29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURfYET 7 EYLÜL1992 PAZARTESİ OLA YLAR VE GORUŞLER YargıYılındaHesaplaşma Doç. Dr. SAMİ SELÇUK Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Bugün 7 EylüJ 1992. Yasalanmıza göre yargı yılı dün (pazar) başladı. Bugün açılıyor. Nasıl başladı? Yargıçlanmızı, c. savcılanmızı, avukatlanmızı nasıl bir yargı yıb bekliyor? Ge- çen yıl nasıl başladıysa. nasıl bırakmışlarsa öyle. Sanınm bu kısa yanıt. süreğenleşmiş yakın- malann da bir özetidir. flkin, yasamadan yargının beklentileri vardı. Ortakgörûş şuydu: 1980'li yıllarda yargı vurgun yemişti. Ararejim,yargı bağımsızlığını güvence- îeyen yirmi yıllık kurumun başağnsı yakınmala- nnı iyileştirecek yerde, kurumun başıru kopara- rak çözmüştü. Bu yöntem, o dönemin mantığı- na uygundu. Gerçekten bu mantığa göre başı ağnyan, baş ağntan kurum. kuruluş, dernek, in- san, ne varsa "beslenmemeli, asılmalıydı". Atatürk adına, Atatürk'ün vasiyetnamesindeki çocuklannın yaşamlanna, C.H. Partisi'ne, T. Dil Kunımu'na, T. Tarih Kurumu'na böyJe kı- yıldı. Yine de ben o dönemdeki yöneticilerin iyi niyetinden bugün bile kuşkulanmıyorum. Ya- yımlanan anılar bunu gösteriyor. Ama yönet- rnek için iyi niyet elbet yetmezdi. Nitekim. gene- raller, "cehenneme giden yollann iyi niyet taşlan iie döşendiğıni" algıladıklannda çoktan iş işten geçmjşti. Yargıdan beklenriler Geçen yıl (5.9.1991) Fransa ve İtalya örnekle- rini de irdeleyerek, bu sütunlarda görüşümü ve önerimi şöyle özetlemiştim: "Otuz yıllık dene- yimlerden ve karşılaşurmalı hukuktan yararla- nılmalı; toplumumuzun, her şeyi siyasal açıdan değerlendiren tek boyutlu özelliği ve kamuoyu baskısının yetersizliği gözetilerek. yapısıyla ve bütçesiyle bağımsız bir kurul oluşturulmalıdır. Yargırun kendi kendini yönetmesi temel almma- lıdır." Hükûmetler durmadan hukuk devleti ve hu- kukun üstiiniüğünden söz ediyorlar. İşte fırsat. Toplum, bütün partilerden, 'bağımsız yargı'yı bir an önce oluşturmalannı umuıla bekliyor. Toplumumuzun da yargıdan beklentileri var. Türkiye. laik hukuk düzenini biçim ve içeri- ğiyle benimsemek iddiasmdadır. Ne ki, bugün. gjttikçe küçülüp küreselleşen dünyada kimileyin birada gibi yapayalnızdır. Hukukumuz, çağdaş bilimden uzaklaşma pratiğini sergilemektedir. Bu yargılar üzücüdür. Ama ne benimdir ne de özneldirler. Karşılaşurmalı hukukla uğraşan Batılı hukukçulann yargılan da ne yazık ki bÖy- ledir. O zaman bize düşen, hemen içgüdüsel öf- keye kapılmak değil, bu yargılann doğru olup olmadıklannı soğukkanhlıkla saptamaktır. Olmaması gerekenlerin olduğu bir yerde olumsuzluklarla başa çıkmanın biricik yolu, ya- şanan olgulan küçültmeden büyütmeden, oldu- ğu gibi görmektir. Kestaneleri, yanma pahasına, kendi elimizle ateşten çekme dürüstlüğünü ve yi- ğitliğini göstermeliyiz. Zanıan zaman çağı yaka- Tayan hukuk çıkartmalanmız da bizi aldatma- mah. gevşetmemelidir. İtiraf etmeliyiz ki, Türkiye bugün bir yargıla- ma sendromu yaşıyor. Belirtileri de (semptomla- n)ortadadır. Hepimiz, çoğu yıllarca süren duruşmalardan yakmıyoruz. Bunu çözmek için çokluk yasalan suçlamjş, sistemi örseleme pahasına sık sık deği- şiklikler yapmışız. Ama sonuç değişmemiş, hat- ta daha da kötüleşmiş. En aandan görüş aynlık- lan artmış. Oysa smır ötemizdeki ülkelere, hatta Kabns'a baksaydık şunu görecektik: Oralarda da, bizdeki kadar olmasa bile, yargılama uzun sürüyor; ama duruşmalar bir ya da birkaç günde bitiyor. Öyleyse yanüş yapan biziz. Gerçekten yargılamanın/adaletin ortak evresi duruşmadır. Yargılama yasalanndaki bütün normlar, duruşmanın yetkin biçimde yapılması için seferber edilmişlerdir. Oysa bizde duruşma; adıyla, biçimiyle, içeriğiyle yanlış algılanmışür. Duruşma (doğrusu tartışma diyorum) evresinin varlık, icat nedeni şudur: Geçmişte yaşanan ve hukuksal sonuçlar doğuran bir olayı (boşanma- da kavga, etkili eylemde dövme gibi), herkese açık (açıklık ilkesi), davayla ilgili olanlarla yargı- layanlann (davacı, davalı, savcı, sanık, müdafi. yargıç, jüri üyesi) önünde, olabildiğince aslına uygun biçimde yeniden canlı olarak yaşamak; yaşarken de taraflann, edilgen ve seyirci değil, etkin ve katılımcı biçimde lartışmalannı (sözlü- lük, doğrudanhk, yüz yüzelik ilkeleri) sağlamak. Bu tartışma kesintisiz sürmeli, geçmişteki olayı canlandıran kanıtlarla (tanık anlatımlan. keşif bulgulan, bilirkişi açıklamalan vb) doğrudan di- yalektik kuranlar (yargıçlar, jüri üyeleri) duruş- ma boyunca asla değişmemeli, duruşma biter bitmez, araya zaman girmeden, olayın oluşup oluşmadığı, oluşmuşsa yargılananın olayı yapıp yapmadığı konusundaki olay kanı yargısı (hü- küm) duruşmanın izlenimleri belleklerden silin- meden hemen verilmelidir. Yargjçlardan biri değişirse tartışma (duruşma) yeni baştan başla- malıdır. (yoğunluk/yargıçlann değişmezliği ilke- si). Taraflann bilgisine ve tartışmasına sunulma- yan, tartışma kaçağı hiç bir veri/kanıt hükme dayanak yapılmamalıdır. Tartışmada (duruş- mada) kimse seyirci değildir. Yanlışlar tarüşıiıp çürütülerek, olayla ilgili kuşku birlikte yenilerek (cum vincere), töresellikten uzak bir canhlıkla yaşanan ve yaşatılan düşünceler cumhuriyetiyle olay kanı yargısı birlikte kurulduğundan; bu yargı artık yalnızca yargıçlann değil, tartışmaya (duruşmaya) kaülan herkesindir. Herkesin olan böyle bir yargıya herkesin doğalhkla saygı gös- termesinin nedeni de işte budur. Kesintisiz duruşma Eğer duruşma evresi böyle yapılmaz, yargıç- lar; dinleyecek yerde tutanaklarla boğuşur, ta- raflar duruşmada, seyirciler gibi (karşılıklı) duruşur; bu görünüşte duruşmalar (debat appa- rent), "gereği düşünüldü" icatlanyla ve durma- dan değişen yargıçlarla ertelene ertelene yılJarca sürer; en sonunda kimseyi dinlememiş bir yar- gıç, yargıçtan yargıca ciro edilen tutanakJara göre olay/kanı yargısı oluşturursa; böyle bir ev- reye duruşma (tartışma) denilemez. Duruşma dışlandığından hiçlendiğinden kurulan yargıla- ma sağüksızdır. Ona. kesinleştiğinde herkes gönülsüz uyar; ama, kuşkuyla bakar, saygı duy- maz. O yüzden, böyle yaptlan duruşmalar ve duruşma tutanaklanna göre kurulan yargılar (hükümler), Almanya'da, İtalya'da, Fransa'da, Meksika'da, Kamerun'da. her yerde mutlak butlanla batıldır. Bozulur. yeni baştan yapılır. Ama asla duruşulmaz, tartışılır. Duruşmanın bu olmazsa olmaz ilkeleri, ancak bir ya da birkaç gün kesintisiz sürdüriilen bir duruşmada gerçekleşiirilebilir. Yıllarca, aylarca sürenlerde ise bu bir düştür. Ister istemez "eşya- nın doğası gereği". "eski tutanaklar okundu" yöntem saptırmalanyla (detournement de pro- cedure) insanlar kendilerini aldatacaklardır. Bırakıruz halkımızı, değme hukukçulanmız bile. yıllarca süren batıl duruşmalara öylesine alışmış (koşullanmışlar) ki, tartışmanın (duruş- manın) bir'birkaç günde bitmesini düşünmeyi bile bir düş sanıyorlar. Dünkü Afrika ülkelerin- de dahi başanlan sıradan bir iş niye düş olsun ki! Yapılacak iş, yasalan değiştirmek değil, o ülke- lerde yasalann nasıl uygulandığına bakmaktır. Unutmayalım ki, adli yanılgılann başlıca ne- deni böylesi batıl duruşmalardır. Denilecektir ki, namaz gibi, adli yanılgılann da kazası olur. Olur ama, yerine getırilmiş özgürlügü bağlayıcı cezanın, ölüm cezasının kazası olmaz ki! Olsa bile kâğıt üzerindeki fantezinin kime yaran olur ki? Peki neden böyle olmuştur? Bence atalanmı- zın kalitı, iyilerin yanında kimi olumsuz özellik- lerimizden. O yüzden, kartezyen (akılcı) Batı'- dan aldığımız hukuk; Doğudan Batıya sürgit göçen mono ve sözlü toplum yapımızın dayat- ması.'kuşatması altındadır. Böyle ivecen, yannsız toplumlarda, minyatür resimlerdeki gibi, çözümlerde de derinlik yok- tur. Günübirlik, gecici, yüzeysel. yalınkat çö- zümler; sabırlı, kabcı çözümlere yeğlenir. Diya- loğun geliştirici dinamiği değil, monoloğun öldürücü durağanhğı yaşanır. Dilde biJedişil (fe- minin), eril (masculin) yoktur "Tarüşıyoruz, saygılı>Tz" denir. Bu. sözdedir. Kimse karşı (karşıt) görüşleri değerlendintıediği için gerçek- te saygı duymaz; tartmadığı için db tartışmaz. Düşünceyle onurluluk bütünleştiğinden bilim çürütse bile, birileri düşünceyi değil, sürgit kendi' onurunu savunur. O birileri var ya, "yanılgısa- var" dediğim eleştirinin yapıcı, geliştirici değer- lerini hiç bilmez. dost haün için ona kıyar. Oysa bu da bir türyetkiyi kötüye kullanmadır. Kendi bilimle inatlaştığı halde, kimileyin bilimi savu- nanı sevimsiz ve kendini de çoğunluğa şirin gös- termek için. yerleşik yargılann ve uygitsinciliğin ayartıcı gücüne sığınır. Söz toplumunda başat organ kulaktır; başvuru malzemesi, kulaktan dolma işlenmemiş bilgi kınntılandır söylence- lerdir. Doğrulukian saptanamaz. Yazı toplu- munda ise başat organ göz; malzeme yazıdır kitaptır. Doğrulukian, bilimsel merak ve yön- temsel. kuşkuyla sağlıklı bir biçimde saptanır. Orada hükmün çoğunluğa dayandığı; ancak ço- ğunluk kuralının tartışmaya sor4 verme pratiğini amaçladığı, asla haklılık ve doğruluğun ölçüsü olmadığt. çoğunluğun da yanılabileceği bilinir. Bilindiğinden, en sağlıklı hüküm için, tartışma- nın gereksiz bir gösteriye dönüşmemesi için, oy- lama öncesi sergilenen tüm görüşlerin geçiciliği göreceliği de biünir, gözetilir; öbür görüşler de- ğerlendirilmeden, bu başlangıçtaki geçici görü- şün hükme dönüşmemesine özen gösterib'r. Hukuk. deyim yerindeyse, biz hukukçulann hem belası hem mevlasıdır. Onunla yatar onun- la kalkanz. Bu toplumsal zaaflanmıa yenerek hukuk uğruna savaşmalıyız. Kavram açıgımıa tez elden kapatmalıyız. Bunahmı aşmak için hem savaşımcı (mücahit) hem de düşünce üretici (müçtehit) olması gereken hukukçu, okuyarak üretmeli. çoğalmalı, zenginleşmeli; çağdaş hu- kuka başvurarak iyi tüketmelidir. Malzemesine ancak bu yolla egemen olabilir. TARTKMA Teknik Elemanlann Soruniarı1970'Ierde uygulamaya konan personel rejı- mi, ogüne dek yürürlükte olan 10195 sayılı Tek- nik Personel Yasası'nı iptal etmiş ve tüm teknik personelin ücretleri kuşaçevrilmişti. IOI95 sayılı yasa belki teknik personel için ayncalıktı. Faİcat kaldınlması, farklı boyutlarda olumsuzluklann yaşanmasına neden oldu. Ücret açısından ko- layhklara alışmış teknik personel, yasa iptal edil- diğinde itiraz edip ücretlerin yeniden belirlenme- sini istediğinde aldığı yanıt gerçekten düşündü- riicüydü. "Siz teknik elemanlar işinizi bilirsiniz" şeklindeki yanıt daha sonra -çalışma alanlann- da- günümüze dek yaşanan çeşitli olumsuzluk- lann kaynağı oldu. Olumsuzluklann en bdirgi- ni; yüklenici ve kamu kuruluşlan arasındaki iliş- kılerde oluşan yozlaşmaydı. Bu olumsuzluk ekonomik ve sosyal yapıya yansıyarak ilişkiler- deki çarpıklıklann yoğunlaşmasıyla -genel ol- masa bile- teknik eleman yozlaşmasını yaygın kanı haline getirdi. Benzer olumsuz olgulaı-n artmasına neden; (belirtmeye çalıştığım gibi) ekonomik yetersizlikti. Yani ücret poîıtikasın- dakiyetmezlik... Ozellikle mühendis ve mimarlar kendi oda platformlannda tartışmaya açtıklan sendikalaş- mayı. meslek şovenizmi algılamasından kurtar- malıdırlar. Demokratik kuruluşlar olan meslek odalan bilindiği gibi lonca-korporasyon siste- mine göre kurulmuş mesleki dayanışma örgütle- ridir. - • Loncaalık (korporatizm) bir yandan, -lngiliz düşünürü Penty'nin "Demokrasi ekonomik alanda gerçekleşmezse politik alanda gercekleş- mez" varsayımına dayanarak- loncacı toplum- culuk anlayışına (korporasyon sosyalizmi) yak- laşmış. diğer taraftan loncacı devlet (faşist devlet anlayışı-korporatif devlet) anlayışına yönelmiş- tir. Çağımız sendikalan iş saatlerini kısaltmaya ve ücretleri çoğaltmaya çalışmaktadır. Üretimin verimi ve gelişmesi üstünde etkili olamamak- tadır. Meslek odalan, günümüzdeki demokratik kitle örgütü olan sendikalaşmaya kaynak olmuş tarihsel bir geçmişe sahip örgütlenme biçimi ve sendikanın kökeni, yan demokratik kıtle örgüt- leridir. işte meslek odalan bugünlerde kendi platformlannda tartıştıklan sendikal yapılanma gereksinimlerini, dünyanın özgün ve çağdaş olu- şumlannı dikkate alarak derinlemesine işlemeli- dirler. Meslek odalannın işlevi, kurulacak sendi- kal işlevle bütünleştirilerek ortak içerik ka- zandınlabilir ve böyİece meslek odalan demok- ratik kitle örgütüne dönüştürülebilir. Bu belirlemelerden sonra salt mühendis ve mi- marlar sendikasının kurulması toplumsal bir ayncalık değil, aksine, toplumsal konsensüsü sağlayabilecek bir örgütlenme biçimi olacaktır. ŞEVKET ÇORBACIOĞLU PENCERE Arabesk Neoliberalizm Sanrısı!.. Komşuda pişer... Bizededüşer... 1917 Devrimi, Anadolu ihtilalinde ne rüzgârlar estirdi, ne "kızıl Müslümanlar" yarattı!.. Yukarıdan komutlu komü- nist partileri bile kurduk... Mazlum halklar uyantyorduL 1930'lar dünyasında ise "yaşasın nasyonal sosyalizm!.." Türkiye'de kaz adımıyla yürüyüş başladı. Ikinci Dünya Sa- vaşı'ndan sonra moda ne?.. Demokrasi!.. Hepimiz demok- rat olduk; ama, gerçekte değil, sözde!.. 1960'larda sosya- lizm dünya dengelerine ağırlığını koyunca, Türkiye'de çoğu kişi Fidel ya da Lenin kesildi!.. Şimdi geçerli olan ne? Neoliberalizm, değil mi?.. Dünkü sosyalist, artık neolibe- ral.'.. Hem de öyle böy'e değil; aydın maydın, yazar mazar, gazeteci mazeteci, holding babasının hizmetkârı... Amaazkaldı... Budageçecek.. Şimdi moda KIT'lere vurmak, özelleştirme edebiyatı yapmak, devleıe veryansın etmek, sermaye babalarına övgü düzmek, serbest pazarı her sorunun çözümü gibi göstermek!.. Yalınkat çözümlere bağlanmak kolaycılığı, sığ kafalarda her zaman geçer akçe olduğundan, formül tutuluyor. Dün ne söylüyordu Dizim sosyalist; - Kamulaştırdın mı, iş tamam... Bu kez: - Özelleştirdin mi, iş tamam... Dünkü özel sektör düşmanlığı, artık devletçilik düşman- lığına dönüştü; Batı, vur dedi mi, biz öldürürüz. • Bizim KİT'lerin çoğu felaket!.. Koalisyon hükümeti bu işin içinden çıkabilir mi? Kısa sürede olanaksız. özelleş- tir!.. Kimse almıyor. Özerkleştir!.. Zaman gerek!.. En kötü- sü bağnazlık!.. Yalnız dinde olmaz bağnazlık; her alanda kafaları kireçleştirebilir. Yoksa demiryollarımızı bu duru- ma düşürür müydük? Latin Amerika dışında, Batı bizim ulaşımda girdiğimiz tuzağa düştü mü? Şimdi yine körlemesine gidiyoruz. Kanıt isteyenlere Prof. Dr. Yakup Kepenek'in 3 Eylül 1992 günü bu sayfada çıkan yazısını okumalarını öneririm. isterseniz birkaç alıntıyla da yetinebiliriz; "Türkiye'de KİT'ler öyle sanıldığı ölçüde ağırlıklı değil- dir Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı yüzde 13 dolayın- dadır; toplam işgücünün de yalnızca yüzde 4 gibi bir bölü- mü KİT'lerde çalışıyor. Buna karşılık üye olmak istediği- miz AT ülkelerinin pek çoğunda KİT'lerin göreli ağırlığı çok daha yüksektir. Örneğin 1980'li yıllann ortalarında Portekiz'de toplam ulusal üretimin yüzde 30 dolaymda bir bölümü KİT tarafından üretiliyordu. Ulusal gelir içinde KİT payları, İtalya'da yüzde 25, Fransa'da yüzde 18 ve Al- manya da yüzde 11 dolaymda bulunuyordu. KİT'lerde çalı- şanların toplama oranı da Portekiz'de yüzde 7, İtalya'da yüzde 27, Fransa'da yüzde 14.6, Almanya'da yüzde 9'u buluyordu. Türkiye ekonomisinde KİT'ler hiçbir dönemde bu ağırlığa sahip olmadı." Neoliberalizmin Batı'da estirdiği rüzgârı Türkiye'defırtı- naya çevirmenin bir anlamı olmadığı açıktır; Prof. Kepe- nek'in yazısından bir alıntı daha yapayım: "Dünya Ban- kası'nın 1991 yılı 'Dünya Gelişme Raporu'na göre Tür- kiye'de merkezi hükümetin toplam ulusal gelirden elde MArkosı 15. Sayfada Tüm havalimanları uçuşa açık, tüm sistemler "go". Koşullar ne olursa olsun tüm havalimanlan uçuşlara açık, yer hizmederi, trafik yönlendirme merkezleri göreve hazır olmalı. Herhangi bir alanın kısa bir süre bile kapanması, diğerlerine zincirleme etki eder, seferler aksar, zaman kaybı maddi kayıplara dönüşür. Bankanız da bütün şubeleriyle, her an size hizmete hazır olmalı. Esbank yıllardır her biri "otı line-real time" bilgisayar bağlantısı ile donanmış, tam yetkili 34 şubesi ile Türkiye'nin tüm önemli sanayi ve ticaret merkezlerinde hızlı ve güvenilir hizmet sunar. Dünya bankacılığının en yeni, ileri aşamalarından biri olan "Desk Top Banking"in Türkiye'deki ilk örneği F.A.S.T. (Firma Aktif Sistem Terminali) gibi en modern uygulamalarla bankanızı masanıza getirir, 24 saat hizmet verir. Kural tartışmaya yer olmayacak kadar kesin: Her an hazır olanlar kazanır, kazandmr. 9ESBANK" T E D B İ R L 1 V E K A R A R L I " YIL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle