15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 TEMMUZ1992 CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER 500. Yıl »olayısiyle MELİH CEVDET ANDA Y "İspanya'dan aynlmak zonında kalan Ya- hudijerin Osmanlı topraklannda yurt araytşla- nnm 500. yüdönümü bugün yalnız Türkiye'nin değil, uhslararast gûndemin de önemli koausu oLsrak değerjendiriliyor." Yukardaki tümceyi, Yapı Kredi Yayınlan arasında yayımlanan Sanat Dünyamız adlı üç ayhk derginin son sayısının sunuş yaasmdan aldım. Abntıdan da anlaşılacağı üzere, dergi bu sayısını tspanya'dan Yahudi göçü ve Tür- kiye'deki Yahudiler konusuna ayırmış. Kaç gündür merakla ve yararlanarak okuyorum. Size bu yazımda, Ishak Reyna'nın Nora Şe- ni'yle söyleşisinden kimi bÖlümleri aktara- cağım, ilginç bulacağınızı sanıyorum. Ishak Reyna, konuşmasının bir yerinde şöylediyor: "- Bana bu noktada, 500. yüı kullanma adına T.C. Devletiyle Türkiye Yahudi cemaati ara- smda karşdıklı bir çaikışma var gibi geliyor. Devlet, "Ben demokratik bir devletim" diyebu- nu kıdlstnacak, cemaat de burada 500 yüdır sa- kince yaşıyonız gibi imajlar üretecek. - Kullanıyor, kullansın diye yapılmış zaten. Bu çok açık. Vakfın kuruluş nedeni Türkiye'- nin dışanya propagandasını yapmak. Ona bir diyeceğim olmadığı gibi, aksine Yahudiler ve Türkiye konusunda böyle bir propagandayı gerekli, doğru buluyorum. Yahudiİerin, Rus- ya dahil bütün Avrupa ülkelerinde, sisternatik birtacizeuğramışolduklan nekadaraşikârise böyle bir olayın benzerine Osmanb toprak- lannda rastlanmamış olduğu da o kadar doğ- ru. Türkiye hakkında son derece klişe ve ilkel- lik emareleriyle bezenmiş bir Batıh imajıru böyle kocaman bir farklıhkla sarsmak gerek- tiğini düşünüyorum. Ancak propaganda inandına olduğu sürece işe yarayabiÛr. Onun için propagandayı diş macunu reklamıyla ka- nştırmamak gerekir. Türklerle Yahudiler ara- sı fevkaladepürüzsuzsorgu sual edilemeyecek bir ilişki sergilerseniz inandıncılığı kuşku gö- türiir. Vakfın öyle bir temayülü olduğu ke- sin... Şimdi bir de başka bir sorun var. Vakıf diyor ki, ben bir anma yapacağım. Yahudiİe- rin Osmanlı topraklanna gelişinin 500. yılının 'commemoration'unu yapacağım. Ama bu an- ma açısı tamamen en birinci misyonu olan propagandaya yaradıkça, onunla çakışükça mümkün. Hafızayı yenileme, hafızanın rni- henk taşlan olan yerleri restore etme vs. gibi bir program var da... pek zayıf! Ben Ispanya'- ya gjttim. Orada görüyorsun anma olayı nasıl olur. Ama bu sönüklükte payı olan başka bir gerçek var. Türkiye'de dini eserlerin restoras- yonunu özel izinlere bağlayan bir kanun var. Dolayısiyle restorasyon kapsamını tayin tek taraflı olarak vakfın elınde değıl. - öyleyse şuraya dönelim: 500 yü içerisinde, Osmanlı'da yaşayan Yahudiyle sonraki Cum- huriyet Yahudisi arasında net bir farklılık var mı, temel duruş olarak? - Osmanlı'da Yahudi'nin yerini millet statü- sü belirliyor. Rum milleti, Ermeni milleti, Ya- hudi milleti, Bulgar milleti vs. Etnik-dinsel bir temele oturan mahalle düzeni içınde yaşayan, dolayısiyle farkhhklan, özellikle bu millet çer- çevesinde meşru olan gruplar düzeni. Burada Avrupa ülkeleri ile bir karşılaştırma yapmak ilginç olabilir. Osmanh'nın keyfj idaresi hakkında ne denirse densin, Yahudi konusu- na geünce Osmanlı, Avrupa'dan radikal bir biçimde farkblaşıyor sistematik bir persecuti- on, pogrom vs. gibi bunun retoriği, dine dayalı bir kin söylemi de yok. Kini de dışlamayı sis- tematize eden bir hadise yok. Şu var muhak- kak: Örneğin fermanlann kaleme ahnma tarzında ortaya çıkan, milletkr arası bir hiye- rarşi var. Bu fermanlarda, bu hiyerarşinin bir- çok şeyi belirlediğini görüyoruz. örneğin bir Müslümanla bir gayrimüslimın sokakta karşılaşması halinde, gayrimüslimin kaldı- nmdan inerek yol vermesini emrettiğini görü- yoruz fermanın, kıyafetler konusundaki mec- buriyeiler var malum. Her millete mahsus başa bağlanan bir tülbent rengi, ayağa giyilen bir pabuç rengi var. Zenginlik ve itibar işaret- lerinin, pahalı kürklerin, işlemeli kumaşlann gayrimüslimler tarafından kuşanılmasına en- geldir Bab-ı Ali'nin iradesi. - Cumhuriyerjn farklüığı nerede? Cumhuriyet vatandaşük statüsü getiriyor. Yani ırkı, dili, dini. cinsi ne olursa olsun ka- nun karşısında herkesin eşitliğini. îttihatçıla- nn 19. yüzyıldaki arayışlanyla başlayan yeni bir devlet ve cumhuriyet fikri var. Her ne ka- dar Ittihatçılarda laik cumhuriyet iradesi yer- leşmemiş olsa da, onlann düşündüğü Osman- lı Türkiyesinde gerçek bir vatandaşlık statüsü besliyor. Osmanlı kimliği (idenrite) artık sade- ce Osmanlı tebaası olan bir mıllete mensubı- yetten geçmiyor geçmiyor, genel bir eşitleşme, homojenleşme olayı mevcut. Türkiye Cum- huriyeti'nin kurulmasıyla 'millet'e referanı ta- mamen yok olma zorunda tabii. Devlet ve va- tandaş statüsünde fert karşı karşıyalar. Buna Lozan antlaşması esnasında, Yahudiİerin 'ce- maat' statüsüne rağbet etmemiş olduklannı da eklerseniz vatandaşlık statülerine gölge dü- şüren, bu statüyü eksilten herhangi bir öğe olamayacağı neticesine vanrsınız. Şimdi, hal böyle mi, gölge var mı, varsa niteliği ne? Buna cevap vermek için bana sorulan bu sorudan geçeceğim. "Türk Yahudileri mi, Türkiyeli Yahudiler mi denmeli?" Bu soru "Türk"- lüğün, Türk kimliğinin neye dayandığına gönderme yapıyor. Avrupa'da iki ayn tür te- mele dayaruyor vatandaşlık statüsü, Fransa'- da vatandaşlık statüsüyle Almanya'da vatan- daşlık statüsünü gerçekleyen, temellenni oluş- turan ögeler aynı değil. Fransız anayasasına göre Fransız olmak için Fransa topraklannda doğmuş olmak yeterlidir. Buna "droit du sol", Latincede "jus soli" denir. Fransız ol- mayı tanımlayan ögeler arasında kana bağlı, yani kimden doğulmuş olduğuna dayanan ve etnik ya da dinsel, kültürel, dilsel, tarihsel bir katman giremez. Bu o kadar zorlayıcı bir ku- rumlaşma tara ki, Fransa belki Avrupa'nın en antisemit ülkesi olmasına karşın, Fransız Ihtilalinin hemen ertesinde, dünya kadar Ya- hudi adam, devlet katında, bakanlar arasında sivriliyor, edebiyatta isim yapıyor. Bugün Fransa'nın yabancı işçilerini ne yapacağı söz konusu edildiğinde Le Pen çıkıyor, kan kat- manını (droit du sang, jus sangui) gündeme ge- tirmek istiyor. Fransa'da doğan herkes Fransızdır ilkesini hiçe sayarak bu kan kat- manını Almanya'da etkin buluyoruz. Yani Alman olmak için Alman ana-babadan doğ- muş olma gereğini, Volksgeist ideası. Yani aynı dili, dini, kültürü paylaşmakla pekişmiş olan ve kan bağı sayesinde ait olunan bir top- luluk. Ovolkun, dolayısiyle, o dini, dili, kültü- rü paylaşan halkın bir parçası olduğunuz için Almansınız. Mesela Almanya'da, Türk ana- babadan doğmuş olup, orada bir ömür yaşa- mış olmak size Alman uynıklu olabüme hak- kı vermiyor (Şimdi yeni birtakım değişiklikler var ama temelde bu.) Şimdi "Türk"lüğe gele- lim. Eğer volksgeist türü bir niteliğe dayanı- yorsa, o zaman Yahudiler "Türkiyeli Yahudi- ler." Eğer Fransız türü bir öge belirliyorsa Türk kimliğini o zaman tabii ki "Türk Yahu- dileri". Ama Türkiye'de ikisi de değil. Fransız modeline yakınsa eğer, o zaman "Türkiye halklan" söyleminin meşruiyeti yoktur. An- cak "Türk"lük fıkrinde, devlet uygulamasın- da bir din unsurunun devamlıhğı var. Yani Müslüman olmayanın "Türk" kimliği ("iden- tite" anlamında) sorgu sual edilebiür. Bunu iki şeye dayanarak söylüyorum. Bir kere, Tür- kiye'de herkese, doğduğunda dini, mezhebi sorulur, nüfus kâğıtlanna geçirilir bu bilgi. Türk sisteminin Fransız sistemi olmadığının en önemli delili bu. Dayandığım ikinci nokta da şu: Kürtlerin de Türklerden etnik bir fark- hhklan var. Ama Kürtler Müslüman ve Kürt kökenüleri örneğin yüksek devlet kademele- rinde, Türkiye'yi temsil etme pozisyonlannda bulabiliyoruz... Demek istediğjm Türk kimli- ği içinde, hem toplumun biüncinde, hem dev- let uygulamasında dinsel bir katman mevcut, anayasaya aykın olan." Ishak Reyna'nın söyleşisinden bu parçayı ilginç bulduğum için yazıma aldım. ARADABIR YAVUZ GÖR Emekli Elci Mkri İdea... İki bini aşkın yıldan beri Elen dünyasında olup bitenleri incelemeyi, Aristo'dan örneğin Papandreu'ya kadar, sağ- duyunun ve genlerin ne tür değişimlere uğradığını araştır- mayı, etnografi, kitle psikolojisi ve tarih meraklılarına bıra- kıpyeni Elen devletinin doğuş tarihi olan 1829dan sonra- sına göz attlırsa çok eskı dünlerle çok yeni bugünler arasın- da beliren farklar, insanı, "acaba bunlar, onlar mı" kuş- kusuna düşürüyor.. • • • Yeni Elen devleti, Amerikan iş hayatının, "think bi!" (Bü- yük düşün!) sloganını, Rockefeller, Vanderbilt ya da J.P. Morgan'dan daha önce keşfederek sloganı devlet politika- sına uygulamak "becerisi'ni göstermiştir. Buna, Megalı ideadeniyor, Uteratürde. Girit Adası, kadi- feceketlerinin cebinde Byron'un şiirleri ile dolaşan ingiliz devlet adamlarının, kraliçenin bayrağını taşıyan dretnotla- rın yoğun cabası ile küçük Yunan krallığına genişlemeyi özendiren bir kartvizit ile beraber sunulduktan beri, Elen komşularımızın uyurken bile, pembe rüyalar görme döne- mi başlamıştır. Konstantinopolisirl, Batı Anadolu'nun, tüm Ege adaları- nın ve Kıbns'm mavi-beyaza boyanması gibi erotik-patrio- tik düşlerin pembe ekranlarına, arada sırada Makedonya ya da Arnavutluk'un güneyi gibi görüntüler de ekleniyor... Freud'a göre de en anlamlı düşlerin görüldüğü ve bizim eskilerin, "beynelyevm ve yakaza" dedikleri günün ilksa- atlerinde, Hacı Anesti'nin yadaTrikopis'in, birincisi asıldı- ğı için, öbürü de tutsak düştüğünden, boyunları bükük ha- yalleri, ekrana yansıyorsa da bunların büyük düşünce ve düş senaryosunda yerleri yoktur. Selanik'ten, ipsala'ya uzanan uluslararası numaralı şo- sede, "Konstantinopolis" diye yazılıyor Istanbul'un adı... Bütün uluslarm gemilerinin özgürce gelip geçtiği ve geçmeye devam edeceği; Doğu kıyısında Yunanistan'ın tüm nüfusundan daha fazla Egeli Türkün yaşadığı Ege de- nizini, mavi-beyaz çinilerle döşenmiş bir yüzme havuzuna dönüştürecekler... Avrupa Topluluğu'nda, hemen her konuda, 'Zito'lar ya da 'Veto'tar sergileyip, 'büyük devlet kompleksi'ni besle- yecekler... Her kilometre karesinde en azından 5 kilise bu- lunan ülkelerinde, kilise kalmamış gibi zengin çocuklarını, başbakanlarının nazik elleri ile vaftize sunacaklar... Nere- de? Nerede mi? Fener Kilisesi'nde! Kıbrıs'ta ne yapıp yapıp Türkleri adadan atacaklar, ada- yı Yunanistan'a katıp, "Giden gider... Gitmeyenler de Erenköy'de, Iskeçe'de, Gümülcine'de olup bitenleri dü- şünsün artık!" diyecekler... "Makedonya Cumhuriyeti'ni tanımıyoruz. Siz de tanı- mayın!" denecek. Buraya asker gönderme tehditleri ser- gilenecek... Sırbistan'la işbirliği anlaşması yapmak gibi, hangi I Arkası 17. Sayfada TARTIŞMA Kadın Bakanlığı ve Cinsiyet Aypımı Kadın sorunlannın yasalarla çözümlenebileceğini ummak, biraz iyimser bir düşünce gibi geliyor bana. Bence asıl sorun, sürekli cinsiyet aynmcılığı yapılmasında, kadınla erkek arasına sürekli totaliter bir duvar konmasında. TV'adırun sorunlanna yasalarla çözüm ge- -^4irme çabalan epeydir gündemde. 3670 sayılı yasayla kurulan Kadının Statüsü ve Sorunlan Genel Müdürlüğü. konuyla ılgılı ilk düzenlemeydi. O zaman yazdığım bir yazıda, kadının bılgisizlıkten ve ekonomık bağımlılıktan olduğu kadar marjinal (cın- sel) kimlığınden de kurtulması gerektığını vurgulamrştım. (Milliyet, 14Kasım 1992). Bu yasarun üstünden yaklaşık iki yıl geç- mesıne karşın anılan kurumun kadının güncel yaşamına ne kattığını. sorunlanna ne gibi çözümler getırdığını doğrusu anla- yamadım. Tabii bu arada olumsuz gelîş- meler olmadı değil: Bekâret denetimi yüzünden' özkıyıma (intihara) sürüklenen öğrenci kızlargibi! Şimdi kadın bakanlığmın kurulmasına ilişkın yasa tasanlan üzerinde tartışıhyor. Bu konuyla ılgilenen bir bayan avukaün geçenlerdc son tasarıya getirdiği eleştiri şu başlıkla toplanıyordu: Kadın Bakanlığı: "Aıle>e Mahsus'. (Cumhunyet, 6Temmuz 1992). Gerçekten de kadın ancak bir 'aile' ile var "sayılıyor'. Fakat kadın sorunlannın yasalarla çö- zümlenebileceğini ummak, biraz iyimser bir düşünce gibi geliyor bana. Bence asıl sorun, sürekli cinsiyet aynmcılığı yapılma- sında, Kadınla erkek arasına sürekli totali- ter bir duvar konmasında. Yoksa eğitim- sizlik, ekonomık bagımhlık gibi sorunlar erkekler ıçın de (kadınlara göre az da olsa) geçerli. Cinsiyet aynmı ve kadının salt cin- sel yönüyle algılanması erkek egemen kül- tür yapımızdan, toplumsal 'ahlakımız'dan kaynaklanmakta. Önemli olan bunu değiş- tirebilmek. Bu anlayışı yaraun hukuk de- ğil. Ne diyor anayasa: "Herkes... cinsiyet aynmı gözetilmeksizin kanun önünde eşit- lir". Yine seyahat özgürlüğü, eğlenme öz- gürlüğü, özel yaşamın gizliliği ve dokunul- mazlığı ilkelen anayasada belirtilmiş değıl midır? Ama siz gelin de bu özgürlükleri ba- yan yanına yabancı erkek oturtmayan oto- büs fırmalanna, lokanta - pastane - çay bahçesi gibi yerlerde "aile' aynmı yapan iş- letmecilere, evlilik cüzdanlan olmayan çift- leri banndırmayan otel sahiplerine anlatm, anlatabilirseniz! Ya kiraladığınu eve karşı cinsten arkadaşıruzı aldığjruzda ev sahibi- nizin 'kahredici' bakışlanna ve 'ahlak felse- fesi dolu' sözlerine nasıl dayanacaksınız? Özlem hep aynı: Kadınerkek aynmı güt- meden, çağdaş düşünceleri ve anlayışlan özümsemiş bireyler olarak özgürce yaşaya- bilmek. Totaliter gelenekleri, çürümüş ah- lak anlayışlannı paslı bir zincir gibi beyin- lerden söküp atabilmek. Bu da yasalardan çok bir eğitim, kültürün değişmesı ve yeni- lenmesi işi. Böylesi bir eğitime de ne yazık ki 60-70 yıldır ulaşamadık. Kımbilir, belki bir gün ulaşmz. MEHMET AKtF TUTUMLU Işletmeci ve Çevre j nsanoğlu varolduğu günden, sanayi- 1 leşmenın başına kadar. sırursız olan doğal zenginlikleri dilediği gibi kullan- mış. buna karşın >ine de ekolojik denge- >i, yani canlı varlıklann birbifleriyle ve bulunduklan ortamla olan ilişkilerini bo- zamamıştır. Teknik araç ve gereçlerin gelişimi in- sanlığı kısa vadede refaha ulaştınrken, beraberinde uzun vadede yok olmayı da gündeme getirmiştir. Havanın. suyun kirlenmesi, ağaçlann yok edilip orman- sızlaşmaya adım adım yaklaşılması. tor> rak ve biıkı örtüsünün yok edilmesı olayı, canlılann ve insanlığın geleceği için artık en önemli konular arasına girmektedir. Her geçen gün doğanın hızlı bir şekilde tahribata uğraması karşısında yapacak hiç bir şey yok mudur? Elimiz, kolumuz bağlı bu katliamı izleyecek miyız? Birçok yazıda yurttaşlann çevre bilin- cine sahip olması gerektiği belirtilmiş, bir o kadar seminer ve konferansta da söy- lenmişür. Elbette halkımız bilinçli oldu- ğu sürece doğanın bozulmasına izin vermeyecek, tepki gösterecekür. Ama ekolojik dengenin bozulmasında daha aktif rol alan işletmelerin, yönetici kad- rosuna sanmm büyük görevler düşmek- tedir. İşletme yöneticileri, işletme bütçesinin bir kısmını, cevreyi bozucu mevcut faali- yetlerin zararlannı azaltan veya tama- men önleyen yani yatınmlara kaynak olarak aktarabilirler. Doğaya zarar veren (plastik, alümin- yum, pet)- yeni ürünler üretmek yerine, başka ürünler geliştirmek için araştırma - gelıştirme bölümlerine görevler verebilir- ler. Yine insanlann tüketim kalıplannı değiştirip onlan yönlendirecek yeni tüke- tim anlayışlanna götüren üretim yapılan- masını sağlayabilirler. Bir de acıkca ifade etmeseler de, çevre- yi kirleterek elde edilecek ürünün maliye- tinin işletme için düşük olduğunu söyle- yen "işletmeci" lere rastlanabilmektedir. Bu bir aldatmacadır. Çünkü bu ürünün topluma maliyeti çok yüksektir. Suyu, havayı kirleterek elde edilecek ürün nasıl ucuz olabilir? Örneğin 2 cm kalınhğında- ki bir humus örtüsü- bitkisel yaşam bura- da olur- doğa için 200-300 yıllık bir zamana mal olmaktadır. Elbette üç beş kuruş fazla kazanmak, patronlanna şirin gözükmek için bunlan yapan yönetıciler olacakür. Son olarak artık işletmelerde stratejık planlama ve politikalannı kapitalizmin gösterdiği tek hedefe, yani kâra yönelık değil de, daha gelişmiş kültürel zenginli- ğe ulaşmış yöneticiler sayesinde, sosyal sonımluluklannı yerine getiren ekono- mik birimler olarak yaşanümızın birer parçası olmalıdırlar. YALÇIN TECİMER İşletmeci PENCERE "Ver, Kurtul" Baskısı... Bugün 24 temmuz.. Aylarca süren çetin tartışmalardan sonra Lozan Barış Antlaşması 69 yıl önce bugün imzalandı. Ama tartışma bitmedi.. Bitmez.. Kimisi Lozan^ bir "zater"değil, bir "Aıez/mef'sayar. Bu yolda yayınlar yapılmış, kitaplar çıkmıştır. Şeriatçılara gö- re şehit kanlarıyla cephede kazanılan "zafer'ı acemi dip- lomat Ismet Paşa, masa başında harcamıştır. Oysa Lozan, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelindeki ulus- lararası hukuk belgesidir. Birinci Dünya Savaşı'ndan son- ra imzalanan bütün antlaşmaların yerinde bugün yeller esiyor; yalnız Lozan sapasağlam ayakta kalmıştır. Ne var ki 21'inci yüzyıla yaklaşırken Lozan'ın tartışması bir başka biçimde sürüyor. Diyorlar ki: "- Lozan, emperyalizmin isteklerini dile getirmektedir; Sevrdahaiyiydi..'' Tartışma sürecek... Lozan Antlaşması da sürecek ve varoluşumuzun hukuk belgesi değerini sürdürecek.. • New York'taki Kıbrıs görüşmeleri şu gûnlerde ısındı; ge- rilimli bir ortam oluştu. Binbir söylenti çıkıyor.. Gerçekte görüşmeler gizli tutulduğundan neler olup bit- tiğini tam anlamında öğrenemiyoruz; kapı aralığından sı- zan bilgilere dayanarak gazetelerde yorumlar yapılıyor; kimisi KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a veryansın ediyor; piyasaya Denktaş aleyhine mektuplar sürülüyor; Amerika, ıngiltere, Rusya, neredeyse Rauf Denktaş'ın kel- lesini isteyecekler.. "Uzlaşmaz Denktaş!." Ne biçim adam bu? Ankara da uyarmış: - Kendine gel!.. Çok maraza çıkarma!.. Karşı tarafın öne- rilerineyaklaş.. Yayımlanan haberlerin ne kadarı gerçek, ne kadan ba- lon? Bilemiyoruz. Kıbrıs'ta harita tartışması yapılıyor; ki- mine göre Türkiye'nin dış politikasına ipotek koyan Kıbrıs kamburundan kurtulmanın zamanı gelmiş de geçmiştir.. öyleyse: ••-Ver, kurtul!.." Hiç kuşkusuz masada pazarlık yapıtacak, ne verilecek, ne alınacak? Bütün bunlan sağlıkla düşünebilmek için ala- bildiğine donanmak gerekiyor. Kıbrıs dosyasının incelikle- ri.vazgeçilmezolanlarlavazgecilebilirolanlarınkoşulları, tarafların art niyetleri ve silahları, göze alınabilecek riziko- lar bir yumak oluşturur. • * Ismet Paşa, Lozan Konferansı'nın ilk aşamasındaki "uz- laşmaz ve çetin" tutumuyla Lord Curzon'un öfkesini üstü- ne çekmişti. Lord cenapları bağırıyordu: "- Amatör diplomat 1 .." "- Muzaffer GeneraU. Sen manevraya çok alışmışmış- sın, bağırmaya çok alışmışstn!." "- Ama düşündüklerini sana yaprırmayacağım, görür- sün yaptırmayacağım..." Konferans yanda kesilince Büyük Millet Meclisi'nde kı- yamet koptu. ismet Paşa'ya saldmyorlardı. Lord Curzon gibi görevi "c/hançümu//ng/ftereHar/'ciyeNazın"kalkmış Lozan'a gelmiş, iki buçuk ay uğraşmış; adam barış yap- mak istiyor; Ismet Paşa'nın yüzünden sonuç alınamamış; uzlaşmaz ve inatçı paşa, kusurlu ve eksiktir. Ne var ki Meclis'tekı tartışmalar gizli toplanülarda yapılı- yor, dışarı sızmıyordu. • Lozan ile New York'taki Kıbrıs görüşmelerini çap bakı- mından kıyaslamak elbet olanaksızdır; ama karşı taraf saldtrılarını Denktaş üzerinde yoğunlaştırdı; sonucunu da aldı. Babıâli basınındadolduruşa gelenler, Denktaş'ı ma- sanın bu yanında bırakıp öteki yanına oturdular ki noş bir şey değil; ya acemilik ya da?.. "Serinkanlılık" diye bir şey var; şimdiden panikleyip or- talığı velveleye vermenin âlemi yok.. CAĞDAS YASAMI DESTEKLEME DERNEĞİ Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'ni 24 Temmuz 1924'ten günümüze barış içinde getiren kuruluş belgemiz Lozan'ı ve minıarlarını saygı ile anıyoruz. CAGDAS YASAMI DESTEKLEME DERNEGI JAPONGULÜ tlbanSelçuk 6. bası 15.000 lira (KDV içinde) Çağdaf Yayınlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-tstanbul club hotel Incekum. ••• Antalya-Alanya kıyı şeridi üzerinde, Alanya'ya 25 km.f Antalya Havaalanı'na ise 100 km. uzakhkîa nefis bir kumsahn hemen ardında kurulu bulunan Otel İncekum,yıhn 7 ayında konuklanna her yönüyle doyurucu bir tatil içingerekli bütün olanak ve hizmetleri sunmaktadır. • Denizmanzaralı özel balkonlu ve banyolu odalar • 104odave6bungalowda220yatak • Açık ve kapalı lokanta • Açık büfe • Diskotek • Bar • TVSalon • Butik • Spor tesisleri ve donanımı; dileyen konuklar için özelders olanakları % Eğlence ve animasyonprogramları. Incekum. üıcelı Otel Incekum: Avsallar Köyü/Alanya Tel:(3237) 1149-1007-Fax: 1120 ZentndBüro ReiseBüroBİLGlÇ Lortzingstrasse43 Tel: 0231/815252 Fax: 0231/816670 4600Dortmundl. Alişan Reisen K-Adenauer-Str.41 5650SolingenI Tel.: 0212/209855
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle