15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 MART1992 PAZAR 14 GORÜŞLER DÜŞ İŞLERİ BÜ1TENİ NAZLI ERAY Ne Habeı1 Eski Fotoğrafım? D ün elime eski bir vesikalık fotoğrafım geçti. On se- kiz yaşındayken çekilmiş; kanştırdığım kâğıtlann arasından gün ışığına çıktı; öyîece dünyaya bakı- yor. Onu elime alıp, iyice baktım. Siyah beyaz on sekiz yaşım, sevgili çocukluğum. Aramızda ne çok fark var şirndi. Yıllar, olaylar, aa, tatlı anılar. Onlan hep ben ya- şadım. Sen orada kâğıdın üstünde kaldın, Oraakta, hiçbir şey yaşamadan hayattan uzak kaldığın için üzüldüm bir an. Sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki! Belki birgünümü sana bunlan anlatarak geçirebilirim. Gel avucuma, dışanya çıkalım, at kestanelerinin altında yürürken seninle konuşu- rum. Söylemeyi unuttum sana. Burası Ankara. Az önce seni çok eski birtakım kâğıtlann arasında bulduğum yer An- kara'dakı evimdi. Seninle son görüştüğümüzden bu yana başkentte yaşıyorum. Yahu, bıliyor musun, yaşamımın uzun bir bölümünü hastanede geçirdim. Bağırsak düğüm- lerımesinden yattıydım. Dile kolay, bir buçuk yıl. Beş ameli- yat. Yaa, iyi ki sen yaşamadın onlan. Ama ben acıyı ve sabn orada, hastane yatağında öğrendim. Şimdi ne mi yapanm? Kitap yazanm, öykü yazanm. Senin zamanında televiz- yon yoktu. Şimdi televizyona program yapanm bazen. Çok eskiden bir devlet dairesinde çalıştıydım. Orada da bürok- rasiyi öğrendim. — — — — — — — — — — Kurumu buidunya- Ya, eski fotoğrafım. Bazı şamımı? Dur canım. olaylann beni niçin çok her şeyi anlatmadım .. ,.r«,.. . . . ., T , sana Bütün dünyayı uzdugunu, basıt olayların ı. RiodeJane- da beni niçin çok mutlu ettiğini anlav amazdım daha önce. iro'yu, Karaib Ada- lannı, Havvaii'yi gör- düm. Ne güzel anılar bunlar, nehir gibi akar • • giderler beynimden arada. Ya, eski fotoğrafım. Bu işler böyle işte. Biliyor musun, aşın duyguiu biri olduğumu yirmi yaşımdan sonra öğrendim. Niye şaşırdın? Bazı olaylann beni niçin çok üzdüğünü, basit olaylann da beni niçin çok mutlu ettiğini anlayamazdım daha önce. Yaşamım çok yoğun, çok. Bildiğin gibi değil. Bak, bu kentin bütün sokaklan benimdir. Evimdeki odalan kul- landığım gibi tek tek kullanınm onlan. Kentin hakkını veri- rim yani. Bir çocuğun gözü ile bakıyorum dünyaya, biliyor musun? Sigara mı? Yanm paket içerim. Yok, içkim yok. Körolayım yok. Bödrum'u severim. Dağınık bahçemi, kendi elimle dikti- ğim manolya velimon ağaçlanmı. Rüzgârdan herytl yıkılan begonvili... Yazık, sen hiçbir şey bilmiyorsun. Senden sonra neler ol- muş bak. Ürkmüyorum yaşamdan. Ha, ne dersin buna? Yok, tenis oynamayı öğrenemedim. Sen 27 Mayıs'ı hatırlı- yor musun? Pek çıkartamadın mı? Aklın durur, o baş- langıçmış, ondan sonra neler oldu. Her on yıMa bir! 12 Ey- lül'de Bodrum'da otelde uyuyordum. Darbeolmuş. Aşağı- <la bangır bangır marş çalıyorlardı. 'Ne saygısız insanlar Ivar, sabahın körunde radyo çalınır mı?' dediydim. Sonra baktım. sıra sıra komandolan kalenin burnundaki zjrhh ge- miyi gördüm. Sana tuhaf bir dünya aniatıyorum değil mi, eski fotoğ- rafım? Şimdilik bu kadar. Belki sonra devam ederim. Hoşçakal. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET ~~ 1932: Hindistan'da kıyam Hindisıan"ınşimalhudutlannda İngiliz idaresialcyhinc büyük birisyan harekcti başgöstcrmiştir. Çatral'da toplanan 2.000.000 Efgan'lı İngiliz kıtaatı ılcçarpışmış. mıntakaya hâkim noktalanclegeçirmiştir. Müsadcmclcrde4.000İngiliz askcriölmüştür. Bu harckâta iştirak cden Efgan kabileleri Hindistan'ın şimal hudutlarında otururlar. 7.000.000 nüfusa maliktirler. Ne Efgan hükümctine, ncdc İngiltere'ye tâbidirlcr. Efgan kıtaatını idarcedcn reislcr Hindistan valii umumisinc göndcrdiklcri üllimatumda umum şimal havalisi ile Kişmir. Pcşaver. Çatral. Çarsda, Ncuşcbcv Mcrdan mıntakalannın bilâ kaydüşart tahliyesini istemişlcr, aksi takdirdc bu araziyi zorkı alacaklannı bildirmişlcrdir. Efganlf lar umumî harple senelercc İngiliz ordusunda hizmci etmiş yüksek kabiliyetli zabitlerin kumandusındadıı. Efganlı'larson mûsadcmelerde İngiliz'lereait birçok askcrî kıştalan. mühimmat depolannı zaptetmişlerdir. 1962: Ortak Pazar'a ahnmamız Daimi Temsikiler Komitesi'ne havale Avrupa İktisadi Birliği Bakanlar Konscyi dün yapıığı toplantıda. Türkiye'nin Ortak Pazar'a girmesi mcsclcsini Daimi Temsilciler Komitesi'ne h'-ıvaleetrneyikararlaştırmışlır. Altı üyc memlekeıindaimi temsilcileri burada dcvamlı surctic toplanmaktadır. Mesele. bundan sonra yapılacak toplaniılardanbiriningündeminedahiledileceklir. Bakanlar. bu meselcnin üyeliklcdcği). fakat daha çok oldukça kanşık hususlan içinealan mali yardımla ilgili olduğuna inanmaktadırlar. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN <& HALK ROMANCISf.. 1344'TE 8UGUU.ÛNLÜ YAZAg HÜSeyİN Mt ÇÜKPfNAG ÖLAAÜŞTÜ. K/SA , ÇOK LUM6AL GÜAPt- . 7VP- GÖKÜŞL£ İ t, 8/RAZ K4O4MSAR tLK£Sf'Mİ H/Ç 3O SUNCU MadenciİçinMühendisOdalannaKulakVerilmeli r « HAFIAYA OKTAY ÖĞÜNÇ İnşaaî Yüksek Müliendisi, eski İş Güvetûik Mifettişi _ * * Ikemizde taşkömürünü ilk kez • T '"Uzun Mehmet" isimli bir as- • I kerin bulduğu söylenir. Kitap- \m *r larda geçen şekliyle, komutanı kömürü göstermiş ve savaş gemilerimizi yürüten bu maddeyi dışandan aldığımızı, bize vermedikleri zaman ge- milerimizin savaşamayacağını söyle- miştir. Duruma çok üzülen Uzun Mehmet de köyüne dönmüş, aramiş ve bulmuş. Ulusal sanayileşme, Yerli Mallar Haf- tası, uluslaşma ve yerli sanayici yaratma dönemine ait Kemalizmin hoş bir uy- durmasıdır bu söylence. Artık savaş gemilerinde kullanılma- yan, ancak demir-çelik üretiminde önemli girdi olan taşkömürü, Kozlu'- daki gibi karayıkımlarla ülke gündemi- ne alınır, sonra unutulur. Ocak 1991 "da Zonguldak 140 yıl sonra ilk kez grevle tanıştığında da tartışıldı. Türkiye Cum-- huriyeti'nde ilk kez bir Cumhurbaşkanı uyuşmazhkta taraf oldu ve işçilerin kar- şısında yer aldı. Bunun sonunda ilk kez bir grevde işçi- ler de Cumhurbaşkanı'na karşı tavır aldı. Alarko Holding patronu bir hesap yapıp, "Kömür üretmeden işçiye para versek, onlar da gidip somon balığı ye- tiştirse daha kârlı çıkanz, kömürü de dı- şandan alınz" deyince sapla saman kanştı. Döndük yeniden Uzun Mehmet'e. Sen 70 yıl Kuzey'den gelecek tehlikeyi bahane edip Zonguldak'ta yatınm yap- mayacaksın, partiden kartvizit getiren işsızı işletmeye dolduracaksın. sonra da geri teknolojinin ve şişirilmiş kadrolann sorumlusu işçilermiş gibi imaj verecek- sin. Kömür ithalatı, sigara ve çikita muz ithalatma benzemez. Temel stratejik ham madde niteliğindedir. Demir-çelik endüstrisinden kurşun kaleme kadar her konuda dışa bağımlılık getirir. De- mirel, "Savunma ve kalkınma yabancı- lara bırakılamaz" diyor. Bu konular, özel sektörün kârlılık hesaplannın öte- sindedir. KİT'leri özelleştirmek gerekir diyenler iktidara gelince, "Günde 100 kişiyi KİTlere alıyoruz" diyorlarsa (1), güneşi balçıkla sıvamayı hüy edinen TRTden'sonra Teleon yorumcusu En- gin Ardıç da Bay Alaton'un tekerleme- sini yorum diye sunuyorsa (2), mühen- dis odalannın, "grev sonrası işbaşı yap- madan ocaklarda inceleme gerekir" di- yen uyanlan gözardı ediliyorsa (3), bu- gün dökülenler timsah gözyaşlandır. Dün sorumluluğu işçide bulanlar, ırkçı Güney Afrika'nın köle işcisi ayda 305 dolar alırken, Almanya'da 4800 do- lar alırken, Zonguldak'ta 8 saat kazma sallayan kaderi kömür karası işçinin eli- ne geçen 200 dolar aylığı çok bulanlar şimdi ağıt yakmasınlar. Önce, 1953 tarihü "Maden İşletmelerinde AJınacak Emniyet Tedbirleri Hakkında Nizamname" günümüz gereklerine göre yenilenmeli, ardından, bakanlık müfettişleri ve meslek odalarınca bir rapor hazırlanıp önlemlerin finansmanı sağlanmabdır. Onlar grevde "Savaşa Hayır" sloganı atan Zonguldak halkını anlayamazlar. II. Dünya Savaşı dönemindeki mükelle- fiyetle 8 yıl boyunca Zonguldak halkı zorunlu iskâna ve ocakta çalışmaya mec- bur bırakıldı. Mükellefıyet yrllannda ağır çalışma koşullan nedeniyle ya öldü ya sakat kaldı. "Milli Şef "in emriyle kö- mür üretimini artırma karşılığında sınırsız yetkiler verilen dönemin TKÎ Müdürü İhsan Soyak, faşist milislerden, silahlı "kömür alaylan" kurdu. Bindiril- miş jandannadan oluşan "Tahkimat Komutanhğı" dipçikle köyierden adam topladı. Kaçan, saklanan olursa yakın- ları rehin alınırdı. Çalışırken kaytaran için falaka vardı. Bu dönemde, köylüler daha hafif işte çalıştınimak için vannı yoğunu üst bü- rokrasiye rüşvet olarak verdi. Lojman- Iarda oturan bürokrasinm süt banyolan içinde yaşadığı altın yıllar belgelere geç- miştir. (4), Mükellefiyet sonunda Ereğli ve Zonguldak köylüleri 150 km'lik yolu aç-susuz ve yakalanma korkusu ile dağ geçitlerinden yaya yürüyüp geçti. Tek parti döneminden, mükellefiyet çilesin- den kurtulmak için Demokrat Parti'ye oy verdi. Zonguldak halkı, o gün bugündür so- runlanna eğileoek adam arar durur. Ülkemiz, taşkömürü üretiminde karşılaştlan iş kazalannda sıklık ve çok- luk bakımından dünyada birinci sırayı kimseye kaptırmamakta kararlıdır. Günümüze değin 3000 dolayında insanımızı yitirdik ve her bir milyon ton taşkömürü için 16 can vermekteyiz. Gri- zu, gelişmiş ülkelerde işçilerin yaşamı için birriskdeğil, önemli bir doğal kay- nak ve ulusal servettir. Kömür ocaklannda saptanan gaz, borularla yüzeye alınıp kentlerin ısınması ve aydınlatılmasında kulianılır. Yabana sermaye döneminde grizu ol- duğu sanılan ocağa işçiler beraberlerin- de tavuk götürürler, hayvan bayılırsa bir işçi girişten itibaren elindeki meşale ile gazj yaİcarak ilerlerdi. Günümüzde dedektör ve alarm sistemleri geliştiril- miştir. Ocağın havasında yUzde 2 oramn- da grizu saptanırsa işçi çalıştırılmaz. Önemli olan, iş kazasını kader değil, ön- lenebilir bir olay olarak algılamaktır. Sorun çözülebilir niteliktedir, yeter ki gerekli bilinç ve eğitinı düzeyi sağlana- bilsin. (1) Tansu ÇİLLER, Hürriyet 4 3.1992 (2) 4.3.1992 günkü yorum (3) TMH. Inş. Müh. Odası Yayını No: 354, Ma- dencilik Bülteni MMO Yay No: 11 (4) Sina ÇİLADIR. "Zonguldak Havzasında İşçi Harekeöerinin Tarihi" Ank. Nîsan 77 s. 175. SELÇUK DEMİREL Zonguldak İçin Ağlamak Yetmez!, EMRE KOCAOĞLU Endüstri İlişkileri Damşmam Y ine Zonguldak'ta grizu pat- ladı, göçük oldu, yangm çıktı. Ve yine yüreğimiz yanıyor: 400'e yakın şehit verdik yeraltı cehenneminde. 400'e yakır; ciğerpare- miz ezilerek, yanarak, boğularak, çırpı- narak can verdi. Şimdiye kadar çok gördüğümüz bir süreç şimdi yine başhyor: "Devletlû"lar yine Zonguldak'a doluşacaklar. yine aynı teessür maskelerini takacaklar ve aynı ağıtlan yakacaklar: Milletçe başı- mız sağolsun, bütün yaralar sanlacak- tır, suçlular cezalandınlacaktır, bütün tedbirler ahnmıştır, AHah bir daha böy- le felaket vermesin. Ve sonra aynı çark yine'dönecek. İşçi, sendika, devlet, işveren, basın konuyu unutacak ve tekrar kapkara bir ilgisizlik ba$lavacak. Sonra bir ba$ka felaket daha patlayacak. madende veya fabrikada, Zonguldak'ta veya Yeni Çeltek'te veya îstanbul'da veya İzmir'de. Sonra gelsin yine aynı nakaratlar... Peki ama, bu kısır döngü ne zaman duracak? Bu sorunun cevabını vermek için önce bu kısır döngüyü tahlil etmek gerekiyor. 12 Eylül döneminde Prof. Dr. Turhan Esener'in Çalışma Bakanhğı zamanın- da yine bir büyük grizu patlaması ol- muştu ve 100'den fazla işçi ölmüştü. Bu kazadan sonra çok ciddi araştırmalar yapıldı, modern teknolojiyle artık bu gi- bi felaketlerin önlenebileceği ortaya çık- tı. Yani önlem almanın mümkün oldu- ğu bilimsel kesinlikle görüldü. Ama asıl sorun bundan sonra belirdi: Sıkıntı do- ğada veya teknolojide değil, birtakım "kafalarda"ydı. Birtakım "kafalar", önlem almayı ge- reksiz ve pahalı buldular. Alınan malze- melerin doğru dürüst kullanılması için insan unsuruna yatınm yapılmadı. Son kaza vesilesiyle basında okuduğumuza göre grizu riskini adeta sıfıra indirecek yeni birgüvenlik yatınmı mümkünmüş, ama "1 milyon dolar" gibi bir maliyet çok yüksek bulunduğu için gercekleş- memiş! ftayali ihracatçılan destekle- mek, çiftçinin Ziraat Bankası'na borçla- nnı silmek, vergi kaçakçılannı affetmek gibi ulvi işler için devlet parasını harca- mak varken insan hayatı gibi süfli işler için kaynak israf edilmemesi çok isabet- lidir! Şimdi marifetleriyle övünsünler bakalım. Her şeyden önce işin asıl sahibi olması gereken işçi, bu konuya karşı duyarsız- dır. Her şey kadere bırakılmıştır, tedbir önemsenmez. îşyerlerinde birçok halde koruyucu malzeme vardır, ama kulla- nıimaz. Koruyucu malzeme yoksa temi- ni için sendikaya talep götürülmez. Oysa eski mecellenin dediği gibi sen- dikaalıkta da "Marifet iltifata tabidir" ve sendika, işçinin takdir ettiği işlere ağırbk vermek durumundadır. Ülkemizdetekbir m sendikanın bile ciddi bir İşçi Sağbğı ve İş Güvenliği departmanı ve laboratuvarı yoktur. Türk-İş'in yıllardır bu konuda yürüt- tüğü özel eğitimlerin yararlı olduğu kuş- kusuzdur. Eğer Türk-İş'in bu eğitimleri olmasaydı kazalar mutlaka daha da çok ve ağır olurdu. Ama konfederasyonun bu konuda yapacağı sınırlıdır, mekaniz- manın işyerleri düzeyinde de işlemesi için konunun mutlaka tek tek sendika- larca da samimiyetle benimsenmesi şarttır. Temel zaaf da işte buradadır. Ül- kemizde tek bir sendikanın bile ciddi bir işçi sağlığı ve iş güvenliği departmanı ve laboratuvan yoktur. İSIG alanında da- nışman veya uzman çalıştıran sendika- lar belki vardır, ama bunlann da etkisiz kaldığı açıkça görülmektedir. Birçok iş- yerinde yasa hükmü olmasına rağmen hâlâ daha "karmaiş güvenliği kurullan" kurulmamıştır, kurulan yerlerdeki işçi temsilcileri de gerektiği düzeyde teknik ve taktik eğitimden gecmemişlerdir. Dünya sendikaalığının ÎSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği) konusuna verdi- ği önemi gördükten sonra Türkiye'de bu konunun bu derece gözardı edilmesi insana hüzün vermektedir. Bu konuya karşı hukuk sistemimizde duyarsızdır. Batı'da hukuk bu gibi risk- leri önlemek için bir araç olarak kulianı- lır, bizde ise her şey olup bittikten sonra tazminat almak için... Basınımız da bu konuda smıfı geçe- mez. Kaza olduğu zaman sayfa sayfa en acıklı resimler yayımlanır, sonra mesele unutulur gider. Ama kaza olmadan ne "kazanın geliyorum dediği" yeterince iş- lenir ne de kazayı önleyecek işleri ya- panları yüreklendirecek yayınlar yapı- hr... Üzüntüyle hatırlıyorum, işyerlerinde bu konuyu ciddiye alan bir sendikaa dostum, bu hizmetinin basına yansıma- sını istememişti; çünkü işyerinde uyum ve huzur sağlayacak işler yaptığı için "sınıfsal mücadeleye ihanet" ile suçla- nacağından çekiniyordu. Bütün bu karmaşık tablo içinde başka ne sonuç beklenebiîir ki? Elbette bu şart- larda bu gibi korkunç kazalar olacaktır. Başbakanlar. işçi senchkası başkanının karşısında "Merak etmeyin, sosyal amaçlı masraflannızı biz üstleniriz" de- meye cüret edecekler, sendika başkanı ise başbakana bir de teşekkür edecektir. Çalışma bakanlan, "Bu işyeri bu yıl I kere. geçen yıl da 3 kere teftiş görmüş," diyerek işi kapatmaya çalışacaklar, tef- tişlerin sonucunda gerekli önlemlerin neden alınmadığını es geçerek kamuo- yunun kafasını bulandırmaktan medet umacaklardır. Devletin radyo ve TV'si, kendi ayıbi- mızı örtmek için gelişmiş ülkelerdeki ka- zalan abartarak anlatacak. ama tabii bu arada aynı ülkelerde gelir dağılımı, sos- yal güvenlik, ücret düzeyi. sendikal hak- lar vs. gibi asıl önemli kriterlerden söz etmeyecektir. Ve bütün bu ilgisizlik ve kadercilik ortamında da daha çok kaza- lar olacak, daha çok insanlar ölecek, daha çok yürekler yanacaktır... AHMET TANER KIŞLALI M. Kemal'e Saldırmanın Dayamlmaz Hafifligi A ziz Nesin, yıllar önceki bir konuşmamız sırası- nda şöyle demişti: "- Geçmişte Atatürk'ü eleştirmiş olmaktan do- layı şimdi utanıyorum. Her geçen gün gözümde küçüleceğinc, tersine daha da büyüyor." Benzer aşamadan geçmiş bir kişi olarak. bu değerlendirmeyi gönülden paylaşmam zor değildi. Zaman bizleri değil, Musta- fa Kemal'i haklı çıkarmıştı. Leninin, Mao'nun, EnverHoca'nın, Dimitrofunheykelle- rinin yerlerde sürüklendiği, resimlerinin duvarlardan kaldınl- dığı, Leningrad isminin St. Petersburg'a dönüştürüldüğü günümüzde, bunu görebilmek kuşkusuz daha da kolay. Eğer Türkiye'de birdin devleti kurmak istiyorsanız, Musta- fa Kemal'e saldırmanız elbette ki tutarlıdır. Eğer Türkiye'nin bir bölgesini ayınp ırkçı bir devlet kurmak peşindeyseniz, Mustafa Kemal'e saldırmanın elbette tutarlı bir yani vardır. Ama "'çağı yakalama" arayışında görünürken aynı şeyi yap- maya kalkarsanız; belki -hergarip şeyi yapanlara olduğu gibi- bazı dikkatleri üzerinize çekersiniz, ama inandıncı olamaza-, nız. Bir bakıyorsunuz; Kültür Bakanı'nı temsilen açıkoturuma katılan bir sayin konuşmacı, Kemalizmin Batı Avrupa'daki totaliter ideolojilerin etkisi alünda kaldığını söylüyor. (Çekin- mese, faşistlikle suçlayacak.) Bir bakıyorsunuz; Marksist soldan ciddi birduşünür, "Hal- ka sorulsaydı dil dcvrimini kabul eder miydi?" diye soruyor. (Sanki referandumla devrim yapılabilirmiş gibi...) Bir bakıyorsunuz; 6O'lı yıllarda Atatürk'ün sosyalistliğini kanıtlamak için ter döken bir köşe yazan, şimdi onu küçült- mek için tüm kalem kıvraklığını kullanma telaşı içinde. Bir bakıyorsunuz; "orijinaî" olabilme uğruna, Atatürk'ü de- mokrasi karşıtı gösterebilmek için kendi düşüncelerine bilim kılıfı giydirme çabasına girenler var. Mustafa Kemal'i bilimsel olarak değerlendirebiJmenin yön- temi açık: Hangi koşullardaydı? Ne yapmak istiyordu? Ne yaptı? Sonuç ne oldu? Hangi koşullarda yola çıktığını biliyoruz. Ne yapmak istedi- ğini ise -en kıt zekâlılann bile yanlış anlayamayacağı kadar- açîk söylemiş: "Cumhuriyet rejimi demek. demokrasi sistemfile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk. on yaşmı doldururken, de- mokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koy- malıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nde de birbirini denetleyen par- tilerin doğacağına şüphe yoktur. Demokrasi maddi refah meselesi değildir. Böyle bir nazariyat. vatandaşlann siyasi hür- riyet ihtiyacını uyutmayı amaçlar. Bir ulusu oluşturan bireyle- rin herçeşit özgürlüğü güven altında bulunmalıdır." Neler yapmış? Hiçbir şeyin devletin dışında olamadığı faşizmın yükselme döneminde bile, Türk Dil ve Tarih Kurumlannı, siyasal ikti- darlann etkisinden uzak, bağımsız bir yapıda oluşturmuş. To- taliter bir kültürcen demokratik bir kültüre geçiş için büyük çaba sarfetmiş. Dışanda varolmayan çoğulculuğu, tek parünin içinde adeta özendirmiş. "Devletçilik" resmi ideoloji iken, özel sektör ve li- beralizm savunuculan partinin ve devletin en üst düzeylerine kadar yükselebilmişler; parti içinde ayn bir kanat oluşturmuş- lar. CHP'ye faşist bir model getirmek isteyenleri terslemiş. Bir muhalefet partisi kurulması deneyini, -çok olumsuz koşullarda bile- kendi eliyle başlatmış. Peki. açtığı yol -tüm ihanetlere karşın- nereye varmış? Eksikleri. yanlışlan olsa da hiçbir Müslüman ülkede var ol- mayan bir demokrasıye!.. Bir cümle hâlâ kulaklanmda: "Cesaretim olsa. tıpkı fnce Memed'in destanını yazdığım gibi, Mustafa Kemal'in de des- 'tanıru yazmak isterdim..." Ölümünden yanm yüzyıl sonra -ve tüm ideolojik değerlerin altüst olduğu bir dünyada- eğer bir kişi hâlâ Yaşar Kemal'de ve milyonlarca insanda bu duygulan yaratabiliyorsa, hâlâ güncelse. bunun anlamı açıktır. Bu ülkede Atatürk'ü yıkarak olumlu bir şeyier yapılabilece- ğini sananlann, kendi küçük dünyalan içinde büyük bir yanıl- gıyı yaşadıklannı sanıyorum. OKURLARDAN Bir"büyülü kule"kalsın? Gazetenizin 27 Şubat 1992 tarihü sayısındaki "Görüşler" sayfasında, "Kızk ulesi'ne Çağdaş İşlevler" başlığıyla yayımlanan Yrd. Doç. Dr. ÜlküAJtınoluk'un görüşlerine katılmıyorum. Kızkulesi'ne çağdaş işlevler verilmesi gerekçesiyle. ek tesislerin de yapılmasıyla kullamma açılmasının "gerekliliği üzerine" düşünülmelidir. Kızkulesi efsanelere konu olmuş dünyadaki ender büyülü mekanlardan biridir ve neredeyse tek başına İstanbul'un simgesi oima konumundadır. Her ne gerekçeyle olursa olsun; ne yanında. ne içinde ve ne de üstünde, "kiremit lcırmızısı, fıliz yeşili" ya da "çelik + cam konstrüksiyon satış ünitesi, nikah kulesi, cafe, restaurant, WC" diye adlandınlan tesislerin bulunması kulenin "tek başına"lığına aykındır. Kızkulesi. yapılacak her türiü kanşmada gizeminden ve büyüsünden çok şey yitirecektir. Ve olasılık ki, yei işlevinin altında ezilecekü'r. Bu şehirde üzerine "ekonomik-kültürel girdi" hesaplan yapılmayan bir tek mekan kalmayacak mı? Lütfen bırakmtz, insanlann (en aandan bir insanın) yüreğinde ve beyninde Istanbul'a dair bir "büyülü kule" kalsın. İstanbul'un her geçen gün birparçasının daha "modern kullanım ve görünüm" gerekçesiyle yokedildiğine tanık oluyorum. Yapmayınız. Çocuklanrruza bu şehri borçluyuz. İNCt GÜÇLÜER MSÜ Mimarhk Bölümü öğrencisi/İstanbul Coşkun Kırca'yakatılıyorum Sayın Çoşkun Kırca nın 5 Mart 1992 tarihü Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan görüşlerine aynen kaülıyorum. Başta İnsan Haklan Derneğimiz olmak üzere tüm demokratik kurum ve kuruluşlan, vatandaşlanmızı, ırkçı Ermeni baskılannı kınamaya ve uluslararası kurum ve kuruluşlara tepkilerini bildirmeye çağınyorum. Uluslararası birmahkeme kurularak. 2000'li yıllara yaklaşırken hunharca yapılan bu kaıliamın başsamğı olan Ermenistan'ın yargılanmasını, Fransa'da, ABD'de, İngiltere'de Ermenistan'a destek olan kişi vekurumlann açıklanmasmı, Ermenistan'la ticari ilişkilerin gözden geçirilmesini talep ediyorum. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, yüreğinde insanca duygular taşıyan herkesi birşeyler yapmaya ve Azerbaycan'a destek olmaya çağınyorum. IBRAHtM ORMANCI İzmir Cumhuriyet'e teşekkürler Kınm Tatar Meclisi Başkanı Sayın Mustafa Abdülcemil Kınmlıoğiu'nun ziyareti esnasmda kendisine gösterdığınızFll/9.5pt yakın ilgi ve Kınm Türklerinin milli mesclcsine. yayınlannızyoluyla yaptığınız katkılar nedeniyle teşekkür ederiz. ZAFKR KARATAY Kınm Tatar Milli Meclis Türkivt temsikisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle