Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 24TEMMU21992CUMA
12 DIZIYAZI
Sisco'ya verilen raporda yanhşlık olduğu anlaşılmıştı. Belli etmeden derhal düzeltmek gerekiyordu. Ama nasü?
Istilıbarat hatasına 'şeytan' örtbası
K
H
V
I B
A
E
R
R
S
I S B A R I Ş
E K A T I
O N R A S I
1ECMEL BARUTÇU
Turan Gûneş fıkrimi çok parlak
buldu. Gözlüklerinin altından büyü-
düğünü gördüğütn gözlerini boşluğa
dikerek:
- Ankara'ya gidince bunu başbaka-
na söyleyeceğim, dedi.
Ankara'ya döndûkten sonra, bir
gün, Turan Güneş bana bu konuyu
başbakanla görûştüğûnü ve Ecevit'in
de bunu ilginç bulduğunu söyledi ve
bunu nasıl realize edeceğimizi sordu.
- Ben dedim, uygun bir yol buldum.
Rum Haririyesi'nin protokol genel
mûdürû Pelegias birkaç ay evvel Kıb-
ns Bûyükelçilıği'ni teftiş için Ankara'-
ya geldiğinde, bizim protokol genel
müdürü Yalçın Kurtbay'a bir nezaket
ziyaretinde bulundu. Yalçın Kurtbay
da kendisine başbaşa bir yemek verdi.
Bana göre Petegias'ın Ankara'daki
Kıbns Büyükelçiliği'ni teftiş için gel-
mesi aal maksadırun kamuflajıydı.
Böyle bir zdyaret on yıldan beri ilk defa
vuku buluyordu. Bence Pelegias An-
kara'ya kapalı bir mesaj getirmişti.
Nitekim, Yalçın Kurtbay, Pelegias'-
ın yemekte bir söz sarf ettiğini bana
söyledi. Onun da dikkatini çekmiş. Pe-
legias, Makarios'un Denktaş ile gö-
rûşmekten memnun kalacağını söyle-
miş. Mesaj bu olabilirdi. Pelegias,
Makarios'tan habersiz böyle bir şey
söyleyemezdi. Şimdi Yalçın Kurtbay
da izin geçirmek veya büyükelçiliğimi-
Ameıerikan Dışişleri
Bakan Yardımcısı
Sisco'nun ulaştırdığı
Yunan teklifine göre,
Kıbns'a çıkan Türk
askerleri, dağınık Türk
anklavlanna
yerleştirilecek, böylece
Kıbns'taki Türklerin
emniyetleri güvence
altına
alınmış olacaktı.
Turan Güneş,'bunlar
çocuk mu kandınyorlar'
kabilinden bana baktı.
zi teftiş bahanesiyle Kıbns'a gider ve
Pelegias'a iade-i ziyarette bulunur ve
düşüncemizi ona çıtlatır.
Turan Güneş yöntemi beğendı.
- Çok güzel, dedi. Yap, ama ben Pe-
kin'e gidiyorum. Sen bunu Hasan Işık
Bey'le halledeceksin.
Doğrusu bundan memnun kalma-
mışum. Çünkü bu işi Hasan Işık ile
yürütmeye imkân yoktu. Nitekim de
öyle oldu.
Hasan Işık'ı çok iyi tanıyordum.
Ben Dışişleri Bakanlığı'na gjrdığım
zaman o Ekonomik fşler Müsteşar
Yardıması'ydı. Ticaret Dairesi Genel
Müdûrû Oğuz Gökmen ve MEİ-
DUM, yani Milletlerarası Ekonomik
İşler Dairesi Genel Müdûrû Semih
Günver ona bağhydılar ve ben de Se-
mih Günver'in dairesinde Amerikan
yardımı işlerine bakan ikinci şubede
çjçeği burnunda bir mûsevvit idim. Bu
nedenle Hasan Işık'ın odasına zaman
zaman imza için giderdim.
Hasan Işık'ın zevki
Hasan Işık yanına giren genç diplo-
matlan hırpalamaktan hoşlanırdı.
Hemen hepsinin giyim kuşamlanna
takdır, inceden inceye ve alaylı tarzda
eleştiride bulunurdu. Tabii, bundan.
ben de her seferinde nasibimi alırdım.
Bu yûzden bilhassa genç diplomat-
lar onun yanına gitmekten ürkerlerdi.
Ben bir yol bulup onun bu şekildeki
davranışlannı bir sûre sonra hiç ol-
mazsa kendi bakımından önlemiştim.
Odasına girdiğimde o konuşmaya
başlamadan kravaünı veya elbisesinin
rengini söz konusu eder, birbirlerine
çok yakışûğını, kendisine de çok iyi
gittiğini söylerdim. Bundan çok hoşla-
nırdı ve keyiflenirdi. Böylece aramızda
bir sıcaklık doğmuştu ve bu durum ile-
ride bir dostluğu da dönûşecekti.
Hasan Işık ve onun yakın mesaı ar-
kadaşlan olan Oğuz Gökmen ve Şe-
mih Günver, o dönemin en gözde dip-
lomatlanydı ve Dışişleri Bakanı Fatin
Rüştü Zorlu'ya çok yakın görünürler-
di. Bu da norrnaldi. Her bakanın en iyi
ve en yetenekli memurlannı yakınında
bulundurması kadar tabii bir şey ola-
mazdı.
1960 ihtilalinde Fatin Rûştü Zorlu
tutuklanınca, çok sevdiğim bu değerli
ûç diplomat da bir kenara itildi. Başta
onlan kıskanan meslektaşlan olmak
üzere pek çok kimse onlara sırt çevir-
di. Yalruz kaldılar. Bu halin onlan çok
ûzdüğunü ve askeri idare tarafmdan
bakan yapüan yakın bir diplomat ar-
kadaşlannın bıle randevu taleplerini
evinde kabul etmediğini ve ancak köşe
başlannda kendilenyle görüşmeye n-
za gösterdiğinij'akından biliyorum.
Hasan Işık ile ıübardan düştüğü dö-
nemde ben irtibaürnı kesmedım. Oysa
askeri idareden çekinen pek çok kim-
se, tespit ediliriz endişesiyle adreslenne
kart bile atmıyorlardı.
Yıllar sonra durum düzelip demok-
rasiye dönüldûkten sonra tabii Hasan
Işık da diğerleri gibi Dışişleri'ne geri
döndü. Artık benim mektuplanma da
gerek kalmamıştı. Bir gün ben Londra
Büyükelçiliğj'nde iken bir vesileyle be-
ni aradı ve bir sipariş verdi. O münase-
betle bir mektup gönderdim ve şimdi
etrafını herkesin yine sarmış olduğun-
dan bahisle, mektuplanmın neden ke-
sildiğıni anlamış olacağını sandığımı
yazdım.
Bana gönderdiği mektupta şöyle bir
pasaj vardı:
"Herkesin sukuti olduğu dönemde
velut olanlar; herkesin velut olmakta
artık bir sakmca görmediği dönemde
elbette sukuti olmayı tercih edecekler-
dir..."
Bu mektubu hayaümda aldığım en
iyi şahadetnamelerden biri olarak hâlâ
saklanm.
Aramızda böylesine bir dostluk ku-
rubnuştu. Ama Hasan Işık güç bir in-
sandı ve kendi fıkrinden başkasını
be|enmesi herhalde çok nadirdi. Tu-
ran Güneş'in Başbakan Bülent Ece-
vit'in tasvibini aldığı fıkrimi dinlemek
için Hasan Işık cumartesi günü bakan-
lıkta genel sekreterin odasında toplan-
kimse ile danışmıyorsun dedi ve hiç
üniversite profesörleriyic daruşıyor
musun diye sordu.
- Kıbns meselesinde işler öyle çabuk
gelişiyor ki böyle bir danışmaya mad-
deten imkân yoktur. Bir yıldınm telg-
raf geliyor, cevabmı hemen haarlayıp
Bakan'a sunup göndermek zorunlu-
ğunu duyduğunuz bir konuda üniver-
site ile nasıl danışırsınız?
Hasan Bey yine beni tersliyor ve
üniversite profesörleriyle danışmam
ûzerinde ısrar ediyordu.
Dayanamadım.
- Beyefendi, dedim, siz arabulucu
Galo Plaza'yı reddederken üniversite
profesörlerine danıştınız mı? Dışişleri
Bakanıydınız. Galo Plaza aleyhimize
rapor neşredince hemen Genel Sekre-
ter Haluk Bayûlken ile bir araya geldi-
niz ve başka kimse ile konuşmadan
hem raporu reddetme ve hem de Galo
Plaza'yı, görevinin hududunu aşü diye
arabuluculuktan azletme karanru al-
dınız. Bununla yanhş yaptmız demek
istemiyorum. Gayet yerinde ve doğru
bir karardı. Ama son derece önemli
bir karardı ve karşınızda Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri ve Güvenlik
Konseyi vardı. Bu kadar önemli bir
karardı. Neden profesörlerle daruş-
madııuz? Söze Haluk Bayûlken kan-
şarak havayı yumuşattı.
- Bakanın, Genel Sekreterine çok
güveni vardı, dedi.
Gülüştûk ve toplantı bu hava içinde
sona erdi.
Turan Güneş, Pekin'e gjtmeseydi
oldukça ilginç bir girişime geçecektik.
Kısaca söylemek istediğim, Turan
Güneş ile çok iyi bir uyum içinde çalşı-
yordum.
Güneş'ın Sisco'yu kabulfi
Bakan'ın odasına girdiğimde Turan
Güneş yalnızdı. Sisco'yu kabul etmesi-
ni söyledim. Koltuğündan fırladı.
Kıbnslı Türkler gibi tutsak hale gele-
ceklerdi.
Sisco'ya bunu anlatük. Böyle bir
planı kabul edemeyeceğimizi, Yunan
oyunlanndan bıktığımızı, Yunanlıla-
nn samimi olmadıklanru, bize muha-
samaun durdurulması için bir yandan
plan teklif ederlerken, öte yandan
Kıbns'a asker sevk ettiklerini söyledik
ve Kıbns'a gelmekte olan Yunan ge-
mileri geri dönmezse baüracağımızı
bildirdik Hazırladığımız kâğıdı da
kendisine verdik.
Sisco telaşlandı.
- Dün akşamdan beri bekliyorum.
Daha önce bunu bilseydim iyi olmaz
rruydı, dedi.
Yanlışistihbarat
Sisco'nun Güvenlik Konseyi'nin bi-
ze o sabah gelen ateşkes karanndan da
haberi yoktu. Veya belki öyle görün-
mek işine geliyordu. Karan görmek
istedi. Getirmek için dışan çıktım. Sa-
bah, özel kaleme gelen amirali tekrar
orada buldum.
- Aman, Ecmel Bey dedi. Sisco'ya
kâğıdı verdiniz mi?
- Evet, ne oldu?
- Bir yanlışlık var haberde.
-Nedir?
- Gemilerin adedi 11 değil, 7 olacak
- Mühim değil canım, ha 11, ha 7, ne
fark eder, tehlike aynı olduktan sonra.
- öyle, ama harp gemisi değil bun-
lar.
- Bu ne biçim iş amiralim, böyle is-
tihbarat olur mu?
- Harp gemisi de var, ama o kadar
mühim değil. Kâğıdı dûzeltemez mi-
yiz?
. - Kendisine verdik, nasıl düzeltebili-
riz. Ben içeriye giriyorum, bakayım bir
şey yapabilir miyim, dedim.
Güvenlik Konseyi'nin karar met-
nini alarak Bakan'ın odasına dön-
düm.
ZTPATOnEADN
AIBEPADY ANAPEA
Yunan alayına ait Balayıs sırtlanndaki kampın girişinde 'Kıbns Yunanlüann olacak' yazıyordu.
kınlmasını zoriaşüran, işte bu alayın savaşa karışması oldu.
Mukavemetin
mamızı istedi.
Toplantıda eski Dışişleri Bakanı
Büyûkelçi Haluk Bayûlken, Genel
Sekreter Ismail Erez ve Enformasyon
Dairesi Genel Mûdürû Semih Akbil
de vardı.
Hasan Işık,
-Anlat bakalım, ne imiş Turan Gü-
neş'e söylediklerin dedi.
Ben de durumu yukandaki şekilde
anlatüm. Hasan Bey işin esasını tut-
madığı gibi şekli de beğenmedi.
- Niçin, Modinos değil de Yalçın
Kurtbay'a veriyorsun bu işi, diye sor-
du.
Modinos, Kıbns Rum Yönetimi'-
nin Paris'teki Büyükelçisi'ydi ve Ha-
san Bey onu yakından tanıyordu.
- Efendim dedim, bir aksiiik olursa
işin içinden sıkıntısız çıkabilmek için
bizim bir insanırruzın olması lazım. Biz
kendisine böyle bir talimat vermedik,
o kendiliğinden böyle bir şey yapmış
diyebüiriz. Ama, bu işi Modinos ile
yapmaya kalkarsak aynı şeyi söyleye-
meyiz.
Hasan Bey dudak bûktü ve eliyle
haydi oradan der gibi bir hareketle
toplantıyı noktaladı. Yalçın Kurtbay'ı
bu işi kmrabilecek nitelikte bulmu-
yordu. Hariciye'de gözü tutmadığı
pek çok kimse vardı ve Yalçın Kurt-
bay'ın da bu kategoriye dahil olduğu
anlaşılıyordu. Oysa Yalçın Kurtbay'-
dan isteyeceğimiz iş o kadar da güç bir
şey değildi. Ama Hasan Işık'a kendi-
sinden çıkmayan bir fıkri kabul ettir-
mek herkesin harcı değildi.
Hasan Işık ile bu toplantıda ilk defa
sert bir şekilde tartışük. Kafamdaki
senaryoyu kendisine anlatmam kolay
olmadı. Bana sual üstüne sual yağdın-
yordu ve üstelik birincisinin cevabını
daha almadan diğerini patlatıyordu.
Açıkça anlaşılıyordu ki o gün beni bir
güzel benzetmeyi akhna koymuştu.
Hasan Işık, Ecevit kabinesinde Dışiş-
leri BakanlığVnı alamamış olmasını
içine sindirememişü". Turan Gûneş ile
bu yûzden sürtüşme halindeydi. O, as-
hnda Turan Güneş'in tasvip ettiği bir
fıkri reddediyordu.
Cevabını almadan peşi peşine sıra-
ladığı sualler karşısında benim de Ka-
radenizli damanm yavaş yavaş kaba-
nyordu.
- Yeter artık, bırakın da suallerinize
cevap vereyim dedim.
Hasan Bey sarsıldı.
- Benimle bu şekilde nasıl konuşur-
sun?
- Sual soruyorsunuz, cevabını bekle-
miyorsunuz, bu nasıl toplantı? Size
saygım ve sevgim olduğu için bu ana
kadar sabrettim.
- Hadi oradan. saygı ve sevgi böyle
mi olur! Kendi başına iş yapıyorsun.
- Canım, dedi. Ne istiyor bu adam?
Ben kendisiyle ne konuşacağım! Gör-
müyor mu, askeri harekât devam edi-
yor. Harekât objektiflerine daha ulaş-
madı ki, benimle ne konuşacak?
- Dinleyelim ne cıkar bundan. Hiç
olmazsa kınlmadan aynhnasını sağla-
nz diyerek ısrar ettim.
- Peki, dedi. 8.15'te gelsin.
Yunan gemileri
Randevunun saaüni Amerikan se-
faretine bildirdik. Bu sırada bakanın
özel kalemine bir amiral geldi. Beni ça-
ğırdılar. Amiralin elinde bir kâğıt var-
dı. Aldım okudum. Bunda, alınan is-
tihbarata ve buna istinaden yapılan
tespitlere göre 11 adet Yunan harp ve
askeri taşıt gemjsinin Kıbns'a doğru
seyretmekte olduğu bildiriliyordu. Se-
yir sûratlerine göre gemilerin on saat
sonra Kıbns'ta olacaklan anJaşıhyor-
du. Durumu Başbakana da bildirdik-
lerini amiral söyledi. Başbakanın tali-
matı üzerine Yunan harp gemilerinin
geri dönmelerini istediğimizi Sisco'ya
bildirecek ve Türk uçaklannın Ada
üzerine gidişlerine tekabül edecek bir
zamana kadar gemilerin Kıbns'a yak-
laşmalannı bekleyeceğimizi ve gemiler
o andan itibaren geri dönmezlerse,
hepsini baürmak için hava kuvvetleri-
mize talimat verileceğini kendisine
söyleyecektik.
Sisco ile görüşülecek mevzular için
hazırladığımız bir sayfahk kâğıda bu-
nu da koydum.
Sisco geldi. Turan Güneş'in makam
odasında oldukça gergin bir hava var-
dı. Turan Güneş'in söyleyecek bir sö-
zü yoktu, lafı Sisco aldı. Yunanistan'-
dan geldiğini, Atina'da temas yapmak
için çok uğraştığını, kimsenin ortada
gözükmediğini, herkesin sonımluluk-
tan kacar bir halde olduğunu, bu yüz-
den yetkili bulmakta güçlük çektiğini.
ama sonunda yetkililerle görüşebildi-
ğini söyleyerek "Muhasamatın durdu-
rulması için Yunanhlann teklif ettiği
bir plan getirdim size" dedi.
Yunanlıların teklifı
Bu plana göre Yunanlılar. Kıbns'a
çıkan Türk askerlerinin ada sathmda-
ki dağınık Türk anklavlanna yerleşti-
rilmelerini teklif ediyorlardı. Böylece
Kıbns'ta Türklerin emniyetleri güven-
ce altına alınmış olacaktı. Türkiye'nin
artık bu yolda bir endişesi kalmaya-
caktı. Ama çıkarma harekâu da dur-
durulmalıydı.
Turan Güneş, bunlar çocuk mu
kandınyorlar, kabilinden bana baku.
Çıkarma harekâü durdurulacak, şirn-
diye kadar Kıbns'a çıkmış olan Türk
askerleri ada üzerine serpiştirilmiş ve
birbiriyle irtibaü olmayan Türk bölge-
lerine dağıtılacak ve böylece onlar da
Kararda yalnız ateşkes istenmiyor-
du. Bundan başka garantör devleüe-
rin bir araya geîerek Kıbns'ın anaya-
sal buhranına çare aramalan da talep
ediliyordu. Böylece ilk defa olarak,
1960 Garanti Antlaşması Güvenlik
Konseyi'nin resmi bir belgesinde ka-
bul ve tescil edilmiş oluyordu. Birleş-
miş Milletler'de 11 sene Garanti Ant-
laşması'nı reddetmiş olan Makarios,
denize düşen yılana sanlır kabilinden,
şimdi Garanti Antlaşması'ndan medet
umar hale gelmişti.
Sisco karan okudu ve düşüncemizi
öğrenmek istedi. Ateşkesi kabul etme-
diğimizi, askeri harekâün Türk toplu-
munun güvenliğini sağlayabilecek
ölçüde geüşmemiş olduğunu kendisi-
ne söyledik.
Acele işe...
Sisco taleplerimizi açıkça öğrenmek
istedi. "Sarih olarak bileyim ki Yu-
nanlılara ne istediğinizi eksiksiz intikal
euirebileyim" dedi ve elindeki kâğıtla-
nn birer kopyasının çıkanlmasını iste-
di. Hemen elinden aldım ve dışan çık-
üm. Amiral orada idi.
- Tamam, kâğıdı aldım dedim. Ama
nasıl düzeltecegiz? Yeniden yazmaya
kalksak zaman alacak. onun için bir
başka kâğıda yalnız gemiler pasajmı
yazalım, bir fikrim var.
Sekreter gemiler pasajını ayn bir ka-
ğıda doğru olan şekliyle yazdı. Diğer
kâğıdı ortasmdan makasla keserek ge-
miler pasajını attım ve iki kâğıdı birbi-
rine iğneledim. İçeri girince Sisco'ya
acele işe şeytan kanşır kabilinden bir
izahat yaptım
- Kâğıdın altına mürekkep dökül-
düğü için yeniden yazmaktansa son
kısmını çabuk olsun diye aynca yaz-
dık diyerek bana verdiklerini kendisi-
ne kopyalan ile iade ettim.
İşi kavrayabildiğini sanmıyorum.
Kocatepe niçin battı?
Sisco hemen Atina'ya hareket et-
mek istedigini söyleyerek aynldı.
Atina'da General İonnides ile gö-
rüştü. İonnides kendisine "Bizim Kıb-
ns sulannda seyreden hiçbir gemimiz
yok. Görürlerse batırsınlar" demiş.
Bunu Amerikan Büyükelçiliğı vasıta-
sıyla hükümetimize bildirdi.
Kocatepe muhbiri bunun sonucun-
da battı...
Sisco'nun hareket ettiği sabah öğle-
ye kadar yine Kıbns'tan iyi haberler
gelmeye başladı. Ama bunlar öğleden
sonra yine kesildi. Tekrar bir merak
devresi başladı. Ertesi günü artık da-
yanamadım. Özel Harp Dairesine
gderek Tuğgeneral Kemal Yamak'ı
ziyaret ettim. Onu, masasının üzerine
harekât planını açmış tetkik ederken
buldum. Yanında Kurmay Başkanı
Sabri Yirmibeşoğlu vardı, bana duru-
mu izah etti. Her şey plana göre yürû-
yor dediyse de plan ûzerindeki izahat-
tan geri olduğumuz anlaşılıyordu.
Genelkurmay harekât planını 6 güne
göre yapmışü. Altına günün sonunda
Serdarlı bölgesi ele geçmiş olarak as-
keri harekât bitmiş olacaktı.
- Alü gûnlük harekât planı kanımca
uzun. Harekaü üç gûne göre planla-
mak gerekirdi. Kimse bizd altı gûn as-
keri harekât yapmak için bırakmaz,
dedim.
Kemal Yamak bütün çıkarma araç-
lannın Kıbns harekâtına tahsis edile-
meyeceğini, başka ihtimaller ûzerinde
de haarlıklı olmak için ancak bir kıs-
mıyla harekât yapıldığını. başka türlü-
sünün düşünülemeyeceğini söyledi.
Bakanlığa döndûkten sonra, hare-
kâtın ilk günlerinde sabahlan iyi ha-
berler ahp, akşamlan merak içinde kal-
mamızın sebebini daha iyi anladım.
Duşmanın mukavemetini kırmak işten
değildi, ama işe Yunan alayı da karış-
mıştı. Yunanistan bizimle Kıbns'ta
açıktan açığa harp halinde idi.
Genelkurmay ile Hariciye'nin irti-
bat halinde çalışması lazım geldiğini
düşünüyordum. Harekât odasında bir
Hariciyeli arkadaşın bulunması bu
yûzden faydalı olacaktı. Bizde hiç ol-
mazsa durumu bilip ona göre hareket
ederdik. Ama Genelkurmay bu arzu-
muza iltifat göstermedi. Belki onlar da
kendi yönlerinden haklıydılar. Biz ça-
lışmalanmızda aramızda bir generalin
bulunmasını istemiyorduk ki, onlar da
bu ihtiyacı hissetsinler diye dûşün-
düm. Bunarağmen,işbirliğinin fayda-
sı münakaşa edilemezdi. Genelkur-
maydan rica ettik. Bize harekât hak-
kında bilgi vermelerini istedik. Birkaç
general bakanlığa geldi. Genel sekre-
terin odasındakı masa üzerine serdik-
leri haritalar ûzerinde bilgi verdiler.
Bu arada içlerinden biri şöyle dedi:
-Ne hilelerle karşılaştık tasavvur
edemezsiniz! Yunan uçaklan ile bizim
K<.ocatepemuhribi
batmıştıvebugizli
tutuluyordu. Bu olayı
bize ancak mürettebatın
denizden yabancı gemiler
tarafından toplanarak
kurtanlması üzerine
anlatmak mecburiyetinde
kaldılar. Daha sonra
denizde yapılan aramalar
çok faydalı oldu.
Kocatepe muhribindeki
mürettebatın büyük
kısmı sağ olarak
kurtanldı.
uçaklanmız aynı tip olduklan için bir-
birinden ayırt edilemiyor. İstanbul
Rumlanndan pilotlar yetiştirmişler.
Tûrkçeyi bizim gibi konuşuyorlar.
Tûrk uçağı zannediyorsunuz. Bizi de-
vamlı olarak aldattılar. Bu yûzden
rahat çalışamadık.
Daha sonraki günlerde Genelkur-
may Başkanı Semih Sancar'ı harekât
sırasında tam bir hava hâkimiyetine
sahip olduğumuzu ve ada ûzerinde tek
bir Yunan uçağının uçmadığını Bülent
Ecevit'e söylerken dinlediğimde, Dı-
şişleri Bakanlığı'na gelerek bize yuka-
ndaki ifadeleri kullanan generah ha-
tırladım. Demek ki her şeye rağmen
bize doğruyu söylemiyorlardı. Bunun
nedenini sonra anladık.
Kocatepe muhribi batmıştı ve bu
gizli tutuluyordu. Bu olayı bize ancak
mürettebatın denizden yabancı gemi-
ler tarafından toplanarak kurtardması
üzerine anlatmak mecburiyetinde kal-
dılar. Bir gûn İsrail'deki Büyükelçiliği-
miz'den gelen bir mesajda bir Israil
şilebinin denizden bir miktar Türk as-
keri topladığı bildirilerek bunlann
Türkiye'ye gönderileceği ifade edili-
yordu. Durumu Genelkurmay'a bil-
dirdik. Genelkurmay, bunun üzerine,
yaşayan başka denizcilerin de buluna-
bileceğini bize söyleyerek İngilizlerden
bunlann denizden aranması için yar-
dımını istememizi talep etti.
Bu sayede denizde yapılan araştır-
malar çok faydalı oldu ve Kocatepe
muhribinin mürettebatından büyûk
kısmı sağ olarak kurtanldı. 350 kişilik
mürettebattan sadece 50 kadan şehit
oldu.
HarekâUn üçüncü günü Amerika
artık iyice basürrnaya başlamışü. Gü-
venlik Konseyi'nin ateşkes karanna
Türkiye'nin uymasını Dr. Kissinger is-
tiyordu. Bunun için Bülent Ecevit ile
sık sık telefon görüşmesi yapıyordu.
Kıbns'tan ise çok güzel haberler geli-
yordu. Darbe üzerine cumhurbaşkan-
lığına getirilen Nicos Samson istifa
etmişti. Yunanistan da kanşık bir du-
rumdaydı. Turan Güneş ile odasında
ayak üstünde konuşuyorduk. Birden
kapısı açıldı, içeri Bülent Ecevit girdi.
Atina'dan gelen haberleri bildirdi.
- Panik halindeler dedi.
Ecevit'in öngörüsû
Gizikis. Yunanıstan'ın bir uçuru-
mun kenanna geldiğini halkına bildi-
riyordu. Atina yeni gelişmeler içindey-
di. Nitekim, ertesi günü askeri idareye
son verilerek Karamanlis, Paris'ten
Atina'ya cağınldı. Türk basını iki yer-
de ûst ûste vuku bulan bu değişiklikle-
ri büyûk başhklar halinde verdi. Bü-
lent Ecevit'in dediği çıkıyordu. Kıbns
banş harekâu Yunanistan için de ha-
yırh olacak demişti.
StRECiK
ANKARAANKA
MÜŞERREF HEKİMOĞLU
İnönü'nün Köşkûnde
Önce Heybeliada'ya bir yolculuk, sonra İnönü'nün köş-
künde bir gezi yakın tarihimizde... Ağaçların yeşil gölge-
sinde Profesör Stanford Show'u dinliyoruz. Türkiye ve
Soykırım adlı bir kitap var elinde yakında basılacak. Mek-
tuplar, fotoğraflar, belgelerle dolu. Dinlerken onurla dikili-
yorum sandalyemde, ne güzel devletimiz varmış diye
düşünüyorum. İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler Almanyası
1
-
nın baskısıyla Yahudilere uygulanan çağdışı politikadan
örnekler veriyor Profesör Show. Batı ülkelerinde yaşanan
olaylar insanı utançla ürpertiyor gerçekten. Yahudiler
kamplarasürülüyordurmadan. Kaçanı, kaç roman yazıldı
bu konuda! Kaç film çevrildi, operalara, müzikallere yansı-
yan nice olaylara sahne oldu dünyamız! Yeteri kadar uya-
rıldık mı acaba? Kan ve gözyaşı dindi mi? İkinci Dünya
Savaşı'nda Yahudilerin yaşadığını başka halklar yaşamı-
yor mu bugün? Soykırımı çok acımasız boyutlara varmıyor
mu? Kimi ülkeler için tarihin yaprakları hiç çevrilmemiş gi-
bi! işte Bosna-Hersek, işte Nahcıvan!
Profesör Show, Türkiye ve Soykırım adlı kitabını hazır-
larken kimi Türk diplomatların bilgisine de başvuruyor.
Onlardan biri emekli Büyûkelçi Namık Yolga, öteki Necdet
Kent, üçüncüsü Selahattin Tülümen. İkinci Dünya Savaşı'-
nda kimi konsolos, kimi konsolos yardımcısı, Fransa'daki
Türk kökenli Yahudilerin kamplara yollanmasını önlemek
için büyük çaba gösteriyorlar. Nazilerin baskısına da, Na-
zilerin soykırım politikasına direnemeyen Fransız yöneti-
cilere de laik bir devletin görevlileri olarak tepki gösteri-
yor, güzel ders veriyorlar. Bizim ülkemizde insanlar din ve
inanç ayrılığı nedeniyle suçlanamaz, soykırım olamaz di-
yorlar. Bunu diyebilmek genç diplomatlara nasıl güç verdi
kimbilir! Laik Türk Cumhuriyeti'nin insan haklarına saygısı
tüm vatandaşlarına güç ve güven verir değil mi? Laiklik il-
kesi zedelendiği zaman gücümüzün tükendiğini de ya-
şayarak biliyoruz. Profesör Show konuşmasını sürdürü-
yor, Yahudilere sığınma hakkı tanımamızı önlemek için
Batı ülkelerinin baskısına Türk hükümetinin direnişini de
anlatıyor birkaç sözle. Sonra da bilimin ışığında aydınla-
nan gerçeği açıklıyor. Sovyet arşivleri açıldıktan sonra
Yahudilerle yüklü Sumatra gemisini Rusların batırdığı an-
laşılıyor!
inönü köşkünün yeşil bahçesinde bir akşam saatinde Dil
ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ndeki değerli bilim adamları
da canlandı gözümde. Ankara Üniversitesi'nin belli fakül-
telerini onlar kurdu, öğrenciler yetiştirdiler, bilim dalında
güzel filizler ürettiler. Ama sonra ülkemizden ayrıldılar.
ABD'nin ünlü üniversitelerindeki kürsülere yerleştiler. Bu
da çok ilginç bir olay bence. O bilim adamlarının ayrıca
devlet konservatuvarında ders veren sanat adamlarının
üretkenliği yadsınamaz. öyleyse ülkemizden neden gitti-
ler acaba? Daha özgür üniversitelerde ders vermek için
belki de. Belki de bilim özgürlüğü nedeniyle. özden To-
ker'i kutlamak istiyorum. İnönü Vakfı'nın işlerliği için tüm
olanaklardan yararlanıyor. Sıcak bir temmuz günü İstan-
bul'dan Ankara'dan vapurlar dolusu insanı Heybeliada'ya
getirmek kolay değil. Nitekim bana da ören'de ulaştı.
O topiantının gündemi karıştı bir aralık. Dinleyicilerden
biri kürsüye çıkarak Aşkale'den, varlık vergisinden söz et-
ti. Yeri miydi bilmem, ama o da ülkemizde yaşanan bir
olay. Elbet tartışılması gerekir. Her ülkenin tarihinde ka-
ranlık ve aydınlık olaylar var elbet. Kimini ayağı yerde başı
•göklerde düşünür insan, kimini utançla, yüzü kızararak
anımsar. Asıl acısı tarih yargılıyor, ama ders vermiyor, ye-
teri kadar uyarmıyor her zaman! Yoksa 2000lere doğru
böylesine kanlı olaylar izler miydik ekranlarda! İkinci Dün-
ya Savaşı'nda Yahudi soykırımına direnen Türkiye insan
hak ve özgürlükleri açısından üzücü olaylara sahne olur,
uluslararası kuruluşlarda suçlanır mıydı? Düşünce ve
inanç özgürlüğü alanları, kürsüleri gündeminde uzun süre
yer alır mıydı? Sıcak temmuz günlerinin çağrışımlarıyla
bir soru daha takılıyor düşünceme: Büyûkelçi Ecmel Ba-
rutçu'nun yazdıklarını okuyorsunuz sanırım. 1974 yılında
Kıbns olaylarını çok yakından yaşayan bir gazeteciyim
ben. Sisco'nun Ecevit ile konuştuğu gece Hasan Işık'tan
dinlediklerimle hâlâ coşkuyla çarpar kalbim. Nereden ne-
reye geldik! Mektup yağmuruna tutulmuş durumdayız! Bu
yağmurdan ıslanmadan kurtulabilecek miyiz acaba?
Bir ulusun tarihiyle onurlanması için kimliğini, kişiliğini
vurgulayan politikaların doğrultusunda direnmesi gereki-
yor galiba. Yoksa onur duygusu da nostaljiye dönüşüyor!
Profesör Shovv'un konferansında SHP Genel Başkanı
Erdal inönü oturuyordu karşımda. Konuşmaları ilgiyle iz-
ledi. Nelerdüşündü bilmem? Belki de çok yakından bildiği,
bu yeşil bahçede ya da Pembe Köşk'ün salonlarında din-
lediği konular bunlar. Sosyal demokratlar sahnesinde
yaşanan olaylar doğrultusunda nasıl bir yoruma varıyor
acaba? Erdal Bey'in SHP Genel Başkanlığı'nı inönü soya-
dının ötesinde düşünürüm ben. Soyadından değil, cumhu-
riyet kuşağından bir aydının sorumluluğundan kaynakla-
nan bir görev diye... Cumhuriyetimizin tarihini yazan kişi-
lerden birinin oğlu olarak o tarihi onurlandıran olayları çok
kişiden iyi biliyor, devlet yaşamındaki görevi de bu bilinçle
yapıyor. Özden Toker'in vakrf yöneticiliği de böyle bence.
O bir cumhuriyet kızı... Babasının adını taşıyan vakıf çalış-
malarında bu kişiliğini vurguluyor her zaman. Bir sergi, bir
söyleşi, bir konferansla geçmişten çağrışımlara yol açar,
konuklarını düşünmeye, yorumlara yöneltir.
Ara sıra bu tür uyarılara gereksinim var. Kişiler için de
kuruluşlar içinde...
BULMACA
9
SOLDAN SAĞA:
1/ Ağızda çiğnen-
dikten sonra çıkartı-
lıp küçük çocuklara
verilen yiyecek. 2/
Utanç duyma... Op-
tik aygıtlarında ob-
jektiften aldıgı ışın-
İan göze veren mer-
cek dizgesi. 3/ Dam-
la hastahğına verilen
bi başka ad... Mate-
matikte kullanılan
sabit bir sayı. 4/ As-
ya'da bir ülke. 5/ Bir
kimsenin, başkalan
tarafından dokunul-
maması ve saygı gösterilmesi gereken
iffeti... Iri kemik. 6/ Müzikte, fasıla
başlamadan önce yapüan giriş...
Hayvanlara vurulan damga. 7/ Şid-
detli belirtilerle başlayıp kısa sürede
ağırlaşan hastalık... Anadolu Selcuk-
lularının Usluplaştırdıklan dolaşık
süsleme. 8/ tkinci tekil kişi adüı...
Yeryüzü parçası. 9/ özen... ABD
Cumhurbaşkanı Eisenhower'ın laka-
bı.
YUKAREDAN AŞAGlYA:
1/ Duvarları, yontulmamış ağaç gövdelerinin üst üste oturtul-
masıyla yapümış ev... İsyankâr. 2/ Oylumlu... Bir spor aracı.
3/ Çok koyu siyah renkte olan. 4/ Yerleşmiş ilke ya da yasaya
uygun durum... Avrupa Topluluğu'nu simgeleyen harfler. 5/ Tİp
dilinde "bere" anlamında kullanılan sözcük... Şaşma belirten
bir ünlem. 6/ Okullarda öğrencilerin sunduğu eğlence. 7/ Vila-
yet... Olumsuzluk belirten bir önek... lsviçre'de bir kanton. 8/
Sipersiz şapka... Yerdeki çamuru kazımak için bir değneğin ucu-
na geçirilen yassı demir. 9/ Mısır'ın OsmanJı topraklanna ka-
tılmasını sağlayan savaş.