Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA
14
CUMHURİYET
GORUŞLER
7MART1992 CUMARTESİ
KARŞILAŞMALAR
ADALET AĞAOĞLU
Yüz Yılhk Tiyatro
B
u satırlan 2 mart gecesi Harbiye Muhsin Ertuğrul
Tiyatrosu'nda sergilenen Bir Tuikumm Yüzyıh gös-
terisini izledikten hemen sonra yazryorum. Tiyatro
denen büyülü dünyanın üstüme düşen ışığı solma-
dan... Salon uklım tıkhm. Türk tiyatrosunun tam içinde,
yanında, yöresinde, hatta karşı kıyısında olanlar; hepsi:
Yönetmenler, oyuncular, yazarlar, eleştirmenler, dekorcu,
ışıkçi. kostümcü, müzikçiler; eğitenler, eğitilenler; idareci-
ler, yer göstericiler; seyirciler... Tiyatro sanatının olması için
olmazsa olmaz ne kadar kimse varsa, ne kadar şey; boya,
tahta, spot, kumaş; hepsi, hem yukanda sahnede, hem bu-
rada, salondadır. Yüz yıl için. Muhsin Ertuğrul'un yüz yıh
için, onun tiyatromuza yaydığı ışıktan az ya da çok aydınlık
alanlar; onunla birlikte çok sahne tozu yutmuş bulunanlar.
Ona kızanlar, ona tapanlar...
Oysa, ne öflce, ne tapınış: Muhsin Ertuğrul tiyatroyu
önemsediği kadar, şarabı da önemsemiştir. Şehir Tiyat-
rosu'ndaki ünlü masasının başından kalkıp Akdeniz'in gü-
neşine uzanmayı da. O masa, hep karanlık bir köşededir ve
yüzyıl gecesinde, ne güzel, neredeyse başroldeydi.
Bir Tutkunun Yûzyılı. Bilemiyorum, tiyatrolanmızda
sahneyle salonun, oynayanlarla izleyenlerin, gösterenlerle
görenlerin bu kadar kaynaştığı bir başka gösteri daha var
rruydı? Var, evet. Yine Muhsin Ertuğrul'un 60. Sanat Yılı'-
na saygı gecesi. Bu edebiyatta olmaz, tiyatroda olur. Yanıl-
satna ve yansılama gibi iki başrolün birlikte soluk alıp ver-
diği yerde. (Geçen kjş, Ses Tiyatrosu gecesi gibi...)
• Bir anışın başlangıç gecesi ise yine de 60., 70. sanat yıllan-
na oranla çok daha farklı bir havayla yüklü. Bu fark, tutku-
nun ışığtnı çevresine, kendinden sonra gelenlere de bulaştı-
np gidenin, bu sefer artık cismiyle aramızda bulunmayışı-
dan ileri geliyor. Anılar bizi çoğaltır. Gideni de. ölümün
belki tek iyi yaıu. Görülmemiş, bilinmemiş her şey bilinir
olun unutulanlar anımsanır. Son yıllannda birinize gönder-
diği bir mektuptan şu satırlan, örnekse: "...ödenekli tiyat-
rolar bir memur kavrarrunın çıkmazı içindeler; sanat heye-
canı, tiyatro sevgisinden çok, katsayı sözcüğü hüküm sürü-
yor. Piyes, rol gibi şeyler tiyatronun dışına kovulmuş. Istek-
siz, duygusuz tiyatro zoraki oluyor..." (29 Kasım 1974).
Besbelli, "olmuyor," denmek istenmiştir,
Fakat, Bir Tutkunun Yüzyılı gösterisi, salt Muhsin Hoca'-
yı yalana çıkararak sevindirrnek için sanki: "Oluyor ho-
cam, oldu!" denmek üzere düzenlenmiştir. Artık her şey
kuliste, sahne gerisinde kakruştır. Çünkü bu gece de perdeyi
'Perdeci' açıyor. (Erol Keskin'i, tıpkı onun o sırt hareketiyle
perdenin ipini çekerken görmeljsiniz! İşte sanat: Gözleyen
de gözlenendir.)
Tiyatro adamımız Muhsin Ertuğrul'un Yüzüncü Yaş-
günü'nü anma programı bütün bir yıh kapsayacak. llk gös-
terinin evsahipliği Istanbul Büyükşehir Belediye Başkan-
lığı'nda. Ama Hoca'nın yetiştirdiği, yetiştirdiklerinin de ye-
tiştirdiği bütün sanatçılann katkılanyla. (Şehir Tiyatrolan'-
na çok emeği geçenlerden, sensiz, ince; bence tıpkı hocası
gjbi, az laf, çok iş diyenlerden Engin Uludağ, örnekse...
Sahnede görünmeseler de onun gibi nice perde gerisi emek-
çisi...) Eğer Bir Tutkunun Yüzyılı Muhsin Ertuğrul kişiliğini,
onun gerçeğine en yakın biçimde yakalayarak yansıtacak-
sa, burada tiyatro adamının büroİcrasiyle, belediyelerle ça-
tışmasının da gündeme gelmesi kaçınılmazdı. Geldi de.
Birinci bölümün sonunda. murn alevlerinden 'yapılma'
bir doğum günü 'pastası', sahnenin önünde yükseliyor. Ti-
yatromuzun bugüne gelişinde katkısı olan her sanatçının,
herkesin simgesi birer mumun bir arada parladığı alevden
pasta. Tiyatro için yanarak eriyen, eridikçe alevi yükselen
birçok mumun ışığı. Gösterinin o anında sahneyle salonun
nasıl bütünleştiğini, dünle şimdinin nasıl bir araya geldiğini,
elinizle havaya dokunsanız, duyabilirdiniz.
Anma pfoğramı, bugün tiyatromuzu temsil eden çeşitli
kuruluşlann üyelerinden bir İcurul tarafından hazırlanmış-
tır. Sanat hayatımızda böyle 'koalisyonlara' pek rastlan-
maz. Ama yüz yılının yaşanmtş seksen yedi yılından en az
yetmişini tiyatroya adarruş Muhsin Ertuğrul, şimdi sanki
bu sanatın yirmi beşinci saatini de haürlatıyordu: Tiyatro,
hırsın-özverinin, dostluğun-düşmanlığın, azlığın ve çoklu-
ğun, gölgenin-karanlığın, sessizliğin ve sesin, gösterişin de
alçakgönüllülüğün de tabii asıl, aşkın ve nefretin uyum için-
de bir araya geldiği çoksesli bir bestedir. Birkaç repliklik
Kınar Hanım rolüne, kendi sesiyle, tonuyla çtkan Yıldız
Kenter i düşünün...
Muhsin ErtuğruTu yüzüncü doğum gününde anma, bir
anlamda Türk tiyatrosunun da yüzyıhnı kutlama olmakta-
dır. Çünkü, Bir Tutkunun Yüzyıifyla da görüldüğü gibi,
Muhsin Ertuğrul'u o Muhsin Ertuğrul yapan mum da aynı
'pastanın' içine yerleştirilmiş, orada yerini almıştır.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
Üniversite ve Ozerklik Babında...CAHtTTANYOL
T
ürkiye'nin gündeminden çık-
mayan bazı sorunlar var. Her
dönemde yinelenir. Bunlann
başında; demokrasi, laiklik,
din ve vicdan özgürlüğü, anayasa ve de
ozerklik..: özerk kurumlar olmayınca
demokrasi olmaz deniyor, bu doğru.
Fakat bütün bu ayn ayn doğrular bir
araya gelince büyük bir yanlış ortaya çı-
kıyor. Bütün bu kurumlar işlemez hale
geliyor. Haydi baştan yine tartışma, ah-
kâm kesme ve çözümsüzlük... Bunlann
başında şimdi güncel olan üniversite so-
runlan ve üniversite özerkliği. Bir de
bunlara neredeyse köylere kadar üni-
versite kurma rekabeti eklenecek. Oy
avcılığı için siyasi partiler ilçeleri vilayet
yapma seferberlığıne girerse her köyde
üniversite yadırganacak şey değil. .
Osmanh döneminde her vakıf kurulu-
şunun yanında bir medrese açmak gele-
neği vardı. Medreseler asker kaçaklan-
nın sığınağı, asalaklann bannağı oldu.
Halk bunlan besieyemeyince, bu med-
rese softalan dağlara çıktı, eşkıya ordu-
lan kurdu, köyleri şehirleri bastı, kadın-
lan kızlan dağlara kaldırdı, devlet bun-
lann üzerine ordu gönderdi, Anadolu'-
daki medreseleri kapattı. "Softa isyan-
lan" olarak tarihe geçen bu olaylar zin-
cirininyanında "Celâliisyanlan" masum
kahr.
Bir de Istanbul'daki medreselere (bu-
günkü anlamda üniversite) bakalım.
Cevdet Paşa, "Tarihi Cevdet" adlı yapı-
tmın birinci cildinde Osmanh Impara-
torluğu'nun yıkılışında llmiyye (üniver-
site) ve Seyfiyye (ordu) sınıfının büyük
bir suçu olduğunu uzun uzadıya anlatır.
Cevdet Paşa 600 yılhk bir tarih serüveni-
nin dramatik öyküsünü eleştirirken dev-
leti omuzlayan bu iki kuvvetin, sonra-
dan onu içten içe bir kurt gibi nasıl ke-
mirdiğini gözler önüne sermek ister.
Onun düşüncesini ve tarih felsefesini
dikkatle inceleyenler - lci büyük ölçüde
tbn Haldun'dan esinlenmiştir - Cevdet
Paşa'da devlet bilincinin somut bir
inanç haline geldiğini görürler. Ve Mit-
hat Paşa'run yargılanmasında aleyhte
tanıkkk yapmasını kınayanlar, Cevdet
Paşa'run "Devletten yana" tutumunu
Sultan Abdülhamit'ten yana olarak yo-
rumlamışlardır.
FERRUHDOĞAN
Bir devlet hangi kuvvetlere dayanı-
yorsa yine o kuvvetler tarafından yıkılır.
Medrese, Batı'da oluşan çağdaş bili-
me kapılannı kapadığı için kendj içinde
çürüdü. Oradan vaktiyle bir Ortaçağ
medresesi olan bir Sorbonne, bir Ox-
ford doğmadı. Bu çürümüşlüğün boşlu-
ğunu rüşvet, dalavere, kişisel tutku ve
dalkavukluk doldurdu. Bu virüs, med-
resenin Darülfünun'a, Darülfünun'un
üniversiteye ve üniversite özerkh'ğine,
özerkhğin YÖK'e dönüşmesinde tek de-
ğişmeyen öğe oldu.
Cevdet Paşa - ki kendisi de medreseli
idi - Osmanh medreselerindeki bu çö-
küntüyü Koçi Bey'in IV. Murat'a verdi-
ği ünlü 'iayıha'dan (rapor) şöyle aktan-
yor:
"Medreseler, bilimden başka her tür-
lü fitne ve fesadın kaynağı idi. Devlet ri-
calinin ve müderrislerin en yeteneksiz ve
işe yaramaz çocuklan müderris olurdu.
Sayüan her gün biraz daha
artanniteliksizve
sulandınlmış üniversitelere
ozerklik verilecek olursa olay
bizi Osmanh medreselerinin
içine düşmüş olduğu çıkmaza
goturur.
Bilimdeki akademik unvanlann alın-
ması fukara çocuklan için geçerli bir ku-
raldı. Bunlar 'beşik ulemasf adı verilen
icazetli devlet çocuklannın yerine ders
verir ve ücretlerini onlardan ahrlardı.
Gerçi medreselerde de asistanhk (müla-
zemet), doçentlik (danişmentlik), dok-
torluk (mollalık) gibi akademik aşa-
malar vardı. Kişizadelerin çocuklan için
bu rütbeler arka arkaya verilirdi ki med-
rese dilinde buna 'tafra' (atlama, sıçra-
ma) denirdi. Sakal ve bıyıklann çıkması,
bilimsel yeteneğin ve akademik aşama-
lann birer belgesi sayıhrdı.
Kişizadelerin çocuklan çoğaldıkça
medreselerin sayısı da arttı!"
Koçi Bey layihasında, medreselerin
bozulmasıyla alimle cahilin tanınmaz
olduğunu, halk arasında ulemanın (bil-
ginler) değer ve itibannın kalmadığını,
adalet mekanizmasının da bozulduğu-
nu, kadılıklann, naipliğin, kazazkerlik-
lerin para ile satıldığını sert bir dille an-
latır. Koçi Bey'in IV. Murat'a verdiği
layihadan bu yana, gerek ordu ve gerek-
se medreselerde bir yığın düzeltmeler
oldu. Her iki kurum da sonradan
kaldınldı ve yerlerine çağdaş okullar ve
üniversiteler açıldı. Fakat hastahk de-
vam etti. Demek ki bizdeki kurum ve
kuruluşlarda iyinin değil, kötünün diya-
lektiği sürüpgidiyor.
. Şimdi herkesin ağzında, "Üniversite
özerkhği" var. Ozerkhk gelince çeşme-
lerden oluk oluk bilim akacak, bilim
adamlan özgürlüklere boğulacak, siyasi,
partilerde görev alacak, politikanın se-
viyesi yükseletek, gerçek bihm adamlan
yetişecek; cek, cek... Bunlann hepsine
1946 Üniversite Muhtariyeti Kanunu
ile olanak sağlandı. Bu kanunun başın-
da Merhum Sıddık Sami Onar'ın bir ra-
poru var. Bu raporda eski Darülfü-
nun'u eleştirirken şunu söylüyor:
"Oldukça geniş ıhni ve idari muhtari-
yete (ozerklik) malik olan Darülfiinun,
genç öğretim elemanlannın yetiştirihne-
sinde başan gösterememiş, ihni yaymlar
yapamamış, öğrencileri bir üniversite
zihniyetiyle haarlayamamış, rektör, de-
kan vesaire gibi kendi seçtiği organlann
seçimini birer siyasi ihtiras ve şahsiyet
meselesine sokarak öğretim üyeleri ara-
sındaki samimi ahengi ve işbirliğini boz-
muş ve nihayet müesscseyi işleyemez ve
belki de içinden düzeltilemez bir hale ge-
tirmiştir." Işin hüzün verici yanı - şerrin
diyalektiği işlediği için olacak - merhum
Sıddık Samı Onar'ın eski "Darüfünun
Muhtariyeti" için yapmış olduğu bu
eleşüriler, daha da şiddetıni arttırarak
bizzat kendisinin rektörlüğü zamanında
yeniden hortlatılmış ve üniversite or-
ganlan, bir takım sorumsuz kliklerin eli-
ne geçmiş, öğretim üyelerinin akademik
geleceği klik şeflerinin emir ve iradeleri-
ne terk edimiştir. Hele şimdi sayılan her
gün biraz daha artan niteliksiz ve su-
landınlmış üniversitelere ozerklik verile-
cek olursa olay bizi Osmanlı medresele-
rinin içine düşmüş olduğu çıkmaza gö-
türür. Üstelik ufukta ne Koçi Bey gibi
bilge ve yiğit kişinin görüntüsü var ne de
ne de rüşvet ve hırsızlıklara kılıç çeken
bir IV. Murat...
CEMÎLOKTAY
1962: Kruçef, Stalin'i eleştirdi
Sovyel Başbakanı Nikita Kruçef, Sovyeiler Birliği Komünist
Partisi Merkez Komitesindedün okuduğu raporda. Malcnkof
vc Stalin'in. tanm politikalannı şiddetlc tenkid etmiştir. Sovyct
Başbakanı özetleşöyledemiştir: "Bizim buğdaya vediğer
tanm ürünlerine ihtiyacımız var, yoksa buğday mcselcsinin
hallcdildığini gösteren hileli istatistiklerc değil."
Kruçef. bu konuşmasında 1952yılında 19uncuparti
kongrcsinde Matenkof un buğday meselesinin halledilmiş
olduğunu bildirdiğini. oysa ki. ekmeğin o zaman buğday
unundan başka unlarlayapıldığını hatırlatmıştır.
TARİHTE BUGÜN MVMTAZARIKAN
| N'ıepce
SSK'nın Prim Alacakları
H. AVNİ YAZia Türk - îş Sosyaî Güvenlik Uzmam
ÖNCÜ FOTOGRAFCI
1*45 'TE BU6ÜN, FOTOĞGAFÇfLfĞtM
FRANSA'DA DOĞMUŞTU. YfLLAG SÜGEN ÇALfŞ-
M#L4/Ç SOM/A/0/1, *B2Z 'O£ IİK GoGÜHrt/rÜ
SAPTAYAN NiePCE, Y£Nİ giR T£KNİK VE SA-
VÜRLERr £TK/C£-
, <SfO£-
tĞl BU
TEKA/İĞ/ Ç , f 8 6 P SŞ
ELP£ £Tâ4ffTİ. PANA SON-
&ALA&, AYNI KOMU0A ÇAUŞAM LOU/S
PAGUEGAe rL£ İŞBİ&-İĞİ rAPAN UiEPC£,
ARA$rtfiMALA/tWt
S
osyal Sigortalar Kanunu'na bir
geçici madde eklenmtjine dair
kanun tasansı, TBMM Sağlık
ve Sosyal İşler Komisyonu'nda
27.2.1992 günü görüşülerek kabul edil-
miştir. Tasanyı yasalaştırma çabşma-
lannın çok kısa sürede gerçekleştirilece-
ği de tasanda yer alan kademelı ödeme
tarihlerinden anlaşıhnaktadır.
Tasan, kamu iktisadi teşebbüsleri ve
kuruluşlan ile belediyeler haricindeki iş-
verenler ile topluluk sigortası ve isteğe
bağh sigortaya devam edenlerin, 21.12.
1991 tarihi itibanyla vaki prim borçlan-
nın asljnı ödemeleri halinde, ödeme ta-
rihlerine göre ve kademeli olarak gecik-
me zamlan ve faizlerinin affını öngör-
mektedir.
506 sayıh Sosyal Sigortalar Kanunu'-
nun 80. maddesi işverenleri, çalıştırdığı
sigortahlann primlerine esas tutulacak
kazançlar toplamı üzerinden hesapla-
nan prim tutarlannı işçilerinin ücretle-
rinden kesmek ve kendısine ait prim tu-
tarlannı da bu miktara ekleyerek en geç
ertesi ayın sonuna kadar kuruma öde-
mekle mükellef kıbnıştır.
Primlerin bu sürede ödenmemesi ha-
linde ödenmeyen kısmına, ödeme süre-
sinin bittiği tarihten başlayarak Amme
Alacaklannın Tahsil Usulü Hakkında
Kanun'da (6183 sayıh) belirtilen gecik-
me zammının uygulanmasını da gerekli
kılmıştır.
Bu zam oranı, 1.6.1988 tarihinde yıl-
hk yüzde 90, 1.1.1989 tarihinde yılhk
yüzde 96 ve 1.1.1990 tarihinden itibaren
de yüzde 84'tür.
Btfçlann affa uğraması
Kurumun muhasebe sistemi ve idari
tasarruflanna göre gecikme zamnun-
dan ileri gelen alacaklannın muayyen
bir tarih itibanyla tespiti mümkün değil-
dir. Kurum; gecikme zamlannı, muac-
cel prim alacağını kanuni takibe verir-
ken, kanuni takibe intikal tarihi itibany-
la bir de tahsilat anında hesaplamakta-
dır. Kanuni takibe intikal etmeyen prim
alacaklanna tekabül eden gecikme zam-
lanndan doğan alacaklann kesin olarak
tespiti mümkün değildir.
rTMMM H n |WWİMCaKllr
506 sayüı kanunun 81. maddesi, ku-
rumca işverene yapılacak bildiriye rağ-
men prim borçlan ve para cezalannın
ödenmemesi halinde kurumca düzenle-
nen belgeleri resmi dairelerin usulüne
göre verdikleri belgeier hükmünde ka-
bul etmektedir.
Kamu kurum ve kuruluşlan
ve belediyelerin prim ve
gecikme zamnundan ileri
gelen borçlarını zamanında
ödemeleri, hem özel sektöre
örnek olacak ve hem de
SSK'yı darboğazlardan
kurtaracaktır.
Yine icra ve iflas dairelerince de resmi
belgeier gibi işleme tabi tutulmalan ge-
rekmektedir.
Kurum prim alacaklannın tahsilinde
taksitle ve çekle tahsil, yapılan tahsilatın
önce prim alacağına mahsubu suretiyle
gecikme zammı tahakkukunu önleme
gibi kolaylıklar göstermekte ve fakat
muaccel hale gelen prim alacaklannı za-
manında kanuni takibe veremediği gibi
kanuni takibe verdiklerini de icra daire-
leri nezdinde zamanında takip etme-
mektedir. Yine taksite bağladığı alacak-
lannın taksit şartlanna göre ödenmesi
hususunu da takipte acze düşmektedir.
Bu olumsuzluklann en büyük nedeni
üst ve orta kademe yöneticilerinin tayin-
lerine ve personel poütikalanna hâkim
olan kayırmacıhk sistemidir. Maalesef
yeni hükümetin de bu uygulamalara de-
vam edecegi ilk tasamıflanndan anlaşıl-
maktadır.
Bilindiği üzere 3395 sayıb kanunla
506 sayıh kanunda yapılan değişiklikle
her türlü inşaat, tamirat, tadilat, tesisat
ve benzeri işlere uygulanan yüzde 70
mukayese sistemi kaldınlmış ve Kuru-
mun işveren bildirimlerini takibe yara-
yan otokontrol sistemi de kaldınlmış ve
işverenler Kurum'a bildirimlerinde ser-
best bırakıhnışlardır.
Neticede maliyetin veya ihale bedeli-
nin yüzde 1 ve 2'si oranındaki işçilik bil-
dirimleri ile dosyalann kapatılmasi sağ-
lanmış ve dolayısıyla kurumun prim ta-
hakkuklan azaltılmıştır.
İşverenlere tanınan serbestçe bildi-
rimde bulunma, ödeme kolaylıklan ve
diğer ayncalıklı yasal düzenlemelere
rağmen bugünkü sonuç düşündürücü-
dür.
KMM kırmitii n MMiysierfı
bopçJan
Son olarak 277 ve 323 sayıh KHK'da
da işverenlere bu yönde kolaylıklar sağ-
lanmış ve fakat prim bildirgelerine isti-
naden tahakkuk eden prim borçlanna
ait gecikme zamlan affedilmemiş, sade-
ce 2 yıl süreyle ertelenmiştir. Tasan ile
tanınan kademeli af yetkisi bu iktidann
uygulamalannın ANAP hükümetinden
daha hızh olacağını göstermektedir.
Kurum, emeklilerine ayda 2 trilyon
200 milyar TL ayhk ödemekte ve bu
miktardavamh artış göstermektedir. Bu
ödemeler çağdaş sosyal güvenliği sağla-
yacak miktarlarda değil, sefalet ücreti-
nin karsılığı bir yardım mahiyetindedir.
Buna rağmen kurum, ödemelerini ya-
parken zorlanmaktadır.
Kamu kurum ve kuruluşlan ve bele-
diyelerîn, prim ve gecikme zamnundan
ileri gelen borçlannı zamanında ödeme-
leri, hem özel sektöre örnek olacak ve
hem de darboğazlardan kurtaracaktır.
Bilgfcayar Ne İşe Yarar?
B
aşından öğrendiğimize göre (Cumhuriyet, 5 Mart
1992), Zonguldak faciasını -aslında düpedüz katli-
am ya-, bilgisayarlar yirmi beş dakika öncesınden
haber vermiştir. Demek oluyor ki en azından so-
rumluluk bilgisayann değil. Ne var ki ocağa bilgisa-
yar yerleştirihniş olrnası da bir işe yaramamış oluyor. Oysa,
her şey gibi bilgisayarlar da bir işe yaradıklan için kullanı-
lan teİcnoloji ürünleridirler. Tabii bu kural, beyinle ve yü-
rekle yaşayan toplumlar için geçerli. Yoksa, bizim gibi iş-
kembesiyle yaşayan tulumbao toplumlarda bilgisayann iş-
levi de değişir.
Pekiyi, bilgisayann dünya âlem bilinen işlevine bizde ne
gibi bir değişiklik getirilmiş olabihr?
öncelikle bilgisayar, resmi ve gayri resmi zevatm etrafa
hava atmasma yarayan bir teknoloji ürünüdür. Basının
yağdanlık kaiemlerinin bir zamanlar yazdıklanna bir
bakın. Büyük iktisatçı, çağ atlatma şampiyonu bihnem ki-
min, Türkiye'nin hesaplarını nasıl bilgisayarının ekranın-
dan izlediğini okursunuz. Eee, şort, püro, Ingüızce sözcük-
ler yetmiyoj», bir de bilgisayar ekranı gerek.
İşini aslında bal gibi Resmi Gazete'de yayunlanan ka-
rarnamelerle çözen, servetini o yoldan yapan işadanu, ken-
disinin bilgisayar ekranı önünde teşhirini görünce, manken
veya assohst metresiyle ulaşamadığı tatmine ulaşır. O, bu
teşhirden sonra artık iktisadiyata bakkal defterini bile çok
gören, Danvin'in türlerin evrimini gözlerken izine rastlaya-
madığı yaratık değil, çağın pazanna üyehk için bekleyen
çağdaş bir işadamıdır. Reklamcı öyle istedi diye, gözlüğünü
yalnızca çerçeve olarak kullanan siyaset adamıyla VIP sa-
lonlannda foto muhabirlerine poz vermesi de bundandır.
Çağın teknolojisine ve —
L_X. -*-•
Bilgitoplumu
olduğumuzu nasıl
göstereceğiz? Elbette bir
zamanlar olduğu gibi on
beş-yirmi ölümlii maden
kazalanyla değil,
bilgisayarların
gölgesinde iki yüzden az
olmayanölümlü
kazalarla...
beğenisine uygun
imaj sergilemek...
Tarzanca öğrenilen
kolejlerin giriş sı-
navlanna çocuğunu
en iyi biçimde hazırla-
maya kararlı, artık bir
süredir de "çekirdek-
leşmiş" çağdaş ailenin
konu komşuya karşı
görüntüsünü cilalama
işinin önemini unut-
mayahm. Kargo uça-
ğ^ndan Yeşilköy güm-
rüğüne indiğinden
beri, bilgisayann bir yeni fonksiyonu da budur.
Sözümona uzmanlık alanının en temel yapıtlanndan ha-
bersiz, ama ABD üniversite kampuslanndan bilmem han-
gisinde altı ayhk stajının sonunda, büimini artık çağdaş
yöntemlerle yapmaya karar vermiş bilim adamı: Üzüntüsü,
kendisinin anlaşılamamış olması. Tesellisi, zaman zaman
kurcaladığı bilgisayar tuşlan... "Ulan elin gâvuru ne güzel de
becermiş!.."
Kırk >ıhn mühendisi "Baba" bile, bir türlü gözlerine gi-
remediği bu yeni takımın beğenisini kazanmak için yanına
bilgisayarlı iktisatçılar aldı. Mutfaktaki yangını bilgisayarla
söndürmeye karar verdi. Yetmedi, bir de kısa kollu gömle-
ğjyle bilgisayar ekranının karşısına geçip fotoğrafını çektir-
di.
Efendim çağ atlayan Türkiye'de bütün bunlar gerekhdir.
Sanayileştiğimizi, bilgi toplumu olduğumuzu nasıl göste-
receğiz? Elbette bir zamanlar olduğu gibi on beş-yirmi
olümlü maden kazalanyla değil, bilgisayarlann gölgesinde
iki yüzden az olmayan ölümlü kazalarla...
Atlanmış çağımız, milletimize ve memleketimize hayırh,
uğurlu olsun.
OKURLARDAN
Türkiye'nin tanıtımı
Geçen günlerde uluslararası
turizmcilerin Türkiye'de
yaptıklan toplantıdan, her
tanıtım malzemesinde, film-
video çeşitlerinde
Türkiye'nin tanıtılmasında
kimlik sorunu olduğu
meydana çıkmaktadır.
Tlırizm Bakanlığı ve
Dışişleri Bakanlığı
birbirleriyle Tttrkiye kimliği
hakkında bir fikir birliğine
varıp bunu kamuya
açmamaktadırlar. Tanıtma
sorunu yüklenmiş olan
Türizm Bakanlığı, geçmiş
yıllarda hiçbir faahyet
^östermemiştir. 1980
yıhndan itibaren Türkiye
her alanda yara alacak
tanıtım eksileriyle
geçirmiştir. Tanıtım sadece
turizm alanında
düşünülmemelidir. Bugün
Türkiye kendisini
bankacılık, deniz
taşımacüığı, finans
kurumlan, dış ticaret
alanında da had safhada
hissettinnektedir, Türkiye,
ekonomik potansiyelini
tamtmak dummundadır ki
mevcut ticaret ağım
geliştirsin. Askeri gücünü
tanıtımda kuUanmalıdır ki
açık ve insan haklanna
saygılı bir ordusu olduğunu
kabul ettirebilsin; mevcut
askeri gücünü dünyaya
duyurabilmekte rakamsal
düzeyde değil, kalite
yönünden tanıtabibin.
Bütün bunlann
oluşabilmesi için global
bakışla Türkiye'nin
konumunu, durumunu ve
avantajlannı tespit etmek
gerekmektedir. Nedir
Türkiye'nin avantajlan?
lanıtımda kuUamlacak
öncelikler nelerdir? Türkiye,
öncelikle tatil ve dinlenme
alanında kendisini
anlatmalıdır. Hiç kimse
önce tarihi yerleri gezip
sonra tatil yapamaz.
Günümüz insanı, öncelikle
kendine yönelik tatil imajı
yaratan bölgeleri tercih
etmektedir. Bunlar da kent
kültürünü yansıtan
günümüz tatil anlayışına
uygun aktivitelerdir.
örneklemek gerekirse
Türkiye bir sörf cennetidir.
Sörf konusunda çok büyük
avantajlara sahiptir. Yat
turizmi açısından en iyi
yatırımlara sahiptir.
Tanıtımda öncelik
tanınmalıdır. Tatil
avantajlan sunmamız,
bunlan öncelikle
belirtmemiz gerekmektedir.
TUrizm sirketleri
yayımladıklan katalogJarla,
yayınlarla devletten destek
görmelidir. Kâğjt teşviki,
baskı, çckim yardımlan
gibi... Aynı zamanda tüm
yayınlar tanıtım
standartlanna uygun olma
kojullarına sahip olmalıdır.
Türkiye kendisini tarih
bazında en son olarak
takdim etmelidir. Cami,
medrese, dini içerikü
Osmanh dönemini yansıtan
simgeler tamtunda çok az
yer almalıdır. Kanuni
dönemi, Osmanlılar dönemi
tanmmlan spesifîk
tanıtımlardır. Türkiye,
öncelikle spesifîk
tanıtunlan; sörf, yatçılık,
treking, kayak, doğal hayat
geziieri ekolojik
tanıtımlarda basanh
örnekler vermelidir.
Modern imkânlara sahip
olduğunu ispatlamalıdır.
Türkiye kesiniikle otantik
görüntüler, dansöz, lokum, '
siş kebap, kılıç kalkan
ekibi, cami görüntülerinden
kurtuhnalıdır. Asla ve asla
modern çiftetelli müziği
eşliğinde devlet balesi
sanatçılannı
oynattırmamahdır. Dönerci,
şerbetçi eşliğinde kelimenin
tam anlamıyla çağın
eşiğindedir. Hem siyasal,
hem ekonomik değişimler
yaşamak zorundadır. Bu
değişimi tanıtım politikalan
bu tabana oturtulmalıdır,
çünkü çağımız akıl ve
pozitif düşünme çağıdır.
Tanıtım aynı
zamanda ekonomiyi
hareketlendirecek bir
çabadır. Tabam girdilere ve
pazara ürün sunmayan
tamtımlarla vakit
geçirilmemelidir. Türkiye
hiçbir şekilde tarih, yemek,
davul zurna, folklor, ayı
oynatma ile yabancılan
karşılamamalıdır. Hayvan
eziyetlerinin yapıldığı ve
çevre ekolojik düzeni
bozucu turizm yatırımlanna ,
kesiniikle fırsat '"*
verilmemelidir. Son söz
olarak Türkiye ilk beş yuz-
günde ilan edemediği
kimliği bir an evvel
açıklamalıdır. Bunlar da
elle tutulan gözle görülen
eserler olmalıdır.
KADİRKIR