Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15 ŞUBAT1992 CUMARTESİ
14 GORUŞLER
KARŞILAŞMALAR
ADALET AĞAOĞLU
OKartnlar
O
nlan sık düşünürüm; büyük değişimlerin sarsıntı-
lan ortasında yaşayıp da kendilerini tiiç açıkla-
mamış olan kadınlan. Sayın Mevhibe Inönü'nün
ölûmü ardından bûsbütün düşünüp kaldım: 'O
kadınlar" neden iç dünyalan en az merak edilen kadınlar ol-
dular? Neden derinden görülme. bilinme merakıyla yazıl-
madılar? Yazıldıklannda, salt toplumdaki misyonlan açısı-
ndan yazıldılar? Devlet adamı eşi, dernek başkanı, gönüllü
hemşire, onbaşı, öğretmen, ilk avukat, sadık eş, iyi anne...
Sanki bu görûntüierin altında etli kanlı; duyan, dûşünen,
bazen korkan, bazen çok mutlu, bazen çok mutsuz olan, öf-
kelenen, sevda çeken ya da bir sevdadan kaçan insan yok.
M'evhibe Hanım'ın öne fırlama, her fırsatta kendini göster-
me gereğini hiç duymamış olması, hem hep göz önünde ya-
şarken, hem öyle geri çekümiş durması, onu özellıkle ilginç
kılmıyor muydu? Kılmıyor rau?
'O kadınlar' üstüne merak edilecek ne kadar çok şey
vardı; onlara sorulabilecek ne kadar çok soru. Hâlâ da var.
Artık yanıtı kendilerinden alamayacak olsak bile! Mevhibe
Hanım'ın, büyük bir devlet adamının eşi olmaktan gelen
korunaklı durumu da, o kadar dalgalanmab bir dönemde
kendini dengeli bir aile hayatı içinde koruyabilmiş bulun-
ması da, hatta resmi anlamda daha başka gerekçeler, bu so-
rulan ortadan kaldırmamaktadır. Tam karşıtı, bûsbütün
çoğaltmakta.
Mevhibe Inönü, tek parti döneminde, 'Milli Şef in eşi du-
rumundayken bile bütün yakıştırmalara karşın sadece ken-
disi kalabilmiştır. Bir günden ötekine tam karşıtıyla değişti-
rilmesi gereken bir hayatın ortasında, kendisi... Peki, ama
işte o kendisi, kimdi? Bunun yanıtını bulmak zorundayız.
Çünkü Mevhibe Hanım, aynı zamanda da Batılılaşmaya
adımlannı ilk attıklan sıralarda geçirdikleri sarsıntılan içle-
rine gömmüş, orada yaşamış bütün 'o kadınlar'ın bir simge-
sidir. Ne seçimlerini, ne seçmediklerini ele vermişti onlar.
Birer aşıya o kadar gereksinimleri varken kendileri birer aşı
olabilmiş, deneysizliklerine karşın birçok şeyi sessizce gö-
ğüsleyebilmiş, çocukluklanna karşın kendilerine aşma ol-
gunluğu gösterebilmiş gencecik kadınlar...
Gerçekten, tarihin bir aynlma anında bu kadınlar, öylesi
hazırlıksız ve zayıf omuzlanyla yepyeni bir hayat yükünün
altından nasıl kalktılar? Erkek için fazla sorun olmayan,
olsa da 'namuslannf doğrudan zedelemeyen birçok şeyin
her biri onlar için sorunken?
Bu yeni hayat o kadar da yeni sayılmazdı; 1923'lerle değil
1839'larla zaten başlamıştı; özellikle lstanbul'da oturanlar
için... demek fazla bir şeyi çözmüyor. Çünkü artık tstanbul'-
da yaşanmıyordu; bir.
*O kadınlar', bir içgüdüyle bu değişime hazır idiyseler bile
dıştaki hayat hiç de hazır değildi iki. Ne olsa hâlâ namaz
seccadeleri üstünde dedeler nineler anneler babalar kayın-
valideler... Bunun Malatyası var, Kayserisi var daha; An-
karası var; Ankara'da komşu bağevleri... Halkevi girişine
dizilip 'Milli Şefin kansına, onun şapkasına, emprimesine
bakanlar hazır mıydılar? Çevre, en küçük sürçmede saldın-
ya hazır erkek terazilerle dolu.
Kolay değil, ama bırakalırtı bunlan; aynı evin içinde, na-
mazında niyazında yaşlılann önünden ne olsa dudakta bi-
raz rujla, İcısa kollu geçmek, evi dans edenlere açmak,
kadınlı-erkekli bir kalabalığa şampanya, şarapdağıtmak...
Mutfaktakiler 'bu işlere' ne kadar hazırdılar acaba? Yıl, 80'-
ler, 90'lar değil, 20'ler, 30'lardır; taşra henüz kendi töresine
kan bağıyla bağlıdır.
'O kadınlar', hiç dengeleri bozuhnadan bütün 'kem göz-
ler' altından kalkabilcn kadınlardı. Daha dün Arapça ya-
zarken ertesi gün Latince alfabeyle okumalan, yazmalan
gerekenler, 'elin adamlanyla' dans ederken dozu ayarlama-
lan kendilerinden büyük ustahk isteyenler, yaşmağı, çarşafı
atsalar da giyinik görünebilenler.t.
Bdebıyatımızda, elbet klasik roman anlayışı çerçevesinde,
hemen her tip kadın ele ahnmış, her sınıftan, katmandan
kadın kahramanlar yazılmış, oluşmuş-oluşmamış karakter-
ler biçiminde yansıtılmışlardır: Cariyeler, yetim-öksüz genç
kızlar, evlatlıklar, yüce analar, kutsal kanlar, melek kızkar-
deşler, yoldan çıkmışlar, köy gelinleri, köy analan, öğret-
menleri, züppeler, en koyu Müslürnanlar, en tuhaf Batılılar,
kasabada ev yıkanlar, kentte kendileri yıkılanlar... Çoğu da
erkek yazarlar tarafından tabii. Sonralan, artan sayıda
'kadın yazarlar' arada sırada da yazar kadınlar tarafından
onlann bilinmeyen dünyalanna ışık düşürülmeye ca-
lışılmıştır.
Ama "o kadınlar'ı, yani daha dün, mesela Süleymaniye'-
deki gerçek dindar bir dede evinden çıkıp da, henüz ne
kahraman ne şef ne cumhurbaşkam olan bir erkeğin yanı
sıra bugünkü değişimlere yalnızca ayak uydurmak değil on-
lara önayak ve örnek olmak durumunu her yönüyle yaşamış
çocuk kadınlan kim biliyor?
Şimdilik onlann sadece fotoğraflannı biliyonız. Oradaki
tebessümleri, içte yaşanan kimbilir nice kasırgayı gizliyor.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1962: Celal Bayar'ın tedavisi
Sabık'Cumhurbaşkanı Celal Bayar bu gece saat 23.25 de
Ankaraya getirilmiştir ve Tıp Fakültesi İntan Hastalıklan
Kliniğine yatınlmıştır.
Bir haftadanberi Kayseri Devlet Hastahanesinde tedavi
edilmekte bulunan Bayann tam teşekküllü bir hastahanede
müşahede altında bulundurulması gerektiğinden bu yolda
verilen rapor üzerine Ankarava nakli kararlaştınlmıştı.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
KADIN HAKLARI UGRUNA..
1914-'TE BUGÜN, İNGİLİZ KAOtNLARt, İÇİÇL€Rİ 8AKAN-
İ./ĞI ÖUÛNPE BÜYÛK BİR GÖSrEfZİ YApn VE &İNA-
NlN CflAALARlHI KIHDf f^/GiLT£eE'De 186S'r£ <U-
RULAN İLK KAOIN OY HAKKJ KOAAİTESİNDEN BU YA-
S1A BİRÇOK. KAt/SA V£IZİCAAtŞ/
ÖzeiJ-iia.E ZO-YÜZ-
YIL BAÇL/tC/AJDA, KADIN EÇİTLİĞİ İÇİU YAPlLAN £Y~
LEhtLER. ARTMŞTr. "KADlfJLAR SOSYAL v£ SİYA -
SAL si/ea'Ği" ADU Kaeau/fL/t BİG.UK.TE, KAPIN
HAKLA/Zl İÇİN ORTAYA PAHA MiümNCA DifZENiŞ
BİÇİAJLS& ÇtKM/fp. MÛCAOfLe ÇOĞU ZAMAN
AClLI OLUYO&OU.ÖGHEĞİN, ÜNLÜ ZAOIN HAKlA-
Rf SAVUAJUCUSU EMMEUNE PANKMURST VE 8A-
Zl ARKAOAŞtARl SU USUfSDA CSZAEVİfJE S/'lS
Û f . 1918'DE, PAfZUttoEfiPOOAfil EÇinJK KA-
Ç/KAMA DE&iN oueuM. oesiÇM/yeCEK.r/.r
Garip Şiiri
NECATİ CUMALI
O
rhan Veli "Garip"in ilk
baskısını 1941 nisanında
Istanbul'da yayımlamıştı.
Hepsi hepsi 500 basan kitap,
basında büyük gürühü kopardı. O savaş
yıllannda neredeyse cephelerde olanlan
unutturdu. Mayıs ortalanna doğru Or-
han, Mısır seferinden dönen Sezar gibi
döndü Ankara'ya. Eller üstünde karşı-
landı.
Edebiyat çevrelerimiz, basın yayın or-
ganlan Garip'in 50. yılını değerbilirlikle
andılar, kutladılar. Bu kutîamalar sı-
rasında yazılanlan gözüme ilişebildiği
kadanyla izledim. Okuduklanm arasın-
da ne yazık ki Garip şiiri ile ilgili geniş
kapsamlı nesnel bir inceleme ile karşıla-
şamadım.
Bizim sınıflandırmayı, yanı sıra da ge-
nellendirmeyi seven bir değerlendirme
anlayışımız var. Bir konu üstüne van-
lan, duygularla kanşık yorumlar çok ça-
buk yaygınlaşıyor, bir daha da doğrulu-
ğu yanhşlığı üzerinde durulmuyor. El-
linci yılında Garip şiiri anıhrken izlenen
tutum bu oldu. Çıkış yıllanndan baş-
layarak Garip şiiri üstüne yaygınlaşan
üstünkörü yargılann eleştirilmesine gi-
dilmeden, bilinen sözler edildi, "Garip
Dosyası", 1940'larda kaldınldığı raflar-
da kaldı.
Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cev-
det Anday, 1936 sonlannda, ilk olarak
ölçülü uyaklı şiirleriyle, tek sayfada bir
arada görünürler Varhk'ta. Ahmet
Hamdi Tanpınar'ın uzantısı bir anlayış-
la yazılmış egzotik bir içerik taşır yaz-
dıklan şiirler. I937'de birden ölçüyü
uyağı, egzotik özlemleri bir yana
bırakır, Garip şiirleri ile çıkarlar okuyu-
cu karşısına. Yine bir aradadırlar Varhk
sayfalannda. Bu kez dört kişi gibi görü-
nürler. Orhan Veli, Mehmet Ali Sel tak-
ma adıyla iki payla katılır bu ortaklığa.
Bu çıkışla Garip şiirinin başlangıa 1941
değil 1937 yılına uzanır.
1946'tottkfeaşnı
Garip'in ilk baskısı dört formahk bir ki-
tapçıktır. Orhan Veli, Ahmet Haşim'in
Piyale'nin yayını sırasındaki tutumuyla
uzun bir önsöz ekler kitaba. Şiirler bölü-
münde Melih Cevdet Anday, Oktay Ri-
fat ile kendisinin, çoğu 8-10 dizelik top-
lam 62 şiir yer alır.
Daha sonra Garip'in 1945 nisanında
yayımlanan ikinci baskısında Orhan Ve-
li tek başınadır. "Garip İçin" başlıgı al-
tıda ikinci bir önsöz ile iki baskı arasında
yazdığı 12 yeni şiir ekler kitabına.
Orhan Veli'nin garip dediği, kendileri-
ne gelinceye kadar yüzyıllar boyu yazıl-
mış, şüre başladıklan yıllarda kendileri-
nin de yazdıklan ölçülü uyaklı şiirlerdir.
Bu şiir, konuşma dilinden ayn hiç de do-
ğal olmayan ayn bir şiir dili oluşturarak
garip düşmüştü. Konuşma dili ile şiir dili
arasındaki aynhğj kaldırmak, ölçünün
uyağın zorlamalanndan şiiri kurtar-
mak, bu "garip"liğe son vermek gerekir.
Teşbih gibi, istiare gibi doğal olmayan
söz sanatlanndan da ayıklanmalıdır şiir.
Dizeleriyle değil bütünüyle değerlendi-
rilmelidir. Geçmişte rahatı yerinde kent-
soylu sınıfa seslenen şiir, bundan böyle
çalışan insanlann beğenisine yönelmeli-
dir...
Garip'in ilk baskısında, O. Veli, şiir
anlayışının ilkelerini böylesine açıklıkla
belirlemişken, Garip şiirinin anlamı bûs-
bütün ters olarak yerleşir kamiıoyunda.
Garip sözü Orhan Veli'nin kendisi ile ar-
kadaşlarının şiirlerini nitelediği, adlan-
dırdığı olumlu bir tanımlama olarak bel-
leklerde kalır.
1945 baskısına eklediği "Garip tçin"
açıklamasında, Orhan Veli, çektiği acı-
lardan, yalnızlığından yakınır. Güçlük-
lere tek başma karşı koymaya kararlıdır.
Daha önceden kendi kendine verilmiş,
"Hiçbir yaptığımdan pişman olmayaca-
ğım" diye sözü olmasa, 1941'de Garip
adında bir kitap yayımladığı için dövü-
neceğini söyler. Aradan beş yıl geçmiş-
tir. Şimdiki aklı olsa Garip'i yayımlama-
yacağı gibi garip anlayışında değişiklik-
ler, gelişmeler olduğundan söz eder. Bu
değişiklikler ve gelişmelerin neler oldu-
ğunu açıklamayı ise gereksiz görür.
Orhan Veli, Garip'in ilk baskısı çıktı-
ğında 27 yaşını süren gencecik bir şair-
dir. İkinci baskısına kadar geçen beş yılı,
"Beş yıl sonra da aynı şeyleri söyleyecek
olduktan sonra ne diye yaşadım?" diye
çok önemser, ama otuzunun ilk yıllann-
dadır henüz hâlâ gençtir kocamamıştır.
Cumhuriyetin ilk inançlı
yıllannda, öze,
humanizmaya dönük
atılımların edebiyatımıza
yansımasıdır Orhan
Veli'nin eleştirisi.
Garip anlayışında Orhan Veli'nin
sonradan aynmına vardığı şu yanılma-
lar olabilir sanıyorum: Sanat doğalın
karşıtıdır. Asur heykelleri olsun. Mısır
ehramlan olsun doğal değildirler. Ne ki
yaratıldıklan biçinueriyle kendi doğal-
lıklarını kabul ettirirler. Mozart'ın mü-
ziği, Rimbaud'nun şiirleri, Mozart'ın,
Rimbaud'nun dünyalannın doğal ürün-
lerıdir, bizim dünyamızın doğal ürünleri
değil. Yine, şiir hiçbir dönemde kentsoy-
lu sınıfın, varlıklann beğenisine hizmet
etmeyi amaçlamamıştır. Yunus, Dante
ya da Shakespeare, varhklan yererken
alt kat insanlanna davrandıklanndan
daha sert, daha öfkelidirler. Nedir ki
yazdıklannı okuyup anlayacak olanlar
eğitim görmüş varlıklı kesimden gelen-
lerdir. Aydın bir şairin dile getirdiğı dün-
ya ne yazık ki eğitilmemiş kitlelenn kül-
tür düzeyinin çok ılerısındedir. Kültür
düzeyi gelışmemiş halk katlannın kendi
kültür düzeyi çızgısınde söz, saz sanatçı-
lan yetiştinne gereksinmesini duyması
bu yüzdendir. Aydın bir şairin halkına
hizmet etmesi için alfabeye dönmesi ge-
rekmez. Ona düşen en ileri, en çağdaş
düşüncelerin, duygulann şairi olmaktır
halktan yana. Yorumlan, uygulamalan
ile halka ulaştıranlar olacaktır yazdıkla-
nnı.
Şiirin güç bir sanat oluşunun ölçü uyak-
la ilişkisi yoktur. İyi şairler ölçüyü uya-
ğı, şiirlerınin bütünü içinde doğallaştı-
nr, şiirin bütününden aynlmaz bir çizgi-
ye getirirler. Ölçü ile uyak, bazen ufak
tefek aksakhklannı örtmeye yardımcı
bile olur şiirin. ölçüsüz uyaksız şiir, sa-
nıldığının aksine yazılması daha güç şiir-
dir. Haşim'in deyimiyle sözcükler arası-
nda "elektrik akımını" aksatmadan ge-
reken bütünlüğü sağlamakta, şaire
yardımcı olacak sadece şaırlığjnden ge-
len sezgı gücüdür. daha kısa söylemek
gerekirse şairliğidir.
194O'lı yıllarda neredeyse salgın halin-
de öykünüldü Garip şiiri. Bu salgının
baş nedeni kolay sanılmasından geliyor-
du. Ölçü uyak derdinden kurtulmuştu
öykünenler. Daha önce derleme duygu-
lar, düşüncelerle ölçülü uyaklı yazmaya
çahştıklan sözleri, bu kez gelişigüzel
satırlan alt alta getirerek karaîıyorlardı.
Bu salgın Garip şiirinin 1940'tan sonra
Türk şiirini geniş ölçüde etkilediği yo-
lunda değerlendirildi.
Garip şiirinin etki alanı dikkatle in-
celenmiş değildir günümüze kadar. Sa-
nat kişisel bir uğraştır. Etkilenme söz
konusu ise önce grubu oluşturan O.
Veli, O. Rifat. M.C. Anday arasında
karşıhklı etkilenmelerin, sonra da Garip
şairlennın yerli yabancı kimlerden etki-
lendiklerinin üzerinde durulması, aynca
o dönem cumhuriyet şiirinin toplu geliş-
mesi içinde nesnel olarak değerlendırıl-
mesi gerekir konunun.
1940'lann başında Yahya Kemal yeni
şiirleriyle gündemdedir. Dağlarca, Dıra-
nas kendi çizgüerini sürdürürler. Nâzını
Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde yazdığı şi-
irler ellerde dolaşır. Bu arada Türk şiiri-
ne yeni katılan adlar ilgi çeker. 1939'da
Sabahattin K. Aksal, 194O'ta C. Külebi.
Benim Kızılçulu Yolu adlı ilk kitabım,
1941 yılı sonunda baskıya hazırdır. Ga-
rip şiirinin ortak özelliği nükteye daya-
nan kurgusu, alaycı edasıydı. S.K. Ak-
sal, Külebi, benim şiirlerimde lirik öğe-
ler egemendir.
HiaMtnnayı itaük atHımlar
Garip'in, 1945'te ikinci baskısı çıktıgın-
da Garip şairleri dağılmıştı. O. Rifat
"Güzelleme"yi yayımlamış. M.C. An-
day, Garip öncesi yayımladığı ölçülü
uyaklı şiirlerinde başveren duyarlığına
dönüyordu. Orhan Veli, genç yaşta ölü-
müne kadar, Garip önsözünde sergiledi-
ği ilkelerine bağlı kaldı. Çağdaş Türk şii-
rinin gelişmesinde en büyük katkısının
eleştirisel yanı olduğu kanısındayım.
Kendisiyle birlikte şiir sanatının temel
öğeleri üzerinde bir kez daha durup dü-
şünmeye çağırdı dönemin şairlerini. Söz
sanatlannı zorlamanın, yapayhğın tehli-
kelerinden korunmayı, anlamın, yalınlı-
ğın önemini unutmamayı hatırlattı. Bu
açıdan ele alınırsa demecini doğru yo-
rumlayanlara önemli etkileri oldu. Ben
kendi adıma bir sıfatı kullanırken gerek-
li mi değil mi diye kendi kendime sorar,
karşılığını onun kulağıma fısıldadığını
duyanm. Biz de cumhuriyetin ilk inançlı
yıllannda, öze, humanizmaya dönük
atılımlann edebiyatımıza yansımasıdır
Orhan Veli'nin eleştirisi. Onun gerçek-
leştirdiği kadanyla her zaman saygıyla
anılmayı hak eder.
FERRUHDOĞAN
* f
l /
7 /*
T /* V 1
Çevre KorumaAdına Yapılanbr
BENGÜL KURTAR Çevre Mühendisi
S
anayide kullanılan hammad-
delerin büyük bir bölümü, so-
nunda atık olarak dışan
çıkanhr. Bu atıklann nasıl yok
edileceği, dev bir sorun oluşturur. Dü-
zensiz depolamanın pis ve masraflı
kalıntılan gözler önüne çıktıkça, aşın
tüketim şekillerinin çatlaklanndan
biri olan "çöp sorunu" dünyanın çe-
şitli ülkelerinde tansiyonlan yükseltir-
ken ülkemizde de 14 Mart 1991'de
yayımlanan "Katı Atıklann Kontrolü
Yönetmeliği" sonrasında sanayicile-
rin de gündemlerindeki konulardan
biri haline gelmiştir.
Katı Atık Yönetmeliği, "...çevreyi
olumsuz yönde etileyebilecek olan tü-
ketim maddelerinin idaresini belli bir
disiplin altına alarak havada, suda ve
toprakta kalıcı etki gösteren kirletici-
lerin" ve ekolojik dengeyi bozmasının
önlenmesi ile buna yönelik prensip,
politik'a ve programlann belirlenmesi,
uygulanması ve geliştirilmesi amacıy-
la, birtakım eksiklik ve yanhşlıklarla
da olsa, ancak sekiz yılbkbirgecikme
ile çıkanlmıştır. Yönetmelik çıkarılır-
ken bira, su ve meşrubat üreticisi 18
firmanın görüşü doğnıltusunda "de-
pozito" uygulanması "kota-geri top-
lama" şeklinde değiştirilirken tüketi-
cilerin görüşlerine başvunılmamıştır.
Yönetmelikte depozito veya kota uy-
gulanacak kaplar içindeki malzemeye
göre sınıflandınlmış, bu listede yer al-
mayan ürünlerin yaratacağı kirlilik
gözardı edilmiştir.
Kota uygulanmasmın başlayacağı
tarih olan 1.1.1992 tarihinden iki ay
önce ÇEVKO'nun (Çevre Koruma ve
Ambalaj Atıklan Değerlendirme Vak-
fı) kuruluşu, Resmi Gazete'de yayım-
lanarak tüzel kişilığine kavuşmuştur.
1 Ocak 1992 tarihi itibanyla 52 su,
meşrubat, deterjan, bitkisel yağ, koz-
metik sektörlerinin önde gelen üretici
ve dolumcu fırması; tüketim maddesi
ambalaj atıklannın toplatılması, sınıf-
landırılması ve ekonomiye yeniden
kazandınlması faaliyetlerine destek
olmak amacıyla kurulmalanna rağ-
men yönetmelikte yer alan, 1992 yUı
için % 25, 1993 yılı için % 35 ve 1996
yılı için % 70 kota hedeflerinin "bilim-
sel" ve "gerçekçi" unsurlara da-
yandınlmadığı göriişündedirler.
Yönetmeliğin yayımlanması sırasın-
da müdahale şansı olan üreticilerin,
şimdi de kota uygulamasına geçilme-
mesi yönünde bir eğilim içinde olduk-
lan anlaşılmaktadır. Bu tür geciktir-
meleri ortadan kaldırmak için biz,
satış bedeli içinde ödenen ambalaj üc-
retinin tüketicilere "depozito" ücreti
olarak geri ödenmesi yöntemiyle geri
dönüşünün daha sağhklı işleyebileceği
kanısındayız.
Geri dönüşümde gözetilen amaç,
ekonomiye giren ve çıkan malzemele-
rin miktannı azaltarak hammaddede
çıkanmı ve işlenmesi sırasında oluşan
atığın uzaklaştınlması veya yok edil-
mesi sırasında çevresel bozulmanm en
aza indirilmesidir. Cam, çelik ve alü-
minyum, yeniden işlenmesi ve üretimi
sırasında, yol açılacak enerji tüketi-
minden ve kirlilikten önemli ölçüde
tasamıf sağlar. Ancak plastik atıkla-
nn yeniden işlenmesi, metal, cam ve
kâğıtta ulaşılan düzeye erişmemiştir.
Dolayısıyla plastik malzemenin yeni-
den üretimi, daha fazla enerji tüketimi
demektir.
Çevre korunması konusunda du-
yarlı birer tüketici olarak tüm tüketici-
leri "depozito uygulaması" başlatıla-
na kadar, daha az enerji tüketimi için
dönüşümsüz malzemeleri satın alma-
ma kampanyasına katılmaya davet
ediyoruz.
f^ORTAM
ŞAHtN ALPAY
Ah Şu Emperyalizm!...
M
ÇP lideri Alpaslan Türkeş, "Yurdumuzda
yaşanan olaylar emperyalizmin düzenlediği
canavarca faaliyetlerdir. Teröristler emperya-
lizmin uşaklandır," demiş (Türkiye gazetesi,
8.2.1992). Milliyet gazetesi için yazdığı yeni yıl yazısında
da Türkeş, bizi bölüp parçalamak isteyen emperyalizme
karşı Kuvayı Milliye ruhunu harekete geçinme gereği
üzerinde durmuştu.
Gerçekte en sağcısından en solcusuna bizler ülkemiz-
deki tüm olumsuzluk ve kötülükleri emperyalizmle açık-
lamaya o kadar alıştık ki. Ekonomik bakımdan geri mi
kaldık? Sebebi emperyalist sömürüdür. Demokrasimiz
kısıtiı mı? Çünkü emperyalistler Üçüncü Dünya'da de-
mokrasi istemiyor. Askeri darbeler mi? Hepsini emperya-
listler tezgahladı. Kürt sorunu mu? Emperyalist oyunu-
dur. Terör mü? Emperyalist kışkırtmasıdır. Kurtuluş Sa-
vaşı'nın İngiliz emperyalizminin eseri olduğunu iddia
edenler dahi görülmüştür.
Herşeyi emperyalizmle acıklama anlayışının ardında fi-
lozof Karl Popper'in "toplumsal komplo teorisi" dediği
"teori" yatıyor. Bizde ve bilimsel düşüncenin fazla ge-
lişmediği öteki ülkelerde yaygın olarak inanılan bu teori-
ye göre, toplumsal olaylar bundan çıkan olan bazı güçlü
odaklann eseridir. Bütün olaylar kimilerine göre emper-
yalistlerin, kimilerine göre kapitalistlerin veya komünist-
lerin, kimilerine göre de Siyonistlerin ya da misyonerlerin
işidir. ^
Tümüyie akıi ve bi- Emperyalizm
Hm dışı olan bu batıi kapitalizmin en yüksek
inançlan bir yana bı- a
«ama«sı Hpâil
rakmanm zamanı gel- „ aşamasi Oegll.
medi mi? Topiumu- Kapıtabzmden önce de
muzdaki olumsuzluk- vardı, kapitalizmden
lann ve kotuluklenn
r
,. ,
derinlere inen çok çe- SOnra SOSyaÜZmle
şitii ekonomik, sosyai birlikte de görüldu.
ve siyasal nedenlerini ——____^^^^^^_
araştırmamıza köstek olan; esas sorumlulan toplumu-
muz dışında aramamıza yol açan bu tür anlayışlar, sorun-
lanmızın çözüme kavuşturulmasını engelliyor.
Emperyalizme ilişkin bazı gerçekleri de artık kabul et-
memiz gerekiyor. Bunlann başhcalan şunlar:
- Gelişmiş ülkelerden borç almak, sermaye ithal etmek,
bunlarla ticaret yapmak kaçınılmaz olarak sömürûlmek,
geri kalmak sonucunu doğurmuyor. Aksine, bu olanak-
lardan yararlanmasını başaramayan ya da kendi kendine
yeterliğı seçen ülkeler geri kalıyor. Şimdi siyasi rejimleri
ne olursa olsun bütün azgelişmiş ülkelerin yabancı ser-
maye çekebilmek, gelişmişlerle ticaret yapabilmek için
çırpınmalannın nedeni bu değil mi?
- Üçüncü Dünya'nın yoksulluğu, Birinci Dünya'nın
zenginliğiyle açıklanamaz. Sömürgecilik Batı'nm zengin-
liğinin bir nedeni olabilir. Ama azgelişmiş ülkelerin yok-
sulluğunun tek nedeni sömürgeciliğe maruz kalmış olma-
lan değildir. Kötü yönetim, israf, eğitimsizlik, vb. çok çe-
şitli etkenlerin rolü azımsanamaz. Uzakdoğu'da ve başka
yerlerde bazı azgelişmiş ülkelerin sanayileşmeyi başar-
malan, Üçüncü Dünya'nın geriliğe mahkum olmadığının
belki en önemli kamtıdır.
Günümüzde gerek sermaye akımlannın gerekse ticare-
tin yûzde 80-85 dolayındaki çok büyük bölümü gelişmiş
ülkelerin kendi aralannda cereyan ediyor. Gelişmiş ülke-
lerin ham maddelere ihtiyacı da teknolojik gelişmeler so-
nucu giderek azalmakta. Azgelişmiş ülkeler bakımından
asıl endişe verici olan durum belki bu.
- Dünyamız bir yanda "bağımsız" öte yanda "bağımlı"
ülkelerden oluşmuyor. Karşıhklı bağımlılığın giderek
güçlendiği bir dünyada yaşıyoruz. Birinci Dünya'da eko-
nomik durgunluk Üçüncü Dünya'nın kalkınmasını en-
gelliyor. Üçüncü Dünya'da yoksulluk, Birinci Dünya'nın
banş ve güvenlik içinde yaşamasına imkan tanımıyor.
- Emperyalizm yok mu? Elbette var. Ama "kapitaliz-
min en yüksek aşamasi" değil. Emperyalizm kapitalizm-
den önce de vardı, kapitalizmden sonra sosyalizmle bir-
likte de görüldü. Yalnız büyük devletler değil, hemen tüm
ülkeler ulusal çıkarlanm siyasi, iktisadi, kültürel ve askeri
çeşitli araçlar kullanarak güçleri oranında geliştirmeye,
yaymaya çalışıyor. ABD'nin Vietnam'ı, SSCB'nin Afga-
nistan'ı işgali emperyalizmdi de, Vietnam'ın Kamboçya'-
yı, Irak'ın Kuveyt'i işgali neydi? llginçtir, hiç biri de ba-
şanlı olamadı.
OKURLARDAN
YÖK'ün 'Sanat' Ayıbı
Yükseköğretim kurumlan,
öğrencileri, öğretim
elemanlan, bu kurumlann
değerlendirilmesi ve bilimsel
araştırmalar konusunda
bilgi veren "Türk
Yükseköğretimi'nde On Yıl:
1981-1991 "başhkhYÖK
incelemesi, Kasım 1991'de
33 sayfalık bir rapor olarak
yayımlandı.
YÖK Başkanı
Doğramacı'nın imzasıyla
çıkan sunuş yazısında, 2547
sayılı YÖK'ün yürürlüğe
girdiği 6 Kasım 1981'denbu
yana geçen 10 yıllık sürede,
yükseköğretimimizde büyük
atılımlann gerçekleştirildiği
savunulmaktadır. 1981'den
1991'e kadar,
yükseköğretim
kurumlannın sayısında,
öğrenci sayısında, öğrenci
başan oranında, öğretim
elemanı sayısında, öğretimin
kalitesinde ve araştırma
sayılanndaki hızlı artışlarla
övünülmekte, özerkliğin
titizlikle korunduğu ileri
sürülmektedir.
1981 reformu ve sonuçlannı
inceleyen raporda, başanlar
(!) anlaülırken bir şey
unutulmuş. Bu 10 yıllık
süreçte, herhangi bir
bağlamda ne 'kültür'den ne
de 'sanat'tan söz ediliyor.
Kültür ve sanatı böylesine
yok sayan bir anlayışın
başanlannın da ne tür başan
olduğu bence tartışılır.
Eğitim, olumlu yönde bir
toplumsal değişim aracı
olduğuna göre YÖK'ten;
genç insanlara. sanat ve
kültür eğitimi alanında
kazandırdıklarını da rapora
koymalannı beklerdim.
Acaba kültür ve sanat
alanındaki "YÖK
icraatlan" çok iyi değil
miydi de hiç sözü edilmedi?
Kültürlü kişi, yaşam
felsefesinin yanına. sanata
ilişkin olumlu bakış açısını
da yerleştirebilen kişidir.
Çağdaş sanatı bilmek,
üretici olmasa bile bilinçli bir
tüketici olabilmek, sanınm
entelektüelizmin de temel
taşlanndan birisidir. YÖK,
bu 10 yıl içinde 'sanat'a
ilişkin neler yapmıştır?
Verdiği eğitimle,
öğrencilerin kendilerine ve
çevrelerine duyarlı
olabilmeleri, eleştirel ve
yaratıcı düşünebilmeleri
açısından ne tür katkılar
getirmiştir? Bunlann ortaya
çıkartılmasının, yapılacak
bilimsel araştırmalarla o
kadar da zor olmadığma
inanıyorum. Yeter ki
istensin...
Birdeşusoruyu
ekleyebihrim-.YÖK'le
geldiğihaldeson
değişikliklerle oyuncak
durumuna düşen
zorunlu-seçimlik dersler
(müzik, resim vb.) nasıl
uygulanmış, kültür
bağlamında ögrencilere
neler getirmiştir?
Hiç kuşkusuz sorulan
arttırabiliriz. Konunun bir
de bu boyutuyla tarüşılması
dileğiile...
RUKENÖZTÜRK/^İ/
Eğitim Bilimleri Fak. Güzel
Sanatlar Eğitimi Yüksek
Lisans Oğrencisi