Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ŞAYFA
12
CUMHURİYET 16 TEMMUZ1992 PERŞEMBE
DIZIYAZI
Dedelerimiz bir devrim gerçekleştirmişti ama onlann' 1917'deki seçimi bizinı için bağlayıcı olabilirmiydi?
Tek doğru vardı, o da sosyalizm
DAHA ÖZGÜR BİR
DÜNYAİÇİN
EDÜARDŞEVARDNADZE'NİN
ANILARI
Haziran I985'te. "dünyanın çehre-
si" benim gözümde net çizgiler kazan-
dı. 33 Avrupa ülkesiyle ABD ve Ka-
nada'nın dışişleri bakanlun. Helsinki
Sonuç Belgesi'nin (20) imzalanması-
nın lO'uncu yıldönümünü kutlamak
ve Avrupa'nın birleşme sürecini gö-
rüşmek üzere Finlandiya'nın başken-
tinde bir araya gelmişlerdi. Onlann
arasında bir acemıydim. Bu buluşma.
çiçeği burnunda Sovyet Dışişleri Ba-
kanı'nın siyasi sahneye ilk çıkışı olu-
yordu. Karşıhkh resmi nezaket alışve-
rişi sırasında, insanlann candan ilgı-
lendiklerini hissettim. Meslektaşlanm
iyi niyet ve içtenlikle, beklenmedik bi-
çimde çevrelerine giren kişinin nasıl
bir insan olduğunu anlamaya çahşı-
yorlardı. O orlamda kendimi çok ra-
hat hissettiğimi söyleyememama, ben
de kendi çapımdâ, meslektaşlanmı
gözlemliyordum. Her birini merakla
inceliyor, özellikle de nasıl insanlar ol-
duklannı anlamaya çahşıyordum.
Batı'nın her bir temsilcisini sinsi bir
düşman gibi gösteren ideoloji gözlü-
ğünü ise bir yana bırakmaya cabalı-
yordum. Çünkü ideolojinin sabit fıkir
haline getirip ateşlediği husumet duy-
gulan her an tetikte olmayı gerektirir
Aman dikkat et, sana kazık atıp, par-
maklannda oynatmasmlar! İster hile,
isıer yalan olsun diplomaside her yol
mübahtır ilkesinden türetilen ve bir
teamül olarak kabul edilen klişe, benı
evhamlı yapmışü. Talleyrand ve Met-
temich'in bugün bile halen konuşulan
alışkanlıklan. benim izleyeceğim
normlar değildi elbette. Benim düşün-
cemde, yabancı meslektaşlanmla doğ-
ru ve dürüst bir diyalog yürütmek
vardı. Bunun da ön koşulu, ilkelere
sımsıkı bağlı kalmakü. Ortaklanmın
bana güvenmesini, kendim de onlara
güvenebilmeyi istiyordum.
Bu görüşlerin bir bölümü, sonunda
ulaştığım felsefeyle bağlantılı. Ancak
birçoğu da kişilerle doğrudan kurdu-
ğum temaslann, eylemleri ve düşünce-
Bizde Sovyet halkının
seçimini Ekim 1917'de
yaptığından şevkle söz
edilir. Peki ama devrim
sonrasındaki
çarpıklıklan, yozlaşma
ve suiistimalleri, canice
eylemleri demi
seçmişlerdi?
leriyle nasıl insanlar olduklannı anla-
ma çabasının ürünü. Sonuçta bu iki
unsur birbirinden aynlamaz. Yine de
burada felsefeye değinmek istiyorum.
Belki de fazla tumturaklı bir ifade.
Düşünürlerin unvarana sahip çıkmak
iddiasında değilim ama, çağımızın ön-
de gelen düşünürlerinden, hemşerim
Merab Mamardaşvili'nin de isabetle
belirttiği gibi insanlarfikirlerindenbir
felsefe yaratmadan önce, ara sıra ab-
şılmışın dışında düşüncelere kayarlar.
Benim durumum da böyleydi işte.
Görüşme masasma oturdugumda,
muhatabımm benim şahsımda düş-
man bir ideolojinin temsilcisini değü
de bir insan gördüğünü düşünürdüm.
Sonra da aramızda böyle bir ideoloji
aynrnı bulunmadığını farkederdim.
Aksi takdirde görûşmeler, daha en
başlan çıkmaza gjrerdi. İnançlanm-
dan vazgeçmiyor, ancak o orlamda
söz konusu olan çıkarlan da inancın
tutsağı haline getirmiyordum. Elbette
ülkemin çıkarlan ön plandaydı, ancak
bu arada muhatabımın çıkarlannı da
hesaba kaüyordum. Aynı tavn karşı
taraflan da bekliyordum. Hangi nok-
tada aynldığımızı her zaman bilirdim,
ama bizi nelerin birleştirdiğini de anla-
maya çakşırdım. Ortak çıkar ve değer-
kr ön plana çıkardı; geri kalanlar bir
yana bırakıhrdı.
SBKP 28'inci Parti Kongresi'nde,
delegelerden biri bana, işçi sınıfmın çı-
karlanyla insanlıgın ortak çıkarlan
arasında ne gibi farklar gördüğümü
sordu. Ben de ona soruyu doğru bi-
çimlendirmediğini söyledim. Sınıfsal
çıkarlarla insanlığın ortak çıkarlannı
asla karşı karşıya getirmemiştim; ben
bu iki kavram arasındaki ilişkilerden
söz etmiştirn. Bu iki kavram kesinlikle
çelişkili değüdir. Olsa olsa, aynnüyla
bütûnün iüşkilerinden söz edilebilir.
"İnsanlığın ortak çıkarlanrun önceli-
ği" kavramından anladığun, normal
her insanın, banş, refah, ilerleme, in-
san ve toplum sağhğı, nükleer ve eko-
lojik tehlikeler, kalkmma sorunlannın
çözümlenmesi gibi alanlarda ortak bir
flgiye sahip olduğudur.
KuraldeğU
Yeni düşünce bizi, dış politikada ça-
tışmanın bir kural ve ilke olmadığı an-
layışına götürdü; ideolojik şablonlar-
dan kurtulmamızı ve uluslararası iliş-
kileri ideolojiden anndırmamızı
sağladı. Devletlerin, insanlığın -küçük
ya da büyûk- bir bölûmünü kendi dış
politikalanna tabi kılmak yerine, iş-
birliği içinde çahşmayı, birbirlerinin
cıkarlanna saygı göstermeyi, ideolojik
aynlıklan gözetmeksizin temas nokta-
lan aramayı öğrendigini görmemizi
sağladı. Bu anlayış, bizim dünya görü-
şümüzü. inançlanmızı ortadan kaldır-
madı elbette. Böyle bir davranışı baş-
kalanndan da bekleyemeyiz.
Temelde her devletin politikası
ideolojiye dayanır. ideoloji tarafından
yönlendirilır. Buradaki soru, ideoloji-
nin nasıl bir ideoloji olduğudur., Bir
politika. ancak iyi. doğru. insani ve
manevi ilkelere dayanıvorsa, eli yiizü
düzgün bir politika olabilir. İdeolojik
tarikatçılık ve tahammülsüzlük ise
hiçbir zaman iyilik getirmemiştir. Ge
tırmesi de beklenemez.
Burada konudan biraz sapmama
izin verin. Akla gelebilecek her tür si-
yasi ideolojiyi. insan haklansla bağ-
daştırmaya çalıştıysam da sonuçtan
pek hoşnut kalmadım. Bazı toplum-
îarda ideoloji. din demektir. Ancak
bireyler, inançlannı diledikleri gibi se-
çebilmelidir. En azından yetişkinler.
1917Devrimi
Bizde, Sovyet halkının seçimini
Ekim I917'de'yaptığjndan şevkle söz
edilir. Evet. dedelerimiz bir devrim
gerçekleştirmişler. Peki ama, devrim
sonrasındaki çarpıklıklan, yozlaşma
ve suiistimalleri. canice eylemleri de mi
seçmişlerdi? Ve onlann veya bizim se-
çimimiz, çocuklanmız ve torunlanmız
için bağlayıcı mıdır?
Sınırlanmızın ötesi vatandaşlanmı-
za kapalıyken, dış seyahatlere verilen
izinlerde, aya göndermek için astronot
seçer gibi titizlikle davranırken, birey-
lere herhangi bir seçim hakkı bırakmı-
yorduk. Tek doğru vardı, o da sosya-
lizmi seçmek. Peki o halde bizim ideo-
lojimizin en doğru ve ileri olduğuna
inanıyorsak, farkh ınançlara sahip in-
kalmıştı. Söz konusu konuşmacı, be-
nim bu insanlann gözlennin ıçıne ba-
kabileceğimden kuşkuluydu. Bakabi-
lirdım elbette. Aynı Afganistan'da
gördüğüm 20 yaşindaki delikanhlann,
korku dolu gözlerine baktığım gibi.
Aynı. oğullan Afganistan'da şehit
düşmüş ya da yaralanmış analann acı
ve yaş dolu gözlerine bakabildiğjm gi-
Creorge Shultz ile
temaslanmız, her
geçen gün resmiyet
duvarlannı biraz daha
yıkıyordu. Ülkelerimiz
arasındaki ilişkiler
tarihinde ilk kez ABD
veSSCBdışişleri
bakanlan karşüıklı
olarak birbirlerinin
evlerini ziyaret
ediyorlardı.
bi. Belki de genç erkeklerimizle ana-
babalannın ve elbette Afganhlar'ın
hayatını ve yazgjsını parçalayan savaş
makinesinin durması için elimden ge-
leni yapma kararhhğımı sağlayan, bu
ülkedeki askeri varlığımıza karşı Bir-
leşmiş Milletler'de her yıl yinelenen
oylamalar değil de insan gözlerinde
okuduğum o ifadeydi. Afganlılar"ın
rüklediğjmiz şeklınde yorumlanmıştı.
Afganistan'daki birliklerimizin varlı-
ğı, sadece dış dünyayla ilişkilerimizi
frenlemekle kalmamış, aynı zamanda
uluslararası sorunlarla ilgili tavnmızı,
dürüstçe yeniden biçimlendirmek iste-
yip istemediğimiz konusunda kuşku-
lar uyandırmışu.
Bunlar artık son buluyordu. Anık
ülkeye ölüm haberleri ve şehit düşen
genç erkeklerin tabutlan gelmeyecek-
ti. Birkaç ay içinde tüm subay ve as-
kerlerimiz geri dönecekti... Sevinç
duymak için yeterince nedenim vardı.
Ne var ki, sevinemiyordum.
Uçağın penceresinde. Alpler'in ala-
ca karanlığı giderek gözden yitiyordu.
Hostes şarap getirdi. Çalışma arka-
daşlanmdan biri kadehleri doldurdu.
"Bugünkü başanmıza!" Başanmıza
bile içemedim. Yüreğjmde bir ağırlık
vardı; Kabilli dostlanmızın yüzleri gö-
zümün önünden gitmiyordu. Artık
tek başına kalmışlardı. Birliklerimizin
geri çekilmesinden sonra iktidarda tu-
tunabilecekler miydi? Ulusal uzlaşma-
ya varmalan, kan dökülmesine artık
bir son verilmesi ve Afganistan'ın ba-
nşa kavuşması için onlara nasıl yar-
dım edilebilirdi? Bize güvenen insanla-
nn, uzlaşmaz düşmanlanyla bir başı-
na kaldıklan düşüncesi bana rahat,
huzur vermiyordu. Siyasi çabalanmı-
zın, Afgarüstan'a banşcıl bir düzen
getiremeyeceğini biliyordum. Ancak
yine de müttefıklerimize karşı kişisel
suçluluk duygusundan kurtulamıyor-
dum.
Başımdan geçen şu olayı bugün ar-
tık çekinmeden anlatabilirim. Son as-
kerimizin de Sovyet Afganistan sırun-
ABD Dışişlcri Bakanı George Shultz ile başlayan ilişkilerimiz kısa bir söre içinde ailevi dostiuğa dönüşmüştü.
sanlarla temas kurmaktan neden o
denli korktuk. kitaplan neden yasak-
ladık. radyo vericilerini neden boz-
duk, salt bize uygun düşmeyen fılmleri
seyredip bize hitap etmeyen müzikleri
dinledikleri, hoşumuza gitmeyen
danslar yaptıklan için insanlan hap-
settik?
İnsan hiç kimseyi kiliseye hapsede-
mez, aynı şekilde sınırlann ötesinde
günah ve fesat bülunduğu gerekçesiyle
hiç kimsenin ülke dışına çıkması en-
gellenemez. Herkes kendi karannı ver-
mekte, kendi seçimini yapmakta öz-
gür olmahdır.
Devletlerararası ilişkilerin ideoloji-
den anndınlması üzerinde düşünceler
yürütürken, bu ilişkilerin her şeyden
önce, kabaca deforme edilmiş, yanlış
yorumlanmış ideolojiden, ideolojik
aşınüğın unsurlanndan ve taşlaşmış
köktencilikten kurtanlmasmın gerek-
liüğini göz önünde tuttum. Ancak,
uluslararası ilişkilerin ideolojiden
anndınlması için öncelikle bu ideoloji-
ye yüklenen mitoslann ortadan kaldı-
nlması gerekiyordu. Yani insanın,
çevresindeki dünyayı kendisine buyu-
nılduğu gibi değil, olduğu gibi görme-
yi öğrenmesi gerekiyor.
Diğer bir deyişle: Eleştirel olarak
düşünürsek, ideolojiden anndırmak
demek. dünya görüşümüzün nesnel-
leştirilmesi ve özgün düşüncenin teş-
vik edilmesi, okul öğrenimi ve herşey-
den önce siyasi çizginin devlet ideoloji-
siyle dogmatik biçimde özdeşleştiril-
mesini en aza indirgemek ve bunlan
topluca uluslararası platformda uygu-
lamaya geçinnek demektir.
Doğu Avrupa
İstifamı açıkladığım gün, muhalifle-
rimden biri, beni Doğu Avrupa'daki
Sovyet birliklerinin çekilmesine yol aç-
makla suçladı. Bunun sonucunda or-
du mensuplannın aileleri, kar üstünde
kurulu çadırlarda bannmak zonında
gözlerinde okuduğum ifadeyi de asla
unutamam.
Beni, devlet cıkarlanna uygun hare-
ket edilmesini buyuran süper güç poli-
tikasının "makro ölçülerini" hiçe
saymakla suçlayabiürler. Ben her za-
man "mikro ölçü" -insan ölçüsü- hiçe
sayıldığı takdirde, devlet çıkarlannın
garanti aluna alınamayacağı nokta-
sından hareket ettim.
Afganistan
Afganistan'da verdiğimiz kayıplara
ilişkin rakamlar biliniyor. Bunlar sık
sık gündeme gelir, ancak herhangi bir
nedenle, madalyonun diğer karanlık
yüzünden hiç söz edilmez: Şehit düşen
yanm milyon Afganlı. "İnsan ölçüsü"
bir bütündür, evrenseldir ve bu kavra-
mın seçmece kullanılması beni çok
rahatsızediyor.
Sovyet savaş tutsaklannın geri dö-
nüşü konusunda yardımcı olması
amaayla görüştüğüm Afgan muhale-
fet liderlerinden biri isteğimi kabul
etmiş: "Kabil'de kalan yakınlanmın
akıbeüni öğrenebilmem için bana yar-
dımcı olun. Onlardan hiç haber ala-
madım" diye eklemişti.
Benim görüşüme göre insanın önce
insan. sonra belirli bir dünya görüşü-
nün mensubu olduğunu unutan politi-
kacılann, politikayla uğraşmaya
hakkı yok.
İtirafetmeliyim ki Cenevre'de Afga-
nistan anlaşmasının imza töreninde
son derece karmaşık duygulara kapıl-
dım, sevinçten eser yoktu. Asbnda çok
mutlu olmam gerekiyordu. 28"inci
Parti Kongresi'nde kararlaştınlan he-
deflere ulaşılmış, 1985 aralık ayında
ahnan siyasi ilke kararlan gerçekleşti-
rilmişti. Çok zorlu bir sorundu. çö-
zümlenemediği takdirde Perestroyka
büyük erozyona uğrardı. Afganistan'-
daki kardeş kavgasına kanşmamız,
birçok ülkede, nüfuz alanımızı geniş-
letmek için bölgesel bir çaüşmayı kö-
nı geçmesinden sonra Vladimir
Kryuçkov'la (21) birlikte yeniden Kâ-
bil'e gittim. Aynı günün akşamı Neci-
bullah (22) ailesinin evinde konuktuk.
Kent roket atışı altındaydı, bazı önem-
li illerde şiddetli çarpışmalar meydana
geliyordu. Çaüşma sesleri mütevazı
bir sofranın başında oturduğumuz
-birkaç konuk, evsahibi, kansı, çocuk-
lan ve ben- odada yankılanıyordu.
"Belki de" diye söze girdim ihtiyat-
la. "Ailenizin ülkeyi terketmesi daha
iyi olur. Moskova'ya yerleşmelerine
yardımcı olabilirdik..."
Kansı çabucak yanıt verdi, nazik.
ancak kesin bir tavırla: "Bu kara gün-
lerimizde kaçarak, halkımıan gözün-
de ölmektense. şu kapının eşiğinde can
veririm daha iyi. İster mutlu son olsun,
isterse mutsuz, sonuna kadar burada
halkımızla birlikte olacağız..."
İşte o zaman, düşünce ve ideallerin,
ancak gerçek anlamda insanlıktan
esinlendiği takdirde bir değeri olduğu-
nu anladım. Burada düşüncelerimin
arasına bazı özel siyasi terimler kanş-
tırmayacağım, çünkü kullandığım to-
nu degiştirmek istemiyorum. Yine de
şunu belirtmeliyim: Afganistan'la ilgili
tüm girişimlerimizde Afganhlar'ın
iyiliğini de amaç edindik.
Dış politikamızın genel stratejisi
içinde, insan ölçüsü, benim için değiş-
mez bir ilke ve ternel ölçü birimi olarak
kaldı. Hem stratejik anlamda, hem de
yabana meslektaşlanmla kişisel te-
maslanm açısından. 1985'in o uzak
temmuz gününde. meslektaşlanmla
Helsinki'de ilk kez buluştuğumda. bi-
rer insan olarak birbirimizle ayru dili
konuşabilmemiz için benim kıstaslan-
mı kabul etmelerini diledim: Aileleri-
mizin huzuru. çocuklanmız ve torun-
lanmızm geleceği, vatandaşlanmızın
refahı. Güvensizlik ve korku duvarla-
nnın bizleriayırmamasıiçin...
Dileğim yerine gelecekti. Hemen he-
men bütün meslektaşlanmla aramızda
bu tür ilişkiler gelişti. Ülkelerimiz ara-
sındaki ilişkilerin iyileştirilmesi anla-
mına gelmese de en azından karşılıklı
anlayış ortamı yaratabildik.
Bu nedenle hepsine şükran borçlu-
yum. Burada her birine teker teker
değinrnek isterdim. Ama, onlan anlat-
mak için sadece hak ettikleri sözcükle-
ri sarfetmek yetmez. Hiç de basit
olmayan, ancak ortaklaşa işbirliği
içinde çözüm yollan aradığımız sorun-
lan da ortaya koymak gerek.
George Shultz
Yine de bazılanndan söz etmek,
özellikle de George Shultz'tan başla-
mak isterim. Onunla ilk buluşmamı-
zın, memleketim Gürcistan'da nasıl
destanlaştığını bildiğini sanmıyorum.
Yaşamımı destan ve masal dekorlany-
la süsleyen. ozan hemşehrilerden yana
hep şanslı olmuşumdur. Kimileri iyi
niyetli, kimileri fesatça; bazılan hoşu-
ma gider, bazılan daha az. Ancak
George'la ikimiz hakkında o küçük
çekici öykü, benim için çok şey ifade
ediyor, çünkü insanca umut ve beklen-
tileri bir halkın düşlerini yansıtıyor.
Helsinki'deki görüşme masasında,
ABD Dışişleri Bakanı'nın önüne bir
hançer koymuş ve şöyle demişim:
"Ben silahlan indirdim. Şimdi sıra
sizde.'
Keşke böyle olsaydı. Gerçekler
dünyt-îinda, buna olanak olmadığı
halde.
• Daha ikinci buluşmamızda -1985
Eylülü'nde New York'ta- Shultz'a
şöyle dedim:
"Dünyadaki birçok şey, Sovyet-
Amerikan ilişkilerine bağlı. Bu da bir-
çok açıdan, sizinle aramızdaki ılışkile-
re bağh. Sizinle dürüst ve güvenibr bir
ortakhk kurmak istiyorum. Eğer siz
de benimle dost olmak isterseniz."
Shultz birden masadan kalktı ve eli-
ni bana uzattı:
"İşte elım. Siz de elinizı bana uza-
tm."
O günden beri, elinin güçlü temasını
hep hissettim. Bu temas, zaman za-
man. bizim inisiyatifimiz dışındaki
nedenlerle zayıfladı; ister ülkelerimiz
arasındaki ciddi görüş aynhklanndan
kaynaklanan durumlar olsun, isterse
önceden kestirilemeyen nedenlerden
ötürü buluşmalanmız buruk izler bı-
raksın, bu unsurlar hiçbir zaman, her
iki taraf için de kabul edilebilir bir çö-
züm bulabilmek için birbirimizi dinle-
yip, birbirimize anlayışla yaklaşma
çabalanmıza baskın çıkmadı. En dra-
matik anlarda bile böyle oldu. Reykja-
vik'teki zirve buluşmasından sonra,
orta menzilli nükleer füzelerle ilgili an-
laşma metninin son hazırlık aşamasın-
da, Cenevre'de Afganistan Anlaş-
ması'nın imzalanmasından önce. Her
şeye rağmen, insanca konuşabilmek
ve içinde bulunduğumuz durumdan
çıbş yollan bulabilmek için zemin ya-
ratabildik.
Temaslanmız her geçen gün, resmi-
yet duvarlanm biraz daha yıkıyordu.
Ülkelerimiz arasındaki ilişkiler tari-
hinde ilk kez, SSCB ve ABD dışişleri
bakanlan karşılıklı olarak birbirleri-
nin evlerini ziyaret ediyor, birbirleri-
nin aileleriyle taruşıyor. çocuklan ve
torunlannı taruştmyordu. Son derece
parlak fıkirleri olan George Shultz,
Potamac üzerinde ailece katıldığımız
nehir gezintileri düzenliyor ya da tipik
Amerikan tarzında bir gece geçiriyor,
"O, Georgia, Georgia" şarkısını söy-
lüyorduk. Bir başka sefer, hazırladığı
şürprizle beni şaşkına çevirdi. Yale
Üniversitesi'nin o mükemmel korosu.
Amerikan Dışişleri Bıkanlığı'nda ver-
diği konserde, Gürcistan halk şarkısı
"Mrawalshamiier"i seslendiriyordu.
Ben de altta kalmamak için elimden
gelen çabayı gösteriyordum. Görüşme
masasına oturduğumuzda -meslektaş-
lanmızla ya da baş başa- olduğumuz
gibi davranabiliyorduk. Her iki tara-
fın pozisyonunu da ortaya koyuyor ve
görüşlerimizi yakınlaştırmaya çabşı-
yorduk. İçimizden biri, "Daha fazla
Ueri şdemem" dediğinde. Diğeri anla-
yış gösteriyordu: "Ben de öyle. Bu bir
blöfdeğildir."
James Baker
Shultz'un halefı de her türlü ilişkiye
girmeye değecek bir insan. James Ba-
ker, Sovyet meslektaşıyla temaslanru,
karşılıklı güvene dayanan ilişkiler ra-
yına oturtma şansını kaçırmadı. Eğer
yanılmıyorsam, ilk kez, konvansiyo-
nel silahsızlanma görüşmelerinin açılı-
şı sırasında Viyana'da buluşmuştuk.
Bu onun ilk sahneye çıkışıydı ve smavı
parlak bir başanyla tamamladı. Son
derece zekice, ancak Shultz'un üslubu-
na oranla hayli sert birkonuşma yaptı.
Sonra kansı Susan'la birlikte bizim
heyetin yanına yaklaştı. Benimle ve-
rimli bir işbirliği içinde çalışmak istedi-
ğini söyledi. Sanınm bu dıleği yerine
geldi.
Jim'in sayesinde, buluşmalanmız
hem coğrafi hem de içerik açısından
hayli geniş bir tabana yayıldı. Sadece
ülkelerimizi birbirine yakınlaştırmak-
la kalmadık, yüreklerimizi de insanla-
nmınn umut ve beklentilerine açtık.
ABD ve SSCB'nin bir donemlerin ça-
tışma ortamından işbirüğine yöneldi-
ğini ilan etmemizle sonuçlanan Jack-
son Hill (Wyoming) buluşmasmda
böyle olmuştu. Moskova yakınlann-
daki Sagorsk, Baykal GÖlü kıyısında-
ki İrkutsk ve nihayet Baker'm memle-
keti Teksas'taki buluşmalannuzda da
öyle. O son buluşmamız sırasında. be-
nim istifamdan kısa süre önce, kansıy-
la birlikte beni, o günlerde ölen annesi-
nin evine davet etti. Bu jesti, içimı
sımsıcak duygularla doldurdu.
İstifamdan kısa bir süre sonra ka-
nm, Susan Baker'dan bir mektup aldı.
"Sizin içm ağlıyor ve dua ediyoruz" di-
ye yazmıştı.
StİRECEK
AJNKARA NOTLABI
MUSTAFA EKMEKÇt
Ayaküstü Konuştnalar...
Taşlama ustası Mustafa Eşref, 12 Eylül'ün civcivli günle-
rinde "dörtlükler" yazar, bunlan "Ankara Notları"nda ak-
tarmaya çalışırdım. Yayımlandığı biçimiyle biri şöyleydi:
"Evren Paşa, Evren Paşal/Değişir bu devran Paşa,/Böy-
le böyle bu iş olmaz,/Oku biraz öğren Paşa!"
Üçüncü dize, gerçekte "Cahillikle bu iş olmaz" biçimirv
deydi, ben onu, "böyle böyle bu iş olmaz" biçiminde de-
ğiştirir, değiştirmeden önce de taşlamacının izntni alırdım.
Sonra, cumartesi arkadaşlarıma sorardım:
- Böyle böyle'den ne anlıyorsunuz?
- Bunu anlamayacak ne var? Suç işlememek için, "cahil-
likle" yerine, "böyle böyle" demişsin! Okurlar, takılırlardı:
- Böyle böyleliğin geregi yok!
Bir dörtlük de şöyleydi:
. "Hiç güvenim kalmadı atasözlerimize./Pekala yayılıyor,
birlikte kurtla kuzu;/Bir de 'Akıllı domuz çok yaşamaz!' de-
mişler./Yetmiş yaşına basb domuzu!"
Buradaki nokta noktayla geçen son dize biraz kapalıydı;
gazetelerde çıkan "Doğramacı 70 yaşında!" haberlerini
okumamış olanlar kolay çıkaramazlardı!
ihsan Doğramacı'yı son olarak Alman Elçiliği bançesin-
de, konuk Alman Dışişleri Bakanı Kinkel'in, Hikmet Çetin
onuruna verdiği kokteylde gördüm. Şapkamı, çantamı al-
dım, çtkıyordum:
- Aaa, Doğramacı! dedim içimden, yanından geçerken
sordum:
- İhsan Bey, rektör seçimleri ile ilgili olarak ne düşünü-
yorsunuz?
- Ben seçimlerden yana değilim, atamalardan yanayım!
- Peki, seçilecek altı adaydan en az oy alan atanabilecek
mi? Bu nasıl olacak?
- Hiç ilgilenmedim, ilgilenmiyorum!
Lafı değiştirmeliydim:
- Emel Hanım nasıl? ''•
- O da burada!
Yanımdan ayrılıp, kardeşi Emel Doğramacı'nın yanına
gitti. İhsan Bey'in hiç keyfi yoktu; Hacettepe bahçesine di-
kilen anıtını soracaktım, onu da soramadım. Büroya gelin-
ce çocuklara söyledim:
- Böyle böyle, dedim, Doğramacı'nın suratı asık, "Ben
seçimden değil, atamadan yanayım!" dedi. Istanbul'dan
Füsun Özbilgen'le konuşuyordum, ona da anlatüm. Heye-
canlandı, "Çok ilginç" dedi. Sesini duyuyordum, "Çocuk-
lar, Doğramacı, Ekmekçi'ye 'Ben atamadan yanayım!'
demiş. Haberi geldi mi?.."
Doğramacı bir ara, Prof. llber Ortaylı'yla konuştu, onu
gördüm. İçimden:
- Ortaylı'yı arar sorarım! diye geçirdim.
Doğramacı'nın istifa edebileceğini düşünmek neden
usuma gelmedi? Buna hâlâ şaşıyorum. Yoksa, kendi istifa
etmedi de istifa ettirildi mi? Çünkü o akşam geç vakit Sü-
leyman Bey, Doğramacı'nın istifa ettiğini açıklıyordu. Kok-
teylde yüzünün bozukluğu bundandı demek...
Kokteylden tam çıkarken Altan Öymeni gördüm. Pazar-
tesi günkü yazısının sonunda, okurlara "kişisel" bir açıkla-
ma yapıyor, bir yerde şöyle diyordu:
"(9 eylüle dek) Milliyet'in, CHP'yle ilgili haberleri dahil
olmak üzere, haber ve yayın politikasıyla ilgili değilim.
Gazeteme olan katkım, yazılarımla sınırlı kalacak. Yazıla-
rımı zaman zaman aralıklı olarak yazmak zorunda kalaca-
ğım..."
Altan Ûymen'e:
- Yazı, bir veda yazısı mıydı? diye sordum.
- Yok canım, öyle mi yorumluyorsun?
- öyle yorumlayanlar var...
Altan Oymen'in demek, eli gibi ağzı da sıkıydı! Bir "An-
kara Notlan'nda, CHP'nin geçici genel başkan adayları
arasında adını anmış, boşuna çabaladıklarını yazmıştım
satır arasında.
Tabanda neler olup bittiğini öğrenmek istiyordum, eski
CHP'nin tabanında; bugün CHP'yi yeniden oluşturmaya
çalışanların CHP tabanıyla bir ilgiieri olduğunu sanmak
çok güç. Aradan 12 yıl geçmiş; CHP tabanı SHP ile DSP'de
toplanmış. SHP'deki taban Hinthorozu'nun elinde, DSP'-
deki ise Ecevit'in... Milletvekilliğine seçilemeyip ortada
kalanların tabanları nerede?Torbalı Belediye Başkanı Er-
tan Ünver, bu konularda sık sık başvurduğum önemli bir
kaynak. Ertan Ünver:
- Ben, diyor, her gün on eski CHP'liyle konuşuyorum,
nabız yokluyorum. Herkes, Erdal Bey'in genel başkanlığı-
nı kabule hazır! DSP tabanının yüzde sekseni buna "evet"
diyor. Erdal Bey'in soğukkanlılığı, partide, tabanda ve ül-
kede çok büyük prim yapıyor. Şimdi, o primlerin zamanı
geldi. Deniz Baykal'ın, Bülent Bey'in kavgacılığı, 'illallah'
dedirtir sosyal demokrat sade vatandaşa, tabana. Bu çok
önemli. Tabandan çok büyük bir güç gelecek Erdal Bey'in
genel başkanlığı için...
Ertan Unver, olayın olumlu olumsuz yanlarını sıralıyon
bunlar belki bir başka yazının konusudur. Ertan Ünver'in
ilginç önerileri var. önerileri sıraladıktan sonra şöyle di-
yor:
- Bu somut öneriler, yaklaşım ve yorumlar nesnel doğ-
ruları içeriyor ise gidişin ana çizgilerini de oluşturuyorlar
demektir. Güçlendirilmesi gereğine inandığımız bu çizgi-
lerin dayattığı nesnel kural ve koşullara uyulmadan CHP
açılsa ne olur, açılmasa ne olur... Sosyal demokrasi Tür-
kiye'de bir partili olsa ne olur, üç partili olsa ne olur.. Sol
ülkede bulunsa ne olur, bulunmasa ne olur.. O lider olsa
ne olur, bu lider olsa ne olur!..
• ' c -
BULMACA
9
SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4
1/ Gülyağı esansı. 2/
Osmanlılarda önce-
leri halktan yalnız
olağanüstü durum-
larda, sonralan ise
sürekli olarak topla-
nan vergi... Rubid-
yum elementinin
simgesi. 3/ Ruy gay-
dası. 4/ Ovma,
ovuşturma... Fas'ın
plaka işareti. 5/ "Ir-
İanda Cumhuriyet
Ordusu"... Yakacak
olarak kullanılan
kurutulmuş sığu- pis-
liği. 6/ Belli bir topluluğa özgü olan
işaret... Nazi partisinin hücum kı-
tasını simgeleyen harfler. 7/ Bir hay-
van... Eski Mısır'da güneş tanrısı...
Kimi kâğıt oyunlannda aynı cins iki
karta verilen ad. 8/ Yassı ve büyük
yemek tabağı... Bir nota. 9/ "Bir çift
güvercin havalansa/Yanık yanık kok-
sa —/Değil bu amlacak şey de-
ğil/Apansız geliyor aklıma" (Melih
Cevdet Anday).
YUKARIDAN AŞAĞIYA
1/ Elverişsiz durum, engel. 2/ Tuzağa düşürülen şey... Cinsel
zevkleri çağrıştıran, cinsel istek uyandıran. 3/ Çıplak, tüysüz...
Şaşma belirten bir ünlem. 4/ Asya'da bir ülke... Türkiye'nin ilk
deniz araştırma gemisinin adı. 5/ Bir zaman birimi... Çekilerek
balık avlamaya yarayan daire şeklinde el ağı. 6/ Gidiş... Tarla
sının. 7/ tsteksiz gibi görünerek yalvartmak amacıyla yapüan
davranış. 8/ İnsan türünün bellibaşlı ve sürekli çeşitlerinden her
biri... Osmanlı devleünde kullanılan ve üzerinde aslan resmi bu-
lunan gümüş sikke. 9/ Venedik gondolculannın doğaçtan söy-
ledikleri şarkı.