25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
S/YFA CUMHURİYET 29 NtSAN 1993 PERŞEMŞE OLAYLAR VE GORUŞLER Çankaya sorunumu, siyasal rejim sorunumu? Tirkiye siyasal gündeminde geneldeadlar ûzerinde yapılan taıtşma, gerçekte rejimin geleceğini belirleyecek kararlann alnmasına yol açacak ve bu smav aynı zamanda, 1982 Aıayasası'nın öngördüğü iktidaryapılanmasının, askeri rejiıninetkisi olmadan doğal siyasal kanallanna kavuşup kavıışamayacağını da gösterecek gibi görünmektedir. Ar. Gor. ATİLLA NALBANT MÜ Hukuk Fakültesi 1 982 Anayasası, kurumsal planda üçlü bir iktidar yapısı kurmuştur. Bu üçlü yapılan- manın birinci ayağı, "devletin birliğini ve anayasasuun uygu- lanmasını. devlet organlannın düenlı ve uyumlu çalışmasını göze- tra'cumhurbaşkanıdır(rn. 104).lkin- ci ayağı, "hükümeün (ülkenin) genel siyasetinin yürütülmeşinden sorumlu" kabınedır (m. 112). Üçüncü ayağı ise "devleü'n milli güvenlik siyasetinin ta- yini(m. 118) ileyetkili" Milli Güvenlik Kurulu'dur. 1982 Anayasas, bu üç ayaklı iktidar yapılanmasına karşı, ikı İcarşı-iktidar öngörmektedin Parlamento ve Ana- yasa Mahkemesi. Cumhurbaşkanı özaJ'm ölümü, si- yasal kamuoyunda cumhurbaşkanı- run adı üzerindeki tarüşmalan günde- me getirirken, bu sorunu 82 iktidar yapüanması açısından değerlendir- mek gereklidir. Ama önce iki saptama yaparak, 82'nin kurumsal yapısı ve Ozal praüğınin sonuÇlanru belirlemek gerekir: öncelikle, özal pratiğinin Türkiye'- yi "ülkenin siyasetinde etkin cumhur- başkanı" yönünde ahştırdığı anlaşıl- maktadjr. Çünkû, görüldüğü kadany- la parlamenter çoğunluğun eğilimı birinci partinin lıderini Çankaya'ya taşunak yönündedir. Yoksa, tarafsız, geniş uzlaşmaya dayalı bir cumhur- baskaru secmek yönünde değil. Ikınci olarak ise bu olgu yalnızca özal pratiğinin bir sonucu olarak de- ğerlendirilemez. Çünkü, birincisi kon- jonktürel, ikincisi kurumsal etkenler parlamenter çoğunluğu bu eğilimi ta- şımaya yöndtmiştir. Konjonktürel değişjm, özellikle dün>a konjonktüründeki büyük dö- nüşümdür. Bloklar sisteminin sonu, Türkiye'nin etkin dış politika çizgisini benimsemesini zorlarken, iç poliükay- la haşır neşir kabinenin üstünde cum- hurbaşkanının en azından "yetkisiz ama etkin" olması gerektiği dûşünül- meye başlanmıştır. Kurumsal etken ise 1982 Anaya- sası'nın öngördüğü 'gözetme iktidan'- na sahip cumhurbaşkanhğı makarru- na hemen hemen hiçbir siyasal parti lide- rinin kayıtsız kalamamasıdır. Bu yetkilerle cumhurbaşkaru, Meclis'te güçlü bir partiye dayanmasa dahi. ya- samadan yargıya pek çok alanda geniş yetkileri kullanabilecektir. Papandreu çözümü mü, Özal çözfimû mfi? Cumhurbaşkanı özal döneminde, parlamenter çoğunluğun önünde iki çözüm bulunuyordu: Ya cumhurbaş- kanı ile gizli ya da açık bir iktidar pay- laşımı söz konusu olacakü (birlikte yaşarhk). Ya da bir anayasa degişikligi yoluyla, cumhurbaşkanının yetkileri azaltılacak veya kaldınlacaktı. Dün parlamenter çoğunluk birinci çözümü benimserken, belki de ikinci çözümün siyasal ortamını hazırlıyor- du. Çünkü, henüz ikinci çözümü hare- kete gecirebilecek güce sahip değildi ve cumhurbaşkanının yetkilerini kısıtla- yıcı bir anayasa değşikliğini gündeme getirseydi, anayasanın 175. maddesi gereğince referandum süreciyle karşı karşsrya kalacaktı. Bu referandumun büyük risk taşıdığı ise açıktı. Çünkü, referandumda anayasa değışiklığirun reddi, etkin cumhurbaşkanının meş- ruluğunun dayanağı olacaktı. Ama bugün bu Bonapart korkusunun te- meİleri ortadan kalkmıştır ve mevcut pariamentonun, "siyasal rejim tercihi- ne bağlı" olarak iki çözümü benimse- mesi mümkündür: - Klasik parlamentarizme geçiş ya da Papandreu çözümü: Yunanistan'- da 1985 yılında parlamenter çoğunluk (PASOK), bugün Türk parlamento- sunun karşılaştığı sorunla yüz yüze kabnışü. YDP'nin eski lideri Kara- manüs'in cumhurbaşkanlığı görev sü- resi tamamlandığında, PASOK terci- hini kendi lideri Başbakan Papand- reu'yu bu makama göndermek yönünde kullanmamış ve önce tarafsız olacağı düşünülen Sarzetakis'i cum- hurbaşkanı olarak secmiş ve ardın- dan, seçim bildirgesinde açıkladığ) gibi, 1986 yılında anayasa değişikliğini gerçekleştirerek curnhurbaşkanının geniş yetkilerini ya kısıtlamış, ya kal- dırrruş ya da başbakanla birlikte kulla- nabileceği ortak yetkilere dönüştür- müş. Böylece başkanh-parlamenter Yunanistan'ın siyasal rejimi, klasik parlamentarizme dönüşmüştür. - Özal çözümü: 1989 kasımında, parlamentoda mutlak çoğunluğa sa- hip ANAP'ın lideri Başbakan Özal ise cumhurbaşkanı seçiminde tercihini cumhurbaşkanma bağh kabine siste- mi yönünde kullanmış ve rejimi 'baş- kanülaştırmış'tır. Eğer bugünkü parlamento, özal çö- zümünü benimserse, özal pratiğinin yeniden yaşanacağını söylemek her- halde kehanette bulunmak olmaya- cakür. Ama bu çözüm, iktidar yapı- anda cumhurbaşkanımn konumu bakımından kimi etkenlere bağlıdır. Özal çözûmünûn sonmlan İlk olarak hemen şu noktayı belirt- mek gereklidir. Çankaya'ya Demirel'- in seçilmesi; 1991 'den 1993'eyaşanan iki yıllık by-pass'lı cumhurbaşkanı- kabine çatışmasını, eğer bir erken se- çim gündeme gelmezse 1995'ler sonra- sına kadar askıya kaldıracaktır. Çün- kü cumhurbaşkanı, parlamentoda birinci parti olan kendi partisi DYP'- nin gücüne dayanarak her koalisyo- nun belirleyicisi olabilecektir. Ama bu durum hiç de cumhurbaş- kanının siyasal manevra alanının sı- nırsız olduğu anlamına gelmeyecektir. Bu konuda da iki etkenin belirlevici olacağı söylenebilir Cumhurbaşkanı- nın partismde yaşanacak liderlik mü- cadelesi (Özal-Mesut Yılmaz durumu akla gelmelidir) ve cumhurbaşkanının partisine destek veren parti ya da par- tilerin durumu. Meclis'in tercihi, cumhurbaşkaiunın stBtûsöne iKşicin anayasal sorunlan çö- zümkr mi? Ancak bu sorunlardan daha da önemlisi. cumhurbaşkanının statüsünü düzenleyen anayasanın du- rumu hiçbir biçimde gündemden düş- meyecektir. Çünkü 1982 Anayasası, kişilerden bağımsız olarak cumhur- başkanma tanıdığı statüyle pek çok anayasal sorunu bûnyesinde banndır- maktadır. Bu sorunlardan birincisi, 1982 ana- yasal sisteminde bir karşı-iktıdar ola- rak beliren (ya da ikame hukuk muha- lefeti 1 ) Anayasa Mahkemesi'nin cumhurbaşkanının gözetme iktidan- nın bir teknik-araa kurum durumuna bürünüp bürünmeyeceğidir. Cumhur- başkanı Özal döneminde yaşanan Sü- leyman Aslan krizinin dile getirilme- yen yönü, "cumhurbaşkanının belirle- yiciliğinde Anayasa Mahkemesi'" idi. Açıktır ki aynı sorun, yeni dönemde de varlığmı sürdürecektir. İkinci önemli sorun ise ordu üst bü- rokrasi-sivil otorite ilişkileridir. 1982 Anayasası'nın ordu üst bürokrasisine, MGK araahğıyla kabinenin siyasetini etkilemede ayncabklı bir anayasal sta- tü tanıdığı acıkür. Cumhurbaşkanı Özal döneminde, ordu üst bürokrasisi bu etkileme işlevini cumhurbaşkanı ve MGK toplantılan araahğıyla kullan- maktaydı (Hemen CMUK'un cum- hurbaşkanınca Meclis'e geri gönderil- mesinde ve hükümetin terörle müca- dele siyasetinde ordunun etkisi anımsanmabdır). Yeni dönemde bu çerçevede iki sorun gündeme gelecek- tir. Acaba yeni cumhurbaşkanı, ana- yasanın kendisıne verdiği bu askeri otorite-sivil otorite arasında eşgüdü- mü sağlama işlevini aynı tarzda yapa- cak rrudır? Belki bundan daha önemli- si, acaba parlamento, askeri otoritenin bu kabine siyasetini etkileme rolünden rahatsızük duyacak mıdır? Ya da duy- makta mıdır? Fakat hepsinden önemlisi, siyasal rejimin geleceğini Meclis'in bu karan belirleyecektir. Mech's'in Özal çözü- münü benimsemesi, aynı zamanda partizan liderliğe karşı karizmatik ya da kişisel bderhic olgusunun da anaya- sal pratiğe yerleşmesine yol açacaktır. Nitekim eski Cumhurbaşkanı Özal, parlamenter çoğunluğu kaybettiği ko- şullarda. karizmatik liderlik olgusuna dayanarak siyasal rejimi başkanlık ya da yan başkanbk rejimine dönüştür- meyi hedeflemiş ve kabinenin hemen yanında, bir Çankaya kabinesi kur- muştu. Siyasal partiler dışında kariz- matik liderliğin güçlendirilmesinin sonucu ise anayasal planda belüdir. Cumhurbaşkanlan Mecbs dışında meşruluk arayışına gjrerler ki bunun çözümü halk tarafından seçilen cum- hurbaşkanıdır. Sonuç O halde erken gibi görünse de şu saptamayı yapmak gereklidir. Eğer Mecbs, birinci partinin lıderini cum- hurbaşkaru olarak secerse, curnhur- başkanınuı halk tarafından seçilmesi olgusu ya da zorlaması ile karşı karşj- ya kalması kaçınıknaz görünmekte- dir. Kuşkusuz eski Cumhurbaşkanı Özal zamanında olduğu gibi. karizma- tik liderliğin birleştiricilik işlevinin öneminden daha fazla söz edilecektir. Türkiye'nin çok partib ve sürekli ço- ğalma eğilimi gösteren partizan kanal- lanna karşı, karizmatik liderlik olgusu yönetilebibrlik için gerekb olarak nite- lendirilecektir. Karizmatik bderbk ol- gusunun tek panzehiri ise partizan kanabn demokratikleşurilmesidir. Hem demokratik parti yapıianmasıy- la hem de demokratik programla. Kısaca Türkiye siyasal gündeminde genelde adlar ûzerinde yapılan tartış- ma, gerçekte rejimin geleceğini belirle- yecek kararlann ahnmasına yol aça- cak ve bu sınav, aynı zamanda, 1982 Anayasası'nın öngördüğü iktidar ya- pılanmasının, askeri rejimin etkisi olmadan doğal siyasal kanallanna ka- vuşup kavuşamayacağını da göstere- cek gibi görünmektedir. (•) Bakır Çağlar, "İktidar Yapıanda | 2 Formû- lü" ve Karşı-Tezler" İHİD (L. Duran'a Amıağan özd Sayıs), S. 1-2, Yıl 9, İ9S8, s 6Z ARADABIR MUSTAFA KÜPÇO Petkim'de neler oluyor? 1987de özelleştirme kapsamına alınan ve bu amaçla holding statüsüne geçirilen Petkim'in Yarımca tesisle- rinde sekiz fabrikanın kapatılması ve altı yüz dolayında çalışanının "zorunlu emekli" edilmesi üzerjne Petrol-iş Yarımca şubesınin düzenlediği toplantıda ilginç açıkla- malar yapıldı. Şube Başkanı Ali Buğdaycı; "Petkim'de teknoloji eskimiştir. 1986dan bu yanateknolojikyenile- me ve yatınm yapılmamıştır. Petkim, btlinçH şeküde za- rar ettirilmektedir. Emekliliği gelen üyelerimizin emekli edilmelerine karşı değiliz, ama "kıdem sırası" dikkate almmalı, politikkayirmalaryapılmamalıdır. Sınırticareti yoluyla yurda giren petrokimya ürûnleri belki ücuz ama, insan ve çevre sağlığına zarar vericidir" diyordu. Petkim Yönetim Kurulu üyelerinden birinin açıklaması da şöyleydi: "Petkim'de 70*1» yılların sonunda yapılması gereken teknolojik yenilenme yapılmamıştır. Bu sektör- de karlılık sıfır noktasında olduğundan yabancı sermaye de teknolojiyi yenileyerek işletmeyi üstlenmekten kaçı- yor. Bugün Petkim'de 60 tonluk üretimi 400 kişiyle yapı- yoruz, oysa ABD'deki benzeri ünitede 80 kişiyle 120 tonluk üretim alınıyor. 1300 dolara malettiğimiz bir ürü- nün Türkiye teslim fiyah 900 dolar. Kapatlan Karpolak- tam ünitesinin çalıştırılması halinde, yıllık zarar 600 milyar TL'dır. Emekliliği gelenleri ayırmaktan başka ça- remiz yok. özelleştirmenin bayrağını taşıyan ANAP ikti- darının sonunda Petkim'e, 1200ü müteahhit elemanı olmak üzere 2000 kişi alınmış." Işte, iki tarafın da yaklaşımları böyle. Anlaşılıyor ki, zamanında teknolojik yenilenmesi yapılmayan, siyasal çıkar hesaplarıyla kadroları şişirilen Petkim, bilinçle çö- kertilmiş... Sonunda, çalısan insan sayısı daha da azalö- lıp, daha başka üniteleri de devre dışı bırakılarak uygun zamanda, uygun koşullarda özel sektöre devredilecek!.. Petkim örneği, bu ülkedeki "özelleştirme" yaklaşımı- nın ne otduğuna dair bir somut kanıtttr! Oysa önemli olan, ülke ekonomisinin genel çıkarları ile çalışanların hak ve çıkarlarını bir noktada buluşturmaktır. Petkim, ülkenin iç talebi ile dünya piyasa koşullarına uygun bir teknolojik yenilenme ve reorganizasyona yö- nelmeli, siyasal çıkar hesaplarından uzak tutulmalıdır. Yeterli sayıda ve gereksinim duyulan niteliklere uygun eleman istihdam edilmelidir. Teknolojik yenilenme ola- nağı ya da verimliliği olmayan üniteler kapatılacaksa, yıllarca emek veren insanlar arasında ayrım ve haksız- lıkyapılmadan "en kıdemli olartdan başlayarak" emek- lilik işlemleri uygulanmalıdır. Bunca yıl emek veren insanlar "küstürülerek" değil, gönülleri alınarak, yaşam güvenceleri sağlanarak, mümkünse temmuz ve ocak katsayi artışlarından yararlanmalan sağlanarak emekli edilmendir. Yurt dışından gelen petrokimya ürûnleri "ucuz" diye, insan ve çevre sağlığı hiçe sayılmamalı, ürün denetimi bizzat Pekım tarafından yapılmalıdır. Ekonomide ve politikada "bireysel çıkar" ve insanları- mızı hoyrat bir tutumla "açlıkla terbiye" etmenin sonu, toplumsal dengesizlik ve tepkilere varır. Buniarın gide- rilmesi daha da büyük bedellere malolabilir Aslolan "lnsan"dır. Insanın mutluluğu ve insanca ya- şamaktır. TAR1TŞMA 'Yorgun Savaşçı' ve biümsel tarih - W " m alitRefiğ'in • I senaryosunu • 1 yazıp • • rejisörlüğünü • • yaptığı ^•^. - ^ ^ - Yorgun Savaşçı"fifminiertelemelere bakmayarak başından sormna kadar büyük bir zevkle seyretük. Bufilmbize ne verdi? Kurtuluş Şavaşımızın ilk yıllanna aıtcanb imajlar. O günlerdeki zor ve kargaşab durum. Ege Bölgesi'nde, Yunan ışgaline karşı kendiliğınden oluşan direnme eylemi ıçinde olumlu ve olumsuz tipler. Kabul etmeliyiz ki gerek Kemal Tahir gerekse Haüt Refiğ, "Yüzbaşı Cemil" ve "Kör Şaban'la" o günlere has, gerçekten yiğit ikı savaşçı yaratmışjar. Seçilen aktörlere söz yok. Öte yandan, muntazam ordu yaratılmadan önceki günlerde savaşa katılanlar ve hatta ona öncülük edenler arasında, Çerkez Etem gibi maceraperest süahşörler, haris ve gaddar şubaylar bulunduğunu görüyoruz. O günlerin bir gerçeği; Trablusgarp, BalkanveCihan savaşlanndan sonra yorgun ve bitkin düşen köylünün artık savaşa kaühnak istememesi, sultanın kurtuluş hareketini baltalaması, Anzavur isyanını desteklemesini de görüyoruz. Bufilmniçin yakıldı ve nıçın etrafında bu kadar gürültü koptu? Sorun dönüpdolaşıp, bir noktada düğümieniyor: "Resmi tarihe" ters düstü, yani baştan başa bir epope, bir kanramanbk hikayesi olan kurtuluşsavaşı imajını yıktı. Böyle ofduğu ıçin de bazüanna fjre tarihimize ters düstü. ütün bunlan aalamak benim için zor. On yedi yıl bir Batı Avrupa ülkesinde tarih okuttuktan sonra, önce "resmi tarih" kavramına takıbyorum. Fransa, Ingiltere gibi ülJcelerde "resmi tarih" diye bir şey düşünülemez. Bu, anladığun kadanyla totabter ülkelere özgü bir şeydir. örneğin "Sovyetler Birliği'nde" sadece f? YANGINDA İSON KURTARILACAK PENCERE ve sadece resmi tarih vardı ve ona aykın düşmek bir suçtu. Umanm, bizde bu biçim bir totaliter tarih anlayışına sapmıyoruz. Zira bilimsel açıdan, objektif bir tarih vardır. Onu, belgelerle, dokümanlarla, venlerle ınceleyip yazmak, tarihçüerin, yanı bilim adamlannın işidir. Tarihçiler, olaylan değişik şekillerde görebilir, belırli verileri aralannda tarüşabilirler. Tarihin tefsırisinde farklar olabilir. Ancak "resmi tarih" kavramı demokrasi anlayışına ters düşer, zira demokrasinin biranlamıda"çok görüşlülük"tür (plurahzm). Olsa olsa ders kitaplannda okutulan tarihten sözedilebüir. Eğer bu "resmi tarih" ise. Ancak unutmamah ki bu kitaplar, sadece bir temel bilgj verir. Tarihimizi gerçekten bilmek istiyorsak etraflı okumakzorundayız. Mustafa Kemal'in nutkundan başlayıp Şevket Süreyya Aydemir'e, Mahmut Gofoğlu'na ve o fînün önemli kışilerinin (Ali uat, K.Karabekir, K.özalp Paşalar, Halide Edip, Y.Nadi gibi) anılanna kadar değişık Kaynaklara başvurursaK ikinci şok! GONUL BORCU Eşim ve ülküdeşim SÜHEYLA KÜLEBİ'nin ölümünde değerli ilgilerini gösteren bütün dostlarıma gönül borcumu sunarım. CAHJT KÜLEBt I SATILIK YAZLIK Kuşadası Çamlık sahilinde 70 m 2 triplex vazlık satılıktır. Tei 2251527 aşamımız boyuncabizi sok eden bir kaç olaydan birini yaşıyoruz. Saym Turgut Ozal'ın ani ölümünün yarattığı hava normale dönerken bendeniz veni bir şokun etkisinegırdirn. Sanki, Sayın Özal 16 Nisan 1993 akşamına değin bu ülkede yaşamıyordu, bu ulusun cumhurbaşkanı değildi ve ulusal basının büyuk bir bölümü, onun ve aılesınin aleyhinde en ağır yazılan yazmıyordu. Siyasetcilerin belh bölüm dışındaki büyük bir kısmı, sanki her gün onun aleyhinde demeçler vermiyordu. Sanki, cumhurbaşkanlığı makamının haksızyere ele gecirildiği, Çankaya'dan inmesi gerektiği sık sık yinelenmiyordu. Yetkilerini aştıgı, anayasayı çiğnediği sanki sorumlu ağızlarca hiç söylenmiyordu. Sanki, "sorumsuz cumhurbaşkanı" deyimi basında onun için binlerce kez yaalmamışü. Aile bireylerini Türkiye'nin en zenginleri hah'ne getirdiği, sanki basında, TBMM ? de hiç düe getirümemişti. Biz, yanm yüzyıla ayak basan yaşamımızda, Sayın Turgut özal denb kendia ve ailesi en ağır biçimde eleştirilen, ne bir siyasi ve ne de bir cumhurbaşkanı gördük. Bu konudaki gazete kupürlerini ortaya koysanız, dağlar, tepeler oluşturur. Bunu kimse yadsıyamaz. Cumhurivetin kuruluşundan bu yana, kendisine sataşddığı için yurttaşlar, basın gözümüzün önüne serilecek manzarafikndekindenfarkb değjldir. Goloğlu'ndan şu saürlan aktarmakla yetınebm: "Ve Izmir'i işgal eden Yunan ordulan.. ilerbyordu. Bölgedeki askeri birliklenn bu ilerleyişı durduracak güçleri yoktu. Komutan ve subaylan Yunan ebne esir düşmüş olan 17. Kolordu'nun birliklerindeki erlerin çoğu görevlerini bırakıp dağılmışlardı. Şehirve kasabalardaki varbkb kimselerin çoğu sinmiş ve kurtuluş çaresini yabana büyük devletlerin bayTaklannı asmakta bubnuşlardj"(l). Gene bibm adamlannın verdikleri bilgilerden öğreniyoruz ki, o dönemde (1919)cepheyiçetelerve özellikle Çerkez Etem tutuyordu. Kendibğinden oluşan direniş eylemi; çeteler, sılahlannı abp dağa kacan subay veerlerden, onlara katılan az sayıda köylülerden oluşuyordu. O sırada Sıvas ve Erzurum kongrelerini toplayan Mustafa Kemal Paşa'nın büyük dehası, bu dağınık anarşik direnme hareketlerini merkealeştırmek, düzenb bir mensuplan ve milletvekilleri için sayısız dava açan, ne bir başkan ne de cumhurbaşkanı. Sayın Özal dışında beUeğimizde iz bırakmamış. Obnuyor beyler obnuyor! Böylesiikiyuzlüolmayın... Sayın özal'ı ölümüne değin en acımasızca eleşüren milyonlarca kişiye ve bunlann içerisinde yer alan çok önemb kımi şahsiyetlere sesleniyoruz! Şimdı ikiv-üzlülük yapmanın alemiyok! Eğer boyleda vranmaya kararbysanız. Çıkın ortaya 'biz, zamana ve zemine göre bukalemun gibi davranan kimseleriz' deyin. Herkez sizi bilsin de, hiç obnazsa lafınıza, sözünüze önem vermesin. Tamam, ölen insan Allah huzuruna çıkacaktır. Artık, onun arkasından kötü konuşulamaz. Ama, hiç obnazsa daha önce ordu kurmak ve büyük çabalardan sonra halkın desteğini kazanmaktı. Kurtuluş Şavaşımızın en zor günlerinı gösteren bufibn,bize Bunlan anlauyor. Fihnin senaryosunu yazan, Habt Refiğ. sadece bir romanı fibne geçirmekle kabnıyor, o günün koşullannı, yaşamını; kıyafetleri, değişik tipleri, evleri, kahveleri, çeteleriyle aktanyor. Mustafa Kemal'i küçültmüyor, onun ne zor koşullarda vataıu kurtardığmı gösteriyor. Bufilmingecirdiği korkunç maceradan çıkaracağımız ders şu obnab: Eğergerçek bir demokrasiye ulaşmak istiyorsak, totabter tarih anlayışını, tek görüşlülüğü yenmeb; bilimde ve sanatta çok görüşlülüğü kabul etmebyiz. Daha önembsi, tarihimizi öğrenmeliyiz hem de okul aralanndan başlayarak. Bu da ancak tarih öğretiminde demokratik bir reformla gerçekleşebilir. I. Mahmut Golofchı. "Mift Mûcadde rarihı" 2. btap Besnur Matbaas, Ankara 1969,5.35 Doç.Dr.YıldızSertel söylediklerinizle çebşmeyin. Susun! Susun! Susun! Şimdi Sayın Özal'ı Atatürk'ün yerine koyacak denb ağız değistirmenin alemi var mı? Buukın Sayın Özal, günahlan ve sevaplan ile tarihin mab olsun; tarih, hakkında karar versin. Kul olarak da >"üce Allah'm önünde hesabmı versin. Eğer, toplum olarak bir insan için, ölümünden önce ve sonra ayn ayn konuşan ikiyüzlü insan tablosu yaraürsak, ne kendımize ne de yanımızdakilere ve ne de önümüzdekilere saygımız kaür. Bu denli ikiyüzlülüğu, pişkinliği, dönekhğı de tarih hiçbir zaman unutmayacaktır. Bu da böyle bibne. BurhanÖzbey SEKATeftiş Kurulu Başkanı 50. ŞİİP Yılı... Şükran Kurdakul'un '50. Edebiyat Yılı' kutlandı ya da '50. Şiir Yılı.'Nasıl geçmiş yarım yüzyıl? İlkşiir kitabı To- murcuk' 1943'te basılmış; devlet hemen yakasına yapı- şıyor Şükran'ın, zindan ne demek, genç yaşında öğreni- yor şair: Hergeçişte Yedikule'den Can evimde duyarım Zindan ne demektir, cellat ne demek Ipe geçirmişler gibi boğazımı Yıkılır saraylanm Sönerhanem Bir ömürboyu fikirleri yüzünden sakıncalı sayılmak, yalnız Şükran'ın yazgısı değil, aydınların ortak yaşamı: Bence acının çiçeği içimde büyüdü. Mahpushane saksılarmdaki baharı benden sor. Kulak ver gecenin sessizliğine ağan sese Öiümcünün böldüğü uykulan benden sor. Ne var ki yarım yüzyıl boyunca hiçbir baskı, tehdit, ce- za, işkence Kurdakul'un yüzündeki gülümsemeyi sile- medi. Nasıl silebilsin ki.. Şairin yüzünde gülümseme bilincin gülücüğüydü; boş yere tebessüm etmiyordu Şükran Kurdakul; ne zaman görsem iyimserdi şair, ne zaman konuşsam doğal; olanlara şaşırmayarak, olacaklara hazır, geleceklere güvenli... • İkinci Dünya Savaşı ertesinde Türkiye çok partili reji- me geçti; demokrasiye değil... Devlet, şairiyle, yazarıyla, fikir adamıyla, aydınıyla ya- nm yüzyıl boğuştu durdu; ressamın tablosunda orak çekiç aradı, şairin dizesinde komünist propagandası keşfetti, yazarın yazısında yasak ideolojilerin parmak iz- lerini saptadı; savcısıdır, polisidir, yargıcıdır elinde bü- yüteçle kitaptır, dergidir, gazetedir inceledi durdu. Yarım yüzyıllık yazılı yayınlarımız taransa, en çok kul- landığımız sozcük nedir? Demokrasi!.. Ancak yarım yüzyıl, demokrasi diye diye demokrasi tepelendi; kitaplar tutuklandı, fikirler gözaltına alındı. Şükran Kurdakul'un edebiyat ve şiirle al gülüm ver gü- lüm geçen ömrü, işte bu yarım yüzyıllık çok partili süre- ye rastladı; şairin yaşamıyla şiiri bu yüzden birbirine karışt, eylemiyle yazısının nereden başlayıp nerede bit- tiğini saptamak güçleşti. lyi de oldu.. Eğer bütün buniarın anlamlı karmaşası olmasa, Şük- ran Kurdakul olur muydu? • 1989'da Sovyetler dağıldı, Batı'da çoğu komünist par- tisi adını değiştirdi, Türkiye'de 'komünizm tehlikesi' gündemden kalktı, 141 ve 142 Ceza Yasası'ndan silindi; eğer Sovyetler dağılmasaydı, bu iş sürüp gidecekti. Şa- irler sanki günümüzde biraz rahatlamış gibidirler; polis, eskisi gibi şiir kovuşturmuyor.. Peki, bu iş bitti mi? Hayır.. Toplumda adaletsizlik, ülkede sömürü, dünyada em- peryalizm daha beter sürüp gidiyor. Sınıfsal uçurum daha da derinleşiyor; etnik aynmın, cinsel eşitsizliğin, dinsel bağnazlığın ortalıkta kol gezdiği bir dönem yaşa- nıyor; 50'nci şiir yılında Şükran'ın ulaştığı yerde görülen gerçekler hüzün vericidir... Şair sanki 50. yılında değilmiş gibidir; belki de şiirin birinciyılındadır: ,.•. . ,. Hersabah yeni bir adam Doğmasa içimde Yaşam mı değişir Adamlar mı kalır. Yarım yüzyıl sonra Şükran'ın gülümsemesi yine yü- zünde, kalemi yine elinde... Ve acıdan çatlayan damarlanma inat Yeni soluk yataklan yarattı yüreğimde Sevecenliğin yarattığı hayat. HASAN PULURDAN YENİ KİTAP Olaylar ve İnsanlar / 5 (1988- 1990) HASAN PULUR olaylar ve insanlar/5 1990 İ 2 ü T 0 N K T A P ç L A R D A 75000 Lira HASAN PULUR UN KİTAPLARI 1. 2. 3. (Tükendi) 65000 65000 65000 75000 OLAYLAR VE İNSANLAR - (1961 -1972) 4. bs. OLAYLAR VE İNSANLAR - 2 (1973-1978) 4. bs. OLAYLAR VE İNSANLAR • 3 (1979-1984)3. bs. OLAYLAR VE İNSANLAR- 4 (1986-1988) OLAYLAR VE İNSANLAR • 5 (1988-1990) Istekteriniz tutarı kadar posta ya da damga pulu gönderiniz. Kitapçılara % 25 indirrmli ödemeli gönderiür. Lutten gene! yayın kataloğumuzu ısleyınc. BİLGİ YAYINEVf Meşrutiyel Caddesi, No- 46/A Yenışehır-06420 / ANKARA Tel:(4)431 81 22-434 49 99 • FakS : (4) 431 77 58 BİLOİ DAĞITIM Babıâli Caddesi, No: 19*2 Cağaloğlu-34360 ' İSTANBUL Tel: (1)522 52 01 -526 70 9 7 » FakS .(1)527 41 19 66. DÖNEM TEMEL FOTOĞRAF S E M I N E R L E R I 28.4.1993 Çarşamba 19.00 - 2ı .00 veya 1.5.1993 Cumartesi 13.00 - 15.00 i Kayıtlar devam edtyor. * Tel.: 252 44 61 - 243 14 01 ; (Saat 14.30'dan sonra)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle