Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 26ŞUBAT1983CUMA
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Kadınmı resimmi?MELİH CEVDET AND AY
E
ski Yunan tannçalan-
run güzelliğinden söz
ettığİTniz bir gün, Bedri
Rahmi Eyüboğlu ba-
na.
- Afrodit sokakta kar-
şma çıkarsa, kaçacak delik ararsm re-
is, demişti.
Hiç aklımda çıkmamışür.
Demek insan boyutunda değildi bu
yonutlar; organ orantılan aynı kalma-
sına karşın devleştirilmişlerdi. İnsa-
noğlu, tannlanru, tannçalantu kendi-
ne benzer yaratıyordu. ama gene de
kocamanlaştınyordu onlan. Saygısın-
dan mı yoksa göze iyice göriinsün diye
mi?
Ikisi de geçerli olabilir; bense şunu
eklemek istıyorum: Konu sanatü, sa-
natçı değiştinneden edcmez.
Burada çok önemli bir soru çıkıyor
karşınuza. Neyi değişürmek. kimi de-
ğiştirmek?
Eskı Yunanlılann. tannlannı, insan
biçiminde düşündüklerini bilıyoruz
(antropomorf), öyle ise bir tann ya da
tannça yonutu yapılmak istemiyorsa,
model olarak bir insan ahnabilir. Ama
buna tann ya da tannça imgesi kaüla-
caktır elbel. Böyle ise eskı yonutçu ka-
fasındaki imgeyi mi gerçekleştiriyor,
yoksa doğayı mı yansıtıyordu?
Gözümüzün önünde olmayan so-
mut bir nesneyi düşündüğümüzde,
onun kafarruzda beliren benzerine,
"imge" denir. Somuta dayanmayan
bir düşünün de imgesı vardır, bunu ise
ancak düşüncenin betim gücü belirler.
Imdi, Afrodit imgesi nasıl oluşmuştu?
Başka bir deyişle. eski Yunan sanatçısı
yarauyor muydu yoksa yansıüyor
muydu? "Yansıtma" deyince ayna ge-
liyor akla. Sanatçı, bir ayna gibi mi
yansıür doğayı?
Yansıtma mı yaratma mı konusuna
geldik şimdi. Bilindiği gibi insanlann
çoğu, resmin, betimlediği nesneye ben-
zemesi ister. Onlara göre iyi bir ressam
doğayı olduğu gibi verir ne bir eksik,
ne bir fazla. Böylece nesnelerin kopya-
leri çıkanlmış olur.
Buraya gelindiğinde şu kaçınılmaz
soru ile karşı karşıya geleceğiz: Nes-
nelerin kendıleri ortada durup durur-
ken bir de onlann kopyalanna ne ge-
rek var? Kopya, nesnenin yerini tuta-
bilir mi? Ve elbet şu kaçınılmaz soru:
Sanatçı yaratıcı mıdır taklitçi mi?
İlkçağın büyük filozofu Platon, sa-
natçıyı, kuracağı devlete almaz, dışlar
onu. Neden? Geleceğiz. Ama konu-
muzda biraz daha derinleşeürn.
Bu büyük fılozofa göre bizim iki
türlü bilgimiz vardır; bunlardan biri,
duyulanmızla algıladığınuz dünyanm
bilgisidir. Buna doksa denir. Yalancı
bir bilgidir bu, çünkü sadece görünüş-
leri kavrar, özü değil. Diyelim bir çiçe-
ğin duyulanmıza yansıyan yanı ile ye-
tinirsek onun özünü, demek asıl çiçeği
bilemeyeceğizdir. Oysa her nesnenin,
her varhğın bir ideası vardır; idea'lann
bilgisine de episteme denir. Platon'un
verdiği örnekle düşünürsek bir sedir
yapan marangoz, sedirin ideasını ör-
nek almıştır; bu sedirin resmini çizetı
sanatçı ise ikinci dereceden bir taklitçi-
dir, onun devletimizde işi yoktur. Sa-
natçıyı sadece yansıüa (taklitçi) saydı-
ğımız sürece. doğrusu, Platon'a hak
vermemiz gerekecektir. Ama sanatçı.
"Ben taklitçi değilim, yaraücıyım"
dediğinde durum elbette değişecekür.
Örneğin günümüzûn sanatçısı, doğayı
taklit etmek istemiyor, onu yeniden,
kendi bildiği gibi yaratmak istiyor. Pe-
ki. sanat, başlangıcında taklitçi miydi
yaratıcı mı?
İşte bin dereden su getirerek de olsa
konumuza geldik sonuna. Bedri Rah-
mi Eyüboğlu'nun beni korkuttuğu Af-
rodit yonutu, irileştirilmiş olmasına
karşın gene de bir kadın, güzel bir ka-
dın yonutu idi. Eski Yunan sanatı,
İsa'dan önce beşinci ve altıncı yüzyıl-
larda boy vermiştir. Daha önce arkaik
sanat vardı; onda takütçiliğj aramak
boşuna olur. Daha önce (tarihten önce
on bin-yirmî bin arası) ilkel toplumda-
ki mağara duvar resimlerini görüyo-
ruz ki buradaki sanatçının doğayı
(vahşi hayvan resimleri) taklit etmeİc-
teki başanlanna parmak ısırmamak
elde değildir.
Peki, hangisi önce?
Sanatyansıtma ile mi başladı. yarat-
ma ile mi?
Bu sonılann yanıünı bize sanat tari-
hı yerecektir.
İşte elimde bir kitap var, adı: Sanat
ve Yanılsama. Yazan: E. H.Oomb-
rich. Çeyiren: Ahmet Cemal. (Remzi
Kitabevi)
Bütün sanatseverlere salık vermek
isterim. Evinizin kitaplığında bu-
lunması gereken bir kitap bu.
Gombrich, 4. bölümün başında
şöyle diyor.
"Son bölümü kısa bir cümleye
sığdırmam gerekseydi, yaratmanın
yansıtmaktan önce geldiğini söyler-
dim. İnsanoğlu gördüğünü kopya et-
mezden önce. nesneleri salt yaratmak
için yaratma isteğini duymuştur. Üste-
lik bu söylenen yalnızca bir söylence
bağlamındaki tarih-öncesi için geçerli
olmakla kalmayıp sondan bir önceki
bölümde elde ettiğimiz sonuçlara da
uymaktadır. Kopya etme süreci. daha
önce varolan bir örneğe dayanılmaksı-
nn düşünülemez ve her zaman kalıpla
düzeltme arasındaki ilişkiyi temel alır.
Sanatçı, böyle bir kahbı bilmeden ve
ona egemen olmadan herhangi bir du-
yusal izlenimi yansıtamaz.
Platon'un yaratmadan yansıtmaya
bu türden bir geçişi yadsımış olduğu-
nu görmüştük. Platon'a göre sanatçı,
nesnelerin salt görünüşünden başkaca
bir şeyi yansıtmaz. Sanatçının dün-
yası, gözlerimizi yarultan aynayı andı-
ran bir yanılsamalar dünyasıdır. Eğer
sanatçı, gerçekten bir marangoz gibi
nesneleri yaratabilecek konumda ol-
saydı, o zaman gerçeğin arayıası olan
fılozof ondan memnun kalabilirdi.
Gelgelelim sanatçı, duyulann aldaucı
ve geçici dünyasırun bir taklitçisi ola-
rak bizi gerçeklikten uzaklaştırdığı
için Platon tarafından ideal devlete ke-
sinlikle ahnmamaktadır."
Hem yaratmanın yansıtmaktan
önce geldiği sorunu hem de Platon'un
yansıtmaci sanatçıya karşı olduğu ko-
nusu böylece aydınlığa kavuştuktan
sonra yaraüahğın ne demek olduğunu
incelemeye sıra gehniş sayüır elbet.
Matisse'i atelyesinde ziyaret eden
bir hanım, bir resme doğru gidip "'Üs-
tat, bu kadırun kolu biraz fazla uzun
değil mi" diye sorunca ünlü ressam şu
yanıtı verir, "Yanılıyorsunuz madam.
O gördüğünüz bir kadın değil. bir re-
simdir." Platon'un ideal devletinde
yeri olsun isteyen ressam, demek ki
nesneleri taklit etmekten vazgececek-
tir.Tartışmayı şu biçimde de ele alabi-
liriz: Ressam, bilgisine dayanarak mı
yoksa bakışına bağlı kalarak mı çab-
şmalı?
Eski ressamlar atelyelerinde çalışır-
lardı, çünkü anatomi bilirlerdi ve bu
bilgi onlara yeterdi.
Ressam izlenimcilikle birlikle açık
havaya çıktı ve ışığın peşine takıldı.
Bu iki yol da bizi yansıtmacılığa gö-
türmez.Ne o! Boşuna mı yazdım bu
yazıyı?
Bilmem ki!
ARADABIR
FAKİR BAYKURT
Yağma...İnsan Orgüp'ü gördükten sonra güneye doğru güzel
görünümlü derelerden 19 kilometre giderse Damsa'ya
vanr. Çocukluğumun sevgili türkücüsü Refik Başaran,
1907de orada doğmuş Şimdi adı Taşkınpaşa.
Sivrialanlı Veysel ile Keskinli Hacı da biriciklerim ol-
du. Ama Refik Başaran ilkim. Ne kadar başka sanatçılan
sevsem, dünyanın büyük salontarında, ünlü sanatçılar
dinlesem de gönlüm bu boynu bükük Anadolu seslerin-
den geçmez. Onlar bir konservatuvar kapısından gir-
memiş; yaradılıştan alıp gelenekten kaptklarıyla
kendilerıni bir derece geliştirip, dünyaya açılamadan
geçip gitmişlerdir.
Veysel de Hacı da çağdaş eğitimciler elinde yetişse,
kooservatuvarda şan eğitimi gören Ruhi Su gibi dünya-
da ne fırtınalar estirirlerdi kim bilir?
Bir de eğitim olanağı bulmuşlara nasıl kan kusturdu-
ğumuzu düşünüyorum. Bilimsiz, ama zulümlü halimizle
onlara da pasaport yasakları koyarak dünyaya biraz da-
ha da gülünç olurduk belki.
Geçten geç Ürgüp'te kurulan "Refik Başaran'ı Seven-
ler Demeği'nın derlediği iki kaseti dinleyince; hemşeri-
lerindeki sese, saza. edaya bir daha hayran oldum. Bü-
yük sanatçılar elinde kanatlanan Türkçenin güzellikleri-
ne yeniden tanık oldum. Bir türküsünde kendine ozgü
ağızla "Karanlık yirlerdir bizim yurdumuz" diyor. Saz
çalmaya on birinde başlamış. Yakın köylüsü Topal Ha-
san ile Yeşilhisarlı Ibrahim'den ders almış. Gördüğü ni-
met bu. Ondan sonra elinde saz, altında eşek, tozlu yol-
lara düşmüş. Tok gönüllü, onurlu bir insan. Pabucunun
birini düşürmüş. Ayırdına varınca dönmeyi kendine
yakıştıramamış. "Nasıl olsa biri bulur, garip tek pabucu
ne yapsın" diye öbürünü de atmış.
Ankara'da yapılan yarışmada birinci gelince, Atatürk
ona da bir soyadı vermiş: "Refik Başaran" olmuş.
Atatürk soyadı verse de yeterince gelişmemiş toplum-
larda sanatçı hemen kurtulur mu? Ondan sonra An-
kara'ya düşer gene yolu. Nevşehir hanındakalır. Zama-
nın valisi Tandoğan, nasıl aklına estiyse, Hergele Alanf-
nı denetlerken handa onu görür: "Şunu çal, bunu söyle"
der yukarıdan. "Buyrukla türkü söylemem" diye yanıt
verir. Vali çıkarıp o günkü parayla 50 lira uzatır. Bu kez
"Parayla hiç söylemem" der.
Sanatçının çilesi. O köy senin, bu düğün benim, dola-
şır. Yol yok, taşıt az, şimdiki gibi ses makınesi, kayıt ola-
nağı da yok. Dolaşabildiği kadar dolaşıp ününü buyütür.
Yirmi sekiz yaşında ilk plağını doldurur. 78 devirli taş
plaklar o zaman. Köylerde gramofonla çalınır. Bir yüzü
iki türkü alır. Birden butün Anadolu'yu bir Refik Başaran
fırtınası sarar. Plaklar kapışılır. Eline çokça para geçer
ama aldığını Istanbullu dostlarıyla yer. Özel yaşamı da
fırtna.
Söylediklerinin yüzde doksan beşinin sözü, ezgisi
kendinin. Yetmiş plak doldurur. Aşık Garip, Karacaoğ-
lan, Köroğlu, Pir Sultan gibi gelip geçmişlerin bir topla-
mj sanki, konuları çok yönlü. Sadece seviye, sevgiye
değil. yürek yakan olaylara da türkü yakar.
Kılçıksız bir söyleyiş; dört sözcüklü bir dizeyle bir yö-
reyigüzeller, olayın geçtiği yeri çizer. Ücdörttükle bir "ro-
man" dolduracak olay anlatır. Eskilerin "üstat" dediği
anlamda usta.
Artık elde ne bir plak, ne bir ses bandı var. Olanlar kırı-
lıp gitmiş. Yok bir tek onu anlayan, anlatan; çalışıpçaba-
layıp yeni bir yorumla söyleyip dinleten. Daha 38 yaşın-
da iken 1945'te Anca dağı eteğinde öldü. Yürek yakan bu
ölümün gizi de bugüne kadar çözülemecli.
Yukarıda adını andığım dernek, mezannın Damsa'ya
getirilmesini, Ürgüp'te bir sokağa adının verilmesini.
her yıl anma günleri yapılmasını, elinde sazıyla bir anıtı-
nın dikilmesini öneriyor. izin verirlerse bir ek yapayım;
anıtını dikerken çileli eşegini unutmasınlar.
Dernek, şimdiye kadar kimsenin önem vermediği bu
sanatçı üstünde çalışmayı sürdürüyorolmalı. Hasan Şa-
hin'in kaleme aldığı 32 sayfalık kitapçığı çoğaltıp dağıt-
maya başlamış. Ürgüplü bir öğretmen arkadaşın bana
ulaştırdığı kitapçığı okuyunca, bize özgü bir yağmacılık
örneğine tanık oldum: Adı gerekmez, bir türkücû, Refik
Başaran'ın türkülerinden 40'ını benim diye kasete oku-
muş, satıyor; kimse, "Hey arkadaş ne yapıyorsun" de-
miyor. 22'sini, adı belli türkücüler, bizim diye söyleyip
çalıyor; kimse bunlara, "Nasıl çalıyorsunuz" demiyor.
Ucretlerini alıyorlar. Müzik okullarında öğretmenlik ya-
pan büyûk sanatçılar bile var içlerinde.
öyle bir yağma; kimse ayırdında değil.
OKURLARDAN
Şuisebakın
Bugünkü koalisyon hükümetinden beklentimiz:
anüdemokratik yasalann değiştirilmesi ve bürokratik
engellerin ortadan kaldınlarak çağdaş birdüzenlemenin
yaşama geçirilmesidir. Kimler gerçekleşlirecek bu işi?
Sayın Kültür Bakanı Fikri Sağlar. hem milletvekılıdirhcm
de yürütme organırun bir görevhsidir. 17 Eylül 1992 tarihli
Cumhuriyet gazetesinin "Kültür" sayfasında bakın ne
demiv "...karşımızdakı engel, yasalar ve bürokrasıdır.."'
Peki ama Sayın Bakan kımi kime şikayet ediyor? Meclis,
Bakanlar Kurulu bu engelleri kaldıramıyorsa kim
kaldıracak?
Ömer Nida
TARTISMA
Çocuk kültürü politikası
eğerli çocuk
edebiyaü
yazanmız
Gülten
Dayıoglu,ll
şubat
perşembe günü Cumhuriyet'te
yayımlanan röportaj
cevaplannda, "görsel medyada
bir çocuk politikamızın şart
olduğunu", söylüyor. "TV'de
çocuklar için belli saatlerde
eğiticı, eğlendinci, yönlendirici
bilimsel keşifleri, ıcatlan
anlatan programlann
hazırlanmasıru, evrensel bir
çocuk kültürünün oluşmasmı"
diliyor. Sevgili Gülten
Dayıoğlu'nun bu düşünceleri,
içimdeki bir türlü kapanmayan
biryarayı yeniden depreştirdi.
TRTnin, Kültür Bakanhğı'nın
ve özel TV'lerin evrenselçocuk
kültürüne yönelen ciddi ve
bilinçli adımlan henüzatmamış
olması, görsel medyanm çocuk
kültürü konusundaki
edilgenliği. beni, yıllarca süren
ve bir türlü sonuca varmayan
bir mücadelemi özeüemeye
itiyor.
1989'da çocuklar için
hazırladıgım bir "müzik tarihi"
TV projesini geridebırakuktan
sonra. araşurmalanmı
sürdürerek yazdığım
"Mozart'ın müzik dünyası"
senaryosu da çocuklariçin
hazırlanmışdört dizilik
dramatik bir TV projesiydi.
Mozart'ın yapıtlannı hem
tarihsel kronolojik sıraya göre
hem de çocuklann beğeni ve
algılama yetilerini düşünerek
derlemiştim. Bu yalm, çocuksu
senaryoda Mozart, kişiliği,
yaşanlılan ve müziğiyle
tanıülırken. aile yuvasında
sevgj, bağlılık, hoşgörü,
alçakgönüllülük, özgür ve
kişilikli sanatçı yetiştiıme
amacı. meslektaşla birlikte
yapıt üretme, bir amaca yönelik
yaşam biçimi, engel aşma,
cagdan vedoğal kalma gjbi etik
mesajlar da olay ve diyaloglann
içineörülmüştü. 1990'ınson
ayındasenaryoyu Sn. Otıat
Kutiar'mcandan desteği ile
TRTye sunduk. Önce maddi
olanaksızhklardan ötürü
gerçekleştirilemedi. Daha
sonra Akbank ve Avusturya
makamlanmn, bütçenin yüzde
yetmişini üstlenmeleriyle, TRT
de geriye kalan yüzde otuzu
ayni yardımla karşılayacağını
Sn. Kuüar'avaatetmişti.
Ancak bu vaadin sekiz ayhk bir
sürederesmiyete
geçirilmemesiyle Akbank'ın
sponsorluğu da suya düşmüştü.
Bu sırada Küçük Mozart'ı
oynayacak olan 7 yaşındaki
üstün yetenekli müzisyen Türk
çocuğumuz, müzikleilişkili
diğer rolleri oynayacak olan
zeki müzik öğrencilerimiz,
uygulamah olarak sunulması
gereken Mozart'ın çocuk
parçalannı çalışmakta ve
sabırsızlıkla beklemekteydiler.
1992'de yönetmen. yapımcı Sn.
Tunca Yönder'in bütçesi ve
desteğiyle bu kez Kültür -
BakanhğYna başv\ırduk. Proje
önce coşkuyla karşnandı,
Jcunıllardan geçü, sonuç •? •...
suskunluktu. Bakanlığa hakim
olan genel görüş. ısranm
üzennebana telefonda
özetlendi: "Bu Mozart konusu
Türk çocuklannı hiç
iigiiendirmez ki. Konu ulusal
içerikli değil." "Bu rnanükla
Türkçocuklannı Kristof
Kblomb, Leonardo da Vinci,
Şhakespeare de ılgilendırmez.
Önce klasik örnekleri
çocuklara hoş bir biçimde
verelim, yaşatahm, çocuklann
ilgisi üzerine sonra konuşahm"
karşıhğını verdim.
Çocuklanmızm ruh
dünyalannı ve manevi
değerlerini yıkan TV
bombardımanlanna karşın
uyanık, kültüre açık, her şeyi
öğrenmeye hazır
çocuklanmızmTürkiye'nin her
köşesindevar olduğuna
içtenlikle inanıyorum. Burada
önemli olan. görsel medyanm
da bir kültür politikasına
inanması. dengeyi sağlaması ve
özel kuruluşlann kültür
prestijini önemseyerek destek
vermeleri. Gülten
Dayıoğlu'nun uyancı -•
düşüncelerine teşekkûf
ediyorum.
Leyla Patnir
Piyanist, Öğretmen,
PENCERE
Benbu işten hiçbir şey anlamadım
u ülkede bir
cumhurbakanı
varmı?E\et.var.
Bu ülkede bir
hükümet var mı?
Evet, var. Şimdi
konuya. Bu her iki
oluşum birbirleri ile anlaşırlar
mı? Hayır anlaşamazlar. Peki
bu ülkeyi kim yönetir? ^'ani
karar mercii kimdir? Normal
olarak hükümet olması
gerekirken acaba durum böyle
midir? Buyurun bir göz atalmı.
Cumhurbaşkanı gecenlerde
ABD've gjtti ve yanında kimleri
aldı götürdü tann bilir. Gitti ve
oralarda ne v aptu tanrı bilir.
Sonra öğreıidikkiDışişleri
Bakanı bu geziye katılmamışve
rivayeti odor kitarihi bir fırsat
kaçmışmıs. Diyelim ki
Cumhurbaşkanı, Clinton ile
möştereken çok önemli kararlar
aldı. Hükümet onu
desteklemedikten sonra alınan
bu karariar kaç y azar. kaç
yazmaz? BUdiğjm kadar,
C'umhurbaşkanrnışu anda
ülkeınizde destekleyen bir siyasi
parti mevcut değildir. Kendi öz
partisi ANAP'ın bile
Cumhurbaşkanı ile kes alaka
yaptığı bilinir. Bu durumda
ABD'vc yapılan bu gezinin tanrı
aşkına neresi tarihidır, bir biten
varsa açıklasın da cehaktim
giderilsin.
Gelclim Cumhurbaşkaıu'nın son
safarisine. Önce Bulgaristan,
sonra Makedony a >e daha sonra
da Bosna'ya <pdllecek. Sanırım
Cunduırbakaoı şu anda
Makedonya'da, oradan berkese
sesleniyor ve 'Makedonya'yı
tanıyın' diyor. Bu arada Türkiye
Cıunhuriyerj hükümeti, yanma
devkrinsefirini bile refakatçi
olarak venniyor ve
Cumhurbaşkanı tıerkes
Makedonya'yı tamsn' diyor.
Ben bu iştenhiçbir şey
anlamadım.
Mete Apak
Kızıltoprak/îstanbul
Belediyem öyle sosyal demokrattı ki!
İ
nsan bir pazar
gününe dahi
mullu ve sinir
bozııkluğundan
uzak
başla\amıyor.
Her an yanımızda yöremizde
olmasına abşageldigimiz
haksızlıklara bir yenisi
ekleniyor. Bunlardan bir
tanesine de ben tanık oldum.
Yer: Beyoğlu Emek
Sineması'nın sokağı, saat
13.35,21 şubat pazar. Sokağın
başındaki çelimsiz ve kısa boylu
kejstaneci, tekerlekli tezgahını,
başındadıkilmişduran üç
kişiden korumaya çalvşıyor.
Derken kestaneciyi
tartaklamaya başlıyorlar.
İçlerinden bir tanesi. lacivert
pardösülü, kabank, saçlı ve
esmcr olanı, işi iyice aatıyor.
Üflesen yeredüşecek kcstanc
satıcısını iterek ve
yumruklayarak sokağın
başından Emek Sineması'nın
önîerine kadar götürüyor.
Hızını alamamış olacak ki
adamı bir dc sokağın yan
tarafındaki büyük bcton
saksılardan birinin üstüne
fırlatıyor. Zaten sersemleşmiş
adamcağızyüzükoyun yere
kapaklanıyor. O esnada ben
müdahale etmeye çalışıy orum,
sonradan belediyezabıta
komiseri olduğunu öğrendiğim
bu zat-ı muhterem beni de
itiyor. Ellerini üstümden
çekmesi ve adama böyle
davranmamast gerektiğini
söylüyorum. Nafıle! Beni
ayınyorlar.
Benim merak ettiğim nokta, bir
belediye yada herhangi bir
kamu görevlisi yasal olmayan
bir durumdan dolayı nasıl bir
yurttaşı dövebilir. Eleştirdiğim
şey yömemdir. Yoksa seyyar
satıa hatalı ve haksız da
olabilir. Ama yasadışılık diye
birdurum varsa, bunun
karşıhğı dayak mıdır? Üstüne
üstlük komiser olduğu
söylenen şahıs. çevreden
müdahale eden diğer insanlan
da iterek engellemiştir. Bu
konuda tanıklanm var.
Bugüne kadar Istanbul seyyar
satıcılar cenneti haline geldiyse.
sorumlulu payı yine belediyeve
aittir. Bazı günler satış
yapmalanna izin veriÛp. bazı
günler denetimler -o da
göstermelik- yapıhyorsa. bu
çifte standarth bir uygulamadır.
Beyoğlu Belediyesi
yetkiUlerinin gücü, arkası
olmayan insanlara mı yetiyor?
Yanıı bekliyorum.
KonuralpSunal
DUYURU
Bu sayfada yayımlanmasını istediğiniz yazılar için şu noktalara
özen gösterilmesini rica edivoruz. Yazılar;
• Çiftarahkh,
• Savfanın tek \üzüne yazılmalı,
• "ÖLAYLAR VE GÖRÜŞLER" için 600,
• "ARADA BİR" sütununa 400,
• "TAR TIŞMA " için 200 kelimeyigeçmemelidir.
Ayrıca açık adjadres ve telefon numaranızı mutlaka belirtmenizi
bilgilerinize sunar, bu ölçülere ve şarüara uymayan yazılarm yayım-
lanamayacağını üzülerek duyururuz.
Hasan Âli YüceL.
Gutenberg'in baskı makinesi 1450, Ibrahirn Müteferri-
ka 1720; arada 270 yıl var.
Batı'dan 270 yıl sonra ilk kitap Osmanlı'da basılıyor;
yazı devrîmine kadar geçen iki yüzyılda 25 bin kitap ya-
yimlanıyor; bütün dağarımız büyücek bir ev kütüphane-
si..
Yazı devrimi 1928!..
Çoğu fasafiso 25 bin kitapla Cumhuriyet devrimine
ulaşan Türkiye'nin ulusal kütüphanesi bilim ve küttü
yoksunluğunun kuraklığını vurguluyor. Yetişen kuşaklar
ne okuyacaklar? Kitapçılığın başkenti istanbul'da piya-
sa yok. Batı'dan çevrilen bilim, felsefe, sanat ya da ede-
biyat kitabı 'müşteri' buiamıyor. Tolstoy'un, Dosto-
yevski'nin, Stendhal'in okuru yoksa, çevirmeni neden
olsun? Piyasa kurallarına göre kitapçıltk, yayıncılık, çe-
virmenlik sıfıra sıfır elde var sıtırla degerleniyor.
Peki, ne yapmalı?
1923 Aydınlanma Devrimi değil mi? Kitapsız toplum
nasıl aydınlanabilir?
öyleyse gelsin devlet.
•
Batı'da görülmemiş bir olgu. Devlet girişimciliğiyle
Aydmlanma!.. Milli Eğitim Bakanlığı sorunu ele alıyor;
Hasan Âli Yücel yazıyor:
"... Türk aydınlanna şükranla duyguluyum. Onlann
himmetleri (...) özel girişimcilerin gayretleri ve yine dev-
letin yardımıyla zengin bir çeviri kütüphanemiz olacak-
tır."
'Devrimci devletçilik' evrensel bilim, felsefe ve edebi-
yatla halkın ilişkislni kurmak için yayıncılığa başlamak
zorunda kalıyor. 1940'larda Milli Eğitim Bakanlığı çeviri-
lerinin başında önsöz yerine geçen iki yazı vardır. Bun-
lardan birincisi Ismet Paşa'nın, ikincisi Hasan Âli Yucel'-
indir. Ikisi de Türkiye Aydınlanma Devrimi'nin iki belge-
sidir. Ismet Inönü diyor ki.
"Eski Yunanlılardan beri milletlerin sanat ve fikir ha-
yatında meydana getirdikteri şaheserleri dilimize çev/r-
mek, Türk milletinin kültüründe yer tutmak ve hizmet
etmek isteyenlere en kıymetli vasıtayı hazırlamaktır."
Hasan Âli Yücel'in yazısında ilk tümce:
"Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş mernalesi
(aşaması), insan varlığının en müşahhas (somut) ifadesi
olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar."
'Hümanizma' ne demek?
insanı öneçıkaran felsete anlayışı 'hümanizma' olma-
sa 'bı'rey' oluşamazdı. Ortaçağ'dan çıkışın ilk ışınlan
hümanizmayla karanlığı deldi; insan 'ko/luktan sıynlıp
'birey' olmak bilincine kavuşuyordu. Bir toplumda yaşa-
yanlar ancak 'birey' iseler demokratik düzene kavüşabi-
İirler.
Nitekim şimdi Islam dünyasındaki kavganın özü bu-
dur: İnsan birey mi? Kul mu? Iran'da ve Suudi Arabis-
tan'da kuldur, Türkiye'de Anadolu insanı birey olmaya
çalışıyor ki demokrasiyi kurabilsin.
•
Hasan Âli Yücel, Türkiye'de Aydınlanma Devrimi'nin
önde gelen adlarından biri..
Bugün ölüm yıldörvimü..
Eğitim ve kültür alanlannda öylesine hizmetleri var ki
sayıp dökmeye kalksanız bu köşeye sığmaz. Ne yazık ki
bu 'Aydınlıkçı
1
, gericilerin ağır saldırılarına uğramış,
örrfHinün son yıllarında yalnız bırakılmıştı.
Yücel, yaşamında, aydınlığın tohumlarını Anadolu'ya
ekebildiğince ekti. Biigün Türkiye'de boy atan, laiklik ve
demokrasi kültürünün temelindeki harç, Hasan Ây Yü-
cel gibi aydınlıkçılann almteriyle yoğrulmuştur.
Tarihsel bilinçten yoksun olanlar anlamakta güçlük
çekerler; ama, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlar, hem
pamuklu dokumak, hem ayakkabı yapmak, hem tarih
yazmak, hem kitap çevirtip ucuza satmak zorundaydı-
lar; yoksa, bu ülkede bugün başımız dik dolaşamazdık.
Çağdaş Türkiye'nin oluşumunda
büyük katkıları olan
Ord. Prof. Dr.
HIFZIVELDET
VELÎDEDEOGLlPnu
hep birlikte anmak için
26 Şubat 1993 Cuma günü,
saat 16.30'da
Cemal Reşit Rey Salonu'nda
buluşalım.
ÇAĞDAŞ YAŞAMI
DESTEKLEME
DERNEĞİ
Katılanlar : Seyfi OKTAY (Adalet Bakanı)
Prof. Dr. Nihal ULUOCAK
Prof. Dr. Aydın AYBAY
Prof. Dr. Necla ARAT
Prof. Dr. Toktamış ATEŞ
Şükran KETENCİ
Gençliğm sesi Alptekin GÜNDÜZ
Piyano dinletisi: Aydın KARLIBEL
Dia Gösterisi: Vetidedeoglu'dan Anüar
Sunan: Gülsen TUNCER
öldük ölümünle bin kez
Yaşıyorsun yüreğimizde
Silktin üstümüzdeki
ölü toprağını
UĞUR MUMOPyu
saygıyla anıyonız.
BİGA'DAN BtR GRUP DEMOKRAT
tlyasTunç
KIŞ BÎR ALKIŞ MIYDI?
Şiirler
Biçem Yayudan
Bursa 9-24-243649
İÇSAVAŞSONRASI
İSPANYOLROMANI
Doç. Dr. Ytldız Ersoy Canbolat'ın bu araştırma-incekme
kitabı Gündoğan Ya> ınları arasında çıktı.