Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 24 EKİM 1993 PAZAR
8 PAZAR YAZILARI
İspaııyolişçileıiFranco'dan
daıııladamlaintikamabyorKent, çok gerilerde kaldı. Hafıf dalgalı
coğrafyada tam gaz gidiyoruz. Çevremizde
tek tük ağaçlar. Beyaza çalan toprak ve-
rimsiz görünüyor. Arada bir yeşil kümeler-
den geçiyoruz. Madridli zengjnlerin kent
yaşamından bıkıpsaklandıja viUallar...
Rotamız Madrid'in 55 kilometre güney-
bausındaki bir anıt mezar, Franco'nun
mezan.
Mezar merakbsı değilim. Derdim, ülke-
sini 5 yıl süren iç savaşta kan gölüne çevi-
ren Franco'nun 'görkemü' anıt mezanyla
ilgili duyduklanmın gerçek olup olmadıgı.
Her diktatör gibi Franco da gösterişe
düşkünmüş ve mezannı sağkğında yapur-
mış. Açıbşını da kendisi yapmış. İspanya'-
ya yola çıkmadan önce, uzun yıllar bu
ülkede kalmış bir arkadaşımdan dinledik-
lerim şunlardı:
"Franco, mezann yapanında 'Cumhuri-
yetçi' esir işçileıi kullanmış. Kendi ülkelerin-
de esir düşen işçiler zor koşuUar altında,
Franco yanldanmn gözetiminde çalıştml-
mış. İşçiler için mezann yapıkiığı bölgenin
hemen yanmda küçük bir yerleşim yeri oluş-
turulmuş. Mezar 150 metre yüksekliğindeki
kay alık bir tepenin içine ovulmuş. Cumhuri-
yetçüer yoğun gözetimlere karşın mezann
en hassas noktalarında kötü malzeme kul-
lanmışlar. Şimdi mezar şıp şıp damlıyor-
muş."
Bunu yolda, Madrid muhabirimiz AK
Kışlak'a anlattım. Yan alaycı gülümsedi.
"tnşallah doğrudur. Ama sannuyonım" de-
di.
Ana yoldan aynldık. Dağlan urmanıyo-
ruz. Dik yamaçlar Toroslan andınyor.
İlk durağımız İkinci FıHp'in yaptırdığı
krahyet sarayı. İkinci Filip, İspanya'nın en
ünlü krallanndan. İmparatorluğun şanını
bütün dünyaya yaymış. Bugünku Filipin-
ler'i 'keşfeden" ve İspanya hakimiyeti altına
alan o. lİlkenin adı da İkinci Füip'ten geli-
yor.
Sarayı dolaşmayı İMT dahaki sefere' bıra-
kıp yolumuza devam ediyoruz.
Mezann bulunduğu bölgenin adı, Cuel-
gamuras. 6-7 kilometre kala demir bir kapı
yolumuzu kesiyor. Giriş 500 peseta.
Yolumuz artık bir orman denizi. Çam-
lar,çamlar...
Nihayet mezar görûndü. Buna anıt me-
zardan çok, dağ mezar demek daha doğru.
Kocaman bir tepe, ûzerinde de 5-10 kilo-
metre öteden görülebilir dev bir haç.
Danışma bölümünden genel bilgjleri al-
dık: Yapımına 1940 yılında başlanmış.
1959'da bitirilmiş ve Franco açılışını yap-
mış. Baa bölümlerinde iç savaş şehitteri-
nüT naaşı varmış. 1300 hektarlık bir alaru
kaplıyormuş.
Girişte. "Kutsal bir yerdesiniz, lütfen ses-
siz ohmuz" uyansı var. Herhalde ziyaretçi-
ler Franco ile ilgili düşüncelerini 'yûksek
sesle' dile getiriyorlar.
Sağda-solda melek kanatb asker heykel-
lerini geride bırakıp, izbe, uzun bir salona
girdik.Dağın içine oyulmuş mezardayız.
Aman Allahım!
Karşımızda bir kova...
Hani bildiğimiz plastik su kovası...
Yaklaştık, yansı dolu...
Tavana bakük...
Şıp...şrp...şıp...
Elimi uzattım, avuçlanmda birkaç dam-
la su... Elimi yûzûme sürdüm, kendi kendi-
me mınldandım:
"tspanyol işçileri Franco'dan damla dam-
la intikam alryor..."
Kenara çekilip, diğer ziyaretçilerin tep-
kilerini gözledik.
Bazılan bakıp geçti. Kimi, gözlerini bir
kovaya bir tavana dikti, bir süre seyretti.
30 yaşlannda iki kişi kovanın önünde
durdu. Kırmızı tişörtlü olanı avuçlanna
birkaç damla su aldı. Sonra gol atan bir
futbolcunun yerinde tepinmesine benzer
birsevinçle, ellerini yumruk yapıp salladı...
Mezann içi de haç şeklinde. Salon yakla-
şık yüz metre uzunluğunda. Sonra saga
sola iki bölme var. Son kısım da kiüse...
Franco'nun mezan kilisenin ön kısmın-
da. Ortada yüksek birplatform var. Bunun
kapı kısmında Franco dönemindeki tek
partinin lideri Hose Antonio. kilise kısmın-
da ise Franco yaüyor. Franco'nun mezan,
ziyaretçilerin dolaşabiküği zeminle ayru
yûkseklikte. Beyaz mermerle kaplı. Ortada
haç, ucunda bir demet çiçek. Tavanda Isa,
Meryem, aziz fıgürleri... Tavana bakarken
mezann üzerinden geçmişim...
Raylı sisternle mezann tepesindeki haca
çıktık. Dört bir yanında, gücü, ezici üstün-
lüğü simgeleyen heykeller. Arslanın sırtına
bınmiş bir asker, kartalla uçan bir adam.
ejderha ile başetmeye çabşan bir savaşçı...
Dönüşte Filipinler'in sürgünde ölen im-
paratoru Marcos'u düşündüm. O da Ma-
nila'nın kuzeyindeki Agio dağlannı kapat-
mış, tepesine de kocaman bir büstünü
yapürmışü. 1990'da görmüştüm büstü.
Boyum, sadece kulaklan kadardı. Büstün
birkaç yûz metre önünde de Marcos'un
yazlığı vardı. Alt katındaki odalardan ba-
zılannda buradaki görevliler ve askerler
tavuk besliyordu.
Sağhklannda halklannı ütreten iki kanlı
diktatör... Birinin mezan şıp şıp damkyor,
diğerinin-evi kümes olarak kullanıbyor...
KıM
köprü100
yaşında
LONDRA
Franco'nun mezan, anıt mezardan çok dağ mezanna benziyor.Kocaman bir tepe, üze-
rinde de 5-10 kilometre öteden görülebilir de> bir haç. (Fotoğraf: Mustafa Balbay)
Sorurdubirözelyaşamınızvarsa 'özelilanlara' başvurunGazete ilanlan son birkaç yıldır insan-
lann özel yaşamlannı düzenlemelerine yar-
dımcı olmaya başladı. Tanışmak mı isti-
yorsun? Ya da evlenmek? Hatta yalnızca
bu geceyi hoş geçirmek? Hemen gazetenin
ilanlar sütununa göz aüyorsun. Daha iyisi,
özel ılan gazetesı alıyorsun. Ya da istersen
sen kendinle ilgili ilan veriyorsun; başka-
lan sana telefon ediyor veya mektup yaa-
yor. Bu kadar kolaylaştı her şey.
Gazetelerdeki ilan sütunlan giderek kalı-
nlaşıyor. İlan gazetelerinın sayısı da gün-
den güne çoğalıyor. Demek kı talep hızla
artıyor.
En "popüler" ilanlara şöyle bir bakıyor-
sun: neler yok ki!.. Her yaştan. her meslek-
ten çeşit çeşit insanlar ve öneriler...
- 19 yaşında, kültürlü, güzel bir kızım.
Boyu 1.80 den kısa olmayan. edebiyatyan
ve seyahat etmekten hoşlanan bir gençle
tanışmak istiyorum.
- 23 yaşında, uysal. sempatik bir
kadınım. Dul ve bir çocukluyum. İyi bir eş
ve baba olacak, kötü alışkanlıklan bulun-
mayan bir insanla yaşamımı birleştirmek
istiyorum.
- 25 yaşında. çok güzel ve seksi bir kızım.
Maddi durumu iyi. evi ve arabası olan bir
arkadaş anyorum. Kafkas kökenlilerin te-
lefon etmemesi rica olunur.
Bu sonuncu türden ilanlar giderek ço-
ğalıyor. Artık kadınlar yalnızca aşkla kann
doymayacağın] öğrendiklerini vurgula-
mayı seviyorlar. Kimisi taleplerini daha so-
MOSKOVA
HAKAN
AKSAY
mut koyuyor:
- Sanşın. uzun boylu, 90-60-90 ölçülerin-
de bir kızım. Biraz İngilizce biliyorum.
Amerikalı veya İngilizle. yurtdışında yaşa-
mak koşuluyla evlenmek istiyorum.
Kimi de duygulanru coşkulu bir tarzda
ifade etmeyi yeğliyor:
- Hey, müzikten ve arabayla dolaşmak-
tan hoşlanan. sporcu gençler
1
17 ve 18 yaş-
lanndaki iki kız arkadaşız ve sizin yolunu-
zu gözlüyoruz. Ses verin! (Fotoğraflılar
tercihimizdir.)
Ve hatta şu türden ilanlara rastlanıyor:
- Annemi tanıştınyorum. Eğer ciddi, so-
rumlu. evi ya da daçası olan. 55-65 yaşlan
arasında bir kişiyseniz. bana bir mektup
yazarak kendınızi anlatın.
İlanlann belki yansının son cümlesi hep
ayru:
- Seksüel amaçlarla telefon edilmemesi
rica edilir!
Pek çok ilan ise tam tersine, "seksüel
amaçlılar"a yöneliyor:
- Zengin centilmenler için sıcak geceler!
- Masaja genç kızlanz! Günde 24 saat
hizmetinizdeviz.
Bu tür ilanlar. giderek ötekilerin toplam
sayısını aşmaya başlıyor. Fuhuşun Mos-
kova"da kimseden korkusu yok artık.
Yeni sayılabilecek bir ilan türü de şöyle:
- Grup seksi yapmak isteyen kan ko-
cayız. Kültürlü. sağhklı ve güzel bir çiftle
lanışmavı bekliyoruz.
Ve daha neler neler... Kadınlar, erkekler.
eşcinseller. zenginler. yoksullar, gençler.
yaşlılar, aşkı bekleyenler, seksi arayanlar,
köşeyi dönmek isteyenler...
Rusya, zaten boşanmalan bol, aile ya-
şamı açısından sorunlu bir ülkeydi. Eko-
nomik bunalım ve toplumsal karmaşa, in-
sanlann özel yaşamını tümüyle allak bul-
lak etti. Bilmem bu "çok özel ilanlar'"
1
duru-
mun düzelmesine yardımcı olabilir mi!..
EDtP EMİL
ÖYMEN
Paris'in zarif ve romantik köprüleri,
hatta Roma'run tarihi ve anıt gibi köprü-
leri yok Londra'da nehrin güneyine geç-
mek için. İşe yarar, gösterişsiz köprüler
var.
Bugünlerde yüzüncü yılı kutlanan bir
tane var ki ama kente simge olmuş. Ku-
leli ünlü köprü bu. Bundan 25 yıl önce
bu köprüyü değil, onun yanındaki eski
demir köprüyü yenilemeye karar vermiş-'
ler. Bunu duyan bir Amerikalı zengin he-
men satın almak istemiş. İngilizler
şaşkın, olur demişler. Adam, o ünlü Ku-
leli köprüyü ahyorum diye gidip o köhne
demir köprüyü satın almamış mı? Ama
Amerikalı bu: Götürüp parça parça Ari-
zona'da tekrar monte ettirmiş. Ne biçim
öğünüyordur!
Turist gezdiren motorlarla altından
geçerken bu köprünün, turist rehberleri
pek bir zevkle, cahil ama zengin Ameri-
kalının bu tuhaf ahşverişini anlatırlar.
Amerika'da şimdi güneşin aitında yanan
eski köprünün yerine yapılan ise normal,
kişiliksiz, öylece bir betonarme. Ama
yanı başındaki artık yüz yaşında. Yazın
üç ay kapalı kaldı. Baştan aşağı onanldı,
boyandı, süslendi. Yoğun trafık kaldın-
yor, ama akın akın turist de...
Geçen yüzyılda tam bu sıralarda zen-
ginlikten ve uluslararası güçlülükten
artık sarhoş bir İngıliz İmparatorluğu
vardı. Başında da hiç ölmeyecekmiş gibi
bir Kraliçe Viktorya. Tuttuklan altın
oluyor. dünya önlerinde secdeye kapanı-
yor, hizaya giriyordu. Onlar için yok,
yoktu. Kuleli köprü işte bu görkem dö-
neminin ürünü.
Sanayi devrimi sonrası bir mühendis-
lik ürünü. Yüzyıl öncesinin makaslan,
pistonlan, manivelalan ise hala işliyor.
İki ayağı da biner ton, altından gemi geç-
sin diye 90 saniyede şaha kalkan türden.
Kenannda akıllı bir de müze kurulmuş.
Hem çocuklara hem büyüklere cazip bir
sürü ıvır zıvır. Köprünüri tepesindeki yü-
rüyüş yollan da halka açık. Yüksekten
korkmuyorsanız buyrun çıkın dolaşın.
Panoromik manzara hanr. Burası sade-
ce karşıdan karşıya gecmek için bir köp-
rü değil. tarihe adım atmak için de. Tari-
hiyle banşık. tarihini unutmamış bu ül-
kenin hem gurur, hem gelir kaynaklan-
ndan.
Pasifiğin en geniş
Cumhuriyetarşivi
Üç duvan yerden tavana ka-
dar kitaplarla kaplı bu oda
dünyanın her yerinde olabilirdi.
Duvardaki med-cezir takvimi,
bir miktar ip ucu veriyor. Bu
Hawaii'nın "Saatü Maarif
Takvimi". Bankalardan, köşe
başlanndaki içki içilen barlara
kadar her yerde göze çarpıyor.
Odanın sahibini esas ele veren
ise kapıdaki Habç posteri. Ha-
waü'de martı yok. Bu nedenle
olsa gerek. Haliç posterindeki
marü, bu özel konumunun
farkında iyice sabnıyor.
Burası Honolulu'daki
Chaminade Üniversitesi. sar-
maşıklı binalan. deniz manza-
rab bahçeleriyle bundan otuz
yıl öncesinin Robert Kolejini
andınyor. Bu odanın sahibi ise
Havvaiılilere deniz bilimleri der-
si veren bir Türk profesörü. Şu
sıradakı en büyük sorunu yedi
yılbk Cumhuriyet gazetelerini
koyacak bir yer bubnak. Düşü-
nün yedi yıl her gün Cumhuri-
yet gazetesi İstanbuldan çıkıp
otuz bin kilometre aşıp Hono-
lulu'ya vasıl olmuş, dile kolay,
iki bin beş yüz eüi alu gazete.
Öğrenci sayısı ancak bini bu-
lan bir üniversitede Türk öğ-
rencilerin yanı sıra bir Türk öğ-
renciler derneği bulmak insanı
şaşırtıyor. Dernek üyeleri arası-
nda Türk olmayan öğrenciler
de var. Rum asıllı bir Amerikalı
öğretim üyesi. derneğin tüm
toplantılanna katılıyor. Üye-
lerden bir tanesinin şiddetle sa-
vunduğu "çiğ köfte" gecesi
önerisi diğer üyelerin vetosuna
uğramış. Ancak bu üye şimdi
ısrarla laboratuvarda İbrahim
Tathses kasetleri çalarak
amacına ulaşmaya çalışıyor-
muş. Chaminade Üniversite-
sinde dünyanın değişik köşele-
rinden gelen öğrenciler olduğu
kadar uluslararası bir öğretim
üyesi kadrosu da var. Örneğin.
beni buraya seminer vermeye
davet eden Macar asılb bir tarih
profesörü ile tropik meyvelerle
donanmış bir sabah kahvaltısı
sofrasında Abdülhamit döne-
minitartıştık.
Honolulu'ya kadar gelip de
biraz rüzgar sörfü biraz da dalış
yapmadan dönmek olmaz ta-
bii. Deniz bilimcisi arkadaş ve
öğrencilerinden oluşan bir
dalgıç grubu ile adanın güney
doğu bölgesinde yaptığımız
dalışın tadı hala damağjmda.
Arada bir benim gözüme hiç
HAWAII
SELtM
DERİNGtL
çarpmayan bir deniz canlısının
başına tüm grubun toplanıp el
kol işaretleri ile birbirleriyle an-
laşmaya calışmalan da olmasa.
denizin aitında çok çabuk ge-
çen zamanı belki daha iyi de-
ğerlendirebilirdik. Deniz aitı-
nda anlaşabilmek için geliştiri-
len işaret dilini. bizim Tarzanca
bilen Türkler kolayca kavnyor.
Ancak benim elimle yapüğım
protesto işaretini, Türk profe-
sörden başka anlayan olmadı.
Amenkalı öğrenciler hayretle
süzdüler beni bir süre...
Chaminade Üniversitesi'-
ndeki en güçlü bölümler temel
bilimler ağırlıklı. Kimya. biyo-
loji, fızik, matematik bolümleri,
değişik araştırma kurumlan-
ndan sağladıklan mali destekle
araştırmalannı sürdürüyorlar.
Üniversitedeki diğer popüler
bölümler, İş İdaresi ve MBA
programı, Basın-Yayın ve İç
dekorasyon bolümleri. Özellik-
le Uzak doğu'dan gelen ve iyi
İngilizce bilmeyen öğrenciler
için bir de İngilizce hazırlık
programı var.
Chiminade'dan aynhrken bir
Hawaiih güzel. boynuma çiçek-
ten bir kolye taktı ve Hawaii
göreneklerine uygun olarak ya-
nağıma bir öpücük kondurdu.
Ancak daha sonra Tarlabaşı
göreneklerine de maruz kalıp
bazı bıyıklılar tarafmdan, hem
de iki yanağımdan öpüldüm.
Honolulu'dan aynlacağım gece
Temel Bilimler binasının av-
lusunda oturup güneşin
batışını, Hawaii mezeleri yiye-
rek seyrettik. Masadakiler bu
zavallı tarihçiyi bir anda unu-
tup Filipinler'deki yanardağın
Hawaii'deki güneş baUmını
nasıl etkilediği yönünde teoriler
üretmeye başladılar. Yaşam-
lanndaki bilim-doğa-dostluk
arasında sınırlar bulunmayan
bu insan topluluğunu daha da
çok sevdim. Chaminade Üni-
versitesi'nin en kalabalığı otuz
kişilik olan sınıflannda öğrenci
olmayı düşledim. Ancak yedi
yıllık Cumhuriyet gazetelerinin
nereye konacağı bir türlü çö-
zümlenemedi.
Falcılarııı
vıırgun
ıııevsiıııi
\ ivana'nın en gürültülü çanı Stefan kilisesinde.Bu
çan Türklerin Viyana'ya en haşmetli katkısı.Türk
kah>esinin hasını da Bayan Havelka'nın cafesinde
içebilirsiniz. Bayan Havelka 70'ini çoktan asmış.
Viyana'ya Türkmirası: Çanve kahveViyana'nın en büyük ve en gürül-
tülü çanı Stefan kilisesinde. Tam 13
ton ağırlığında olduğu söyleniyor.
Viyana'ya Türklerin en haşmetli kat-
kısı bu çan. Merzifonlu Kara Musta-
fa Paşa. Viyana'yı kuşatıp da ele ge-
çiremeyince birçok ağırlığı da orada
bırakarak dönmüş. Geride kalan ga-
nimetler arasında toplar ve top mer-
mileri de vardır. Viyanalılar, bu de-
mirden yapılmış toplan ve top mer-
milerini eritirler ve Stefan kilisesinin
çanını yaparlar.
Türklerin Viyana'ya katkılan bu-
nunla kalmamış. Osmanlı ordusu çe-
kilip gidince geride bıraktıklannı
aralannda paylaşan Avusturyalılar,
çuvallar içindeki kahverengi çekir-
deklerin bir türlü ne olduğunu anla-
yamazlar.
Önce çorbasını kaynatırlar olmaz,
zehir gibidir dökerler. Fasulye sanıp
pişirirler, deve yemi sanıp develere
yedirmeye kalkarlar. Bir türlü çuval-
lar içindeki kahverengi çekirdeğin ne
olduğunu keşfedemezler.
Kuşatma sırasında iki ordu ara-
sında tercümanlığı Polonya asıllı
Kolzetzky isimli bir Türkiyeli Erme-
ni yapmıştır. Türkleri iyi tanıyan
Kolzetzky. Türkçeyi de güzel konu-
şur. Yeniden Kolzetzky'e başvurur-
lar. Kolzetzky, çuvallar içindeki kah-
verengi çekirdeklerin kendisine veril-
mesini ister. Onlar da bu acı çekir-
VİYANA
deklerin Kolzetzky-
nin olmasını kabul
ederler.
Bir söylentiye göre
Avrupa'da Türk kah-
vesi geleneği böyle or-
taya çıkar. Kolzetzky
bu kahveleri alır ve
Viyana dördüncü bölgede bir Kol-
zetzky adlı bir kahvehane açar. Bu
kahvehane hala varlığmı sürdürü-
yor. Kahvenin bulunduğu sokağın
adı da Kolzetzky. Viyana'ya giderse-
niz Türk kahvesinin hasını içmek
için mutlaka bu kahveye gitmek ge-
rekirmiş.
Viyana'lı arkadaşlar bu eksikliği
gidermek için bizleri Cafe Havelka"-
ya götürdüler. 70'ini çoktan aşmış
Bayan Havelka, kahveleri kendi elle-
riyle pişirip getirdi. Kahve tepsi için-
de, yanında bir bardak suyla bırlikte
Türk usulü ikram edıldi. Şekeri de
küçük bir kasenin icindeydi Kaşık
da su bardağmın üzerine konmuştu.
Her şey geleneksel alışkanlıklanmıza
uygundu. Şimdi birçok Türk kahve-
hanesinde kalkan bu alışkanlık hala
Cafe Havelka da sürüyordu.
Cafe Havelka, Viyana Operası"-
ndan çıkmış kibar bayanlar ve bay-
larla, saçı sakalı birbirine kanşmış
Avusturyalı entelektüellerle, sınav-
dan yeni çıkmış her milliyetten öğ-
rencilerle ağzına kadar doluydu. Bü-
ORAL
ÇALIŞLAR
yük bir görüntü
zıtlığı içinde herkes
iç içe kahvelerini hö-
pürdetiyordu. Ba-
yan Havelka ise
müşterilerine laf ye-
tiştirmek için ora-
——^— dan oraya koşuştu-
ruyordu. Havelka. Viyana'nın en ki-
bar ve en merkezi yerinde. Bu kibar
mekanın içinde Cafe Havelka eski
püskü mermer ve tahta masalanyla,
eski usül sandalyeleriyle tam bir
zıtlık oluşturuyor.
Havelka üzerine Viyanalı şairler
sayısız şiirler yazmışlar. Son zaman-
larda bu şiirlerden binsi ülkenin en
popüler şarkılanndan birisi haline
gelmış. Şarkıya göre çıplak bir va-
tandaş Cafe Havelka'ya geliy or, her-
kes ona bakıyor, o da Viyanalı ente-
lektüellere müstehcen şarkılar söylü-
yor.
Viyana"nın operası, müzeleri. ille
de kahveleri. Bir de çok sayıda sevgj-
lısiyle Kraliçe Mane Theresa. Cafe
Central'a da uğradık. Lenin ve Troç-
kı, Sovyet devrimi öncesi sürgün yıl-
lannda bu kahveyi mesken tutmuş-
lar. Cafe Central. Cafe Havelka'nın
tersine haşmetli vegösterişli. Fiyatla-
n da ona göre pahalı.
Viyana'da Türkler 300 yıl sonra
yeniden Viyana'yı kuşatıyorlar. Dış-
tan ele geçiremedrkleri bu şehri bu
kez içten etkilemeye çahşıyorlar. Ya-
bancı işçiler. sendikalarda oy kulla-
nıyor. ama temsilci olamıyorlar.
Dünyada ömeğine az rastlanan bir
kurum olan ülkede çalışan tüm işci-
lennüye olduğu Viyana İşçiler Odası
Başkanı(Sendikalardan ayn bir ku-
rum) yabancı işçilerin de temsilci ve
sendika yöneticisi seçilmelen için ça-
lıştıklannı söyledi. Onümüzdekı dö-
nem çıkan yasalarda bu konuyu
gündeme getireceklerinı açıkladı
Türkler. Av usturya'da hayatın her
alanında eşit yurttaş haline gelebil-
mek için olağanüstü çaba harcıyor.
Viyana Okullar Kurulu İcra Konse-
yi Başkam Dr. Kurt Scholz, çok sayı-
da Türk'ün etkili yerlere geldiğini ke-
yifle anlatıyordu. Arkadaşı olan bir
Türk sinema yönetmeninin başa-
nlarından söz ederken gözlerinin içi
parbyordu. Türk işadamı Hasan Te-
oman, Başbakanın sözcüsü Karl
Krammer'in sınıf arkadaşı ve yakın
dostu. Teoman'ın bir başka sınıf ar-
kadaşı da ülkenin ünlü TV program-
cısı Dr. Helmut Brandstatter. Ikisiy-
le de Türkiye üzerine güzel konuş-
malaryaptık.
Türklerin Av usturya'da çözülmesi
gereken çok sorunlan var. Stefan Ki-
lisesinin çanı ve Türk kahvesi her
şeye yeniden başlamak için iyi bir mi-
ras. türkler bu mirası iyi kullanıyor-
lar.
Chıcago'da sonbahan yazmak için
bekledim; dört mevsımin bahar fası-
llannı birazık es geçen bir ülkeden gel-
diğimden hatta epeyce sabrettim. Daha
eyîül ortalannda ağaçlar uçlanndan san
bir alevle tutuşmaya başladığında gitti
kaleme elim. Bekledim. O'Henry'nin
öyküsünde, ölmek için son yaprağın
düşmesini bekleyen zatürreeli kızcağız
gibi sonbahan yazmak için penceremde-
ki dev meşe ağaanın sonbahar senfoni-
siyle alev alev yanmasına kadar bekle-
dim.
Chicagoda sonbahar hem umut hem
umutsuzluktur: kış bastırana kadar
kendini yenileme. iç huzurunu dengele-
me ve karar verme korkusuyla baş ba-
şadır insan. Kuruyup düşen her yaprak
bir ihtardır; sonbahar ağaçlara meydan
okumadır. işin ucunda kış ortasında cas-
cavlak kalakalmak vardır.
Güneş el etek çektikçe kalplerin da-
raldığını bilen falalann vurgun mevsimi-
dir sonbahar. Süpermarketlerin önlerin-
deki arabalann sıleceklerine sıkıştırmak
için matrak broşürler bastınrlar:
"İçiniz mi sıkıbyor
Linda'yı arayın
Tarot falı baktınn
Geleceğe mutlu bakın"
Kapkaççı falalara para vermek ap-
tallıkü ama sonbahann mistik büyüsüne
kapılmamak da imkansız... İşte sırf bu
yüzden. eski bir Tay tapınağında elimi
Budist rahibe uzatmıştım: sonunda Tay-
landlı Tamy, beni alıp şehrin doğusun-
daki tapınağa götürmüştü. Tapınağın
abartılı, altm yaldızlı süslemeleri ve tu-
runcu sanlı Budist rahip sanki yıllardan
beri sonbahann aynlmaz bir parçasıydı-
lar. Kulağıma çalınan tekdüze Tay mü-
ziği, kuru bir yaprağın rüzgardaki
hışırtısı kadar hafifti. Rahip çekik gözle-
rini avucumdaki kader haritasına bilgece
dikmiş, sırnnı çözmeye çalışıyordu.
Rahibin avucundaki elim terlemeye baş-
lamıştı. yine de bu gücün beni Buda'nın
ülkesi Tibet'e kadar sürüklemeyeceğin-
den emin değildim.
Chicago'daki guzelim sonbahan
bırakıp bir yere kımıldayamayacağımı
adım gibi biliyordum. Buralarda kasım
sonuna kadar kışın lafı bile edilmezdi;
üstelik daha çalınacak koca bir sonba-
har senfonisinin notalan duruyordu se-
tin sehpasında...