Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ŞAYFA CUMHURİYET 3 AĞUSTOS 1992 PAZARTESİ
OLAYLAR VE GORUŞLER
ÖzerklikSürüncemede
Hükümet tıpkı programında ilan ettiği öteki demokratikleşme projeleri gibi
"demokratik ve özerk üniversite" projesini de sürüncemede bırakmış oluyor.
Prof. Dr. GENCAY GÜRSOY
Usta politikacılar, köklü bir çözüm bu-
lamadıklan ya da bulmak istemedikleri konu-
lan uzun süre gündemde tutarak yıpratmasmı
çok iyi bilirler. Böylece "suret-i haktan" gö-
rünerek hem zaman' kazanmış hem de kendi
çıkarlarına en uygun çözüm için ortam hazır-
lamış olurlar.
Tartışmalar uzayıp gittikçe kafalar kanşır.
Kamuoyu usanmaya ve duyarsızlaşmaya
başlar. Kökiıi değişikliklerden yana olan ta-
raf, ister istemez olumsuzluklan dile getirdiği
için, bir hoşnutsuzluk kaynağı haline gelir.
Eleştirilere hedef olan taraf ise bu psikolojik
ortamı iyi değerlendirir, geçerli değer yargı-
lannı akıllıca kullanır ve mazlum rolünü iyi
y a, alaturka acıma duygulannı da bol
=kete geçirebilir. Tartışmalar nesnel
eksenucıi uzaklaşır. Çözümsüzlük hali kro-
nikleştikçe, kamuoyu yavaş yavaş siyasal gü-
cün uygun gördüğü her tür çözümü kabullen-
meye hazır hale gelir.
Usta politikacılann bilinçli tercihlerinin so-
nucu olsurıolmasın, üniversite sorunu, bugün
bu talihsiz aşamaya varmıştır. Buraya nasıl
vanldığını kavrayabilmek için olaylann geliş-
mesini yeniden gözden geçirmek yeter.
12 Eylül rejiminin kalıntısı olan YÖK'ün
antidemokratik ve kaba hiyerarşik yapısmı
içine sindiremeyenlerin başlangıçta ortaya
koyduklan sistemli eleştiriler ve yoğun bir
emekle ürettikleri seçenek (alternatiO yasa
taslaklan, siyasal iktidar tarafmdan yeterince
değerlendirilemedi. Koalisyon protokolünde
ve hükümet programında, anayasanın elver-
diği ölçüler içinde YÖK'ün kompozisyonunu
ve işlevini derhal değiştireceklerini, üniversite-
lerin her kademede kendi yöneticilerini seçe-
ceklerini hiçbir ikililiğe yer bırakmayacak
açıklıkta ilan etmiş olan hükümetin başba-
kanı, aynı görüşleri savunan üniversite kamu-
oyunun temsilcilerini enine boyuna dinlemeye
bile vakit bulamazken, YÖK yöneticileri ve
YÖK rektörleriyle uzun toplantılar yapıyor
ve onlann görüşlerini kitap haline getirtip
yayımlatıyordu. Bunu yaparken de hükümet
programındaki bağlayıcı tavnnı unutup, 12
Eylül'den beri üniversiteleri fıilen yönetenler-
le, yan yana gelme ve tartışma alışkanhklannı
yitirmiş, tepki kanallan ükanmış, her tür ör-
gütlenmeye karşı önyargılarla yüklenmiş ve
sindirilmiş öğretim üyesi kitlesini kış uyku-
sundan biraz olsun uyandırmak için uğraş ve-
renleri, eşit koşullarda karşı karşıya gelen ta-
raflar olarak takdim ediyordu.
Hükümetin Milli Eğitim Bakanı ve Başba-
kan, geçen mayıs ve haziran aylan boyunca,
tüm iktidar araçlannı elinde tutan YÖK, as-
ker-sivilherdönemin anahtar adamlanna çok
özel yöntemler kullanarak iş yaptırmasını bi-
len. insanlann gözünün içine baka baka
gerçeğin tam tersini söyleyebilme konusunda
olağanüstü yetenek sahibi Doğramacı ve büt-
çe ve kadro olanaklan kullanarak, etki alan-
lanru alabildiğine genişletmiş YÖK rektörle-
riyle, toplantı salonlannın kirasını bile öde-
mekte güçlük çeken öğretim üyesi dernekleri
arasındaki kamuoyu kazanma yanşında se-
yirci rolünde kalmayı tercih ettiler.
Gündemi bulanıklaştınna
YÖK'e karşı olan öğretim üyelerinin on yıl-
dır biriken haklı öfkeleri, YÖK yöneticileri-
nin ustaca hedef şaşırtan manevralannı etki-
şiz hale getirmelerini zaman zaman engelledi.
Özerklik talepleri, üniversitelerdeki nitelik
kaybı ile ilgili endişeleri, her yıl üniversite ka-
pılannda biriken yüzbinlerce öğrencinin yol
açtığı toplumsal sorunlan görmezlikten gelen
öğretim üyelerinin akademik fantezilen gibi
gösterildi. Değişimden yana öğretim üyeleri,
"demokratik ve özerk üniversite" tezlerini sa-
vunurken bu taleplerini "yüksek öğretimde
okullaşma" gibi çeşitli siyasal ve toplumsal
boyutlan olan sorunlar yumağından ayırarak
ortaya koymaya yeterince özen gösteremedi-
ler. Özerk üniversitenin ille de düşük öğrenci
kontenjanı demek olmadığını, YÖK'e karşı
tavır almanın, gelişemeyen üniversitelerin
kapatılmasını ya da hiçbir şekilde yeni üniver-
site açılmamaşını talep etmeyi gerektirmediği-
ni, aksine YÖK deneyiminin bu sorunlann
"emir-kumanda ancirfiçinde çözülemeyece-
ğini gösterdiğini yeterince vurgulayamadılar.
Kısaca tartışmalar uzadıkça gündem bula-
nıklaştı, YÖK'le ilgili eleştiriler ve istekler,
yüksek öğretim alanındaki bir sürü kritik top-
lumsal sorunun bölgesinde kaldı. Bu arada
Doğramacı, gerçekleri saptırmak konusunda
yukanda sözünü ettiğim olağanüstü yeteneği-
ni bol bol kuilanma fırsatı buldu ve "YÖK'ün
dünyanın en demokratik ve özerk sistemi" ol-
duğunu, YÖK'e karşı olanlann toplumsal de-
netimden kaçüklannı ve "tembel" olduklan-
nı, her türlü medya aracından yararlanarak
yineleyip durdu.
YÖK rektörlerinin sürelerinin dolacağı
günler gelip çatıncaya kadar gelişmeleri olu-
runa bırakan hükümet, üniversite kökenli
bazı bakanlann özel gayretleriyle anayasa de-
ğişikliği gerçekleşinceye kadar (?) bir ara çö-
züm olarak, hiç olmazsa Cumhurbaşkanı'nın
aralanndan birini atayacağı 3 rektör adayının
öğretim üyeleri tarafmdan seçilmesini öngö-
ren bir yasa tasansını Meclis'e getirdi.
Bilindiği gibi tasan Doğramacı'nm özel ka-
nallannı kullanarak araya girmesiyle, Mec-
lis'te değiştirildi ve 3 değil 6 aday seçilmesini
öngören bir biçime sokuldu.
Bu 6 aday adayı YÖK tarafmdan yeniden
oylanarak 3'e indirilecek ve bu 3 isim YÖK'-
ün tercih sırasıyla cumhurbaşkanhğına sunu-
lacaktı. Böylece bunca emek boşa gidiyor,
YÖK yeniden hem de tam yetkiyle devreye
sokuluyor ve üniversitelerin yapacaklan se-
çim iyice göstermelik hale gelmiş oluyordu.
Başbakan yasa tasansının deforme edilerek
Meclis'ten geçmesinin sorumluluğunu, son
dakikada değişiklik önergesi veren DYP mil-
letvekillerine ve oturuma bilerek katılmayan
SHP milletvekillerine yükleyerek aslında so-
runa sahip çıkmaktaki gönülsüzlüğünü gizle-
meye çalışıyordu. Üniversite öğretim üyeleri
bu kez de demokratikleşme adına önlerine sü-
rülen ve aslında atamayı meşrulaştırmaktan
başka bir işlevi olmayan onursuz bir seçimde
rol almaya çağnlıyorlardı.
Derneîcler çevresinde örgütlenmiş öğretim
üyeleri ilke olarak böyle bir seçime katılmama
ya da boş oy kuilanma karan aldılar. Bu ka-
rar basında büyük bir destek gördü. Hükü-
met ise SHP kanadının zorlamasıyla ve istek-
siz de olsa, Meclis'ten geçen yasanın kendi gö-
rüşlerini yansıtmadığını, ilk fırsatta yeni bir
düzenleme ile rektör seçimlerinin yenilenece-
ğini açıkladı.
İşte tam bu sırada Doğramacı, nedeni hala
çok iyi bilinmeyen ani bir kararla istifa ediyor
ve rektör secimlerinin üniversiteleri "12 Eylül
öncesinin terör ve anarşi ortamına" sürük-
leyeceğini ileri sürüyordu. Kamuoyu Doğra-
macı'nın bu klasik tehditlerini daha yeterince
algılamadan, ilk ses Armutalan'dan yükseldi
ve işin ciddiyeti iyice bozuldu: "Peki liselerde
niye müdürü öğretmenler seçmiyor da tayinle
getiriliyor?.. Bu kabul edilirse o zaman işin
sonu neye vanr?.. Bakanlan milletvekilleri mi
seçiyor? Hayır.
Ben Sayın Doğramaa'ya katılıyorum. Bu
sistemle yann yine üniversiteler 12 Eylül önce-
sine döner. Bundan endişe ederim netekim..."
Bu ortam içinde yapılan seçimlerde bir-iki
büyük üniversite dışında boykot ve boş oy
çağnlan başanlı olmadı. Üniversite öğretim
üyelerinin büyük çoğunluğu kural dışı bir ta-
vır almaktan ve yönetimin hışmına uğramak-
tan çekindiler ya da "Ne de olsa seçimdir" di-
yerek ve kendi tercihlerinin hiç olmazsa
YÖK'te dikkate ahnacağmı umarak oy kul-
landılar.
Sonuçta yaş aşımından emeklı olan birkaçı
dışında seçimlere yeniden giren YÖK rek-
törlerinin çoğunluğu listelerde ön sıralara yer-
leştiler. Bu sonuçlan her kesim kendine göre
yorumlamaya çahşırken YÖK hızla kendi
seçimini yaparak meseleye açıklık getirdi: Ön-
ceki seçimde, iktidar avantajlanna karşın
ikinci, üçüncü sıralara düşmüş olan rektörle-
rin hepsi birinci sıraya çıkıyor, 10 üniversitede
en çok oy almış olan adaylar ikinci, üçüncü sı-
ralara indiriliyor, Yıldız ve Trakya üniversite-
lerinde en yüksek oyu, Istanbu! Üniversitesi'n-
de ikinci en yüksek oyu alan adaylar liste dışı
bırakılıyordu.
Sonuçlar daha ilk aşamada, bu göstermelik
seçime karşı tavır alan öğretim üyelerinin gö-
rüşlerini hiçbir duraksamaya yer bırakmaya-
cak şekilde doğruluyordu.
Çumhurbaşkanı ve şimdilerde "Libero
YÖK Başkanı" olarak ona tiyo veren Doğra-
macı'nın baş başa hazırladıklan rivayetedilen
rektör listeleri YÖK'ten gelen sıralamaya
u_ysa da uymasa da fazla bir şey fark etmiyor.
Üç aşağı beş yukan aynı rektörler ve başİcanı
dışında aynı YÖK, üstelik bir de güvenoyu
alarak iş başında kalıyor.
Sonuçtan pek hoşnut olan Doğramaa his-
lerini şu veciz ifade ile kamuoyuna açıklıyor:
'Böylece 3-5 çığırtkanın sözlerinin önemli ol-
madığı ortaya çıktı.
Öğretim üyeleri, gizli oyla yapılan seçimler-
de eski rektörlerin yeniden göreve devam et-
meleri yönünde oy kullandılar. Bundan güzel
bir şey var mı?"
Böylece hükümet tıpkı programında ilan
ettiği gibi öteki demokratikleşme projeleri
gibi "demokratik ve özerk üniversite" projesi-
ni de sürüncemede bırakmış oluyor. Birkaç ay
içinde YÖK'le ilgili yeni düzenlemeler getirile-
ceği ve rektör secimlerinin yenileneceği konu-
sunda verilen sözler ise özellikle Milli Eğitim
Bakanı'nın her acıklamasında inandınahğmı
biraz daha yitiriyor.
Kamuoyunun ilgjsi ise iyice yıpranmış du-
rumda. Artık siyasal iktidar dilerse verdiği
sözleri "dün dündür, bugün bugündür" te-
kerlemeleriyle rafa kaldınp, manevi pederinin
gönlünü alarak YÖK'ün sürüp gitmesine ses-
sizce göz de yumabilir, dilerse Milli Eğitim
Bakanlığı'nın elindeki taslaktan bazı ipuçlan-
nın sezinlenebileceği gibi, üniversitelerin diz-
gjnlerini kendi ellerine de alabilir. Her iki hal-
de de göstermelik rektör seçimlehni sineye
çekmeyi beceren üniversite öğretim üyelerinin
akıllı uslu çoğunluğunun ciddi bir tepki göste-
receğini hiç sanmıyorum.
ARADA BİR
Dr. ENGİN ÜNSAL
Uyesiz Sendikacılık ve DKK
Sendikacılık önemini yitiriyor mu? Sanayi devrimi ile
başlayan ve I. Dünya Savaşı sonrasına kadar süren dö-
nemde, toplum yaşamına katılan ve yaşamını fabrikalarda
emeği ile kazanan yeni bir sınıfın çok zor koşullarda varlı-
ğını sürdürmesi sonucu, büyük bir umut olarak ortaya çı-
kan sendikacılık, bugün hangi konumdadır? Emek sömü-
rüsünün son kertelerde olduğu, kadın ve çocuk işçilerin
ucuz emek uğruna acımasızca çalıştırıldığı günlerde sen-
dikacılık kavramı ivme kazanmış ve 1930'lardan başlaya-
rakçalışma yaşamında önemli adımların atılmasına, eme-
ği koruyucu yasal düzenlemelerin yapılmasına ve çalışan-
ların insanca yaşamaları doğrultusunda sendikaların çok
önemli katkıları olmuştur.
Giderek sendikalar toplum içinde yadsınamayacak bir
gücün sahibi olmuşlardır. Toplu iş sözleşmesi ve grev dü-
zeni içinde çalışanların milli gelirden aldıkları payı ciddi
oranda arttırmışlar, parasal birikimleri ile ekonomik giri-
şimlerde bulunmuşlar, böylece bir anlamda karşı çıktıkları
düzen ile bir başka anlamda bütünleşme yoluna gitmişler-
dir.
Sosyal devlet anlayışının baskın bir görüş olarak ortaya
çıkması ve devletin endüstriyel ilişkiler ortamına koruyucu
bir etken olarak katılması, sendikaların temel işlevlerini
oldukça azaltmıştır.
Zamanla işverenlik ve işletmecilik kavramları da değişi-
me uğramıştır. Işverenler paylaşmanın zorunluluğuna
inanmanın kendi çıkarlarına olduğunu anlamaya başla-
mışlardır. İşte bu noktadan sonra uyuşmazhklar, kanlı
grevler, düşmanca kıyımlar azalma eğiiimi göstermeye
başlamıştır.
1980li yılların başından beri dünyanın endüstriyel ülke-
lerinde bir başka olgu yaşanmaktadır. Sendikalar büyük
bir hızla üyelerini yitirmeye başlamışlardır. Önceleri Ame-
rika'da gözlenen bu olgu, giderek Avrupa ülkelerinde boy
vermeye başlamıştır. Amerikan sendikaları son on yıldır
üyelerinin yaklaşık yarısına yakın bir bölümünü yitirmiş-
lerdir. Avrupa'da da sendikalar hızla kan kaybetme süre-
cine girmiştir.
Devletin sosyal devlet anlayışına ağırlık vermesi ve iş-
verenle işçi istemlerine karşı daha anlayışlı yaklaşması
sendikacılık ateşinin önemli ölçüde düşmesinin başlıca
nedenleri olmuştur.
Sendikaların hızla üye kaybetmesi, özellikle Fransa'da,
endüstriyel ilişkiler literatüründe yeni bir kavramın ortaya
çıkmasına neden olmuştur; üyesiz sendikacılık. Bu yeni
düşünceye göre gün gelir sendikaların üye sayısı çok aza
inebilir ya da hiç üyeleri kalmayabilir. Sendikaların bu ne-
denle toplu iş sözleşmesi ya da grev yapmak işlevleri do-
ğal olarak sona erer, ama sendikaların elinde uzun yıllar-
dan geien parasal birikimler vardır. Bu parasal birikimler
ekonomik girişimlere yönelmiştir. Sendikalar sanayi ve
hizmet sektöründe pay belgitleri (hisse senetleri) yolu ile
üretim araçlarının da pay sahibi olmuşlar ve düzenle belli
ölçüde bütünleşmişlerdir. Bundan böyle sendikaların en-
düstri içindeki işlevi bir başka nitelik kazanacaktır. Sen-
dikalar klasik görevlerini terk edecek, yeni görevler üstle-
neceklerdir.
Ülkemizde de sendikaların, eskisi kadar, çekici olmadığı
ve temel heyecanını yitirmekte olduğu söylenebilir. Bugün
ülkede tüm sendikaların üye sayısı 2.5 milyon dolayında-
dır. Bu sayı, artan iş gücüne karşılık artmamaktadır. Sen-
dikasının aldığı grev kararına hayır diyebilecek üye sayısı
eskiden hiç duyulmazken bugün haberlere konu olabil-
mektedir.
Bu gözlemlerin ışığında yargı organlarınca aklanan ve
yeniden malvarlığına kavuşan DİSK'in durumunu incele-
mek hayli ilginç olacaktır. DİSK bir zamanlar sınıf ve kitle
sendikacılığının bayraktarlığınt yapmış, başanlı sendika-
cılık örnekleri vermiş, işçi-işveren ilişkilerinde efsaneleş-
miş sendikal örnekler sergilemiş bir önemli kuruluştur. ilk
genel kurulunu toplayarak yeniden sendikacılık işlevlerini
yerine getirme aşamasındadır. Bir zamanlar 600-700 bin
dolayında üyesi bulunan DİSK'in bugünün değişen koşul-
ları içinde aynı üye sayısını yakalayabilmesi önemlidir.
Dünyadaki son gelişmeler, sınıf sendikacılığı kavramına
belirli zayıfhk getirmiştir İşçi sınıfı ideolojisinin belli bir za-
yıflama dönemine girdiği bugünlerde DİSK'in eski gücüne
ulaşması nasıl olacaktır? Sayısı zaten az olan sendika
• Arkası 17. Sayfada
TARTIŞMA
Halkevleri Kapatılmamalı
Kapat, malvarlığına el koy, örgütlülüğünü dağıt, yöneticilerini
yargıla! İşte halkevlerinin karşılaştığı somut gerçekler.
12 Eylül 1980'de askeri yönetirace kapa-
tılan, 7 yıllık sıkıyönetim mahkemele-
rinde yargılandıktan sonra aklanan ve
yeniden örgütlenen halkevlerinin 60 yıllık
geçmişinde ve cumhuriyet tarihinde bu ka-
dar mağdur edilen bir örgüt daha olmadı.
"Kapat, malvarlığına el koy, örgütlülü-
ğünü dağıt, yöneticilerini yargıla, işte hal-
kevlerinin karşılaşüğı somut gerçekler.
Bu örgüt devlete karşı gelmedi, halkı
baskı altına alan, hak ve özgürlükleri kısıt-
layan yürürlükteki yasalara karşı çıkü,
düzeltilmesini istedi. Yani mevcudun yeri-
ne daha ileriyi, çağdaşlaşmayı, demokrasi-
yi kültür ve eğitimi amaç edinen bir çalış-
mayı temel aldı.
En geniş yelpazede cumhuriyetin ilkele-
rinin halka götürülmesinde araç işlevini
yerine getirirken halkın eğitimi ve kültürü-
nü amaç edinen bu kurum laikliğin ve
demokrasinin her zaman güvencesi olabil-
di.
Kültür ve sanatta herkes tarafmdan ta-
nınan bilen sevilen birçok kültür adamını
yetiştiren bu kurum onca olanaksızlıklar
içinde devletten destek göreceğine hep kös-
tek gördü.
7 yıllık yargılamadan sonra 1989'dan iti-
baren her tarafta kuruluş çahşmalannı
yaparken, örgüüenirken ve yaptıktan son-
ra gerek kurum içi çalışmalarda (kol etkin-
liklerinin örgütlendirilmesi) gerekse kurum
dışı çahşmalannda (hazırlandığı halka gö-
türmek istediği gece, tiyatro vs. etkinlikler)
büyük sorunlar, engellemeler ve devamın-
da halkevlerinin kapatılması yoğun bir şe-
kilde yaşandı.
Bütün kapatma kararlan adli kurumlar-
ca değil de hatta bir soruşturma dahi yapıl-
maksızın idari karar doğrultusunda (Vali-
lik emniyet müdürlükleri) oluyor. Eğer bir
hukuk devletinde bağımsız yargı işlemiyor-
sa, demokrasinin kurum ve kurallan işle-
miyor demektir. Hukukun üstünlüğü bu
kurumlann etkin bir şekilde işletilmesiyle
hakim kılınabilir. Sivil toplum örgütleri ge-
lişrniş demokrasilerde söz ve karar sahiple-
ridir.
Ama ne yazıkki 1990 tarihinde sadece Is-
tanbul'da 6 halkevimiz kapatıldı.
Yargı karan olmadan, valinin emri poli-
sin kilitlemesiyle noktalanıyor.
Bugün Türİciye'nin en büyük halkevi şu-
besi olan Bakırköy Halkevi tam 30 aydır
kapaüdır. Topiam üçbin üyesiyle, her yaş
grubüna, her düşüncedeki kişilere açık
olan çağdaş kültürün ve sanatın öğretilme-
sinde işlevlenmiş bu örgüt kapaülıyor ar-
kasından Üsküdar, Ümraniye, Kadıköy ve
son olarak da beklenen Şişli oluyor.
Kapatılan bütün halkevlerinin kapatılma
gerekçeleri aynı: "Amaç dışı faaliyet, mah-
Bip Mektubun Düşûndümükleri
Ama 1992'de artık yaşama veda etmiş bulunan Orhan Apaydın'dan
aldığı yanıtlar biraz düşünmeye yöneltmiyor mu "yeminsiz" 7.
Cumhurbaşkanını?
S ayın Meclis Başkanımız ve Çumhur-
başkanı Vekilimiz, Beyoğlu'nda Baro
Han'ın bulunduğu sokağa Orhan Apaydın
adını veren plaketi çakarken gözümün
önünden Los Angeles'taki olaylar gecti:
Yargılamanın haksız sonucuna aşın top-
lum tepkisi..
Gerçi bizim ülkemizin insanlan bu tür-
den tepkiler göstermiyorlar.. 1960'b yıllar-
da astığımız bir başbakan için 20 yıl sonra
anıt dikjyoruz, "hiç kimseyi öldürmemişti"
diye Deniz Gezmiş'in "asbnda" suçsuz ol-
duğunu "anlayarak" adına TV programla-
n hazırhyoruz.. Ancak bunlann niçbiri
yaşama haklan ellerinden alınan bu insan-
lan geri getirmiyor. Yani öldürmenin "par-
don"u olmuyor, olamıyor.
Orhan Apaydın da önce özgürlük ve gi-
derek de yaşama hakkı elinden ahnanlar-
dan biri, hepimiz biliyoruz.
Tutuklu olduğu günlerde Orhan Apay-
dın konuşmuş, ama sesi duyulamamışü,
susturulmuştu. Şimdi fızdki olarak konuş-
ma olanağına sahip değil ama sesini duya-
biliyoruz. "Orhan Apaydın Sokağı" töre-
ninde artık konuşamayacak olan Apay-
dın'ın sesi yankılandı durdu Beyoğlu
sokaklannda.
Ama sesi bir türlü duyulamayan biri de
vardı. Insanlar onun balık tutma işlemin-
den arda kalan zamanlannda yanıt verme-
si gerektiğini düşünüyorlardı. Ama o susu-
yordu.
Evet, şimdi o susuyor ve Orhan Apaydın
konuşuyor.
Meclis Başkanı'nın, bakanlann, Avrupa
Baro başkanlannın ağnndan konuşuyor
Orhan Apaydın ve "yeminsiz" 7. Cumhur-
başkanı susuyor.
Kendisi Orhan Apaydın hakkında ko-
nuşurken aldığı yanıtlan toplumun geniş
kesimleri duyamadı. Çünkü tutukluydu.
" Yurt sathında yapüğı memleket gezilerin-
de noktasız, virgülsüz hiçbir cevap hakkı
bulunmayan bu insan için suçlamalar yağ-
dırmak o zaman doğal olarak çok kolaydı.
Ama 1992'de artık yaşama veda etmiş
bulunan Orhan Apaydın'dan aldığı yanıt-
lar biraz düşünmeye yöneltmiyor mu "ye-
minsiz" 7. Cumhurbaşkanını?
kemelerde ise demekler kanununa muha-
lefet." Bir derneğin tüzügüne uygun çalış-
malar yapması amaç dışı faaliyet olarak
gösteriliyorsa o tüzüğe imza koyan, onay-
layan İçışleri Bakanı da amaç dışı çalışma
yapıyor denilebilir mi?
Tüm çalışmalan meşru olup kitlelerin
denetimine açık olan bu kurumun onu iste-
meyenlerce kapaülması bir bakıma doğal-
dır.
Tam 30 aydır kapalı olup, 20 aydır yargı-
laması süren halkevlerinin suçu ne!
Bu kururnu 1932'lerde Mustafa Kemal-
ler kurdu bizler yaşatmak istiyoruz. Hiçbir
aynm gözetmeksizin Türkiye'nin bütün
halkını bu kurumun üyesi olarak jörüvoruz.
Önüne demokratikleşme programı koyan
koalisyon hükümetinin sayın liderleri De-
mirel, İnönü, Anayasada yeni dernekler
kanununda değiştirileceğini söyleyen, yar-
gı reformundan bahseden ve hala gerçek-
leştiremeyen sayın Seyfı Oktay, insan hak-
lanndan sorumlu Devlet Bakanı Mehmet
Kahraman halkevlerinin de üyeleridir.
Çağdaş kültürün öğrenildigi, demokrasi ve
insan haklannın savunuldugu ve Türkiye'-
nin yaşayan en eski tek örgütü yaşamab, 12
Eylül yönetimince elinden alınan tüm mal-
varhği geri verilmeli ve kapaülan halkevleri
açılmahdır.
Dr. HÜSEYtN ÖZKAHRAMAN
Halkevleri Genel Yönetim Kurulu üyesi
İstanbul
Elcevap: Hayır.
Her nasılsa tören için yapılan çağn bir
gün önce eline gecmiş ve muhatap olan as-
keri savcı ve askeri hekimleri, yargıçlan
görüyor. İddianameleri okumamızı salık
veriyor.
Atama yoluyla gelmiş ve herkesin iyi bil-
diği "doğal yargıç" prensibiyle ilişkisi ol-
mayan ve bence artık kapaklanra hiç
acmamamız dünyadaki saygınlığımız adı-
na yaşamsal değer taşıyan "iddianameleri"
hiç gündeme getirmeyelim.
Getirmeyelim ki çocuklanmız arük bu
utançlan yaşamasınlar. Tıpkı "yeminsiz"
7. Cumhurbaşkanının, Baro Başkanı Tur-
gut Kazan'a yolladığı "cevap mektubu'-
nun son satırlannda söylediği gibi:
"Demokrasi düşmanı mıyız...demokra-
siyi kurtaranlar mı? Bunu tarih şaşmaz te-
razisinde kararlaştıracaktır. Onu da bizim
çocuklanmızın çocuklan okuyacakur.."
Okusunlar, tarihi okusunlar.
Arjantin'deki, tspanya'dakiler gibi oku-
sunlar ve terazinin kefesine koysunlar.
O kefede ağır basan daima demokrasi,
insan haklan ve hukuk olmuştur, öyle ola-
caktır.
HÜSEYtN APAYDIN
tstanbul
PENCERE
DOGA YURUYUSU FOTO SAFARI
Kumla Uçansu Şelalesi
8-9 Ağustos
Kamp ve Yürüyüş
Ulaşım Konaklama Rehberlik
T.P. 350.000.-
Antalya Köprülü Kanyon
Türkiye'nin en dik ve derin
kanyonunda Kamp,Yürüyüş ve
Fotograf
8-16 Ağustos T.P. 1.400.000.-
GönB»tmadan2592Ö84 îsL Fota KuîübS U7 62 97 - 349 673Ö
AĞLAMAKVE
GÜLMEK
llhan Selçuk
9. bası 10.000 lira (KDV içinde)
Çağdaş Yayınlan Türkocağı
Cad. 39-41 Cağaloğlu-htanbul
Ödetneli gönderilmez.
"Bip Kum Tanesinde
Dünya...
1II
ODTÜ Modern Diller Bölümü'nde Dr. Hüseyin Içen'den
aldığım mektubu okurlarımla paylaşmayı düşündüm. Bir
bölümünü -yer darlığı nedeniyle- çıkararak mektubu ya-
yımlıyorum.
•
'Sayın llhan Selçuk,
Kesip sakladığım, birkaç hafta öncekibiryazınızda (öyle
iyi saklamışım ki şu an bulamıyorum), erdeme ve doğruya
kılpayı yaklaşan insanlığın, nedense onlara bir türlü ula-
şamadığını söylüyordunuz. Sorunumuz da bu değil mi?
Gizil güç var, ama kullanmasını bir türlü öğrenemiyoruz.
Demokrasi ile toplumculuk belki de daha gelişmiş bir tü-
rün başarabileceği bir iş. Biyolojik evrim, eksiklerimizi
yeterince gideremedi daha. Kapıya geldik, ama omuzla-
yıp girmeyi beceremiyoruz bir türlü:
Kar fırtınasında hiçbir şey göremez olmuş, yolunu yitir-
miş, sonra da kulübesinin birkaç metre ötesinde kar altın-
da tükenip gitmiş olan zavallı çobanın sonu, insanm yeryü-
zündeki durumunun bir göstergesi gibi. Yaşam ile gerçek
pınarının kıyısında tükenip gidiyoruz. (EMERSON)
Aynca 21 hazirandaki yazınızın başlığı "Bir Yaprakta
Bütün Evren", William Blake'in birşiirinianımsattı bana:
Bir kum tanesinde dünyayı görmek,
Ve bir kır çiçeğinde cenneti,
Sonsuzluğu avucunuzda tutmak.
Ve ölümsüzlüğü bir anınızda.
Bu sıralar, 19'uncu yüzyılda yaşamış Amerikan yazarı
R.W. Emerson ile uğraşıyorum. Yaptığım derlemeden bir-
kaç sözünü, beğeneceğinizi düşünerek size yolluyorum."
•
EMERSON düşünüyor:
"Inancı için öleni karalamak olanaksızdır. Vurulan her
kırbaç övgüye uzanmış bir dildir, her hapishane görkemli
birsaray; yakılan her kitap dünyayı aydınlatır; yasaklanan,
kesilip biçilen her kitap yeryüzünün bir ucundan öteki ucu-
na yankılanır durur.
Doğru, yaşamın temelidir. Ama insan doğrunun bir tek
yönüne bağlanır da uzun zaman onunla yaşarsa, doğru
çarpıklaşır; doğru olmaktan çıkar, yanlış olur. ... Her dü-
şünce bir hapishanedir de.
Yetenek tek başına bir yazar yaratamaz. Kitabın ardında
bir insan olmalı; doğuşu ve nitelikleriyle, orada öne sürü-
len öğretilerekendiniadamış birkişilik olmalı.... Ama takı-
lıyor, kekeliyormuş; sesi hırıltılı ya da ıslıklı çıkıyormuş;
yöntemi ya da ileri sürdüğü askerler yetersizmiş, ne öne-
mi var? Öğreti, kendi yöntemi ile imgelerini, söyleyişi ile
ezgisini bulacaktır. Yazar dilsiz olsa, öğreti konuşacaktır.
Eğer böyle değilse -insanm içinde Tann'nın sözü yoksa-
istediği kadar becehkli, zeki olsun, dilinden sözcükler su
gibi aksın, kim aldırış eder ki?
Korku çok akıllı bir öğretmen ve bütün devrimlerin ha-
bercisidir. Öğrettiği tek şey, bulunduğu yeri çürümüşlü-
ğün sardığıdır. Bir leş kargasıdır korku. Neyin üstünde
dönendiğini görmeseniz de bir yerlerde ölüm olduğunu
bilirsiniz.
Bir zamanlar yazar, kutsal bir kişiymiş: Din kitaplarmı,
ilk ilahileri, yasaları, kahramanlık şiirlerini, acı türküleri,
geleceği gören sözleri, tapınak duvarlarma kazılan özde-
yişleri, hep o yazmış. Her sözü doğruymuş, her sözü ulus-
lara yeni çevrenler (ufuk) açmış. Gönlünden geldiği gibi
saygı doğuracak biçimde yazmış. Her sözü gözlerinin
önünde yere göğe kazınmış.... Yazara nasıl saygı duyulur
ki şimdi, o kendine saygı duymazken sürüye kendi de ka-
tılmışken kötü bir yönetimi utanmazcasına destekferken
ya da muhalefet yapacağım diye yıl boyu homurdanıp du-
rurken?"
KIZIUOPRAKANILARI
YE PENDİK
NezihH.Neyzi
Haset, Akademi, Gençlik, Acar, Elif, Bijgi, Eren ve
Kültür kitabevlerinde arayınız.
KVA-lfpftlı, inanı Sk. N«: 1 İSTAMM.
Nüfuscüzdammı kaybettim.
Hükümsüzdür.
ENGİNPAHSA
SELDA
BAÛCANYENİ KASETİ $t& KASETÇİNİZDE
GENEL DAĞITIM RAKS