Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Cumhuriyet pazar yazıları 2 Şubat1992
Uzlaşmaz
çelişkfler
MANÎLA
Manila'daki yerleşim bölgeleri, var-
hklılar ile yoksullar arasındaki uzlaş-
maz çelişkilerin en çarpıcı örneğini
veren bir görünüm sergiliyor. Ülke nü-
fusunun çok küçük bir dilimını ıçeren
varlıklı kesim, kentin muhtelif yerleri-
ne dağılmış "village" denilen yerleşim
bölgelerinde mesken tutmakla. Kalın
duvarlar ile dışandan izole olmuş bu
küçük adacıklann hemen dışında ise
Manila'nın gerçek yüzü, sokak yaşamı
başlıyor. Her iki yaşam tarzı arasında-
ki çelışkıyi, farklıhğı zihinlerde canlan-
dırabilmek için insanın hayal gücünü
fazlasıyla zorlaması gerekecek.
Village bölgelerinde, eşine az rastla-
nır bir çevre dizaynı veçılgınca yeşillik-
ler içinde serpilmiş viilalar bir mimari
şaheser görünümünde. Çevre temizlik
görevlileri, simsiyah yollara bir tek
yaprağın bile düşmesine izin vermiyor-
lar. Bu bölgelere girebılmek için duvar-
lann kapısında bekleyen cop, tabanca
ve tüfeklerle donanmış "guard" deni-
len bekçilere kimliğinizi göstermek ve
sempatilerini kazanmak zorundasınız.
Duvarlann dışında başlayan ikinci ya-
şam ise neredeyse tüm Manila'yı kap-
sayan bir yayıhmla, homojenize bir
yoksulluk, sefalet görüntüsü sergili-
yor. Tren raylannın, çamurlu derelerin
hemen luyısında birbirlerine yapış ya-
pış yaslanmış teneke bannaklar, biraz
daha eve benzeyen birkaç katlı binalar
ve raylann, yollann üzerlerinde ölüm
oyunlan oynayan çocuklar... Her iki
yaşamı birbırlerinden ayıran duvarlar
ve guardlar, bu sıcak kentte sevimsiz
bir soğukluk estiriyor.
özel firmalarca finanse edilen kentin
yegâne koruma görevlilen guardlar,
yalnızca village kapılannda olmayıp,
restoran, pub, eczane gibî her türlü ti-
cari binanın gırişinde AUah'ın emriy-
mişçesine bekleyerek, sokak yaşamına
karşı bir zırhlaama sağhyorlar.
Sanayi, endûstnyel ve tanmsal üreti-
min minımum oluşu, tüketim maddele-
rinin büyûk çoğunluğunun ithal olarak
arza sunuluşu, ülkedeki bu yaygın yok-
sulluğu ilk elden açıklamaya yetiyor.
Küçük ve orta düzey işletmeciliğin ne-
redeyse bulunmadığı Manila'da tüm
ticaret dınamığı üç beş şirket tekelinde
dönüyor. Ekonomilerindeki bu yerli
üretim tembellığinı entelektüel alanda
da görmek zor değil. Yerli dilleri "Ta-
galogca"nın ne denli yetersiz, sığ oluşu
bunun en çarpıcı örneği. Halkın eşit
yaygınlıkta kullandığı Tagalogca ve
ıngilızce, tek başlanna kullanıldıkla-
nnda dertlerini anlatmaya ancak yete-
biliyor. TV'de ciddi bir konuşmaa,
Tagalogca başlayıp, Ingiüzce bitirebi-
liyor konuşmasını.
Umut balıkçısı Aleksey ve yeni RıısyaAleksey ile Moskova Nehri'nin orta-
sında tanıştık. Otelimin restoranından
izliyordurn kendisini. Kaskatı donmuş
nehirde sivri bir çubukla delik açmış,
sonra oltasını çıkanp berabennde getir-
diği tabureye oturmuş ve balık tutmaya
koyulmuştu. Küçük köpeği de yanınday-
dı. Yanm saat kadar izledim. Fakat ba-
şanlı görünmüyordu. Sonunda yanına
gitmeye karar verdim.
Bomboş nehirde birinin kendisine doğ-
ru geldiğini görünce şaşırdı. Kırk yaşla-
nndaydı. Kendisini selamladım ve deliği
işaret ederek "Haraşo?" (lyi gidiyor
mu?) diye sordum. Kafasını sallayarak
"Nyet" (Hayır) dedi. Jsmımi söyledim; o
da kendisini tanıttı. Kötü bir tngüizceyle,
nereden geldiğimı sordu.
"Turtsi." dedim. Güldü: "Turtsi... Ha-
raşo, haraşo... Istanbul. Da?"
Bozuk lngilizce ve Rusçasıyla bir süre
konuştuk. Sonra dayanamadım ve sor-
dum: "Yeltsin Haraşo?" Biraz düşünür
gibi oldu ve yanılladı: "Niznayu" (Bilmi-
yorum).
Gorbaçov'u sordum. Bu kez daha net
bir yanıt geldi: "Komünist! Gorbaçov
komünist!" Aleksey yine biraz düşündü
ve birden celallendi. "Yeltsin komünist!
Da komünist!"
Başını sallayarak Rusça bir şeyler ekle-
di. Yakaladıgım tek kelime, "Nipanima-
yu" oldu. Yani, "Anlamıyorum".
Nedense bu kelime Moskova'da son
zamanlarda çok duyuluyor.
Moskova halkı zor bir kış geçiriyor.
Başta yiyecek olmak üzere her türlü tü-
ketim maddesinde yokluk çekiliyor.
Dükkânlar bomboş. Herkesin elinde yi-
ne de ihtiyaten bir torba. "Bir şeyler bu-
luruz da atanz" diye. Rusya'nın 'güçlü
adamı', Boris Nikolayeviç Yeltsin'in, "li-
beralleşiyoruz" diye fiyatlan serbest bı-
rakmak için kışın ortasını seçmesi, 'üstün
dehâ' örneği sayılıyor. Açıkçası, Yeltsin'-
in bu günlerde Moskova'da popüler bir
isim olduğu söylenemez.
Kendisi de bunu anlamış olmalı ki Rus
lekvizyonu sık sık ağustos darbesine ait
görüntüler veriyor. Halkın şikâyetlerine
orantılı olarak hortlatılan görüntüler
"tekrar bunlan mı istiyorsunuz" dercesi-
ne Stalin dönemine kadar uzanabiliyor.
MOSKOVA
SEMİH
İDİZ
Ancak halk bunlara da doymuş. Bu ne-
denle, Yeltsin'in son günlerde sık sık or-
tadan kaybolmasını bu gelişmelere bağ-
layan az değil.
Rus gençligine gelince... Biraz rap mü-
ziği, biraz kumar, uyuşturucunun da yol-
da olduğu söyleniyor. Ashnda Rus kül-
türünde ideolojinın ölümüyle doğan
boşluğu dolduracak hümanist değerler
fazlasıyla var. Ama komünizm diye bu-
raya yerleştirilen sistem, insanlan aşın
maddiyatçıhğa itmiş. Gençlerin şu anda
tek istedikleri, Batı'nın 'çüdet' değerin-
deki pop kültürü... Buradaki taklitçilik
ise Türkıye'dekini 'öz kültür' gibi göste-
riyor.
Tabii, Rus kültürüne ve geriye yöneli-
şin hiç olmadığım söylemek de yanlış.
'Ana Rusya', her zamanki gibi kendini
hissettiriyor. Kaldı ki çok derin bir kül-
tür söz konusu. Dostoyevski, Tolstoy,
Puşkin, Prokofîev, Kokoçka, Chagall,
Ayzenştayn ve niceleri... Hepsi bu kültü-
rün ürünü. Ama bu kültür korkunç Ivan,
Çar Nikola ve Rasputinieri de dogur-
muş...
Rasputin derken, dikkat çekici bir di-
ğer gözlem akla geliyor. O da ayınlerde
kiliselerin dolup taşması. Rusya'da din
ile milliyetçiliği ayıran çizgi hep ince ol-
muştur. Bu arada 'Pamyatlar'ın sempati-
zanlannın sürekli arttığı da söyleniyor.
"Onlar da kim" diye soracak olursaruz,
yarutlaması kolay: 'özellikle Yahudi ve
Türk düşmanı olan ırkçı, aşın milliyetçi
ve Ortodoks Rus Neofaşistleri' Pamyat-
lar'ın halen 'marjinal' olduklan beürtili-
yor. Ancak mevcut ortamın kendileri için
çok verimli olduğu da gizlenmiyor.
Dönüp dolaşıp, Moskova Nehri'nin
ortasında 'umut balıkçısı' Aleksey'in ya-
nına geliyoruz. Zaten Moskova'da bu
koşullarda yapacak fazla bir şey de yok.
Evet, Arbat Sokağı var. Ama o kadar ya-
aldı, cizildı ve görüntülendi ki bir özelliği
kalmadı. Kaldı ki bu mevsimde de ölü.
Sırf "kaldırılmadan görelim" diye Kızıl
Meydan'a gidip Lenin'in mumyalannuş
ölüsünü görmek de 'grotesk' geliyor.
Bolşoy Balesi, Moskova senfonisi, bazı
sergiler var. Ama programımız buna el
vermiyor. Kaldı ki repertuar da genelde
klasik. Virtüöz üreünesi açısından, Mos-
kova kuşkusuz halen önemli bir kent.
Ama deneysel sanatta bir Paris veya New
York'un çekiciliğini taşımıyor. Var olan-
lar da ülkeyi hızla terkediyor...
Sonunda Aleksey ile delikten balık çık-
masını bekliyoruz. ara sıra cebinden çı-
kardığı ve votka olduğunu iddia ettiği
şeyi yudumluyoruz. Berbat bir şey, ama
iyi geliyor gibi... Köpek ise çoktan uyu-
muş. Nasıl düşler görüyorsa, garip sesler
çıkanyor. Aleksey'in şu balığı yakalama-
sım çok istiyonım. Yakalarsa sanki bü-
tün Moskova doyacak. Ben de otelimin
restoranına dönüp dolarla satın aldığım
taze kivi tatlımı suçluluk duymadan yiye-
ceğim.
Nasıl Leain'in mozoksi Sovyet Moskova'sının simgesi ise St. Basil Katedrali de Çariık Moskova'sımn
Dııvar'ın ağırlığıBerlin için "Duvar kalktı, ama hâlâ gö-
rünmez bir duvar var" diye yazmak mo-
da şimdi. Berlin'i yazarken, kalksa da
kalkmasa da duvardan söz etmemekse
abes.
Berlin'de duvann kalküğı Bergama
Müzesi'nin önünde Rus askerlerinden
devşirdikleri ucuz Rus saatlerini satan
Türk gençleriyle ünlü Aleksanderplatz'-
daki seyyar Türk dönercilerinden belli.
Doğu Berlin'deki sokaklannda ışıl ışıl şık
mağazalar da duvann kalktığının göster-
gesi. Doğu Berlin caddelerinde eskiden
Trabi marka otomobıllerden kaynakla-
nan yanık yağ kokusu ise artık hafıfle-
miş. Trabiler şimdi kitsch; oyuncak
Trabiler Berlin duvanndan parçalar gibi
hediyelik eşya niyetine satılıyor.
Duvar kalkmış olsa da varlığını zaman
zamarvağırlaşan hafıf bir his olarak sür-
dürüyor. O 'görünmez duvar', banüyö
trenlerinin eski sının her geçişinde, yolcu
bileşiminde ani değişiklikler meydana ge-
liyor. Banüyö treni ne zaman eski Doğu
Berlin'in son durağı olan Friedrichst-
rasse'den Lehrter Stadbahnhof a geçse,
yolculann giyimı kadar davranışlan ve
dışandaki renkler de degişiyor. Do*u
Berlinli, Batı'ya hâlâ turist gibi geçiyor,
Batılı ise doğuya hiç gecmiyor.
Batı Berlinli, şimdj seçkinlik hissini yi-
tırmenin acısını yaşıyor. Tünel kazıp ka-
çanlann, kurşun yağmuru altında nehri
yüzerek Batı'ya geçenlerin, kısacası ca-
sus romanlanna taş çıkartacak kaçış
öykülerinin egzotik cazıbesi yok artık
Berlin'in üzerinde. Hangı yöne gidilirse
gidilsin duvara çarpmanın verdiği hapse-
dilmişlik hissiyle vecit, 'Batı'nın gözbe-
beği olma' halet-i ruhiyesi, yerinı eskiden
Berlin'in göz kamaştıncı cazibesinden
göninmeyen gri binalannın donuk gün-
delikliğine bırakmış yerini. Seçkinliğini
FERRUH
YILMAZ
yitıren Batı Berlinli daha önce şampan-
yalarla kutladığı birleşmeye, şimdi ver-
yansın ediyor. Buna bir de birleşmeyle
fırlayan fıyatlar, kiralann yükselmesi,
Berlinli olanlara verilen Berlinlilik maa-
şının kalkması gibi oldukça somut dayat-
malar eklenince, Berlinliler, Berlinli
olmanın dayanılmaz cazibesinden, Ber-
linli olmanın dayanılmaz ağırlığına gecişi
yaşamaya başlamışlar. Oysa Berlin'i Ber-
lin yapan kültür ve gece yaşamı, vargü-
cüyle sürüyor hâlâ.
Berlin'den söz ederken nasıl duvardan
söz etmemek abes ise Berlin'i Berlin ya-
pan Türkiyeli göçmenlerden söz etme-
mek de mümkün değil. Berlin'deki 120
bin kişilik Türk kolonisinin kendi içinde
yarattığı toplumsal ağı hissetmek için
Berlin'in Türkce yayın yapan ve
Rambo'yu aratmayacaİc vurdulu-kırdılı
Hınt fılmleriyle dolu yerel kablolu tele-
vizyonu TD-1 'in normal program uzun-
luğundaki reklamlannı izlemek yeterli.
Berlin'de, Türk olarak hiç Almanca ko-
nuşmadan, hiçbir Almanla doğru-dürüst
ilişki kurmaya kalkışmadan, üstelik her
işinizı hallederek yıllarca yaşayabilir, ca-
mınızı camcı Hayri'den taktırabilir, oto-
nuzun lastigini lastikçi Haydar'a ısmar-
layıp, köşedeki Türk kasabından gönül
rahatlığıyla helal kesim kuzu kıyması
alabilirsiniz.
Soluk soluğa
özgür yaşam
özgür olmalı bir
şehir. Çıkmaz sokak-
lar olmamalı yani; bir
duvar çıkmaya ansı-
zın karşına. Bir gö-
zaltı duygusu yönlen-
dirmemeli adımlan-
nı. Bir yerlerde
bitmemeli özgürlük.
Bir şehirde polis de olmalı
elbette; bir yer sormak için ya
da süs olsun çocuklara.
Madrid, özgür bir şehir. Ve
çılgın. Daha çok gençlerden
gefîyor çılgınlığı. Gençler
"can" verir bir şehre. Moto-
siklet denilen aygıtlannı nasıl
uçurabildiklerine şaşanm
hep. Zamanın önünde yaşama
tutkusu cennete gönderir her
gün birisini. Bilmem kaç desi-
oel ile gürültüde Avrupa'nın
birinci şehridir Madrid; bir te-
laş, koşuşturmaca. Durur, so-
rarun: Nereye böyle Madrid,
soluk soluğa? Polis, ambulans
sirenleri, hep bir şeylerin oldu-
ğu işareüdir. Yaşamı duyarsı-
nız.
Bir yılda 900 yürüyüş-gös-
teri olmuş Madrid'de. Madrid
yürür, konuşur. Polis, süs
ıçindir Madrid'de. Yazı maki-
nesine benzer sapkalanyla hoş
bir görünümleri vardır; ço-
cuklar annelerine polisleri
gösterip "Aa, anne bak, polis
amca başına yazı makinesi
takmış!" derler. Polisin öteki
adı "yazı makinesi"dir zaten.
Madrid sokaklannda, mey-
danlarda parklarda onbin
genç şınngalanır, esrar ceker
güpegündüz. Kanşmaz polis.
Ispanya'da yasak değil uyuş-
turucu kullanmak. Bir de Ho-
landa'da serbest. Ispanya'ya
giren uyuşturucunun yüzde
otuzunu tüketebiliyor gençler;
geri kalanı da öteki ülkelere
jhraç ediliyor.
Uyuşturucu ve güvenlik so-
runu, îspanyollan en çok te-
dirgin eden konu. Uyuşma
saatleri gelen gençler gerekli
parayı sağlamak için bıçak çe-
kiyorlar, hırsızlık yapıyorlar.
özellikle metrolar pek emin
değildir geceleri. Muhalefet,
MADRID
Felipe Gonzalez'i mecliste ko-
nuyu tartışmaya çağırdı. Feli-
pe gelmedi. Nazik bir konu.
Kımısi, evlerinden giriş çıkış
saatlerini polise biîdirsinler,
böylece kontrol altında olur-
lar dedi. Tutmadı. Kimisi,
maaş bağlayahm, topluma
kazandıralun, tedavi edelim
diyor. Hapse atalım, aşahm,
keselim görüşünde kimisi de.
Kasapgiller familyasından ge-
liyor bu görüştekiler. Anneler
bağınyorlar: Çocuklanmız
katil değil, suçlu değil, her şey-
den önce hasta onlar; kurtann
onlan!
Kullanmak serbest, satışı
yasak! Yasaklan sever insa-
noğlu; yasaklar ilginçtir, heye-
can "giz"lidir. Serbestçe satıl-
sın diyenlerdenim ben. Ecza-
neye gidecek, alacak ilacını,
şınngasını temiz temiz; çılgın
bir yolculuk damarlardan. Is-
panya'da yılda bin kişi bu yol-
culuktan geri dönemiyor;
ölüm, başlangıcı mıdır, sonu
mudur bu yolculuğun?
Serbest olmasın diyor Um-
berto Eco. Senaryosu şöyle:
Ne yapacak kaçakçılar o za-
man? Nereye gidecekler uyuş-
turucu dünyasından çekılir-
lerse? Nereye yatıracaklar, ne
yapacaklar "artı değerlerini?"
En kolayı, silah dünyasma gi-
recekler elbette. Silah kaçak-
çılığı artacak. Güney Ame-
rika'da, Afrika'da, Orta
Doğu'da milyonlar ölecek!
Soruyor Umberto: "Bir yer-
lerde milyonlann ölmesini mi
tercıh edersiniz, yoksa başka
bir yerlerde birilerinin uyu-
şukluğunu mu?" Bana sorar-
samz, Güney Amerikaü, Or-
tadoğulu, Afrika'mn kara
insanı "önemsiz" varlıklar ol-
duklanna göre ölsünkr! Ya-
şasın güzel insanı, kuzeyin.
M^ORAMA
IŞADAMLARININ GOZUYLEt t
HUKUMETIN KARNESI
HÜKÜMETİN "PEKİYİ"LERİ/
1I
pRTA"LARI VE "KIRIK"LARL.
EN GÖZDE BAKAN HANGİSİ, KİMLER "İSTENMEYEN ADAM
11
...
"PIRLANTA GİBİ" BÜROKRATLAR VE "İSABETSİZ" ATAMALAR...
STRATEJİ'NİN KAPSAMU ARAŞTIRMASI...
İŞ DÜNYASI-. "MARX HAKU ÇIKn11
... HAÜL BEZMEN: "MARX'A AYNEN
İŞTİRAK EDİYORUM". İSHAK AIATON: "MARX YAŞIYOR, HEM DE CAPCANLJ".
WALL STREET JOURNAL "MARX REDDEDİLEMEZ"...
MERKEZ BANKASI'NIN PARA PROGRAMI YATIRIMCIYI NASIL ETKİLER?
ÇElfBİ'DEN PAKDEMİRÜ'YE SİTEM: "AYUK ENFIASYONU
YÜZDE 1 'DEN 4'E ÇIKARDI"
"PARANIN YÖNÜ" YAT1RIMLARINIZIN GELECEĞİNİ SÖYLÜYOR!
DİKKAT: "TEKNİK ANAÜZ"İ OKUYANLAR KAZANIYOR. AHMET MERGEN'İN
YORUMLARINI OKUMADAN BORSAYA GİRMEYİN!
BRİSA, BOLU ÇİMENTO, MARŞHALL, ÇUKUROVA VE
KEPEZ ELEKTRİK'TEN ÖZEL HABERLER
KNOKAMA
Diaspora bohemleriBundan tam 76 yıl önce, 1916'da, şimdiki gi-
bi soğuk kış gecelerinden birinde Marcel Duc-
hamp, John Sloan ve birkaç başka sanatçı,
Manhattan'ın güneyine yakın. 'Köy' adlı se-
vimli mahalledeki VVashington Meydanı par-
kında bulunan abidenin tepesinde küçük bir
ateş yakarak, sosis ve şarap ile kendi halinde
bir piknik yaptılar. Ateşin ve şarabın etkisiyle
bir süre sonra çakır keyif, yanlanndaki man-
tar tabancalannı patlatarak 'Greenvvich Vil-
lage'in bağımsız bir cumhuriyet olduğunu ilan
ettiler.
O gün bugündür Village'in halen bağımsız
olduğu kanısını paylaşan ve bağımsızlığın gu-
ruru ile etrafta dolaşan yığınla vatandaşı mev-
cut. Şimdilerde aynı bölgenin güneydoğu
yakasına kayan, kimileri kronik seyyah, kimı-
len uyuşamadıgı için doğduğu, büyüdüğü yer-
leri bırakıp buralara gelen, gen dönemeyen ve
en derin kaybolmuştuk duygulanna yakala-
nanlardan oluşan bu cemaate 'yeni dünyanın
kayıplan' ya da 'diaspora bohemleri' denmek-
te.
Bohemya'da ne etnik özellik ne renk, ırk,
milhyet; ne de sınıf farkı önemlidir. 1830'larda
Paris'te doğmuş olmasına rağmen Amerikalı-
lar açısından, isteyenin istediğini yapabileceği
neredeyse bir "Amerikan hülyasf dır Bohem-
ya. Paris'te başlayıp New York'a kayan Bo-
hemya'ya, o gün bugündür özellikle kapitaliz-
min bireye tanıdığı dar alanlardan, iş ve aile-
den kaçanlar sığindı. Fransızca da çingene
anlamına gelen 'bohem' sözcüğü, klasik biçi-
miyle orta sımfın artisük, cinsel ve politik de-
ğerlerinden kaçan ve kendilerine benzeyenler-
le bir araya toplanarak yaşayan marjinalleri
nitelendirdi.
Ancak yeni dünyada bu anlanıı çok genişle-
di ve bohemden, 'estetik bir biçimde başkaldı-
ranlar' anlaşılmaya başladı. Kısa bir süre önce
Bohemya birasının televizyonda gösterilen
reklam fılmlerinde bohemin modern görüntü-
sü şöyle yansıtılıyordu:
Siyah deri ceketiyle motosikletini tamir
eden ve tertemiz, bakımlı, modern stüdyosun-
daki yatağında kendisini bekleyen bir kadına
sahip genç adam.
'Village', 'Bohemya' haline geldiğinden bu
yana çılgın sosyalistlerin, anarşistlerin, özgür
aşk, özgür yaşamcı hippilenn, kısacası Ameri-
kan püritanizmi ile uyum içinde olmayan her-
kesin doğal evi oldu. Savaşa karşı olduğu için
federal hükümetin sansüriine uğrayan 'kiüe-
ler' adlı dergi Village'de basıldı, 1918'de Mar-
garet Anderson ve Jane Heap, Ulysses'i dergi-
lerinde tefrika ettikleri için açık saçık yayın
yapmaktan yargılandılar. Yine ABD'de kadı-
nın oy hakkının olmadığı günlerde, birkaç lez-
biyen, feminist ve siyah kadının oluşturduğu
'Heterodoksi' (kabul görmüş doktrinlere mu-
halefet) kulübü burada kuruldu. O güne ka-
dar denenmeyen her şeyin burada mübah
olması nedeniyle, Bohemya nüfusunda patla-
ma görüldü. Her şey birbirini takip etmeye
NEW YORK
ŞEBNEM
ATİYAS
başladı: Estetik, sinema,sibemetik heykel, sa-
natın yok edilişi, romanın ölümü, tiyatronun
ölümü, 'avant garde'ın ölümü, Andy War-
hol'un, Allen Ginsberg'in Jack Kerubac'ın
medya devleri haline getınlişi, VVilliam Bro-
ughs ve Paul Bowles'un sinemaya aktanhşı ile
birlikte medya, Bohemya'nın sonunu getiren
mekanızma halirıe geldi.
Village'de Bohemya'nın dergisi 'Village'nin
Sesi'ne göre Bohemya'nın doğuşuna neden
olan da medyanın kendisi. 1845-46 arasında
Paris'teki küçük bir gazetede kendisi ve arka-
daşlan hakkında yazmaya başlayan Henry
Murger ile birlikte Bohemya hakkındaki ilk
hikâyeler ortaya çıkü. Bu hikâyeler daha son-
ra 1849'da müzikal haline getirildi. 1851'de
bohem yaşantısından görüntüler de bir araya
toplandı. Bohem, 1896'da Puccini'nin La Bo-
heme'i ile ölümsüzleşti ve 'sanat için feda' ola-
rak romantikleştirildi. Sonra yine basın ve
televizyon araalığıyla biçimlene biçimlene bo-
hem, açhktan derisi kemiğine yapışan fedakâr
sanatçıdan, son bira reklamındakı bakımlı,
kaslı genç adama dönüştü.
Kuşaklardan kuşaklara geçerken dönem
dönem gelen modalann etkisiyle aynı şekilde
gıyinen, aynı kitaplan okuyan, aym kulüplere
ya da kahvelere takılan bohemler her yeni
akımda basın tarafından keşfedildikçe orta-
darl silinir oldular. Sonunda bugün New
York'ta Bohemya nihayet tümüyle görünmez,
haritada parmakla gösterilemez dunıma gel-
di, eriyip şehrin her tarafma yayıldı. Aynı şe-
kilde sanat da buna uyum gösterdi. Örneğın
Tompkins meydanında yeni uyumcular, Co-
ney Island mahallesinde kenar gösterilen,
VVilliamsburg köprüsünün altında değişim
festivalleri aynı anda gerçekleşiyor. Civardaki
sanat faaliyetlerini izleyebilmeye, yeni bir akı-
mı takip edebilmeye meydan vermeyecek de-
recede bir bolluk ve çeşitlilik mevcut. 'tzm'leri
'izm'ler, stilleri yeni stiîler, gösterileri yeni gös-
teriler izliyor. Evrensellikle tersi, asimilasyon-
la aynmcıhk aynı anda bir arada yaşayabili-
yor. Village'de başlayıp güneye ve doğuya
kayan Bohemya'nın artık bütün kente dağıla-
rak görünmez hale gelişi 'başlangıçtaki nokta-
ya ve yeniden doğuşa dönüş' olarak nitelendi-
riliyor bohemler tarafından. Bohemler, örne-
ğin şimdiye kadar siyah azınhğın kendi
halinde, beyazlann bohem semtine pek yanaş-
madan yaşadıklan ve kendi faaliyetlerini sür-
dürdükleri Harlem'ı de Bohemya'ya dahil
ediyorlar.