Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 30 TEMMUZ1992 PERŞEMBE
12 DIZIYAZI
İngiliz üssündeki Kıbnsh Türklerin tahliyesi basın ile el ele yürütülen yayınla sağlandı
Güneyden kuzeyehava köprüsü
KIBRIS BARIŞ
HAREKÂTI
VE SONRASI
ECMEL BARÜTCÜ
-ıı—
20 Temmuz 1974 sabahı Kıbns'a çı-
karma harekâtı başlayınca Kıbnsh
Rumlar adanın çeşitli yerlerindeki
Türk bölgelerine karşı silahlı harekete
geçmişlerdi. Geniş bir Türk nüfusu-
nun yaşadığı Bafın İngiliz Akrolin
Üssü'ne yakın köylennde yaşayan
Türkler Rum tecavüzlerinden korun-
mak için İngiliz üssüne sığınmaya baş-
lamışiardı. Eşya ve vasıtalan ile bu
üsse gelebilenler böylece Rum teca-
vüzlerine karşı korunma imkânı bul-
muşlardı. Bu suretle Akrotiri Üssü'-
nde 10 bin kadar Kıbnsh Tûrk birik-
mişti. Kjsa süre içinde bunlann yaşam
şartlan çekilmez hale geldi. Bu konu-
yu sorun haline ilk önce ben getirdim.
Bir gün İngiliz Büyükelçisi'ni nezdime
davet ederek kendisine şunlan söyle-
dim:
-Sayın Büyükelçi, biliyorsunuz,
Kıbns banş harekâtının başladığı ta-
rihten bir gün sonra sabaha karşı saat
04.30'da bakanhğa odama geldiniz ve
Gime'de yaşayan takriben 1.500 ka-
dar İngiliz vatandaşının harekât saha-
sında mahsur bir vaziyette kaldığını,
İngiliz hükümetinin bunlan Girne'den
tahliye etmek istediğini, bunun için
Türk hükümetinden askeri harekatın
durdurularak bunlann tahliye edilme-
sıne imkân verilmesini istediniz. Ben
de size bunlann nerede olduğunu sor-
dum. Bundan maksadım şu idi: İlk
günkü çıkarma harekâtında Girne'nin
doğusunda ancak üç kilometreük bir
ilerleme olduğundan ikinci gün doğu-
ya doğru harekât genişleyecekti. Eğer
Ingilizler doğuda iseler bu yüzden as-
keri harekâü durdurmanın imkansız-
lığını size anlatmak istiyordum. Siz,
bunlann, korktuğum gibi, Girne'nin
doğusunda olduğunu söylediniz. Ben
de size sabah doğuya doğru harekât
yapılacağını. bu durumda yapacak bir
şey göremediğini, harekâtı durdura-
mayacağımızı söyledim. Siz ısrar etti-
niz, bunun insani bir mesele olduğunu,
korku içinde ve perişan durumda olan
bu İngiliz vatandaşlannın tahliyesi
için Türk hükümetinin göstereceği an-
layışı İngiliz hükümetinin şükranla
karşılayacağını ifade ettiniz.
İngiliz Büyükelçisi Sir Horrace bu
sözlerden nereye geleceğimi, meramı-
mın ne olduğunu merak içinde bekli-
yordu. Ben devam ettim.
-Bunun üzerine bakanla görüşeceği-
mi söyleyerek bakanın odasına gittim.
Kendisi o sırada banyoda duş alıyor-
du. Bu yüzden odamda yanm saat
kadar beklediniz. Bakana durumu an-
latınca o da benim size gösterdiğim
reaksiyonu gösterdi. Ama siz ısrarla
Türk hükümetinden insani bir davra-
nış beklediğinizi söylediniz. Bakanı-
mız Genelkurmay Başkaru'na telefon
etti. Sonunda Deniz Kuvvetleri Ku-
mandanı ile görüşmeniz istendi. Siz de
memnun olarak yanınızdaki deniz
ataşeniz ile birlikte Deniz Kuvvetleri'-
ne gittiniz. Askeri harekatın en hara-
retli anı içinde yaşamamıza rağmen
Genelkurmayımız askeri harekâtı
durdurdu ve siz de İngiliz vatandaşla-
nnı Girne'den tahliye ettiniz. O zaman
biz size bu anlayış ve yardımı göster-
dik. Şimdi biz sizden anlayış ve yardım
istiyoruz. Akrotiri Üssü'ndeki Türkle-
ri tahliye etmek istiyoruz.
Büyükelçi, bu sözlerim üzerine hiç
itiraz etmedi. Tahliyeyi naal yapmayı
düşündüğümüzü sordu. Gemi gönde-
rip almayı veya uçakla tahliyeyi dü-
şündüğümüzü söyledirn. İngiliz üsleri-
ne yabana uçaklann inip kalkmasına
üsler statüsünün elverişli olmadığını
sandığını söyleyen Sir Horrace, Akro-
tiri Üssü'ne gemilerin yanaşması için
liman bulunmadığını, bunun için Li-
masol limarurun kullanılması lazım,
geleceğjni, bu takdirde de Türk göç-
menlerin Rum bölgesinden gecerek
oraya gitmeleri mümkün oiacağı ci-
hetle buna Rumlann mani olacağını
söyledi.
En uygun yöntem
zim kendilenne harekatın başında
gösterdiğimiz anlayışa karşı İngilizle-
rin bu yanlış ye hatalı tutumunda ısrar
etmesi Türk-İngiliz ilişkilerini rahatsız
etmekte tabiatıyla gecikmedi. Ashnda
Akrotiri Üssü'ndeki Türkler kelime-
nin hakiki manasında mülteci idiler.
Devletler hukukuna göre kendi rnilli
hudutlan dışma çıkan insanlar için
mülteci sıfatı kullanılabilir. Kuzeyden
güneye kaçan Rumlar buna göre mül-
Artık mesele bizim yönümüzden rinci elden bilgi sahibi olmak istemesı
gittikçe kızışıyordu. Türk gazeteleri kadar normal bir şey olamazdı, ancak
adeta başka konu bulamaz olmuş gi- ben bu notlan yazmaya başladığımda
biydiler. Devamh bu konu işleniyor ve Çağlayangil makamında yirminci ayı-
tabii hükümet ve bizler de bir netice nı dolduruyordu ve biz bir araya gelip
alamamış durumda kahyorduk. İşte Kıbns meselesini görüşememiştik.
bundan sonradır ki ben de taktiğimi Bunda kusur bakanda mıydı yoksa
değiştirip basın ile el ele vermeye baş- bunun sebebi başka yerde mi aranma-
ladım. Devamh olarak basını şişiriyor- hydı? Kanımca ikincisi daha doğruy-
dum. Her gün basına yeni bir haber du. Kıbns Dairesi öteden beri bakanla
uçuruyordum. Bunlann hiçbiri doğru çok yakından çahşma ihtiyacını duy-
değildi. Ama istiyordum ki Ingilizler muştur. Bunu bazen bakanlar da iste-
miştir. Sebebi ise tamamen işlerin
çabuk görülmesine duyulan ihtıyaçtan
ileri gelmiştir. Veya talimat direkt ba-
kandan alındığı için öyle hareket edil-
miştir. Bunun başka hiçbir sebebi
yoktur. Nitekim, yıllar sonra İlter
Türkmen'in bakanhğı zamanında
türk bölgesinde buîunan İngiliz va- merkezde Siyasi İşler Müsteşar Yar-
tandaşlanna ait mal ve mülke verilen dımcıhğı görevini aldığımda Kıbns
zarardan şikâyetçi idiler ve Türk tara- Dairesi'nin başında bulunan Tugay
fma tazminat taleplerini mahfuz tut- Uluçevik, direkt bakanla iş gördüğün-
den bana karşı mahçubiyet içinde bu
durumu anlatmaya çahşırdı. Ben de
bunu görsün, konunun yatışmayaca-
ğını anlasın ve işlerin hiç de ıyi olmaya-
cağı bilincine varsınlar. Adada da
Türk bölgesinde bu konu nedeniyle
İngilizlere karşı tam bir anlayışsızhk
gösteriliyor ve hiçbir talepleri yerine
getirilmiyordu. Ingilizler bilhassa
tuklannı bildiren notalar veriyorlardı
Sık sık tekrarladıklan notalarla konu-
ya son derece önem verdiklerini göste- kendisine;
ö a f t a yaşayan Türkler, Rum tecavüzlerinden korunmak için İngiliz
Akrotiri üssüne sığınmışlardı. Kısa süre içinde üsteki yaşam koşullan
çekilmez hale geldi. Uzunca bir zaman sonra Callaghan, Afrika
ülkelerine çıktıgı bir gezi sırasında bu üsse uğradı ve Kıbnsh Türklerin
gerçekten feci şartlar içinde yaşadığını kendi gözleriyle gördü.
teci sayılamazlar. Onlar ashnda "disp-
laced person", yani "yerlerinden
olmuş insanlardı". İngihz üsleri, Kıb-
ns antlaşmalanna göre, hükümran
sahalar olduğuna göre üçüncü bir dev-
let toprağı idi. Bu itibarla buraya sığı-
nan Türklerle Londra'da oturan
Türkler arasında hiçbir fark düşünüle-
mezdi. Nasıl İngiliz hükümeü
Londra'da oturan Türkü orada arzu-
su hilafına tutamazsa adadaki üslerin-
nyorlardı. Konuyu bununla irtibat-
landırdım. Türk basınında üslerde
bulunan 10 bin Türkün günlük sıkıntı-
sını maddi ölçüye vurarak İngilizler-
den tazminat talep edeceğimize ve
bunun hazırhklannın dışişlerinde ya-
pıldığına dair haberler çıkmaya başla-
dı. Günde adam başına 500 sterlin
talep edeceğimizi bir gün bir gazete ya-
zarken, bir başka gün bunun günde
1000 sterlin olacagını, başka bir gazete
deki Türkler için de başka şekilde yaayordu. İstediğim oluyordu. Basın
düşünmek caiz değildi. Üslerdeki
Türkler mülteci idiler ve Uluslararası
Mülteciler Sözleşmesi'ne göre istedik-
leri yere gitmekte serbest olmalan ikti-
işi gittikçe kızışürmışü. Bu hava içinde
kamuoyundan tepkiler gelmeye başla-
mıştı. Birkaç gün sonra İngiltere Bü-
yükelçisi elinde bir mektupla bakanh-
- Merak etme, benim kadar bu du-
rumu anlayan bir başkası yoktur, di-
yerek gönlünü ahrdım.
Ecevit hükümeü zamanında genel
sekreterliğe tayininin kararlaştınldığı
sıralarda Şükrü Elekdağ bir gün be-
nimle odamda sohbet ederken, benim
bakanhğı zamanında Haluk Bayülken
ile yakın çahşma halinde iş gördüğü-
mü bildiğinden bana çok manidar bir
söz etmiş ve;
- Ecmel, seninle aynı hiyerarşi içinde
çalışmamız çok zor olacak demişü.
Bu sözü unutmadım. Altında yatan
mana açıktı. Yeni genel sekreter eski
usulü beğenmediğine göre elbette
Çağlayangü'e iki esash telkinde bu-
lunabildim. Bin Kıbns Türk Federe
Devleti'nin bağımsızlığını ilan etmek-
ti. 1975 eylülünde Birleşmiş Milletler'e
giderken bunu kendisine uçakta aç-
üm.
- Bağımsızhk uluslararası alanda
başımıza büyük işler açar diyerek ko-
nuyu kapattı.
Halbuki aynı fıkirde olan İlter
Türkmen daha sonraki yıllarda Birleş-
miş Milletler'de daimi delege olduktan
sonraki ilk genel kurulda bana aynı şe-
yi söylemekle beraber müteakip genel
kunıl toplantısında ordan hiçbir şey
çıkmayacağını görmüş ve
- Sen hakhymışsın, bağımsızhğı ilan
etmekten başka çare yoktur, demişti.
Aradan yıllar geçecek ve Ada'da
Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nin
kuruluşu onun Türkiye'de Dışişleri
Bakanı olduğu bir sıraya rastgelecekti.
Çağlayangü'e ikinci telkinim bır ev-
velki yıl Birleşmiş Milletler'de kabul
edilen 3212 sayılı genel kurul karan ile
ilgiliydi ve kendisine aynen şunu söyle-
miştim:
- Siz Turan Güneş'in zamanında çı-
kan 3212 sayılı karardan memnun
değilsiniz. Bu karan ben de beğenme-
dim. Zamanında Turan Güneş'e bu-
nun sakıncalanndan bahsettim. Ama
nihayet bakanın verdiği karar karar-
dır. Eğer siz bu karardan kurtulmayı
düşünüyorsanız. genel kurulun bu de-
fakı toplanusını bu amaçla kullanabili-
riz. Çıkacak yeni karan reddederek
eski karan kadük hale getirebihriz.
Yeni kararlara ret
Çağlayangıl'ın de belki kafasında
böyle bir fikir yatıyordu. Olan biteni
kendime mal etmek istemiyorum.
- Bu düşünülebilir, demişti.
Sonunda da öyle yaptık.
Demirerin başkanlığındaki dörtlü
koalisyon hükümeü işe başladığı za-
man Kıbns'ın Türk bölgesindeki eko-
nomik durumdan biz hariciye olarak
çok şikâyetçi idik. Ekonomik alanda
ahnan tedbirlerden memnun değjldik.
Ama bu sahada bakanhk olarak mü-
dahale etmek için hiçbir yetkimiz yok-
Kıbnslı Türkler, sığındıklan İngiliz üssünde çok zor yaşam şartlan altında hayadarmı sürdürüp bin bir zorlukla kuzeye geçebü mişlerdi
za etmekte idi. İngilizler bu argüman-
lar karşısında güç durumda kaldıkla-
nnı hissediyorlardı ama Rumlan ve
Yunanhlan kızdırmamak için göz gö-
re göre abesi müdataa ediyorlar ve
sorunun behemal Denktaş ile Klerides
arasında görüşülmesini ileri sürüyor-
lardı. Karşıhkh direnmemız haftalar
sürdü. Irmak hükümeü sırasında Dı-
şişleri Bakanı Esenbel ile NATO top-
lantısı için gittiğimiz Brüksel'de yapı-
lan Esenbel-Callaghan görüşmesinde
üslerdeki Kıbnsh Türkler de içinde
ğa geldi. Elindeki bir tehdit mektubu
idi. Bu mektupta İngiliz tutumu yeril-
mekte ve 15 ocak tarihine kadar üsler-
deki Türkler bırakılmadığı takdirde
Türk-İngiliz ilişkileri bozulacağı gibi
kendi hayatının da tehlikeye gireceği
ifade edihyordu. İngihz Büyükelçisi
belh ki mektuptan etkilenmişti. Böyle
imzasız mektuplara kıymet atfetme-
nin belki doğru olmadığını, ama öyle
bir çağda yaşıyorduk ki tedhişcıliğın
zirvesine eriştiği böyle bir devirde bu
kabil mektuplan büsbütün ciddiye al-
bulunduklan perişan şartlar karşısın- *mamazük etmeye imkân bulunmadı-
da bazı hareketlere girişmişlerdi. Ay- ğını söyledi.
larca altlannda şilte görmemiş olan ^ „ r ~^~T.
Türk mülteciler son zamanlarda bir de Callaghan gorunce
su baskınlan yüzünden sefil ve perişan
hale gelmişlerdi. Onlann bu durumuBen de başka her türlü çare vetedbır jürk kamuoyunda İngiltere'ye karşı
düşünülebilir. Icabında gemiler deniz- gittikçe gelişen bir infıal uyandınyor-
den küçük kayıklar kullanmak sure- du. Esenbel bu duruma da dikkati
tiyle tahliyeyi yapabilirler. ingiltere çekerek Callaghan'dan hiç olmazsa
hükümeü kabul ettikten sonra mu- y a ş
hlann, hastalann, kadm ve çocuk-
hakkak en münasıp usulu buluruz, ıa n
n tahliyesi için alakasıru rica etü.
d e d i m
- İngüizler Akrotiri Üssü'ndeki Kıbnsh
İngihz Büyükelçisi, talebımızın çok Türklerin Türkiye'ye gönderilmeleri
makul olduğunu, ehnden gelenı yapa- hahnde Bunlann Kuzey Kıbns'a inti-
cağını ve bu ncamızı olumlu mütalaası kal etürilmeyeceği yolunda Türkiye'-
nin teminat verip veremeyeceğjni sor-
dular. Ancak Mehh Esenbel bunu
kabul etmeye yanaşmadı. Üzerinde bi-
le durmadı. Bu şekilde bir teminat ver-
dikten sonra Türkiye'nin sözünü tuta-
mamış bir devlet haline düşmesini
istemiyordu. Brüksel'den böyle aynl-
ile birhkte hükümetine intikal ettirece-
ğini söyledi.
İngihz hükümetinin talebimize ce-
vabı erken gelmedi. Bir hayh zaman
bekledik. Sonunda gelen cevap bizi
tatmin edecek çinsten değildi. İngilte-
re, Akrotiri Üssü'ne sığınmış olan
Kıbnsh Türklerin, genel mülteci so-
runlan çerçevesi içinde ve Denktaş ile
Klerides arasında yapılan insani so-
runlar hakkındaki görşümelerde ele
ahnıp bir hal şekline bağlanması görü-
şünde olduğunu bildiriyordu. Bu şe-
kilde bir davraruş hukuki bakımdan
sakat olduğu gibi siyasi açıdan da İn-
dık. Ankara'ya geldikten sonra Cal-
laghan'dan Mehh Esenbel'e bir mesaj
geldi. Bunda Callaghan konu ile ilgi-
lendiğini ve ilk partide yukardaki ka-
tegorilerden 400 kişinin serbest bırakı-
lacağını söylüyordu. Dysa bu Brüksel
görüşmesinden önceki bir duruma ait-
ti ve belh ki Callaghan kendi servisle-
gilizlerin Rumlan kollayan bir davra- n n d e n a l d l g
, b u y a n ı
ı t l c ı
malumat ile
nış içinde olduğunu gostenyordu. bizi avutmaya çahşıyordu. Cevabımız
Kısaca güneye kaçan Rum mülteciler
yerlerine döner, Akrotiri Üssü'ndeki
Kıbnsh Türkler de nereye isterlerse
oraya giderler demek istiyorlardı. Bi-
biraz sert oldu. Beîki de bizden teşek-
kür bekleyen Callaghan'a mesajını hiç
de tatmin edici bulmadığımızı bildir-
dik.
Üslerdeki Kıbnsh Türklerin bu
mektupta belirtilen tarihte serbest bı-
rakıknalannın İngiüz hükümetince
kararlaştınldığını burada behrtmeli-
yim. Callaghan, Afrika ülkelerine çık-
tığı bir seyahat sırasında Akrotiri
Üssü'ne uğradı. Kıbnsh Türklerin ha-
kikaten feci şartlar içinde yaşadığını
kendi gözleriyle gördü. Bu seyahati ta-
kiben ingihz hükümeti Kıbnslı Türk
mültecilerin Türkiye'ye tahliye edil-
mesine yukanda söylediğim tarihte
karar verdi. Bu bir tesadüf mü idi bile-
mem. ama bildiğim bir şey varsa o da
Akrotiri Üssü'ndeki Kıbnsh Türkie-
rin tahliyesini basın ile birlikte el ele
yürüttüğümüz neşriyatla sağladığı-
mızdır.
Türk Hava Yollan tarihinde ilk de-
fa kurduğu bir hava köprüsü ile 10 bin
Kıbnsh Türkün Akrotiri Üssü'nden
Mersin üzerinden Kuzey Kıbns'a tah-
liyesini bir haftada sağladı.
Milliyetçi Partiler Koahsyonu adı
altında kurulan Demirel hükümetinde
İhsan Sabri Çağlayangil, Dışişleri Ba-
kanlığı'na tekrar geldiğinin daha ilk
günlerinde bana, "Seninle bir gün otu-
rahm, bana Kıbns konusunu ve bu
konudaki gelişmeleri etraflıca anlat"
dedı. Bu gayet makul bir istekti. Ba-
kanhğa yeniden gelen Çağlayangü'in
bu meselenin gehşmeleri hakkında bi-
onun dediğineuyacaküm. Bundan da-
ha tabii bir şey olamazdı. Bununla
beraber onu ne derece memnun ettiği-
mi bilemiyorum. Yalnız kuvvetle ihti-
mal verdiğim bir husus var; Kıbns
Harekatı'nın başanya ulaşmasından
sonra benim dışanya postalanmam is-
tenmesinde bu hiyerarşi anlayışının
rolü olduğunu sanıyorum. Belki yanı-
labihrim. Ama aynı durum Mehh
Esenbel'in bakanhğı sırasında da de-
nenmek istenmiştir. Melih Esenbel
buna uymadı. Ne zaman Kıbns mese-
lesi yanında konuşulmak istendiyse,
- Ben Kıbns meselesini Ecmersiz
görüşmem diyerek benim de hazır bu-
lunmamı istemiştir.
Tabii bu durumdan Mehh Esenbel
zararh çıkmadı. Parlamentoda güve-
noyu alamamış bir hükümette Dışişle-
ri Bakanı olmasına rağmen bakanhğı
sırasında yapılan işlerin şu bilançosu-
na bir bakın:
Kıbns Türk Federe Devleti kurul-
du.
Anayasa hanrlandı.
Referandum için gerekli mevzuat çı-
kanldı.
İngilizlerin Akrotiri üssündeki Kıb-
nsh Türkler kurtanldı.
Bunlann her biri büyük işlerdi. Bu-
nu kimse inkâr edemez.
Sonunda, Mehh Esenbel Sezar'ın
hakkını Sezar'a verecek kadar da şö-
valyelik gösterdi.
Bakanhktan aynlırken veda etmek
için geldiği odamda Semih Akbil'in de
bulunduğu bir sırada bana söylediği
şu sözleri unutamam:
- Ben aptal değilim, etrafta neler
döndüğünü, neler olup bittiğini biliyo-
rum. Bu bakanhkta senin kadar sağ-
lam karakterlisi yok. Hep böyle kal.
Çağlayangü'in bakanhğı sırasında
yine eski politıkaya dönüldü. Bu poh-
tika pasif ve kahplaşmış politika idi.
Bu kalıbı yıkmak için birkaç çıkışım
oldu. Ama bunlan genel sekreterlik
makamının ötesine geçirebilmem
mümkün olmadı.
tü. Bütün yetkiler Ecevit hükümeti
zamanında Kıbns Koordinasyon He-
yeti'nin başkaru olarak Ziya Müezzi-
noğlu'na verihnişti. Onun girişimleri
üzerinde Dışişleri Bakanlığfnın kont-
rol yetkisi bile yoktu. Bu çok anormal
bir durum yaratıyordu. Bir kere, ben
şahsen, Kıbns Dairesi'nin başına geti-
rildiğim andan itibaren Kıbns mesele-
sinin siyasi ve ekonomik vechelerinin
tek elde toplanması görüşünü savunu-
yprdum. Çünkü o sıralarda konu siya-
si olmaktan çok iktisadi yönü ile
önemhydi. Makarios Türk toplumu-
nu ekonomik tedbirlerle dize getirme
pohtikası takip ediyordu. Buna karşı
biz de teşkilatlanmahydık. Oysa tam
tersi yapılmış, Osman Olcay'ın bakan-
hğı sırasında Kıbns-Yunan Dairesi
Genel Müdürlüğü iki daireye bölüne-
rek Kıbns meselesinin iktisadi ve siya-
si vechesi birbirinden aynhnıştı. Ha-
luk Bayülken Dışişleri Bakanı olunca
bu meseleyi dikkatine getirdim. On-
dan anlayış gördüm. ama Genel Sek-
reter İsmail Erez itiraz etti. Bu yüzden
düşündüğüm örgüüenmeyi yapama-
dık. Ama aynı İsmail Erez Paris Büyü-
kelçisi olarak bana veda ederken "Ec-
mel sen hakhymışsın, bu daireyi genel
müdürlük yapmak lazımdı" demek-
ten kendini alamamıştı. Halbuki ara-
da iki yıl boşuna geçmişti. Bu iki yıhn
zarannı nasıl telafı edecektik? Aynı
görüşü Genel Sekreter Şükrü Elek-
dağ'a da daha önce temas ettiğim
odamdaki sohbet sırasında anlatmış
ve "Belki sen de bir süre sonra aynı gö-
rüşe geleceksin ama arada geçecek
zamanın zarannı yine sineye çekece-
ğiz" demiştim. Söylediklerim adeta
kehanet gibi çıkmıştı. Elekdağ da bir
sene geçtikten sonra "Evet, doğrusun
bu daireyi genel müdürlük yapmak la-
zım" dedi ve ben 1976'da Sofya Büyü-
kelçiliği'ne giderken yeni genel mü-
dürlük kuruldu.
SClRECfK
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEkÇİ
Uzak Attalarda...
Yalova'da, Ahmet Isvan'la çitlliği dolaştıktan sonra, ye-
mekte, konuşmuştuk. Hürriyet'in Kültür-Sanat muhabiri
Buket öktülmüş de vardı. isvanın çiftUği Buket'in çok ilgi-
sini çekmişti. Ahmet Isvan, tam bir çiftçiydi; bir yanda da
politikacı. Geçimini çiftçilikten sağlıyordu; meyvecilikyapı-
yordu çiftliğinde. Isvan'ın babası bu tarlaları 1950'lerde
almıştı. Ahmet isvan Amerika'da tarım eğitimi görüp mü-
hendis çıkınca, işlerin başına gecmesi güç olmadı. Işini de
çok seviyordu. Köyün adı Taşköprü'ydü. Reha Isvan çocu-
ğunu burada büyüttü; gezdirdi. Yol ne yok, yüz metre ka-
darlık yolda arabayla dolaştırırdı Osman'ı. O patika yola
çıkarken:
-Haydi oğlum, uzak attalara gidelim! derdi.
Yol, Osman'ın diliyle, "uzak attalar'dı. Biz konuşurken,
Reha isvan telefon etti:
-Ahmet, seni kıskanıyorum! demiş. Ben de olmak ister-
dim.
Reha Isvan, yeni bir kitap hazırlayıp "Bilgi Yayinevi"ne
vermişti; adı "Gün Olur Devran Döner"dt. Orada "uzak at-
taları" da anlatıyordu.
Salı günü çıkan "Ahmet Isvan ile Ertan Ünver..." başlıklı
"Ankara Notlan'nda, Ahmet Isvan'la yaptığımız konuşma
oncağız değildi, daha biraz vardı. Onu da vermeliydim.
Nasıl olsa, Reha Isvan'ın hakkını yemiştim; bari Ahmet Is-
van'ın hakkını yememeli, sorduğum birkaç soruyu daha
yansıtmalıydım. Bir de bir düzeltme yapmalıydım. Yazıda
Tankut Akalın'ı, Turgut Akalın diye yazmışım, onu Tankut
Akalın diye düzeltmeliydim. Doğrusu Tankut Akalın ola-
caktı, eski Edirne Milletvekili.
Ahmet Isvan'a soruyordum, çiftlikte Hürmiye Hanım'ın
pişirdiği yemeği yemeye hazırlanırken:
-Efendim. Necdet Uğur bana, 'Biz hizip görüntüsü ver-
memeliyiz, bizim tabanımız buna çok dikkat eder. Bizim
dışımızda olup, bizi destekleyen insanlar da buna çok
önem verirler' dedi. Buna ne diyorsunuz?
-öyle! Zaten son yıllarda sanıyorum, bizim solda boşlu-
ğu tam dolduramayışımızın nedeni, partimizin çok başlı
gözükmesinden, hizip partisi gibi gözükmemizdendir.
Halka o yüzden "güven veremedik" diye düşünüyorum.
Onun için bir an evvel. bu iki başlılığı, üç başlılığı ortadan
kaldırmalıyız Hiziplerin çatıştığı bir parti görüntüsünden
kurtulmamız lazım...
-Okuduklarıma göre, "CHP hiçbir zaman, SHP için kurul-
muyor!" deniyor yorumlarda. Ona ne dlyorsunuz?
-Şöyle düşünüyor olmaları lazım; SHP için kurulmuyor;
bana göre, 12 Eylül'ün kalıntılarını ortadan kaldırmak için
kuruluyor. Ve de işte, devleti, Cumhuriyet'i kurmuş olan,
Kurtuluş Savaşı'nı yürütmüş olan, en köklü parti olarak,
onun kapatılmış olmasının ayıbını ortadan kaldırmak için
kuruluyor. Benim CHP'ye çok büyük duygusal bağlarım
var; çok insanın da böyle olduğunu düşünüyorum. Ashnda
biz hepimiz CHP'liyiz. Şu dakika SHP'de kayıtlı olmak bir
şey değiştirmiyor; biz kendimizi CHP'li diye hissediyoruz
çoğumuz. Ama tabii, bugünkü SHP, 1980 yılındaki CHP'-
den çok farklı, elbette öyle. Ve aradan 12 yıl geçti, bir de
ağır bir ihtilal yaşadık, bir darbe, bir yıkım yaşadık. Bugün
farklı; ama CHP kapatılmamış olsaydı, elbette ki, 1982 yı-
lındaki, 1992 yılındaki CHP ile aynı olmayacaktı. Değişe-
cekti. CHP'nin önemli özelliklerinden biri değişmektir.
Düşünün ki "Değişmez Genel Başkan, Milli Şef" noktasın-
dan, bir yılda üç kez genel başkan seçimi yapan bir partiye
dönüşmüşüz. Biz, hızla değişiriz!
-Efendim, hem CHP'liyim, diyorsunuz hem SHP'liyim di-
yorsunuz. Bu gelişme içinde, bir yandan da CHP oluşturul-
maya çalışılıyor. Bir iddiaya göre, "CHP dışındakiler, par-
tilerinden ayrılıp buraya gelsinler. Burası büyüsün, böyle
birleşilebilir" deniyor. Oysa, siz diyorsunuz ki, "Ben bir
parti meclisi üyesiyim, benim sorumluluklarım var..." Şim-
di ikisini nasıl bağdaştıracaksınız? CHP'nin oluşması için
SHP'den kopup gidecek misiniz, yoksa' bir birleşmeyle,
onun ötekine gelmesini mi isteyeceksiniz?
-Valla, kimin kime gideceği çok önemli bir sorun değil.
Teknik zorlukları, hukuksal sınırları elbette var; ama,
önemli olan Türkiye'nin sosyal demokratlarının birçatı al-
tında birleşmesinin gerektiğine inanıyorum. CHP'nin açıl-
ması, bunu sağlayacak diye düşünüyorum. Şu dakika
hangi adımlar atılarak, hangi yasa maddeleri konularak
yapılacağını söyleyemiyorum, bilemiyorum. Ama, "Mutla-
ka birleşeceğiz!" diye düşünüyorum. Başka türlü, iki ayrı
parti olarak yaşayamayız. CHP de yaşayamaz, biz de ya-
şayamayız!
-Yani, CHP oluşur, ayrı bir parti kurulursa SHP de yaşa-
yamaz mı?
-Çok zararlı olur böyle bir gelişme; belki yaşayabilir
ama Türk siyasetine zarar vermiş oluruz. Halka yapacağı-
mız hizmetleri çok azaltmış oluruz. Sunacağımız çözüm
yollarını tıkamış oluruz.
-Bu olay, bir bölünmeye yol açar mı?
-Çok basiretsiz insanlar elinde kalırsak, çok büyük hata-
lar yapılırsa, belki mümkündür ama, sanmıyorum. Bunca
deneyimden sonra, bolünmüşlüğün Türk soluna ne kadar
büyük zararlar verdiğini görmüş olduktan sonra, böyle bir
şeyin gelişeceğine ihtimal vermiyorum, "olmaz" diyorum.
-Teşekkür ederim, ben sizin boğazınızda bıraktım, özür
dilerim. (Konuşmadan sonra, yemeğe başladık!)
BULMACA
SOLDAN SAGA:
1/ Süt verimi yük-
sek, üstün kaliteü sı-
ğır cinsi. 2/ Sınır ni-
sanı... Otuz iki kâ-
ğıtla oynanan bir tür
iskambil oyunu. 3/
Büyûk meşin hey-
be... Bularuklığı ol-
mayan, berrak. 4/
En kısa zaman süre-
si... İzmir iline bağlı
bir ilçe. 5/ TVopikal
Afrika'da yetişen ve
odunu maragozluk-
ta kullanılan bir
ağaç... Steven Spiel-
berg'in bilim kurgu türündeki ünlü
filmi. 6/ Yineleme sonucu kazanılan
yatkınhk... Hayat arkadaşı. 7/ Fiil-
ler, eylemler... Kilime benzer, renkli
ve motifli uzun yolluk. 8/ Geceleyin
açık havada sevgi duyulan biri için
verilen küçük konser. 9/ Paltoya
benzer bir tür üstlük... Bir bağlaç.
YUKARIDAN AŞAGlYA:
1/Divan edebiyatında, bir gazelin
her beyitinin başına üç dize eklene-
rek yazılan şiir türü. 2/ Mevki, makam... Ege bölgesinde ünlü
bir antik kent. 3/ Ateş... Akdeniz bölgesinde bir akarsu. 4/ Ya-
ğı alınmış süt ya da yoğurttan elde edilen bir tür peynir. 5/ Es-
ki bir siyasal partinin simgesi... Ticaret mallannı saklamak için
rıhtımda yapılan büyük depo... Japon lirik dramı. 6/ Başka yer-
lere dikilmek için yetiştirilmiş sebze ya da körpe çiçek... Sıkıntı
verme, üzme. 7/ Afrika'da yetişen ve parlak kerestesi mobilya-
cıhkta kullanılan bir ağaç... İtici neden, güdü. 8/ Denizlerin çe-
kilmesiyle oluşan ve yurtlanmaya elverişli olan bölge. 9/ Hal-
dun Taner'in bir öykü kitabı... Danısıklı dövüs.