04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5MAYIS1992SAU 12 DIZI-YAZI Kuveyt'i işgal ettiği için ekonomik ve askeri ambargo uygulanan Irak'ta gündelik yaşam zorluklarla dolu Kapanmaz savaşın açtığı yaralar — 3 — Mansur Semü, Bağdat'ın en lüks yerleşim merkezlerinden. Çoğunluğu ikı-üç katlı binalar, geniş kaldınmlar, lüks mağazalar. bol ışıkb caddeler... Mansur biıince, Saddam şehri başh- yor. Çoğunluğu tek lip binalarla dolu 800 bin kişinin yaşadığı bir semt. Sad- dam, ilk iktidara geldiği günlerde, Bağdat dışında kendini destekleyen kişileri buraya taşımış. Bu semtin ortasında ülkenin en bü- yük çocuk hastanesi var. Hastanenin gjrişini, çocuklan seven bir Saddam resmi süslüyor.Genel gö- rünüş temiz ama çocuklann hali içler acısı. Burada tedavi gören çocuklann üç- te ikisi savaştan kaynaklanan hasta- hklardan mustarip. Tek tek odalar >ok. Büyük salonlara, aralara bölme- ler koyarak, yataklan yerleştırmişler. Yataklar da yanyana konmuş.lki ya- takta üç-dört çocuk yatıyor. Ağlama- lar, çocuk çığhklan hastanenin doğal müzığı Adını söylemek istemeyen bir anne, çocuğunu bağnna basmış, kontrol için sıra bekliyor. Doktor aracıhgıyla k o nuştuk. Çocuğu bir yaşından biraz fazla. Savastan iki gün önce doğmuş. -Irak'ta savaş halkın yaşamına o ka- dar girmiş ki, adeta bir tarih olarak kullanıhyor. 'Oğlum savastan beş gün önce doğdu.' 'Düğünü savastan üç ay sonra yapük.'- Savaş günlerinde çocu- ğuna bir şey olmaması için çırpınıp didinmiş anne. Ama zanıanla farket- mişler ki, çocuk sağır. Doktorlann kanısına göre, çocuk uçaklann ve bombalann gürültüsüyle şoka girmiş ve duyma yeteneğinı kaybetmiş. Anne, yeniden duyması için sürekü doktora geüyor, ama sonuç yok. Dok- tor da, en çok düzelme umudu olma- yan çocuklann annelerinın sık sık derman sormalanndan yakınıyor. "Hiç umut yok, gelmeyın, diyemiyo- ruz. Genel bir muayene yapıp gönderi- yoruz" diyor doktor. Anne biam yanımızda doktora soruyor: "Hiç mi umut yok. ilerde de duymaz Naylondan oksijen çadırı Yoğun bakım gerektiren çocuklann bulunduğu bölümde tıp hankalan ya- raühyor! Oksijen çadırlan, günlük hayatta kullanılan naylonlann beşik- lerin üzerine kapatılmasıyla oluşturul- muş. Hastane yöneticileri doktorlann eksikligini duyduğu cihazlan eldeki malzemelerle üretmek için ayn bir bi- rim kunnuşlar. Hastabakıcı da yeter- siz olduğu için, anneleri başlannda kabyor. Doktorlann en çok yakındığı komriardan biri de aşın duygusal an- nelenn arada bir naylonu birazcık kaldınp, çocuklannı sevmeleri. Savaş sırasında harrule olan annele- rin aldıklan yara nedeniyle hasta doğan çocuklann bulunduğu bölüm- ler biraz daha özenli. Ama buradaki cihazlar da el yapırru. Küvezler, pol- yester kutulardan üretılmış. Çocuklar için iğne olmadığından büyüklerde kullanılanlarla damara gi- riliyomıuş. Rontgen fılmi, kan ürünle- ri .damar ve kalp ilaçlan çok az. Irak yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, son bir yıl içinde 10 bini aşkın te- davi edilebihr hastahğa yakalanan çocuk yaşamını yitirmiş. Ambargo sü- rerse bu rakam daha da yükselecek. Yokluk ve çokluk Irak'ı savaşın geürdiği acılarla kıv- ranan bir yokluklar ülkesi olarak göstermek de mümkün, sefa içinde ta- nıtmak da. Çocuk hastanesinde içimiz burkula- rak gecen birkaç saatten sonra, reh- berle birlikte alışveriş merkezleri ve lokantalanyla ünlü Sadun Caddesi'- nde öğle yemeği yedik. Her şeye rağmen birçok geleneklerinden vaz- geçmiyor Iraklılar. Yemek alışkanhk- lan da bunlardan biri. Secimi rehbere bıraktım. "Kuzi" dedi. Yani Türkçesi kuzu. Sofraya birer kişilik et yemeği ve or- taya ayn tabaklarda, karnıbahar, patates, kuru fasulye ve ıspanak haşla- ma geldi. Rehber Muhsin, etin yanına sebzelerden kaşık kaşık aldı. Ben de al- dım. Garsona "kuzi" deyince servis böyle oluyormuş... Akşam da Dicle nehri kıyısında meskuf yedik. Sadun Caddesi'nin Dicle kıyısına doğru devam eden bölümünde yol kı- yısı bahk lokantalanyla dolu. Herbiri- nın önünde küçük havuzlar var. Irak yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, son bir yıl içinde 10 biniaşkın tedavi edilebilir hastalığa yakalanan çocuk yaşamını yitirmiş. Ambargo sürerse bu rakam daha da yükselecek. H e r şeye rağmen birçok geleneklerinden vazgeçmiyor Iraklılar. Yemek ahşkanlıklan da bunlardan biri. Sadun Caddesi'ndeki bir lokantada yemek yedik. Rehber, "Kuzi" dedi. Yani Türkçesi kuzu. I R A K G E Z İ NOTLARI Ml Sl \l \ BAI .\i\\ a*. Bağdat'ın banliyösündeki Saddam şehrinin ortasında Irak'ın en büyûk çocuk hastanesi var. Savaş yüzünden tıbbi malzeme sıkınttsı çekilen hastanedeki oksi- jen çadırlan, günlük hayatta kullanılan naylonlann beşiklerin üzerine kapatıhnasıyla oluştunılmuş (altta). Ambargo yüzünden gıda maddesi sıkıntosı çekilen Irak'tade\let mağazalarında piyasaya göre daha ucuza satış yapılıyor. Savastan önce yapüannüfussayımına göre düzenknen kamelerte yapüan satış için Iraklılar bütün günlerini feda ederek sabahın ilk saatierinden itibaren metrelerce uzayan kuyruklar oluştunıyorlar. Özellikle de kadınlar (üstte). Içınde de canlı balıklar. Ağızlanna ip bağlanmış beş-alü kiloluk balıklar, havuzda yüzüyor. Satıcı çocuklar, müştennin bahklan seçmesi için iple yukan çekip salhyorlar. Müşteri balığı seçtikten sonra. baş- layan işlemler ruç de hoş değil. İple dışan çıkartılan bahk yerde zıp zıp zıp- lamaya başhyor. Sonra kafasma demırle vuruluyor. Ölmezse, canlı or- tadan ikıye aynlıp, içi temizleniyor. Sırtından kazığa geçirilip daha önce hazırlanan atesin karşısına dikiliyor. Balığın lezzetli olması için, ateşin fazla yakın olmaması ve yavaş yavaş pişme- si gerekıyor. Kazığa dıkılen bahk kızanncaya kadar karşısındaki ateş közlenmişoluyor. Közün bir kısmı ay- nhyor. Kazıktan çıkanlan bahk tene- ke levhaya konup közün üzerine yaünhyor. Balığın sırtı közde pişer- ken üzerine de bir '^aç konuyor ayn- lan köz de buraya aktanlıyor. Buyrun size meskuf... Mutfağa her gün bomba düşüyor Irak'ta gezi boyunca dolaştığım çar- şı pazar, ilk günkü izknimlerimi doğruluyor. Kemerde, artık sıkacak delik kalmarruş. Halkın büyük çoğun- luğu en temel gıda maddelerine muhtaç hale gelmiş. Dolar karaborsa- sının bir benzen temel gıda maddele- rinde var. Bir kilo toz şeker, devlet mağazala- nndan 200 fıls. Yani dınann beşte biri. Diğer dükkanlarda, 5 dinar. Arada 25 kat fark var.Halk en çok yumurtaya takmış durumda. Yumurta, Irak'ta en çok tükeülen gıda maddelerinden. Sa- vastan önce 30'luk paket bir dinar- ken, şimdi tam 30 dinar. Iraklı bütün bu fıyat artışlannı anla- maya çalışıyor, ama hurmanın fiyatı neden sekız on kat arttı, bunu bir türlü kabullenemiyor. Fiyatlar, sadecedevlet mağazalann- da ucuz, ama burada da satışlar karneyle. Buralardan bir şey almak için o günü feda etmek gerekiyor. Her aileye behrli bir miktar gıda maddesi veriliyor. Karneler de, savastan önce yapılan nüfus sayımına göre düzenlen- miş. Savastan sonra doğan çocuklar karne dışı kahyor. Yine savaş öncesi venlen ikamete göre çıkanlan karne- lerle, herkes ancak nüfusa kayıth olduğu yere en yakın devlet mağaza- sından ahş veriş yapabiliyor. Bu da bazı mağazalann her sabah adeta hü- cuma uğramasına neden oluyor. Gelen gıda maddeleri de birkaç saat içinde bitiyor. Hayaü giderek güçleştiren bu koşul- lar Irakhlan "artık yeter" deyip soka- ğa döker mi? Bunu az Türkçe bilen bir Irakhya sorduk. Biraz düşündü yanıtı kısaydı ama birçok ipucu veriyordu: ''Yerine ne koyacağız ki ?" StRECEK Sanat ürünü, halkın iıısaıılık düzeyidir — 3 — YAŞAR KEMAL Demek istiyorum ki yaratıldığı gün- den Homeros'a gelinceye kadar Ilya- da, Odysseia yüzlerce yıl su altında kaîmış, cilalanmış, yeniden yeniden halkça, ustalarca yaratılarak bu duru- ma getirilmiş olamaz mı? Başka türlü- sünü düşünmek bana olası gelmiyor. Gene yineleyeyim, bu iki başyapıt, gü- nümüze kadar ya da yazıya geçtiği güne kadar Homeros adını taşımışsa, demektir ki bu dest^na Homeros'un büyük katkısı olmuş, o kendinin de, çağının da yaratıcılığını destana ekle- miştir. Destanın üstünden akan sular- dan birisi deçağı ve kendisi olmuştur. Halkın birer başyapıt olan ürünleri, kilimleri, destanlan, yontulan, şıirleri. türküleri büyük kışiliklerin ürünleri olduğu kadar halklann da yapıtlan- dır. Her birinin başyapıt olması bu özelliginden geliyor. Örneğin bir melodiyi ele alalım, o melodi ortaya çıktıgından bu yana kaç milyon ses. saz onu, kırk bin yıl su al- tında kalmış çakıltaşı gibi cilalamıştır? Halkın melodileri kaç büyük ustaya kaynaklık etmiştir? Çağjmızda bunun bilincine vanhyor ve büyük ustalann yapıtlannda yüzyıllann sesleri aranı- yor. Doğa betimlemesi Bir de destanlarda, şiırlerde doğa betimlemelen var. Örneğin Homeros'- un doğa betimlemelen. Olacak iş değil. Bir kışi böylesine. böyle dennle- mesine doğanın gizıne nasıl varabilir. Uzun uzun, \ıllar yılı Homeros'taki betimlemeler üsıündc duşündüm. Ka- racaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun, öteki halk yapıilannın da üstüne düşün- düm. bir sonuca vanr gibi oldum. Halk şairleri, halkın doğa karşısında bırtakım düşünceleri var, doğayı an- latma biçimleri var, halk bunlan da kalıplaşıırmış. Halk şairleri bu kahplan alıyor. ba- basının malı gibi kullanıyor. Bir de halkın duygulannı. düşüncelerini ka- lıpladığı sözler var. Halk şairleri bunlan da alıyor, olduğu gıbı kullanı- yor. Bunlara birçok ömek verilebilır lnceciktenbirkaryağar Eğrimeğrim uçan turnalar / Yanar oylum oylum duman görünür. Birkaç örnek daha vermek isterim. Varmış bir kötûnün koynuna girmiş / Şu benım öpmeye kı- yamadığım. Bu iki dize Karacaoğlan- ın. Sonra birçok türküde, ağıtta buluyoruz öpmeye kıyılamayanı. Anavarzaağıdından. Denışınmendilı ala Bülbül konar daldan dala Ben öpmeye kıyamazdım ' Belemışler kızıl kana. Kozanoğlu ağıdından: Karalı yağlık karası Adand Kozan arası Ben öpmeye kıyamazdım Ak döşü süngü yarası. Böyle çok örnekler bula- bıliriz. Halkın sanat ürünleri o halkın insanlık düzeyinin ta kcndisidir. Ho- meros'un epopesi. o zamana kadar gelmiş gecmış Akdenız insanlığının- dır. Manas da, Çangır da Orta Asya insanhğının... Dede Korkut. Türkme- nın insanlık macerasının kendisidir. Kişisel yaratı Başka bir sorma daha karşılık ver- mek gerek. Büyük usıalann hiç mi kişisel yaratılan yok? Koca bir halk, toplum habire durmadan yaratıyor da kişiler yaratmaz olur mu? Homeros- lar, Karacaoğlanlar, Dede Korkutlar, Dadaloğlular... Gene bugünden bu soruya karşılık verebilıriz. Halkın söy- lemedığı. söyleyemediği nice duygula- n Karacaoğlanlardan duyabiliriz. Halktan ne kadar öğreniyorsa bir bü- yük usta. kcndı kişisel yaratısından da halka o kadar veriyor. Böylece halk kışıvi zenginleşıirirken ustalarda halkı zengınleştirij orlar yaratılanyla. Bir sorun üstünde biraz daha dur- mak isterim. Halkın sanat ürünleri. yaratılan hiç değışmıyor mu? Daha önce bu konu üstünde durmuşlum ya bir örnekle, bu konu üstünde biraz da- ha durayım. Karacaoğlan'ınçağını 16. yüzvıl ya da 17. yuzyılın başı sayaiım. Karacaoğlan konup göçen Türkme- nin şairidir. Yazın Toroslar. kışın Çukurova. Bunu Karacaoğlan'ın şiir- lerinde apaçık görebiliriz. Durağan, dalgasız, kıvançlı bir toplumdur Ka- racaoğlan'ın toplumu. Bunu da Karacaoğlan'ın şiirleri bize söyler. Üç derdim var birbirinden aynlmaz Bir aynlık, bir yoksulluk, bir ölüm. Sonra ölüm kahm, aşk. cinsellik, doğaya hayranlık... Büyük Karacaoğlan ır- mağına da onun göçebe halkı, Kara- caoğlan'ın şiirleri gibi şiirler katmış. Karacaoğlan diye derlediğimiz birçok şiir Karacaoğlan biçemine uyuyordu. Sıvas'ta derlenen başka şiirler de az çok Pir Sultan şiirine uyuyordu. Kım- se Pir Sultan'm kavga şiirinı, yani Teber çekip şu mağaradan dışan , Çı- kalım bakalım nicolsa olsun. Karaca- oğlan defterine yazmıyordu. Ama gelın görün kı aşk. ölüm kalım şiırle- n... StRECEK ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Kürtler Zenci mi? (2) Pazar günü, mektubunun bir bölümünü yayımladığım, öğretmen Selahattin Şimşek, TCY'nin 125. maddesinden ölüm cezasına hükümlü; 13 yıldır cezaevinde, halen Bursa'da yaüyor. Şimşek, 1954 yılında, Diyarbakır'ın Çer- mik ilçesinin Kalecik köyünde doğdu. 25 yaşında, PKK'lı olduğu savıyla Diyarbakır'da yargılanıp ölüm cezasına çarptırıldı. Selahattin Şimşek, Anayasa Mahkemesi'nin 125. maddeyi "şartla salıverme" kapsamı dışında bırak- masını eleştirerek mektubunda daha sonra şöyle diyor: "125. maddenin 'şartla salıverme' kapsamı dışında tu- tulmasının gerekçesi henüz yayımlanmadı. Ama basına yansıdığı kadarıyla, 'maddede yer alan eylemin bir suç or- ganizasyonu şeklinde sürmesi' biçiminde bir gerekçeye dayandırılmıştır. Böyle bir gerekçede hukukun temel prensiplerinden biri olan 'suçun şahsiliği' ilkesine aykırıh- ğı tartışma götürmez açıklıktadır. Bazı eylemlerin bugün görülüyor olması 13-14 yıl önce yakalanıp yargılanmış in- sanların durumunu neden ilgilendirsin? Şu anda PKK ile ilişkisi bulunmayan, başka bir deyişle geçmışte var olan, ama günümüzde varlığı hissedilme- yen, duyulmayan diğer Kürt orgütlerinden (Tekoşin-KUK, Kawa, Rızgari vb.) yargılanıp TCK'nın 125. maddesinden ceza almış olan insanlar, bugün devam eden PKK'nın ey- lemlerinden nasıl sorumlu tutulabilir ki? Çünkü, 125. mad- deden ceza alanlar yalnızca PKK'lılar değil, diğer Kürt orgütlerinden olanlar da var! Adalet kapısı olması gereken ve devletın en yetkili mah- kemesi bu dönemde böylesi adaletsizlik yapabiliyorsa, askeri darbenin o hukuksuz ortamında yargılama yapmış askeri mahkemelerin 125. maddeden yargıladıkları insan- lara yaptıkları adaletsizliklerin boyutunu varın siz düşü- nün artık!.. 125. maddeden yargılanmış bulunan söz konusu insan- ların sayısı da öyle söylendiği gibi yüzlerce değil, en fazla 170 kadar. Bu insanlar en kötü koşullarda 13-14 yıldır içeri- de tutuluyorlar da ne oldu, kime ne kazandırmış? Olaylar mı durdu, ekonomi mi düzeldi? Kürt ve Kürdistan tartışma- ları mı durdu, ne oldu sahi? Hiç! Anayasa Mahkemesi'nin adaletsizliği vahşi duygularm tatmini uğruna yapılmış gö- rünüyor. Hukukta çifte standart olmaz. Anayasa Mahkemesi'nin kararı çifte standart örneğidir. Bu olay karşısında duyarsız kalmak yalnızca Anayasa Mahkemesi'nin değil, bir bütün olarak TBMM çatısı altında bulunan tüm milletvekillerinin, hükümetin, tüm hukukçuların ve kendısine insanım diyen herkesin (....)dır. Bunun altında kalmak istemeyen herkesi bu konuda gerekeni yapmaya, her şeyden önce, bir insan olarak davet ediyorum. Sn. Ekmekçi, Anayasa Mahkemesi'nin 31.3.1992 tarihin- de 125. madde ile ilgili kararının açıklanmasından sonra köşenizde konuya mutlaka değineceğinizi umdum, ama bu umudum henüz gerçekleşmedı. Sevgilerimle Selahattin Şimşek " Anayasa Mahkemesi'nin kararı açıklandığı sıralarda, Cumhuriyet'e henüz dönmüş değıldim. Ancak olayın arka- sındaydım. Anayasa Mahkemesi'nin bu konu ile ilgili ra- portörü Alpaslan Nazlıoğlu, Anayasa Mahkemesi kararı- nın aksine, 125. maddeden hüküm giyenlerin de "şartla salıverme'den yararlanmaları gerektiği yolunda görüş l»ildirmişti raporunda. Anayasa Mahkemesi kurulunda dört kışi karşı oy kullandı çoğunluk kararına. 7 mayısta Cumhuriyet'e dönecek olan Uğur Mumcu, 3 nisan günlü Milliyet'te, "Eşitlik" başlıklı yazısında bir yerde şöyle di- yordu: "...Ancak, 146. madde için eşitlik ilkesini var sayıp, aynı ilkenın 125. madde için yok sayılması çifte standart örneği- dir. Hukukun üstünlüğü, işte bu koşullarda ve bu ortamda egemen olmalıdır. Hukuk, hukuk tanımayan cinayetörgüt- lerine karşı işlerse o zaman gerçekten üstün olur..." Ölüm cezasına nukümlü Selahattin Şimşek de Uğur Mumcu da yerden göğe haklıdırlar. Raportör Alpaslan Nazlıoğlu da karşı oy kullanan Anayasa Mahkemesi üye- leri de haklıdırlar. Bunun doğruluğu ergeç anlaşılacaktır. Olaylann şöyle ya da böyle gelişmesi Anayasa Mahke- mesi'nı etkilememeliydi. Anayasa Mahkemesi bu yarayı almamalıydı. Bunu ancak, bir "genel bağışlama" temizle- yebilecektir. Bu, SHP'nin seçim öncesi izlencesinde vardı, ancak hükümet izlencesine girmedi. Şimdi düşünmenin zamanıdır. * • • 1963 yılında, Amerika gezisinde, "Zenci yürüyüşü"ne katılmıştım. Tüm sanatçılar, ünlüler oradaydılar. Orada ezilen zencılerin sorunlarını yakından yaşamıştım. "in- sancıllık', "toplumsal adalet" konuşmaları lafta kalıyordu. Bir Amerikalı bayan arkadaşım, sordu: - Sizde zenci var mı? - Yok, bizde zenci yok! - Peki, Kürtler var, onlar neci oluyor? O zaman, işin ayırımında değildim. Sonradan ayıldım. İşin içyüzüne bakınca, Türkiye'de yalnız Kürtlerin değil, yoksul Türklerin, köylülerin de Türkiye'nin "zencıleri" ol- duğunu görecektim. Ezilen yalnız Kürtler değildi, Türkler de eziliyorlardı. Görünüşte, yasalar karşısında herkes eşitti. Yargı önünde de. Ama, gelin görün ki bunlar yasa- larda, kitaplarda lafta, bir de rafta kalıyordu. Bunu yaşama geçirmek gerekiyordu Zencilik karalıkta değildi, bak- sam, ben Kürtlerden ak değildim! BULMACA 9 SOLDAN SAGA: 1 2 3 1/ Akdeniz'de ya- şayan eti makbul bir balık.2/ E^il- mekte olan yün, keten gibi şeylerin tutturulduğu bir ucu çatal değnek... Çelik-çomak oyu- nuna ve bu oyunda kullanılan değneğe verilen ad. 3/ Bir vidada iki diş ara- sında kalan çukur bölüm... Kent elek- trik akımını sağla- yan kuruluş. 4/ Bir tür deniz taşımacılığı... Rütbesiz as- ker. 5/ Siirt'in bir ilçesi... 'Evet' an- lamında kullanılan bir söz. 6/ Cil- ve... Uzun tüylü kalpak. 7/ Klorun simgesi... Yüzü parlak bir tür ipekli kumaş. 8/ Seçkin... Aynı tiyatroda çalıçan oyuncular topluluğu. 9/ Hı- ristiyan... Eski Mısır'da Güneş tan- nsı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ef- sane. 2/ Oylumlu... Bir tür otomo- bil yarışı. 3/ Eski lran takvimine göre yılın ilk günü... Duman lekesi. 4/ Bir renk... Sevinç belirten bir ünlem... Yunan mito- lojisinde tutku tannçası. 5/ Bacağın alt bölümünü ve ayak- kabının üstünü örten kumaş ya da köseleden yapılmış bir tür tozluk... Platinin simgesi. 6/ Bir lisans hakkı ya da ticari bir marka sahibinin bu hak ya da markayı bir başkasına devret- mesi karşılığında aldığı bedel. 7/ Üstü kapalı olarak anlatma... Bir tiyatro oyuncusunun, seyircilerin duyacağı biçimde ama sanki diğer oyuncular duymuyormuş gibi düşünmesi ya da ko- nuşması. 8/ Dokuma tezgâhında tarağı tutan ağaç ya da me- tal parça... Mezopotamya'da kurulmuş eski bir krallık. 9/ Pa- lamut balığırun irisi... Eski dilde ayak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle