Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 14ŞUBAT19S2CUMA
14 GÖRÜŞLER
BELKİ
MURAT BELGE
İktidar
B
undan bir süre önce, TBMM'de terör üzerine ge-
nel görüşme yapılırken SHP adına konuşan
Aydın Güven Gürkan bir öneride bulunmuştu:
Terörü kaynaklanyla inceleyen bir "meclis araş-
tırma komısyonu" kurulması. Meclis'te söylenen başka
birçok söz gibi bu da söylendi, yarım kulak dinlendi,
unutulup gitti. Oysa bu öneri çeşitli nedenlerle önemliy-
di, geçerliliğini bugün de koruyor.
Türkiye'de çok eski zamanlardan beri "ikili iktidar"
vardır. Osmanlı toplumunda halk yalnızmuhtannı, bek-
çisini seçerdi; geri kalan ne varsa devletin tayinli memur-
ları yerine getirirdi. Bunca yıldır "demokrasi" deneyimi
yaşıyoruz, "seçilenler" artık muhtar düzeyinde değil,
milletvekilliğine kadar yükselebiliyor. Ama bu da bütün
iktidann ve yetkilerin •'seçilenler"in elinde olmasını sağ-
lamaya yetmiyor.
"Ne yemek pişeceğine, kimin bulaşık yıkayacağına,
nereye gidileceğine kanm karar verir, dünya banşının ne
olması gerektiği, Ortadoğu sorununun nasıl çözüleceği
gibi önemli konularda ben karar veririm", diyen "ka-
zak" koca, bu fıkra çerçevesinde komik. Ama işi devlet
dûzeyine taşıdığımızda bu işbölümü komik olmaktan çı-
kıyor. Bizim bu düzeyde geçerli olan işbölümümüz ya da
iktidar paylaşımımızda, bamya mı pişecek, semizotu mu,
buna parlamento ka-
Bizim iktidar
paylaşımımızda, bamya
mı pişecek, semizotu mu,
buna parlamento karar
veriyor; Ortadoğu
sorununda karar
verenler başkaları.
rar veriyor; Ortado-
ğu sorununda karar
verenler başkaları.
îçinde bulunduğu-
muz konjonktürde
Türkiye'nin baş so-
runu bu. Çözümü
çok gecikmiş bu so-
run artık karara bağ-
lanmalı. Bu çözü-
mün kabul edilebilir tek yönü vardır: De-
mokrasi. Bu da halkın iradesini temsil eden Meclis'in
üzerinde herhangi bir iktidar odağının olmaması anlamı-
na gelir.
Böyle bir tarihi bağlamda, ülkenin en önemli sorunla-
rına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin net ve kararlı bir
biçimde el koymasının özel bir önemi ve anlamı vardır.
Genel olarak "'terör" dediğimiz son derece karmaşık ve
çok yönlü olay, bugün Türkiye'nin en önemli sorunudur.
Söz konusu iktidar paylaşımının yarattığı gerilim de bu
sorunun karanhğı içinde yer alıyor gibi. Bu sorun karşı-
sında bu ülkenin üreteceği çözümün niteliği, Türkiye'nin
yirmi birinci yüzyıla uygar bir toplum olarak mı, yoksa
vahşet aşamasına takılıp kaimış bir toplum olarak mı gi-
receğini belirleyecektir. Dolayısıyla bu sorunu ele alacak
bir "Meclis araştırma komisyonu"nun neleri temsil ede-
bileceğini tahmin etmek güçdeğildir.
Şüphesiz, böyle bir komisyon kurmak bir sey, ama ko-
misyonun etkili çalışması başka bir şeydir. Orneğin dün-
yada "Irangate" diye tanınan olayı incelemek için ABD'-
de bir "meclis komisyonu" kuruldu. Ama yapılan incele-
me olayı aydınlattı mı, yoksa büsbütün mü kararttı,
buna cevap vermek kolay değil.
TBMM'de böyle bir komisyonun kurulması vegerekli
yetkilerledonatılması çok iyi olacaktır. Kurulursa, yuka-
nda değindiğim tarihi sorunun bilinciyle davranması,
"toplumun meclisi" olma yolundaki kararlılığını göste-
recektir.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Romanya'da Türkçe ezan
Ana vatandan ilham alan
Romanya - Pazarcık
Türkleri. Pazarcık Türk
ccmaat heyetinin teşvik ve
arzusile ibadetin türkçe
yapılması için son derece
faaliyet göstermektedirler.
Şubatın üçüncü gününden
itibaren camilerdeezan
türkçe okunmağa
başlanmış, türkçe ibadet
köylere de sirayet etmiştir.
Pazarcık'ta ilk defa türkçe ezarıı İbrahimCavit Bey
okumuştur.
Kadir gecesi İstanbul'da Ayasofya camiinde okunan
türkçe Kur'an ve mevlit ve alınan tekbırler burada iki
büyük radyo \asıtasile, kadın ve erkek binlece Türk
tarafından büv ük bir alâka ile dinlenmiştir. Burada ana
vatana karşı merbutiyet çok büyüktür. Her millî
müessesedeki muamelât yeni Türk harfleriledir. Yeni
harflerin tedrisi için gece mektepleri açılmıştır. Nikâhlar,
belediye evlenme memuru huzurunda ıcra edilmektedir.
1962: Bölükbaşı'nın isteği
CKMP MeclisGrupu. bugün saat 10da toplanmış ve bir
süre önce Çankayada Cumhurbaşkanı Gürselin
başkanlığında yapılan liderler toplantısı hakkında Genel
Başkan Bölükbaşf nın izahatını dınlemiştir.
Bolükbaşı, izahatı sırasında Çankayada "Bizim partide
de 15 kadar intikamcı milletvekili ve senatör var" dediğine
dairçıkan haberlerı valanlamıştır. CKMP Genel Başkanı,
huzur için yapılacak çalışmalar için bir "Liderler
Toplantısı" teklif ettiğini bildirmiştir.
TARİHTE BUGÜN MMTAZARIKAN
ANKARAYA YOLCU UÇAGI
1924-'TE SUGÜM,
GA'yA /L/< KE2. Sf& YOLCU Ç
SEFER YAP/LM/şrr. ÖZELUfcLS POS774
Ğ fÇİfJ F&4NS4 'DAN S/TT/N
j
SU /L/e SEFEG/A/DB, G/P/f VE £>Ö
A/ÜfÜ fÇ/fi/ PÖGPEG GA2ErECJyİ YOLCU
GİrM/ŞT/'. TEK MOVO/SLU
8u f<ujçüfc Ğ
Doğramaa Harikalar Diyarında...
Prof. Dr. BOZKURT GÜVENÇ Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
C
umhuriyet'te geçen hafta
sonu "Pazar Konuğu" olan
Şayın Doğramacı'nın YÖK
ile ilgili görüşlerini bir kez
daha yayımlamakla, hem bir kamu
hizmeti yapp
tınız hem de umanm yeni
sorulara çağnda bulunmuş oldunuz.
Bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ede-
rim. özetle:
1. Sayın Doğramacı, bütün yükse-
köğretim yöneticilerinin değişmesini
iyi haber, kendisinin YÖK başında
kalması ihtimalini ise kötü haber ola-
rak niteliyor. Yöneticileri tümüyle de-
ğişmiş bir YÖK'ün başında kalmayı
kötü haber olarak yorumluyor. Ku-
rulduğu günden bu yana YÖK yöneti-
cileri sık sık değiştiği halde hiç değiş-
meyen kendisi değil miydi? Bir espri
olsa bile bunun neresi kötü?
2. Bakanlıkla üniversitenin bağı ne
zaman, nasıl koptu? Son derece tartış-
mah bir soru ve sorundur. Söz gelişi
YÖK kurulduktan sonra bu bağ ku-
ruldu mu ya da hiç kurulduğu oldu
mu?
3. Avrupa'da rektörler ve dekanlar
seçimle işbaşına gelebiliyorsa, bizde
niçin seçim yapılamayacağı pek iyi an-
laşılarruyor. Hükümetler seçimle be-
lirleniyor da rektörler neden belirlen-
mesin? Alınan öğrenci sayısının 1975'-
ten 1980'e düşüş göstermesi yalnız dış
denetimin olmamasıyla açıklanabilir
mi? 12 Eylül'ü hazırlayan bir dizi sos-
yal ve siyasal gerekçe gözardı edilebilir
mi?
4. "Dünyanın hiçbir yerinde yükse-
köğretim kanunu yapılırken hocalann
fıkri alınmaz" görüşü gerçeklere nice
uymaktadır? Özelükle de Sayın Doğ-
ramacı'nın "hoca" olarak •„ fıkir ve
katkılanna... 1971'dehazırlanan 1750
savıh, 1981 'de kabul edilen 2547 sayılı
YÖK Yasası'nı Sayın Doğramacı biz-
zat kendisi önermedi mi? Daha önce-
leri 892 sayılı Hacettepe Kuruluş Ka-
nunu kendi eseri değil miydi? 4936
sayılı Üniversiteler Kanunu Profesör
Onar ile Hirsch'in fıkri alınmadan mı
yapıldı? Yoksa Sayın Doğramacı "ho-
ca"Uğı bırakıp siyaset mi yapıyor?
Eğer rol değıştirmek hakkı varsa,
bunu başkalanna neden tanımak iste-
miyor?
5. Halen 1200 araştırma görevlisinin
yurtdışında eğitim görüyor olması,
YÖK'ün artısı sayılsa bile YÖK'ün
eksileri sadece sistemin iyi tanıtılama-
ması mıdır? Eğer YÖK üniversiteleri
gerçekten denetleyebiliyorsa, YÖK'ü
kim denetliyor? Kimi YÖK denetçile-
ri, denetimin ciddi ve etkili olmadığın-
dan yakınarak istifa etmediler mi?
6. öğrenci konseylerinden söz eder-
ken öğretim üyelerinin isteklerini sen-
dika temsilciliğine benzetmek tutarh
bir davranış olur mu? öğretim üyeleri-
ne tanınacak siyasi faaliyette bulunma
hakkı, hocalann dekan veya rektörle-
rinden izin almadan belediyeye veya
TBMM'ye dilekçe verebilmek gibi ba-
zı anayasal haklannı kullanmalanna
da imkân verecek mi?
7. Sayın Doğramacfnın, "Sistemi
bütünüyle ele almak gerekir. Işine ge-
len tarafı görüp gelmeyen yanını gö-
zardı etmek doğru değildir" görüşüne
yürekten katılmanuk elde değil! Ger-
çekten öyle yapalım, ama lütfen kim-
seye vatan haini, çağdışı, tembel, so-
rumsuz ve safdil sıfatîannı yakıştırma-
dan, reva görmeden.
8. Bir yandan gelişme için "yenilik-
lere açık olmak" fıkrini savunurken
öte yandan "Mevcut uygulama en iyi-
sidir", savunması yukanda önermi|
bulunduklan, "Sistemin bütünüyle ele
ahnması" fıkriyle esastan çelişmiyoı
mu?
9. Yönetilenlerin yönetime katılma-
dığı bir kurumda demokrasi olabilir
mi? Ve de Sayın YÖK Başkanı bir yö-
netim düzeni olarak demokrasiye ina-
nıyor mu? Kuşkusuz inanmak zorun-
da değiller. Ama bunu açıklamalan
son derece yapıcı ve yararlı ofurdu
diye düşünüyorum. Yöneticilerin ata-
ma biçimine indirgenen özerklik ko-
nusu temelde bir özgürlük sorunu de-
ğil mi?
10. Dünyada tam ve mükemmel
(kusursuz) olan hiçbir sistem yok!
Daha doğrusu, gelişme ve değişme sü-
reci içindeki sistemlerden söz etmek
kolay olmuyor. En etkili savunmanın
taarruz olduğu söylenmişse de bazı
savaşımlann saldın ile yitirildiği, baa-
lannın i»e savunma ile kazanıldığı gö-
rülmemiş midir?
SEMIHBALaOGLU
KÜPtR ve BipÖneri
M. SEZGİN TANRIKULU A vukat, Diyarbakır Bölge Barosu Genel Sekreteri
C
umhuriyetin ilanından bu
yana resmi devlet politikası;
Kürtlerin inkârı. asimilasyo-
nu üzerine inşa edilmiş, bu
bağlamda da baskı ve asimilasyon po-
litikalan ile "Kürt gerçeği" Türkiye'-
de yaklaşık yetmiş yıldır saklanmaya
çahşılmıştır. Ancak bütün bunlara
rağmen "Kürt realitesi" Türkiye'nin
ve giderek dünya kamuoyunun
gündemine oturabilmiştir. Bugün
Kürt realitesi, devletin en üst organ-
lannca resmi olarak kabul edilmekle
birlikte bu realitenin in!-ân hukuk
mevzuatında devam etmektedir.
Resmi devlet politikasının mevzua-
ta yansıyan en uç örneklerinden biri
21.6.1934 tarih 2525 sayılı Soyadı Ka-
nunu ve 24.12.1934 tarih 2/1759 sayılı
Soyadı Nizamnamesi'dir.
Soyadı; bir aileye bağlı kişileri, başka
ailelere bağlı kişilerden ayırmaya ya-
rayan, aslında doğum ile kazanılan ve
kuşaktan kuşağa geçen addır. Türk
Medeni Kanunu, soyadını genel ola-
rak düzenlendiği halde bir yaptınm
içermediğinden, soyadı alma zorunlu-
luğu bu yasa ve nizamname ile getiril-
miştir. Soyadı Nizamnamesi'nin 5.
maddesinde, yeni takılacak soyad-
lannın Türk dilinden ahnması gerekti-
i konusunda hüküni mevcuttur. Yine
u nizamnameye göre kendi nzalan
ile soyadı almayanlara soyadı verme
yetkisi mahallin en büyük mülki ami-
rine tanınmıştır. Yasa ve nizamname-
nin bu hükümleri nedeniyle birçok aile
kendi nzalan dışında ve halen de be-
nimseyemedikleri soyadlannı almak
durumuyla karşı karşıya kalmışlardır.
Diğer bir örnek de 5.5.1972 tarih
1587 sayılı Nüfus Kanunu ve 8.3.1977
tarih 7/13269 sayılı Nüfus Hizmetleri-
ne Ait Kuruluş, Görev ve Çalışma Yö-
netmeliği'dir. Ad, kişiyi belirten ve
toplumsal yaşantısında onu diğer
hemcinslerinden ayıran kurumdur.
Adla kişi kendi ülkesinde ve tüm ilişki-
Ierinde bireyleşir. Toplumsa] yaşamda
bu kurum ile varlık kazanır. Ayrıca
ad, özel hayatın bir parçasıdır. Ve kişi-
lik haklanndandır. Bu nedenlede "ad'-
'ın hukuk mevzuatlannda özel olarak
düzenlenmesi ihtiyacı duyulmuştur.
özadı, kişi doğumla kendiliğinden
kazanmaz. Kişiye bu adı verme hakkı,
toplumda egemen olan ilişkilere göre
değişmekle birlikte genellikle ana-ba-
baya aittir. Nitekim Türk Medeni Ka-
nunu'nun 264/111 ve Nüfus Kanunu'-
nun 16/IV. maddeleri bu hakkın ana-
babaya ait olduğu konusunda düzen-
lemeleriçermektedir. Resmi devlet po-
litikası, "ad" konusunda kendisini
Nüfus Kanunu'nun 16. maddesine
"milli kültür" ve "örf veâdet" formül-
leri ile yansıtmıştır.
Özelliklel2Eylül'den
sonra Kürtçe adların nüfusa
yazımı konusunda büyük
engeller çıkarılmıştır. Bu
dönemde nüfus
müdürlüklerine "milli
kültür" e aykırı Kürtçe
adların listesinin
gönderildiği bilinmektedir.
Kanunda bu belirttiğimiz formül-
lerle anlatılmak istenen "milli kültür"
ve "örf ve âdet"in Türk "milli kültür"
ve "örf ve âdef'i olduğu açıktır. Nüfus
Hizmetlerine Ait Kuruluş, Görev ve
Çalışma Yönetmeliği'nin 77. maddesi
de bu ilkelere aykın adların çocuklara
konulamayacağını, konulmuşsa da
değiştirilmesinin isteneceğini, buna
rağrnen nüfus kütüğüne yazılmışsa de-
ğiştirilmesi için dava açılmak üzere
durumun Cumhuriyet Savcılığı'na bil-
dirileceği konusunda hüküm içermek-
tedir.
Nttut'tafcimttler
Bundan dolayı özelükle 12 EylOl'den
sonra Kürtçe adlann nüfusa yazımı
konusunda büyük engeller çıkanl-
mıştır. Hatta bu dönemde nüfus mü-
dürlüklerine "milli kültür" ve "örf ve
âdet"e aykın Kürtçe adlann listesinin
gönderildiği bilinmektedir.
12 Eylül polis soruşturması dosyala-
nnda çocuklanna Kürtçe adlar koyan
sanıklara özel sorular yöneltildiği, yi-
ne Diyarbakır Sıkıyönetim Mahke-
mesi'ndeki duruşmalarda bu konuda
sanıklara sorular sorulduğu gerçeği,
"milli kültür" ve"örf veadet" formül-
lerinin asimilasyon amacıyla yasa
metnine yerleştirildiğini göstermekte-
dir.
Hak arama yollannın çok kısıtlı
olduğu, var olan hak arama yollannın
kullanılması alışkanlığmın çok zayıf
olduğu ayn bir^erçektir. 12 Eylül'den
sonra birçok anne-baba çocuklanna
istedikleri adı koyamadığı gibi, irade-
leri zorlanarak keyfı adlar nüfusa tes-
cil edilmiştir. İstedikleri adı nüfusa
tescil etmeyi başarabilenler aleyhine
ise asliye hukuk mahkemeierinde da-
valar açılmıştır. Bu davalar nedeniyle
yerel mahkemelerin verdikleri karar-
lar ilginçtir. örneğin, "Berlin", "Nu-
şin" adlan yerel mahkemelerce "milli
kültür" ve "örf ve âdet"e aykın bulu-
narak iptal edilmiş, ancak bu kararlan
Yargıtay bozmuştur (*). Yargıya inti-
kal etmeyen, nüfus memurlannın
uyansı üzerine değiştirilerek nüfusa
tescil edilen yüzlerce örnek vardır.
Rojhatlar "Reşat" olarak, "Mizgin"-
ler"Müjde" olarak nüfusa tescil edil-
miştir.
Nftfus Kanrnıu değ^tnell
Kürt realitesinin kabulü tek başına
Kürt sorununu çözmeye yeterli değil-
dir. Koalisyon ortaklığı nedenini tek
başına neredeyse demokratikleşme
olarak kabul eden hükümete bu konu-
da büyük görevler düşmektedir. Bu
nedenle bu alanda çok cesaretli ve ön-
yargıdan uzak adımlann atılması ge-
rekmektedir.
Sorunu çözmede bir adım olması ba-
kımından, yeni yapılacak bir yasa ile
1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16.
maddesinde yer alan "milli kültür" ve
"örf veâdet" ibareleri, madde metnin-
den çıkanlmah, bu yasaya eklenecek
geçici bir madde ile de 6 aylık bir süre-
de 18 yaşından küçüklerin Medeni
Kanun'la belirlenen kanuni temsilcile-
rinin ilgili nüfus müdürlüklerine baş-
vurmalan halinde dava açmalanna
gerek kalmaksızın çocuklanna iste-
dikleri adı koyma olanağı tanınmalı-
dır.
Böyle bir değişiklik koalisyon hükü-
metine pratikte bir adım attıracak,
bundan sonra da sorunun çözümünde
cesaretli ve önyargıdan uzak adımla-
nn atılacağı konusunda halkta bir
kanı uyandıracak ve koalisyon hükü-
metinin devamı konusunda destek
sağlanmış olacaktır.
ANKARA
ANKA
MÜŞERREF HEKtMOĞLU
Sevgf Ohnazsa...
Y
ıllar öncesinden Hilton'un açhışını anımsıyo-
rum. Beylerbeyi Sarayı'nda bir öğle yemeğin-
den dönüyoruz. Galiba "Acar" motoruyla.
Kabataş'ta inipotelegideceğiz. Motorda Baba
Hilton ve konuklan. Beyazperdenin ünlü yıldızlan. Ya-
nımda ABD'nin fstanbul Konsolosu Kaye Bracken var.
Conrad Hilton'u lafa tutarak karşıya bakmasını önle-
yenlere gülümsüyor. O zaman İstanbul, gökdelenler ken-
ti değil henüz. Anadolu yakasından karşıya geçerken mi-
nareler görünüyor yalnız. Ayasofya'nın, Sultanahmet'in
görkemîi kubbeleri, Topkapı, Galata Kulesi, Dolmabah-
çe Sarayı o minarelerle bütünleşip kentin güzel siluetini
oluşturuyor. Hilton betondan bir diken gibi batıyor bu
güzelliğe! Conrad Hilton'u lafa tutanlar bu dikeni farket-
memesini istiyor anlaşılan... O beton yığınları giderek
arttı. İstanbul bir gökdelenler kenti oldu artık. Boğaz te-
peleri tıraşlandı, yeşil korular baltalandı, Istanbul'un do-
ğal güzelliği de tarihsel zenginliği de zedelendi durma-
dan. Mavi sular karardı, o masalsı güzelliği gerilerde
kaldı, yeditepenin yerinde beton tepeler oluşuyor. Bo-
ğaz'ın mavi suları kararıyor. tstanbul, dünyanın en kirli
kentlerinden biri oluyor giderek.
tstanbul'u sevmekten söz edilir mi bu durumda? Bir
kent nasıl sevilir? Tarihini, coğrafyasını, doğasını ko-
ruyarak değil mi... Güzelliğine yeni güzellikler ekleyerek.
Son yıllarda böyle çabalar var, ama yeterli mi acaba? işte
Park Otel örneği. O güzelim otel yıkıldı, yerinde birgök-
delen yükseldi. Yapıyı durduranlar, derken mahkeme
durdurmayı yasalara aykın buldu. İnsan gülsün mü ağla-
sın mı? Yapı sürse, Taksim'deki gökdelenlere bir yenisi
eklense ne değişir! O gökdelen yıkıîsa, eski Park Otel yeri-
ne konabilir mi artık? Konumunun ötesinde, baştan başa
bir tarih o otel. Salonlanndan, odalanndan kimler geli-
yor, kimler geçiyor. Ben Atatürk dönemini anımsamıyo-
nım; ama bannda, terasında otururken, yemek yerken
Atatürk ile ilgili öyküler dinler, güzel başını her yerde gö-
rürdüm neredeyse. Barda gazetemizin "Bir Daİcika" ya-
zan rahmetli Doğan Nadi ile buluşurduk kimi akşamlar.
Kahkahalan hâlâ kulağımda çınlar. Sonra ünlü ozanımız
Yahya Kemal. Park otel'in bir odasında oturdu ölünceye
dek. Kimi akşamlar gümüş saçlı, Boğaz akşamlan gibi
lacivert gözlü, güzel ve zarif bir hanımefendi ile birlikte.
Salacak'ta bir yalıntn sahibesi Belkıs Ratıp. tstanbul'un
güzellikleriyle bütünleşen görkemli bir kadın.
Bir de Başbakan
Menderes'i anımsı-
yorum;tstanbul'age-
lince Park Otel'e
yerleşir, biz gazetecl-
îer de kapalı kapı-
lann ardmda neler
konuşuluyor diye
beklerdik. Düşünü-
yorum ve yanıt bu-
lamıyorum. Park
Sevgisiz, hoyrat ve de
bilgisiz davranışların,
kısa süreli çıkarlar
uğruna ulusal çıkarları
gözden çıkarmanın
sayısız örneklerini,
doğada da yaşıyoruz.
Otel'i yıkarak neler yitirdik! O yitik değerleri bulmak ola-
nağı varmı artık? Fransa'nın ünlü gazetesi Le Monde'un
yazan Eduard Sablier'yi anımsıyorum. İstanbul'da Park
Otel'de kalmak isterdi her zaman. Bannda, mutfağında,
güngörmüşgarsonlanndabirgizolduğunusöylerdi.Ogtz,
vardı gerçekten.
Birçok ülkeye gittim, başkentlerindede başka kentlerin-
de de bizdeki hoyratlığı, sevgisizliği görmedim doğrusu.
Eski yapılar özenle korunuyor, onarıhyor. Olupbittilere
gelmiyor hiç! Bir kenti sevme.k, doğayı korumak, var olan
güzelliklere yenilerini eklemek de belli bir kültür birikimi
ister kuşkusuz. Bu birikim yoksa, ulusal değerleri gözden
çıkarmaktan, belli çıkarlara araç olmaktan geri kalamı-
yor insanlar.. hatta kamu görevlileri ve yerel yöneticiler...
Park Otel bir örnek yalnız. Her dalda, her alanda nice ör-
nekler var. ABD'nin Memphis kentinde açılacak sergiye
nebuyrulurîTopraklanmızdakiuygarlıklanyabancıüîke-
lerde tanıtmak, kültür varlıklanmızı sergilemek güzel bir
olay, ama tehlikeli değil mi acaba? Kaç deneyimiz var!
Hayliacıdeneyler. Kınlanlar,çalınanlar,örtbasedilenler-
le tanıtmanın yaran mı, yitirmenin zaran mı ağır basıyor,
tartışmak ve yargılamak gerekir. O yitik parçalar geri ge-
lebilir mi? Kültür Bakanlığf nın Eski Eserler ve Müzeler
GenelMüdürlüğü'nünbukonuyayenideneğilmesigerekir
bence.
Bir de doğamız var. Doğal güzelliklerimiz; güneşimiz,
dağlanmız, denizimiz, çevremiz. Sevgi ve özenle doğamız
daha güzelleşir. değerlenir; ama sevgisiz, hoyrat ve de bil-
gisiz davranışlann. kısa süreli çıkarlar uğruna ulusal çı-
karları gözden çıkarmanın sayısız örneklerini, doğada da
yaşıyoruz.
Çevre kirlenmesiyle ilgili bir konuya daha değinmek is-
tiyorum. Plastik karabasanı! Çok hızlı gelişen ve yayılan
plastik, sanayi yaşamımızın bir parçası artık. Oysa çevre
îcirliliğinde büyük etken. Batı ülkelerinde kâğıda dönüş
çoktan başladı. Ülkemizde de bir an önce başlaması gere-
kiyor. Izmirli bir dostum anlattı, denize atılan plastik şi-
şeler yunus balıklannın ölümüne yol açıyor. Plastiği yi-
yecek sanıyor, ciğerlerini parçalayıp ölüyorlar! Çevre ve
sanayi bakanlannın ambalaj sanayiini yeniden gözden
geçirmeleri gerekiyor galiba.
Doğa sevgisi, çevre sevgisi, insan sevgisi üretken olursa
bir anlam taşır ancak.
VEFAT
Zehra ve Tahsin Baktıroğlu'nun oğlu,
Aydan Güven, Kahraman ve Aygen Baktır,
Nuran Tosun Terzioğlu'nun babaları,
Derin ve Ayşecan Terzioğlu'nun dedeleri,
Gültekin Baktır'ın eşi
İHSAN BAKTIR
13 Şubat 1992 günü hakkın rahmetine
kavuşmuştur. Aziz naaşı 14 şubat 1992
Cuma (bugün) Bebek Camisi'nde
kılınacak öğle namazını müteakip Aşiyan
Mezarlığı'nda defnedilecektir.
AİLESİ
(•) Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin esas 1986/
5558, karar 1986/8433, tarih 22.9.1986 ve
esas 1988,11737, karar 1989/1520, tarih
9.2.1989 sayıü kararlan.
KÖY ENSTİTÜSÜ YILLARI
Talip Apaydın
8.000 lira(KDVıçınde)
Çağdaf Yayınları Türkocağı Cad. İ9-41 Cağaloğlu htanbul
ÖdcmciigoadcriİBeı.