Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9MART1192 PAZARTESİ
14 GORUŞLER
HUKUKÇU
GÖZÜYLE
BULENT TANOB
MatPiyoşka Milliyetçiliği
M
atriyoşka tahta bebekleri bize ilk resmi ziya-
retlerini gaJiba 1960'larda yaptılar. Saraçha-
ne'deki yenu Belediye Sarayı'nın holünde açı-
lan SSCB sergisinde renk renk boy sırasına di-
zilmişlerdi. Herhalde sergi bitince de yine boy sırasıyla der-
top olmuşlardır. En küç-ük olan bir büyüğünün, bu da ken-
di büyüğünün içine girip sonunda yine tek bebek olup ülke-
lerine geri dönmüşlerdir.
Tek bebek, tek tahta bebek, ama içinde birbirine benze-
yen 6-7 bebek taşıyarak. O zamanlar ülkeleri de tekti. birdi.
1990larda tahta bebekler yine sıram sıram boy gösterme-
ye başladılar. Fakat bu defa devlet kadrosundan ve resmi
sergilerde değil, Karaköy'deki, Beyazıt'taki Rus ve Balkan
pazarlannda. Şimdilerdse, satılamayanlar yine agabeyleri-
nin kamına girip ülkelerine dönüyor olmahlar.
Ama artık ülkeleri tek değil. Eskiden hepsininki SSCB
idi. Şimdi ise kiminin Rusya, kiminin Ukrayna, kimininki
de bir başkası.
1990'lann başında büyük Sovyet sistemi parçalandı Par-
çalanması, böğründen bir sürü yeni canlı çıkarması demek-
ti. Ve hemen her bebeğir» de karnında başka bir bebek ya da
bebekler vardı. Ruslann içinde Tatartar, Ükraynalılann
içinde Kınm Türkleri, Avzerilerin içinde Karabağlılar, bun-
lann içinde Ermeniler, ELrmenilerin de içinde yine Azeriler...
Yugoslavya'da olup bitenler de biraz böyle seyretmedi
mi? Hırvatlar aynldılar, ama kannlannda Sırplar vardı.
Makedonlar aynldı; şimdi içleri Türk, Arnavut, Karadağlı
dolu. Bosna-Hersek de böyle. Bağımsızlık ilanının hemen
ertesinden başlayarak doğum sanalan çekmeye başladı.
Orada da Sırplar,
M atriyoşka bebekler,
şimdi, otoriter/totaliter
devleti büyük günahkar
ilan ediyor ve toprağa
bağlamaya çalışıyorlar.
"Biz de vanz" diyor-
lar.
Birbirini karnında
saklayan ve doğuran
Matriyoşka milletle-
rinin ya da milliyetçi-
liğinin serpilişini
ulusal tepkiler de
besliyor; hatta za- - ^ — ^ — — — — ^ — — —
man zaman ulusal nefretler de buna eşlik ediyor. SSCB'yi
dağıtan merkezkaç hareketi, egemen ulus şovenizmine de
bir tepkiydi. Bir milliyetçilik (Rusya), diğerlerini yok edebil-
mek şöyle dursun, daha da diriltmişti. Gerçi Yugoslavya'da
açıkça egemen bir ulus ya da milliyet yoktu; gönüllülük ve
kardeşlik mayası tutmuş gibiydi. Ama bu da aldatıcıymış.
Orada. ülkenin anayollannı ve köprülerini değişik milliyet-
lerden Tito gençliği yapmıştı. Onlann çocuklan daha geçen
yıl Akdeniz'in incisi Dubrovnik'e kıyabildiler.
Bu hengame içinde, büyüyen nedir? Milliyetler ve milli-
yetçilik mi? Yoksa bunlan da katedip geçen ulusalötesi
(transnational) yeni değerler mi? Yani yerelhkler, farklıhk-
lar (particularismes), "farklı olma" talepleri ve haklan mı?
Yerkürenin bazı bölgeleri yeni bir milliyetler, milliyetçilik-
ler ve hatta milli boğazlaşmalar evresine mi gjriyor? Yoksa,
doğal farklılaşmalann sonuna dek yaşanabileceği, ama ev-
renselleşmeyi ve tekküreleşmeyi de besleyen yeni bir sıçrayı-
şa mı haarlanıyor?
Bu sonılann bugünden verilebilecek kesin cevaplan ol-
duğunu sanmıyorum.
Ama şimdilik görünen o ki bu çalkalanmalann şu ara bir
büyük "kayıplısı" ve yeniği var: Devlet. Merkezci devlet,
süper devlet, baskıa devlet, yayılmacı devlet, vb.
Matriyoşka bebekler, şimdi, otoriter/totaliter devleti "bü-
yük günahkar ilan ediyorlar. Ve masaldaki gibi devi yaünp
iplerle kundakJamaya ve toprağa bağlamaya çahşıyorlar.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Troçki gidecek mi?
M.Troçki'nin Çekoslovakya'da oturmak için Çek hükûmetinc
mürdcaal ettığıni ve kendisine üç aylık birikamci müsaadcsi
verildiğini yazmıştık.
M.Troçki evvelki gün şehrimizdcki Çekoslovak
konsolosluğuna gidcrek Çek başkonsolosluğu ile bir saat
süren bir mülâkaila bulunmuşlur. Çckoslavak başkonsolos bu
mülâkaihakkındabirmuharrimizedemişiirki:
"M. Troçki gcldi. kendisi iJebirmülâkaita bulunduk. Fakat nc
görüşiüğümüzü söylemeye mezundeğilim. Kcndisinin
pasaporlu.henüzvizeedilmemiştir."
Habcr aldıgımıza göre. Çek hükümeti M. Troçki'nin talebine
ccvabcn Çckoslov akya'da ancak bazı kayıl ve şanlardahilindc
ikamcledebileceğini bildirmişlir. M.Troçki.geçengünkü
ziyarctinde Çek başkonsolosu ile bu şerial üzerinde mülâkaila
bulunmuşlur. Eğer kendisi Çek hükûmcu'nin ıcklifaıını kabul
cdcrsc pasaportu vize edilecek ve Çekoslovakya'ya
gidcbilecektir..
1962: Şeker Bayramı
9Marlgünü, I962yılında Şeker Bayramı'nın2. günüidive
Cumhuriyet 8 Man 1962 larihli sayısında iki gün süresince
yayımlanmayacağını şöylc du> uruyordu:
Bugün Şeker Bayramıdır. Cumhuriyet mensuplan aziz
okuyuculanmıza sevgilerini sunar ve Bavramlannı kullayarak
daha ivi. daha başarılı günlere ka\ uşmalannı diler.
Cumhuriyet. yerini Gazeteciler Cemiyeıinin çıkaracağı
Bayram gazetesine bırakarak cuma ve cumartesi günlcri
çıkmayacak.pazargünündenitibarenneşirvazifesinedevam
edccekıir.
TARİHTE BUGÜN
YILDIRIM'IN ÖLÜMU..
İ4O3 'TE BUSÜM, OÖePÜHCÜ OSMANU PAOf-
ŞAtft YfLDtGtM 8/*y£ZİO, TİMUR.LENG 't'M
ELİfJOE n/TSAKKEM ÖLMÜŞTÜ. BASASt
M£.0f6t T. *X>SOVA SA-
WfrA 6EÇEN Y/U>t-
RfM, AV&UPA y/IKASfM&A/d GEMİŞLEME
YAÇAiAAMtÇTf.
ÜZÜA/rÜSÜA/OEA/j ÇOK
Türk Cumhuriyetlerine Dış Yardım
Prof. Dr. NİHAT G. KINIKOĞLU, Anadolu Üniversitesi öğretim üyesi.
B
asında gün geçmiyor ki Türk
cumhuriyetlerine yardım konu-
sunda bir bakan, bir bürokratın
beyanatı yer almasın. Yabancı-
lann Türkiye'de yaptıklan gibi o ülke-
lerde Türkiye Türkçesi ile eğitim yapa-
cak okullar açılmasından, onlara altı
ayda Türkçe öğreteceğimizden bahsedi-
liyor. Sanki onlann konuştuğu dil Türk-
çe değilmiş, orada kimse okuyup yaz-
mazmış gibi.
Örneğin, Azerbaycan'ın dünyada nü-
fusuna göre en fazla üniversite mezunu
oranına sahip ülke oldugu, bir tek ensti-
tüsünde neredeyse bütün Türkiye'deki
kadar fızik doktoralı elemanı bulundu-
ğu unutularak Türkiye'nin üniversite
bursu verrnesi öneriliyor. Bir vakıf han-
gi harflerin kullanılacağına o ülkeler
adına karar verip milyonlarca alfabe
bastınyor. KİTleri özelleştirme konu-
sunda yardıma olmak, (sanki biz özel-
leştirmeyi becermişiz gibi) nasıl kurtula-
cağımızı bilemediğimiz KİTleri oralara
göndermek öneriliyor (Türk DışTeknik
Yardım Birimi'nde bu sonuncu teklifı
az gelişmiş Afrika ülkeleri için bile yap-
maya tereddüt ederdik).
Vaatlcr vt ıtrçektar
Bu ülkelere teknoloji yermekten bahse-
diyoruz, hangi teknoloji? Otomobilimizle
de lastiğımızle de dış teknolojiye bağımlı-
yız. Tekstil dahil dışsatımda kullanılan,
kendi isteğimizle verebileceğimiz bütün
teknolojilerimiz uluslararası yanşta işe ya-
ramayacak kadar eski. Biz, aman yabancı
teknoloji, sermaye diye ağlarken onlara ne .
vereceğiz? TÜBİTAK'ın on senedir on
metre ileriye bile götüremediği roketlerine
ait teknolpjiden uzaya roket gönderme
teknolojisine sahip Kazakistan'ı mı yarar-
landıracağız? Yoksa dünyanın üçüncü pa-
muk üreticisi Özbekistan'a pamuk yetiş-
tirmesini mi öğreteceğiz?
Büyük bir heyecanla bir şeyler yapıl-
mak istenirken çamlardevriliyor. Türkiye
kendini dev aynasında görüyor. Çok şü-
kür, Alma-Ata'yı, Semerkand'ı, gece kon-
dularla çevirip yok ettiğimiz İstanbul'a;
Hazar'ı, Balkaş'ı öldürdüğümüz Mar-
mara'ya benzetmeyi henüz teklif etmedik.
İta Staı arastiPM bvsv M aM«T
Türk dış teknik yardım birimi'3 yıl önce
bu ülkeler için İbn Sina bursu adı altında
bir burs oluşturmuş. 12 bilim adamıriın
serbest pazarekonomisi ve hukuku konu-
sunda Türk üniversitelerinde araştırma
yapmak üzere davet edilmesi Dışişleri,
Kültür ve Milli Egitim Bakanlıklan ve
DPTnin imzaiadıklan bir protokol ile ka-
rarlaşünlmışu. 860.000 dolar aynlıp ban-
kaya konmasına rağmen üç yıldır bu bilim
adamlan davet edilemedi. İbn Sina bursu
örneğindeki tempoyla çalışan bürokrasi-
miz bu amaçla yeniden örgütlenmez ise bu
işin içinden zaten çıkamayacaktır.
Türkiye, beraber olmaktan mutluluk
duyan ve birbirlerinden çok şey öğrenecek
kardeşlerden birisidir. İşbirliğı ile yapıla-
cak her çalışma beraberce ahnacak karar-
Dışişleri Bakanlığmda
kurulan Türk cumhuriyetleri
ile işbirliğinin
koordinasyonunu yapacak
birim hızlı kararlar alabilme
ve kararları uygulama
yetkisine sahip olmalıdır.
lar çerçevesinde başlatılmalıdır. Bu amaç-
la her ülkede bir "Türk Cumhuriyetleri ile
İşbirliğı Birimi" kurulmalı, bu birim tem-
sıknlennin katıldığı loplantılarda olanak-
lar ve ihtiyaçter ortaya konarak alınan ka-
rarlar, karşılıklı vaatlere ve işbirliğine esas
olmalıdır.
Türk Dış Teknik Yardım Birimi, İslam
ülkeleri arasındaki yardımlaşma için bu
tür bir uzmanlar ve bakanlar toplantısı
yapmakta ve her yıl işbirliğinin esaslan gö-
rüşülmektedir. Sadece Türk cumhuriyet-
lerinin katıldığı benzeri toplantılar hemen
başlatılmalıdır.
Cumhuriyetlerdeki kuruluşlara danış-
manlık, bu kuruluşlarda çalışanlar kana-
lıyla, onlar kendi sorunlannı çözecek şe-
kilde eğitilerek sağlanabilir. Bu amaçla,
UNIDO ve DPT, Türk Dış Teknik Yar-
dım Birimi'nce önerilen ve bürokrasinin
tutuculuğu yüzünden bir türlü kurulama-
yan uluslararası danışmanlık ve eğitim
enstitüsü bir an önce kurulmahdır.
İşbirliğinin ilk basamağı yazı birliğini
sağlamak olmalıdır. Bilgisayar teknoloji-
sinin olanaklan göz önüne alınarak belir-
lenecek sayıda harflerin, biz dahil bütün
cumhuriyetlerce kabulü. işbirliğinde en
büyük aşama olacaktır. tkinci aşamada
bütün olanaklar zorlanarak yeterli sayıda
matbaa kurulmahdır. Diğer taraftan her
ülkede kurulacak dil kurumlan ile uzun
vadede dillerin birbirlerini zenginleştirme-
si ile sağlanacak bir dil birliğinin temelleri
atılmalıdır.
Türkiye dış teknik yardım çerçevesinde
vaat ettiği, uluslararası anlaşmalarla ken-
dini bağladığı, ufak tefek yardımlan bile
vermeyi beceremezken kardeşlerine yardı-
mın mutlu yükü omuzlanna binmiştir. Bu
işi, kardeşliğini ve onlarla eşitliğini daima
hissettirerek başarmak zorundadır. Aksi-
ni isteyen devletlerin ve onlann kamu oyu-
nu yönlendirebilen yayın organlannın vaı
olduğu unutulmamalıdır.
Dışişleri Bakanlığı'nda kurulan Türk
cumhuriyetieri ile işbirliğinin koordinas-
yonunu yapacak birim hızlı. kararlar ala-
bilme ve kararlannı uygulama yetkisine
sahip olmalıdır. DPT Dış Teknik Yardım
Birimi'nde, "Haftaya gelebilir miyim" di-
yc faks gönderen bir Afrikalı müsteşara.
gelişinin ertelenmesi yazısını bütün uğraşı-
lanmızarağmen.Türkiye'ye gelişinden ü<;
hafta sonra (gerekli imzalardan geçirerek)
hazırlayabilmiştik.
Bu bürokratik kafayla (inşallah bunu
da onlara yardım diye vaat etmeyiz)_işbir-
liğini gerçekleştiremeyiz. Aü alan Üskü-
dar'ı geçer. Aramıza bu defa başka duvar-
lar örülür. Kardeşlerimizle buluşabilmek
için birkaç yüz yıl daha bekleriz.
SEMİHBALCIOĞLU
Kızkulesi Uzerine...
M. ŞİNASİ SONUÇ Mimarlar Odası İst. Büyiikkent Şb. Yön. Krl. Üyesi
27
Şubat 1992 tarihinde
Cumhuriyet gazetesinde,
Kızkulesi'nin turizme açı-
lacağına ilişkin bir haber ve
"Kızkulesi'ne Çağdaş İşlevler..."
başlıklı bir yazı yayımlandı. Sayın Ülkü
Altınoluk tarafından kaleme alınan dü-
şünceler ve çağnştırdıklanna geçmeden
önce uluslararası sözleşmelerden bazı
ana ilkeleri hatırlamakta yarar olduğu
kanısındayım.
Kasım 1972 tarihinde hazırlanan ve
Türkiye'nin 1982 yılında imzaladığı
Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının
Korunmasına Dair Sözleşme'nin içeriği
"tüm eski uygarlık ürünlerinin insanlı-
ğın ortak mirası olarak, aynm yapılma-
dan korunması" olup 1989 yılında imza
koyduğumuz Avrupa Mimari Mirası-
nın Korunması Sözleşmesi'nde de, "Av-
rupa ülkelerindeki tüm mimari yapıtla-
nn ortak Avrupa mirası sayılması" ge-
reği tespit edilmektedir. 8 aralık 1986 ta-
rihinde BM Genel Kurul karan olarak
somutlanan Kültürel Gelişmenin Dün-
ya On Yılı Programı'nda ise "tüm ülke-
lerdeki ekonomik kalkınma politi-
kalannın, çevre değerlerini ve kültürel
zenginliklerini yok etmeyecek, onlan
geliştirecek bir yeni sisteme oturtulma-
sı" önermesi yapılmaktadır. Mayıs
1990'da da Bergen Bakanlar Dekleras-
yonu'nda ise konu, "çevreye zararlı ya-
tınmlann engellenmesi için kuşkunun
yeterli sayılması" boyutuyla ifadesini
ı bulmaktadır.
Bir süredir ülkemizdeki tarihi kültürel
miras ve özellikle İstanbul'daki kültürel
değerler, tüm insanlığın malı olan bu bi-
rikimin yapılı örnekleri maalesef hızla
tahrip edilmektedir.
Geçmiş dönemlerdeki terk edilmişlik
ve umursamazlıkla yapılan tahribat, ye-
rini yavaş yavaş ticari meta olarak kul-
lanma anlayışı diye nitelendirebileceği-
miz bir başka tahribat biçimine dönüş-
mektedir. Bu, turizmi, bir kültür hare-
keti olmaktan çok bir ticari hareket
olarak gören mantığın sonucu olarak
ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle ben "Kızkulesi" özelini,
yukanda özetlediğim genel ve uluslara-
rası perspektifler içinde ele almak is-
tiyorum. Ancak öncelikle "Kızkulesi'-
ne Çağdaş İşlevler" başlıklı yazısı ne-
deniyle Sayın Yrd. Doç. Dr. Ülkü
Altınoluk'a konuyu yazılı basmda
gündeme getirdiği için teşekkür etmek
istiyorum.
Altınoluk bu yazısında bazı tespitler
ve önermeler yapmaktadır. "Manzara
açısından oldukça güzel bir konumda
bulunan, Üsküdar Belediyesi'ne amb-
lem olmuş; parada. pulda yer almış,
hatta taşra evlerinin duvarlanna resim
olmuş Kule'den Üsküdar, Saraybur-
Sanırım yapılması gereken,
böylesine anıtsal bir yapının
nasıl değerlendirilmesi gereği
konusunda alabildiğine geniş
bir düşünce alışveriş zemini
yaratılmasıdır.
nu, Süleymaniye, Dolmabahçe
kıyılan gibi İstanbul'un ve Türkiye'-
nin en önemli bölümleri görülebil-
mektedir" tespitlerinin yanı sıra aynı
yazıda Sayın Muhteşem Giray'ın da
"tarihsel-kültürel boyutu gözardı et-
meyecek önerilerin getirilmesi, kültü-
rel süreklilik bakımından önemli" ol-
duğu doğrultusundaki görüşleriyle
son derece önemli bir hususun altını
çizdiğini de öğreniyoruz.
Ancak konunun "tarihsel-kültürel
boyutu gözardı etmeden" ve "kültürel
süreklilik" sağlanarak daha geniş bir
zeminde incelenip tartışılması gerekti-
ğini düşünüyorum.
Benim üzerinde özellikle durmak
istediğim boyut ise Sayın Altınoluk'un
tespit ve önerileridir. Sayın Altınoluk,
Kule'nin ve 1300 m2'lik adanın kul-
lanımına yönelik öneriler getiriyor.
Efsane kulesi, nikâh salonu, akvar-
yum vb.
Sanınm bu önerileri getirirken yuka-
nda alıntı yaptığjm tespitlerinin doğru,
ama eksik oluşundan kaynaklanan bir
yanılgıya düşüyor. Çünkü Kızkulesi'n-
den İstanbul'un en önemli (!) bölümleri
görüldüğü gibi Kule de yüzyıllann kül-
türel binkiminin bir anıtı olarak İstan-
bul'un hemen her noktasından görüle-
bilmekte, algılanabilmektedir.
Önemli oian, Kızkulesi'nde "nikâh
kıyma, akvaryumlaştırma" vb. proje-
lendirmeler yapmak değil, bu kültür
anıtmın daha bir kolay aîgılanabilir şe-
kilde öne çıkanlmasıdır. Zira Sayın Al-
tınoluk'un da belirttiği gibi "taşra evle-
rinin duvarlanna resim olmuş" olan
Kızkulesi, sadece Üsküdar Belediyesi'-
nin değil, tüm İstanbul'un simgelerin-
den biridir. Bir İstanbul özlemidir. Bu
özlemin ifadesidir. Bu anlamda, gerçek-
ten bu anıtsal yapı ciddi bir şekilde de-
ğerlendirmeye alınmalıdır.
Ancak tüm bunlan ele alıp projelen-
dirmen önce, sanınm yapılması gere-
ken, böylesine anıtsal bir yapının nasıl
değerlendirilmesi gereği konusunda
tüm İstanbul çapında, hatta ülke ve
uluslararası düzeyde, alabildiğine geniş
bir düşünce alışveriş zemini yaratıl-
masıdır. Bu bir ilkir projesi yanşması
olabilir.
Bu konuda yalnız Üsküdar Belediye-
si değil, tüm İstanbul halkı, dolayısıyla
Anakent Belediyesi ve tüm ilgili kurum
ve kuruluşlar duyarlı olmalıdır. Geniş
zemin, konunun salt bizim değil, tüm
insanlığın malı olan Kızkulesi'ni bir
ticaret metaı değil bir kültür anıtı olarak
gelecek kuşaklara bırakmanın yolunu
kolaylaştıracaktır.
İçinde yaşadığımız çevrenin, kültü-
rün atalanmızdan bize miras değil, ço-
cuklanmızdan emanet olduğu doğrul-
tusundaki Kızılderili özdeyişini unut-
madan, "tarihsel-kültürel boyutu gö-
zardı etmeden" ve "kültürel süreklilik"
içinde bu emaneti geliştirmek ve koru-
mak görevimizi yerine getirmeye hep
birlikte çalışacağımız, daha doğrusu
çalışmamız gerektiğı düşüncesindeyim.
POLTIİKA
VEÖTESİ
MEHMED KEMAL
Konudan Konuya_
Eylül rejiminin acısı hâlâ dinmemiş kıyımlan
vardır. Bunlardan biri de Yüzbirler' diye anılan
kıyımdır. TRT'den yakınmalar başlayınca, bu-
nun kökünü bir gecede kazımak istemişler. Tut-
muşlar, TV'den 101 yönetmen, yönetici, yapıma elemanı
ya işinden atmış, ya bir yere atamışlar.
"Ne oluyor?" diye sorulduğunda, "TRTde temizhk
var!" denmiştir. Oysa bu yapılan temizlik değil, pislikti.
Bu kıyımda bir yakınımız, bir gecede TRTdeki görcvin-
den alınmış, Sıvas Bayındırlık Müdürlüğü'ne sürülmüştü.
Bayındırlık elemanı ile TRT elemanı arasındaki aynnü bir
türlü anlaşılamamıştır. İşin tuhaf tarafı bu emri bir yakın
arkadaşımız olan Bakan imzalamıştı.
"Ne oluyor?" diye sorduğumuzda;
"Vallahi, bizim haberimiz bile olmadı, her şeyi askerler
yaptı" denmişti.
Anladık, her şeyi 12 Eylül generalleri yapıyordu, bir tane
olsun direnen çıkmıyor muydu? Bir toplum, haksızlıklar
karşısında direneni çıkmayınca böyle kokuşur. 12 Eylül re-
jimi de kokuşmuştu.
Arka çıkan olmadı ama, 12 Eylül generallerinin darma-
dağın ettiği 101 eleman haklannı aramada çalmadık kapı
bırakmadılar: Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, ıdare Mahke-
mesi, Anayasa Mahkemesi... Kimisi dilekçesini tutturabil-
di. Kimisi de yıllarca bekledi. Her haksızlıkta olduğu gibi
beklemede sabır vardı. 12 Eylül'ün TRT mağduru 101'ler,
bugüne değin beklemeyi bildiler. Şimdi açılan davalan ka-
zananlar teker teker işlerine dönüyorlar.
Yalnız, dönüş biraz -
agır oluyor işe son Genç yaşta emekli olma
venş, ya da başka 4
_r_ • • ,
yere atamadakı tartışmaları yapılırken
idiük işe dönüşte sûper emeklilerin durumu
f£S£3£. . **••—*•*,
Haksızhktaki sürati naksızlık gıdenınıeudir.
hakhlıkta görmek is- ^ ^ ^ ^ _ ^ _ _ _ _ ^ ^ _ ^ ^ ^ ^ ^ ^
teriz.
Hükümetin saydamlık ilkesi TRT'nin 101'ler diye anılan
mağdurlan için de işlemelidir 12 Eylül TRT mağdurlann-
dan başka bir de ANAP iktidarının süper emeklileri var.
Hükümet, bir seçime giderken kimi emeklilerin ağzına bir
parmak bal çalmış, "Bana 4 milyon 200 bin (o zamanın 4
milyon iki yüz bini) lira verin, sizi süper emekli yapayım"
demiş. Bu hayat pahalılığı karşısında durumlan uygun
olanlar kırmışlar, sarmışlar, satmışlar, savmışlar bu parayı
denkleştirmişler ve süper emekliliğe doğru koşmuşlar. Bel-
lerini belki süper emeklilik doğrultursanmışlar.
Ancak, bunu kıskanan birkaç aklıevvel böyle bir akışa
karşı çıkmışlar. Emeklilere prim karşılığı verilen bu hakkın
altından girmişler, üstünden çıkmışlar.
"İşçi parçası bir eleman bir general kadar emekli maaşı
alabilir mi?" demişler. Kotanlan bir fırsatın köküne incir
ağaa dikmişler. Süper emeklilik geldiği yerden geri döndü.
Hele konu, işçi düşmanı bir bakanın eline geçince her şey
yozlaşmaya yüz tuttu. Bu arada seçimler de vardı, kimsenin
süper emeklilerle uğraşacak hali yoktu.
Son seçimlerde DYP lideri süper emekli haklanndan söz
k
eder gibi oldu. Ancak gene unutulmaya yüz tuttu.
Genç yaşta emekli olma tartışmalan yapılırken inatlaş-
mayı bırakıp süper emeklilerin durumu da ele alınmalı, bir
haksızlık gıderilmelidir.
Bakalım süper emekli faciasının ardını arayanlarçıkacak
mıdır? Yoksa kör kuyuya atılmış bir taş gjbi yerli yerinde
duracak mıdır?
OKURLARDAN
Tadıvedozu kaçıranlar
Ülkemiz basın-yayın
organlannda, bir süredir,
kadın-erkek eşitliği, cinsel
özgürlük adına ve bir
böîümü de sözde "tiraj"
arttırma endişesi ile ticari
amaçlı olarak, her iki savla
da bağdaşmayacak ölçüde.
çirkinlikler sergilenmektedir.
Bir ikisi dışında tüm
gazetelerimiz ve başlangıçta
siyasi olduklan savı ile
çıkanlar dahil. lüm
dergilerimiz basının gerçek
işlevini biryana itip. tepeden
tırnağa cinsellik
sömürüsune yönelmişlerdir.
Ne ilginç ve acıdır ki
kadın-erkek eşitliğini,
feminizmi savunan,
özgürlükçü kadınlanmızın
başında bulunduğu basın ve
yayın organlan ve bunlann
elemanlan da savunduklan
ve kuşkusuz bizim de
savunduğumuz davaya.
"ancak bö> le hizmet edilir'
gibi son derece yanlış ve
sağlıksız bir zihniyetle, daha
da hızlı biçimde adeta
yanşırcasına
katılmaktadırlar.
Nüfusun yüzde40'mın 19
yaşından genç ve bunun çok
önemli bir bölümünün
(onlan bilgılendirmek ve
eğitmek şöyledursun) henüz
ekonomik sorunlan
çözümlenmemişolan bir
toplumda hangi cinsel
özgürlükten söz edilir;
doğrusu merak konusudur.
Kaldı ki böylesi bir özgürlük
için savaş veren yürekli
kadınlanmız için aslında
böyle bir sonın yoktur.
Çünkü onlar, kişiliklerini,
mesleklerini kazanmış beden
sorunlan olmaması gereken,
zihinleri ve kafalan eğitilmiş
kişilerdir. İşteo kişilerin, bu
özgürlüğün yaygınlaşması
için verecekleri savaşun,
kadınımızı, erkeğimizi önce
zihinlerde cinsel eğitme ve
özgürlüğe kavuşturmak
yolunda olmalıdır.
Aksi halde, cinsellik değil,
giderek pornografıye ve
müstehcenliğe varacak
boyutlardaki yayınlanyla,
'kadınlanmızın toplumdaki
konumunu güçlendirme
davasına"ağır birdarbe
vurulmuş oacaktır. Çünkü
aksaklıklannı sıkça
eleştirdiğimiz "erkek
egemen"toplum içinde
"kadının layık olduğu yeri ve
saygınlığını" kazandırmaya
ve korumaya götürecek yol
bu değildir. Kadıru zaten
öteden beri tiraj uğruna
küçülten erkek egemen
basını protesto edecek yerde,
onun bizzat hemcinsleri
tarafından "küçültülmesi"
ise hiç değildir.
DENİZBANOĞLU
Saymİnsere açıkmektup
Sayın Ahmet İnsel,
Atatürkçülüğü (Kemalizm)
ileriye dönük hareketleri
engelleyen bir umacı gibi
yorumlamışsınız.
Atatürkçülük bir milletin var
olabilmesi için gereken
düşünceler zinciridir.
Siz gerçekten bilim adamı
mısınız? Yazınızdaki imaj:
"Bilim adamına yaraşan
doğru, kesin, eleştirel
düşünce tekniğınden uzak,
yanlı, kin kusan. doğruyu
kendirie göre yorumlayan bir
adam."
1925,1926,1934olaylan
genç TC devletinin
temellerini sarsmak için
planlanmış olaylardı.
Bastınlması, "meşru
müdafaa" idi.
1960'a gelince: Askeri
müdahaleye neden olanlar.
uzağı göremeyen
politikacılardı. Gençlik
demokrasi için sokaklara
dökülmüştü. Ordu vehalk
el eleydi. O zamanki yönetici
kadro gerçekten "demokrat"
olsaydı, darbe olmaz, yolu da
açılmazdı.
Atatürkçülük düşünce
sistemidir. Laik düşüncenin
yerleşmesi, tabulardan
uzaklaşma, din baskısının
sadece ibadet içinde kalması,
iümde, bilimde, sanatta
çağdaş uygarlığı yakalama
savaşıdır. Kan ırkçılığı
yoktur.
Atatürkçülük gerçekten,
akıldan yanadır. "Halkçılık"
prensibinin de demokrasiye
atılan bir adım olduğunu
unutmamahyız.
Fransa'da öğretim üyesi
olmanız değerinize değer
katmaz. Bir zamanlar
Humeyni de Fransa'da
oturmuştu. Saygılar.
NtHALÖZÜM
Öğretmen