04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 Cumhuriyet pazar yazıları 2 Şubat1992 Uzlaşmaz çelişkfler MANÎLA Manila'daki yerleşim bölgeleri, var- hklılar ile yoksullar arasındaki uzlaş- maz çelişkilerin en çarpıcı örneğini veren bir görünüm sergiliyor. Ülke nü- fusunun çok küçük bir dilimını ıçeren varlıklı kesim, kentin muhtelif yerleri- ne dağılmış "village" denilen yerleşim bölgelerinde mesken tutmakla. Kalın duvarlar ile dışandan izole olmuş bu küçük adacıklann hemen dışında ise Manila'nın gerçek yüzü, sokak yaşamı başlıyor. Her iki yaşam tarzı arasında- ki çelışkıyi, farklıhğı zihinlerde canlan- dırabilmek için insanın hayal gücünü fazlasıyla zorlaması gerekecek. Village bölgelerinde, eşine az rastla- nır bir çevre dizaynı veçılgınca yeşillik- ler içinde serpilmiş viilalar bir mimari şaheser görünümünde. Çevre temizlik görevlileri, simsiyah yollara bir tek yaprağın bile düşmesine izin vermiyor- lar. Bu bölgelere girebılmek için duvar- lann kapısında bekleyen cop, tabanca ve tüfeklerle donanmış "guard" deni- len bekçilere kimliğinizi göstermek ve sempatilerini kazanmak zorundasınız. Duvarlann dışında başlayan ikinci ya- şam ise neredeyse tüm Manila'yı kap- sayan bir yayıhmla, homojenize bir yoksulluk, sefalet görüntüsü sergili- yor. Tren raylannın, çamurlu derelerin hemen luyısında birbirlerine yapış ya- pış yaslanmış teneke bannaklar, biraz daha eve benzeyen birkaç katlı binalar ve raylann, yollann üzerlerinde ölüm oyunlan oynayan çocuklar... Her iki yaşamı birbırlerinden ayıran duvarlar ve guardlar, bu sıcak kentte sevimsiz bir soğukluk estiriyor. özel firmalarca finanse edilen kentin yegâne koruma görevlilen guardlar, yalnızca village kapılannda olmayıp, restoran, pub, eczane gibî her türlü ti- cari binanın gırişinde AUah'ın emriy- mişçesine bekleyerek, sokak yaşamına karşı bir zırhlaama sağhyorlar. Sanayi, endûstnyel ve tanmsal üreti- min minımum oluşu, tüketim maddele- rinin büyûk çoğunluğunun ithal olarak arza sunuluşu, ülkedeki bu yaygın yok- sulluğu ilk elden açıklamaya yetiyor. Küçük ve orta düzey işletmeciliğin ne- redeyse bulunmadığı Manila'da tüm ticaret dınamığı üç beş şirket tekelinde dönüyor. Ekonomilerindeki bu yerli üretim tembellığinı entelektüel alanda da görmek zor değil. Yerli dilleri "Ta- galogca"nın ne denli yetersiz, sığ oluşu bunun en çarpıcı örneği. Halkın eşit yaygınlıkta kullandığı Tagalogca ve ıngilızce, tek başlanna kullanıldıkla- nnda dertlerini anlatmaya ancak yete- biliyor. TV'de ciddi bir konuşmaa, Tagalogca başlayıp, Ingiüzce bitirebi- liyor konuşmasını. Umut balıkçısı Aleksey ve yeni RıısyaAleksey ile Moskova Nehri'nin orta- sında tanıştık. Otelimin restoranından izliyordurn kendisini. Kaskatı donmuş nehirde sivri bir çubukla delik açmış, sonra oltasını çıkanp berabennde getir- diği tabureye oturmuş ve balık tutmaya koyulmuştu. Küçük köpeği de yanınday- dı. Yanm saat kadar izledim. Fakat ba- şanlı görünmüyordu. Sonunda yanına gitmeye karar verdim. Bomboş nehirde birinin kendisine doğ- ru geldiğini görünce şaşırdı. Kırk yaşla- nndaydı. Kendisini selamladım ve deliği işaret ederek "Haraşo?" (lyi gidiyor mu?) diye sordum. Kafasını sallayarak "Nyet" (Hayır) dedi. Jsmımi söyledim; o da kendisini tanıttı. Kötü bir tngüizceyle, nereden geldiğimı sordu. "Turtsi." dedim. Güldü: "Turtsi... Ha- raşo, haraşo... Istanbul. Da?" Bozuk lngilizce ve Rusçasıyla bir süre konuştuk. Sonra dayanamadım ve sor- dum: "Yeltsin Haraşo?" Biraz düşünür gibi oldu ve yanılladı: "Niznayu" (Bilmi- yorum). Gorbaçov'u sordum. Bu kez daha net bir yanıt geldi: "Komünist! Gorbaçov komünist!" Aleksey yine biraz düşündü ve birden celallendi. "Yeltsin komünist! Da komünist!" Başını sallayarak Rusça bir şeyler ekle- di. Yakaladıgım tek kelime, "Nipanima- yu" oldu. Yani, "Anlamıyorum". Nedense bu kelime Moskova'da son zamanlarda çok duyuluyor. Moskova halkı zor bir kış geçiriyor. Başta yiyecek olmak üzere her türlü tü- ketim maddesinde yokluk çekiliyor. Dükkânlar bomboş. Herkesin elinde yi- ne de ihtiyaten bir torba. "Bir şeyler bu- luruz da atanz" diye. Rusya'nın 'güçlü adamı', Boris Nikolayeviç Yeltsin'in, "li- beralleşiyoruz" diye fiyatlan serbest bı- rakmak için kışın ortasını seçmesi, 'üstün dehâ' örneği sayılıyor. Açıkçası, Yeltsin'- in bu günlerde Moskova'da popüler bir isim olduğu söylenemez. Kendisi de bunu anlamış olmalı ki Rus lekvizyonu sık sık ağustos darbesine ait görüntüler veriyor. Halkın şikâyetlerine orantılı olarak hortlatılan görüntüler "tekrar bunlan mı istiyorsunuz" dercesi- ne Stalin dönemine kadar uzanabiliyor. MOSKOVA SEMİH İDİZ Ancak halk bunlara da doymuş. Bu ne- denle, Yeltsin'in son günlerde sık sık or- tadan kaybolmasını bu gelişmelere bağ- layan az değil. Rus gençligine gelince... Biraz rap mü- ziği, biraz kumar, uyuşturucunun da yol- da olduğu söyleniyor. Ashnda Rus kül- türünde ideolojinın ölümüyle doğan boşluğu dolduracak hümanist değerler fazlasıyla var. Ama komünizm diye bu- raya yerleştirilen sistem, insanlan aşın maddiyatçıhğa itmiş. Gençlerin şu anda tek istedikleri, Batı'nın 'çüdet' değerin- deki pop kültürü... Buradaki taklitçilik ise Türkıye'dekini 'öz kültür' gibi göste- riyor. Tabii, Rus kültürüne ve geriye yöneli- şin hiç olmadığım söylemek de yanlış. 'Ana Rusya', her zamanki gibi kendini hissettiriyor. Kaldı ki çok derin bir kül- tür söz konusu. Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin, Prokofîev, Kokoçka, Chagall, Ayzenştayn ve niceleri... Hepsi bu kültü- rün ürünü. Ama bu kültür korkunç Ivan, Çar Nikola ve Rasputinieri de dogur- muş... Rasputin derken, dikkat çekici bir di- ğer gözlem akla geliyor. O da ayınlerde kiliselerin dolup taşması. Rusya'da din ile milliyetçiliği ayıran çizgi hep ince ol- muştur. Bu arada 'Pamyatlar'ın sempati- zanlannın sürekli arttığı da söyleniyor. "Onlar da kim" diye soracak olursaruz, yarutlaması kolay: 'özellikle Yahudi ve Türk düşmanı olan ırkçı, aşın milliyetçi ve Ortodoks Rus Neofaşistleri' Pamyat- lar'ın halen 'marjinal' olduklan beürtili- yor. Ancak mevcut ortamın kendileri için çok verimli olduğu da gizlenmiyor. Dönüp dolaşıp, Moskova Nehri'nin ortasında 'umut balıkçısı' Aleksey'in ya- nına geliyoruz. Zaten Moskova'da bu koşullarda yapacak fazla bir şey de yok. Evet, Arbat Sokağı var. Ama o kadar ya- aldı, cizildı ve görüntülendi ki bir özelliği kalmadı. Kaldı ki bu mevsimde de ölü. Sırf "kaldırılmadan görelim" diye Kızıl Meydan'a gidip Lenin'in mumyalannuş ölüsünü görmek de 'grotesk' geliyor. Bolşoy Balesi, Moskova senfonisi, bazı sergiler var. Ama programımız buna el vermiyor. Kaldı ki repertuar da genelde klasik. Virtüöz üreünesi açısından, Mos- kova kuşkusuz halen önemli bir kent. Ama deneysel sanatta bir Paris veya New York'un çekiciliğini taşımıyor. Var olan- lar da ülkeyi hızla terkediyor... Sonunda Aleksey ile delikten balık çık- masını bekliyoruz. ara sıra cebinden çı- kardığı ve votka olduğunu iddia ettiği şeyi yudumluyoruz. Berbat bir şey, ama iyi geliyor gibi... Köpek ise çoktan uyu- muş. Nasıl düşler görüyorsa, garip sesler çıkanyor. Aleksey'in şu balığı yakalama- sım çok istiyonım. Yakalarsa sanki bü- tün Moskova doyacak. Ben de otelimin restoranına dönüp dolarla satın aldığım taze kivi tatlımı suçluluk duymadan yiye- ceğim. Nasıl Leain'in mozoksi Sovyet Moskova'sının simgesi ise St. Basil Katedrali de Çariık Moskova'sımn Dııvar'ın ağırlığıBerlin için "Duvar kalktı, ama hâlâ gö- rünmez bir duvar var" diye yazmak mo- da şimdi. Berlin'i yazarken, kalksa da kalkmasa da duvardan söz etmemekse abes. Berlin'de duvann kalküğı Bergama Müzesi'nin önünde Rus askerlerinden devşirdikleri ucuz Rus saatlerini satan Türk gençleriyle ünlü Aleksanderplatz'- daki seyyar Türk dönercilerinden belli. Doğu Berlin'deki sokaklannda ışıl ışıl şık mağazalar da duvann kalktığının göster- gesi. Doğu Berlin caddelerinde eskiden Trabi marka otomobıllerden kaynakla- nan yanık yağ kokusu ise artık hafıfle- miş. Trabiler şimdi kitsch; oyuncak Trabiler Berlin duvanndan parçalar gibi hediyelik eşya niyetine satılıyor. Duvar kalkmış olsa da varlığını zaman zamarvağırlaşan hafıf bir his olarak sür- dürüyor. O 'görünmez duvar', banüyö trenlerinin eski sının her geçişinde, yolcu bileşiminde ani değişiklikler meydana ge- liyor. Banüyö treni ne zaman eski Doğu Berlin'in son durağı olan Friedrichst- rasse'den Lehrter Stadbahnhof a geçse, yolculann giyimı kadar davranışlan ve dışandaki renkler de degişiyor. Do*u Berlinli, Batı'ya hâlâ turist gibi geçiyor, Batılı ise doğuya hiç gecmiyor. Batı Berlinli, şimdj seçkinlik hissini yi- tırmenin acısını yaşıyor. Tünel kazıp ka- çanlann, kurşun yağmuru altında nehri yüzerek Batı'ya geçenlerin, kısacası ca- sus romanlanna taş çıkartacak kaçış öykülerinin egzotik cazıbesi yok artık Berlin'in üzerinde. Hangı yöne gidilirse gidilsin duvara çarpmanın verdiği hapse- dilmişlik hissiyle vecit, 'Batı'nın gözbe- beği olma' halet-i ruhiyesi, yerinı eskiden Berlin'in göz kamaştıncı cazibesinden göninmeyen gri binalannın donuk gün- delikliğine bırakmış yerini. Seçkinliğini FERRUH YILMAZ yitıren Batı Berlinli daha önce şampan- yalarla kutladığı birleşmeye, şimdi ver- yansın ediyor. Buna bir de birleşmeyle fırlayan fıyatlar, kiralann yükselmesi, Berlinli olanlara verilen Berlinlilik maa- şının kalkması gibi oldukça somut dayat- malar eklenince, Berlinliler, Berlinli olmanın dayanılmaz cazibesinden, Ber- linli olmanın dayanılmaz ağırlığına gecişi yaşamaya başlamışlar. Oysa Berlin'i Ber- lin yapan kültür ve gece yaşamı, vargü- cüyle sürüyor hâlâ. Berlin'den söz ederken nasıl duvardan söz etmemek abes ise Berlin'i Berlin ya- pan Türkiyeli göçmenlerden söz etme- mek de mümkün değil. Berlin'deki 120 bin kişilik Türk kolonisinin kendi içinde yarattığı toplumsal ağı hissetmek için Berlin'in Türkce yayın yapan ve Rambo'yu aratmayacaİc vurdulu-kırdılı Hınt fılmleriyle dolu yerel kablolu tele- vizyonu TD-1 'in normal program uzun- luğundaki reklamlannı izlemek yeterli. Berlin'de, Türk olarak hiç Almanca ko- nuşmadan, hiçbir Almanla doğru-dürüst ilişki kurmaya kalkışmadan, üstelik her işinizı hallederek yıllarca yaşayabilir, ca- mınızı camcı Hayri'den taktırabilir, oto- nuzun lastigini lastikçi Haydar'a ısmar- layıp, köşedeki Türk kasabından gönül rahatlığıyla helal kesim kuzu kıyması alabilirsiniz. Soluk soluğa özgür yaşam özgür olmalı bir şehir. Çıkmaz sokak- lar olmamalı yani; bir duvar çıkmaya ansı- zın karşına. Bir gö- zaltı duygusu yönlen- dirmemeli adımlan- nı. Bir yerlerde bitmemeli özgürlük. Bir şehirde polis de olmalı elbette; bir yer sormak için ya da süs olsun çocuklara. Madrid, özgür bir şehir. Ve çılgın. Daha çok gençlerden gefîyor çılgınlığı. Gençler "can" verir bir şehre. Moto- siklet denilen aygıtlannı nasıl uçurabildiklerine şaşanm hep. Zamanın önünde yaşama tutkusu cennete gönderir her gün birisini. Bilmem kaç desi- oel ile gürültüde Avrupa'nın birinci şehridir Madrid; bir te- laş, koşuşturmaca. Durur, so- rarun: Nereye böyle Madrid, soluk soluğa? Polis, ambulans sirenleri, hep bir şeylerin oldu- ğu işareüdir. Yaşamı duyarsı- nız. Bir yılda 900 yürüyüş-gös- teri olmuş Madrid'de. Madrid yürür, konuşur. Polis, süs ıçindir Madrid'de. Yazı maki- nesine benzer sapkalanyla hoş bir görünümleri vardır; ço- cuklar annelerine polisleri gösterip "Aa, anne bak, polis amca başına yazı makinesi takmış!" derler. Polisin öteki adı "yazı makinesi"dir zaten. Madrid sokaklannda, mey- danlarda parklarda onbin genç şınngalanır, esrar ceker güpegündüz. Kanşmaz polis. Ispanya'da yasak değil uyuş- turucu kullanmak. Bir de Ho- landa'da serbest. Ispanya'ya giren uyuşturucunun yüzde otuzunu tüketebiliyor gençler; geri kalanı da öteki ülkelere jhraç ediliyor. Uyuşturucu ve güvenlik so- runu, îspanyollan en çok te- dirgin eden konu. Uyuşma saatleri gelen gençler gerekli parayı sağlamak için bıçak çe- kiyorlar, hırsızlık yapıyorlar. özellikle metrolar pek emin değildir geceleri. Muhalefet, MADRID Felipe Gonzalez'i mecliste ko- nuyu tartışmaya çağırdı. Feli- pe gelmedi. Nazik bir konu. Kımısi, evlerinden giriş çıkış saatlerini polise biîdirsinler, böylece kontrol altında olur- lar dedi. Tutmadı. Kimisi, maaş bağlayahm, topluma kazandıralun, tedavi edelim diyor. Hapse atalım, aşahm, keselim görüşünde kimisi de. Kasapgiller familyasından ge- liyor bu görüştekiler. Anneler bağınyorlar: Çocuklanmız katil değil, suçlu değil, her şey- den önce hasta onlar; kurtann onlan! Kullanmak serbest, satışı yasak! Yasaklan sever insa- noğlu; yasaklar ilginçtir, heye- can "giz"lidir. Serbestçe satıl- sın diyenlerdenim ben. Ecza- neye gidecek, alacak ilacını, şınngasını temiz temiz; çılgın bir yolculuk damarlardan. Is- panya'da yılda bin kişi bu yol- culuktan geri dönemiyor; ölüm, başlangıcı mıdır, sonu mudur bu yolculuğun? Serbest olmasın diyor Um- berto Eco. Senaryosu şöyle: Ne yapacak kaçakçılar o za- man? Nereye gidecekler uyuş- turucu dünyasından çekılir- lerse? Nereye yatıracaklar, ne yapacaklar "artı değerlerini?" En kolayı, silah dünyasma gi- recekler elbette. Silah kaçak- çılığı artacak. Güney Ame- rika'da, Afrika'da, Orta Doğu'da milyonlar ölecek! Soruyor Umberto: "Bir yer- lerde milyonlann ölmesini mi tercıh edersiniz, yoksa başka bir yerlerde birilerinin uyu- şukluğunu mu?" Bana sorar- samz, Güney Amerikaü, Or- tadoğulu, Afrika'mn kara insanı "önemsiz" varlıklar ol- duklanna göre ölsünkr! Ya- şasın güzel insanı, kuzeyin. M^ORAMA IŞADAMLARININ GOZUYLEt t HUKUMETIN KARNESI HÜKÜMETİN "PEKİYİ"LERİ/ 1I pRTA"LARI VE "KIRIK"LARL. EN GÖZDE BAKAN HANGİSİ, KİMLER "İSTENMEYEN ADAM 11 ... "PIRLANTA GİBİ" BÜROKRATLAR VE "İSABETSİZ" ATAMALAR... STRATEJİ'NİN KAPSAMU ARAŞTIRMASI... İŞ DÜNYASI-. "MARX HAKU ÇIKn11 ... HAÜL BEZMEN: "MARX'A AYNEN İŞTİRAK EDİYORUM". İSHAK AIATON: "MARX YAŞIYOR, HEM DE CAPCANLJ". WALL STREET JOURNAL "MARX REDDEDİLEMEZ"... MERKEZ BANKASI'NIN PARA PROGRAMI YATIRIMCIYI NASIL ETKİLER? ÇElfBİ'DEN PAKDEMİRÜ'YE SİTEM: "AYUK ENFIASYONU YÜZDE 1 'DEN 4'E ÇIKARDI" "PARANIN YÖNÜ" YAT1RIMLARINIZIN GELECEĞİNİ SÖYLÜYOR! DİKKAT: "TEKNİK ANAÜZ"İ OKUYANLAR KAZANIYOR. AHMET MERGEN'İN YORUMLARINI OKUMADAN BORSAYA GİRMEYİN! BRİSA, BOLU ÇİMENTO, MARŞHALL, ÇUKUROVA VE KEPEZ ELEKTRİK'TEN ÖZEL HABERLER KNOKAMA Diaspora bohemleriBundan tam 76 yıl önce, 1916'da, şimdiki gi- bi soğuk kış gecelerinden birinde Marcel Duc- hamp, John Sloan ve birkaç başka sanatçı, Manhattan'ın güneyine yakın. 'Köy' adlı se- vimli mahalledeki VVashington Meydanı par- kında bulunan abidenin tepesinde küçük bir ateş yakarak, sosis ve şarap ile kendi halinde bir piknik yaptılar. Ateşin ve şarabın etkisiyle bir süre sonra çakır keyif, yanlanndaki man- tar tabancalannı patlatarak 'Greenvvich Vil- lage'in bağımsız bir cumhuriyet olduğunu ilan ettiler. O gün bugündür Village'in halen bağımsız olduğu kanısını paylaşan ve bağımsızlığın gu- ruru ile etrafta dolaşan yığınla vatandaşı mev- cut. Şimdilerde aynı bölgenin güneydoğu yakasına kayan, kimileri kronik seyyah, kimı- len uyuşamadıgı için doğduğu, büyüdüğü yer- leri bırakıp buralara gelen, gen dönemeyen ve en derin kaybolmuştuk duygulanna yakala- nanlardan oluşan bu cemaate 'yeni dünyanın kayıplan' ya da 'diaspora bohemleri' denmek- te. Bohemya'da ne etnik özellik ne renk, ırk, milhyet; ne de sınıf farkı önemlidir. 1830'larda Paris'te doğmuş olmasına rağmen Amerikalı- lar açısından, isteyenin istediğini yapabileceği neredeyse bir "Amerikan hülyasf dır Bohem- ya. Paris'te başlayıp New York'a kayan Bo- hemya'ya, o gün bugündür özellikle kapitaliz- min bireye tanıdığı dar alanlardan, iş ve aile- den kaçanlar sığindı. Fransızca da çingene anlamına gelen 'bohem' sözcüğü, klasik biçi- miyle orta sımfın artisük, cinsel ve politik de- ğerlerinden kaçan ve kendilerine benzeyenler- le bir araya toplanarak yaşayan marjinalleri nitelendirdi. Ancak yeni dünyada bu anlanıı çok genişle- di ve bohemden, 'estetik bir biçimde başkaldı- ranlar' anlaşılmaya başladı. Kısa bir süre önce Bohemya birasının televizyonda gösterilen reklam fılmlerinde bohemin modern görüntü- sü şöyle yansıtılıyordu: Siyah deri ceketiyle motosikletini tamir eden ve tertemiz, bakımlı, modern stüdyosun- daki yatağında kendisini bekleyen bir kadına sahip genç adam. 'Village', 'Bohemya' haline geldiğinden bu yana çılgın sosyalistlerin, anarşistlerin, özgür aşk, özgür yaşamcı hippilenn, kısacası Ameri- kan püritanizmi ile uyum içinde olmayan her- kesin doğal evi oldu. Savaşa karşı olduğu için federal hükümetin sansüriine uğrayan 'kiüe- ler' adlı dergi Village'de basıldı, 1918'de Mar- garet Anderson ve Jane Heap, Ulysses'i dergi- lerinde tefrika ettikleri için açık saçık yayın yapmaktan yargılandılar. Yine ABD'de kadı- nın oy hakkının olmadığı günlerde, birkaç lez- biyen, feminist ve siyah kadının oluşturduğu 'Heterodoksi' (kabul görmüş doktrinlere mu- halefet) kulübü burada kuruldu. O güne ka- dar denenmeyen her şeyin burada mübah olması nedeniyle, Bohemya nüfusunda patla- ma görüldü. Her şey birbirini takip etmeye NEW YORK ŞEBNEM ATİYAS başladı: Estetik, sinema,sibemetik heykel, sa- natın yok edilişi, romanın ölümü, tiyatronun ölümü, 'avant garde'ın ölümü, Andy War- hol'un, Allen Ginsberg'in Jack Kerubac'ın medya devleri haline getınlişi, VVilliam Bro- ughs ve Paul Bowles'un sinemaya aktanhşı ile birlikte medya, Bohemya'nın sonunu getiren mekanızma halirıe geldi. Village'de Bohemya'nın dergisi 'Village'nin Sesi'ne göre Bohemya'nın doğuşuna neden olan da medyanın kendisi. 1845-46 arasında Paris'teki küçük bir gazetede kendisi ve arka- daşlan hakkında yazmaya başlayan Henry Murger ile birlikte Bohemya hakkındaki ilk hikâyeler ortaya çıkü. Bu hikâyeler daha son- ra 1849'da müzikal haline getirildi. 1851'de bohem yaşantısından görüntüler de bir araya toplandı. Bohem, 1896'da Puccini'nin La Bo- heme'i ile ölümsüzleşti ve 'sanat için feda' ola- rak romantikleştirildi. Sonra yine basın ve televizyon araalığıyla biçimlene biçimlene bo- hem, açhktan derisi kemiğine yapışan fedakâr sanatçıdan, son bira reklamındakı bakımlı, kaslı genç adama dönüştü. Kuşaklardan kuşaklara geçerken dönem dönem gelen modalann etkisiyle aynı şekilde gıyinen, aynı kitaplan okuyan, aym kulüplere ya da kahvelere takılan bohemler her yeni akımda basın tarafından keşfedildikçe orta- darl silinir oldular. Sonunda bugün New York'ta Bohemya nihayet tümüyle görünmez, haritada parmakla gösterilemez dunıma gel- di, eriyip şehrin her tarafma yayıldı. Aynı şe- kilde sanat da buna uyum gösterdi. Örneğın Tompkins meydanında yeni uyumcular, Co- ney Island mahallesinde kenar gösterilen, VVilliamsburg köprüsünün altında değişim festivalleri aynı anda gerçekleşiyor. Civardaki sanat faaliyetlerini izleyebilmeye, yeni bir akı- mı takip edebilmeye meydan vermeyecek de- recede bir bolluk ve çeşitlilik mevcut. 'tzm'leri 'izm'ler, stilleri yeni stiîler, gösterileri yeni gös- teriler izliyor. Evrensellikle tersi, asimilasyon- la aynmcıhk aynı anda bir arada yaşayabili- yor. Village'de başlayıp güneye ve doğuya kayan Bohemya'nın artık bütün kente dağıla- rak görünmez hale gelişi 'başlangıçtaki nokta- ya ve yeniden doğuşa dönüş' olarak nitelendi- riliyor bohemler tarafından. Bohemler, örne- ğin şimdiye kadar siyah azınhğın kendi halinde, beyazlann bohem semtine pek yanaş- madan yaşadıklan ve kendi faaliyetlerini sür- dürdükleri Harlem'ı de Bohemya'ya dahil ediyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle