Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURJYET 6 OCAK1993 ÇARŞAMBA
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Radyasyon SorunuveSommsuz Devletliler!
Prof.Dr. ŞARMAN GENÇAY ITUNükleer En. Ens.
E
ski Sanayi ve Ticaret Ba-
kanı Sayın Cahit Aral'ın
pişmanlık itiraflan ve
Türk halkından özür di-
lemesi üe Çernobil olayı
yeniden gündeme gel-
miştir. Bu beyanJa iJgili oJarak önce-
lilde şu saptamayı yapmakta yarar
vardır; beyanda ifade edildiği gibi er-
ken uyan sistemiennın bulunmaması-
nı olayın bir tek ve önemli suçlusu ola-
rak göstermek gerçekçı değildir. Bir
ûJkeye nükleer saldınlar olduğunda
patlamalann merkezınden hızla yayı-
lan ve atmosferle taşınan radyas-
yonun izlenmesi yaşamsaJ bir önem
gösterir. Bu dunımda erken uyan sis-
temfcri, patlama merkezleri etrafında-
ki yakın ve uzak yerleşim yerleri ve
açık alanlar için durum saptaması ya-
par ve halkın sağlığı için önlem alın-
masına yardımcı olur. Kurtarma faali-
yetlerinin planlanmasında büyûk rol
oynar. Çernobil gibi bir olayda da bu-
nun yararlı olacağı açıktır. Ancak,
yüzJerce kilometre uzakta kaza yapan
bir reaktörden yayılan radyasyonun
ûlkemize ulaştığı konusunda halkımı-
zı bilgi sahibi edemememizin nederü
olarak erken uyan sisternlerinin yok-
luğunu göstermek doğru değıldir.
Kaza. uzakta ve kuzeyimizde meyda-
na gelmiştir. Rüzgâr durumu ilk anda
bizden yana olmuş, radyasyon yüklü
külkri İcuzeye sürûklemiştir. Bu aşa-
mada, dünya olaydan haberdar ol-
muş, atmosferik oluşumlar akı bir şe-
kilde izlenmiştir. Yurdumuza rad-
yoaktif tozlan Laşıyan atmosferik ko-
şullar oluşmaya başladığında halkımı-
an sağlıgı için gerekli önlemlerin aü-
nmasına başlanabilirdi. Basıt rihazlar-
la dahi radyasyon varhğı belirlenebilir,
bunun için adam ve cihaz olanaklan
seferber edilebilirdi. Yinelemek iste-
rim, eldeki olanaklar böyle bir olayda,
halkın önJem almak üzere uyanlması
için gereken bilgiyi sağlamaya yetecek
kadardı. Gereken çaba göstenlmış
olabilir. Eğer radyasyon dûzeyi yük-
sek bulunmuş ya da rasyasyon ölçüm-
leri yapılamamış ise insanlanrnız uy-
gun bir şekilde bilgilendirilmeliydi. Bu
konuda gereken incelemeler yapı-
lmalı, o gûnlere geri dönülrnelidir.
Bunlann demokrasi ile ilgisine gelince:
Sayın eski Bakan'ın, bugûn üzüntü
duyduğunu söylediği o günlerdeki
davranışını düşûnürsek, o zamanlar
kendisine inananlann ya da inanma-
dan kafa sallayanlann bugün pişman-
lık içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.
Acaba o zamanlar Sayın Bakan'a
inanmayanlar neden etkiü olamadı-
lar? O günleri anımsıyorum da üniver-
atede öğretim üyeleri üzerinde ağır bir
baskı. ağzıru açıp konuşmak isteyenler
sanki vatan haini, dinsiz ve imansız.
Anımsaünm Sayın Bakan'ın sözünü:
"Dinine imanına bağh hiç kimse Tür-
kiye'de radyasyon var diyemez". Kar-
şıt görüşlülere gözdağı, aynı şekilde
düşünmeyenler hain. Ileri, demokra-
tik toplumlarda böyle şeyler olamaz.
Bu örnek, yaşam biciminin demokra-
tik olmamasırun ne anlama geldiğini
en açık bir şekilde göstermektedir.
Gerçekten demokratik bir ülkede de-
mokrasiyi yaşam biçimi olarak özüm-
semiş bir toplumda. buna ne bir bakan
cesaret edebilir, ne halk kabul eder, ne
de öğretim üyeleri ve araştırmacılar
böylesine hiçe sayılabilir ve sessizliğe
mahkûm edilebilir. Bizde ise konu ile
Türk Atom Enerji Kurumu dışmda, il-
gili üniversitelerden biJe yeterince ses
çıkamadı ve çıkamazdı. Bunun başlıca
iki nedeni vardır: Binndsi, yukanda
sözü edilen açık ve ağır baskılar ile öğ-
retim üyeleri üzerine, YÖK ve hükü-
met kaynak gösterilerek yapılan ağır
baskılardır. Bu tür baskılara fazla bir
kanıt gösterilemez, herkes birbirini
korkutur. Ancak, o gûnkü belgeler iyi-
ce taranmalı ve baskı öğelerini içeren-
ler saptanıp gereken yapılmalıdır. öğ-
retim üyeleri üzerine kara, ağır bir bu-
lut çöktürülmüştü. Dinsiz imansız
suçlaması yapılmış, vatan hainliğine
giden yol gösterümişti. Cesaretli çıkış
yapan saygıdeğer bir öğretim üyesine,
yetkililerden, basında da yayımlanan.
hakaret dolu bir mektup gönderilmiş-
ti.
Yozlaştınlımş bilim kadrolan
fkinci neden, öğretim üyeleri toplu-
luğunun, hakkmda çok yazı yazıldığı
şekilde bozulmuş olmasıdır. Değer
yargılannın erozyona uğramjşlığı,
başka bir deyişle etik yozlaşma, konu
edilen bu kara bulutun etrafında türe-
yiveren yandaşlar. Zamanın Sanayi ve
Ticaret Bakanı. öğretim üyelerini üni-
versitede toplayıp "Güneş görmüş ine-
ğin sütünde güneşgörmemişine oranla
daha fazla radyasyon vardır" demişti.
Bu tür tuhaf bilimsel açıklamalar, bu
konuda yetkili kılınmış kişilerin ağzın-
dan dinlenip ağlanacak haiimize gü-
lünmüş, dinsiz imansız olmak göze ah-
namayıp ses çıkartılamamıştı. Şimdi
kimse bize neden ses çıkartmadın de-
mesin. Açıkçası söz söylememiz ya-
saklanmıştı ve radyasyonla ilgili veri-
ler elimizde yoktu. Radyasyonla ilgili
kesin saptamalar her laboratuvarda
yapılamazdı. Eksıkleri gidermek için
yetkililerin desteği, çalışma ve gerekli
İcoşullan sağlamak olanağı-4
yoktu.
Bizdeâdettir, tüm ağır koşullara karşın
neden kahramanük etmedin derler.
Ağzını açanı yaşadıgına pişrnan eder-
ler. Kaldı ki ağzını açıp teknik bir ko-
nuda konuşmak elde tutulur bir ispatı,
bir teknik çalışrnayı gerektirir. Bu or-
tam yok edilmişse ve sağlamakta ola-
naks.dıklarla karşılaşılıyorsa zaten
konuşmak kolay değildir. Televizyona
çıkan yetkililer küçuk dağlan biz ya-
rattık djyen, sorumluluk alaniannda
diktator olma hevesüleriydi. Her şeyin
doğrusunu bilen ve kimseyi umursa-
mayan kişilerdi. Şimdi bir yetkili piş-
manlık duyuyormuş. halktan ÖZÛT di-
liyormuş. Suçhı kim? Suçlu bu top-
iumun yaşamının yeterince demokra-
tik olmaması. 1986 yılında Türkiye,
özellikle yaşam biçimi ile demokratik
bir ülke olsaydı yukanda çizilen sah-
neleroluşamazdı. Hiçbiraletle radyas-
yon ölçümü yapmamış olanlar Ûgili
komisyonlara alınamazdı. Eş dost ka-
yırmak için projeler verilıp projeler ip-
tal edilemezdi. Demokratik yaşam bi-
çiminden payını almarruş toplumlarda
radyasyon, dediğirn dedik yetkililerin
gölgesinde daha bir zararlı olur. Kısa-
cası, radyasyonla ilgili endişelerde ger-
çek ortaya çıkartılmah, sonuca göre
sorumlular haJckında gereken ya-
pılmabdır.
Öte yandan diyelim ki endişeler yer-
sizdir; eski Bakan yanılmaktadır ve
tüyler ürperten bir şekilde zevk aJdığı
(gazetelerdeki beyana dayanarak yaa-
yorum), komşumuz ülkelere yüksek
radyasyonlu yıyecek malzemesi sat-
mamız olayı da gerçek değildir, rad-
yasyon düzeyinin yüksekliği konusun-
da da Sayın Bakan yaniışbk yapmak-
tadır. Yine de başımızj ellerimizin
arasına alıp düşünmeliyız. Büyük Mil-
let Meclisi'nden çıkıp raflan dolduran
ve dolduracak olan son derece demok-
ratik yasalar, yaşam biçimimizı de-
mokratik kılabibyor mu? Bu sorunun
yanıtı olumlu olsaydı, şu radyasyon
sonınunda resmi yetkililer bizi böyle-
sine sûrü yerine koyamazdı. Üniversi-
te çevrelerinin ağzına kilit vurulamaz-
dı. Resmi laboratuvarlarda alınan so-
nuçlar, üniversite laboratuvarlannda
alınan sonuçlaria karşılaştınlır ve bu
laboratuvarlann varsa eksiklikleri
hızla gideribneye çaüşıhrdı. Böyle bir
anlayış ve birHİcte çabşma ortamı ya-
raülmasını beklemek herkesin hakkı-
dır.
Sonuç
Radyasyonun verdiği zararlar top-
lumun demokratik yaşam biçimini
özümsemiş olması ile böylesine sıkı a-
kıya ilgilidir. Daha ileri gideceğim,
kaza yapan reaktör bir komünist ülke-
de değil, gerçekten demokratik bir
Batı ülkesınde olsaydı bu zaran ver-
mezdi. Çünkü, güvenlik önlemleri,
toplum ve bireye değer veren bu ülke-
lerde daha gerçekçi ve daha iyi bir şe-
kilde alırur. Nitekim demokratik Batı
ülkelerinde de reaktör kazalan olmuş
fakat gelişmiş Baü reaktörleri bu tür
zarara neden olmamışur.
ARADABIR
Prof. Dr. MÜSTAFA ALTEVTAŞ
.' K1K ve Pazarianan
Koltuk: Rektörlük!
1980li ve sonraki yılların yıkıma uğrattığı kurum ve de-
ğerlerden en önemlisi "üniversite" ile "üniversite öğretim
üyeliği" olrnuştur. Bir yaşam biçemi oJması gereken üni-
versite, bilimin yeniden ve yeniden üretildiği ve öğretildiği
yer olarak dürüstlük, çalışkanlık, herdoğrunun akıl süzge-
cinden yeniden ve yeniden geçirilmesini dayatan bilimsel
kuşkuculuk ve hoşgörü ilkelerine dayanmalıdır. Üniversi-
ter yaşam biçeminin en hızla aşındırılan değerleri, bu ilke-
ler olmuştur.
19801i yıllarda bir yandan "serbest piyasa" söylemi
pompalanıp, "köşe dönücülük ve işbitiricilik" mitleştirilir
ve sosyal devlet anlayışı mahkûm edilirken, "kul ve köle"
yaratımına dönük bir eğitim sistemi kurumlaştırılmıştır.
Törensel nitelik kazanan el-etek öpmeler, el öpme kuyruk-
larında yer tutan bakan, milletvekili, dekan ve rektörler,
çikar karşılığında dağttılan akademik unvanlar "son arzu-
ya" dayandınlan rektörlük ikramları, yaşanan değer eri-
mesinin bir kesimdeki örnekleri olarak içimizi karartmak-
tadır.
Rektörlük atamaları öncesinde "devletiüler"e sunulan
akademik unvanlar eski-yeni tüm devletlüleri baştan çıka-
rırken, doksan derecelik açıya dönüşerek el öpen dekan
ve "rektör olarak ölmek" arzusuna uyularak yapılan ata-
malara kurumlanmız ve insanlarımız yeterli duyarlılığı
göstermediğinden, mide bulandıran bu davranışlar sür-
mektedir.
Yıkımın bir başka göstergesi, aklın önündeki engelleri
bilimsel yöntemlerfe kaldırması gereken üniversitenin gi-
derek medreseleştirilmesidir. Üniversite yaşam biçemi,
giderek "naklin" egemenliğine terkedilmiş ve "diplomalı
bilisiz" üretim merkezine dönüştürülmüştür.
Üniversitenin dûşürüldüğü durumun analizinde, kullanı-
lacak araçlardan birist de üniversiter makamların nasıl
ele geçirildiğinin ve elde tutulduğunun ortaya konulması-
dır. 1980li yıllardan bu yana dağıtılan "fahri akademik un-
vanlann" gerekçeleri ve tarihlerj konusunda yapılacak bir
araştırma, üniversitenin yüzakı olmayacaktır.
Üniversiteyi daha da kimliksizleştirecek ve üniversiter
yaşam biçernini daha da bozacak gelişmeteri basından iz-
lemekteyiz. Üniversitenin kendi içlerinden seçilen organ-
ları eliyle yönetilmesini sağlamayı programına koyan hü-
kümet, bu alandaki yozlaşmayı arttıncı adımları, 3826 ve
3837 sayılı yasalarla gerçekleştirmiştir.
özerk ve özgür üniversiteyi yaratmak sözü veren hükü-
met, 3826 sayılı yasanın geçici birinci maddesi ile yeni ku-
rulan 21 üniversite ile 2 yüksek teknoloji enstitüsünün rek-
törlerinin belirlenme yetkisini Milli Eğitim Bakanı ile baş-
bakanın önerisine bırakmıştır.
Üniversite rektör adaylarının belirlenmesi yetkisinin si-
yasal otoriteye bırakılması, MEB ile Başbakanlık'ta özel
ofislerin kurulması, rektör adaylarının saatferce bakan ya
da başbakan kapılarında beklemeleri sonucunu yaratmış,
rektör olmak isteyenler; siyasal kanalları çalıştırmak ve
kendilerini siyasal otoriteye beğendirmek için yoğun bir
çabaya sokmuştur. Hemen her aday adayı, kendisini öne-
recek parti ilçe-il başkanı, milletvekiti ve bakan arayışına
girişmiştir. Görev isteminde öne çıkan, yönetsel deneyim
ve bilimsel yetenekten daha çok, kendilerini önerecek si-
yasal kadrolara daha iyi hizmette bulunacakları ile üniver-
siteyi bu çevrelerin hizmetlerine sunabilecekleri konusun-
daki ikna güçleri olmuştur.
3837 sayılı yasanın ek 30 ile geçici 23 ve 24. maddeleri,
siyasetçinin elini, üniversite ve üniversite öğretim üyeliği
mesleğinin içine iyice daldırma olanağını vermiştir. Bu
maddeler ile MEB, yeni açılacak fakültelerin hangi illerde
ve ne zaman açılacağına, hangi öğretim elemanının yetiş-
tirilmek üzere yurtdışına gönderileceğine, Bakanlar Kuru-
lu ise yasama organının yetkisini üstlenerek yeni fakülte
ve yüksekokulların açılmasına karar verecektir. Bunların,
yakın gelecekte üniversiter yaşam biçemini ve öğretim
üyeliği mesleğini, bugünü de arattıracak biçimde, ne bi-
çimde yozlaştırıp kirleteceğini hep birlikte gözleyeceğiz.
OKURLARDAN
Biyotoji öjretmenteri
Bizier, Eğitim Fakülteleri'nin biyoloji öğretmenliği
mezunlanyız. MEB yeni öğretmen atamalan için
yayınladığı genelgede bizlerin de isterşek sınıföğretmeni
oiarak başvurabiîeceğimizi belirtti. Birçoğumuzişsizkalma
korkusuyîa istemeyerek başvurduk. Fiak ve kimya
mezunlan kendi branşlannda başvurdular ve kabul edildı.
Aynca yeni kredili sistemde biyoloji dersi müfredaiı uzatıldı
ve taşrada çoğu lisede bu ders kaldınldı. Gelişmiş ülkelerdc
en can alıa ders olan biyoloji ülkemizde neden önemini
yitiriyor? Bakanlık bu ayncaiığı neden yapıyor? Bizier sınıf
öğretmeni olarak ne derece başanlı oluruz? A.Firat GÜn
TARTIŞMA
Bir mahkeme karan
2
8 Arabk günlü
Cumhunyet
Gazetesi'nde
Eskişehir Idare
Mahkemesi"nin
verdiği yüriitmeyi
durdurma karanyla
ilgili ilginç birhabcrokuduk.
Mahkeme, öğrencilerini döven
bir lise müdürünün,
mûdürlükten alınarak
öğretmen olarak atama
ışfemini durduruyor.
İdare mahkemelerinin
yürütmeleri durdurma
kararlan elbette yetkileridir. Ne
var ki ilgili mahkeme bu
karannı verirken çok önemli
bazı yanhşlar yapıyor. Yetki ve
takdır haklannın dışına
çıkıyor. Mahkemelerin
yetkileri yasalarla belırli olduğu
gibi'takdir'yada
'değerlendirme' haklan da
sınırsız değildir.
Bakınız karar metninde ne
deniyor: "Öğrenci dövme,
deneyimb' veçok başanb
olduğu anlaşılan okul
müdürünün öğretmen olarak
naklini gerektirmemektedir."
Bu konu bir mahkemenin
takdir edecegi, daha doğrusu
dokunacağı bir konu değildir.
Bu konuyu değerlendinnek,
ancak ve yalnız bireğitimcinin
işidir. Eğer mahkeme bu
görüşünü bıreğitimci bilir
kişinın, raporuna
dayandırmadan karar metnine
koyduysa işdaha da kötü. Bu
yönde bir raporu eğitimci
bilirkişinin mahkemeye
verebileceğıni de sanmıyoruz.
Deneyimli ya da başanb olma
birkimseve 'dövme' veya 'suç'
işleme hakkını vermez. Böyle
olunca mahkemenin, "dövme,
okul müdürlüğünden alınarak
öğretmen olarak atanmasını
gerektirmez" demesi doğru
olamaz. Mahkemenin; olayı,
yanhşdeğerlendirdiğmi ve
'yanb' düşündügünü gösterir.
Mahkemeler elbette karar
verirken bazen sanıklar lehine
hafifletia nedenlerararlar.
Ama olayırruzda ele alınan
neden bunlardan değildir.
Hafifleticiyi davalı değil, davacı
olan taraf gündeme geürir.
Aynca bu konuda bıriyi hal
değerlendirmesı yapma da
doğru olamaz.
Yine kararda deniyorki
"Öğrenci dövme idarecibk
görevının üzerinden alınarak
öğretmen olarak atanmasını
gerekürecek ağırbkta değildir."
Bu da birmahkemenin
takdirini aşan konudur. Eğitim
işfevinde kaba kuvvetin şu ya
da bu şekilde yeri olamaz.
Eğitim işlevinde yeri obnayan
bireylemi mahkeme nasıl ve
hangi yetkiyle değerlendirmeye
abranlaşıbrşe> değil...
Mahkeme, "Öğrendsini döven
biri öğretmen olarak
atanamaz"deseydi, kendilerini
alkışlardık. Keşke böyle bir
karar haber olarak
yazılmasaydı. Dileriz
hukukçulanrruz bunu başka
açılardan da değerlendirir.
Niyazi Ünsal
Emekli Eğitimci
Trabzon'da gelişme
I
nsan doğup büyüdüğü,
kimliğını ve kişiliğini
bulduğu. yaşamının ve
kültürünün aynbnaz
parçası saydığı bir kente
uzunca biraradan sonra
giderse nelerdüşünür, neler
duyumsar? Trabzon'da dolu
dolu geçirdiğim ve her
dakikasını olabildiğince
değerlendirmeye çalışüğım son
)irmi günün izlenimleri:
Trabzon, öteden beri Doğu
Karadeniz'in "eğitim ve kültür
merkezi"dir. Sanayi alanında
atılım yapmayan kentimiz,
açığını kültürel yatınmlarla
kapatmaya çabşıyor, 30 yıl
önce, at arabalanyla yapım
alanınakum vecakıl
taşıdığınnz Karadeniz Teknik
Üniversitesi. hergeçen gün yeni
fakülte ve bölümleriyle dev bir
eğitim anıtı olarak gelişimini
sürdürüyor. Bunun yanı sıra
mesleki ve teknik
yüksekokullar, bölgenin
gereksinim duyduğu nitelikb
insan gücünü yetiştirmeye
çahşıyor. Trabzon, ülkemizin
okuilaşma oranı yüksek
kentlerinden biri durumunda...
Trabzon'da gözlediğim en
sevindirid gelişmelerden biri de
kültürkummlanna hızla
yenilerinineklenmesi... Bir
zamanlann Amatör Tiyatro
Topluluğu'nun yerini
şimdilerde ödenekb Trabzon
Devlet Tiyatrosu'nun abnası,
bankalann sanat galerisinin
yanı sıra Trabzon Devlet Güzel
Sanatlar Galerisi'nin
kurulması, önemli tarihsel
mekanlann Hamamizade
Kültür Merkezi, Mahmut
Goloğlu Kültür Merkezi,
Hüseyin KazazKültür
Merkezi adıyla kültür ve sanat
etkinb'klerine açılması, beni çok
etkiledi. 30 yıl önce 'Kilitli
Dünya' röportajıru yapmak
SllSan HlJIIt YlJİe ILLUSTRATIONAMERICANSHOVVCASE
PENCERE
için gitüğim cezaevini, bugün
çok amaçb birkültürmerkezi
olarak dolaşırken duyduğum
coşkuyu anlatamam! Ünlü
Sultanahmet Cezaevi'nden
önce Trabzon Cezaevi'ni sanat
etkinliklerine açan Trabzon
Belediyesi'ni ne denli övsem
azdır!
Bu kısa 'kültürel gezinti'de
Trabzon'un parkîanndan hiç
söz etmezsek haksızlık olur.
Trabzon'da, çocukluğumun
Ganitası'ndan, ilk gençük
yıllanmın 'AşıklarParkı'na dek
tüm gezinme, dinlenme, soluk
ahna alanlan yeniden
düzenlenmiş. Eskilere yenileri
eklenmiş. Kıyı boyunca çağdaş
oturma yerleri, çay bahçeleri
açılmış. Parklar, tarihsel
kabntılarla, sanat yapıtlanyla
zenginleştirilmiş. Buralara,
Jbrahim Cudi Efendi'den
Sabahattin Eyüboğlu'na, Faik
Ahmet Barutçu'dan Hasan
îzzettin Dinamo'ya uzanan bir
düşünsel zenginlik içinde,
Trabzon'un eğitim, kültür,
sanat ve pou'tika yaşamında iz
bırakmışinsanlann büstlerinin
konulması ise ayn bir
değerbüiriik ömeği.
Bunca olumlu, iç açıcı
görüntünün yanmda,
Trabzonlulann yakındıklan
konulann başında trafık
karmaşası geb'yor. Ankara'da
Okumayan aydınlanmız...
F
olklor teriminin
ilk kez bir bilim
dabnının adı
oiarak
kullanılmasına
ilişkin 20 Arahk
I992tarihindeki
Sayın MusaSe>ircı'nin
1942'den beri süregelen
yanbşlığı seçkin Cumhunyet
gazetesi okuruna aktarması
yanıltıcıdır.
Bizim daha önce ortaya
koyduğumuz belgelere (Türk
Folklor Araştırmalan Dergisi,
s.351,Ekim!978ileFolklor
Dünyasından, Ankara 1991,
s.9-14)dayanarak
kanıtladı&mız bilgilerin
oknnmadığını düşünerek >eni
bulduğumuz belgelerle bu
konuyu yine gündeme
getirmiştik. (Türk Dili. s.486.
Haziran 1992).
Ancak aradan geçen 14 yılda
Sayın Seyirci gibi konumuzla
yakından ilgilenen bir uzmanın
bile bu yazılan görmediğini
Cumhuriyet'te okumak en
azından üzüntü veriyor.
Özetlemek gerekirse, bu bilim
dabna biünçü olarak ad koyan.
aktanldığı gibi W.J.Thoms
değil, ondan 64 yıl önce 1782'de
Alman yazar Fr. Ekkard'dır.
Yine 1813te Alman
araştırmacı J.F. KnafTel bu
yeni bilime verilen
"Volkskunde" terimini
kitabında bilinçli bir biçimde
kullanmıştır.
Kitaplık müdürü olan W.J.
Thoms'a bu kelimeyi sadece
Ingilizceyı çevirmek kalmış,
Ambrose Merton takma adıyla
(!) dergideki mektubunda
kullanmıştır.
Aydınlanmızın yanlışlardan.
neredeyse Kızılay Meydanı'nıri
bile trafiğe kapaülmasının söz
konusu edildiği günümüzde,
Uzunsokak'm hala taşıtlara
açık tutulmasuun haklı bir
gerekçesı olabilir mi? Adı
'cadde' olan bu daraak
sokakta insanlar, artık
'JcelebekJer gibi özgür' obnak ve
çiğnenme korkusuna
kapımıadan dolaşmak
istiyorlar Dinamik Belediye
Başkanı Sayın Altay
Aktuğ'dan, Trabzon ve
Trabzonlu daha büyük
hizmetler, daha büyük
başanlar bekliyor.
ArillaAşut
Gazeteci-Yazar
saplantılardan ve
kopyacılıktan kurtulupgerçek
belgelere eğilmeleri ve
okumalan dileklerimle... Bu
bir...
İkincisi de "Halk Bilimi" gibi
ğüzelim Türkçesi dururken
yabancısından vazgecelim..
Prof.Dr. Nevzat
Gözaydm
Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Halk Bilimi
(Folklor) Anabilim Dalı
Başkanı
Kııklamn Kuklası...
Avrupa'nın ortalık yerinde göz göre göre Müslüman-
ların canına okunuyor.
Hesabı da tutuluyor...
Kaç bin Müslüman toplama kamplarına götürülmüş?
Kaç bin kişi öldürülmüş? Kaç bin kadının ırzına geçit-
miş? Kaç bin kişi sakat kalmış? Kaç bin kişi yurdunu bı-
rakıp göçmüş? Televizyonda görüntüler sunuluyor,
rakamlar veriliyor, her şey ortada, açık seçik, gizlisi ka-
paklısı yok.
ikinci Dünya Savaşı'nda Nazi vahşetine parmak ısır-
tan bir canavarlık karşısındayız.
Çünkü İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler'in toplama
kampları gözlerden ıraktı. Bu kez öyle değil. Aradan ge-
çen kırk yıl içinde dünyada iletişim devrimi gerçekleşti.
Artık herkesin evinde televizyon var; herkes her şeyden
haberli. Eğer insan kulaklarını tıkamazsa, gözlerini ka-
pamazsa, Bosna - Hersek'te kurulan mezbahadaki kıyı-
mı odasından izleyebiliyor.
insan dediğin kim?
Sen, ben, o...
George Bush...
Bizim komşu Hacer Hanım, köşebaşındaki manav
Mustafa Efendi ve Alman Şansölyesi Kohl..
insan, hem televizyonda kıyımı ve kırımı izleyecek,
hem de kılını kıpırdatmayacak...
Canavarbğa katılmak değil mi bu?
•
Peki, biz ne yapıyoruz?
Doğrusu bağırıp çağırıyoruz, bizim hükümete kızıyo-
ruz; Hıristiyanlar Müslümanları kesip asıyor ya, yine de
Hıristiyanlık dünyasından medet umuyoruz:
- Ey Amerika, ne duruyorsun?
- Almanya kıpırdasana!..
- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, neden Bosna-
Hersek'e müdahale etmiyorsun?
- Çünkü orada petrol yok, değil mi?
- George Bush göreyim seni...
Bizim Hükümet, elinden geleni yapıyor mu? Tek başı-
mıza Bosna ya hava indirmesi yapacak askeri gücümüz
yok. Bu iş teknoloji sorunu, olanaklar hesabı. Kanuni
Süleyman döneminde olsak, orduyu Edirne'den salıp
Balkanlar'a dalar, küffara dersini verirdik. Var kuvveti-
mizle abandık, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni
yola getirmeye çabalıyoruz...
Ne oluyor?
Gelin, eğri oturup doğru konuşalım, yapılacak bütün
girişimleri yaptık...
Kefere'bana mısın'demiyor...
Kıpırdamıyor.
•
21'inci yüzyıla yaklaşan dünyamızda yuvarlak sayıyla
bir milyar Müslüman yaştyor...
Doğrusu ya, Islam dünyasında elinde büyük kozlar
bulunan ülkeler de var...
Düşünün bir kez; Ortadoğu'da dünya petrol deposu-
nun üstüne bağdaş kurmuş krallar, şeyhler, emirler
keyifçatıyorlar. Suudi Arabistan, Irak, Körfez ülkeleri ve
Iran birleşseler, ortalığın tozunu dumanını attırır, Bat'-
nın canına okurlar.
Petrol öyle bir güç ki, kullanabildiğin zaman Avrupa'-
dan Japonya'ya kadar dize gelmeyecek ülke yok!..
Peki, Kuveyt Emiri ne düşünüyor?..
Ya Suudi Arabistan Kralı?..
itezret ne yapıyor?
Müslüman dünyasının kralları, emirferi, şeyhleri
Amerika nın kuklasıdır...
Bizim ülkemizdeki şeriatçılar da bu kukla krallann,
şeyhlerin, emirlerin kuklasıdır...
Bağırıp çağırırlar bunlar, sözde Bosna Müslümanları
için feryat ederler, Türkiye'de yaşayan müminlere dö-
nük gösteri yaparlar; ama gerçekleri hiçbir zaman dile
getiremezler; çünkü, göbeklerinden Ortadoğu'daki pet-
rol şeynlerine, krallarına, emirlerine bağlıdırlar...
Kolay mı efendilerine karşı çıkmaları, ikiyüzlülüklerini
sergilemeleri..
Madanoğlu
AnılarJ 911-1953
0 Yöfam sûnrcmtn
Mmurfım ntnthruttla
lturaıüımtr,<a (a/c
instlnınja bir ta
EVRİM Yayınevi Ltd. Şti.
Kadıköy İş Merkezi
Neşet ömer Sok. 10/74
Kadıköy-İSTANBUL /
TeJ.: 347 49 63
Faks: 347 76 12
CUMHURİYET
KİTAP
KULÜBÜ'NDEN
ARMAĞANLIKİTAPKAMPANYASI.
ÜYE OLAN VE OLMAYAN HERKESE,
TÜM OKURLARA...
1-15 OCAK 1993
O
o35'e varan ındirımler. 150.000- T.L.'ya kadar armagan kıiap
Cumhuriyet Kitap Kulübü Taksim Magazamızda (Iiükla2 Cad.
Zambalc Sokak 4/1 Fransız Konsolosluğu yanı) dilediginiz
Idlabı seçin, armağan pajccdnıa ve sürpnz hedıyerun alıa
Cumhurfytt KNap KulûbO, Çağ Pazarlama A.Ş.
bbklal Cad. Zambak Sokak No.: 4/1 Taksim
Tel: 252 38 81-82