Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 5MAYIS1992SAU
12 DIZI-YAZI
Kuveyt'i işgal ettiği için ekonomik ve askeri ambargo uygulanan Irak'ta gündelik yaşam zorluklarla dolu
Kapanmaz savaşın açtığı yaralar
— 3 —
Mansur Semü, Bağdat'ın en lüks
yerleşim merkezlerinden. Çoğunluğu
ikı-üç katlı binalar, geniş kaldınmlar,
lüks mağazalar. bol ışıkb caddeler...
Mansur biıince, Saddam şehri başh-
yor. Çoğunluğu tek lip binalarla dolu
800 bin kişinin yaşadığı bir semt. Sad-
dam, ilk iktidara geldiği günlerde,
Bağdat dışında kendini destekleyen
kişileri buraya taşımış.
Bu semtin ortasında ülkenin en bü-
yük çocuk hastanesi var.
Hastanenin gjrişini, çocuklan seven
bir Saddam resmi süslüyor.Genel gö-
rünüş temiz ama çocuklann hali içler
acısı.
Burada tedavi gören çocuklann üç-
te ikisi savaştan kaynaklanan hasta-
hklardan mustarip. Tek tek odalar
>ok. Büyük salonlara, aralara bölme-
ler koyarak, yataklan yerleştırmişler.
Yataklar da yanyana konmuş.lki ya-
takta üç-dört çocuk yatıyor. Ağlama-
lar, çocuk çığhklan hastanenin doğal
müzığı
Adını söylemek istemeyen bir anne,
çocuğunu bağnna basmış, kontrol için
sıra bekliyor. Doktor aracıhgıyla k o
nuştuk. Çocuğu bir yaşından biraz
fazla. Savastan iki gün önce doğmuş.
-Irak'ta savaş halkın yaşamına o ka-
dar girmiş ki, adeta bir tarih olarak
kullanıhyor. 'Oğlum savastan beş gün
önce doğdu.' 'Düğünü savastan üç ay
sonra yapük.'- Savaş günlerinde çocu-
ğuna bir şey olmaması için çırpınıp
didinmiş anne. Ama zanıanla farket-
mişler ki, çocuk sağır. Doktorlann
kanısına göre, çocuk uçaklann ve
bombalann gürültüsüyle şoka girmiş
ve duyma yeteneğinı kaybetmiş.
Anne, yeniden duyması için sürekü
doktora geüyor, ama sonuç yok. Dok-
tor da, en çok düzelme umudu olma-
yan çocuklann annelerinın sık sık
derman sormalanndan yakınıyor.
"Hiç umut yok, gelmeyın, diyemiyo-
ruz. Genel bir muayene yapıp gönderi-
yoruz" diyor doktor. Anne biam
yanımızda doktora soruyor:
"Hiç mi umut yok. ilerde de duymaz
Naylondan oksijen çadırı
Yoğun bakım gerektiren çocuklann
bulunduğu bölümde tıp hankalan ya-
raühyor! Oksijen çadırlan, günlük
hayatta kullanılan naylonlann beşik-
lerin üzerine kapatılmasıyla oluşturul-
muş. Hastane yöneticileri doktorlann
eksikligini duyduğu cihazlan eldeki
malzemelerle üretmek için ayn bir bi-
rim kunnuşlar. Hastabakıcı da yeter-
siz olduğu için, anneleri başlannda
kabyor. Doktorlann en çok yakındığı
komriardan biri de aşın duygusal an-
nelenn arada bir naylonu birazcık
kaldınp, çocuklannı sevmeleri.
Savaş sırasında harrule olan annele-
rin aldıklan yara nedeniyle hasta
doğan çocuklann bulunduğu bölüm-
ler biraz daha özenli. Ama buradaki
cihazlar da el yapırru. Küvezler, pol-
yester kutulardan üretılmış.
Çocuklar için iğne olmadığından
büyüklerde kullanılanlarla damara gi-
riliyomıuş. Rontgen fılmi, kan ürünle-
ri .damar ve kalp ilaçlan çok az.
Irak yöneticilerinin verdiği bilgiye
göre, son bir yıl içinde 10 bini aşkın te-
davi edilebihr hastahğa yakalanan
çocuk yaşamını yitirmiş. Ambargo sü-
rerse bu rakam daha da yükselecek.
Yokluk ve çokluk
Irak'ı savaşın geürdiği acılarla kıv-
ranan bir yokluklar ülkesi olarak
göstermek de mümkün, sefa içinde ta-
nıtmak da.
Çocuk hastanesinde içimiz burkula-
rak gecen birkaç saatten sonra, reh-
berle birlikte alışveriş merkezleri ve
lokantalanyla ünlü Sadun Caddesi'-
nde öğle yemeği yedik. Her şeye
rağmen birçok geleneklerinden vaz-
geçmiyor Iraklılar. Yemek alışkanhk-
lan da bunlardan biri. Secimi rehbere
bıraktım. "Kuzi" dedi. Yani Türkçesi
kuzu.
Sofraya birer kişilik et yemeği ve or-
taya ayn tabaklarda, karnıbahar,
patates, kuru fasulye ve ıspanak haşla-
ma geldi. Rehber Muhsin, etin yanına
sebzelerden kaşık kaşık aldı. Ben de al-
dım. Garsona "kuzi" deyince servis
böyle oluyormuş...
Akşam da Dicle nehri kıyısında
meskuf yedik.
Sadun Caddesi'nin Dicle kıyısına
doğru devam eden bölümünde yol kı-
yısı bahk lokantalanyla dolu. Herbiri-
nın önünde küçük havuzlar var.
Irak yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, son bir yıl içinde 10 biniaşkın
tedavi edilebilir hastalığa yakalanan çocuk yaşamını yitirmiş.
Ambargo sürerse bu rakam daha da yükselecek.
H e r şeye rağmen birçok geleneklerinden vazgeçmiyor Iraklılar.
Yemek ahşkanlıklan da bunlardan biri. Sadun Caddesi'ndeki bir
lokantada yemek yedik. Rehber, "Kuzi" dedi. Yani Türkçesi kuzu.
I R A K
G E Z İ
NOTLARI
Ml Sl \l \ BAI .\i\\
a*.
Bağdat'ın banliyösündeki Saddam şehrinin ortasında Irak'ın en büyûk çocuk hastanesi var. Savaş yüzünden tıbbi malzeme sıkınttsı çekilen hastanedeki oksi-
jen çadırlan, günlük hayatta kullanılan naylonlann beşiklerin üzerine kapatıhnasıyla oluştunılmuş (altta). Ambargo yüzünden gıda maddesi sıkıntosı çekilen
Irak'tade\let mağazalarında piyasaya göre daha ucuza satış yapılıyor. Savastan önce yapüannüfussayımına göre düzenknen kamelerte yapüan
satış için Iraklılar bütün günlerini feda ederek sabahın ilk saatierinden itibaren metrelerce uzayan kuyruklar oluştunıyorlar. Özellikle de kadınlar (üstte).
Içınde de canlı balıklar. Ağızlanna ip
bağlanmış beş-alü kiloluk balıklar,
havuzda yüzüyor. Satıcı çocuklar,
müştennin bahklan seçmesi için iple
yukan çekip salhyorlar.
Müşteri balığı seçtikten sonra. baş-
layan işlemler ruç de hoş değil. İple
dışan çıkartılan bahk yerde zıp zıp zıp-
lamaya başhyor. Sonra kafasma
demırle vuruluyor. Ölmezse, canlı or-
tadan ikıye aynlıp, içi temizleniyor.
Sırtından kazığa geçirilip daha önce
hazırlanan atesin karşısına dikiliyor.
Balığın lezzetli olması için, ateşin fazla
yakın olmaması ve yavaş yavaş pişme-
si gerekıyor. Kazığa dıkılen bahk
kızanncaya kadar karşısındaki ateş
közlenmişoluyor. Közün bir kısmı ay-
nhyor. Kazıktan çıkanlan bahk tene-
ke levhaya konup közün üzerine
yaünhyor. Balığın sırtı közde pişer-
ken üzerine de bir '^aç konuyor ayn-
lan köz de buraya aktanlıyor.
Buyrun size meskuf...
Mutfağa her gün bomba
düşüyor
Irak'ta gezi boyunca dolaştığım çar-
şı pazar, ilk günkü izknimlerimi
doğruluyor. Kemerde, artık sıkacak
delik kalmarruş. Halkın büyük çoğun-
luğu en temel gıda maddelerine
muhtaç hale gelmiş. Dolar karaborsa-
sının bir benzen temel gıda maddele-
rinde var.
Bir kilo toz şeker, devlet mağazala-
nndan 200 fıls. Yani dınann beşte biri.
Diğer dükkanlarda, 5 dinar. Arada 25
kat fark var.Halk en çok yumurtaya
takmış durumda. Yumurta, Irak'ta en
çok tükeülen gıda maddelerinden. Sa-
vastan önce 30'luk paket bir dinar-
ken, şimdi tam 30 dinar.
Iraklı bütün bu fıyat artışlannı anla-
maya çalışıyor, ama hurmanın fiyatı
neden sekız on kat arttı, bunu bir türlü
kabullenemiyor.
Fiyatlar, sadecedevlet mağazalann-
da ucuz, ama burada da satışlar
karneyle. Buralardan bir şey almak
için o günü feda etmek gerekiyor. Her
aileye behrli bir miktar gıda maddesi
veriliyor. Karneler de, savastan önce
yapılan nüfus sayımına göre düzenlen-
miş. Savastan sonra doğan çocuklar
karne dışı kahyor. Yine savaş öncesi
venlen ikamete göre çıkanlan karne-
lerle, herkes ancak nüfusa kayıth
olduğu yere en yakın devlet mağaza-
sından ahş veriş yapabiliyor. Bu da
bazı mağazalann her sabah adeta hü-
cuma uğramasına neden oluyor.
Gelen gıda maddeleri de birkaç saat
içinde bitiyor.
Hayaü giderek güçleştiren bu koşul-
lar Irakhlan "artık yeter" deyip soka-
ğa döker mi?
Bunu az Türkçe bilen bir Irakhya
sorduk. Biraz düşündü yanıtı kısaydı
ama birçok ipucu veriyordu:
''Yerine ne koyacağız ki ?"
StRECEK
Sanat ürünü, halkın iıısaıılık düzeyidir
— 3 —
YAŞAR KEMAL
Demek istiyorum ki yaratıldığı gün-
den Homeros'a gelinceye kadar Ilya-
da, Odysseia yüzlerce yıl su altında
kaîmış, cilalanmış, yeniden yeniden
halkça, ustalarca yaratılarak bu duru-
ma getirilmiş olamaz mı? Başka türlü-
sünü düşünmek bana olası gelmiyor.
Gene yineleyeyim, bu iki başyapıt, gü-
nümüze kadar ya da yazıya geçtiği
güne kadar Homeros adını taşımışsa,
demektir ki bu dest^na Homeros'un
büyük katkısı olmuş, o kendinin de,
çağının da yaratıcılığını destana ekle-
miştir. Destanın üstünden akan sular-
dan birisi deçağı ve kendisi olmuştur.
Halkın birer başyapıt olan ürünleri,
kilimleri, destanlan, yontulan, şıirleri.
türküleri büyük kışiliklerin ürünleri
olduğu kadar halklann da yapıtlan-
dır. Her birinin başyapıt olması bu
özelliginden geliyor.
Örneğin bir melodiyi ele alalım, o
melodi ortaya çıktıgından bu yana kaç
milyon ses. saz onu, kırk bin yıl su al-
tında kalmış çakıltaşı gibi cilalamıştır?
Halkın melodileri kaç büyük ustaya
kaynaklık etmiştir? Çağjmızda bunun
bilincine vanhyor ve büyük ustalann
yapıtlannda yüzyıllann sesleri aranı-
yor.
Doğa betimlemesi
Bir de destanlarda, şiırlerde doğa
betimlemelen var. Örneğin Homeros'-
un doğa betimlemelen. Olacak iş
değil. Bir kışi böylesine. böyle dennle-
mesine doğanın gizıne nasıl varabilir.
Uzun uzun, \ıllar yılı Homeros'taki
betimlemeler üsıündc duşündüm. Ka-
racaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun, öteki
halk yapıilannın da üstüne düşün-
düm. bir sonuca vanr gibi oldum.
Halk şairleri, halkın doğa karşısında
bırtakım düşünceleri var, doğayı an-
latma biçimleri var, halk bunlan da
kalıplaşıırmış.
Halk şairleri bu kahplan alıyor. ba-
basının malı gibi kullanıyor. Bir de
halkın duygulannı. düşüncelerini ka-
lıpladığı sözler var. Halk şairleri
bunlan da alıyor, olduğu gıbı kullanı-
yor. Bunlara birçok ömek verilebilır
lnceciktenbirkaryağar Eğrimeğrim
uçan turnalar / Yanar oylum oylum
duman görünür. Birkaç örnek daha
vermek isterim. Varmış bir kötûnün
koynuna girmiş / Şu benım öpmeye kı-
yamadığım. Bu iki dize Karacaoğlan-
ın. Sonra birçok türküde, ağıtta
buluyoruz öpmeye kıyılamayanı.
Anavarzaağıdından. Denışınmendilı
ala Bülbül konar daldan dala Ben
öpmeye kıyamazdım ' Belemışler kızıl
kana. Kozanoğlu ağıdından: Karalı
yağlık karası Adand Kozan arası
Ben öpmeye kıyamazdım Ak döşü
süngü yarası. Böyle çok örnekler bula-
bıliriz. Halkın sanat ürünleri o halkın
insanlık düzeyinin ta kcndisidir. Ho-
meros'un epopesi. o zamana kadar
gelmiş gecmış Akdenız insanlığının-
dır. Manas da, Çangır da Orta Asya
insanhğının... Dede Korkut. Türkme-
nın insanlık macerasının kendisidir.
Kişisel yaratı
Başka bir sorma daha karşılık ver-
mek gerek. Büyük usıalann hiç mi
kişisel yaratılan yok? Koca bir halk,
toplum habire durmadan yaratıyor da
kişiler yaratmaz olur mu? Homeros-
lar, Karacaoğlanlar, Dede Korkutlar,
Dadaloğlular... Gene bugünden bu
soruya karşılık verebilıriz. Halkın söy-
lemedığı. söyleyemediği nice duygula-
n Karacaoğlanlardan duyabiliriz.
Halktan ne kadar öğreniyorsa bir bü-
yük usta. kcndı kişisel yaratısından da
halka o kadar veriyor. Böylece halk
kışıvi zenginleşıirirken ustalarda halkı
zengınleştirij orlar yaratılanyla.
Bir sorun üstünde biraz daha dur-
mak isterim. Halkın sanat ürünleri.
yaratılan hiç değışmıyor mu? Daha
önce bu konu üstünde durmuşlum ya
bir örnekle, bu konu üstünde biraz da-
ha durayım. Karacaoğlan'ınçağını 16.
yüzvıl ya da 17. yuzyılın başı sayaiım.
Karacaoğlan konup göçen Türkme-
nin şairidir. Yazın Toroslar. kışın
Çukurova. Bunu Karacaoğlan'ın şiir-
lerinde apaçık görebiliriz. Durağan,
dalgasız, kıvançlı bir toplumdur Ka-
racaoğlan'ın toplumu. Bunu da
Karacaoğlan'ın şiirleri bize söyler. Üç
derdim var birbirinden aynlmaz Bir
aynlık, bir yoksulluk, bir ölüm. Sonra
ölüm kahm, aşk. cinsellik, doğaya
hayranlık... Büyük Karacaoğlan ır-
mağına da onun göçebe halkı, Kara-
caoğlan'ın şiirleri gibi şiirler katmış.
Karacaoğlan diye derlediğimiz birçok
şiir Karacaoğlan biçemine uyuyordu.
Sıvas'ta derlenen başka şiirler de az
çok Pir Sultan şiirine uyuyordu. Kım-
se Pir Sultan'm kavga şiirinı, yani
Teber çekip şu mağaradan dışan , Çı-
kalım bakalım nicolsa olsun. Karaca-
oğlan defterine yazmıyordu. Ama
gelın görün kı aşk. ölüm kalım şiırle-
n...
StRECEK
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
Kürtler Zenci mi? (2)
Pazar günü, mektubunun bir bölümünü yayımladığım,
öğretmen Selahattin Şimşek, TCY'nin 125. maddesinden
ölüm cezasına hükümlü; 13 yıldır cezaevinde, halen
Bursa'da yaüyor. Şimşek, 1954 yılında, Diyarbakır'ın Çer-
mik ilçesinin Kalecik köyünde doğdu. 25 yaşında, PKK'lı
olduğu savıyla Diyarbakır'da yargılanıp ölüm cezasına
çarptırıldı. Selahattin Şimşek, Anayasa Mahkemesi'nin
125. maddeyi "şartla salıverme" kapsamı dışında bırak-
masını eleştirerek mektubunda daha sonra şöyle diyor:
"125. maddenin 'şartla salıverme' kapsamı dışında tu-
tulmasının gerekçesi henüz yayımlanmadı. Ama basına
yansıdığı kadarıyla, 'maddede yer alan eylemin bir suç or-
ganizasyonu şeklinde sürmesi' biçiminde bir gerekçeye
dayandırılmıştır. Böyle bir gerekçede hukukun temel
prensiplerinden biri olan 'suçun şahsiliği' ilkesine aykırıh-
ğı tartışma götürmez açıklıktadır. Bazı eylemlerin bugün
görülüyor olması 13-14 yıl önce yakalanıp yargılanmış in-
sanların durumunu neden ilgilendirsin?
Şu anda PKK ile ilişkisi bulunmayan, başka bir deyişle
geçmışte var olan, ama günümüzde varlığı hissedilme-
yen, duyulmayan diğer Kürt orgütlerinden (Tekoşin-KUK,
Kawa, Rızgari vb.) yargılanıp TCK'nın 125. maddesinden
ceza almış olan insanlar, bugün devam eden PKK'nın ey-
lemlerinden nasıl sorumlu tutulabilir ki? Çünkü, 125. mad-
deden ceza alanlar yalnızca PKK'lılar değil, diğer Kürt
orgütlerinden olanlar da var!
Adalet kapısı olması gereken ve devletın en yetkili mah-
kemesi bu dönemde böylesi adaletsizlik yapabiliyorsa,
askeri darbenin o hukuksuz ortamında yargılama yapmış
askeri mahkemelerin 125. maddeden yargıladıkları insan-
lara yaptıkları adaletsizliklerin boyutunu varın siz düşü-
nün artık!..
125. maddeden yargılanmış bulunan söz konusu insan-
ların sayısı da öyle söylendiği gibi yüzlerce değil, en fazla
170 kadar. Bu insanlar en kötü koşullarda 13-14 yıldır içeri-
de tutuluyorlar da ne oldu, kime ne kazandırmış? Olaylar
mı durdu, ekonomi mi düzeldi? Kürt ve Kürdistan tartışma-
ları mı durdu, ne oldu sahi? Hiç! Anayasa Mahkemesi'nin
adaletsizliği vahşi duygularm tatmini uğruna yapılmış gö-
rünüyor.
Hukukta çifte standart olmaz. Anayasa Mahkemesi'nin
kararı çifte standart örneğidir. Bu olay karşısında duyarsız
kalmak yalnızca Anayasa Mahkemesi'nin değil, bir bütün
olarak TBMM çatısı altında bulunan tüm milletvekillerinin,
hükümetin, tüm hukukçuların ve kendısine insanım diyen
herkesin (....)dır. Bunun altında kalmak istemeyen herkesi
bu konuda gerekeni yapmaya, her şeyden önce, bir insan
olarak davet ediyorum.
Sn. Ekmekçi, Anayasa Mahkemesi'nin 31.3.1992 tarihin-
de 125. madde ile ilgili kararının açıklanmasından sonra
köşenizde konuya mutlaka değineceğinizi umdum, ama
bu umudum henüz gerçekleşmedı. Sevgilerimle
Selahattin Şimşek "
Anayasa Mahkemesi'nin kararı açıklandığı sıralarda,
Cumhuriyet'e henüz dönmüş değıldim. Ancak olayın arka-
sındaydım. Anayasa Mahkemesi'nin bu konu ile ilgili ra-
portörü Alpaslan Nazlıoğlu, Anayasa Mahkemesi kararı-
nın aksine, 125. maddeden hüküm giyenlerin de "şartla
salıverme'den yararlanmaları gerektiği yolunda görüş
l»ildirmişti raporunda. Anayasa Mahkemesi kurulunda
dört kışi karşı oy kullandı çoğunluk kararına. 7 mayısta
Cumhuriyet'e dönecek olan Uğur Mumcu, 3 nisan günlü
Milliyet'te, "Eşitlik" başlıklı yazısında bir yerde şöyle di-
yordu:
"...Ancak, 146. madde için eşitlik ilkesini var sayıp, aynı
ilkenın 125. madde için yok sayılması çifte standart örneği-
dir. Hukukun üstünlüğü, işte bu koşullarda ve bu ortamda
egemen olmalıdır. Hukuk, hukuk tanımayan cinayetörgüt-
lerine karşı işlerse o zaman gerçekten üstün olur..."
Ölüm cezasına nukümlü Selahattin Şimşek de Uğur
Mumcu da yerden göğe haklıdırlar. Raportör Alpaslan
Nazlıoğlu da karşı oy kullanan Anayasa Mahkemesi üye-
leri de haklıdırlar. Bunun doğruluğu ergeç anlaşılacaktır.
Olaylann şöyle ya da böyle gelişmesi Anayasa Mahke-
mesi'nı etkilememeliydi. Anayasa Mahkemesi bu yarayı
almamalıydı. Bunu ancak, bir "genel bağışlama" temizle-
yebilecektir. Bu, SHP'nin seçim öncesi izlencesinde vardı,
ancak hükümet izlencesine girmedi. Şimdi düşünmenin
zamanıdır.
* • •
1963 yılında, Amerika gezisinde, "Zenci yürüyüşü"ne
katılmıştım. Tüm sanatçılar, ünlüler oradaydılar. Orada
ezilen zencılerin sorunlarını yakından yaşamıştım. "in-
sancıllık', "toplumsal adalet" konuşmaları lafta kalıyordu.
Bir Amerikalı bayan arkadaşım, sordu:
- Sizde zenci var mı?
- Yok, bizde zenci yok!
- Peki, Kürtler var, onlar neci oluyor?
O zaman, işin ayırımında değildim. Sonradan ayıldım.
İşin içyüzüne bakınca, Türkiye'de yalnız Kürtlerin değil,
yoksul Türklerin, köylülerin de Türkiye'nin "zencıleri" ol-
duğunu görecektim. Ezilen yalnız Kürtler değildi, Türkler
de eziliyorlardı. Görünüşte, yasalar karşısında herkes
eşitti. Yargı önünde de. Ama, gelin görün ki bunlar yasa-
larda, kitaplarda lafta, bir de rafta kalıyordu. Bunu yaşama
geçirmek gerekiyordu Zencilik karalıkta değildi, bak-
sam, ben Kürtlerden ak değildim!
BULMACA
9
SOLDAN SAGA:
1
2 3
1/ Akdeniz'de ya-
şayan eti makbul
bir balık.2/ E^il-
mekte olan yün,
keten gibi şeylerin
tutturulduğu bir
ucu çatal değnek...
Çelik-çomak oyu-
nuna ve bu oyunda
kullanılan değneğe
verilen ad. 3/ Bir
vidada iki diş ara-
sında kalan çukur
bölüm... Kent elek-
trik akımını sağla-
yan kuruluş. 4/ Bir
tür deniz taşımacılığı... Rütbesiz as-
ker. 5/ Siirt'in bir ilçesi... 'Evet' an-
lamında kullanılan bir söz. 6/ Cil-
ve... Uzun tüylü kalpak. 7/ Klorun
simgesi... Yüzü parlak bir tür ipekli
kumaş. 8/ Seçkin... Aynı tiyatroda
çalıçan oyuncular topluluğu. 9/ Hı-
ristiyan... Eski Mısır'da Güneş tan-
nsı.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ef-
sane. 2/ Oylumlu... Bir tür otomo-
bil yarışı. 3/ Eski lran takvimine göre yılın ilk günü... Duman
lekesi. 4/ Bir renk... Sevinç belirten bir ünlem... Yunan mito-
lojisinde tutku tannçası. 5/ Bacağın alt bölümünü ve ayak-
kabının üstünü örten kumaş ya da köseleden yapılmış bir tür
tozluk... Platinin simgesi. 6/ Bir lisans hakkı ya da ticari bir
marka sahibinin bu hak ya da markayı bir başkasına devret-
mesi karşılığında aldığı bedel. 7/ Üstü kapalı olarak anlatma...
Bir tiyatro oyuncusunun, seyircilerin duyacağı biçimde ama
sanki diğer oyuncular duymuyormuş gibi düşünmesi ya da ko-
nuşması. 8/ Dokuma tezgâhında tarağı tutan ağaç ya da me-
tal parça... Mezopotamya'da kurulmuş eski bir krallık. 9/ Pa-
lamut balığırun irisi... Eski dilde ayak.