25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 NİSAN1993 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYKA EKONOMI •DCMADAN KıSAKıSA 13 milyarlık yönetici ^ Ekonomi Senisi- İşini oilen birvönctıcının yjllık geliri ne olabilir derseniz; , îsveç'münlü Volvootomoiıv ', şirketınin Yönctim Kurulu Başkanı Pehr Gyllenhammar'ın ulda tam • l.~3mıiyondolar(yaklaşık 13 milyarTL)maaşaldığını ', duyuralım. Şirket ; hıssedarlanylagiriştiğiuzun ; ve zorlu pazarlık sonunda • isicklcrinikabulettiren'Bay Başkan'ın aylık geliri de 1 böylelikte 1 milyarTürk Lırası'nın üzcrineçıkmış, oldu. Kcndisı şu anda ; İsveç'ın en yüksek maaşlı ' yönelıcisi. PC'ler altın yumuptluyop • Ekonomi Servisi- İlctişim dünyasınm hızına ayak uyduran PC'ler, üreıici şirkctlerin karlanna kar katıyorlar. Nıtekım Compaq Computerşirketı, 1993'ünilk çey reğindc kazancını ikiye katlayıp 102milyondolarnet kar sağladı. Şirket, aynı dönem içindekı saUşîannı ise geçen yılın eşdönemine • oranlaüçkatarttırmayı başararak 'zor pazarda bile, 1 koîay yol alınabileceğini' ' kanıüadı. Koreli bankacılar Dışticaret açığı yüznıilyardolar sinyali veren Sam Amca nereye saldıracağını şaşırdı ! ANK^RA PAZARI J Ekonomi Servisi- Güncy Kore'dc tşbaşına gelen yeni hükümelin ba^lattığı yoğun 'yolsuzluğu önleme kampanyası'. nedense 23 büy ük bankadan oluşan bankacihk sektörüiıde telaş yarattı. Bankalann yöncticilen, hesaplann incelenmesinin gelireceği sonuçlan göz önünde tutarak yeni kredilendırmelerde son derece ütızlcnmeye koyuldular. Askerler Menem'e kızdı • Ekonomi Servisi- Arjantin ordusu, Cumhurbaşkanı Carlos Menem'in askeri harcamalann yüzde 10 kısılması konusundaki karanna tepki göstermeye başladı. Demokrasisi sık sık darbelerlc kesintiye uğrarruş olan Atjantin'de ordunun üst düzeydeki komutanlannın Savunma Bakanhğı'na başvurarak karann geri ahnmasını istedikleri gelen haberler arasında. Lîberal Çekler iflasta • Ekonomi Senisi- Liberalleşme sonrasmda, özelleştirilen 1.500 Çek kamu şirketinin yaklaşık üçte biri, Batılı uzmanlann tahminlerine göre 'teknik anlamda' iflas etmiş durumda. Bu açıklama, yeni İflas Yasası'nın yürürlüğe girmesınin arifesinde yapıldığından. söz konusu kuruluşlara kredi verenlerde de tedirgınlik yarattı. Boyun eğen kalkınırS • Ekonomi Servisi - Dünya Bankası'nın yaptınmlanna 1991 "den beri direnen ve bu yüzden de dış yardım alamayan Kenya sonunda ulusal para birimi şilini iki ay içinde ikinci kez devalüe ederek Batı'ya boyun eğdi. Kenya hükümetinin bu karanndan sonra Dünya Bankası'da borç veren uluslararası kuruluşlara 'yeşil ışık" yakacağını açıkladı. Bolivya'mn başı dertte • Ekonomi Servisi- Uluslararası Para Fonu'nun koşullannı yerine getiremeyen ve 'act reçetesı'ni uygulamaktan kaçınan Bolivya'nın başı derde girmek üzere. IMF yetkilileri, Bolivya ile Paris Kulübü'nün borçlann yeniden takvimlendirilmesi konusunda yapacaklan görüşmelerin ertelenmesine yol açacağını açıklamakıan kaçınmadılar. 6 IiberalkartaF kumanda• Clinton, yönetime gelir gelmez aba altından sopa göstermeye başladı. Bir yandan serbest ticaretten yana olduğunu söylerken öte yandan Japonya ve AT'ye karşı saldınya geçti. MLRAT ARIN Sam Amca, de\ boyuılara varan dış tıcareı açığmı kapat- mak için her çareye başvuru- yor. Amerikan hükümeti, Ja- ponya'yla olan dış ticaret açığı- nı k'apatmak için 'kumandalı dış ticaret' istiyor. ABD'nın baskısı, dünya ticaretindc ko- rumacılığın daha fazla artması- na neden olabüir. Bill Clinton başkan seçildik- ten sonra ABD-Japonya ve ABD-Avrupa Topluluğu lıca- ret savaşlan bırden kızıştı. Bu yıl 100 mılyar dolar dış ticaret açığı bekleyen ABD, AT'ye ve 140 milyar dolar dış ticaret faz- lası bekleyen Japonya'ya savaş açü. Dış pazarlann Amerikan mallanna daha fazla açılmasını isıeyen Clinton hükümeti. ıs- tekleri yerine getirilmezse karşı önlem olarak korumacılığa başvurmakla tehdit edıyor. An- cak bu tartışmalar içinden sap- la samanı birbirinden ayırmak gktikçe zorlaşıyor. Herkes bir- birine karşı yeni bir korumacı kart ortaya koyarken işler daha sarpa sanyor. YAKUP KEPENEK Avnıpalıların Airbus'a sağladtğı destek Amerikan ucak sanayiinin korkulu rüyası. ; bana şirketkrin ihale kazana- key Kantor ıle AT Dış Ticaret hafta içinde iki taraf da koru- Ameiikan mab alin yasasi bilmeleri için yüzdc 6 ile yüzde Temsilcisi Sir Leon Brittan ara- 50 arasında daha düşük teklif smda yaklaşık iki aydır süt^n vermeleri gerekiyor. pazarlık kilitlenme noktasına ABD Ticaret Temsilcisı Mic- gelmişti. Bununla birlikte geçen Amerikan hükümeti önçe, tngiltere, Fransa, Almanya, İs- panya ortaklığı olan Airbus'ın Amerikan havayoHan şirketle- riylc çok cazip satış antlaşmala- n yapması üzcrine atağa gcçü. Tartışmalar, Airbus'ın «hükü- met desteği almasında odakla- nıyordu, ancak AT dünyanın en büyük uçak üreticisi Boe- ingin de hükümet desteğiyle güçlendiğini ve bugün hala bu destekten yararlandığını söyle- yerek kendisini savundu ve tar- tışma kapandı. ABD'nin ikinci saldınsı. AT'nin hükümet ihaleleriyle il- gili 1 ocakta yürürlüğe giren düzenlemelerine karşt oW«. 29. maddeye göre bütün AT şirket- leri hükümet ihalelerini kazan- makta cşit şansa sahip, ancak AT üyesi olmayan ülkelerin şır- ketleri en az yüzde 3 daha dü- şük teklif vermek zorunda. Aynca satacaklan ürünlerin en az yüzde 50 AT mah içermesi gerekiyor. Amerikan hükümeti buna şiddetle karşı çıktı ve bu madde değişmezse misilleme yapacağı- nı açıkladı. Ancak atladıklan bir nokta vardı: Amerikan malı al yasasi. AT yetkilileri, yeni düzenlemeyi bu yasaya karşı getirdiklerini açıkladı. Ameri- kan malı al yasasına göre, ya- macı uygulamalardan ödün ve- rerek ortamı yumuşattı. İki ta- raf da elektrik donanımı iha- lelerinde stnırlamalan kaldırdı. Yen değerkndikçe ihracat artıyorit 100 ABO Dotan-Japon Yeni paritesi 120 140 Bir ülkenin parası değer kazandıkça ihracatı azalır, ithalatı artar. Çünkü pazarlarda sattığı rnalın fıyatı artar, ithsd edilen ürönterin fiyatı ise iç pazarda ucuzlar. Japonya, bu kuralın işlemediği ender ömeklerden birisi. Japon Yeni, 1985 ydmdan bu yana sürekli değer kazanıyor. 1985*te bir dolar 25ü yene eşitti. Şimdi dolar-yen paritesi 110"a gerilemis, bulunuy or. Buna göre yen yüzde 100'ün üzerinde fazla değer kazandı. Yenin değer ka7arunasının ardında Japonya'nın yüksek dış ticaret fazlası yatıyordu. Ancak aradan geçen sekiz yıl içinde, dış ticaret fazlası a/alacağına tam tersine ikiye katlandı. Japonya, 1985'de 56 mily ar dolar dış ticaret fazlası elde etti. Bu 260 ABoboiar J a p o n y a 140 'nın dış ticaret fazlası artıyor 120 100 80 * 20 0 nr 1987-88 1988-89 1 1 1 11989-90 1 1990-91 — !—.— 1 _pABD _ 1991-92 1992-93 rakam daha sonra 95 milyar dolara kadar çıktı. l990'da64 milyar dolara geriledi. 1992'de 111 milyar dolara çıkarak yeni birrekor k ı r d ı . •••'"• ABD'de B'ıU Clinton işe başladığın- danbuyana Japon Yeni sürekli değer kazanıyor. Dolar-yen paritesi l2SlW geldi. Amerikan hükümeti, Japon Yeni'nin daha fazla değer ka/.anmasını istiy or. Hala bu şekilde dış ticaret açığının kapanacağını umuyor. Japonya'nın bu üstünlüğü, ürünlcrinin her ne koşullar altında oiursa olsun satılmasından kaynaklanıy or. Aslında yenin değerlenmesi miktar olarak Japonya'nın ihracatını bir ölçüde azaltıyor, ancak bu mallar daha pahalı da olsa alıcı buluyor, sonuç olarak dolar bazında ihracat artıyor. DUNYAEKONOMISINE BAKIŞ ERGİN YILDIZOGLU LONDRA Dünya Ekonomisi Haritası Çıl&nlmamış Denizlerde - ı ünya tıcaretini düzenle- M ~^k me çabaları Japon U • Başbakanı ve ABD Dev- m m let Başkanı'nın buluş- M ^ J masının ardından ABD- AT arasındaki, Financial Times'ın "yarım-bir anlaşma" diye nı- telendirdıği bir şekilde sonuçlanan pa- rarlıklarla devam edıyor. Bu görüşme- lerde tarafların soylediklerıne ve attı- kları adımlara bakınca dünya ekonomi- sinin^eleceği üzerine kuşkuya düşme- mek elde değil. insanın aklına ister is- temez Keynes'in ikinci Dünya Savaşı'- nın hemen öncesınde, 1930 depresyo- nunu değerlendirirken söyledikleri ge- liyor. "Tam olarak nasıl işlediğinı kav- rayamadığımiH, son derecede hassas bir makıneyı kullanırken yanltş bir ma- nevrayaptık." Bu "yanliş manevra" ile 1930'da yoldan çıkan dünya ekonomi- sınin daha sonra hangi duvarlara çarptığını bugün naklı olarak hatırla- mak bile istemiyoruz. Ekonomik kriz ve dünya ekonomisi- nin küreselleşmesi gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde şiddetli sarsıntılar ya- rattı. Bu ülkelerin yöneticileri de bu sarsıntılara tepki göstermeye çalışıyor- lar. Bunun geleneksel yolu ise birtaraf- tan iç pazarı korurken diğer taraftan ekonomik, politikve hatta askeri meka- nizmalan kullanarak rakiplerinin pa- zarlarına daha çok gıımek. Fakat dün- ya ekonomisi 1930'larla karşılaştı- rılmayacak kadar karmaşık ve hızlı de- ğişiklikler yaşıyor. Bu süreçte dünya ekonomisinin yaşadığı yeniden şekıl- lenme, bu "iç pazar", "yerlı üretıcı" de- nen üniteleri tanınmaz hale getiriyor, hatta bu kavramların giderek içinı bo- şaltyor ve belki de anlamsızlaştınyor. Bu arada devlet başkanlarmın demeç- leri ve iddiaları ile gerçek dünya arası- ndaki uçurum da gittikçe büyüyor. Durgunluktaki dünya ekonomisme lokomotif olmaya ilişkin olarak, AT ve Japonya'nın yöneticüenne genışleme- ci ekonomik politıkalar önerırken ABD Devlet Başkant "Biz evımizi düzene soktuk, sıra sızde diyor." Avrupa'dan ücretlerin düşürülmesinı .ve tarıma devlet desteğinin kaldırılmasını, Ja- ponya'dan da pazarlarını açmasını. Bir de bakıyoruz ABD'de devletın tarıma verdıği destek Avrupa'nın iki misli (Fortune, Aralık 1991) ve işçi ücretleri Almanya, Fransa ve Japonya'dan yük- sek. Japon pazarları ise ABD den daha az korunuyor (Fınancial Tımes, 16/4/93). Clinton önceliği ülke ıçi eko- nomik sorunlara verecegıni söylüyor, ama 1993'te son dört aydaki %4.8 bü- yüme hızının aslında bir önceki döne- me göre %9.8 artmış olan ihracattan kaynaklandığı görülüyor (Herald Tri- burte, 26/2/93). ABD'nin en büyuk üç otomotıv şirketı yıl başında bir anti-dampıng soruştur- mayalanırken, Toshiba IBM ile Hitachi, Texas Instruments ile ısbirliği anlaş- maları yapıyor. Bu arada yine Japon, ABD ve Avrupa sırketleri (General Ma- gic. Amerikan Telepnone and Teleg- raph, Motorola, Sony, Mitsubishi Elect- ronic, Philips) yeni bir iletışım aleti ge- liştirmek için araştırma-gelıştirme an- laşması imzalıyorlar (Le Monde Diplo- matique). Avrupalı liderler de gittikçe karmaşı- klaşan bir dünyada yaşamanın sıkıntısını çekiyorlar. AT Ticaret Komıs- yonu, Çin'ı Avrupa pazarınasporayak- kabı dampingi yapmakla suçluyor. Ne var ki ayakkabılar Çin'de üretıme baş- layan Reebok şirketinin ürünleri (Far Eastern Review, 25/2/93). AT ülkeleri Ekonomik krizvedünya ekonomisinin küreselleşmesi geîişmiş ülkelerin ekonomüerinde şiddetli sarsıntıkryarattı. Bu ülkelerinyöneticüeride bu sarsıntılara tepki göstermeye çalışryorîar. Buriun geleneksel yoluise bir taraftan içpazan korurken diğer taraftan rakiplerinin pazarlanna dahaçok girmek. ması isterken. anıden bu iddialanndan vazgeçiyorlar. Bir de bakıyoruz ki bu şirketlerin damping yaptığı iddıa edilen yabancı şırketlerle yakın ılişkileri var. ûrneğın, General Motors'un Honda ve izisu ile parça anlaşması, Nissan ileor- tak şirketi, Renault ve Saab ile pazarla- ma, Volvo ıle montaj anlaşması var (Fi- nancial Times, 10/2/93). ABD'de Uluslararası Ticaret Komis- yonu, yerli elektronik üreticılerinı koru- mak için Japon malı yassı kompütür ekranlanna %68 ithalat vergisi koyu- yor. Ne var ki bunları ithal eden ve ima- latta girdi olarak kullanılan IBM'in bu yüzden dünya pazarlarında rekabet şansı, dolayısıyla ABD'nin ihracatı azalıyor (Le Monde Diplomatique, Ni- san 1993). ABD ve Japonya arasında elektronık dalında bir ticaret savaşı arasında gümrüklerin kalkmasının AT ülkeleri arasındaki ticareti izlemeyi zorlaştırması, belirsizliği daha da arttırıyor. Bu arada Japon şirketleri mallarını İngiltere'de üretip kolaylıkla kıta Avrupası'na sokuyorlar. Dünya ekonomisinde karmaşıklığı arttıran bir başka gelişme de son yıllar- da elektronik haberleşmenin getirdiği avantajlardan dolayı uluslararası şir- ketlerin kazandığı süper hareketlilik. Günümüzde^fcjnyanın birçok yerine dağılmış bir şirketler ağını kolaylıkla bir merkezden ve anında denetlemek mümkün oluyor. Uluslararası şirketle- rin ucuz işgücü ve pazara yakınlık gibi avarrtajları kullanmak için yatırımlarını bir bölgeden diğerine kaydırması yeni bir durum değil. Ama bugünün ticaret savaşı ortamında bunun yarattığı bu- lanıkltk her zamankınden daha fazla. Örneğin, Başkan Clinton iç pazan Ja- ponlara karşı korumaya cabalarken bilgisayar imalatçısı Japon şirketi NEC, yenin dolar karşısında güçlenmesi, ürünlerinin ABD'deki rekabet gücünü azalttığı için Californiaya fabrika aç- maya hazırlanıyor (Europcan, 25/2/93). İngiltere'de üretim yapan Japon şirket- lerinin, örneğin Sanyo'nun ise üretim girdilerinin %60'ı diğer AT ülkelerinde ve Asya ülkelerinde yapılıyor (Financi- al Times, 20/3/93). Uluslararası otomotiv sanayiinde de benzer bir durum var. OECD ülkeleri- nin otomotiv şirketleri, ucuz işgücün- den faydalanmak ve sonra yine kendi ülkelerinde satmak üzere, fabrikalarını Doğu Avrupa, Meksika, Malezya ve Tayland'a kaydırıyorlar. Tersaneler Singapur'a ve haberleşme alanında program yazımcılığı Hindıstan'a gıdi- yor. Bazı şirketler bazı idan birimlerini 3.Dünya ülkelerine taşımaya başlıyor- lar. Svvissaire (İsviçre Hava Yolları) muhasebe sistemini olduğu gibi Hin- distan'a taşıyor. Uluslararasılaşma, hızmet sektöründe de hızlanıyor. Bu koşullarda iç pazarı korumaya kalkan ABD, AT veya Japonya gibi ül- kelerin liderleri sık sık karanlıkta kendi kendileri yumrukluyorlar. Yaygınlaş- ma eğilimi gösteren ulusalcılığın ve bundan kaynaklanan ticaret savaşı ve korumacılığın dünya ekonomisinin ge- nelindeki gelişmelerle çelışmesi bir yana, kısa vadede bile durgunukla mü- cadelede herhangi bir işe yaradığı son derece şüpheli. Bu arada ulusal temel- de örgütlenmiş devletler ve yöneticileri sermaye sınrfının küreselleşmeyle bir- likte hızlanan, uluslararası şekillenme- sıne pek de ayak uydurur gibi gö- zükmüyorlar. Üzerlerinde hala eski el- biselerle tarih sahnesinde gezinen li- derler, işleyişini pek de kavrayamadı- kları bu dünya ekonomisi denen çok hassas makineyi dededen kalma yön- temlerle kullanmaya çalışıyorlar hem de haritası çıkarılrnamış denizlerde. Dehşete kapılmamak elde değil! ABD'nin AT ile sürdürdüğü savaş bir yana, asıl hedef Ja- ;>onya. Çünkü Japonya'nın bu \BD ile olan dış ticaret tazlas;- nın yeni bir rekor kırarak 50 milyar dolan aşması bekleni- >or. Bu, ABD'nin toplamdış ti- aret açığının yansına eşiı. Asıl hedef Japonya Amerikan hükümeıi. bu ne- denle Japonya'ya karşı amansız bir sava^ açmış durumda. Bıll Clinton, bu büyüklükte bir açığın kabul edilemez olduğu- nu söyleyerek Japonya'nın is- teklerine direnmemesi gerekli- ğini söyledı. ABD, Japonya ile olan ti- caretındc kumandalt ekonomi isuyor. Bunun temelinde ise 1986'da yapılan bilgisayar yon- gası antlaşması yatıyor. Buna göre Japonya, iç pazann yüzde 20'sini 199 l'e kadar yabancı şirketlere açacaktı. Bu hedef 1991 "dc tutturulamadı, ancak 1992'de ABD'nin baskısı sonu- cu yüzde 20'ye yaklaşıldı. Amerikan hükümeti, benzer antlaşmalann öteki mallarda da yapılmasını istiyor. Böylece, Arrterikan şirketleri ite kaka Ja- pon pazannda kendilerine yer bulabilecekler. Japonya şimdilik böyle bir uygulamaya karşı çıkıyor. Ku- mandalı ya da sonuca yönelik bir dış ticaret, ticaretin scrbest- leşmesine değil, tam tersine du- varlann iyice yüksclmesine ne- den olabilir. Bu tür antlaşmalar öteki ülkeleri de aralannda benzer uygulamalara yönel- tebilir. Sonuçta vanlacak nokta politik gücü olan hcr ülkenin dış pazarda kendisine pay ka- pabileeeği bir "ihracat koruma- cılığı" ortaya çıkabilir. Sayılamn Dili Cumhurbaşkanı Özal'ın yaşammı yitırmesi, 1980-90 onyılının ekonomik ve siyasal yönleriyle değerlendiril- mesine neden oldu. Bu çerçevede başlıca sayısal gös- tergelere bakmak gerekiyor. Özal'ı önce ekonominin, sonra da siyasetin dümenine geçiren ana neden, ülkenin 1980 öncesinde sürüklendi- ği ekonomik bunalımdır. Ekonomik bunalımın iki çok önemli göstergesi vardı: Enflasyon ve dış ödeme güçlü- ğü. Bu nedenle, uygulanan ekonomi politikasının bu iki konuda yarattığı sonuçlar öncelikle irdelenmelidir. Enflasyonun, nasıl yüksek bir düzey tutturduğu ve kalıcı bir nitelik kazandığı her gün yeniden yaşanıyor. OECD'nin geçenlerde yayımlanan Türkiye İncelemesi, tüketici fiyatlarının, 1970'li on yılda yıllık yüzde 28 bir artış gösterdiğini, 1978-87 döneminde bu artışın yüzde 48'e yükseldiğini ve bunu izleyen son beş yılda da yıllık ortalama artışın yüzde 65'e tırmandığın! belirtiyor (s.16). Aynı inceleme ek olarak, Türkiye ekonomisini, enflasyo- na açık ya da yatkın olarak niteliyor. Enflasyon konusun- da durum çok daha kötüye gitmiştir denilebilir. Bunalımın ikinci göstergesi olan dış ödeme güçlü- ğünü aşmada çok daha başarılı bir sonuç alınmıştır. Ulke, özellikle sanayı ürünü dışsatımını arttırmada bü- yük bir aşama sağlamış ve döviz sıkıntısından görünür- de kurtulmuştur. Ancak çoğu kez, bu döviz bolluğunun gerçek maliyeti gözardı edilmektedir. Döviz botluğunu sağlayan etmenler, sürekli devalüas- yonlar, yüksek faiz oranları ve dışsatıma sağlanan ola- ğanüstü parasal desteklerdir. Buna bir de dışaiımın ko- laylaştırılmasının bir sonucu olarak dış kredi sağlan- masındaki kolaylıkiar eklenebılir. Ulusal paramız sürekli değer yitiriyor, kullanılmaz du- ruma geliyor. ABD Doları'nınTL fiyatı 1980 Daşında47 li- raydı; 1990a gelındiğinde dolar 2300 TL'nin üzerinde bir fiyatla işlem görüyordu; günümüzde de 9700 TL'ye tı- rmanıyor. Yüksek faiz, enflasyonun üzerindeki getirisiy- le döviz girışine yol açıyor. Geçen yıllarda dışsatımdan elde edilen dövize piyasa fiyatının %50-60 üzerinde bir fiyat biçildiği de biliniyor. Unutulmaması gereken. aynı dönemde ülkenin dış bor^lannın yaklaşık 13 milyar do- lardan 50 milyar doların üzerine çıkarılmasıdır. Türkiye dünyanın en çok borçlu ülkeleri arasındadır. Döviz bolluğunun sağlıklı temeli dış ticaret fazlası ola- bilirdi. Oysa dışsatım artışının onca vurgulanmasına karşm, 1980 öncesinde yılda ortalama 2.5 milyar dolar dolayında olan dış ticaret açığının son yıllarda 9 milyar doların üzerinde olduğu görülüyor. Kısaca ülke, döviz bolluğu konusunda da sanıldığı gibi çok sağlam bir nok- tada değildir. Ekonomi politikasmın toplumsal boyutu ya da sosyal devlet yönü bu dönemde olağandışı bir özellik ka- zanmıştır. Ücretli ve maaşlıların gelirlerinin alım gücü yarı yarıya azaltılmış, kırsal kesim de benzer bir uygula- ma yaşamıştır. Dönem sırasında, ücretlerin ve maaş- ların toplam ulusal gelirden aldıkları pay yaklaşık yüzde 35'ten yüzde 15e, çiftçilerin gelir payı da yüzde 24'ten yüzde 16'ya düşmüştür. Bunlara karşılık sermaye gelir- lerinin ulusal gelir içindeki payı aynı dönemde yaklaşık yüzde 40'tan yüzde 70 dolayına çıkarılmıştır. Bu olgu, örneğin 1992'de büyük sermaye aktarılan gelir faz- lasının, yeni ulusaj gelir seriierine göre 300 trilyonun üzerinde olduğunu karuuar. ' 'K% Topiurmjn çok büyük.bötomttnün yoksullaşması, sos-=- yal harcamalann azaltılması çok daha ağırlaştırılmtşür. k Eğitim ve sağlık için bütçeden ayrılan para 1980 önce- sinde geleneksel olarak, sırasıyta yüzde 17-18 ve yüzde 4 dolayındaydı. 1980 sonrasında bütçeden eğitime ayn- lan pay yüzde 11'lere; sağlığa ayrılan da yüzde 2.5'lere indirildi. Dünyada çok büyük bir teknoloji yarışı dönemi- ne girilirken Türkiye, araştırma ve geliştirme harcama- larının toplam ulusal gelir içindeki payını azaltan tek OECD ülkesidir. Dönemin en önemli özelliklerinden biri toplumsalın yerini bireyselin almasıdır. Ancak bu dönüşüm, her ko- şulda bireysel çıkar sağlamanın doğruluk, dürüstlük, er- dem ve dayanışma gibi toplumsal değerlerin yıkımı tüm boyutlarıyla görülemiyor ve algılanamıyor. Hayali dı- şsatımlar, iç ve dış ihale oyunları ve kamu olanaklarının keyfi kullanımının sayısal boyutları açıklık kazanmıyor. Ancak eldeki veriler, sermayeye tanınan bu olağanüs- tü olanakların reel olarak sabit sermaye yatırımlarını arttırmaya yetmediğini kanıtlıyor. Türkiye üretim kapa- sitesini genişletemiyor. Üretimsizlik en temel ekonomik sorun özelliği taşıyor. Ekonomi, yeni bir sanayileşme atılımına yönelemiyor. Sonuç olarak, siyasal temeli 12Eylül'ünbaskıcırejimi- ne, ekonomik yönü de IMF ve Dünya Bankası'nın koşul- larına ve önerilerine tümüyle dayalı bir dönüşüm söz konusudur. Siyasal yönlerine, demokratikleşme ekse- ninde, gelecek yazıda değinilecektir. Uçak şirketleri fıyat kırdıkça zararda Havada savaş fena kızışıyor• Gökte savaşan avcı uçaklan gibi, bilet fiyatlannda giriştikleri indirim savaşıyla birbirlerini yaralayan sivil havayolu şirketlerinin zarar kervarana sonunda Fransızlann ünlü Air France'ı da katılmaktan kurtulamadı. PARİS (AA) - Avrupa'da havayolu şirketlerinin, bilet fıyatlanndaki kıyasıya indi- rim savaşı yüzünden birer bi- rer zarara uğramasından sonra son olarak dünyanın önde gelen havayolu şirketle- ri arasındaki Air France da zarar edenler grubuna katıldı. Air France'ın, fiyat savaşı yüzünden geçen yılki zaran 3.2 milyar franka (604 milyon dolar) tırmandı. Air France'tan yapılan açıklamada, şirketin 1992 yılı zaı annın bir önceki yıla oranla 5 kat arttığına işaret- le, bu yüzden önümüzdeki günlerde büyük çapta bir personel azaltmasına ve ta- sarrufa gidileceği belirtildi. Can yakan biletler Körfe7 Savaşı'nın hava yolculuğu ve turizm sektörle- rinde yarattığı krizin etkisiy- le Air France. son 3 yılda toplam 4.7 milyar frank (780 milyon dolar) zaruretmiş bıı- lunuyor. Geçen yıl yolcu trafığinde yüzde 4 oranmdaki artışa karşılık, fiyat savaşı yüzün- den elde edilen gelirdeki artış yüzde 1.9'da kalmış bulunu- yor. Geçen yıl Air France'ın işietme gelirleri, bir yıl önce- sine göre yüzde 1 orarunda bir gerileme ile 57 milyar frank (10.55 milyar dolar) olarak gerçekleşti. Air France-Uta, Air Inter dışında otel ve turizm şir- ketleri de bulunan grubun, faiz ödemelerinin de geçen yıl yüzde 6.7 oranında artarak 2.1 milyar franka (388 mil- yon dolar) yükseldiği, emek- İilik fonunda ise neredeyse hiç para kalmadıeı kaydedil- di. Geçen iki yıl içinde 3 bin kadar personelin işine son veren Fransız havayollan, bu kötü tablonun açıklan- masından sonra yıl sonuna kadar 1200 kadar daha per- sonelin işten çıkartılmasının planlandığını da bildirdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle