Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 23 ŞUBAT1993 SAU
12 DIZI
Çarşaf giymeyekarşı çıkan öğretmen
BİR CUMHURİYET SANATÇISI
E D İ A M U V A H H I T
GÖKHAN AKÇURA
Cumhuriyetin 70.
kuruluş yılında,
cumhuriyet sanatçısı
Bedia Muvahhit'in
70. sanat yılını
kutluyoruz.
-ı-
Türk tiyatrosunun ilk kadın sanatçılanndan
olan Bedia Muvahhit. bilindiği gibi bir "devlet
sanatçısı" dır. Bu sıfaü taşıyan bir çok sanatçı-
nuz var ve eminim kı bunlann büyük çoğunluğu
da yaptıklan işlerle. bu namı laşımaya hak ka-
zanmışlardır.
Ama bence Bedia Muvahhit'in devlet sanatçı-
lığı sonradan verilmiş bir sıfat değil. çok önce-
den kazanılmış bir "özellik"tir. Bu özellik Bedia
Muvahhit'in bizzat kendi var oluşuyla ilgilidir.
Bu devlet sanatçılığı, yaşanarak kazanılmışür:
Ikinci Meşrutiyet sonrasında Türk kadırunın ça-
lışma yaşamına girişindeki rolünden. sinemada
görev alan ilk Türk kadınlanndan biri oluşuna;
Cumhunyetin kuruluşu öncesi İzmir'de Musta-
fa Kefnal'in önünde sahneye çıkmasından Cum-
huriyetin kuruluşundan hemen sonra İstanbul'-
da Desdemona'yı oynayışına kadar...
Hatta öğretmen olarak çalışuğı dönemde çar-
şafa karşı çıkışıyla bile bir düşüncenin öncülü-
ğünü yapmışür... Bu nedenle inanıyorum ki
Bedia MuvaHhit'in damarlannda Cumhuriyet
düşüncesi bir kan gibi dolaşmıştır. O, yaşamını
bütünüv le bu düşünceye adamış bir insandır. Bu
alandaki öncü niteliğıni düşünerek Bedia Mu-
vahhit'i bir Cumhuriyet meşalesine benzetebili-
riz. Bumeşale 1923'lerde, Cumhuriyetin kurulu-
şuna paralel olarak yakılmış, onunla birlikte
güçlenmiş ve yeni ateşlerin yakılmasını sağla-
mıştır. Özellikle sahneye çıkan her Türk kadını-
:;ın ruhunda yanmaya başlayan ateşte. mutlaka
bu mcşaleden sıcramış bir kıvılcım vardır. Bedia
M uvahhıt bir devlet sanatçısıdır ve ondan da öte
bir Cumhuriyet sanatçısıdır. Cumhuriyet onun-
la birlikte yaşamış, o Cumhuriyetle birlikte var
olmuştur. Bedia Muvahhit ve Cumhuriyet, dai-
ma birbirinı tamamlayan iki sözcük olarak bir
arada durmuşlardır. Cumhuriyetin 70. kuruluş
yılında Bedia Muvahhit'in 70. sanat yılını kut-
lamanu, da bunun kanıtı değil mi zaten?
Büyükada'da geçen
unutulmazçocukluk günleri
Bedia Muvahhit'in çocukluğu Büyükada'da ge-
çer... Savcı olan babası Msıriızade Şekip Bey, kal-
binden rahatsız olduğu için doktorlar. Büyükada'-
da oturmasını tavsiye etmişlerdır. Bedia ve erkek
kardeşi Fuad,"evde mürebbiyeler Fransız olduğu
için Fransızca'yı, hizmetçıler Rum olduğu için de
Rumca'yı çocuk yaşta öğrenırler. Bedia hanım ve
kardeşi. birsüre Büyükada'daki St.Antoineokulu-
na gider. Okul dışındaki Türkçe eğitimini ise Seiim
Sım Tarcan üstlenmiştir.
Bedia Muvahhit'in ailesi. babasının ölümünden
sonra Moda'ya taşınır. Burada önceTerakki Mek-
tebi'ne. sonra da Dame de Sion'a devam eder.
Moda'dan çocukluk arkadaşı Suat Deniş, Bedia
Muvahhit'leevde nasıl birlikte tiyatro oynadıklan-
nı hatırlıyor: "Biz omınla bir mahaüenin çocuklan.
dost analann olatiarı idik. Onu ilk tanıdığım zaman
uzun, gür, si\ah örgülii halinde arkasında uzanan
ipek saçlı, tü> gibi ince, ucacak gibi bir şej - bu beiki
de çocukluktan genc kızlığa doğru bir gküşti- hari-
kulade güzel bir kızdı. İki örgüsünün başladığı jere
kocaman tafta kurdeleler bağlardı \e biz arkadaşları
ona belki de >ariığından sızan bir ifadeye inzimam
eden bu kurdela jüzünden "kelebek" lakabını tak-
mıştık. (...) tlk roîünü benimle beraber. bana partner
olarak oynamtştı... HamkJ'in Finten'inden bir sahne
idi bu. Ben e>deki en şişman insanın geceJiğini gi>er.
hamam sileceğüıden başıma bir sank sarar, beÛme
kımuzı bir masa örtüsû dolar, bacak kadar boyla,
çıplak a\ak ortaya çıkar. merhum Burtıaneddin'in
sesıni taklit ederek heybetli (!) bir Davalaciro olur-
dum. Bedia da elınde bezden yapılmış bir bebek ile
bir Finten'di. Suzan'ı taklit eden zavallı Bedia'ya
erişmek için. heybetimi ona tanıtmak için parmak-
lanmın ucunda yükselir. hindi gibi şişer. bangjr
bangır bağınrdım. Bu Finten rolü Bedia'nın ilk ve
Davalaciro rolü benim ikinci rolümdü.
(...) Bizim Finten skeçimızin büyük süksesi var-
dı. Büyüklerimiz meyve. çikolata veya pasta ile bi-
let ücretini tediye ederler ve ancak öyle bizi seyre-
derlerdi.'V
Bedia Muvahhit, çocuk yaştan itibaren, o dö-
nemin deyişiyle "alafranga" bir anlayışa sahip-
tir. Dame de Sion'a giderken çarşaf yüzünden
başına gelenleri şöyle anlatır. "On üç yaşlannda
Fransız mektebine giderdim ve tabii henüz başı-
mı örtmezdim. Mahallede hep dedikodu eder-
lermiş! 'Artık kocaman kız oldu, ayıp, bunlar ne
alafranga şeyler, frenk midirler nedirler?' deyip
dururlarmış. Ailem bu sözlere biraz mukavemet
etti, fakat nihayet beni de o zamanki tabir ile 'er-
kekten kaçırdılar'. Çarşafa hiç ısınamadım. İlk
çarşaf giydiğim günlerde bir adam beni yolda
açık saçık çarşaf giydiğim için azarladı, çocuk-
luk!.. Ben de kızıp çarşafımı sokağın ortasında
çıkardım. Çarşafın altından ortaya bir çocuk
çıktığı için olacak beni polis tevkif etmedi. Ve
sokakta taşlamadılar."2
Bedia Muvahhit. bu okulda öğrencilik yapüğı
Bedia, babası Şekip Bey ve kardeşi Fuadî ile birlikte.
dönemde, yaz tatilinde, yeni kurulmuş olan Te-
lefon Şirketi'nde fahri olarak çalışır. Bu sıradan
bir yazın çalışma öyküsü değildir. O güne kadar
Türkiye'de kurulan yabancı şirketlerde Türk
kadınlan çahştınlmamaktadır. Kadın demekle-
ri, bu haksız uygulamanın değiştirilmesi için
mücadele verirler. Bu mücadelcnin ilk ürünü
olarak Telefon Şirketi'ne yedi Türk kadını alı-
nır. Bunlardan biri de o yıllarda henüz bir öğren-
cı olan (o zamanki adıyla) Bedia Şekip'ür. 1914
yılında olan bu olay. dönemin kadın dergilerin-
de aynntıh olarak yer alır.
SÜRECEK
DOĞU DUNYASININ
BÜYÜK«• •• *• ••
DUSUNURU
İBN SİNASonja- Burchard Brentjes
Türkçesi:Oguz Özügül
Bügisizlermutsuz kahrlar
1160 yılında Bağdat'taki Ab-
basi halifesi. aralannda zındık-
lann kitaplan bulunduğu ge-
rekçesiyle bir kadının kitaplığı-
nı yaktırrruştı. Sufi'lere yakınlı-
ğıyla tanınan İbn Sina'nın
yapıtlan da bunlara dahildi
Babası ile kardeşi tsmailî tari-
katına mensuptu ve kendisinin
de Basralı "İhvan-is-Safâ"ya
sempati duyduğu söylenmek-
teydi. Bu en azmdan onun
Yeni-Platonculuğa dayanan
ışık felsefesnçin geçerhdir: ama
tbn Sina. İslam toplumunun
kentlerdeki ara kaünaniann-
dan gelmiş olmasına karşın, bir
halk adamı ya da bir devrimci
değildi. İdealı. zirvesinde çok az
kişiye yer olan hakikate ulaş-
maktı. Kitle için yasalar zorun-
luydu, ulema da etik ve politika
ile yasalann gelişmesine hizmet
ediyordu.
"Zındıkçasına" olan aslında
İbn Sina'nın öğretisiydi; Mu-
hammed, ufuklan dar bedevile-
ri sadece disipline sokmak için
onlara tekrar dünyaya gelecek-
lerini vaat etmiş ve örneğin şa-
rabı yasaklarruşü. Zahitleri (çi-
leci) de dikkate almaya değ-
mezdi, dünyadan el etek
çekmekJe onlar da sırf öte dün-
yadaki ebedi haza ulaşmak isti-
yorlardı. Mutlu bir öte dünya
umudu beslemeksizin ve ölüm-
den sonra cezalandınlma kor-
kusu duymaksızın Tanndan
(= hakıkatten) başka bir şey is-
temeyen fflozoflar ise dini bü-
tünlerin ve kitlenin üstündeydi-
ler. Sahip olduklan tek şey
ruhun özgürlüğüydü ve kitlenin
bundan haberi ohnaması daha
iyiydi.
ibn Sina kendini tasavvufa
yakın hissediyordu ya da felse-
fesini İslami, yani tasavvufa
benzer bir idrâk ediş biçimi ola-
rak kurmaya çahşıyordu; yal-
nız bu felsefe başka araçlaria,
manüksal düşünmeyle Tannya
ulaşacaktı. Ruh gerçi ona göre
de ölümsüzdü, ama tekrar dün-
yaya gelernezdi. Bireysel ölüm
kesindi; filozofun ruhu yeniden
doğmak için caba harcamaz,
tersine ölüm kedisini bağlann-
dan kurtarana ve evrensel ruhla
birleşmesini sağlayana kadar
dünya mihneüen arasında uca;
durur. Bu esnada her çeşit bi-
reysellikten vazgeçer, çünkü
bellek hep maddi bir dayanağı
şart koşar. Rasyonel ruh insan-
dır ve sadece bilen ruh evrensel-
ruhla birleşebilir. Bügisizler
sonsuza kadar mutsuzluk için-
de kahrlar.
Platon ile Aristoteles'in ku-
ramlanru birleştirmesine ve
böylece Muhammed'in her şe-
ye kadir. kavranılmaz, her yer-
de haar ve nazır Tanrı kavra-
mından epeycc uzaklaşmasma
karşın, İbn Sina bu insan imge-
dan türetilmemişti. İbn Sina
daha çok ruh ve maddeyi birbi-
rinden ayınyordu. insandaki
faal ruh da bu ikisi arasında bir
aracıhk işlevi görüyordu.
İbn Sina metafıziğinde Tan-
nnın varlığını potansiyel olan-
dan ve zorunlu-olandan türeti-
yordu. Kendilikin potansiyel
karakteri ile düşünülebilir-
olan, içinde özle varLğın bir bir-
lik teşkil ettiği ilk zorunlu ken-
dilikin varoluşunu gerektiriyor-
du. Bu mutlak zorurüu ilkten,
kesinlikle çokluğun hâkim ol-
duğu evrensel ruh doğuyordu.
E\Tensel ruh kendi nedenini
düşünüyor ve buradan üçüncü,
yani dış gökküreyi sevk ve idare
eden ruh meydana geliyor, bu
ruh da kendini düşünüyor ve
ruhlan yaratıyordu; gökkürele-
rin ruhu da bu ruhlar vasıtasıy-
la faaüyette bulunuyordu. Bu
gökküreler ruhu İbn Sina'ya
laysız şekilde yalnız ilk evrensel
ruhu yaratıyordu. Tann ile saf
ruhJann sorunu özel-olan değil.
sırf genel-olandı. Özel olan ise
gökküreler ruhlannın işiydi. Bu
tasanmlar Muhammed'in gö-
rüşlerinden çok Platon'unkileri
yansıtmaktadır, ancak Tannyı,
evTenin araştınlmasını engelle-
meyecek şekilde dışlıyordu.
Bu yüzden Tann ibn Sina'-
nın Mantık'ında da görülmez.
bu onun olumlu tarzda ifade et-
tiği bir ihmalidir.
İbn Sina Aksam el-ulûm adlı
yapıtında felsefeyi şöyle tanım-
lar:
"Felsefe spekülatif bir sanat-
tır, insan buradan tüm varolu-
şunu belirleyen ve eylemlerini
Minlendiren şeyleri özümseye-
rek yararlanır, böylelikle ruhu
inceür ve yetkinleşir, bilgisi ar-
tarak izan ve feraset sahibi olur,
mevcut dünyaya benzer hale
İbn Sina. aşk
derdiyle knranan
ReyveTataristan
EmiriKabus
Vesmegir'in
yeğenini muayene
ediyor.
Semerkantlı
Nizam'i Aruzi'nin
"ÇeharMahale"
adlı yapıtından.
(İstanbul Türk ve
Islam Eserieri
Müzesi)
siyle İslamiyet'i asla terketme-
mektedir. Kanısına göre evren
öncesiz ve sonrasızdı, çünkü o
kendinde mümkündü. Tann ise
varlığın olasılığını bir zorunluk
haline getiren ebedi faal bir ne-
den olarak kalıyordu; "ya-
ratma"da gerçek varoluşa ve
maddeye potansiyel varlığın
bahşedilmesiydi. Böylelikle
Tann reel dünyadan uzaklaştı-
nlıyordu, çünkü madde Tann-
göre kendinde mümkündü ve
bu nedenle dış gökküre madde-
sinden meydana geliyordu.
Gökküreler ruhundan. her biri
akıl. ruh ve bedenden oluşan
bir ruh üçlüsü ve de dünyevi
maddeleri, fıziki biçimleri, in-
san ruhunu yaratan "faal ruh"
meydana çıkıyordu. Gerçi her-
şey Tann iradesine göre gerçek-
leşiyordu, ama Tann sadece
kendinde mümkün olanı ve do-
gelir, ama insani yetilere uygun
olarak başka bir dünyadaki en
büyük mutluluk için kendini
hazırlar."
İslamda kültür. bedevi gele-
neğınden gelen poetik biçimin
etkisı altındadır. Bugün dahi şi-
ir sanatı. dizeler halinde konuş-
mak, Arap-İslam kültürünün
ideali, başbca dışavurum tara-
dır: insanlan bilgili kişiler ola-
rak görmek,_ bilgilenni an ve
güzel bir biçimde ifade etmek
bu kültüre egemen olan düşün-
cenin yansımasıdır. İbn Sina'yı
da Arapça ve Acemce dizeler
\azan biri olarak görmek bizi
şaşırtmamahdır; uzmanlar
onun Arapça şiirlerini vasat.
Acemcelerini ise oldukça başa-
nb bulurlar. Bu şiirler daha çok
onun kendini anlamasına, zor
günlerde yeniden canlanıp ce-
şaret bulmasına yaramış, bize
İbn Sina'nın iç dünyasıru kimi
öğretilerinden çok daha iyi bir
şekilde anlatmıştır:
"Ahmakçasına iptila çılgınb-
ğa vardı
şu birkaç akılsız da evrensel
bilgelik nazariyesini yalnız
onlar anlıyorlar.
Sen de bir eşek ol-cünkü
eşeklikleri o kadar büyük ki
kendileri gibi eşek olmayan-
lara imansız diyorlar."
Bir diğerinde kendine güve-
nen bir bilge olarak karşımıza
çıkar:
"Kapkara toprağın derinlik-
lennden zühal yıldızına
kadar
Evrende karşılaştığım tüm
sorunJan
çözdüm.
Beni yalan dolanla saran her
bağdan kaçıp kurtuldum.
Tüm bağlar çözülmüş yalnız
biri kalmıştı geriye. o da
ölümün bağıydı işte."
Başka bir şiiri de hakikati
arayan herkesin kendinden
duyduğu kuşkuyu yansıtır:
"Ruhum kitaplarda yeni ile
eskiyı aramasına
ve kılı kırk yarmasına rağ-
men, idrak edemedi bir tekini
dahı.
Gönlümde binlerce güneş ya-
narken,
Çözemedim tek bir zerrenin
manasını dahi."
İbn Sina kendini dünya ni-
metleriyle avutur:
"Şarap ayyaşa düşman. ilaç
niyetine alınırsa bir parça,
akıllıya dosttur; fazlası yılan
zehiri olur.
Aşınlıkta şüphesiz zarann
çoktur,
yalnız azın sana faydası do-
kunur."
Öte yandansa bilge kendine
hâkim olmaktan gurur duyar:
"Yasaktır on şey soylu insa-
na:
Altısından özgür olan kalk-
sın ayağa.
kıskançlıktan ve alçaklıktan.
yalan ağı örmekten.
zaaftan. tamahkârhktan ve
de yakınmaktan.
Halin vaktin yenndeyse eğer
cimrilik yapma, tasarrufta bu-
lunma.
Dostlanna karşı açık olsun
elin,
Kaderin sillesi seni bulunca,
acını kalbinde gizlemelisin.
Solmasın acıdan yüzün,
bu dünyada değeri yoktur
hiçbir şeyin.
içini yakan çığlığı bu yüzden
susturmalısın.
tek bir "ah" dahi dudaklannı
terketmesin.
Kaderin kötü bir oyunudur
bu.
zarlan biz, Tann da oyuncu-
su.
ve dünya, bu dur-durak bil-
meyen kargaşa ise
üstüne geuşigüzel düştüğü-
müz bir oyun tahtası."
İbn Sina burada, Orta Asya
kentlerinin ömrü boyunca taşı-
dığı özgün ruhunu rubaileriyle
soluyan ünlü Ömer Hayyam'a
benzemektedir.
İbn Sina, öğretilennı iki defa
olmak üzere aJegorik öykülerin
eski motifleriyle bezemiştir. Ör-
neğin "Salman ile Absal'da
başbca isteğini Sufı'leri örnek
alarak bir sevda öyküsü biçi-
minde açıklamışur. Salman'ın
kansı kaymbiraderini baştan
çıkarmaya çabşır. ama bir yıldı-
nm bunu engeller. Absal da
güzellikten, maddi dünyadan
yüz çevirerek manevi dünyaya,
Salman'a döner.
İkinci öykü Avrupaü okurla-
ra yabancı değildir. çünkü dün-
yalar arasında dolaşarak bilgi-
ye ulaşma motifini Dante
Alighieri, "İlahi Komedya"-
sına merkezi tema olarak İslam
felsefesinden almıştır. İbn Sina
insanbğın ebedi akbyla. tekil
düşünen ruhlann önderiyle
karşılaşmasını, kendisine biri
Batıya, kötülüğe, maddiyat el-
de etme çabasına, maddeye;
diğeri de Doğuya, manevi ay-
dınlanmaya ve bilgiye olmak
üzere iki yol gösteren yaşb. ama
dinç Hayy ibn Yakzan'la bir
buluşma şeklinde betimler. Dü-
şünen ruh ile ebedi akıl, İbn
Sina ile Hayy ibn Yaksan bir-
likte bilgeliğin ve (manevi)
gençliğin kaynağına doğru yü-
rürler. Bu şiirde ibn Sina kendi
çabalannı eski biçimde. yani
hem bir öğreti hem de bir itiraf
olarak açıklar.
BİTTİ
Sonja-Burchard Brentjes 'in
İBN SİNAaraştırmasınm
tamamı kiıap olarak
önümihdekigünlerde Pencere
Yaymlan tarafmdan
basılacaktır.
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EtCMEKÇİ
He VeriP Ta«am_.
Geçen haftaçarşambagünü, HBB'de, "Şeytan Ayetle-
ri" konulu bir tartışmayı izledim. Tartışmayı, HBB'den
Erhan Akyıldız yönetiyordu. Konuşmacılar, Aziz Nesin
ile Abdurrahman Dilipak'tı. Kapalı salonda olmasına
karşın Dilipak bereliydi. "Ben şapka giymem, ona karşı-
yım" demek istiyor, Müslümanlara bir ileti yollamak isti-
yordu belki de bununla; olabilir. Abdurrahman Dilipak'ın
konuşmaları boyunca, Aziz Nesin'i dinlerken neden hep
yere baktığı gözümden kaçmadı. Sıkıntılı bir hali mi var-
dı ne? Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:
- Bir başka şeye değinmek istiyorum; özgürlük adına
bu tür şeyler yaparsak insanlan özgürlükten nefret ettiri-
riz. Yani karısına, kızına, anasına dil uzatmaya kadar
varırsa özgürlük, eline kalem alan herkes küfretme hak-
kına sahip olursa insanlar özgürlükten tiksinir...
Aşağı yukarı böylededi. Konuşmasının bir yerinde de
şunları söyledi, özetle:
- "Şeytan Ayetleri" olayı bana kalırsa, bir fikir ya da
sanat ürünü olarak tanımlanması hayli güç bir olay.
Kimsenin küfretme özgürlüğü yok ya da özgürlük adına
hiç kimse, Hindu mahallesinde inek kasabı açma iddia-
sında bulunamaz. Karşılıklı toplumsal diyalog, barış,
hoşgörü, anlayış, saygıyı yok eden bir ajitasyona dönü-
şebilir. Türkiye'de şeytana tapanlar var; Müslümanlar,
şeytan taşlamaya giderler ve şeytanla hayatları boyun-
ca uğraşır dururlar, şeytanla savaşırlar. Ama şeytana
tapanlara kimse dokunmaz. Sanıyorum, ifrat ve tefritten
kaçtnmak, dengeyi bulmak en doğru olanı. Şeytan Ayet-
leri olayını ben peygamberimize yöneltilen bir hakaret,
hatta ajan provokatif olarak görüyorum Salman Rüşdü'-
yü. Böyle bir gelişme var... Küfretme, yani peygamberi-
mizin eşlerine haşa fahişelik isnadı ya da Kabe'yi haşa
genelev olarak tanımlama, peygamber efendimize çok
büyük hakaretlerde bulunma.. Aziz Bey'in kendisinin
de, böyle bir dilin kullanılmasını hoş karşılamayacağını
sanıyorum...
Aziz Nesin'in ona yanıtını vermeden önce, Abdurrah-
man Dilipak'ın bu sözlerinin kendi eylemine uymadığını
belirtmek durumundaydım. Dilipak, öyle diline kalemine
pek egemen olan biri değil. Yerinde, bal gibi iftiralar
edebilir, hatta gerçek olmayan şeyler yazabilir. İşte ör-
neği: "Argos" dergisinin Nisan 1989 sayısında "Din,
Iman Vesaire" başlıklı yazısında Dilipak'ın neler uydur-
duğunu görünce, bu kişinin her şeyi yapabileceğini dü-
şündüm. Bakın, Köy Enstitüleri ile ilgili neler yazmış bu
bereli-sakallı barışçı yazar;
"Okullarda cenin bulunmakta ve sağlıksız doğum
kontrol yöntemleri yüzünden bazı kız öğrenciler hayati
tehlike ile karşılaşmakta idi..."
Bir başka paragraf. "...Köy Enstitüleriyle ilgili bir mü-
fettiş raporunda, Hakkı Tonguç'un 1946senesinde Düzi-
çi Köy Enstitüsü 'nü ziyaretinden söz edilmektedir. Ensti-
tüde düzenlenen bir içkili toplantı, giderek işret alemine
dönüşmüş, kız öğrençilere sarkmtılık vuku bulmuş, hat-
ta bazı kız öğrencilerin göğüsleri açtınlmak suretiyle
şarap servisleri yapılmıştır. Bu konuda ilgili tahkikatko-
misvonunun 82 nolu evrakında tafsilatlı bilgiler bulun-
maktadır..."
Dilipak, sürdürüyor: "Harf devrimi ile bir gecede bü-
tün okur-yazarlann cahil hale getirilmesinin, kitaplann
yasaklanıp yok edilmesinin ardından insanlara yeni bir
kültür aşılanmak isteniyordu. Camilere sıra konularak
halkevlerine dönüştürülmek isteniyordu. Köy Enstitü-
leri'nin halka yönelik kuruluşları da halkevleriydi. Türk
Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu da zaman içinde bu
çizgiyi tutturdular... Tarih Kurumu, Türk tarihiniİslam dı-
şı bir temele oturtmak, Türk Dil Kurum da yeni bir dil
uydurmak istiyordu. Ulusal düttürülü, imgeli bir dil bu."
Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin bir toplannsına ça-
ğırmıştık Dilipak'ı. Nasıl da öztürkçe konuşuyordu. De-
mek, orada öyle gerekiyordu!
Türkçede bir özdeyiş var: "Ele verirtalkmı, kendiyutar
salkımı"derler. Dilipak'ınki tamobiçim!
Aziz Nesin, HBB'nin düzenlediği toplantıda görüşleri-
ni şöyle açıklıyordu özetle:
- Bir insan böyle bir kitap yazdı diye, diyelim ki Mu-
hammed'e hakaret etti, küfretti, buna ölüm fetvası ver-
mek doğru mu? önce bu. Eğer buna bir din, herhangi bir
din böyle bir olaydan dolayı ölüm fetvası verebiliyorsa
ve bu da mahkeme kararı filan olmadan yapılabiliyorsa,
o dinden olan insanların aklı yoktur bence. Ben akılcı bir
insanım. Nasıl olabilir yani? Bir insana, bilmem okudu-
nuz mu fetvayı, ben okudum, yazarlar, dünyada birçok
ünlü yazarlar, onların yazılarıyla ortaya çıkmış bir kitap
vardır, orda fetva var; yalnız Salman Rüşdü'ye idam fet-
vası vermemiş Humeyni, bir de buna katılanlar, örneğin
bugün Salman Rüşdü'yü savunan kitaptaki yazarların
çoğu -yazarlar da zaten isimlerini vermiyorlar korku-
dan- onlar da ölüm fermanının içerisine giriyorlar. Nite-
kim ben, ne o kitabı onaylıyorum, ne o kitabı gördüm, o
kitabı bilmiyorum, salt bu yasağa karşı geldiğim için,
Iran'daki gazete başyazısında, "Cumhur İslami" adlı
gazete başyazısında benim de, fetva dolayısıyla idam
edilmemi istiyor. Yalnız benim değil. Yine benim tasa-
rım şöyle: Diyorum ki, yazarlar toplanalım, sorumluluğu
üstümüze alalım, bu kitabı çıkaralım. O sorumluluğu üs-
tüne alan yazarlar da idama mahkum oldular. sağlığın-
da yazdığı fetva ile. Böyle bir olayı ben kabul edemiyo-
rum. Hiçbir din adına kabul edemiyorum. Bir ar konusu-
dur. Türkiye için de yasağı koymuş olmak, Türkiye'nin
onurunu kırıcı bir olaydır...
(Aziz Nesin'in, Dilipak'a yanıtlarını gelecek yazıda
vermeyi sürdüreceğim.)
BULMACA
SOLDAN SAĞA: 1 2
1/ Sevgi Şoysal'm bir ro- 1
manı... Üstü kapab ola-
rak anlatma. 2/ Belb bir 2
birim alan içinde yaşayan -
tüm canlılan, fıziİcsel çev-
relerini ve aralanndakı
kanşıbklı ilişkiyi içeren
kavram. 3/ Örtaçağda
açık denizde kullanılan
yelkenli gemi... Boru sesi.
4/ Adalet, sızlanma. çığ-
lık anlamında eski söz-
cük...Edebiyatta insan
olmayan varbkJan ko-
nuşturma sanatı. 5/ Haberci...
Gece. 6/ Dolambaçb, eğri büğrü,
çapraşık. 7/ Nitebği düşük mal.
Kenar süsü. 8/ Genellikîe Uzak-
doğu ülkelerinde B vitamini
eksikliğinden doğan hastalık. 9/
Finlandiya'da bir göl... Gözleri
görmeyen.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Franz Lehar'ın tanınmış bir
opereti... Bizmut elementinin sim-
gesi. 2/ Bir renk... "'Cüzamlı" anla-
mında kullanılan sözcük. 3/ İgnazio SUooe'nin, diümize de
çevrilmiş ünlü romanı. 4/ Baston... Çorak ve verimsiz toprak.
5/ Kahverengi ve tüylü kabuğu olan. C vitaminince zengin
mey\e... Otel. tiyatro gibi yerlerde girişe yakın geniş yer. 6/ Ge-
mınin içinde en alt bölüm. 7/ Köpek... Hafıf ve gözenekli bir
taş... Eski Mısır'da güneş tannsı. 8/ Batakbk gazı... Gümüş. 9/
Hatay ilindc bir göl ve ova... Koku.