15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 TEMMUZ1992 PERŞEMBE 12 DIZIYAZI İngiliz üssündeki Kıbnsh Türklerin tahliyesi basın ile el ele yürütülen yayınla sağlandı Güneyden kuzeyehava köprüsü KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI VE SONRASI ECMEL BARÜTCÜ -ıı— 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbns'a çı- karma harekâtı başlayınca Kıbnsh Rumlar adanın çeşitli yerlerindeki Türk bölgelerine karşı silahlı harekete geçmişlerdi. Geniş bir Türk nüfusu- nun yaşadığı Bafın İngiliz Akrolin Üssü'ne yakın köylennde yaşayan Türkler Rum tecavüzlerinden korun- mak için İngiliz üssüne sığınmaya baş- lamışiardı. Eşya ve vasıtalan ile bu üsse gelebilenler böylece Rum teca- vüzlerine karşı korunma imkânı bul- muşlardı. Bu suretle Akrotiri Üssü'- nde 10 bin kadar Kıbnsh Tûrk birik- mişti. Kjsa süre içinde bunlann yaşam şartlan çekilmez hale geldi. Bu konu- yu sorun haline ilk önce ben getirdim. Bir gün İngiliz Büyükelçisi'ni nezdime davet ederek kendisine şunlan söyle- dim: -Sayın Büyükelçi, biliyorsunuz, Kıbns banş harekâtının başladığı ta- rihten bir gün sonra sabaha karşı saat 04.30'da bakanhğa odama geldiniz ve Gime'de yaşayan takriben 1.500 ka- dar İngiliz vatandaşının harekât saha- sında mahsur bir vaziyette kaldığını, İngiliz hükümetinin bunlan Girne'den tahliye etmek istediğini, bunun için Türk hükümetinden askeri harekatın durdurularak bunlann tahliye edilme- sıne imkân verilmesini istediniz. Ben de size bunlann nerede olduğunu sor- dum. Bundan maksadım şu idi: İlk günkü çıkarma harekâtında Girne'nin doğusunda ancak üç kilometreük bir ilerleme olduğundan ikinci gün doğu- ya doğru harekât genişleyecekti. Eğer Ingilizler doğuda iseler bu yüzden as- keri harekâü durdurmanın imkansız- lığını size anlatmak istiyordum. Siz, bunlann, korktuğum gibi, Girne'nin doğusunda olduğunu söylediniz. Ben de size sabah doğuya doğru harekât yapılacağını. bu durumda yapacak bir şey göremediğini, harekâtı durdura- mayacağımızı söyledim. Siz ısrar etti- niz, bunun insani bir mesele olduğunu, korku içinde ve perişan durumda olan bu İngiliz vatandaşlannın tahliyesi için Türk hükümetinin göstereceği an- layışı İngiliz hükümetinin şükranla karşılayacağını ifade ettiniz. İngiliz Büyükelçisi Sir Horrace bu sözlerden nereye geleceğimi, meramı- mın ne olduğunu merak içinde bekli- yordu. Ben devam ettim. -Bunun üzerine bakanla görüşeceği- mi söyleyerek bakanın odasına gittim. Kendisi o sırada banyoda duş alıyor- du. Bu yüzden odamda yanm saat kadar beklediniz. Bakana durumu an- latınca o da benim size gösterdiğim reaksiyonu gösterdi. Ama siz ısrarla Türk hükümetinden insani bir davra- nış beklediğinizi söylediniz. Bakanı- mız Genelkurmay Başkaru'na telefon etti. Sonunda Deniz Kuvvetleri Ku- mandanı ile görüşmeniz istendi. Siz de memnun olarak yanınızdaki deniz ataşeniz ile birlikte Deniz Kuvvetleri'- ne gittiniz. Askeri harekatın en hara- retli anı içinde yaşamamıza rağmen Genelkurmayımız askeri harekâtı durdurdu ve siz de İngiliz vatandaşla- nnı Girne'den tahliye ettiniz. O zaman biz size bu anlayış ve yardımı göster- dik. Şimdi biz sizden anlayış ve yardım istiyoruz. Akrotiri Üssü'ndeki Türkle- ri tahliye etmek istiyoruz. Büyükelçi, bu sözlerim üzerine hiç itiraz etmedi. Tahliyeyi naal yapmayı düşündüğümüzü sordu. Gemi gönde- rip almayı veya uçakla tahliyeyi dü- şündüğümüzü söyledirn. İngiliz üsleri- ne yabana uçaklann inip kalkmasına üsler statüsünün elverişli olmadığını sandığını söyleyen Sir Horrace, Akro- tiri Üssü'ne gemilerin yanaşması için liman bulunmadığını, bunun için Li- masol limarurun kullanılması lazım, geleceğjni, bu takdirde de Türk göç- menlerin Rum bölgesinden gecerek oraya gitmeleri mümkün oiacağı ci- hetle buna Rumlann mani olacağını söyledi. En uygun yöntem zim kendilenne harekatın başında gösterdiğimiz anlayışa karşı İngilizle- rin bu yanlış ye hatalı tutumunda ısrar etmesi Türk-İngiliz ilişkilerini rahatsız etmekte tabiatıyla gecikmedi. Ashnda Akrotiri Üssü'ndeki Türkler kelime- nin hakiki manasında mülteci idiler. Devletler hukukuna göre kendi rnilli hudutlan dışma çıkan insanlar için mülteci sıfatı kullanılabilir. Kuzeyden güneye kaçan Rumlar buna göre mül- Artık mesele bizim yönümüzden rinci elden bilgi sahibi olmak istemesı gittikçe kızışıyordu. Türk gazeteleri kadar normal bir şey olamazdı, ancak adeta başka konu bulamaz olmuş gi- ben bu notlan yazmaya başladığımda biydiler. Devamh bu konu işleniyor ve Çağlayangil makamında yirminci ayı- tabii hükümet ve bizler de bir netice nı dolduruyordu ve biz bir araya gelip alamamış durumda kahyorduk. İşte Kıbns meselesini görüşememiştik. bundan sonradır ki ben de taktiğimi Bunda kusur bakanda mıydı yoksa değiştirip basın ile el ele vermeye baş- bunun sebebi başka yerde mi aranma- ladım. Devamh olarak basını şişiriyor- hydı? Kanımca ikincisi daha doğruy- dum. Her gün basına yeni bir haber du. Kıbns Dairesi öteden beri bakanla uçuruyordum. Bunlann hiçbiri doğru çok yakından çahşma ihtiyacını duy- değildi. Ama istiyordum ki Ingilizler muştur. Bunu bazen bakanlar da iste- miştir. Sebebi ise tamamen işlerin çabuk görülmesine duyulan ihtıyaçtan ileri gelmiştir. Veya talimat direkt ba- kandan alındığı için öyle hareket edil- miştir. Bunun başka hiçbir sebebi yoktur. Nitekim, yıllar sonra İlter Türkmen'in bakanhğı zamanında türk bölgesinde buîunan İngiliz va- merkezde Siyasi İşler Müsteşar Yar- tandaşlanna ait mal ve mülke verilen dımcıhğı görevini aldığımda Kıbns zarardan şikâyetçi idiler ve Türk tara- Dairesi'nin başında bulunan Tugay fma tazminat taleplerini mahfuz tut- Uluçevik, direkt bakanla iş gördüğün- den bana karşı mahçubiyet içinde bu durumu anlatmaya çahşırdı. Ben de bunu görsün, konunun yatışmayaca- ğını anlasın ve işlerin hiç de ıyi olmaya- cağı bilincine varsınlar. Adada da Türk bölgesinde bu konu nedeniyle İngilizlere karşı tam bir anlayışsızhk gösteriliyor ve hiçbir talepleri yerine getirilmiyordu. Ingilizler bilhassa tuklannı bildiren notalar veriyorlardı Sık sık tekrarladıklan notalarla konu- ya son derece önem verdiklerini göste- kendisine; ö a f t a yaşayan Türkler, Rum tecavüzlerinden korunmak için İngiliz Akrotiri üssüne sığınmışlardı. Kısa süre içinde üsteki yaşam koşullan çekilmez hale geldi. Uzunca bir zaman sonra Callaghan, Afrika ülkelerine çıktıgı bir gezi sırasında bu üsse uğradı ve Kıbnsh Türklerin gerçekten feci şartlar içinde yaşadığını kendi gözleriyle gördü. teci sayılamazlar. Onlar ashnda "disp- laced person", yani "yerlerinden olmuş insanlardı". İngihz üsleri, Kıb- ns antlaşmalanna göre, hükümran sahalar olduğuna göre üçüncü bir dev- let toprağı idi. Bu itibarla buraya sığı- nan Türklerle Londra'da oturan Türkler arasında hiçbir fark düşünüle- mezdi. Nasıl İngiliz hükümeü Londra'da oturan Türkü orada arzu- su hilafına tutamazsa adadaki üslerin- nyorlardı. Konuyu bununla irtibat- landırdım. Türk basınında üslerde bulunan 10 bin Türkün günlük sıkıntı- sını maddi ölçüye vurarak İngilizler- den tazminat talep edeceğimize ve bunun hazırhklannın dışişlerinde ya- pıldığına dair haberler çıkmaya başla- dı. Günde adam başına 500 sterlin talep edeceğimizi bir gün bir gazete ya- zarken, bir başka gün bunun günde 1000 sterlin olacagını, başka bir gazete deki Türkler için de başka şekilde yaayordu. İstediğim oluyordu. Basın düşünmek caiz değildi. Üslerdeki Türkler mülteci idiler ve Uluslararası Mülteciler Sözleşmesi'ne göre istedik- leri yere gitmekte serbest olmalan ikti- işi gittikçe kızışürmışü. Bu hava içinde kamuoyundan tepkiler gelmeye başla- mıştı. Birkaç gün sonra İngiltere Bü- yükelçisi elinde bir mektupla bakanh- - Merak etme, benim kadar bu du- rumu anlayan bir başkası yoktur, di- yerek gönlünü ahrdım. Ecevit hükümeü zamanında genel sekreterliğe tayininin kararlaştınldığı sıralarda Şükrü Elekdağ bir gün be- nimle odamda sohbet ederken, benim bakanhğı zamanında Haluk Bayülken ile yakın çahşma halinde iş gördüğü- mü bildiğinden bana çok manidar bir söz etmiş ve; - Ecmel, seninle aynı hiyerarşi içinde çalışmamız çok zor olacak demişü. Bu sözü unutmadım. Altında yatan mana açıktı. Yeni genel sekreter eski usulü beğenmediğine göre elbette Çağlayangü'e iki esash telkinde bu- lunabildim. Bin Kıbns Türk Federe Devleti'nin bağımsızlığını ilan etmek- ti. 1975 eylülünde Birleşmiş Milletler'e giderken bunu kendisine uçakta aç- üm. - Bağımsızhk uluslararası alanda başımıza büyük işler açar diyerek ko- nuyu kapattı. Halbuki aynı fıkirde olan İlter Türkmen daha sonraki yıllarda Birleş- miş Milletler'de daimi delege olduktan sonraki ilk genel kurulda bana aynı şe- yi söylemekle beraber müteakip genel kunıl toplantısında ordan hiçbir şey çıkmayacağını görmüş ve - Sen hakhymışsın, bağımsızhğı ilan etmekten başka çare yoktur, demişti. Aradan yıllar geçecek ve Ada'da Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nin kuruluşu onun Türkiye'de Dışişleri Bakanı olduğu bir sıraya rastgelecekti. Çağlayangü'e ikinci telkinim bır ev- velki yıl Birleşmiş Milletler'de kabul edilen 3212 sayılı genel kurul karan ile ilgiliydi ve kendisine aynen şunu söyle- miştim: - Siz Turan Güneş'in zamanında çı- kan 3212 sayılı karardan memnun değilsiniz. Bu karan ben de beğenme- dim. Zamanında Turan Güneş'e bu- nun sakıncalanndan bahsettim. Ama nihayet bakanın verdiği karar karar- dır. Eğer siz bu karardan kurtulmayı düşünüyorsanız. genel kurulun bu de- fakı toplanusını bu amaçla kullanabili- riz. Çıkacak yeni karan reddederek eski karan kadük hale getirebihriz. Yeni kararlara ret Çağlayangıl'ın de belki kafasında böyle bir fikir yatıyordu. Olan biteni kendime mal etmek istemiyorum. - Bu düşünülebilir, demişti. Sonunda da öyle yaptık. Demirerin başkanlığındaki dörtlü koalisyon hükümeü işe başladığı za- man Kıbns'ın Türk bölgesindeki eko- nomik durumdan biz hariciye olarak çok şikâyetçi idik. Ekonomik alanda ahnan tedbirlerden memnun değjldik. Ama bu sahada bakanhk olarak mü- dahale etmek için hiçbir yetkimiz yok- Kıbnslı Türkler, sığındıklan İngiliz üssünde çok zor yaşam şartlan altında hayadarmı sürdürüp bin bir zorlukla kuzeye geçebü mişlerdi za etmekte idi. İngilizler bu argüman- lar karşısında güç durumda kaldıkla- nnı hissediyorlardı ama Rumlan ve Yunanhlan kızdırmamak için göz gö- re göre abesi müdataa ediyorlar ve sorunun behemal Denktaş ile Klerides arasında görüşülmesini ileri sürüyor- lardı. Karşıhkh direnmemız haftalar sürdü. Irmak hükümeü sırasında Dı- şişleri Bakanı Esenbel ile NATO top- lantısı için gittiğimiz Brüksel'de yapı- lan Esenbel-Callaghan görüşmesinde üslerdeki Kıbnsh Türkler de içinde ğa geldi. Elindeki bir tehdit mektubu idi. Bu mektupta İngiliz tutumu yeril- mekte ve 15 ocak tarihine kadar üsler- deki Türkler bırakılmadığı takdirde Türk-İngiliz ilişkileri bozulacağı gibi kendi hayatının da tehlikeye gireceği ifade edihyordu. İngihz Büyükelçisi belh ki mektuptan etkilenmişti. Böyle imzasız mektuplara kıymet atfetme- nin belki doğru olmadığını, ama öyle bir çağda yaşıyorduk ki tedhişcıliğın zirvesine eriştiği böyle bir devirde bu kabil mektuplan büsbütün ciddiye al- bulunduklan perişan şartlar karşısın- *mamazük etmeye imkân bulunmadı- da bazı hareketlere girişmişlerdi. Ay- ğını söyledi. larca altlannda şilte görmemiş olan ^ „ r ~^~T. Türk mülteciler son zamanlarda bir de Callaghan gorunce su baskınlan yüzünden sefil ve perişan hale gelmişlerdi. Onlann bu durumuBen de başka her türlü çare vetedbır jürk kamuoyunda İngiltere'ye karşı düşünülebilir. Icabında gemiler deniz- gittikçe gelişen bir infıal uyandınyor- den küçük kayıklar kullanmak sure- du. Esenbel bu duruma da dikkati tiyle tahliyeyi yapabilirler. ingiltere çekerek Callaghan'dan hiç olmazsa hükümeü kabul ettikten sonra mu- y a ş hlann, hastalann, kadm ve çocuk- hakkak en münasıp usulu buluruz, ıa n n tahliyesi için alakasıru rica etü. d e d i m - İngüizler Akrotiri Üssü'ndeki Kıbnsh İngihz Büyükelçisi, talebımızın çok Türklerin Türkiye'ye gönderilmeleri makul olduğunu, ehnden gelenı yapa- hahnde Bunlann Kuzey Kıbns'a inti- cağını ve bu ncamızı olumlu mütalaası kal etürilmeyeceği yolunda Türkiye'- nin teminat verip veremeyeceğjni sor- dular. Ancak Mehh Esenbel bunu kabul etmeye yanaşmadı. Üzerinde bi- le durmadı. Bu şekilde bir teminat ver- dikten sonra Türkiye'nin sözünü tuta- mamış bir devlet haline düşmesini istemiyordu. Brüksel'den böyle aynl- ile birhkte hükümetine intikal ettirece- ğini söyledi. İngihz hükümetinin talebimize ce- vabı erken gelmedi. Bir hayh zaman bekledik. Sonunda gelen cevap bizi tatmin edecek çinsten değildi. İngilte- re, Akrotiri Üssü'ne sığınmış olan Kıbnsh Türklerin, genel mülteci so- runlan çerçevesi içinde ve Denktaş ile Klerides arasında yapılan insani so- runlar hakkındaki görşümelerde ele ahnıp bir hal şekline bağlanması görü- şünde olduğunu bildiriyordu. Bu şe- kilde bir davraruş hukuki bakımdan sakat olduğu gibi siyasi açıdan da İn- dık. Ankara'ya geldikten sonra Cal- laghan'dan Mehh Esenbel'e bir mesaj geldi. Bunda Callaghan konu ile ilgi- lendiğini ve ilk partide yukardaki ka- tegorilerden 400 kişinin serbest bırakı- lacağını söylüyordu. Dysa bu Brüksel görüşmesinden önceki bir duruma ait- ti ve belh ki Callaghan kendi servisle- gilizlerin Rumlan kollayan bir davra- n n d e n a l d l g , b u y a n ı ı t l c ı malumat ile nış içinde olduğunu gostenyordu. bizi avutmaya çahşıyordu. Cevabımız Kısaca güneye kaçan Rum mülteciler yerlerine döner, Akrotiri Üssü'ndeki Kıbnsh Türkler de nereye isterlerse oraya giderler demek istiyorlardı. Bi- biraz sert oldu. Beîki de bizden teşek- kür bekleyen Callaghan'a mesajını hiç de tatmin edici bulmadığımızı bildir- dik. Üslerdeki Kıbnsh Türklerin bu mektupta belirtilen tarihte serbest bı- rakıknalannın İngiüz hükümetince kararlaştınldığını burada behrtmeli- yim. Callaghan, Afrika ülkelerine çık- tığı bir seyahat sırasında Akrotiri Üssü'ne uğradı. Kıbnsh Türklerin ha- kikaten feci şartlar içinde yaşadığını kendi gözleriyle gördü. Bu seyahati ta- kiben ingihz hükümeti Kıbnslı Türk mültecilerin Türkiye'ye tahliye edil- mesine yukanda söylediğim tarihte karar verdi. Bu bir tesadüf mü idi bile- mem. ama bildiğim bir şey varsa o da Akrotiri Üssü'ndeki Kıbnsh Türkie- rin tahliyesini basın ile birlikte el ele yürüttüğümüz neşriyatla sağladığı- mızdır. Türk Hava Yollan tarihinde ilk de- fa kurduğu bir hava köprüsü ile 10 bin Kıbnsh Türkün Akrotiri Üssü'nden Mersin üzerinden Kuzey Kıbns'a tah- liyesini bir haftada sağladı. Milliyetçi Partiler Koahsyonu adı altında kurulan Demirel hükümetinde İhsan Sabri Çağlayangil, Dışişleri Ba- kanlığı'na tekrar geldiğinin daha ilk günlerinde bana, "Seninle bir gün otu- rahm, bana Kıbns konusunu ve bu konudaki gelişmeleri etraflıca anlat" dedı. Bu gayet makul bir istekti. Ba- kanhğa yeniden gelen Çağlayangü'in bu meselenin gehşmeleri hakkında bi- onun dediğineuyacaküm. Bundan da- ha tabii bir şey olamazdı. Bununla beraber onu ne derece memnun ettiği- mi bilemiyorum. Yalnız kuvvetle ihti- mal verdiğim bir husus var; Kıbns Harekatı'nın başanya ulaşmasından sonra benim dışanya postalanmam is- tenmesinde bu hiyerarşi anlayışının rolü olduğunu sanıyorum. Belki yanı- labihrim. Ama aynı durum Mehh Esenbel'in bakanhğı sırasında da de- nenmek istenmiştir. Melih Esenbel buna uymadı. Ne zaman Kıbns mese- lesi yanında konuşulmak istendiyse, - Ben Kıbns meselesini Ecmersiz görüşmem diyerek benim de hazır bu- lunmamı istemiştir. Tabii bu durumdan Mehh Esenbel zararh çıkmadı. Parlamentoda güve- noyu alamamış bir hükümette Dışişle- ri Bakanı olmasına rağmen bakanhğı sırasında yapılan işlerin şu bilançosu- na bir bakın: Kıbns Türk Federe Devleti kurul- du. Anayasa hanrlandı. Referandum için gerekli mevzuat çı- kanldı. İngilizlerin Akrotiri üssündeki Kıb- nsh Türkler kurtanldı. Bunlann her biri büyük işlerdi. Bu- nu kimse inkâr edemez. Sonunda, Mehh Esenbel Sezar'ın hakkını Sezar'a verecek kadar da şö- valyelik gösterdi. Bakanhktan aynlırken veda etmek için geldiği odamda Semih Akbil'in de bulunduğu bir sırada bana söylediği şu sözleri unutamam: - Ben aptal değilim, etrafta neler döndüğünü, neler olup bittiğini biliyo- rum. Bu bakanhkta senin kadar sağ- lam karakterlisi yok. Hep böyle kal. Çağlayangü'in bakanhğı sırasında yine eski politıkaya dönüldü. Bu poh- tika pasif ve kahplaşmış politika idi. Bu kalıbı yıkmak için birkaç çıkışım oldu. Ama bunlan genel sekreterlik makamının ötesine geçirebilmem mümkün olmadı. tü. Bütün yetkiler Ecevit hükümeti zamanında Kıbns Koordinasyon He- yeti'nin başkaru olarak Ziya Müezzi- noğlu'na verihnişti. Onun girişimleri üzerinde Dışişleri Bakanlığfnın kont- rol yetkisi bile yoktu. Bu çok anormal bir durum yaratıyordu. Bir kere, ben şahsen, Kıbns Dairesi'nin başına geti- rildiğim andan itibaren Kıbns mesele- sinin siyasi ve ekonomik vechelerinin tek elde toplanması görüşünü savunu- yprdum. Çünkü o sıralarda konu siya- si olmaktan çok iktisadi yönü ile önemhydi. Makarios Türk toplumu- nu ekonomik tedbirlerle dize getirme pohtikası takip ediyordu. Buna karşı biz de teşkilatlanmahydık. Oysa tam tersi yapılmış, Osman Olcay'ın bakan- hğı sırasında Kıbns-Yunan Dairesi Genel Müdürlüğü iki daireye bölüne- rek Kıbns meselesinin iktisadi ve siya- si vechesi birbirinden aynhnıştı. Ha- luk Bayülken Dışişleri Bakanı olunca bu meseleyi dikkatine getirdim. On- dan anlayış gördüm. ama Genel Sek- reter İsmail Erez itiraz etti. Bu yüzden düşündüğüm örgüüenmeyi yapama- dık. Ama aynı İsmail Erez Paris Büyü- kelçisi olarak bana veda ederken "Ec- mel sen hakhymışsın, bu daireyi genel müdürlük yapmak lazımdı" demek- ten kendini alamamıştı. Halbuki ara- da iki yıl boşuna geçmişti. Bu iki yıhn zarannı nasıl telafı edecektik? Aynı görüşü Genel Sekreter Şükrü Elek- dağ'a da daha önce temas ettiğim odamdaki sohbet sırasında anlatmış ve "Belki sen de bir süre sonra aynı gö- rüşe geleceksin ama arada geçecek zamanın zarannı yine sineye çekece- ğiz" demiştim. Söylediklerim adeta kehanet gibi çıkmıştı. Elekdağ da bir sene geçtikten sonra "Evet, doğrusun bu daireyi genel müdürlük yapmak la- zım" dedi ve ben 1976'da Sofya Büyü- kelçiliği'ne giderken yeni genel mü- dürlük kuruldu. SClRECfK ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEkÇİ Uzak Attalarda... Yalova'da, Ahmet Isvan'la çitlliği dolaştıktan sonra, ye- mekte, konuşmuştuk. Hürriyet'in Kültür-Sanat muhabiri Buket öktülmüş de vardı. isvanın çiftUği Buket'in çok ilgi- sini çekmişti. Ahmet Isvan, tam bir çiftçiydi; bir yanda da politikacı. Geçimini çiftçilikten sağlıyordu; meyvecilikyapı- yordu çiftliğinde. Isvan'ın babası bu tarlaları 1950'lerde almıştı. Ahmet isvan Amerika'da tarım eğitimi görüp mü- hendis çıkınca, işlerin başına gecmesi güç olmadı. Işini de çok seviyordu. Köyün adı Taşköprü'ydü. Reha Isvan çocu- ğunu burada büyüttü; gezdirdi. Yol ne yok, yüz metre ka- darlık yolda arabayla dolaştırırdı Osman'ı. O patika yola çıkarken: -Haydi oğlum, uzak attalara gidelim! derdi. Yol, Osman'ın diliyle, "uzak attalar'dı. Biz konuşurken, Reha isvan telefon etti: -Ahmet, seni kıskanıyorum! demiş. Ben de olmak ister- dim. Reha Isvan, yeni bir kitap hazırlayıp "Bilgi Yayinevi"ne vermişti; adı "Gün Olur Devran Döner"dt. Orada "uzak at- taları" da anlatıyordu. Salı günü çıkan "Ahmet Isvan ile Ertan Ünver..." başlıklı "Ankara Notlan'nda, Ahmet Isvan'la yaptığımız konuşma oncağız değildi, daha biraz vardı. Onu da vermeliydim. Nasıl olsa, Reha Isvan'ın hakkını yemiştim; bari Ahmet Is- van'ın hakkını yememeli, sorduğum birkaç soruyu daha yansıtmalıydım. Bir de bir düzeltme yapmalıydım. Yazıda Tankut Akalın'ı, Turgut Akalın diye yazmışım, onu Tankut Akalın diye düzeltmeliydim. Doğrusu Tankut Akalın ola- caktı, eski Edirne Milletvekili. Ahmet Isvan'a soruyordum, çiftlikte Hürmiye Hanım'ın pişirdiği yemeği yemeye hazırlanırken: -Efendim. Necdet Uğur bana, 'Biz hizip görüntüsü ver- memeliyiz, bizim tabanımız buna çok dikkat eder. Bizim dışımızda olup, bizi destekleyen insanlar da buna çok önem verirler' dedi. Buna ne diyorsunuz? -öyle! Zaten son yıllarda sanıyorum, bizim solda boşlu- ğu tam dolduramayışımızın nedeni, partimizin çok başlı gözükmesinden, hizip partisi gibi gözükmemizdendir. Halka o yüzden "güven veremedik" diye düşünüyorum. Onun için bir an evvel. bu iki başlılığı, üç başlılığı ortadan kaldırmalıyız Hiziplerin çatıştığı bir parti görüntüsünden kurtulmamız lazım... -Okuduklarıma göre, "CHP hiçbir zaman, SHP için kurul- muyor!" deniyor yorumlarda. Ona ne dlyorsunuz? -Şöyle düşünüyor olmaları lazım; SHP için kurulmuyor; bana göre, 12 Eylül'ün kalıntılarını ortadan kaldırmak için kuruluyor. Ve de işte, devleti, Cumhuriyet'i kurmuş olan, Kurtuluş Savaşı'nı yürütmüş olan, en köklü parti olarak, onun kapatılmış olmasının ayıbını ortadan kaldırmak için kuruluyor. Benim CHP'ye çok büyük duygusal bağlarım var; çok insanın da böyle olduğunu düşünüyorum. Ashnda biz hepimiz CHP'liyiz. Şu dakika SHP'de kayıtlı olmak bir şey değiştirmiyor; biz kendimizi CHP'li diye hissediyoruz çoğumuz. Ama tabii, bugünkü SHP, 1980 yılındaki CHP'- den çok farklı, elbette öyle. Ve aradan 12 yıl geçti, bir de ağır bir ihtilal yaşadık, bir darbe, bir yıkım yaşadık. Bugün farklı; ama CHP kapatılmamış olsaydı, elbette ki, 1982 yı- lındaki, 1992 yılındaki CHP ile aynı olmayacaktı. Değişe- cekti. CHP'nin önemli özelliklerinden biri değişmektir. Düşünün ki "Değişmez Genel Başkan, Milli Şef" noktasın- dan, bir yılda üç kez genel başkan seçimi yapan bir partiye dönüşmüşüz. Biz, hızla değişiriz! -Efendim, hem CHP'liyim, diyorsunuz hem SHP'liyim di- yorsunuz. Bu gelişme içinde, bir yandan da CHP oluşturul- maya çalışılıyor. Bir iddiaya göre, "CHP dışındakiler, par- tilerinden ayrılıp buraya gelsinler. Burası büyüsün, böyle birleşilebilir" deniyor. Oysa, siz diyorsunuz ki, "Ben bir parti meclisi üyesiyim, benim sorumluluklarım var..." Şim- di ikisini nasıl bağdaştıracaksınız? CHP'nin oluşması için SHP'den kopup gidecek misiniz, yoksa' bir birleşmeyle, onun ötekine gelmesini mi isteyeceksiniz? -Valla, kimin kime gideceği çok önemli bir sorun değil. Teknik zorlukları, hukuksal sınırları elbette var; ama, önemli olan Türkiye'nin sosyal demokratlarının birçatı al- tında birleşmesinin gerektiğine inanıyorum. CHP'nin açıl- ması, bunu sağlayacak diye düşünüyorum. Şu dakika hangi adımlar atılarak, hangi yasa maddeleri konularak yapılacağını söyleyemiyorum, bilemiyorum. Ama, "Mutla- ka birleşeceğiz!" diye düşünüyorum. Başka türlü, iki ayrı parti olarak yaşayamayız. CHP de yaşayamaz, biz de ya- şayamayız! -Yani, CHP oluşur, ayrı bir parti kurulursa SHP de yaşa- yamaz mı? -Çok zararlı olur böyle bir gelişme; belki yaşayabilir ama Türk siyasetine zarar vermiş oluruz. Halka yapacağı- mız hizmetleri çok azaltmış oluruz. Sunacağımız çözüm yollarını tıkamış oluruz. -Bu olay, bir bölünmeye yol açar mı? -Çok basiretsiz insanlar elinde kalırsak, çok büyük hata- lar yapılırsa, belki mümkündür ama, sanmıyorum. Bunca deneyimden sonra, bolünmüşlüğün Türk soluna ne kadar büyük zararlar verdiğini görmüş olduktan sonra, böyle bir şeyin gelişeceğine ihtimal vermiyorum, "olmaz" diyorum. -Teşekkür ederim, ben sizin boğazınızda bıraktım, özür dilerim. (Konuşmadan sonra, yemeğe başladık!) BULMACA SOLDAN SAGA: 1/ Süt verimi yük- sek, üstün kaliteü sı- ğır cinsi. 2/ Sınır ni- sanı... Otuz iki kâ- ğıtla oynanan bir tür iskambil oyunu. 3/ Büyûk meşin hey- be... Bularuklığı ol- mayan, berrak. 4/ En kısa zaman süre- si... İzmir iline bağlı bir ilçe. 5/ TVopikal Afrika'da yetişen ve odunu maragozluk- ta kullanılan bir ağaç... Steven Spiel- berg'in bilim kurgu türündeki ünlü filmi. 6/ Yineleme sonucu kazanılan yatkınhk... Hayat arkadaşı. 7/ Fiil- ler, eylemler... Kilime benzer, renkli ve motifli uzun yolluk. 8/ Geceleyin açık havada sevgi duyulan biri için verilen küçük konser. 9/ Paltoya benzer bir tür üstlük... Bir bağlaç. YUKARIDAN AŞAGlYA: 1/Divan edebiyatında, bir gazelin her beyitinin başına üç dize eklene- rek yazılan şiir türü. 2/ Mevki, makam... Ege bölgesinde ünlü bir antik kent. 3/ Ateş... Akdeniz bölgesinde bir akarsu. 4/ Ya- ğı alınmış süt ya da yoğurttan elde edilen bir tür peynir. 5/ Es- ki bir siyasal partinin simgesi... Ticaret mallannı saklamak için rıhtımda yapılan büyük depo... Japon lirik dramı. 6/ Başka yer- lere dikilmek için yetiştirilmiş sebze ya da körpe çiçek... Sıkıntı verme, üzme. 7/ Afrika'da yetişen ve parlak kerestesi mobilya- cıhkta kullanılan bir ağaç... İtici neden, güdü. 8/ Denizlerin çe- kilmesiyle oluşan ve yurtlanmaya elverişli olan bölge. 9/ Hal- dun Taner'in bir öykü kitabı... Danısıklı dövüs.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle