15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7AĞUSTOS1992CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER MELİH CEVDETANDAY GAP radyosu, Van'da oturmakta olan, şiir sevdahsı bir bayanla tanıştırdı beni, geçenler- de. Telefonda ses iyi gelmiyordu, ancak adre- smi duyurabildim o da radyonun aracıhğı ile. Derken Sayın Şûkran Baba'dan bir mektup aküm. Mektubu yanıtlayacağım, ama burada bunun gibi şiir sevdalısı okurlanmdan gelen mektuplara ilişkin genel bir izlenimim üzerin- de kısaca durmak istiyorum. Bu mektuplarda bana deniyor ki; "Şiirleri- min niteliğini (iyi veya kötü oldukJannı) nasıl anlayacağım? Beni yönlendirir misiniz?" Bu şiirlerin kötü olduğu kanısını edindığimi ve bunu okuruma yazdığımı varsayalım... Inanıyorum ki, okunım bana boş verecek ve başka şairlere başvuracaktır, ta olumlu bir ya- nıt ahncaya dek. Çünkü onun beklediği, bü- yûk bir şairin doğmuş olduğu müjdesidir. Okurumun bana boş vermekte bir bakıma haklı olacağını da söylemebyim; çûnkü ben de yamlabilirim, bu gibi konularda tek seçicilik gecerli değildir. öyleyse ne yapmalı? Şiir sevdalısı yalruzea kendine güvenecektir, başka çıkar yolu yok. Ama bu özgüven ille de onu başanya götürür mü? Orasıru kimse kestiremez. Benim, şiir sev- dalısı gençlere söyleyeceğim, çok okumalan ve okuduklan şairlerden birine ikisine bağlan- malandır. Taklidi mi öneriyorum? Evet, o da olabilir, ama şurası kesin ki işe başlarken etki altında kalmayan hiçbir şair, sanatçı gelme- miştir. Etkilenmek için de elbet çok şair tanı- mak gerekir. Istenen özgünlük ise derim ki, buna yorucu çahşmalardan sonra vanlır, o da belki. Başanya erememiş bir dolu şiir heveslisi geçmiştir dünyadan. Ama bunun böyle olma- sı yıldırmamalıdır kimseyi. Aüldığımız hangi iş, başanya kesinkes erileceği bakımmdan gü- venlidir ki! Bize düşen, çalışmaktır, yalnızca çalışmak. Sonra hiçbir sanat, bir yan iş, bir ek uğraş gibi güdülemez; sanat kişiden yaşamını ister, hem de hiçbir başan güvencesi verme- den. Şu da var, şiirde kimseye yol gösterilemez, kimse yönlendirilemez. Bu bir zahmetli yol- dur, çilenizi çekeceksiniz, "Elimden tutun da yürüyeyim" demiyeceksiniz. Genç bir müzik sevdalısı gelmiş Mozart'a, yazdıklannı göstermiş ve ondan yardım iste- miş; büyük ustanın sadece "Daha gençsiniz çok çabşın!" diyerek onu başından savmak is- temesi ûzerine de, "Ama siz de genç yaşta baş- ladınız bestelemeye, beni kırmayın" demiş. Mozart'ın yanıtı şu, "Ama ben yazdıklanmı kimseye göstermedim." Gene o günlerde bir başka şiir sevdalısı ba- yandan bir mektup geldi, şöyle başhyor: "Çok kıymetli edebi soluğumuz Melih Cev- det Anday Beyefendi, 9 Temmuz 1992 tari- hinde TRT GAP radyosunda yapılan röpor- tajla sesinizi duyma şerefıne eriştim. Bu, benim için büyük bir fırsat oldu. Derin hoşgö- rünüze sığınarak, verdiğiniz adrese yazma cüretini eösterdim." Sayın fnci Terzi, uzun mektubuna şiirlerini de eklemiş. Bu mektubun bir yerinde şöyle di- yor: "Istirhamım odur ki, karanhkta sizinle ay- dınlanmak edebi yolda sizi rehber almak isti- yorum. tlginçtir, başanlanm, eksiklik ve hata- lanmın varhğını hissettriyor bana. Tarafınız- dan eleştirilmek büyük şeref olur. Bu şerefı bana lütfederseniz pek bahtiyar olacağım efendim. Bunun yanında gerek şiirlerimi, ge- rekse yazılanmı neşredebileceğim dergi adres- lerini sayenizde öğrenebilirsem size minnettar kahnm." Sonu da şöyle mektubun: "Paslı gönüllerimize meşalesiyle nur, dizele- riyle inciler saçan üstadımız Melih Cevdet Anday beyefendi, size Yüce Allah'tan (c.c.) hayırh ömürler niyaz ediyor, saygılar sunuyo- rum." Sayın înci Terzi'nin mektubundan yazıma aktardığım sözieriçinde özeflikle, "ilginçtir, başanlanm, eksiklik ve hatalanmın varlığını hissettiriyor bana" tümcesini gerçekten de il- ginç bulduğumu belirteyim. Sanınm, Sayın TerzTnin başanlan, o eksiklerin, hatalann gi- derilmesinde ona çok yardımcı olacakür. Eksiklerini, hatalannı gören bir şair, başkası- nın eleştirisine hiç gerekseme duymaz. Şiir gerçekte, başkası araya kanştınlmadan kota- nlan bir iştir. Cahit Sıtkı Tarancı'nın "ömrümde Sükût*' adh ilk şiir kitabını, Peyami Safa, göklere çı- karmıştı; fakat Tarana, o şiirlerini kitap basıl- madan önce Peyami Safa'ya göstermiş değil- di. Sayın Terzi'nin, eksiklerine, hatalanna al- dırmadan başandan başanya koşmasmı dili- yorum. Ancak şunu belirtmeden geçemiyeceğim; O "Yüce Allah" sözünden sonra gelen, parantez içindeki "c.c." harflerinin ne demeğe geldiğini çıkaramadım. Beşiktaş'tan yazan okurumuz Ulvi Sezgin mektubunda diyor ki, "Çok kitap okudum, okumayı sürdürüyorum. Ev kitapla doldu ta- şıyor. Genellikle romanlara düşkünüm. Bun- lar biriktikçe ne yapacağımı bilemiyorum. Siz bir yazınızda, başyapıtlann yeniden yeniden okunması gerektiğini yazıyordunuz. Ben bu- nu neden yapayım? Konusunu bildiğim bir romanı ne diye tekrar okuyayım? Onun yeri- ne yeni bir kitap okusam daha iyi olmaz mı? Işte ben de öyle yapıyorum. Okunmuş bir ki- tabı bir daha okumarun faydası nedir?" Okurumla anlaşamayacağız, ama gene de söyleyeyim: Benim için okunmuş kitap yoktur, okuna- cak kitap vardır. Her kitap, her okuyuşumda gözüme başka görünür; hele bir roman her kez bende yeni izlenimler bırakır. Karmaşık bir sorundur bu; biz değiştiğimiz gibi, o kitap da değişir. Bizim sürekli bir değişiklik içinde bulunduğumuz olayını anlamak, diyeüm ki kolaydır; ama yazılmış, basılmış, okunmuş bir kıtabın da (burada roman) özdeş doğada olduğu nasıl savunulabilir? öyledir işte, bir başyapıt her okunuşta yeni- den vanlan anlamlar, güzelbklerle doludur. Denecek ki, bu durum kitabın değiştiğini de- ğil, okuyanın ilk okuyuşta dikkatli olmadığını gösterir. Öyle de olsa, bir kitabı yeniden okumak ya- rarbdır. Aynca bir başyapıt yeni yorumlara açık bir sorunlar yumağıdır. Mans Sperber, Parçalanmış Gerçeklik adh yapıtının bir de- nemesinde (Can Yayınlan, Çev.: Ahmet Cemal) şöyle diyor: "Yüzyıl önce çıkmış ve bugün yeniden ya- yınlamakta olan bir kitap, ilk bakışta doğal olarak hep aynı eserdir; ama buna karşm artık asla aynı eser değildir. Okuma bilmeyen biri- nin ebndeki bir kitabın, üstü karalamalarla dolu birtakım kâğıtlann ciltlenmiş biçimin- den başka bir varhğının bulunmaması gibi, bugünün genç okurunun da Suç ve Ceza'yı romanın tefrika halinde çıktığı 1866 yılındaki bir genç okurdan ve benim kuşağımın insan- lanndan daha farkh okuduğu da bir gerçektir. Dahası bu roman, onu birkaç kez ve son ola- rak da bundan birkaç hafta önce okumuş olan benim gibi biri için bile bundan kırk yıl önceki roman değildir. Aradan geçen zaman içersinde bütün yaşadıklanm, değişen yanla- nm, doğal olarak böyle bir eserle yeniden kar- şılaştığımda takındıgım tutumu da değiştırdi. Herkesin kafasında varolan ve -yazarlann ölümünün üzerinden ne süre geçmiş olursa ol- sun- bize doğrudan seslenebildikleri için gün- celliklerini sürekli koruyan eserleri sakladığı- mız düşsel kitaplıklarda bir yazann yerinin değişkenliği de işte bu nedenden kaynaklanır. Böylece bir yazar ve onun yaraüsı üzerine söylediklerimiz, her zaman kendimize ve için- de yaşadığımız zamana ilişkin bir anlatımı da içerir." Okurumuz Sayın Sezgin, "Bizde hiç felsefe dergisi çıkıyor mu?" diye de soruyor. Felsefe dergileri bizde sık sık çıkar ve sonra ilgisizlik- ten batar. Ama Felsefe Tartışmalan 12. sayı- sını buldu. İçtenlikle salık veririm, ben tiryaki- siyim. ARADABIR YURDAKUL FİNCANCI Sivil Toplum Karmaşası Sivil toplum kavramının anlamı üzerinde, kimi aydınları- mız, tam bir fikir kargaşası içindeler. Kimi sivil toplum kav- ramını, askeri idare kavramının karşıtı sanıyor. Kimi, sivil toplumu, salt dernekçilik gibi algılıyor. Bunlar bir bakıma yıkıcı olmayan yanılgılardır. Ama öyle "sivil toplumcu"lar var ki yaklaşımları, hiç istenmedik, çok tehlikeli olasılıkla- ra çanak tutuyor. örneğin, Prof. Asaf Savaş Akat'ın sivil toplumdan anladıkları... Milliyet'ten Fikret Bila, "Sosyal Demokratlar Tartışıyor" başlıklı yazı dizisinde, Asaf Savaş Akat'la da görüşmüş. 25 Temmuz 1992 tarihli Milliyet'te Akat, din-devlet ilişkileri konusundaki görüşlerini anlatırken şöyle diyor: "Vicdan özgürlüğü bireye, dini tercihlerini istediği gibi yapma hak- kını verir. O çerçevede dinler, mezhepler, tarikatlar vs. si- vil toplum içinde örgütlenirler." Kolayca görüldüğü gibi Prof. Akat, devletten bağımsız camiyi, bir sivil toplum örgütlenişi gibi algılıyor. Tehlike de buradadır. Camiyi bir sivil toplum örgütienişi gibi görür- sek, laik bir toplum yaratmaya çalışırken bugünkü yarım yamalak laiklikten de olabiliriz. Bu yargımızı, biraz ayrıntıya girerek açmaya çalışalım. Sivil toplum, bazılarının sandığı gibi ne sivillerden oluşan, askeri idare kavramı karşıtı bir yönetim biçimidir ne de saltdernekçiliktir. Sivil.toplum kavramı, siyasetfelsefesin- de, halkırt bizzat kurduğu örgütler eliyle devleti denetleme ve demokratik ölçüler içinde tutma girişiminin adıdır. Sivil toplum her şeyden önce, sendikalar gibi, meslek kuruluşları gibi, işveren örgütleri gibi, devleti etkilemeyi amaçlamış örgütleri içerir. Çoğulcu demokrasi kuramları, sivil toplum örgütlerinin işlevini, devleti etkilemek şeklin- de algılarlar. O nedenle de siyasal partileri birer sivil top- lum örgütlenişi saymakta yeterince açık değildirler. Buna karşılık katılımcı demokrasi kuramları, sivil toplum örgütlerinin işlevini, devleti etkilemekten çok, denetlemek biçiminde anlar. O nedenle katılımcı demokrasilerde siya- sal partiler kesinkes birer sivil toplum örgütüdür. Devleti denetlemek ya da etkilemek... Hangi görüşü be- nimserseniz benimseyin, camiyi, mezhepleri vetarikatları birer sivil toplum örgütlenişi olarak gördüğünüz zaman, onlara da öteki sivil toplum örgütteri gibi devleti etkilemek ya da denetlemek işlevini, kendi etinizie tanımış olursu- nuz. O zaman cami, mezhepler ve tarikatlar da birer sivil toplum örgütü olarak siyaset yapma hakkını pekala ele geçirmiş olurlar. Özünde insanın uhrevi dünyasını hazırla- makla yükümlü olması gereken din, böylece meşru siya- setin bir öğesi haline dönüşür. Oysa laiklik bir anlamda bunun tam tersidir. Dinle devle- tin birbirini kullanmamasıdır. Bugünkü yarım yamalak la- ikliğin yerine, gerçek laikliği getirmek için savaşanların yapması gereken şey, devletle dinin birbirini etkiiediği ve denetlemediği bir vicdan düzeni yaratmak olmalıdır. Sa- yın Akat'ın, içine düştüğü yanılgı, Türkiye'yi hümanist kül- türe geçirmeye değil, dinin çok etkin olduğu tarım kültü- ründe kalmaya mahkum eder. Tarih bize gösteriyor ki, tarım kültürlerinde politika, poli- tikacılar arası bir didişkiden başka bir şey olamamıştır. Dine gerçek politikanın işlevlerini yükleyen de budur. Sür- tüşme düzeyindeki politikanın çarpıcı örneklerini, insa- noglu, ilkin Roma Imparatorluğu'yla yaşamıştır. Roma ta- rihinin labirentleri buram buram didişki kokar. Onca köylü ayaklanmalarına karşın Romalı tarihçilerin kitaplarında bu ayaklanmalardan, önemsiz olaylarmış gibi üstünkörü söz edilir. Romalı tarihçiler-gazetenin olmadığı o dönem- de- daha çok senatörlerin birbirleriyle nasıl didiştiğinin sansasyonel öykülerine eğilmeyi yeğlerlerdi. Tıpkı bugün bizim gazetelerimizin yaptjğı gibi... Tıpkı Özal-Demirel çe- kişmesi gibi... Eski Atina'nın tersine Roma fmparatorluğu tarım kültü- rünü bir türlü silkip atamamıştı üstünden. Politika o kültür- de, seçkinler arası bir tepişmeydi. Böyle olduğu için de halk katmanlarını içine çekmekten, demokratikleşme yeti- sinden yoksun kaldı.Sonunda koca imparatorluk bu yüz- den çöktü. Tarım kültürlerinde politikayla bütünleşemeyen toplum- lar, doğal olarak dinle bağdaşır. Tek tanrıcı dinler ortaya çıktıysa, politika halkla kaynaşamadığı ve demokratikleşe- mediği içindir. Politikanın yapamadığmı tek tanrıcı dinler başarmış, halkıa adamakıliı bütünleşmiştir. Dinin, politika karşısında kurumsal bir seçenek olarak belirmesi ve dev- let olmaya yönelmesi de pejmürde politikanın ürünüdür. Politika böylece yaya kalırken, din, kendinde devlet olma hakkını görmüştür. Dinle politika arasındaki tarihsel çatışma, özünde top- lumsal bir iş olması gereken politikanın, bizde olduğu gibi, seçkinler arası kişisel çekişme düzeyinde kalmasından doğmuştur. Ama o tarihsel çatışma, politikaya, demokratik bir öz kazanarak halkla bütünleşme gereğini öğrettiği için hayırlı da olmuştur. Çelişki gibi görünebilir, ama Batı'da politikayı, halkla kaynaşarak demokratikleşmeye zoriayan, kendisi hiç de demoKratik olmayan Hıristiyanlıktan başka bir şey değil- dir. Tek tanrıcı dinler, sınıf farklılaşmasının simgesi olarak ortaya çıkmıştı Sınıfsal farklılaşmayı akıl tabanına oturtan mArkasıl7.Sayjada ÖzelTV,GüzelTV İçinde bulunduğumuz günlerde 'bizi izlemeye devam edin' diyecek yirmi küsur özel televizyonun daha sırada olduğu söyleniyor. Durum 'özel TV'lerin ülkemizde çok hızlı gelişeceğini gösteriyor, ba- kalım bunlann ne kadan 'güzel TV" olacak. Doç.Dr.LEVENT KILIÇ Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi TRT Hışındaki televizyon yayınlannı özellikle de dış kaynakh olanlan izlemek son yıllarda ülkemizde en öncelikli so- runlar arasında yer almaya başladı. Bele- diyelerin öncülüğünde bu oiay kitle ileti- şim araçlannın işlevleri ve örgütlenmele- ri konusunu sorgulamayı yeniden gündeme getirdi. Her yeni televizyon ka- nalı ile birlikte önce daha net izleyebil- mek için çatılarda verilen mücadele bir süre geçtikten sonra, biz ne izliyoruz so- rusunu da gündeme getirmekte. însanlar daha çok televizyon kanalı iz- leyerek daha mı çok bilgileniyorlar, yok- sa daha mı kültürlü oluyorlar, çevrele- rindekilere daha mı hoşgörülü davranı- yorlar, kitaplardan öğrenemediklerini mi öğreniyorlar, kendilerine ve çevreleri- ne karşı daha mı saygık davranıyorlar, daha iyi bir yurttaş mı oluyorlar? Bu so- rulann karşıbğı olarak bir çırpıda evet ya da hayır demek hiç de kolay değil. Ama şunu yanıtlamak daha kolay, belki de açdelayıcı: Ülkelerin harita üzerindeki sı- nırlan, radyo televizyon yayınlan için de geçerli mi? Ülke sınırlannı rad^o, televiz- yon yayınlan için de geçerii saymak hem teknolojik hem de ticari açıdan neredey- se olanaksız. Şu anda, üç metre çaph çanak anten ile bir orta Anadolu şehrin- de yirmiden fazla televizyon yaym kuru- luşunun programını izlemek olanaklı. Yani konu, bir yönüyle önlenemez bir teknolojik gelişme olarak karşımıza çı- karken öbür yönüyle de bu teknolojik gelişmenin toplumsal yararlan ve sakın- calan olarak belirmektedir. Televizyon bilgi verme, eğlendirme, eğitme ve haber verme işlevleriyle evleri- mize ulaşmakta. Bu işlevlerin yerine geti- rilmesi, televizyon kuruluşunun kimin tarafından yönetildiğine bağlı olarak de- ğişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Dev- let denetiminde bu işlevleri yerine getir- mek, dünyada yaygın olan birinci tercih. Devletin bu alandaki girişimine karşı olanlar genelhkJe siyasal iktidarlan ge- rekçe olarak öne sürerken ikinci tercihi yani özel kuruluşlan savunuyorlar. Özel kuruluşlar denetimindeki ticari televiz- yon kuruluşlannın da televizyonun top- lum için gerekü olan temel işlevleri yerine getirme konusunda başanlı olduklannı söylemek çoğu zaman kolay değildir. Türkiye'de bızler seyirci olarak, dünya- da yaygın olan devlet ve özel kuruluşlar denetimindeki ikili televizyon örgütlen- me sistemini yasal bir düzenleme olma- dan yaşamaktayız. Anadolu'nun birçok şehnnde belediyeler uydulardan aldıkla- n sinyalleri yeniden düzenleyip beldeleri- ne veriyorlar. Ya da kişiler özel olarak kurduklan antenleriyle uydulann sinyal- lerine doğrudan ulaşıyorlar. Böylece dokuz, on farklı televizyon yayın kurulu- şuna ulaşmak hiç de güç değil artık. So- nuç olarak karşı karşıya olduğumuz olay şudur: Bir yandan devlet denetiminde te- levizyon programlan öbür yanda özel kuruluşlann denetimindeki televizyon programlan, yani dünyadaki ikili siste- min küçük bir örneği. Devlet denetimin- deki TRTnin TV 1,2,3,4,5 ve GAP TV programlan öte yanda özel kuruluşlara ait Star-1, Tele On, Show TV ve özellikle Avrupa'nın seçkin özel televizyonlann- dan SAT 1, RTL- Plus, RAI, BBC, Eu- rope, Super Channel, CNN ve öbürleri. Farkh ve olumlu değil Bu fiili durum bizlere yıllarca izlemek- te olduğumuz TRT televizyon yayınlan dışında da yayın kuruluşlannın teknolo- jik olarak odamıza girebileceğini göster- di. Ve BBC, SAT 1, CNN, RAI, Super Channel ve öbürleri Ingilizce, Almanca, Italyanca olarak özgün (orijinal) dilleriy- le evimize ulaşülar. Star-1, Tele On ve Show TVde Türkiye'de özel sektörün televizyon yayıncılığına nasıl baktığını ekranlanmıza getirdi. Ancak çoğu kişi şunu artık anlamış durumda: Farklı kurumlann denetimin- de olan birden çok televizyon yayın programını izlemek çoğu zaman haber- leri daha doğru haber öğrenebilme şansı- nı bize sağlamadığı gibi daha farldı tele- vizyon yapımlan izleme olanağımız olduğu anlamına da hiç gelmiyor. Ulus- lararası haber akışı açısından bakıldığın- da, televizyon kuruluşlannın haberin kaynağına farklı farklı ulaşmalan gide- rek olanaksızlaşırken, büyük kuruluşla- nn bu konuda oluşturduklan tekeller ise giderek güçlenmektedir. Artan yayın sa- atleri yayıncı kuruluşlan kaynağmdan malzeme toplama yerine yayına hazır malzemeye yöneltmektedir. Teknoloji giderek kolaylaşırken öte yandan pahalı- laşması bu konuyu olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Sonuç olarak özellikle haberde, yayın kuruluşlan arasındaki aynı konu ile ilgili farklıhk, sadece yo- nımda ortaya çıkmaktadır. Körfez sava- şında CNN'nin çektiği görüntüleri sayı- sız yayın kuruluşunda nasıl izlediysek, Erzincan Depremi ile ilgili olarak TRT'- nin görüntülerini de tüm dünya televiz- yonlan kullandı. Görüntüler hep aynı, farklı olan yorum. Habercilik açısından farkb televizyon kuruluşlan izlemek biz- lere çoğu zaman bu kuruluşlann aynı olaya yönelik görüşlerini, çoğu zaman da önyargılannı sergilemektedir. Farkb kuruluşlann denetimindeki de- ğişik televizyon yayınlannı izlemek öte yandan bizlere değişik renk ve içerikler- de yayın paketleri sunmakta. Bazen bu paketler eğitim, sinema, belgesel haber yapımlan ağırbklı olarak izleyiciye belirb amaçlara yönebk yapımlar sergilemek gibi olumlu bir amaca yönelirken bazen de benzer yapımlann değişik şekilde yer- leştirildiği paketler olarak izleyicinin karşısına çıkmaktadır. Avrupa yayıncılığında niteliklilik Avrupa kökenli yayınlan izlemek, biz- ler için Avrupa yayıncıkğının pobtikala- nnı görebilmek açısından çok önemli. Ülkemizde radyo televizyon yayınlan konusundaki yasal düzenlemeler öngü- nünde (arifesinde) olduğumuz şu günler- de, belki de olumlu olarak değerlendiril- mesi gereken bir fırsattır. Bu televizyon yayın kuruluşlannın eğitime ve çocukla- ra yönelik yapımlara verdikleri özel öne- mi anlayabilmek için dil bibneye gerek yok. Çoculdara yönebk yapımlar dik- katle izlendiğinde 'şiddet' İconusunun ne kadar önem kazandığı hemen görülü- yor. Aynca, erotik ve pornografik ya- pımlar var. Ama bu konuda da çok sıkı bir düzenlemenin olduğu hemen anlaşıb- yor. Çocuklann uyanık olduğu bir saatte bu tür yayınlan görmek olası değil. Rek- lamlann genel yayın içindeki süreleri toplam yayın saati ile oranb. Yayıncı ku- ruluş yapımın dilediği yerine reklam so- kamıyor. Cebinde parası olan her kuru- luş devlet kuruluşu bile olsa ekrana gelecek yapıma mab destek anlamında sponsor olamıyor. Aynca izlediğimiz bu farldı ülkelere ait yayın kuruluşlannda ulusal yapımlar her zaman ağırbkta; çünkü ulusal yapımcılan ve kendi kuru- luşlannı destekleme amaana yönebk bir yayınabk peşindeler. Neden mi? Çünkü ulusal yapımlan desteklemeden ulusal bir televizyon yavıncıhğının olamayaca- ğmı çok iyi bibyorlar. Ulusal yapımlann genel yayın içindeki oranını kesinleştir- mek için Avrupa Parlamentosu'ndan bütün Avrupa'nın uyması zorunlu bir karar çıkartma peşindeler. Ders almamızı gerektiren bir başka nokta da tebf haklan sorunu: Sanıyorum Avrupa'nın hiçbir yerinde uydu yaymla- nnı, yayına kuruluşun izni olmadan ve ücretini ödemeden uydudan abp yeniden yayınlayan bir tek yerel yönetim yoktur. Nasıl ki ülkemizde hiçbir kişi ya da kuru- luş herhangj bir gazeteyi aüp üpkısını basıp yayınlamazsa Avrupa'da da yayın kuruluşunun izni olandan televizyon ya- yını izlemek neredeyse olanaksızdır. He- le ki bir yayın kuruluşunun yayınını uydudan ahp 'yeniden yayınlamak' ya da herhangi bir şekilde 'dağıtmak' müm- kün değildir. (Geçen yıl Manchester'da katıldığım bir seminerde Avrupa tebf haklan konusunda uzman olan bir üni- versite hocasına ülkemizdeki bu yeniden yayınlama ya dâ dağıtma durumunu yir- mi dakikada anlatabildim. Adamın an- layamadığı işin mantığı idi.) Telif haklan ile ilgili başka bir konu, eserleri ekrana getirilen kişilerle ilgibdir. Avrupa köken- G bu yayın kuruluşlannda ekrana gelen her görüntünün ve özelbkle her müziğin tebf hakkını sahibine ödemektedir. Bu konulan, saniye kaçırmadan izleyen tebf haklan kuruluşlan, sanatçılann haklan- nı peşin olarak yatırmaktadırlar. Ve da- ha da önembsi her yeni yayın, yeni bir ödemeye neden olmaktadır. Sonuç Bunlar uydulardan evimize ulaşan Av- rupa kökenb ünlü özel televizyon yayın kuruluşlannın uymak zorunda olduğu ilkelerden bazılan. Bu kuruluşlarda çab- şanlann sahip olduklan hakJar ise ayn bir konu. Sözünü etüğimiz konulann hepsi parlamenter demokrasiyi ve ser- best rekabeti benimsemiş ülkelerde olu- yor. Bu kanallardan izlediklerimizin sosyo- kültürel değerlendirmesinden pek söz et- medik. Bu da üzerinde durulması gere- ken ayn ve çok önemb bir konu. Evet, içinde bulunduğumuz günlerde 'Bizi izle- meye devam edin' diyecek yirmi küsur özel televizyonun daha sırada olduğu söyleniyor. Durum özel TV'lerin ülke- mizde çok hızb gebşeceğini gösteriyor, bakalım bunlann ne kadan 'Güzel TV' olacak. PENCERE ILAN CEYHAN 1. KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1984/32-158 Ceyhan ilçesi Altıgöz köyü 74 parsel hakkında mahkemeraizden verilen 22.5.1990 tarih ve 1984/32-158 esas ve karar sayılı kararı ile davacılann istemlerinin reddine, taşınmazın Süleyman Sadık Eliyeşil ve arkadaşları adına tapuya tesciline dair kararı davacı Saniye Sevim Talay ve mirasçılanna, davalılar Şerife Güleç ve Sebiha Biçer'e 7201 sayıh yasa uyarınca ilanen tebliğ olunur. Basın: 49311 İLAN KARS KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 991 840 Davacı Hazine vekili aşağıda kimliği yaalı davalılar aleyhine açmış ol- duğu tespitin iptalı ve tescil davasının yapılan yargılaması sonunda; Davamn reddine karar verilmiş. Verilen karan davacı Hazine Vekili 26.5.1992 tarihli dilekçesi ile temyiz eüniştir. Karar ve temyiz dilekçesi davalılara tebliğ edilemediğinden ilanen teb- liğine ilan tarihinden itibaren temyiz talebiniz var ise 15 gün içinde mah- kememıze bildiımeniz ilan olunur. Kimtiği: Mehmet oğlu Mevlüt . Basın: 49046 Madalyonun Iki Yüzü... Masamın üstündeki gazete yığınına bir göz attım; Bosna-Hersek'teki katliam manşetlerde dalgalanıyor. El- bette dalgalanacak; ama, Güneydoğu'da vurulan çiçeği burnunda gazeteci Burhan Karadeniz'e ilişkin habere ye- terince yer verilmiş mi? Son altı ay içinde Olağanüstü Hal Bölgesi'nde yedi ga- zetecinin öldürülmesi ne anlam taşıyor? İstanbul basını Diyarbakır'a çok mu uzakta yaşıyor? Terör kurbanı kim olursa olsun, ayrım yapılmamalı. Her tür ayrımın karşı- sında olmak gerekmez mi! Irkayrımı lanetlenmeli!.. Kadın- erkek eşitliği savunulmalı!.. Etnik aynmcılık çağdışılıkla eş anlamlı değil mi!.. Terörün karşısında sınıfsal ayrım gözetilir mi!.. Terör kurbanının mezhebine, dinine, soyu- na, cinselliğine, hangi sınıftan olduğuna göre ahkâm mı keseceğiz? Kemal Kayacan'a 'oh olsun' deyip yalnız Bur- han Karadeniz'e saldırıyı kınarsak, insanlığa sığmayacak bir tutuma düşmez miyiz? Bir devrimci, insanın insanlaşması yolunda en yüksek bilinç düzeyine ulaşmış insan olmalı!.. • Okurum Arzu Özkuştan aldığım mektubu yayımlarken öldürülen kişilerin tümünün de insan olduğunu unutmak- tan bizi belki alıkoyar diye düşünüyorum. Ya öldürülen- lerin yakınları? Orıların -ister Kürt, ister Türk, ister asker, ister sivil olsun- yüreklerinde nasıl bir dağlanma ve ben- liklerinde nasıl bir hesaplaşma olduğunu düşünen var mı? Arzu Özkuş yazıyor: "Sayın Selçuk, Ben bir Cumhuriyet okuruyum. 19 Temmuz 1992 tarihli makalenizi okuduktan sonra, size teşekkürlerimi iletme- ye ve uzun zamandır kiminle paylaşacağımı bilemediğim bir konuyu size yazmaya karar verdim. Tek kardeşim olan Piyade Üsteğmen Hakan'ımı maka- lenizin son bölümünde belirttiğiniz gibi 10 ay önce 6 Ekim 1991 tarihinde Erzurum-Tuzluca karayoiunda otobûsü dur- durup, yanında eşi ve beş aylık bebeği olduğu halde da- ğa kaldıran, öldürecekleri yetmiyormuş gibi dağ bayır 2 kilometre yürüterek her adımda ölüme bir adım daha yak- laştıklarını yüreklerine dağlayan, bu manevi işkence so- nunda kardeşimi kansının ve beş aylık bebeğinin önünde öldûrenleri ve bu eylemleri destekleyenleri acıyla kavru- lan yüreğimin her bir zerresiyle kınıyorum. Şehit ettikleri o insan ki ne o anda üstlendiği görevi ne de kişiliği gereği Kürtlere hiçbir zararı dokunmayacak bi- riydi. O insanlık vasıfları öyle üstün bir insandı ki beden- sel organlannı Kürt veya Türk aynmı gözetmeksizin insanlık yararına bağışlamıstı. O öyle bir insandı ki yaşamında bir kanncayı bile incitmekten korkar, incitenleri uyanrdı. Şimdi lütfen söyleyin Sayın Selçuk, ben yaşamı, duy- guları ve düşünceleri ait üst edilmiş bir insan olarak artık eskisi gibi idam cezasının kaldınlmasını nasıl isteyebilirim? Ya da benim kardeşimi ve diğer masum insanları hunhar- ca şehit eden teröristlere insanca davranılmasını nasıl di- leyebilirim? Leyla Zana ya da Hatip Dicle gibi Meclis kürsüsünden seslenen, gazetelere PKK yanlısı demeçler verenleri nasıl affedebilirim? Kimden yana olduklannı yü- züne bakarak anlayamayacağım insanları Türk ya da Kürt aynmı yapmaksızıh eskiden olduğu gibi nasıl sevebilirim? Ben kafamdaki bu düşünce ve duygu karmaşasıyla ya- şamımın sonuna dek nasıl dingin yaşayabilirim? * Sizden ricam Sayın Selçuk, lütfen Güneydoğu sorunu ilk sayfalardan geri sayfalara atılmasın; biz şehit aileleri- nin acılan resimlerde, yan sütunlarda kalmasın; üstüne gi- dilsin, gidilsin ki nice Hakan'lar gitmesin yaşamdan..." • Arzu'nun mektubu beni düşündürdü... Adı, Arzu değil, Berivan da olabilirdi, Türk ya da Kürt, ne değişirdi? insanları kan davalarına bağlayan tohumlar bu toprak- lara ekiliyor. Yine de gelin biz idam cezalarına karşı çı- kalım; Türk ya da Kürt ayrımcılığı yapmadan Anadolu'da kardeşçe yaşamayı deneyelim ve sürdürelim. Çok mu güç? Ya da soruyu tersine çevirelim: Birbiri- mizi boğazlamak daha mı kolay? —SERVER TANILU— İşlâm çâğımıza yanıt verebilir mi? 7.3HSI Ltd.Ştl. Ankara Caddesi No: 54 Sirkeci/İST TeJ: 512 21 58 • 512 50 80 • 528 17 54 2.4()0.0<)0+KD\ Tam pansiyon + yol + geziler - ( e k s i ) harcayacağınız filmler DQGU KARADENİZ'e YEŞIL YOLCULUK İnebolu'dan Hopa'ya Karadeniz. Sarp kapısından Kaçkarlar'a, Uzungöl'den Çamlıhemşin'e. Ayder'den Kümbete dağların doruklarında yeşil ötesi yolculuk. Amasya'da tek Türk mumyası, Hartuşaşta Hitit Uygarlığı, Anadolu üygarhklan Müzesi, Ankara Kalesinde veda yemeği ve buraya sığdıramadıklarımız. PAMUKBANK'IA 12 AYA KADAR VADE BAYBASÛS TURIZMÎSTANBUl ANKARA 33« »6 61-338 16 51 425 90 82-417 54 67 Seyahat Acentası tşletnıe Belge no 2149 Istanbul'da Şerifali Çiftliği'nde 120 m 21 ük kooperatif hessime devretmek istiyorum. (tST) 371 06 68 mesai saatlerinde
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle