04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 4 Cumhuriyet DÜŞ ÎŞLERİ BÜLTENİ NAZLI ERAY Kadının Dört Hayvam S evgili okurlanm, geçen gün sevgili Melih Aşık'ın sütununda nefıs bir Kanada fıkrası gözüme çarptı. Buraya aynen alıyorum: "Her kadın yaşamında dört hayvana ihtiyaç du- yar: 1. Sırtında bir mink. 2. Garajında Jaguar. 3. Yatağında kaplan. 4. Ve bütün masraflan ödeyecek bir eşek..." Bu eşsiz fıkra iie bağlantılı olarak sütunumun bu hafta- ki konuğu, Sayın Fikret Otyam'ın çok sevdiğiın tablo- sundaki Satı Kadın. Satı Kadın, sırtında bebeği ile sütunuma geldi. Çay ser- visi yapıldı. *Satı Kadın, sütunuma hoşgeldiniz. Şöyle rahat otu- run. Sekreter, çocuğu sırtınızdan alsın. Nasıl sizin oralar? Kış çok sert geçiyor bu yıl. Tezek stokunuz var mıydı ba- ri?' 'Hoşbulduk bacım. Sorma, kış etraft kavu- ruyor. Bırakamadım da bu en küçüğü sırtımda buralara getirdim. Te- zek stoku bitmek üze- re... Bakalım ne yapa- ;ağız? Allah yardımcımız "Sırtında bir bebe. Ahırında bir öküz. Yatağında bir horoz. Ve sadece anıran, hiç para vermeyen bir eşek..." Dİsun. Ekinler donacak diye korkuyorum. Çoban Arif'e ha- ber saldık. Artık, damdan, duvardan, nereden bulursa biraz tezek getirecek. Kutna tarhana yapıp, erişte kesiyordu. Oteki vocuklan ona bıraktım.' *Ya, demek bir de kuma var.' 'Var ya. Neyse, yardımcı oluyor. Başka türlü işlerin al- tından kalkamıyorum anam. Bu sırtımdaki emzikli. Her yanımı da romatizma sardı. Yere eğilirken gıcırdıyorum vallahi.' 'Vah, vah; geçmiş olsun. Satı Kadın, ünlü bir tablosu- nuz. Kadını, Türk kadınını, Anadolu kadınını temsil edi- yorsunuz.' 'Sağolun.' 'Şimdi bir Kanada fıkrası var. 'Kadın' için yazılmış. Onu duydunuz mu?' 'Duymadım. Neymiş?..' 'Durun, satır saür söyleyeyim de bakalım size uyuyor mu?' 'Buyur söyle.' 'Her kadın yaşamında dört hayvana ihtiyaç duyar' di- yor. 'Doğru, duyar.' 'Bunlardan biri, sırtında bir mink...' 'Valla benim sırtımda bu bebe var işte.' . 'Pekiyi, 'garajında Jaguar'...' 'Yani ahırda öküz demek istiyor... Var. Ahırda öküz var.' 'Yatağında kaplan...' 'Kaplan değil, horoz. Horoz benimki yatağımda. An- larsın ya, biner iner.' 'Ve Satı Kadın, 'Bütün masraflan ödeyecek bir eşek...' Var mı bu eşek de?' Bir an düşündü. 'Eşek çok, ama hiçbiri masraflan ödemiyor. Allah al- lah, ben hiç masraf ödeyen, cebinden para çıkartan bir eşeğe rastlamadım bizim oralarda... Ne biçim eşekmiş bu? Paralı zahir... Biz cahiliz. Paralısı ile tanışmadık.' 'Sağol Satı Kadın. Beni ve okurlanmı çok iyi aydmlat- tın.' Şimdi fıkrayı senin için şöyle değiştiriyorum: "Sırtında bir bebe. Ahınnda bir öküz. Yatağında bir horoz. Ve sadece anıran, hiç para vermeyen bir eşek..." 'Oldu mu?' 'Şimdi oldu' dedi Satı Kadın. Sevgili okurlanm, şu anda Kanada fıkrasını Türkiye- boyutlanna indirmiş bulunuyorum. Satı Kadın'ı yolcu ettim. Haftaya görüşmek üzere... 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Verem aşısı İngiliz gazeteleri şu şayani dikkat haberi veriyorlar: "Isviçrelı mütehassıs M.HeuryShahlingeryirmı beş senedenberi veremin tedavısiiçin bulmağa çalıştığı usulü şimdiye kadar gizli tutuyordu. Mumaileyh kânunısaninm yirmi dokuzuncu günü Ingıltere'nın en maruf tıbbî ve fennî müesseselerine gönderdiği bır mektubunda esrarengız tedavi usulünü ifşa ederek bazı malûmat vermiştir. Mumaileyh hem insanlan, hem de hayvanlan vereme karşı vikaye edecek bir aşının istihzar usulünü keşfettiğini iddia etmiştir. istanbut'un iyi su mssatoal halledilmiştir Sıhhatlm ^tL. kftrufnak lllodan j ^ K V l«tly»n- VE GAZOZU TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN SARUO'NUN İLK FİLMİ.. İ9f4'7£ BliGÜN, ŞAKLO'HUN İLK PİLMI "MAKIN6 A L/VtV6*YYAÇAM KAV6ASİ) SİNEMAIAROA GÖS- TERİLMEYE BAŞLAHDI. CMARLES CHAPLIN, KARNO TtYATKO 7OPLULUGU İLE AMEZlKA'DA TURNEPEYK&l, KBYSVDNE FİLM ŞİGKETlN- OEN BİR ÖNE&ALMfŞTI: KOMEPYEN OlA- RAK FÎLMLE&M0E OYNAMASl İSTENİ- " YO&DU. OLUMLU YANIT VE/ZEN CMAPLIN, ÎLK FlLMlNOE ÇOK ACEMİLİK ÇEKMÎŞTÎ., HENRY LEHfZAAAN'tN HEM OYNAVlP HEM YO- NETT/Ğİ(EN SOLPAKJ^) F-İLMPE, KENO/SİNÎ BİR İNGİLİZ LD&DU OLARAK. TAHiTtP ÇSV&ESİMİ PO- LANCVBAN BİR. AÇlKGÖZÜ OYNUVORDU. /B CfM&SS CHAPUfJ (StLİNDifl ŞAPKALİ), HENÜ2. İMIM "ŞAZLJy TİPİNPENQ* A G D A') UZA/Cri ' görüşler Guguktepe'deki Petrol Toplaımsı ProİF. Dr. STEFANOS YERASİMOS Paris Üniversitesi Öğretim Üyesi 2 Şubat 1992 Y er "Castel Gandolfo". Roma yöresinde, Albano gölüne ba- kan bir sırtta Papa'nın yazhk sarayının bulunduğu köy. ENI (Ente Nazionale de Idrocarburi), yani "ttalya Devlet Petrol Şirketi" bu köydeki Montecucco (Guguktepe) villasını konferans merkezi haline ge- tirmiş, seminerler düzenliyor. Geçen yılın sonunda, 21 ve 22 aralık günleri, seçim sonrası Türkiye'ye aynlmıştı. Neden bu konunun seçildiği, başlı başına ilginç. Geçen eylül ayında Azerbaycan başbakanı daha Türki- ye'ye gelmeden Roma'yı ziyaret etmiş, Azerbaycan'da petrol araştırması ko- nusu ve bu ülkenin köhne petrol tesis- lerinin modernleştirilmesi konuşul- muştu. ttalya'nın Kafkasya ile ilgisi yeni de- ğil. 1919 yılı başlannda, orayı işgal eden Ingiltere, askerini geri çekmek zorunda kalınca, bölgeyi, ekonomisini denetim altına alabileceği bir ülke ola- rak, ttalya'ya devretmek istemişti. ttalya'nın o tarihteki Orlando Sonni- no Hükümeti, öneriyi büyük bir se- vinçle kabul etmiş, işgali devralmak için hazırlıklara başlamıştı. Ancak, 1919 Haziranı'nda işbaşına gelen Nenni Hükümeti soruna daha serin- kanlı bakarak Kafkasya gibi bir bata- ğa saplanmaktan çekinmiş ve sonun- da tngjliz, önerisini geri çevirmişti. Böylece Ingilizler geri çekilirken, Bol- şeviklerle Anadolu Milli Hareketi arasında kalan üç Kafkas cumhuriye- tinin Sovyetleşmesine yol açmıştı. Bugün Italyanlar daha temkinli dav- ranarak Kafkasya'ya Türkiye'nin aracılığıyla yaklaşmaya çalışıyor. Aynı zamanda böyle bir girişime Tür- kiye, Avrupa standartlanyla düşük maaşlı teknik kadrolar da sağlayacak. Eylül ayında bir ENI heyeti Türkiye'- ye gelerek ilk temaslan kurmuş. ENI, Türkiye'nin yabancısı değil, Irak'dan gelen petrol borusunu döşemiş, Aliağa rafınerisinde katkıda bulunuyor. An- cak bu arada İtalya'da "Türkiye uz- manlan" eksikliği farkediliyor. Mus- soloni zamanında "Oriente Moder- no" dergisini çıkaran ekip artık yok ve Napoli'dekı Doğu Enstitüsü'nün araştırmacılan daha çok 15. yüzyılla ilgililer. Bu durumda ENI, Hamburg'- daki "Deutsche-Orient" Enstitüsün- den bir seminer düzenlemesini istıyor. Enstitü de bu konudaki deneyiyle Al- manya'dan, Türkiye'den, İngiltere'- den, günümüzün Türkiye'si için kafa yoran kişilerden, en seçkin bir grubu Guguktepe villasında topluyor. Burada yapılan konuşma ve tartı- şmalann herhalde hiçbiri îtalyan göz- lemcilerini ilgisiz bırakmamıştır. An- cak bu iki günde, görüşmelerin içten- likli ve hiç bir zaman gergin olmayan havasına rağmen, en çok göze çarpan durum Türk ve Alman görüşlerini bir- birlerinden giderek uzaklaşması ve bu çatışmada İngiliz araştırmacılann ge- nellikle Türk tarafına yakın ol- masıydı. Verilen programda ilk dikkati çeken şey, tartışmaya en açık konulann Al- man konuşmacılara verilmesiydi. Kürt sorunu, insan haklan, Türkiye- AT ilişkileri, Türkiye-Kafkasya ih'şki- leri ve ötesi gibi. Türk tarafı özellikle seçim sonuç- lannı ve partilerin davranışlannı işli- yordu, Ingilizler ise daha çok genel bir politik değerlendirme yapacaklardı. Bir devletlerarası hukuk uzmanı ta- rafından okunan insan haklan konu- sundaki bildiri daha çok teknik düzey- de kalmasına rağmen tartışma hemen, Almanya'nın özellikle birkaç aydan beri Türkiye'ye karşı bu konuda açı- klamaya çalışmalannı Türk tarafı do- yurucu bulmadı. "Helsinki Protoko- lünde Avrupa sinirlerinin değişmez ol- duğunun belirtilmesine rağmen neden Almanya Slovenya ve Hırvatistan'ı tanımaya direniyor?" sorusunu da Al- man tarafı, Helsinki Protokolü'nün bağlayıcı olmadığı gerekçesiyle geçiş- tirdi. ttalya Devlet Petrol şirketi, Deutsche-Orient enstitüsünün aracılığıyla, günümüz Türkiyesi için kafa yoranlan bir araya getirdiğinde, Guguktepe villası, ilginç tartışmalara sahne oldu. Tartışma, beklenildiği gibi, Kürt so- runu ile alevlendı. Alman konuşmacı iki noktaya parmak basıyordu. Birin- cisi, geçen haber, "Provide comfort" operasyonuyla "Irak Kürdistan"ına gönderilen askeri birlikler bir ülkenin iç işlerine müdahale ilkesini de getiri- yordu. Bu müdahale sürecektı. Batı dünyası Kürtlerin ezilmesine izin ver- meyecekti ve bu sav "Türkiye Kürdis- tan"ı içinde geçerli idi. Ikincisi, PKK, Ortadoğu'daki FKÖ'den (Filistin Kurtuluş Örgütü^ sonra en önemli ku- ruluştu. FKO de yıllarca terörizme da- yanan bir politika izlemesine rağmen dünyada kendini kabul ettirmiş, bölge sorunlannın çözülmesi doğrultusun- da kaçınılmaz bir muhatap olmuştu. Onunla bir masaya oturmayı Israillli- ler bile kabul etmek üzereydiler. tlerisi için çok önemli iki ipucu ve- ren bu konuşmaya ilk tepki tngilizler'- den geldi. PKK, FKÖ ile karşılaştın- lamazdı. tngilizlerin arkasından, Türk ta- rafının itirazlan yükseldi. önce "Tür- kiye Kürdistanı" terimi eleştirildi, hangi verilerden hareket edilerek böy- le bir bölgenin tanırru yapılabilirdi? Alman yanıtı bütün bu itirazlann doğru olabileceği, ancak Kürt bilinci- nin hızla oluşmakta olduğu doğrultu- sunda; yani bugün kabul edilmek ıs- tenmeyenler yann, olaylann zorlan- masıyla kabul edilme durumuna gele- bilirdi. Toplantılara resmi yetkisi olan kim- se katılmıyordu, hemen herkes birbiri- ni tanıyordu ve ilişkiler sürekli olarak sıcaktı. Ancak herkese ayn ayn ve toplu olarak şu soruyu sormak gerekli oldu: "Türkiye ile Almanya'nın bir- kaç aydan beri alıp veremedikleri ney- di?" N önce, yanıtlar yüzeysel kaldı: Tur- gut özal, Almanlan gücendirmişti ya da Hans Dietrich Genscher Türkleri örgütlerin güçlü olmasıyla, kamu oyu- nu ve dolayısıyla hükümeti etkiledik- lerinden, Almanya'daki Türklerin oluşturduğu tepkiden bahsedildi. Almanya'nın Avusturya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerini AT'ye almak için Türkiye'yi uzak tutmak istemesi ya da Kürt sorunundan dolayı siyasi sığınmacılann artmasından kork- ması, birer neden oluştursa da, ilişkile- rin soğuması için yeterli görünmüyor. Kısaçası, villasında bulunanlann hiç biri bu soruya mantıV.lı bir yanıt bulamadı. Birimiz, Almanya ile Türkiye'nin Balkanlar'da ya da Orta Asya'da re- kabette olabileceklerini ima edince, İngiliz araştırmacılarından bin, mille- tine özgü sağduyusuyla, "Non sense" (saçma) diye tepki gösterdi. Ancak acaba bugün Yugoslavya'da, Ukray- na'da, Kafkasya'da olup bitenlerin mantıkla, sağduğuyla doğnıdan ilgisi var mıdır?" SELÇUKDEMÎREL î : i (I s l 1 î • i ı j ?. i iI • : i : i i i 1 ! jl • I i j ii İİ! H ? ! * i ] \ ,,, t i | r i i 1 i : 1 i * i t j j İ | i s i f| i i?!* • il i î i * 1 ı hı İi ! 1 1. Sı i ! iJ I i t i | 1 ! ? ; i '- \\ !' Ü ]İ «|| i • f :j| . u ; 922 m 2502195? " 195« 55:0 Türk Şeiiircjliğinde Reform Gerekli Prof. Dr. MEHMET ÇUBUK Dünya Şehircilik Günü Daimi Komitesi2. Başkanı K ırsal toplumdan sanayi top lumuna geçişin yarattığı di- namiğin en önemli öğesi kırdan kente göçtür. Böyle bir "dinamik" kendiliğinden bir den- geye kavuşamaz. Egemen oluna- madığı takdirde de insanlar ve faali- yetler hazırlıksız olarak bazı önemli yerler ve rezerv alanlarda plansız, alt- yapısız ve olumsuz koşullarda yığılı- şır, yerleşir ve önemli çevresel, kentsel ve yaşamsal sorunlar ortaya koyarlar, tıpkı bugün kentlerimizde olduğu gibi. Bunun çözümü, bir taraftan kentlerde araziye ait dengeli bir strüktürasyon politikasınm izlenmesi, diğer taraftan ulusal ölçekten yerele kadar inen vası- talar yaratılmasıdır. Bütün bunlar da bir eylemin gerçekleştirilmesine bağh- dır. Elbette bu eyleme konut, ulaşım, sanayileşme ve koruma politikalan gi- bi ve diğer etkenlerin de katkıda bu- lunması gerekmektedir. da çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi ge- tirecek, uygulanabilır bır statuyu kurum- sal olarak sunamamaktadırlar. Yapılan araştırmalarda ortaya kon- muştur ki dünyada olduğu gibi önemli değişim ve gelişmeler yaşanan ülke- mizde de ülkesel, bölgesel ve yerel öl- çeklerdeki mekânsal organizasyonlar- da mevcut ve geleneksel biçimler, araçlar artık yeterli olamamakta ve ülke bütününde ülkesel düzenleme ve kentsel büyümeden doğan sorunlan çözememekte, Türk şehirciliğinde ve kentsel gelışmelerde, ulke koşuliarın- Toplumsal dinamiklerle Imar Yasa- sı tutarlı ve karşılıklı ilişki içinde değil- dir. Aksine İmar Yasası'nın imar ey- lemlerini yönlendirmenin (!) ötesinde büyük çizgide şehircilik eylemlerini yönlendirecek nitelikte ve yapıda bu- lunmadığı görülmektedir. Sık sık çücartılan ve af getiren yasa- lar, kentlerimizin mülkiyet sistemini alt üst etmiş, anayasanın kamu yaran ve eşitlik ilkelerini zedelemiştir. Bu ya- salarla ilçe belediyelerine ıslah imar planı yapma yetkileri verilmiş ve kent- lerdeki çarpık oluşumlar, ıslah adına ve belgelerle yasallaştmlmıştır. Bu planlar kentlerin nazım planla- nnı alt üst etmişlerdir. Keza yasalarla kent topraklan dağı- tılmış ve kentsel arsaya dönüşen arazi bedelleriyle ilgili hiçbir yasal düzenle- me de yapılmamıştır. Oysa böyle bir yasal olanakla, çar- pık yapılaşma ve gayri sıhhi yetersiz altyapıdaki yenilecek kesimlerde, sıh- hileştirme ve yenileme olayı başlatıla- bilir, yönetimi ve tekniği geliştirilebilir ve gerekli mali araçlar yaratılabilir, ülkede ortaya çıkan önemli birikim ve deneyimlerden yararlamlabilirdi. Ne yazık ki bunlar şehircilikle ilgili olarak değerlendirilememiş, yaşanan planla- ma süreci de kısıtlanmıştır. Çağdaş ve prospektif yaklaşımla ya- salar ele alınmalı iken ve yasalann ger- çek yasa koyucular tarafından ve uzun ciddi çalışmalarla ülke çıkarlannı gö- zetecek tarzda hazırlanması gerekir- ken, birkaç ihtisas dışı komisyon ve basın çevrelerine dönük gruplar ya da kişilerce hazırlanmış, dolayısıyla ger- çek çağdaş ve prospektif yaklaşım yöntemleri uygulanamamıştır. Unutmamak gerekir ki şehircilik karmaşık bir oyundur. Ve oyunun ak- törlerinin, taraflannın, araçlannm ve hedeflerinin çok iyi tanımlanması ge- rekmektedir. Bugün şehircilik gibi karmaşık bir oyunun oynanabümesi için de ciddi bir şehircilik reformu gündeme gelmektedir. Sonuç olarak, denilebilir ki; ülkede yaşanan yapısal değişim sürecinde Türk şehırciliğine ve Türk şehircilik mevzuatına ciddi ve yeni bir yaklaşım zorunlu olmaktadır. Yeni yaptınm ve müdahale biçimiyle ülke bütünündeki temel kaynaklan ve doğayı dikkate alarak ülke insanının yaşamı için dü- zenli bir kentsel gelişmenin sağlan- ması gerekmektedir. Bu gelişme beşeri çevreyi korumayı amaçlayan, arazi kullanmada rehber olan yasal statü- nün ve Türk şehirciliğinin kurumsal sistemiriîn oluşturulmasını gündeme getirmektedir. HAFTAYA BAKIŞ AHMET TANER KIŞLALI NasriSosyalDemokrat Parti nunur? N asıl ki "Ben ressamım" demekle ressam olun- mazsa; "Ben sosyal demokratım" demekle de bir parti sosyal demokrat olmaz! Hatta "Ben partiyim" demekle de siyasal parti olunmaz! Bunun ilk ve temel koşuluşudur: Toplumsal taban, örgüt yapısı ve ideoloji arasındaki tutarlılık. Her partinin belirli bir hedef kitlesi vardır. Çıkarlannı ve düşüncelerini temsil etmek istediği; sorunlanna çö- züm bulmayı iddia ettiği; desteği ile iktidara ulaşmayı düşündüğü bir kitle. Bu kitleyi olabildiğince geniş tutmak, iktidara ulaşma şansını arttınr. Ama bu kitle, ancak çıkarlan birbirleri ile bağdaşabılenlerden oluşur. Ister kol ıster kafa emeği ile geçinsinler, sosyal demok- rat ya da demokratik sol partilerin doğal tabanı çalışan- lardır. Partinin yapısı, toplumsal tabanını yansıtmalıdır. Ça- lışan toplum kesimlerine dayalı bir partinin, örgütünde de emekçiler ağırhk taşımahdır. Ve ideoloji, o toplumsal tabanın sorunlannın çözümü- ne öncelik tanımalıdır. Sosyal demokrat ideoloji, geri kalmış bir ülkede, sade- ce pastayı hakça paylaştırrnakla yetinemez; aynı zaman- da pastayı büyütebilmelidir. * * * Çalışan toplum kesimleri, gelir düzeyi yüksek bir kesit oluşturmazlar. Onlara dayalı olan partiler de ancak on- binlerce üyenin küçük ödentileriyle ayakta dururlar. Sosyal demokrat parti üyesi olmanın ilk koşulu, az, ama düzenli bir ödenti vermektir. Eşraftan 3-5 kişinin cüzdanlan ile sağa bir partinin ör- gütü kurulabılir, ama sosyal demokrat bir parti kurula- maz! "Ben kurdum, oldu" derseniz; kurduğunuz şeyin sosyal demokratlıkla ilgisi bulunmadığını -günün birin- de- üzülerek anlarsınız.. - « - ^ ^ ^ ^ ^ _ _ Sol bir partinin örgü- tünde görev alanlar, par- tinin ideolojisini iyi bil- mek, parti programını ve tüzüğünü de içeren ciddi bir eğitimden geçmiş ol- mak zorundadırlar. Çözûmlerinizi, kitlelere inandırıcı. bir biçimde ; iletemiyorsanız.. Seçimleri kazansanız Sol bir partide, parti içi n e y a z a r kaybetsenİZ egıtımden geçmemış, be- J ,' W . J . „ „ lirli bir bilinç düzeyine ne OeğlŞir/!! ulaşmamış olanlar, belli " ™ " ^ - ^ - ^ — — . düzeylerdeki görevlere aday olamamalıdır. önemli olan, bilinçli üyedir! Tartışan, ama demokratik süreçlerle oluşan kararlara saygılı, disiplinli üyedir. Böyle 20-30 bin üye, -bir kısmı "naylon" olan- yüz bin- lerce üyeden çok daha anlamlı ve önemlidir. O üyelerin seçtiği, parti içi eğitimden geçmiş kişilerden oluşacak örgüt yönetimlerini düşünün! Oyle delegeler- den oluşacak kurultaylan düşünün!.. «, • /*•,. i * * * - • • * ' - ' - " • ' # • ' ! Toplumsal tabanınızın kimlerden oluştuğunu, kimler- den oluşması gerektiğini net bir biçimde biliyor musu- nuz? O tabanın sorunlannı ve geleceğe dönük özlemlerini doğru bir biçimde saptadınız mı? O gereksinmeleri karşılayacak çözümleri oluşturdunuz mu? Ve o çözümleri, kitlelere "etkili" bir biçimde aktarabi- liyor musunuz? Bu dört soruya da olumlu yanıt verebilen bir partinin başansızlığı söz konusu olamaz! Ama siz, "Gelsin de kim olursa olsun" demişseniz.. Üyeleri, sadece birilerinin bir yerlere gelebilmesi için kul- lanılacak aracılar olarak görmüşseniz.. Partiyi bir millet- vekili fabrikası gibi algılamışsanız... Ve çözûmlerinizi, kitlelere inandıncı bir biçimde ilete- miyorsanız... Seçimleri kazansanız ne yazar, kaybetseniz ne deği- şir?ü OKURLARDAN Yazarak + okuyarak yaşamak • Şöyle bir not düşmüşüm defterime: "Halkın, söylemek istediklerini yazar söylediği zaman, onu tutuklamak, "halkı" tutuklamaktır." Bir kaç sayfa sonra da şu söz var; "tster yazın, ister yazmayın amma kesinlikle okuyun. Ancak okuyarak yaşayanlar, yaşama doyarlar." Toplumlan, toplum yapanlardır yazarlar. Onlann "fikir üretim yeteneğinin zenginlikleri" gezegenin insancıl, sosya| yapısının temellerini oluşturur. Çok iyi yaalarçıkıyor basında. Üç-beş gazete alıp okumak zor. Çok zor da değil. Isternirse... Ogüzelim köşe yazılannı okumamayı düşünemiyorum. Keşkeo yazılar toplanıp bır kitap halınde de yayınlansa... Sizi okumamaya cağıranlara inat, okuyun. Once Cumhuriyet gazetesi için, sonra da Milliyet için yapıldı buçağn. Kendilerine göre haklı yönleri olabilir. Fikir üretip, değişik ve daha anlamlı bir yol bulunabilirdi. Zaten, okuma kişiliğini bulamamış bir toplumda böyle bir "çağn" nasıl yapılır? İnat için okuyun. Siz de "okumamayı" boykot edin ve okuyun. Okumadığınız gün "doya doya yaşamış" olamazsınız. Haydi, haydi "okumaya" M.METÎN SERİNKA YA İstanbui Eğitimve öğretim Atalanmız "ağaç yaş ıken eğilir" demişlerdir. Eğitim küçük yaşlarda başlamalıdır. Oysa bizde büyükler, çocuklan, gençleri eğiteceklerine öğüt vererek nutuk çekerek kafalannı şişirirler. Gereksiz bilgilerle beyinlerini doldunırlar, test sınavlanyla bilgilerini "ölçüp" hüküm verirler. Okullarda eğıtıme değil; bılgiye, not almaya, sınıf geçmeye, sınıf değiştırmeye önem verilir. Eğitsel kollar göstermeliktir. Rehberlik testlerle geçiştirilir. Sorunlar ortaya çıkanlsa bile çözüm yolu bulunmaz, aranmaz... Oysa eğitsel kollara haftada birkaç saat aynlmah, uygulamalar yapılmalı, eğitsel kollarda canla başla çalışmayan öğrenciler bir üst sınıfa geçirilmemeli, her hafta bir eğitsel kol topluluk önünde bir program yapmah, öğrencilere konuşma, tartışma, araştınna, inceleme eğitimi verilmelidir. Kültür, edebiyat, temsil, folklor gibi eğitsel kollarda çalışan, ders dışında çahşmalaryapan öğretmenlere spor kolu rehber öğretmenlen gibi egzersiz ücreti ödemeli. bu tür çabalar terfi ve atamalarda etkili olmalıdır. Eğitımsiz öğretim, eğitimsiz toplum kördür, topaldır. Ağır aksak gidişimizden, çağdaş uygarlığa bır türlü ayak uyduramayışımızdan da belli değil mi? ERHANTIĞLI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle