15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA. CUMHURİYET 12 AĞUSTOS1992 ÇARŞAMBA OLA YLAR VE GORUŞLER Restorasyonculuk ve 4. Cumhuriyet 12Eylül, Üçüncü Cumhuriyet, "Altın Devir" denen, hacıağa demokrasisi DP döneminden daha bilinçli, egemen 'Friedman'cılık, Thatcherizm, serbest piyasacılık, köktenci restorasyonculuk önemlidir. Bu da, Duverger'nin, DP dönemi için söylediği gibi, demokrasi için değil, ancak oligarşi i]e olur. SADEK GÖKSU Emekli Felsefe Öğretmeni l Son olarak, CHP'nin yeniden açılması çabalan içinde, bir -bakıma gûneşi yeniden keşfeder gibi, "İkinci Cumhuriyet'in kurul- ması' biçiminde parlak bir öneri de ortaya atıldı ve büyük ilgi gördü. Bazı politikacılar ve "teorisyen"ler, "üçüncü devrim"den, "dürüst- Iük"ten. "yenileşme"den, "yeni cumhuriyet" ve "yeni bir Türkiye"den söz ettiler(l). "İkin- ci Cumhuriyet"ten öznel bir adlandırma gibi söz eden poliükacı ve teorisyenler içinde, 27 Mayıs ile 12 Mart ve 12 Eylül'ü yan yana sa- 'an, 27 Mayıs'a, açık bir restorasyoncu diliy- ie, '"darbe" diyenler de olmakla birlikte. bu kavramlann, 27 Mayıs öncesinde ve devrim döneminde çok vurgulanan kavramlarla ben- zerliği gözden kaçmıyor. Örneğin bunlardan. "yeni Türkiye"nin, o zamanlar bir partisinin kurulduğunu da anımsıyoruz. Yaşanan ikili durum, toplumun yeniden yükselen özlemi ile, bitmeyen karartmacılı- ktan (obscurantism'den) kaynaklanıyor. Ka- rartma bir yana, bu yoğun özlemi, özellikle 12 Eylül'den bu yana, önce 1961 Anayasaşı ko- nusunda duymaya başladık. Şimdi, "İkinci Cumhuriyet" terimiyle de dile getiriliyor. Bu son adlandırmada, yansız yurttaşa. bi- linçaltına biraz dolaylı, biraz da salt kendi bi- lincinden sürülen anılar yardıma oluyor. Po- litikacılann ise, moda deyimiyle konsensüs de denen, ortama uyma, '•idare-Lmaslahatçılık" kaygısı, duman perdesinin kalkmamasında etken oluyor. Çağdaşlaşmamızı engelleyen statükonun asıl güçleri kuşkusuz onun da ar- kasında. Bunlara karşılık, konunun dogru konmasına katkıda bulunmak ise, gerçekten bilinci olan herkesin görevidir. Türkiye'de İkinci Cumhuriyet, bir süre bi- linerek. sonra da çokça bilinmeyerek ya- şanmış ve sona ermiş bir dönemdir. Başlangjç tarihi, 27 Mayıs 1960, kapanış tarihi 12 Eylül 1980'dir. Kendi içinde dönemlere aynlabilir. 12 Mart 1971, onu kesin olarak ikiye ayıran en önemli tarihtir. 27 Mayıs devriminin 32. yıh nedeniyle bazı 27 Mayısçılar başta olmak üzere çok değerli düşünce ve davranış adamlanmızın katkılan ile hazırladığımız ve "Darbeler 'Demirkıraf- lar ve "27 Mayıs'" adı ile geçen ay yayımlanan eserde, bu konu da ilk aşamada yetecek ölçü- de aydınlatılmaktadır (2). Yazımızın amacı bu kitabı tanıtmak olmadığı için, sadece "İkin- ci Cumhuriyet" konusunu kitaptan da yarar- lanarak açıklamaya çalışalım. Anılan kitapta çeşitli yazarlar, başka konu- lar yanında bu konuya da az çok değiniyorsa da. biz "Sunuş" ile "Kavram Kargaşası ve İkinci Cumhuriyet" başlıklı yazılarda konuyu doğrudan ele aldık. Orada da belirtildiği gibi, Türkiye tarihi, Fransa tarihi ile dönem dönem çok büyük benzerlikler göstermektedir. Tür- kiye Cumhuriyeti tarihinin şimdilik birinci- den dördüncü döneme kadar bölümlenişinin kaynağı da, nedenlerinin başında Fransız Devrimi'nin etkileri olmak üzere Fransa'dır. Yaşadığımız dönemler kitapta, bu yazı için kı- saltmalanmızla. şöyle belirtilmektedir: Sırasıvla dönemler "29 Ekim 1923'ten bu yana, ülkemizde şim- di, dördüncü dönemi yaşıyoruz. Ara dönem- ler dışında, üç cumhuriyet ve bir restorasyon dönemi. 1923-1946 arası. Birinci Cumhuri- yet'tir, birinci dönemdir... 1946-1950 ara dö- nemdir... 1950-1960... Ülkenin anayasaya aykın yasalarla yönetildiği, restorasyon, "onanm dönemi"dir... 27 Mayıs 1960 ile bizim Büyük Uyanış ve Sosyal Cumhuriyet de dediğimiz, İkinci Cum- huriyet dönemi başlamıştır... 12 Eylül 1980 tarihinden bu yana, Üçüncü Cumhuriyet Dö- nemi'ni yaşıyor ve hemen tüm toplum olarak. İkinci Cumhuriyet Anayasasfnı özlüyoruz. Ama, geçmiş bir dönemin aynen yinelenmesi- nin istenemeyeceği gibi, bunun olamayacağı da açıktır" (3). İkinci Cumhuriyet'in bir süre (oldukça kısa bir süre) bilinerek, sonra da çokça bilinmeye- rek yaşandığını söyledik. Bunda haklı oldu- ğumuz, onun. olmamış gibi unutulması ve unutturulmasmdan da belli değil midir? İkinci Cumhuriyet. istenmedi, bilerek unutturuldu, içli-dışlı yok edildi. Bu konuda söylenecek çok söz var. Düzen, o zamanlar çok söylenen terimle "rejim" yönünden çektiklerimizin bü- yük bir bölümü karartıcılıktan. İkinci Cumhuriyeti, DP'liler, eski DFliler istemezlerdi, bu doğal. Ama CHP, onun lideri Sayın İsmet İnönü de istemedi. Çok ilginç, şimdi Sayın Erdal İnönü de, hem aradan ge- çen 30 küsur yıla karşın, tıpatıp aynı gerekçe- lerle karşı çıkıyor. Kitapta değiniyoruz, biz, 1959 ve 1961 yılla- nndaki üç yazımızda bu konulan işlemiştik. Sayın İnönü'ler, yumuşak konuşan Erdal Bey'in üslubuyla, "önceki cumhuriyet devam ediyor... Atatürk'ün kurduğu CHP'nin ikinci cumhuriyet diye ortaya çıkması ters..." diyor- lar (4). Atatürk'ün o zaman da, karşı cıkışa gerekçe yapılması nedeniyle bizim yazılanmı- zdan birinin başlığı "İkinci Cumhuriyet ve Atatürk". Öte yandan. özellikle İ. înönü yö- nünden sorunun üzerinde durulması kanımca en azından ilkesel planda, CHP ile 27 Mayıs ilişkisine de büyük aydınlıklar getirecektir. Günümüzdeki tartışmalara katılan Sayın Ecevit ise, "İkinci Cumhuriyet terimi ille kullanılmak gerekseydi, çok partili demokra- siye geçilirken kullanılabilirdi" diyor (5). O da karşı çıkıyor, ama Erdal Bey'in gerekçesinin tam tersiyle. Düşünüyoruz, Birinci Cumhuri- yet ile 1950 arasında cumhuriyete aykın bir dönem mi vardı ki, 1950sonrası döneme İkin- ci Cumhuriyet denecekti. anılan 1950-1960 dönemi de bilindiğine göre? Şevket Süreyya Aydemir, tek parti iktidan- nın. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra bir "iktidar yorgunluğu" içine girdiğini söylüyor. Sayın Ecevit de buna ya da böyle bir şeye mi değin- mek istiyor? Hatta eleştirisi, geçmişte yaptığı gibi, tüm "Birinci Cumhuriyet"in kendi teri- miyle "tarihsel yarulgılan"nı da mı kapsıyor? Ne var ki, önericiler gibi, görüş açıklayan öbür politikacılann da, ikinci Cumhuriyet'in, 27 Mayıs ile başlamış olduğundan olsun, söz etmemek konusunda tam bir "konsensüs" içinde ağız birliği etmeleri ve bir 27 Mayıs Demeği de varken, asker ya da sivil kimsenin, "tarihi bu kadar da çarpıtmayın lütfen" bile dememesi, en azından gençliğimiz karşısmda acı değil midir? Anılan kitapta daha geniş anlatılıyor. ama biz burada az da olsa değinelim, açalım. İlkin, restorasyonculuk, sanıldıgı »bi salt hukuksal. inançsal değil, temelde, daha çok ekonomik, özellikle ilkel kapitalistin, kendi inanmasa da, kah kendi ni de kandıran bir ikiyüzlülükle, inanıyorgözüküpdini de amacı için kullana- rak, çalışan halkın uyanışını önleyerek, sesini kısarak. karanlıkta ya da DP dönemindeki bir eserin adıyla, "Ayışığmda Çalışkur" tutu- mudur. İkinci Cumhuriyet'in açmazı. daha 1961 "de eski DP'nin. AP adıyla, CHP'yi de buyruğu- na alarak, yeniden restorasyonun restoresine girişmesi oldu. 12 Mart ise, Hak ve Halk Cep- hesi'nin karşısında evrensel destekli restoras- yonculann yeterince başanlı olamayan ve er- telenen birinci raundu idi. 12 Eylül, Üçüncü Cumhuriyet, "Altın De- vir" denen, hacıağa demokrasisi DP döne- minden daha bilinçli, egemen Friedman'cılık, Thatcherizm. serbest piyasacılık, köktenci restorasyonculuk dönemidir. Bu da, Duver- ger'nin, DP dönemi için söylediği gibi, de- mokrasi ile değil, ancak oligarşi ile olur (6). Sonuç Türkiye'nin sorunlanna karşı, ant içerek diploma alan aydmlar olarak, gerçekten çare bulunacaksa, önce durumu ana çizgilerinde açıkça saptamak gerektir. Yoksa tanı konma- dan ilaç söylemek, hangi sıfat takınılırsa takınılsın. ancak sosyal üfürükçülük olabilir. Kısaca, şimdi Üçüncü Cumhuriyet döne- minde, 12 Eylül hiyerarşik darbesi ile beş kişi- nin, İşveren Konfederasyonu'nun hazı- rladığmı açıkladığı taslağı, bir Danışma Mec- lisi'ne tescil ettirip, sonra da sıkıyönetim altı- nda halkoyundan geçirerek ilan ettiği, salt bi- çimsel, ülkeye ve çağa aykın, yabancı or- takhğındaki büyük fınans güçleri lehine, sos- yal uyanışa karşı bir büyük kapital birikimi ve restorasyon anayasaşı giysisi içinde bulunu- yor, bunun acılannı, verdiği zorluklan çeki- yor ve yeni bir anayasa, yeni bir dönem özlü- yoruz. Bilimsel olarak, özlemimizin karşılığı, Dördüncü Cumhuriyet ve onun yeni anaya- sasıdır. (1) F. Bilâ, Sosyal DemokratlarTamşıyor. 19-25. 7.1922, Milliyet. (2-3) Darbefer "Demirkırat"lar ve "27 Ma- yıs". Haz. Sadık Göksu. Anahtar Kitaplar Yay. 1992-İst. Yazarlar: A. Yıldız. S. Karaman. S. Gürsoytrak, M. özdağ, S. Özgür, H. Tunçka- nat, A. Türkeş, S. Ulay, T. Turhan, S.Atakan. A. H. Başar, M. Başaran, B.Baykam. S. Karaö- ren, H.Kıyafet, U. Mumcu, İ. Soysal, A. Timu- çin. (4-5) Anılan yazı dizisi, 19-20.7.1992, Milliyet. (6) Ahmet Yıldız, a.g.e. ARADABIR Prof. Dr. VEDİA DÖKMECİ Y. Doç. PERVER KORÇA Bilgi Çağı ve Kütüphanelepimiz Bütün dünyada izlenen yeniden yapılanma kitaplıklann (kütüphanelerin) önemini arttırmıştır. "Bilgi Çağı"nda, ile- tişim ve bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler, bilgi mer- kezleri ve bunların işleyiş biçimleri üzerinde çok etkili ola- caktr. Bilgi merkezlerinin büyük bir çoğunluğunu oluş- turan kitaplıklann bu yapılanmaya uygun olarak gelişmesi günün insanının bilgi gereksinimini sağlaması bakımın- dan kaçınılmaz birzorunluluktur. (Fine, 1990). Ayrıca 1950'lerden sonra istanbul'un hızla büyümesi, yeni gelişen alanlarda. altyapının yanı sıra sosyal tesisle- re olan gereksinimi de arttırmıştır. Sosyal tesisler arasın- da en çok ihmal edilen konu kitaplıklardır. Kitaphklar, bu yeni gelişen alanlardaki toplumun eğitimi, kültürel geliş- mesi ve kent toplumuna kendini uyarlaması (adaptasyo- nu) bakımından özellikle büyük önem taşımaktadır. Günümüz Istanbulu'nda 56 halk kitaplığı bulunmaktadır ve ortalama 130 bin kişiye bir kitaplık düşmektedir. Bu, ge- lişmekte olan ülkeler için gözardı edilemeyecek bir oran- dır. Ancak Osmanlılar zamanında bile İstanbul'da çok daha fazla sayıda kitaplık bulunması, bu konunun zamanı- mızda ne kadar ihmal edildiğini ve kitaplıklarımızın İstan- bul'un kalkınmasına koşut (paralel) olarak gelişmediğini ortaya koymaktadır. Kitaplıklara duyulan gereksinimin gittikçe artmasına karşın, İstanbul'da kitaplıklann nüfusla dengeli olarak da- ğılmadığı görülmektedir. Bazı tarihsel semtlerde 10 bin ki- şiye bir kitaplık düşerken, bazı yeni gelişen bölgelerde ise 350 bin kişiye bir kitaplık düşmektedir. Bu durumda, istan- bul'daki kitaplıklann sayılarının arttınlmasına ve şehir içinde dengeli dağılmalarına gereksinim vardır. (Dökmeci ve Korça, 1991) Kitaplık planlamasında rol oynayan bir başka etmen, ki- taplığa yakınlık olup, kitaplık kullanımı üzerindeki etkisi çeşitli ülkelerde incelenmiş ve önemli olduğu ortaya kon- muştur. özellikle, yoksul semtlerde kitaplığa olan uzaklık arttıkça, kitaplık kullanımı azalmaktadır Bu nedenle, İs- tanbul'da kitaplıklann nüfusla dengeli olarak dağılımına dikkat etmek gerekmektedir. İstanbul'da kitaplık gereksinimini karşılamak için üç dü- zeyden oluşan bir kitaplık sistemi önerilmiştir: 1) Şehir ki- taplığı, 2) ilçe kitaplığı, 3) Mahalle kitaplığı. Bu sistemde, bir mahalle kitaplığının yaklaşık olarak 50 bin kişiye hizmet vereceği kabul edilmiştir. Ancak, Fatih, Beyoğlu gibi nüfus yoğunluğu fazla olan semtlerde ise bu sınır 100 bine kadar arttırılmıştır. Bu durumda, 71 mahalle kitaplığına ve 8 ilçe kitaplığına gereksinim vardır. Bunların ivedilikle gereksinim duyulan çevre bölgelerinden başla- mak üzere gerçekleştirilmesi özellikle önerilmiştir. Bu büyüklükteki bir projenin Kültür Bakanlığı'nın bugün- kü sınıriı bütçesiyle gerçekleştirilmesi olası değildir. ön- celikle, Kültür Bakanlığı'na ayrılan bütçenin arttınlmasına gereksinim vardır. Ayrıca, belediyelerin ve hayırseverle- rin bu konuda yardımları ülke çıkarları açısından büyük önem taşımaktadır. Sonuç olarak, bütün dünyada izlenen ekonomik, politik ve teknolojik yeniden yapılanma, bütün şehirlerin yapısını etkilemekte ve özellikle, haberleşme ve bilgilenme tesis- lerinin en etkin biçimde planlamasını zorunlu kılmaktadır. Bunlar arasında, kitaplıklann, halkın kültürel gereksinim- lerini karşılamanın yanı sıra önemieri daha da artmış bu- lunmaktadır. Dolayısıyla İstanbul'un dünya çapında bir şe- hir olarak öbür şehirlerle yarışabilir bir duruma gelebil- mesi için haberleşme ve bilgilenme konusunda büyük rol oynayan kitaplıklann zenginleştirilmesi ve sayılarının art- ması gerekmektedir. Ayrıca, İstanbul'da basın ve yayın hayatının son derece kısır bir döngü içinde olduğu herke- sin kabul ettiği bir gerçektir. Kitaplıkların sayılarının arttı- rılması, halkı kitapla kaynaştırarak kitap satışlarını teşvik edebilir. Bunlara ek olarak, kitaplıklann daha çekici duru- ma getirilmesi, boş vakitlerini değerlendirecek yer bula- mayan çocuklarımızı oyun salonlarından kurtaracaktır. Kı- saca, İstanbul'da çoktandır ihmal edilen kitaplık sisteminin geliştirilmesi, halka ve çeşitli kesimlere çok yarar sağ- layacaktır ve bir an önce gerçekleştirilmesi gereken bir konudur. (l)Dökmea V veP. Korça,"Isunbul'da KütüphaneSisteminin PlanlanmasıProje- si". 1991. (2) Fine S (1990) "The Role of Lıbrancs m Economıc Restructunng , Int Lıb R 2 2 J 0 2 1 l ANKARA ÜNtVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ'NDEN 28 Temmuz 1992 tarihli Cum- huriyet gazetesinde yayımlanan "Ankara Üniversitesi Rektörlü- ğü'nden: Yüksek Lisans ve Dok- tora öğrencisi Alınacaktır" baş- lıklı ilanın Sağlık Bilimleri Ens- titüsü ile ilgili bölümu aşağıda- ki şekilde olacaktır. Sağlık Bilimleri Enstitüsü Aday kayıtları 24 Ağustos-11 Eylül 1992 tarihleri arasında An- kara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Mudürlüğu'nde (A.Ü. Ziraat FakUltesi Kampusu, Fa- tih Caddesi, Keçiören Yolu Üze- ri, Fatih Köprüsü Altı 06110 Yıl- dınm Beyazıt/Ankara) yapıla- caktır. Ek bilgi 317 17 85 numa- ralı telefondan alınabilir. Adaylar 2 adet fotoğraf, nü- fus kâğıdı sureti, not ortalama- sı belirtilmiş transkript, diploma veya çıkış belgesi (asıl veya Ens- titü onaylı) ile sahsen başvura- caklardır. Lisans mezuniyet not ortalamasının 60, yüksek lisans öğrenimi yaparak doktoraya başvuranlann not ortalamalan- nın 75 olması şarttır. öğrenim- leri yüksek lisansa esdeğer sayı- lan öğrenciler için bu ortalama 60'ür. Doktora öğrencüiğine girişteki yabancı dil sınavı lngilizce, Al- manca ve Fransızca dillerinden yapılacaktır. Yabancı dil sınavı 15 Eylül 1992 Sah günü saat 10.00'da A.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nde, bilim sınavı 17 Eylül 1992 Persembe günü ilgili anabilim dallannda yapılacaktır. "Lisansüstü öğrenim Gören- lerden öğretim Yardımcısı Kad- rolanna Atananlann Hak ve Yü- kümlülükleri ile Tıpta (Jzmanlık öğrencilerinin Giriş Sınavlan Hakkında Yönetmelik" çerçeve- sinde Eczacılık Fakültesi'nde "Farmasötik Teknoloji" Anabi- im Dalı ve "Anautik Kimya" Anabilim Dalı ile Veteriner Fa- kültesi 'Histoloji Embriyoloji" Bilim Dalı ve "Fizyoloji" Ana- bilim Dalına birer kadro tahsis edilecektir. Basın: 34387 I Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. HASAN HA YRİALKAN Nüfus cüzdanımı ve san basın kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. ARİFESEN HACI BEKTA Geleneksel Hacı Bektaş-ı Veli'yi anma şenliklerine özel birtur... Bilimsel toplantılar, paneller, tolklor gösterileri, deyiş ve halk müziği dinletileri, mizansen tiyatrolar, çeşitli sergiler ve tabii ki Semah çeşitlemeleri... Ve Türkiye'nin dört bir yanından gelip, aynı yürekten çarpan rengârenk insan seli... İstanbul'dan hareket: 14Ağusto* 1992Cuma akşamı Hacı Bektaş'tan dönüş: 18Ağu*tos 1992Salıakşamı KİŞİ BAŞI. 750.000.- TL. Ulajim, 3 yıldızlı otelde 3 gece konaklama, kahvaM * akşam yemeğı, tum jenlıK bıleüerı, rehberlık hızmetlerı ve KDV dahıl. HAFTA SONU Tekirdağ - Kumbağ - Hoşköy - Mürefte - Şarköy - Saroz Körfezi... Cumartesi sabahı hareket, Paaar akşamı dönüş. Tam pansiyon: 325.000.- TL. Kalkış tarihleri 22 Ağustos - 10 Ekim arası her hafta sonu J MITOLOGYA TURIZM TEL 241 36 31 - 248 86 58 •»**«**« FILA Yıldızlar Dünya Güres Samplyonası 13-16 Ağustos 1992 Grekoromen-Serbest İstctnbulAbdiİpekçi Spor Salonu ( . I R I S S I K B I S I I İ R PENCERE Sabahın köründe uyandım, gerindim, yatakta bir sa- ğa bir sola döndiim, tembelleştim, sonra büyük bir dehşetle, uzun süreden beri dalga geçmediğimi anım- sadım. Kaç yıl olmuştu dalga geçmeyeli? Oysa ne güzeldi, ögrenciyken dersliğin penceresin- den mavi gökyüzüne bakarak oyalanmak!.. Ogretme- nin konuşması, kedinin mırmırlanması gibi gelirdi kulağıma, dünyaya boşvermişliğin tadına doyum ol- mazdı; bir gökyüzündeki beyaz bulut, bir de ben. Ya liseden sonraki avarelik yıllarında başını alıp gitmek, sağa sola gelişigüzel göz atmak; estiği gibi yürümek!.. Jacques Prevert'in şiirindeki tasasızlık ne güzel: "Tekrar, diyor öğretmen /ki iki daha dört Dört dört daha sekiz Sekiz sekiz daha on altı Derken kuştur geçiyor gökten Çocuk görüyorkuşu Çağırıyor kuşu Gelkurtar beni Oyna benimle" Üzerinize afiyet, uzun bir süreden beri dalga geçe- mediğimi ve avarelik edemediğimi düşününce ken- dimden kuşkulandım, sormak zorunda kaldım: - Yaşlanıyor muyum? Acı bir soru!.. Ama düşündüm ki bizim çocukluğu- muzda dalga geçmek yaşamın tadı gibi düşünülür, avarelik bir tür özgürlük sayılırdı. Bilmem ki moda mıy- dı? Ya da zaman daha mı ağırdan akardı? ölümünden kısa bir süre önce, Sait Faik'e sormuşlardı: "- Sizce yaşamak nedir?" "- Balık tutmak, kahvede oturmak, yanımda çok sev- diğim köpeğim, insan tanımak, Beyoğlu'nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak, arada içmek, hikâye yazmak, velhasıl hiçbir şeye bağlanmadan avare gezmek bü- tün gün. Işte ben böyle bir hayattan zevk alırım, buna yaşamak derim" (Izlerimiz, 1954) • Ama günümüzde çocuklara bile avarelik hakkı tanı- nıyor mu? Yavrucaklar ille de şampiyon olmak ya da para kazanmak yolunda koşullandırılmıyorlar mı? Cimnastik mi? Yüzme mi? Her neyin nesiyle sanki ko- bay yetiştiriliyor. Geçen gün bir gazetede okudum, Amerika'da on yaşlarında çocuklara borsada nasıl oy- nayacaklarını öğretiyorlarmış, daha küçükten bilgisa- yarların önünde bir yaşam biçimi ve para, para, para!.. Amerika'yı bırakalım, bizde okullara giriş sınavlarında küçükler yarış atına dönüştürülmediler mi? Peki, avarelik artık geçmişte kalmış güzel yıllann mutluluğu mu sayılacak? Orhan Veli'nin "Dalgacı Mahmut" adlı şiirinde mi kalacak: "Işim gücüm budur benim, Gökyüzünü boyarım her sabah, Hepiniz uykudayken Uyanır bakarsınız ki mavi. Dalga geçerim kimi zaman da, O da benim vazifem..." • Okuduğunuz yazının son bölümüne geldik, daha ya- taktan kalkamadım; bu sabah ne kadar gerinsem, ofla- sam puflasam, düşünce tembelliğinden ve gevsekli- ginden sıyrılamıyorum. Sahi, 2000e 8 kala, insanlar dalga geçmekten ne kadar uzakta yaşıyorlar? Gelece- ğin kutsal kitabında neler yazacak: Bir zamanlar dünya tertemizdi. Bulutlar, denizler, göller kirlenmemişti. Uzayda ozon deliği açılmamıştı. îlkbahar bahardı, yaz da yazdı. Çocuklar derste dalga geçer, gençler avarelik eder, yaşlılar boş zamanlann- da kaldınm mühendisliğiyle vakit öldürürlerdi. Koştur- maca başlamamıştı, acele-telaş yoktu. Zamanın akışı duyumsanmayacak oranda yavaştı. Tam o yıllarda, bir okulun dersliğindeki pencereden gökyüzündeki beyaz buluta bakarak dalga geçiyordum ben... • Evet, çok uzun süreden beri dalga geçemediğimi sa- bahın köründe anımsadım; hiç olmazsa bugünkü ya- zımda geçeyim, dedim. Bağtşiayın. V BİRULUSUNTÛRKOlfRİNİ YASALARmiYAPANLARMN OAflAGÖÇLÖDÖR. KALAN MÜZİK YAPIM Hasan SALTIK SEUUU$CUI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle