenlik
görevlisi arkada^ımızı gördük. İçeriden yoğun bir
duman geliyordu o anda. Pohs arkadaşla birlikte
kırkbeş yaşİannda bir bey, militanlan çektiler pen-
cereden. Sonradan partiden çücardıklannı, yan
binadan çıkardıklannı öğrendik. Bizi içeri buyur
ettiler.
Kanm bu kez inmek, oraya girmek istemedi.
Yeni bir komployla mı karşı karşıyaydık acaba?
- Buyurun kardeş, güvenin bize, diyordu kırk-
beşlikbe>.
- Sizin elinizde ölmektense dumanda boğulmayı
yeğlerim, diye çıkışü kanm. Ben adamın yüzünde-
ki içtenliği anlamaya çabşıyordum.
BÖYLE SEYRETTtLER- Madunak Oteli'in kapısma dökülen benziııle başlayan yangın her
yanı sardı. Oışarıda bekleyenler 'Kafirler yanıyor... tşte cehennem ateşi...' diye bağırıyor.
Zerrin Taşpınar:
- Yakıyorlar bizi, dedi.
Bir ses, aşağıya yürüyün, ön kapıdan çıkahm,
dedi.
Hepımiz ayaklanmış. merdivenlere saldırmıştık.
Biz daha önceden Aydoğan, eşi, ben, İclal birlik-
te yürümeye, birbirimizden aynknamaya karar
vermiş,tik. Karanhk, merdivenlerde düzgün yürü-
meyi engelliyordu.
Aşağı inerken yüzümüze büyük bir sıcakhk
çarptı.
- Yukan cıkın, dedi bir başka ses.
Bu kez kalabalık yukanya yöneldi. Ancak ben
başından ben birçok arkadaşın da gördüğü gibi ar-
ka odalann ışıklığa bakan pencerelerini daha gü-
venli buluyordum.
- Arka odalara yürüyün, kapılan kınn, diye ba-
ğırdım.
Kalabalık arka odalara yürüdü. Camlar kınldı.
Özellikle 109 numarah oda küçük bir ışıklığa açıh-
yordu. İki bina arasında üçgenimsi#
biçimsiz bir
ışıklığa.
İlk çıkan arkadaşlanmızı, karşı binarun arka
pencerelerinde iki Büyük Birlik Partisi militanı
karşıladı. Arkadaşlanmıza ellerinde sopalarla sal-
dırmaya hazır bekleyerek:
- Orospular, geldiğinız yere dönün, yanın, gebe-
rin. türünden sözlerle karşı durdular, içeri almak
- Ben güveniyorum, dedim, kanmı ittim. Peşin-
den de ben indim üçgenimsi ışıklıktan balkonumsu
boşluğa.
Başka çaremiz de yoktu. Tank'ın askerleri gibiy-
dik o sırada.
Önümüz saldırmaya hazır iki militanın bulun-
duğu bir parti binaa, arkamız ateşti.
Aklımız, geride kalan arkadaşlardaydı. Kimileri
militanlann direnmesi sonucu geri dönüp merdi-
venlere yürümüş. üst katlara çıkmış olmahlar son-
radan edindiğimiz izlenime göre.
Elimiz yüzümüz is içindeydi. Büyük Birlik Par-
üsi'ndekiler bizi kurtanrken kendileri için de kor-
kuyorlardı. Çünkü orası da saldırganlarca bilinirse
kötü olurdu. Dışan çıkınca yangmdan kurtuldu-
ğumuz anlaşılmasın diye elimizi yüzümüzü yıka-
mamızı istediler. Biz de can atıyorduk korku saat-
lerinden sonra suya kavuşmak için. Yine bir önlem
olarak, kadınlan sokaktan görünmeyecek biçimde
arka taraftaki mutfağa aldılar. Çünkü partilerinde
hiç kadın yoktu anlaşılan. Varsa da gece bulun-
mazdı.
Biz on-on beş dakika kadar olmamıştı ki oraya
geçeli, dışardan peşpeşe silah sesleri geldi. Otoma-
tik silahlarla bir yerlere ateş edildi. Çığlıklar, gürül-
tüteT sürüyordu.
Meğer, güvenlik güçlerinden yaralananlar oldu-
ğu için silahlar patlamış. Bu atılan silahlar bile bi-
zim kurtulmamız için değüdil.r
Bir servis otobüsüyle Sıvas Emniyet Müdür-
lüğü'ne götüriildüğümüzde kurtanldığımıza, kur-
tulduğumuza inanabildik.
Orada kaldığımız >irmi saat boyunca geride ka-
lan arkadaşlanmızı merak ettik. Kimse bir şey bil-
miyordu. Televizyondan çelişik haberler gehyor,
yeterli bilgi ulaşmıyordu bize.
Sabaha değin belirsizlikler icinde koridorlarla
gezindik. Bir odada sandalyeler üzerinde uyuduk.
Biüşik odadaki bıraz daha rahat olan kanepe üze-
rinde, koltuk minderleri üzerinde kestirdik. Ancak
hiç yorgunluk duymadık. Şaşılacak şey, yorgunlu-
ğumuz aklımıza bile gelmedi. Yangının içinden
çıkınca orası bizim için büyük bir lükstü.
AU Balkız, Arif Sağ, Battal Pehlivan, Demet
Işık, Zerrin Taşpınar. Ali Yüce, Ali Rıza Koçyiğit.
Ali Doğan, Haydar Ünal, Ayben Kop, Murtaza
Demir. Cem Cilasun... Gencecik Murat, Erkan...
Yirmi saatlik birlikteliğin. dostluğun, aynı aayı,
cehennem saatlenni paylaşmanın yakınbğıyla sa-
nldık birbirimize.
3 Temmuz 1993 Cumartesi günü saat'l 1.00 sıra-
lannda bizi ziyarete gelen Başbakan Yardımcısı
Erdal İnönü'ye, yarundaki bakanlara, Genelkur-
may Başkanı'na ve kuvvet komutanlanna, kurtu-
lan 31 kişi adına bir bildiri okudum. Bunda özetle:
1- Otel taşlanırken, yakılırken 7 saat devleti bek-
lediğimizı,
2- Televizyonlarda verilen demeçlerin yanıltıcı,
olaylan saptına olduğunu. Başbakan'ın, İçişleri
Bakanı'nın ölenlerle, yaralananlarla, bizlerle alay
edercesine konuştuklannı,
3- Şeriatın kapıya dayandığmı. bilimsel düşünce-
nin, cağdaş yaşamm sonunun yabn olduğunu vur-
gulayarak, tez elden bütün olanaklann kullanıhp
laik cumhuriyetin kurtarılması gerektiğini,
4- Demokrasilerin kendilerini koruyacak yasala-
n ortadan kaldırmamalannı, bu yüzden kendine
yönelik tehditlere karşı gerekli önlemlerin alınma-
sını,
5- Şeriata ve çağdışı düzen özlemcilerine karşı
gerekli kararlıbkla >-ürünmezse sonumuzun iyi oî-
madığını açıklamaya çalıştım.
Heyecanlıydım. Yorgundum. Sinirliydim. An-
cak doğru şeyler söylediğime inanıyorum. Gerçek-
lerin insanı sarsan yanını vurgulamak istedim.
Bunu ölen arkadaşlanmız için istedim.
Bunu gelecekte daha özgür. banş icinde bir ülke-
de yaşamak özlemiyle istedim.
Çocuklanmızın. karanlık güçlerin küflü özlem-
leriyle dolu biryaşam biçimine mahkum edilme-
meleri için istedim.
Bunu ülkemi, insanlannı sevdiğim için istedim.
Bizi saat 16.30'da havaalanına götürdüler. Kır-
lar yine yemyeşildi. Sıvas da uzaktan güzel görünü-
yordu. Biraz önce otelden eşyalanmızı almaya git-
tiğimizde, insanhğın bu denli barbar, bağnaz. inanç
körlüğüyle sakatlanmış kişilerden nasıl kurtulaca-
ğını düşündüm.
Otel merdivenlerinin pirinçleri ateşten eğrilmiş,
trabzanlar yanmış, mermerler patlamış, basamak-
lara yığılmısü. Odalar. isü duvarlanyla ürküntü
veriyordu. Işte şurada uzanmıştım sırtüstü: Yan-
mış. Şurada Asım Ağabey'le konuşmuştuk: İkisi
de yanmışlar. Şurada Beriçet'le Aydoğan'ı sakin-
leştirmeye çalışmışük: Birisi boğuldu, birisi yaralı.
Şurada... Şurada... Şurada da Aziz Nesin'in çan-
talannı bulduk!.. Çantalardan birinin icinde son
yapıünın dosyası vardı: Onursal Doktor Olmama-
nınOnuru...
Uçak gökte süzülürken, aanın derinlere sızan
kanına karşın biüncin kabuğu sanlmaya başlamışü
içimde. Bundan sonra ne yapmahydı aydınlar. de-
mokratlar, ülkenin esenÛğıni isteyenler, laikler,
çağdaş yaşamı özleyenler ne yapmahydı?
Ovalar, yamaçlar, dağlar dalgalanıyordu aşağı-
larda: Her birinde bir dostun yüzü...
Blttl
ANKARANOTLAKI
MUSTATA EKMEKÇt
Ölûmden Dönenin
Anlatüklan...(1)
Cafer Aydın, eşi Lütfiye Aydın'la birlikte, Sıvas'taki
yangından nasıl kurtulduklarını anlattıktan sonra şöyle
dedi:
- Mustafa Bey, ben yazacaktım bunları, ne olacak şim-
di?
Gülüştük. ÇGD Genel Yazmanı Metin Aksoy'la birlik-
te, Gülhane sayrıevine gidip. "Yanık Mer/cezı"ndeyatan
öykü yazarı Lütfiye Aydın'la eşi savunman Cafer Aydın'-
la görüşmüştük. Yanmaktan nasıl kurtulduklarını merak
ediyordum. Saynevinde de camdan, işaretlerle konusa-
biliyorduk. En iyisi telefonla konuşmaktı. Cafer Aydın,
jandarma yüzbaşısı iken ordudan ayrılmış, özel olarak
hukuk fakültesini bitirmiş, savunmanlığa başlamış. Lüt-
fiye Aydın'ın yayımlanmış üç öykü kitabı var: "Ikili Yat-
nızlık", "Cemre", "Sengin Semai Bir Ölüm.'' Ayrıca,
radyoya izlenceler hazırlıyor.
- Cafer Bey, olaylar nasıl başladı Sıvas'ta?
- Sabahleyin (o kanlı cumada) kitap imza standları
açılmıştı Büruciye Medresesi'nde. Asım Bey'in (Bezirci)
girişin tam karşısında standı vardı. Girişte solda da Aziz
Nesin'inki vardı; onu biraz köşeye almışlar, dahagüven-
li olsun diye. Sonra öbür arkadaşların masalarını yer-
leştirmişler. Kitap imzaları pek iyi gecmedi. Asım Be-
zirci'ye gidiyorlar gençler, fotoğraf çektiriyorlardı...
- Saat kaço sırada?
- Sabahleyin 10.00'da açıldı, öğleye doğru biz kalktık
oradan. Hatta iki tane de gazete aldık yanımıza, "yerel
basın ne diyor" diye. Biri "Hâkimiyet", biri daha yobaz
bir gazete. Hâkimiyet sanki daha gerçekçi gibi, bilemi-
yorum. Hanımın çantasında kaldı gazeteler!
Birinde "Pir Sultan Abdal kimdir?" diye bir yazı dizisi
vardı;' Devlete başkaldırmış, Şah Tahmasp 'tan yana ol-
muştur..." diyordu. Sonra, "Müslüman mahallesinde
salyangoz sattılar" falan vardı. Biz, Büruciye Medre-
sesi'nden çıktıktan sonra Aziz Nesin'e bir saldın olmuş
diyorlar, polis almış götürmüş saldırganı, biz görmedik.
Daha sonra Cumhuriyet lokantasına gittik, orada ye-
meklerimizi yedik, hanımla birlikte çıktık. Cuma namazı
da bitmiş demek ki; hükümet konagına jpıkan yolda, bi-
raz şöyle 400-500 metre uzaklıkta bir cami var, eski bir
cami. Büyük camilerden biri o olsa gerek. Siz Sıvas'ı bi-
liyor musunuz?
- Hayır.
- O camiden çıkan bir grup, tahminen 100-150 kişi,
"fe/crj/r"getiriyorlardı, "MüslümanTürkiye"diyebağırı-
yorlardı. "Sıvas Aziz'e mezar olacak!" diye bağırışıyor-
lardı. Biz lokantadan çıkar çıkmaz onlarla karşılaşınca
Lütfiye Aydın'a dedimki, "Lütfiye Hanım, biz bu otele git-
meyelim. Onlar şimdi 'Aziz Nesin' tilan diye oraya gider-
ler, Sıvas Aziz'e mezar olacak
1
diye bağırıyorlar, biz
biraz dolaşalım. Bunlar, yukarı doğru çıkarlar. Biraz or-
talık sakinleşstn, çok kalab3İık da değiller çünkü. Sonra
gideriz..." Çevreyrfilan dolaştık. Yazma mazma baktı
hanım, "Masa örtüsü filanalayım"diye.
- Evet, sonra?
* - Biz otele girdik, onlar da yukarı doğru çıkmışlar, gös-
tericigrubu. "Valiistifa "filan diye bağırıyorlar. Hükümet
konagına, oradan Kültür Sarayı'na gitmişler, biz bilemi-
yoruz onl^rı. Dönüşte daha kalabalık olarak geldiler.
.Saat 14.00'te Arif Sağ'ın dinletisi vardı ona gideceğiz.
Arif Sağ da geldi bu^arada, sazını akort ediyor. söyleşi-
yor.
Dışarıda kalabalık daha bir büyümüş, 4-5 bin kişi ol-
muşlar. Gösterilere devam ediyorlardı. Biz Asım Be-
zirci'y'e satranç oynamak istedik. Asım Bezirci:
- Gel bir satranç oynayalım, vakit geçirmiş oluruz de-
di. Biz de biliyoruz ki, güvenlik kuvvetleri onları dağıta-
caklar! Saat 14.00'te konser başlayacak, bir konser
vardı, bir de Büruciye Medresesi'nde gençlerin bir gös-
terisi vardı sanıyorum, ikisinden birini tercih edecektik.
Saldırılar artınca, Asım Bezirci:
- Biz bu satrancı bırakalım, bunlar azıttılar. Birkaç kişi
bir komite oluşturarak, bir bildiri hazırlayalım. İnönü'ye
falan yazalım! dedi.
- Peki, dedim; bıraktık satrancı, kalktı gitti onlar. Saldı-
rılar, bağırtılar, şeriat istekleri daha kuvvetli çıkmaya
başlayınca, bize "Lobide kalmayın" dediler, odalarımı-
za çıktık. Zerrin Taşpınar, ben, Lütfiye Aydın, bir arkadaş
daha vardı, konuşuyor, tartışıyorduk; "Neden böyle olu-
yor" diye. Bu arada, camlara da taşlama başlayınca biz
odaları terkettik. Koridorlara çıktık. Sürekli sloganlar, gi-
derek büyüdü. Bu arada, belediye başkanının olduğunu
tahmin ettiğimiz bir ses hoparlörden, şöyle bağırıyordu:
- Etkinlikler yasaklanmıştır, yasaklatacağız. Bundan
sonra, böyle etkinlik burada olmayacak. Heykeli de sök-
türüp getireceğim. Siz endişe etmeyin. 12 Eylül'de buna
benzer şeyler oldu, işkence gördük...
Kulağımıza gelen sesler bunlardı. Korkarak filan da
olsa, kapılan açıp arada dinliyorduk. Burada, "Pir Sul-
tan Heykeii" diyor gazeteler, yanlış değerlendiriyorlar.
"Ozanlar anıtı" olarak hazırlanmış o, sırf Pir Sultan anıtj •
değil. Sıvas'ta çok ozan olduğu için hem ozanları, hem
Kangal köpeğini simgelesin diye yapmışlar o anıtı. Işte
onu sökmüşler, getirmişler. O gelmiş olmalı ki, sevinç
çığlıkları yükseldi alandan... (Gerici dâzlakların çığlıkla-
n, insan eti yiyen yamyanların tamtamlarına, çığlıklan-
na nasıl da benziyor!) *
BULMACA
SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5
1/ Hasan Hüseyin'in bir
şiir kitabı... Deney ve ta-
nıtl^malara dayanan bı-
limlerin genel ' adı. 2/
Yiyeceği ortaklaşa sağla-
nan toplantı. 3/ Yassı
gümüş külçesi... Çin ve
Japonya'da oynanan bir
çeşit satranç. 4/ Eski Mı-
sırlılann kutsal saydığı
öküz... Güreşte bir oyun.
5/ Olumsuzluk belirten
bir önek... Yollann kap-
lanmasında kullanılan
madde. 6/ XX. yuzyıl başlannda
kullanılan bir zırhlı üpi. 7/ Aşıbo-
yası... Damarh ve yan saydam bir
taş. 8/ Suda yaşayan tek hücreü bir
hayvan... Sıcak ve kuru bir rüzgâr.
9/ "Zannetme ki güldür, ne de lâ-
le/ doludur tutma yanarsın/
Karşında şu gülgûn piyale" (Ah-
met Haşim)... Toprak üstündeki
yüksekb'k.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Virginia Woolf un, sinemaya da
aktanlmış bir romam. 2/ Boksta vurulan bir yurnruk çeşidi. 3/
Bir resmi sulandınlmış renklerle boyama ya da gölgeleme biçi-
mi... Halk dilinde köy yoluna verilen ad. 4/ İslam inancına göre
kıyamet günü bütün ölülerin dirilerek toplanacagı yerin adı...
Meslek. 5/ Bir cins tuzlu turta... Züppe.6/ Bakır,nikel veçinko-
dan oluşan gümüş görünüşünde bir alaşım. 7/ Bi| nota... Şaka.
8/ Bir şeyin gerçekleşmesini önleyen neden... Saa kurmaya ya-
rayan burgu. 9/ Yapısına girdiği sözcüğe "yeni" anlamı katan
yabancı önek... Yapma. oluşturma.