Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 13 MAYIS1992 ÇARŞAMBA
12 DIZI-YAZI
Kara kıl çadırlar yerini naylon çadırlara bırakmaya başladı, yörükler son demlerini yaşıyor
Bozdeve icat olduyörüküzüldü
Yörükler (6) Yörük Durmuş Ağa anlatıyor: Ne zaman ki Cemal Gürsel Paşa
v
.... .. .. . . ... ihtilal yaptı. Bizleri vergilendirmek için kendi nüfusuna geçirir oldu
Yorukler raçın koy ve kentlere gıdıp j i . T T
• • . i ^ i j i /-N •• i •• J •• i
rieşmiyoriar? Beürü bir kazançian, devlet. Hepimiz evraklanıp numaralandık. O gun bu gündur, uzaktan
»nffiıSmh^
y
SޙbSS
e l i
çantalı, föterli, memur kılıklı biri gelse obamıza, hepimizi telaş ahr,
"Bozdeve göründüüü!" diye bağnşarak birbirimize haber vermeye
çalışınz tehlikeyi. Bozdeve, bozkmn yüzünde göze kolay görünmez.
Uğursuz deve demektir. Devlet memurunu da biz ona benzetiriz.
y ğ ş
çeken. sûrülerinin arkasında koşturan
güç nedir? Yoksa sessiz. serin yaylalarda
hâlâ saflıklannı koruyabileceklerine mi
inanıyorlar?
Yörüklüğün devamını en çok yaşlılar
istiyor. Karakoyunlu aşıretinden Fadi-
me Nine, "Yörüklük atadan, dededen
kalma bir isteğin adıdır. Göçerlik kanı-
rruza işlemiş bizim. Harckclsiz duran,
akmayan su kokar, bozulur. Hareketli
su ise cardı, oynak olur. İşte o sular gibi
bizler de durmadan yer değjştirmeli, bir
yayladan öbürüne göcmeliyiz. Her önü-
müze çıkan pınardan içmeüyiz. İçilme-
yene pınâr denmez. İçelım de, o
pınarlann ağız hakkıru verelim "diyor.
İnsanoğhınasıl gelişir?
Insan sürekli hareket halindeyken mi
gelişir, yoksa durup yerleşerek mi? Öyle
ya, sürekli sürü peşinde koşan bir aşiret
neyı, ne zaman düşünüp geliştirecekür
ki? Bu sorunun yaruünı, yerleşik düzene
geçen topluluklann daha çok geliştilde-
rini, büyük uygarlıklar kurduklanru
söyleyen tarih baba veriyor.
Aynı aşiretten yaşlı' Durmuş Ağa ise
yörüklüğü şöyle anlatıyor
"Yörüklük yürümekten gelir. Yörük-
lüğün kurab şudur Birinden isteyebil-
mek için önce vereceksin. Veren el, alan
elden her zaman büyüktür. Ne kadar
verir. paylaşırsan, elin de gönlün de o
kadar büyür. yücelir. Yörüklükte göç
T O R O S L A R
K A L E L E R
Y Ö R Ü K L E R
O S . M A N S A H I N
kışı çıkaramaz. Yayla yapanlar yalnızca
onlar değil. Yediden yetmişe tümümüz
yaylamızı alınz. Herkes serbest. Çocuk-
lar için sokağa çıkma, caddede oynama,
araba çarpar korkusu yok. Kadınlar
için, aman kapıyı pencereyi açık tutma-
yın, eli uzunun biri girer korkusu da yok
burada. Üstelik bizim gözümüz bu kıl
çadırlann alunda açıldı. Bugüne kadar
süregelen yörüklüğümüz, atalanmızı aç
susuz komamış ki, bizleri kosun. Naal
ki çiftçinin oğlu çiftçi, demircinin oğlu
demirci olursa, bizler de ashmıza çeke-
riz; dalından düşen kozalak misali."
"İyi ama bıcdolubı gibi soğutucular
var kentlerde?"
"Olsun. Dolap suyu, beton evler has-
ta eder insanı. Onca binanın. damın
ortasında kaybolup gideceğime, gelir bu
ormanda kaybolurum daha iyi. Şehir
dediğin birbirini tanımayan bir sürü
ayağı çıyık insan; yaa, çizi, resim, tabe-
layla doldurmuşlar duvarlann yüzünü.
İnsanın aklına, gözüne. kulağına rahat
yok ki orada, insanın kendisi olsun. Bir
de şu dağlara bak; ormanla buluttan
başka bir şey göremezsin. Evet, şehirlik
yerlere gidip yerleşenlerimiz oldu olma-
sına. ama çpğu pişman. Kapı esiğinden
aynlmaz olmuşlar."
kendi yumruğunu yalar oldu."
"Niçin övle oldu? Niçin yoksullaştt-
ruz?"
'Otuz yıl kadar önce çoğumuzun nü-
fus ilmuhaberi-kimliği yoktu. Biz kendi-
mizi kimseye ait görmezdik. Kendimize
göre yaşardık. Anamız. babamız yıüar
yılı nikah evrakıyla değil. kalpten seve-
rek evlenmişlerdi. Doğan çocuklanmıza
bile doğru dürüst bir isim koymazdık.
Kişi belli bir yaşa gelince kendi adını
kendisi seçerdı. Ne zaman ki Cemal
Gürsel Paşa, ihtilal yapü. Bizleri vergi-
lendirmek için kendi nüfusuna geçirir
oldu devlet. Hepimiz evraklanıp numa-
ralandık. O gün bu gündür, uzaktan eli
cantalı. föterli, memur kılıklı biri gelse
obamıza, hepimizi telaş ahr, "Bozdeve
göründüüü!" diye bağnşarak birbirimi-
ze haber vermeye çalışınz tehlikeyi."
"Bozdeve iledevlet memuru arastndaki
ilişkiyi anlayamadım Durmuş Ağa'.'"
Gevrek gevrek gülüyor:
Bozdeve kime derler?
"Bozdeve. bozkmn yüzünde göze ko-
lay görünmez. Uğursuz deve demektir.
Yaklaşan devlet memurunu da biz ona
benzetiriz. Her neyse... Orman ıdaresi çı-
naylondan. Sürülerin boşaltüği geniş
tavşan kanı kırmızı toprakli düzlüklerde
yörük gençlerinîn bir bölümü direksi-
yon eğitimi görerek sürücülük öğrenme-
ye çabşıyor. Bir bölümü de tozlu
düzlüklerde plastik toplarla çift kale fut-
bol maçlan yapmaya çabşıyor. Kale
direği yerine Roma-Bizansdöneminden
kalma yıkınulardan söktükleri iki dev
köşe taşını dikmiş. koymuşlar.
Kamyonlarla yolcuhık
yor. Atadan. dededen kalma, seferber-
likte ve Kurtuluş Savaşı'nda kullarulmış
çakmakh tüfekler, kıbçlar, palalar, kasa-
turalar, tabancalar, torunlannca antika
fıyatına saülıyor bugün.
Açılan ıssız Toros yollannın iki yanla-
nna dikilmiş tabelalarda ve düzgünce
kaya yüzlerine renkli yağbboyalarla ya-
zılmış reklam yaalan dikkati çekiyor.
"İnsan tükelebîldiğince insandır" diyor
yazılardan biri. Bu tür özendirici rek-
lamlarla o saf insanlan her gün yeni
ürünler saün almaya, tüketmeye çağın-
Eskiden at, eşek. deve sırtlanna yükle- yor kapitalizm; tüketmeyen insan insan
rini yükleyerek gün aşın çadır kurup değilmiş gibi ya da yaşamın değerini on-
ateşler yakarak ip çözüp yük yıkarak. lannürettiğigereksinimlerbelirliyormuş
deve önlerine ala samanb yemler döke- gibi. İnsan tüketebildiğince değil. ürete-
rek bir ayda varabildikleri Bolkarlara
şimdi kamyonlara doluşarak iki üç saa-
tin içinde varabiliyorlar. Son yirmi
yıldanberi köylülerin de yardımıy la o es-
ki kervan ve göç yollannın üstüne ağır
dozerlerle yürünmüş. Aşılmaz sanılan
dağlar. tepeier, kayabklar dinamitlerle
yüz bin yılhk uykusundan uyandınhp
yok edilerek kannlan oyulmuş. Yansı
ahnmış dağlann yüzünde açığa çıkan
kapkara çam kökleri. insanlardan bir
yarut beklermiş gibi sarkıyor. Toroslar-
m Konya yüzüne bakan arka yüzüyle.
bildiğince daha çok insandır oysa.
Reklamı yapılan her malı satın ahp kul-
lanmak zorunda değildir üstelik. Ama
bir yalan sıkça sürekli söyiendiğinde so-
nunda o yalan gerçekmiş gibi olur.
Bu kandırmacanın etkisiyle olacak ki,
eskiden kolab meşrubaü bibneyen yö-
rük yaylalanvla köylere şimdi kamyon-
lar dolusu bira, gazoz ve meşrubat
akıyor. Ve işin acı yanı da, meşrubat ka-
salannın, içimi güzel, buz gibi kaynak
sulannın gözüne soğumalan için bırakı-
byor olması. Asıl içitecek olan soğuk
Toroslar'da yaşayan Karakoyunlu aşiretine adını >crcn karako> undan süt sağan Fadime Nine, "Yörüklük atadan, dededen kalma bir isteğin adıdır. Göçerlik kanıntıza işlemiş bizim'1
diyor.
nasıl ki gide gide düzlenirse vere vere de
almayı öğrenir insan. Bizde insanı rengi-
ne, ırkına, şeküne göre ayırmak yoktur.
Yaratana karşı günah olur bu. Bizler bir
tek insanbk ırkı tanırbüiriz. Hepimiz a>-
nı kökten de sürmüş olsak, biraz değişık
olabiliriz. Yaprağımız farkb da olsa, ay-
nı insan ağaayla aynı toprak ananın
çıcuklan sayıbnz.
Yörüğün yobazı obnaz. Dindan ol-
maz. Hacıya gidenimiz azdır. Asbnda
yörük kısmının dine falan da ihtiyaa
pek yoktur. Gerçek din tabiatür bizde.
Şu görünen dağlarla. ormanlar, sudur.
Ölüme de inanmayız pek. Yörüklükte
.ölüm yok, sürekblik vardır. Durmadan
akan, yer değişüren suya ölmüş gözüyle
bakılmazsa, yörüğe de öyle bakılmalı.
Mevlana hazretlen bakın ne keleş de-
miş:
Hergün bir yerden göçmek ne iyi
Hergün bir vere konrnak ne güzel
Bulanmadan. donmadan akmak ne
hoş..."
"Peki Çukıtrova'ya niçin yerleşmiyor,
iş tulup kabmyorsunu: orada?"
'Makılıktır jşimiz bizjm'
"Ne yapacağız Çukurova'yı bre oğul?
Bu sıcakta orada kalacagıma kaynar-
kazanın içine atanm kcndimı daha iyi.
Yörük kısmına ova sıcağı yaramaz.
Makalıkür işimiz bizim. Mal, dağın yü-
zünde iyi olur. iyi yaşar. Baksana. göz
görebikiiğince her yan mera, oüakiye.
Tarla, sırur. ziyan verme telaşı yok. Mal
yönünü abr gıder. gidebileceği yere ka-
dar. Hastahk, marazbk derdi de obnaz.
Malımız yaylasını almazsa aşağı ovada
"Anlayamadtm, kapı eşiği ile ne ilgisi
var bunun? Niçin aynlmaz olmuşlar?"
Gülüyor Durmuş Ağa.
Yörüklük serdeolunca
"Canım serde yörüklük var ya? Yö-
rük kısmı şehirlik yerde de olsa bir
yanıru esene. yele, rüzgâra vermezse du-
ramaz? İlla ki bir yanına rüzgâr değecek.
Hem sonra beton insanı geniş olmaz,
yüreği kabız olur. Kannsız olur. Kıska-
nır. Ne bileyim ben, hırsızhk olur, fa-
lan..."
' 'Sizlerde hırsızlık obnuyor mu?"
"Bizde kapı, kilit yok ki olsun. Çadı-
nn kapısı oûnaz. K.imin nesi varsa aha
apaçık görünüyor. İçki, tıkırunak da ol-
maz bizde. İkram edileni yeriz. Yiyeceği-
ni kısmayan, boğazına bakan insanı
severiz. Ama gece gündüz ukınanı sev-
meyiz. Böyleleri dar olur, zayıf olur.
Kulaklannı açacaklan yerde ağızlannı
açarlar. Çok konuşurlar senin arJayaca-
ğın..."
O ara uzatılan bir tas ayranı başıma
dikip içıyorum. Durmuş Ağa, ayran içi-
şimi beğenmiyor.
"Usul usul iç de, yudumunla soluğu-
nun hakkıru verT' diyor, "Ardından atb
gelmiyor."
Sonra da "Kannca budu da yesen, ar-
dından bir cigara yak!" diyerek verdiği
sigarayn yakıyorum.
Zenginlikgeçmiştekaldı
Anlatmaya devam ediyor Durmuş
Ağa:
"Daha zengin, daha varhkbydık eski-
den: yola yoğurt seren cinsinden. Sonra
sonra yoksullaşük. Şimdi çoğu yörükler
karak. ormanlan. dağlan, bir uçtan
öbür uca dikenli tellerle cevirmeye baş-
ladı. Kimse gönlünce ormana girip de
odun abp yakamaz oldu. Tüm bunlar
yetmezmiş gibi bizleri ayakta tutan gele-
neklerimiz, göreneklerimiz alay konusu
obnaya başladı. Yörüğüz. kıbğımız kı-
yafetimiz çoban diye. beğenmediğın
köylüler bile 'gök görmedik!" demeye
başladılar bizlere. "Evineyörüğü, bahçe-
ne eriğı basurma'.' diyerek. takma yakış-
tırma laflarla aşağıladılar. saflığımızı
bozdular bizim. Yörüklüğümüzün asıl
ölümü işte bu türsözlerdir. Maden bula-
cağız. odun kereste kesip götüreceğiz
diyerek dozerlerle tepelerin kannlannı
deştiler. Dağlanmızı yaraladılar. Otlan,
çablan kökünden kazıyarak kel topal
bırakular. Çukurova zaten gitti gider.
Fabrika dumarundan gecilmiyor. Çi-
çekler bile açmaz oldu. Yann öldükle-
rinde bu kadar baştan çıkanp yoydukla-
n toprak ananın koynuna ne yüzle
varacaklar bakahm. Çiçekleri bari rahat
bıraksınlar da yann ölülerimiz bari çi-
çeksiz mezarlanna girmeye..."
Yörüğün derdi büyük
Kısacası dertleri büyük yörüklerin.
Eski Şaman günlerinin gerüerde kaldığı-
nın ayırdmdalar. Gelişen koşullara karşı
Donkişotça direnmenin bir anlamı kal-
mamış gibi. Değişime ne denb kapab
olsalar. hızla gelişen çağımızın koşullan
canevinden vurmuş. etkilemiş onlan.
Orman içlerinde tüpgaz taşıyan develer.
eşekler görmek olası. Yün ve kıl kanşımı
çadırlar. havayı süzmeyen. gecirmeycn
sağhksız naylon çadırlara bırakrnış yeri-
ni.
Sofra bezleri ile hamur örtüleri bile
Akdeniz'e bakan ön yüzünün arası açı-
lan bu yollarla birbirine bağlanmış.
Aşılmaz sanılan dağlar uygarlığa engel
değil şimdi. Araçlar keskin dönemecler-
de uçurumlardan korkarcasına dağlar-
dan yana meyillenerek gidiyorlar.
İşlenen. açılan her yol yalnızca yörük-
lüğü değil, yıllarca dünyaya kapalı
duran Toros köylüleriyle. yayla değerle-
rini kentlere taşıyan, akıtan dibi delik
birer çuvala döndürmüş. Peynir, süt, te-
reyağı, kereste. maden. odun. mermer,
deri. yün, en çok da iş bulma umuduyla
çalışmaya gjden binlerce, binlerce in-
san... Kentlere taşınan bu değerli mallar
karşıhğı yörüklerle köylüler, sağlıksız.
ucuz naylon kaplarla gjysiler. ayakkabı-
lar alıp geri dönüyorlâr. Omeğin, tere-
yağı veriyor. ucuz diyerek yerine likit
yağı alıyor... Üstleri eski yazılı bakır kap
ve kazânlannı yok pahasına ellerinden
çıkararak yerine ucuz naylon kaplar alı-
yorlar.
Yalnızca bunlar mı? Değil.
Temiz yayla otlan ve sulanyla besle-
nip semiren kuzu sürüleri. kesilerek kent
buzhanelerine kaldınlıyoretleri. Benekü
körpecik postlart da tabaklanıp işlene-
rek kumaş gibi kesilip biçilerek. kent-
soylu genç kîzlann. hanımlann giysileri-
ni süslüyor. Renk yükü kilimler.
heybeler, çullar. namazlağılar. kimi ya-
zıhane ve turizm bürolanrun duvarlannı
süslüyor. yenilmiş bir kültürden arda
kalan ganimetler gibi.
Gtden gelmiyor
Ortaya çıkan her yeni, iyi rir şey sanı-
larak saün alınıyor. Yerlerine de bir
daha yenisi konulamayacak denli değer-
li el sanatlan yok pahasına elden çıkanlı-
suyu, soğutucu olarak kuUanıyorlar.
Yeni yetme özenti içinde oian deükanb-
lar, susuzluklanru pınarlardan eğilip
içerek değil de. reklamlann etkisiyle pet
şişe sulannı içerek gideriyorlar. Hem pa-
ralan gidiyor hem de pet şişe artıklanyla
doğa kirleniyor.
Karaçadır içinde radyo
Renk renk giysi, temizleme tozu. nal,
çivi, ayna, tarak, yular. ip, sabun satıa-
lan, sebze kamyonlan, Torosun yüzün-
de oba oba, koyak koyak dolaşarak
pille çabşan sesbüyütücülerle bağıra ça-
ğıra mal satmaya çabşıyorlar. Ufacık el
radyolan. kıl çadır içlerinde bağınyor.
Yörüklükleri gibi yüzlerce yılhk gele-
nekleri de başaşağı düşüşte şimdi. Yurt
yerlerinde yanan ahz ateşler. tükenmek-
te olan yörüklüklerinin son solugu gibi.
Buzdolabı üreten bir Amerikan şirke-
ti, Eskimolara buzdolabı satmakla
öğünürdü eskiden. Ülkemiz kapitalistle-
rinin de Toros yörüklerini Eskimolar
yerine koyduklan bir gerçek. Pek yakın-
da yörüklerden çok ucuza satın aldıklan
sütü, peyniri, ambalajlayıp kıhflayarak
tekrar geri onlara. hem de fahiş lıyatla
satarlarsa hiç şaşırmam.
Amerika kara parçasına ilk ayak ba-
san Kristof Kolomb'un torunlan olan
beyazlar için, bir Kızılderili şefinin söyle-
diği, "Beyazlar geldiklerinde yanlannda
yalnızca İncilleri vardı. Yıllar geçti. İncil-
lerle kiliseler bizim oldu. Topraklanmız-
la dağlanmızsa beyazlann" sözü geldi
usuma.
Ne diyeüm: Kolomb'un çocuklann-
dan korİculur.
Japon si\Tİsiııeğiııîıı âcısı sonradan çıkar
Bugûnlerde
ABD'de neler
o I u y o r ?
SEDAT tLHAN
Japonya, Colorado kayak merkez-
leri olayında olduğu gibi, federal hü-
kümetin kayağa elverişli arazisini
almakta, ABD'den sağladığı ticaret
fazlasını buraya akıtarak herkcsin be-
ğeneceği yeni iş olanaklan yaratıp
açmakta ve Amerikan halkına kendini
alkışlattırmakladır. Ancak işin olum-
suz yönü, kaşıntı ve sızlanma, diğer
Amerikan kayak merkezleri sermaye
yetersizliğinden iş yapamayıp işçi çı-
karmaya başlayınca hissedilebilmek-
tedir.
Bol sermayeli her Japon yatınmı ye-
ni iş olanaklan sağlarken. Amerikalı-
lannkini ortadan silmekte ve ABD'ye
iyice yerlcşmektedir.
Bu kayak merkezleri örneği Ameri-
ka düzeyinde çoğaltılabilir. Ancak
konu gelip otomotiv sanayiine daya-
nıp General Motors tehlikeye girince
ABD en büyük yarayı almış ve fcryat
başlamıştır. Esasında olay yeni değil.
eski Japon girişiminin devamıdır. Üs-
telik olay sadece Japon tehlikesi dc
değildir. Yine başkanı uçuran Bocing
74Tnin kanatlan Kanada. kanat uçla-
n Kore. radar bölmcleri İtalyan. bilgi-
sayan Japon. flapları İspanyol ve
dümen donanımı Avustralya malıdır.
Amerikan olan, moloru. pilotlan ve
yolcusudur.
Başkanlık yarışı
5.5 trilyon dolarlık bir ABD ekono-
mik gücünün yanında 1994 yılında
Japonya'nın bu ülkeden 10 milyar do-
larlık oto parças\ alacak olması
-Bush'un son Japonya seyahatınde
sağladığı anlaşma- önemsiz görülebi-
lir. Ancak amaç bunu sağlamaktan
çok Japonya dircncini kırarak. ABD
içinde gelişen hoşnutsuzluğu \e ıçedö-
nük koruyucu ekonomik uygulama
görüşünü frenlemektir. Japonya"nın
oto parçası dışalımındaki katı tutu-
munda sağlanacak bir gevşemcnin
diğer dallara da yaygınlaştınlabileceği
gibi iyimser bir düşüncc ile ABD Ocak
1982anlaşmasını imzalamıştır. İşsizle-
rin yüzdesinin 7,1 ile en yüksek düzey-
lereçıkması. 1992 başkanlık seciminde
yeni kişilerin denenmesini dcgündeme
getirmektedir.
"Onlar (Japonlar) bu sanayi (oıo-
motiv) dalını. yıkmak için hcdef ola-
rak seçmiştir. Binlerce işsize neden
olan 41 milyar dolarlık Japon ticaret
açığını ortadan kaldırmak için bizim
de artık çaba harcamamız gcrekiyor.
Japonlar bizim beynimizi oyuyorlar."
Amaç ortaya çıktı
ABD Başkanı Bush ılc Japonya'va
gidip. döndüğü gün bu konuşmayı ya-
pan Chrysler Otomotiv Sanayii'nin
eski Başkanı Lee lacocca. Japon-
Amerikan savaşının ve otomotiv sa-
nayiı çatışmasının süreceğini açıkla-
maktadır. ABD'ye ucuz oto satışı
yaparak kaybettiği 11,7 milyar dolan
diğer satışlardan kazandığı 36,4 mil-
yar dolarla kapatan Japonya'nın
ABD'dcki ara hedefi açığa çıkmışiır.
Japonlann uyumlu ve saygılı tutumu
gerisindeki amaç kendini göstermeye
başlamıştır. Bu çatışmanın diğer dalla-
ra stçramasını da bekleyebiliriz.
ABD'nin, ayn bir araştırma konusu
olan AT ve Almanya ilişkilcri de, özel-
likle Almanya'nın, Türkiye'yi Yugos-
lavya gibi bölmeye yönelik girişimle-
riyle. değişik bir cephe oluşturmakta-
dır.
Sonuç olarak bir Amerikan ve AT.
Japonya. Almanya savaşlannın sür-
düğünü. karşttlann saldınlannın geliş-
liğini. ABD savunma hattının yanl-
masmın söz konusu olduğunu ve
ancak ABD'nın sıratejik ycdcklerini
henüz kullunmudığını bclırterek
"Amcrika cephcsindc olay var" diyc-
biliriz.
BİTTİ
POLITIKA VE OTESI
MEHMEDKEMAL
!•••Aydmhğın Bfp Parçast
Kitap yasaklaması hâlâ sürüyor. Zaman zaman eksilir
gibi olsa da yeniden hortluyor. Bizde resmi görüş, kimi ya-
zarların okul kitaplarına girmesini sakıncalı bulur. Böyle
olunca da ülkenin değerli yazarlarından çoğunu okul ki-
taplarında göremezsiniz. Sırası gelince okul kitaplarına bu
yazarların gireceği söylenir. Ama sırası geldiğinde bu ya-
saklar her zaman sürer.
Bundan bir süre önce Ahmet Taner Kışlalı, Milli Eğitim
Bakanı Köksal Toptan'a, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Nâzım
Hikmet gibi yazarların okul kitaplartna ne zaman girebile-
ceklerini sordu. Aldığı yanıt şöyle:
"Yaşar Kemal girecek. Yaşar Kemal, bizim içeride ve
dışarıda onur duyduğumuz bir büyük yazar. Çocuklarımız
onu zaten tanıyorlar. Artıkders kitaplarındada görecekler.
Aziz Nesin için herhalde biraz daha beklenecek."
Nâzım Hikmet ve öteki yasaklanan yazarlar için bir şey
söylemiyor. Herhalde onların girmesi biraz daha gecike-
cek.
Tevfik lleri'nin Milli Eğitim Bakanlığı'ndan Köksal Top-
tan'ın bakanlığına doğru uzanan birçizgide epeyce ilerle-
me var demektir. Çünkü her şey bizde ağır ağır ilerler.
Yasaklar azalır, beklentiler kısalır.
Sanat yapıtlarına ve sanatçılara yasaklar koymak bizde
öteden beri vardır; yeni bir şey değildir. Her dönemde giz-
li, açık yasaklamalar olmuştur.
Ortaokulda iken "Güzel Yazılar" diye bir okuma kitabı-
mız vardı. Bu kitapta adı verilmeden birçok yasak yazar
yer alırdı. Bunlar Refik Halit, Rıza Tevfik, Nazım Hikmet'ti.
Bu yazarların yasaklı olduğunu bilirdik ama bilgisiz görü-
nürdük. Yaramazlık etmek istediğimizde öğretmenden bu
imzaları bulunmayan yazarların kim olduğunu sorardık.
Zor durumda kalan öğretmen, "Daha yukarı sınrflarda öğ-
renirsiniz" der geçiştirmeye çalışırdı. Ama biz, yukarı sı-
nıflarda okuyan ağabeylerimizden bu yazarları öğrenir,
gizli gizti kitaplarını bulur, okurduk. Bunun böyle olduğunu
öğretmenler de bilirdi.
Çok yasaklamalar geldi, geçti. (Acaba geçti mi?) Bu ya-
saklamaların en beteri 12 Eylül rejimidir. Bu rejim sadece
kitapları ve yazarları yasaklamakla kalmadı, neredeyse
kafalardaki düşünceleri de kerpetenle söküp atmaya ca-
lıştı.
Şimdiki TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk'tan dinle-
miştim. Kitapları yakmaya götürmesinler diye bahçede bir
çukur kazarak gizlemişlerdi. Ben ise gizleyememiş, oldu-
ğu gibi bırakmıştım. Bir şans eseri çatı katındaki evimizi
aramaya kimse gelmemişti.
Kitap yasağına karşı çıkan yazarların bazı sözlerini bir
yere not etmiştim. Şimdi elime geçen bu sözlerden kimile-
rini yazıyorum:
Emerson: "Tüm yakılmış kitaplar dünyayı aydınlatar."
Voltaire: "Yasaklı bir kitap, durmadan kıvılcımlar saçan bir
ateştir"; adinı yazmadığım bir yazar ise "Eskiden insanla-
rı yakarlardı, şimdi ilerleme var, kitapları yakıyorlar" di-
yordu.
Bundan yıllarca önce Berlin'e glttiğimde Hitler'in, kitap-
ları yaktırdığı alanı göstermişlerdi. Kitapların bu alanda
yakılmasından dehşete düşmüştüm. Kitapları yakılan, ya-
kılacak olan yazarlar birer birer ülkeden kaçıyorlardı.
Benim anımsadığım, 1940'larda Sabahattin Ali'nin ki-
Ibplarının Ulus Alanı'nda yakıldığıdır. Sabahattin'in kitap-
larını AKBA Kitabevi basmıştı, basan kitabevinin önünde
de kitaplarını yakmışlardı. Kitap düşmanı faşizm, ülkemi-
ze de yavaş yavaş uzanıyordu. 1940'lardan bu yana ne
günler gördük, geçirdik!..
Köksal Toptan'ın sözleri, önümüzde açılmasını umdu-
ğumuz aydınlığın bir parçası gibi görünüyor.
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/ Gümuş ya da al-
tını ince teller du-
rumuna getirip
örerek yapılan takı
gibi şeyler. 2/ As-
ya'da bir ırmak...
Sırtta taşınan yük.
3/ Diş kiri... Ulus-
lararası Çalışma
örgütü'nün simge-
si. 4/ Tann... Nota-
da durak işareti. 5/
Işık akısı birimi...
Eskiden Türk'e ya-
bana olan kimse-
lere, özellikle Arap
ve İranlılara verilen ad. 6/ Kemik-
lerin yuvarlak ucu... Marangozluk-
ta tahta üzerine boydan boya açı-
lan kanal. 7/ Tepkili uçak... tstek,
amaç. 8/ Bir çağnyı yerine getir-
me... Eylemleri olumsuz yapmak-
ta kullanüan ek. 9/ Alkolsüz içe-
cek, meşrubat... Kükürtle demir bi-
leşimlerinden biri.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ge-
ometrik cisimlerin nitel özelliklerini
ve bağıl konumlannı, biçim ve büyüklüklerinden ayn olarak
alıp inceleyen geometri dalı. 2/ Çiçekleri Uaç, yapraklan seb-
ze olarak kullanılan bir ot. 3/ Müslüman kadınlann yûzleri-
ne örttükleri yaşmak... Hükümdar başhğı. 4/ Yanagın alt kıs-
mı... Olumsuzluk beürten bir önek. 5/ '— derdiyle hoşem el
çek Uacımdan tabib / Kılma derman kim helâkim zehr-i
dermanındadır" (Fuzuli)... İyi yaşamak için gerekli her şey. 6/
Bir nota... Bütün çizgileri belirgin olan. 7/ Süzgeç, kevgir. 8/
Yabana... önem ya da değer bakunından gitgide yükselen bir
sıra basamaklann her biri. 9/ ödenmesi gereken bir paranın,
alacağa sayılarak bir bölümunun ödenmesi... Bir tür duz ve
ensiz kılıç.
T.C.
PENDİK
ASLtYE BİRİNCt HUKUK MAHKEMESt
1991/438 Esas
Davacı Arsa Ofısi Genel Müdürlüğü tarafından mahkememizde açı-
lan 2942 sayüı yasanın 16-17. maddeleri geregince TESCİL DAVASI-
NIN yapılan açık yargüaması sırasında:
Aşagıda isim ve en son bildirilen adresleri yazılı bulunan davaula-
ra mahkememiz tarafından tebligat yapüması mümkün olmadığı gi-
bi yapılan tüm yaaşmalara ve tahkikatlara ragmen davaulann tebli-
gata salih açık adreslerinin tespiü mümkün olmadığından davalüara
duruşma günü ve saatinin ilanen tebliğine karar verilmiştir.
Aşagıda hüviyetleri ve en son bildirilen adresleri yazılı bulunan da-
vaülann dunışma günü olan 13.3.1992 tanhinde saat: 10'da mahke-
memiz duruşma salonunda hazır bulunmalan, dava ile Ugili her tür-
lü yazılı belge ve deüllerini dosyamıza duruşma gününe kadar ibraz
etmeleri, delillerini ibraz etmezler ve mazeret gösıermeksizin duruş-
ma günü ve saaünde mahkememizde hazır bulunmazlarsa yargılama-
nın gıyaplannda yapılarak karar verileceği davahlara davetiye yerine
kaim olmak üzere İLANEN TEBLİĞ OLUNUR.
Davalüar: SEMİHA ÖZSAK, MUAMMER ÖZSAK.
TescUi istenen dava konusu taşınmaz; Pendik üçesi Şeyhli kdytt, pafta
316 parsel sayılı taşınmaz.
BODUR BAŞKAN'IN ANILARI
1. kitap
BOOUR BAŞKAN'IN ÖTEKİ DÜNYA ANILARI
2. kitap
BÜLENT HABORA
Kitepçınızdan arayıruz...