26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 14 CUMHURİYET GORUŞLER 7MART1992 CUMARTESİ KARŞILAŞMALAR ADALET AĞAOĞLU Yüz Yılhk Tiyatro B u satırlan 2 mart gecesi Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nda sergilenen Bir Tuikumm Yüzyıh gös- terisini izledikten hemen sonra yazryorum. Tiyatro denen büyülü dünyanın üstüme düşen ışığı solma- dan... Salon uklım tıkhm. Türk tiyatrosunun tam içinde, yanında, yöresinde, hatta karşı kıyısında olanlar; hepsi: Yönetmenler, oyuncular, yazarlar, eleştirmenler, dekorcu, ışıkçi. kostümcü, müzikçiler; eğitenler, eğitilenler; idareci- ler, yer göstericiler; seyirciler... Tiyatro sanatının olması için olmazsa olmaz ne kadar kimse varsa, ne kadar şey; boya, tahta, spot, kumaş; hepsi, hem yukanda sahnede, hem bu- rada, salondadır. Yüz yıl için. Muhsin Ertuğrul'un yüz yıh için, onun tiyatromuza yaydığı ışıktan az ya da çok aydınlık alanlar; onunla birlikte çok sahne tozu yutmuş bulunanlar. Ona kızanlar, ona tapanlar... Oysa, ne öflce, ne tapınış: Muhsin Ertuğrul tiyatroyu önemsediği kadar, şarabı da önemsemiştir. Şehir Tiyat- rosu'ndaki ünlü masasının başından kalkıp Akdeniz'in gü- neşine uzanmayı da. O masa, hep karanlık bir köşededir ve yüzyıl gecesinde, ne güzel, neredeyse başroldeydi. Bir Tutkunun Yûzyılı. Bilemiyorum, tiyatrolanmızda sahneyle salonun, oynayanlarla izleyenlerin, gösterenlerle görenlerin bu kadar kaynaştığı bir başka gösteri daha var rruydı? Var, evet. Yine Muhsin Ertuğrul'un 60. Sanat Yılı'- na saygı gecesi. Bu edebiyatta olmaz, tiyatroda olur. Yanıl- satna ve yansılama gibi iki başrolün birlikte soluk alıp ver- diği yerde. (Geçen kjş, Ses Tiyatrosu gecesi gibi...) • Bir anışın başlangıç gecesi ise yine de 60., 70. sanat yıllan- na oranla çok daha farklı bir havayla yüklü. Bu fark, tutku- nun ışığtnı çevresine, kendinden sonra gelenlere de bulaştı- np gidenin, bu sefer artık cismiyle aramızda bulunmayışı- dan ileri geliyor. Anılar bizi çoğaltır. Gideni de. ölümün belki tek iyi yaıu. Görülmemiş, bilinmemiş her şey bilinir olun unutulanlar anımsanır. Son yıllannda birinize gönder- diği bir mektuptan şu satırlan, örnekse: "...ödenekli tiyat- rolar bir memur kavrarrunın çıkmazı içindeler; sanat heye- canı, tiyatro sevgisinden çok, katsayı sözcüğü hüküm sürü- yor. Piyes, rol gibi şeyler tiyatronun dışına kovulmuş. Istek- siz, duygusuz tiyatro zoraki oluyor..." (29 Kasım 1974). Besbelli, "olmuyor," denmek istenmiştir, Fakat, Bir Tutkunun Yüzyılı gösterisi, salt Muhsin Hoca'- yı yalana çıkararak sevindirrnek için sanki: "Oluyor ho- cam, oldu!" denmek üzere düzenlenmiştir. Artık her şey kuliste, sahne gerisinde kakruştır. Çünkü bu gece de perdeyi 'Perdeci' açıyor. (Erol Keskin'i, tıpkı onun o sırt hareketiyle perdenin ipini çekerken görmeljsiniz! İşte sanat: Gözleyen de gözlenendir.) Tiyatro adamımız Muhsin Ertuğrul'un Yüzüncü Yaş- günü'nü anma programı bütün bir yıh kapsayacak. llk gös- terinin evsahipliği Istanbul Büyükşehir Belediye Başkan- lığı'nda. Ama Hoca'nın yetiştirdiği, yetiştirdiklerinin de ye- tiştirdiği bütün sanatçılann katkılanyla. (Şehir Tiyatrolan'- na çok emeği geçenlerden, sensiz, ince; bence tıpkı hocası gjbi, az laf, çok iş diyenlerden Engin Uludağ, örnekse... Sahnede görünmeseler de onun gibi nice perde gerisi emek- çisi...) Eğer Bir Tutkunun Yüzyılı Muhsin Ertuğrul kişiliğini, onun gerçeğine en yakın biçimde yakalayarak yansıtacak- sa, burada tiyatro adamının büroİcrasiyle, belediyelerle ça- tışmasının da gündeme gelmesi kaçınılmazdı. Geldi de. Birinci bölümün sonunda. murn alevlerinden 'yapılma' bir doğum günü 'pastası', sahnenin önünde yükseliyor. Ti- yatromuzun bugüne gelişinde katkısı olan her sanatçının, herkesin simgesi birer mumun bir arada parladığı alevden pasta. Tiyatro için yanarak eriyen, eridikçe alevi yükselen birçok mumun ışığı. Gösterinin o anında sahneyle salonun nasıl bütünleştiğini, dünle şimdinin nasıl bir araya geldiğini, elinizle havaya dokunsanız, duyabilirdiniz. Anma pfoğramı, bugün tiyatromuzu temsil eden çeşitli kuruluşlann üyelerinden bir İcurul tarafından hazırlanmış- tır. Sanat hayatımızda böyle 'koalisyonlara' pek rastlan- maz. Ama yüz yılının yaşanmtş seksen yedi yılından en az yetmişini tiyatroya adarruş Muhsin Ertuğrul, şimdi sanki bu sanatın yirmi beşinci saatini de haürlatıyordu: Tiyatro, hırsın-özverinin, dostluğun-düşmanlığın, azlığın ve çoklu- ğun, gölgenin-karanlığın, sessizliğin ve sesin, gösterişin de alçakgönüllülüğün de tabii asıl, aşkın ve nefretin uyum için- de bir araya geldiği çoksesli bir bestedir. Birkaç repliklik Kınar Hanım rolüne, kendi sesiyle, tonuyla çtkan Yıldız Kenter i düşünün... Muhsin ErtuğruTu yüzüncü doğum gününde anma, bir anlamda Türk tiyatrosunun da yüzyıhnı kutlama olmakta- dır. Çünkü, Bir Tutkunun Yüzyıifyla da görüldüğü gibi, Muhsin Ertuğrul'u o Muhsin Ertuğrul yapan mum da aynı 'pastanın' içine yerleştirilmiş, orada yerini almıştır. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET Üniversite ve Ozerklik Babında...CAHtTTANYOL T ürkiye'nin gündeminden çık- mayan bazı sorunlar var. Her dönemde yinelenir. Bunlann başında; demokrasi, laiklik, din ve vicdan özgürlüğü, anayasa ve de ozerklik..: özerk kurumlar olmayınca demokrasi olmaz deniyor, bu doğru. Fakat bütün bu ayn ayn doğrular bir araya gelince büyük bir yanlış ortaya çı- kıyor. Bütün bu kurumlar işlemez hale geliyor. Haydi baştan yine tartışma, ah- kâm kesme ve çözümsüzlük... Bunlann başında şimdi güncel olan üniversite so- runlan ve üniversite özerkliği. Bir de bunlara neredeyse köylere kadar üni- versite kurma rekabeti eklenecek. Oy avcılığı için siyasi partiler ilçeleri vilayet yapma seferberlığıne girerse her köyde üniversite yadırganacak şey değil. . Osmanh döneminde her vakıf kurulu- şunun yanında bir medrese açmak gele- neği vardı. Medreseler asker kaçaklan- nın sığınağı, asalaklann bannağı oldu. Halk bunlan besieyemeyince, bu med- rese softalan dağlara çıktı, eşkıya ordu- lan kurdu, köyleri şehirleri bastı, kadın- lan kızlan dağlara kaldırdı, devlet bun- lann üzerine ordu gönderdi, Anadolu'- daki medreseleri kapattı. "Softa isyan- lan" olarak tarihe geçen bu olaylar zin- cirininyanında "Celâliisyanlan" masum kahr. Bir de Istanbul'daki medreselere (bu- günkü anlamda üniversite) bakalım. Cevdet Paşa, "Tarihi Cevdet" adlı yapı- tmın birinci cildinde Osmanh Impara- torluğu'nun yıkılışında llmiyye (üniver- site) ve Seyfiyye (ordu) sınıfının büyük bir suçu olduğunu uzun uzadıya anlatır. Cevdet Paşa 600 yılhk bir tarih serüveni- nin dramatik öyküsünü eleştirirken dev- leti omuzlayan bu iki kuvvetin, sonra- dan onu içten içe bir kurt gibi nasıl ke- mirdiğini gözler önüne sermek ister. Onun düşüncesini ve tarih felsefesini dikkatle inceleyenler - lci büyük ölçüde tbn Haldun'dan esinlenmiştir - Cevdet Paşa'da devlet bilincinin somut bir inanç haline geldiğini görürler. Ve Mit- hat Paşa'run yargılanmasında aleyhte tanıkkk yapmasını kınayanlar, Cevdet Paşa'run "Devletten yana" tutumunu Sultan Abdülhamit'ten yana olarak yo- rumlamışlardır. FERRUHDOĞAN Bir devlet hangi kuvvetlere dayanı- yorsa yine o kuvvetler tarafından yıkılır. Medrese, Batı'da oluşan çağdaş bili- me kapılannı kapadığı için kendj içinde çürüdü. Oradan vaktiyle bir Ortaçağ medresesi olan bir Sorbonne, bir Ox- ford doğmadı. Bu çürümüşlüğün boşlu- ğunu rüşvet, dalavere, kişisel tutku ve dalkavukluk doldurdu. Bu virüs, med- resenin Darülfünun'a, Darülfünun'un üniversiteye ve üniversite özerkh'ğine, özerkhğin YÖK'e dönüşmesinde tek de- ğişmeyen öğe oldu. Cevdet Paşa - ki kendisi de medreseli idi - Osmanh medreselerindeki bu çö- küntüyü Koçi Bey'in IV. Murat'a verdi- ği ünlü 'iayıha'dan (rapor) şöyle aktan- yor: "Medreseler, bilimden başka her tür- lü fitne ve fesadın kaynağı idi. Devlet ri- calinin ve müderrislerin en yeteneksiz ve işe yaramaz çocuklan müderris olurdu. Sayüan her gün biraz daha artanniteliksizve sulandınlmış üniversitelere ozerklik verilecek olursa olay bizi Osmanh medreselerinin içine düşmüş olduğu çıkmaza goturur. Bilimdeki akademik unvanlann alın- ması fukara çocuklan için geçerli bir ku- raldı. Bunlar 'beşik ulemasf adı verilen icazetli devlet çocuklannın yerine ders verir ve ücretlerini onlardan ahrlardı. Gerçi medreselerde de asistanhk (müla- zemet), doçentlik (danişmentlik), dok- torluk (mollalık) gibi akademik aşa- malar vardı. Kişizadelerin çocuklan için bu rütbeler arka arkaya verilirdi ki med- rese dilinde buna 'tafra' (atlama, sıçra- ma) denirdi. Sakal ve bıyıklann çıkması, bilimsel yeteneğin ve akademik aşama- lann birer belgesi sayıhrdı. Kişizadelerin çocuklan çoğaldıkça medreselerin sayısı da arttı!" Koçi Bey layihasında, medreselerin bozulmasıyla alimle cahilin tanınmaz olduğunu, halk arasında ulemanın (bil- ginler) değer ve itibannın kalmadığını, adalet mekanizmasının da bozulduğu- nu, kadılıklann, naipliğin, kazazkerlik- lerin para ile satıldığını sert bir dille an- latır. Koçi Bey'in IV. Murat'a verdiği layihadan bu yana, gerek ordu ve gerek- se medreselerde bir yığın düzeltmeler oldu. Her iki kurum da sonradan kaldınldı ve yerlerine çağdaş okullar ve üniversiteler açıldı. Fakat hastahk de- vam etti. Demek ki bizdeki kurum ve kuruluşlarda iyinin değil, kötünün diya- lektiği sürüpgidiyor. . Şimdi herkesin ağzında, "Üniversite özerkhği" var. Ozerkhk gelince çeşme- lerden oluk oluk bilim akacak, bilim adamlan özgürlüklere boğulacak, siyasi, partilerde görev alacak, politikanın se- viyesi yükseletek, gerçek bihm adamlan yetişecek; cek, cek... Bunlann hepsine 1946 Üniversite Muhtariyeti Kanunu ile olanak sağlandı. Bu kanunun başın- da Merhum Sıddık Sami Onar'ın bir ra- poru var. Bu raporda eski Darülfü- nun'u eleştirirken şunu söylüyor: "Oldukça geniş ıhni ve idari muhtari- yete (ozerklik) malik olan Darülfiinun, genç öğretim elemanlannın yetiştirihne- sinde başan gösterememiş, ihni yaymlar yapamamış, öğrencileri bir üniversite zihniyetiyle haarlayamamış, rektör, de- kan vesaire gibi kendi seçtiği organlann seçimini birer siyasi ihtiras ve şahsiyet meselesine sokarak öğretim üyeleri ara- sındaki samimi ahengi ve işbirliğini boz- muş ve nihayet müesscseyi işleyemez ve belki de içinden düzeltilemez bir hale ge- tirmiştir." Işin hüzün verici yanı - şerrin diyalektiği işlediği için olacak - merhum Sıddık Samı Onar'ın eski "Darüfünun Muhtariyeti" için yapmış olduğu bu eleşüriler, daha da şiddetıni arttırarak bizzat kendisinin rektörlüğü zamanında yeniden hortlatılmış ve üniversite or- ganlan, bir takım sorumsuz kliklerin eli- ne geçmiş, öğretim üyelerinin akademik geleceği klik şeflerinin emir ve iradeleri- ne terk edimiştir. Hele şimdi sayılan her gün biraz daha artan niteliksiz ve su- landınlmış üniversitelere ozerklik verile- cek olursa olay bizi Osmanlı medresele- rinin içine düşmüş olduğu çıkmaza gö- türür. Üstelik ufukta ne Koçi Bey gibi bilge ve yiğit kişinin görüntüsü var ne de ne de rüşvet ve hırsızlıklara kılıç çeken bir IV. Murat... CEMÎLOKTAY 1962: Kruçef, Stalin'i eleştirdi Sovyel Başbakanı Nikita Kruçef, Sovyeiler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesindedün okuduğu raporda. Malcnkof vc Stalin'in. tanm politikalannı şiddetlc tenkid etmiştir. Sovyct Başbakanı özetleşöyledemiştir: "Bizim buğdaya vediğer tanm ürünlerine ihtiyacımız var, yoksa buğday mcselcsinin hallcdildığini gösteren hileli istatistiklerc değil." Kruçef. bu konuşmasında 1952yılında 19uncuparti kongrcsinde Matenkof un buğday meselesinin halledilmiş olduğunu bildirdiğini. oysa ki. ekmeğin o zaman buğday unundan başka unlarlayapıldığını hatırlatmıştır. TARİHTE BUGÜN MVMTAZARIKAN | N'ıepce SSK'nın Prim Alacakları H. AVNİ YAZia Türk - îş Sosyaî Güvenlik Uzmam ÖNCÜ FOTOGRAFCI 1*45 'TE BU6ÜN, FOTOĞGAFÇfLfĞtM FRANSA'DA DOĞMUŞTU. YfLLAG SÜGEN ÇALfŞ- M#L4/Ç SOM/A/0/1, *B2Z 'O£ IİK GoGÜHrt/rÜ SAPTAYAN NiePCE, Y£Nİ giR T£KNİK VE SA- VÜRLERr £TK/C£- , <SfO£- tĞl BU TEKA/İĞ/ Ç , f 8 6 P SŞ ELP£ £Tâ4ffTİ. PANA SON- &ALA&, AYNI KOMU0A ÇAUŞAM LOU/S PAGUEGAe rL£ İŞBİ&-İĞİ rAPAN UiEPC£, ARA$rtfiMALA/tWt S osyal Sigortalar Kanunu'na bir geçici madde eklenmtjine dair kanun tasansı, TBMM Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonu'nda 27.2.1992 günü görüşülerek kabul edil- miştir. Tasanyı yasalaştırma çabşma- lannın çok kısa sürede gerçekleştirilece- ği de tasanda yer alan kademelı ödeme tarihlerinden anlaşıhnaktadır. Tasan, kamu iktisadi teşebbüsleri ve kuruluşlan ile belediyeler haricindeki iş- verenler ile topluluk sigortası ve isteğe bağh sigortaya devam edenlerin, 21.12. 1991 tarihi itibanyla vaki prim borçlan- nın asljnı ödemeleri halinde, ödeme ta- rihlerine göre ve kademeli olarak gecik- me zamlan ve faizlerinin affını öngör- mektedir. 506 sayıh Sosyal Sigortalar Kanunu'- nun 80. maddesi işverenleri, çalıştırdığı sigortahlann primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden hesapla- nan prim tutarlannı işçilerinin ücretle- rinden kesmek ve kendısine ait prim tu- tarlannı da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar kuruma öde- mekle mükellef kıbnıştır. Primlerin bu sürede ödenmemesi ha- linde ödenmeyen kısmına, ödeme süre- sinin bittiği tarihten başlayarak Amme Alacaklannın Tahsil Usulü Hakkında Kanun'da (6183 sayıh) belirtilen gecik- me zammının uygulanmasını da gerekli kılmıştır. Bu zam oranı, 1.6.1988 tarihinde yıl- hk yüzde 90, 1.1.1989 tarihinde yılhk yüzde 96 ve 1.1.1990 tarihinden itibaren de yüzde 84'tür. Btfçlann affa uğraması Kurumun muhasebe sistemi ve idari tasarruflanna göre gecikme zamnun- dan ileri gelen alacaklannın muayyen bir tarih itibanyla tespiti mümkün değil- dir. Kurum; gecikme zamlannı, muac- cel prim alacağını kanuni takibe verir- ken, kanuni takibe intikal tarihi itibany- la bir de tahsilat anında hesaplamakta- dır. Kanuni takibe intikal etmeyen prim alacaklanna tekabül eden gecikme zam- lanndan doğan alacaklann kesin olarak tespiti mümkün değildir. rTMMM H n |WWİMCaKllr 506 sayüı kanunun 81. maddesi, ku- rumca işverene yapılacak bildiriye rağ- men prim borçlan ve para cezalannın ödenmemesi halinde kurumca düzenle- nen belgeleri resmi dairelerin usulüne göre verdikleri belgeier hükmünde ka- bul etmektedir. Kamu kurum ve kuruluşlan ve belediyelerin prim ve gecikme zamnundan ileri gelen borçlarını zamanında ödemeleri, hem özel sektöre örnek olacak ve hem de SSK'yı darboğazlardan kurtaracaktır. Yine icra ve iflas dairelerince de resmi belgeier gibi işleme tabi tutulmalan ge- rekmektedir. Kurum prim alacaklannın tahsilinde taksitle ve çekle tahsil, yapılan tahsilatın önce prim alacağına mahsubu suretiyle gecikme zammı tahakkukunu önleme gibi kolaylıklar göstermekte ve fakat muaccel hale gelen prim alacaklannı za- manında kanuni takibe veremediği gibi kanuni takibe verdiklerini de icra daire- leri nezdinde zamanında takip etme- mektedir. Yine taksite bağladığı alacak- lannın taksit şartlanna göre ödenmesi hususunu da takipte acze düşmektedir. Bu olumsuzluklann en büyük nedeni üst ve orta kademe yöneticilerinin tayin- lerine ve personel poütikalanna hâkim olan kayırmacıhk sistemidir. Maalesef yeni hükümetin de bu uygulamalara de- vam edecegi ilk tasamıflanndan anlaşıl- maktadır. Bilindiği üzere 3395 sayıb kanunla 506 sayıh kanunda yapılan değişiklikle her türlü inşaat, tamirat, tadilat, tesisat ve benzeri işlere uygulanan yüzde 70 mukayese sistemi kaldınlmış ve Kuru- mun işveren bildirimlerini takibe yara- yan otokontrol sistemi de kaldınlmış ve işverenler Kurum'a bildirimlerinde ser- best bırakıhnışlardır. Neticede maliyetin veya ihale bedeli- nin yüzde 1 ve 2'si oranındaki işçilik bil- dirimleri ile dosyalann kapatılmasi sağ- lanmış ve dolayısıyla kurumun prim ta- hakkuklan azaltılmıştır. İşverenlere tanınan serbestçe bildi- rimde bulunma, ödeme kolaylıklan ve diğer ayncalıklı yasal düzenlemelere rağmen bugünkü sonuç düşündürücü- dür. KMM kırmitii n MMiysierfı bopçJan Son olarak 277 ve 323 sayıh KHK'da da işverenlere bu yönde kolaylıklar sağ- lanmış ve fakat prim bildirgelerine isti- naden tahakkuk eden prim borçlanna ait gecikme zamlan affedilmemiş, sade- ce 2 yıl süreyle ertelenmiştir. Tasan ile tanınan kademeli af yetkisi bu iktidann uygulamalannın ANAP hükümetinden daha hızh olacağını göstermektedir. Kurum, emeklilerine ayda 2 trilyon 200 milyar TL ayhk ödemekte ve bu miktardavamh artış göstermektedir. Bu ödemeler çağdaş sosyal güvenliği sağla- yacak miktarlarda değil, sefalet ücreti- nin karsılığı bir yardım mahiyetindedir. Buna rağmen kurum, ödemelerini ya- parken zorlanmaktadır. Kamu kurum ve kuruluşlan ve bele- diyelerîn, prim ve gecikme zamnundan ileri gelen borçlannı zamanında ödeme- leri, hem özel sektöre örnek olacak ve hem de darboğazlardan kurtaracaktır. Bilgfcayar Ne İşe Yarar? B aşından öğrendiğimize göre (Cumhuriyet, 5 Mart 1992), Zonguldak faciasını -aslında düpedüz katli- am ya-, bilgisayarlar yirmi beş dakika öncesınden haber vermiştir. Demek oluyor ki en azından so- rumluluk bilgisayann değil. Ne var ki ocağa bilgisa- yar yerleştirihniş olrnası da bir işe yaramamış oluyor. Oysa, her şey gibi bilgisayarlar da bir işe yaradıklan için kullanı- lan teİcnoloji ürünleridirler. Tabii bu kural, beyinle ve yü- rekle yaşayan toplumlar için geçerli. Yoksa, bizim gibi iş- kembesiyle yaşayan tulumbao toplumlarda bilgisayann iş- levi de değişir. Pekiyi, bilgisayann dünya âlem bilinen işlevine bizde ne gibi bir değişiklik getirilmiş olabihr? öncelikle bilgisayar, resmi ve gayri resmi zevatm etrafa hava atmasma yarayan bir teknoloji ürünüdür. Basının yağdanlık kaiemlerinin bir zamanlar yazdıklanna bir bakın. Büyük iktisatçı, çağ atlatma şampiyonu bihnem ki- min, Türkiye'nin hesaplarını nasıl bilgisayarının ekranın- dan izlediğini okursunuz. Eee, şort, püro, Ingüızce sözcük- ler yetmiyoj», bir de bilgisayar ekranı gerek. İşini aslında bal gibi Resmi Gazete'de yayunlanan ka- rarnamelerle çözen, servetini o yoldan yapan işadanu, ken- disinin bilgisayar ekranı önünde teşhirini görünce, manken veya assohst metresiyle ulaşamadığı tatmine ulaşır. O, bu teşhirden sonra artık iktisadiyata bakkal defterini bile çok gören, Danvin'in türlerin evrimini gözlerken izine rastlaya- madığı yaratık değil, çağın pazanna üyehk için bekleyen çağdaş bir işadamıdır. Reklamcı öyle istedi diye, gözlüğünü yalnızca çerçeve olarak kullanan siyaset adamıyla VIP sa- lonlannda foto muhabirlerine poz vermesi de bundandır. Çağın teknolojisine ve — L_X. -*-• Bilgitoplumu olduğumuzu nasıl göstereceğiz? Elbette bir zamanlar olduğu gibi on beş-yirmi ölümlii maden kazalanyla değil, bilgisayarların gölgesinde iki yüzden az olmayanölümlü kazalarla... beğenisine uygun imaj sergilemek... Tarzanca öğrenilen kolejlerin giriş sı- navlanna çocuğunu en iyi biçimde hazırla- maya kararlı, artık bir süredir de "çekirdek- leşmiş" çağdaş ailenin konu komşuya karşı görüntüsünü cilalama işinin önemini unut- mayahm. Kargo uça- ğ^ndan Yeşilköy güm- rüğüne indiğinden beri, bilgisayann bir yeni fonksiyonu da budur. Sözümona uzmanlık alanının en temel yapıtlanndan ha- bersiz, ama ABD üniversite kampuslanndan bilmem han- gisinde altı ayhk stajının sonunda, büimini artık çağdaş yöntemlerle yapmaya karar vermiş bilim adamı: Üzüntüsü, kendisinin anlaşılamamış olması. Tesellisi, zaman zaman kurcaladığı bilgisayar tuşlan... "Ulan elin gâvuru ne güzel de becermiş!.." Kırk >ıhn mühendisi "Baba" bile, bir türlü gözlerine gi- remediği bu yeni takımın beğenisini kazanmak için yanına bilgisayarlı iktisatçılar aldı. Mutfaktaki yangını bilgisayarla söndürmeye karar verdi. Yetmedi, bir de kısa kollu gömle- ğjyle bilgisayar ekranının karşısına geçip fotoğrafını çektir- di. Efendim çağ atlayan Türkiye'de bütün bunlar gerekhdir. Sanayileştiğimizi, bilgi toplumu olduğumuzu nasıl göste- receğiz? Elbette bir zamanlar olduğu gibi on beş-yirmi olümlü maden kazalanyla değil, bilgisayarlann gölgesinde iki yüzden az olmayan ölümlü kazalarla... Atlanmış çağımız, milletimize ve memleketimize hayırh, uğurlu olsun. OKURLARDAN Türkiye'nin tanıtımı Geçen günlerde uluslararası turizmcilerin Türkiye'de yaptıklan toplantıdan, her tanıtım malzemesinde, film- video çeşitlerinde Türkiye'nin tanıtılmasında kimlik sorunu olduğu meydana çıkmaktadır. Tlırizm Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı birbirleriyle Tttrkiye kimliği hakkında bir fikir birliğine varıp bunu kamuya açmamaktadırlar. Tanıtma sorunu yüklenmiş olan Türizm Bakanlığı, geçmiş yıllarda hiçbir faahyet ^östermemiştir. 1980 yıhndan itibaren Türkiye her alanda yara alacak tanıtım eksileriyle geçirmiştir. Tanıtım sadece turizm alanında düşünülmemelidir. Bugün Türkiye kendisini bankacılık, deniz taşımacüığı, finans kurumlan, dış ticaret alanında da had safhada hissettinnektedir, Türkiye, ekonomik potansiyelini tamtmak dummundadır ki mevcut ticaret ağım geliştirsin. Askeri gücünü tanıtımda kuUanmalıdır ki açık ve insan haklanna saygılı bir ordusu olduğunu kabul ettirebilsin; mevcut askeri gücünü dünyaya duyurabilmekte rakamsal düzeyde değil, kalite yönünden tanıtabibin. Bütün bunlann oluşabilmesi için global bakışla Türkiye'nin konumunu, durumunu ve avantajlannı tespit etmek gerekmektedir. Nedir Türkiye'nin avantajlan? lanıtımda kuUamlacak öncelikler nelerdir? Türkiye, öncelikle tatil ve dinlenme alanında kendisini anlatmalıdır. Hiç kimse önce tarihi yerleri gezip sonra tatil yapamaz. Günümüz insanı, öncelikle kendine yönelik tatil imajı yaratan bölgeleri tercih etmektedir. Bunlar da kent kültürünü yansıtan günümüz tatil anlayışına uygun aktivitelerdir. örneklemek gerekirse Türkiye bir sörf cennetidir. Sörf konusunda çok büyük avantajlara sahiptir. Yat turizmi açısından en iyi yatırımlara sahiptir. Tanıtımda öncelik tanınmalıdır. Tatil avantajlan sunmamız, bunlan öncelikle belirtmemiz gerekmektedir. TUrizm sirketleri yayımladıklan katalogJarla, yayınlarla devletten destek görmelidir. Kâğjt teşviki, baskı, çckim yardımlan gibi... Aynı zamanda tüm yayınlar tanıtım standartlanna uygun olma kojullarına sahip olmalıdır. Türkiye kendisini tarih bazında en son olarak takdim etmelidir. Cami, medrese, dini içerikü Osmanh dönemini yansıtan simgeler tamtunda çok az yer almalıdır. Kanuni dönemi, Osmanlılar dönemi tanmmlan spesifîk tanıtımlardır. Türkiye, öncelikle spesifîk tanıtunlan; sörf, yatçılık, treking, kayak, doğal hayat geziieri ekolojik tanıtımlarda basanh örnekler vermelidir. Modern imkânlara sahip olduğunu ispatlamalıdır. Türkiye kesiniikle otantik görüntüler, dansöz, lokum, ' siş kebap, kılıç kalkan ekibi, cami görüntülerinden kurtuhnalıdır. Asla ve asla modern çiftetelli müziği eşliğinde devlet balesi sanatçılannı oynattırmamahdır. Dönerci, şerbetçi eşliğinde kelimenin tam anlamıyla çağın eşiğindedir. Hem siyasal, hem ekonomik değişimler yaşamak zorundadır. Bu değişimi tanıtım politikalan bu tabana oturtulmalıdır, çünkü çağımız akıl ve pozitif düşünme çağıdır. Tanıtım aynı zamanda ekonomiyi hareketlendirecek bir çabadır. Tabam girdilere ve pazara ürün sunmayan tamtımlarla vakit geçirilmemelidir. Türkiye hiçbir şekilde tarih, yemek, davul zurna, folklor, ayı oynatma ile yabancılan karşılamamalıdır. Hayvan eziyetlerinin yapıldığı ve çevre ekolojik düzeni bozucu turizm yatırımlanna , kesiniikle fırsat '"* verilmemelidir. Son söz olarak Türkiye ilk beş yuz- günde ilan edemediği kimliği bir an evvel açıklamalıdır. Bunlar da elle tutulan gözle görülen eserler olmalıdır. KADİRKIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle