28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14ŞUBAT19S2CUMA 14 GÖRÜŞLER BELKİ MURAT BELGE İktidar B undan bir süre önce, TBMM'de terör üzerine ge- nel görüşme yapılırken SHP adına konuşan Aydın Güven Gürkan bir öneride bulunmuştu: Terörü kaynaklanyla inceleyen bir "meclis araş- tırma komısyonu" kurulması. Meclis'te söylenen başka birçok söz gibi bu da söylendi, yarım kulak dinlendi, unutulup gitti. Oysa bu öneri çeşitli nedenlerle önemliy- di, geçerliliğini bugün de koruyor. Türkiye'de çok eski zamanlardan beri "ikili iktidar" vardır. Osmanlı toplumunda halk yalnızmuhtannı, bek- çisini seçerdi; geri kalan ne varsa devletin tayinli memur- ları yerine getirirdi. Bunca yıldır "demokrasi" deneyimi yaşıyoruz, "seçilenler" artık muhtar düzeyinde değil, milletvekilliğine kadar yükselebiliyor. Ama bu da bütün iktidann ve yetkilerin •'seçilenler"in elinde olmasını sağ- lamaya yetmiyor. "Ne yemek pişeceğine, kimin bulaşık yıkayacağına, nereye gidileceğine kanm karar verir, dünya banşının ne olması gerektiği, Ortadoğu sorununun nasıl çözüleceği gibi önemli konularda ben karar veririm", diyen "ka- zak" koca, bu fıkra çerçevesinde komik. Ama işi devlet dûzeyine taşıdığımızda bu işbölümü komik olmaktan çı- kıyor. Bizim bu düzeyde geçerli olan işbölümümüz ya da iktidar paylaşımımızda, bamya mı pişecek, semizotu mu, buna parlamento ka- Bizim iktidar paylaşımımızda, bamya mı pişecek, semizotu mu, buna parlamento karar veriyor; Ortadoğu sorununda karar verenler başkaları. rar veriyor; Ortado- ğu sorununda karar verenler başkaları. îçinde bulunduğu- muz konjonktürde Türkiye'nin baş so- runu bu. Çözümü çok gecikmiş bu so- run artık karara bağ- lanmalı. Bu çözü- mün kabul edilebilir tek yönü vardır: De- mokrasi. Bu da halkın iradesini temsil eden Meclis'in üzerinde herhangi bir iktidar odağının olmaması anlamı- na gelir. Böyle bir tarihi bağlamda, ülkenin en önemli sorunla- rına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin net ve kararlı bir biçimde el koymasının özel bir önemi ve anlamı vardır. Genel olarak "'terör" dediğimiz son derece karmaşık ve çok yönlü olay, bugün Türkiye'nin en önemli sorunudur. Söz konusu iktidar paylaşımının yarattığı gerilim de bu sorunun karanhğı içinde yer alıyor gibi. Bu sorun karşı- sında bu ülkenin üreteceği çözümün niteliği, Türkiye'nin yirmi birinci yüzyıla uygar bir toplum olarak mı, yoksa vahşet aşamasına takılıp kaimış bir toplum olarak mı gi- receğini belirleyecektir. Dolayısıyla bu sorunu ele alacak bir "Meclis araştırma komisyonu"nun neleri temsil ede- bileceğini tahmin etmek güçdeğildir. Şüphesiz, böyle bir komisyon kurmak bir sey, ama ko- misyonun etkili çalışması başka bir şeydir. Orneğin dün- yada "Irangate" diye tanınan olayı incelemek için ABD'- de bir "meclis komisyonu" kuruldu. Ama yapılan incele- me olayı aydınlattı mı, yoksa büsbütün mü kararttı, buna cevap vermek kolay değil. TBMM'de böyle bir komisyonun kurulması vegerekli yetkilerledonatılması çok iyi olacaktır. Kurulursa, yuka- nda değindiğim tarihi sorunun bilinciyle davranması, "toplumun meclisi" olma yolundaki kararlılığını göste- recektir. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Romanya'da Türkçe ezan Ana vatandan ilham alan Romanya - Pazarcık Türkleri. Pazarcık Türk ccmaat heyetinin teşvik ve arzusile ibadetin türkçe yapılması için son derece faaliyet göstermektedirler. Şubatın üçüncü gününden itibaren camilerdeezan türkçe okunmağa başlanmış, türkçe ibadet köylere de sirayet etmiştir. Pazarcık'ta ilk defa türkçe ezarıı İbrahimCavit Bey okumuştur. Kadir gecesi İstanbul'da Ayasofya camiinde okunan türkçe Kur'an ve mevlit ve alınan tekbırler burada iki büyük radyo \asıtasile, kadın ve erkek binlece Türk tarafından büv ük bir alâka ile dinlenmiştir. Burada ana vatana karşı merbutiyet çok büyüktür. Her millî müessesedeki muamelât yeni Türk harfleriledir. Yeni harflerin tedrisi için gece mektepleri açılmıştır. Nikâhlar, belediye evlenme memuru huzurunda ıcra edilmektedir. 1962: Bölükbaşı'nın isteği CKMP MeclisGrupu. bugün saat 10da toplanmış ve bir süre önce Çankayada Cumhurbaşkanı Gürselin başkanlığında yapılan liderler toplantısı hakkında Genel Başkan Bölükbaşf nın izahatını dınlemiştir. Bolükbaşı, izahatı sırasında Çankayada "Bizim partide de 15 kadar intikamcı milletvekili ve senatör var" dediğine dairçıkan haberlerı valanlamıştır. CKMP Genel Başkanı, huzur için yapılacak çalışmalar için bir "Liderler Toplantısı" teklif ettiğini bildirmiştir. TARİHTE BUGÜN MMTAZARIKAN ANKARAYA YOLCU UÇAGI 1924-'TE SUGÜM, GA'yA /L/< KE2. Sf& YOLCU Ç SEFER YAP/LM/şrr. ÖZELUfcLS POS774 Ğ fÇİfJ F&4NS4 'DAN S/TT/N j SU /L/e SEFEG/A/DB, G/P/f VE £>Ö A/ÜfÜ fÇ/fi/ PÖGPEG GA2ErECJyİ YOLCU GİrM/ŞT/'. TEK MOVO/SLU 8u f<ujçüfc Ğ Doğramaa Harikalar Diyarında... Prof. Dr. BOZKURT GÜVENÇ Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi C umhuriyet'te geçen hafta sonu "Pazar Konuğu" olan Şayın Doğramacı'nın YÖK ile ilgili görüşlerini bir kez daha yayımlamakla, hem bir kamu hizmeti yapp tınız hem de umanm yeni sorulara çağnda bulunmuş oldunuz. Bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ede- rim. özetle: 1. Sayın Doğramacı, bütün yükse- köğretim yöneticilerinin değişmesini iyi haber, kendisinin YÖK başında kalması ihtimalini ise kötü haber ola- rak niteliyor. Yöneticileri tümüyle de- ğişmiş bir YÖK'ün başında kalmayı kötü haber olarak yorumluyor. Ku- rulduğu günden bu yana YÖK yöneti- cileri sık sık değiştiği halde hiç değiş- meyen kendisi değil miydi? Bir espri olsa bile bunun neresi kötü? 2. Bakanlıkla üniversitenin bağı ne zaman, nasıl koptu? Son derece tartış- mah bir soru ve sorundur. Söz gelişi YÖK kurulduktan sonra bu bağ ku- ruldu mu ya da hiç kurulduğu oldu mu? 3. Avrupa'da rektörler ve dekanlar seçimle işbaşına gelebiliyorsa, bizde niçin seçim yapılamayacağı pek iyi an- laşılarruyor. Hükümetler seçimle be- lirleniyor da rektörler neden belirlen- mesin? Alınan öğrenci sayısının 1975'- ten 1980'e düşüş göstermesi yalnız dış denetimin olmamasıyla açıklanabilir mi? 12 Eylül'ü hazırlayan bir dizi sos- yal ve siyasal gerekçe gözardı edilebilir mi? 4. "Dünyanın hiçbir yerinde yükse- köğretim kanunu yapılırken hocalann fıkri alınmaz" görüşü gerçeklere nice uymaktadır? Özelükle de Sayın Doğ- ramacı'nın "hoca" olarak •„ fıkir ve katkılanna... 1971'dehazırlanan 1750 savıh, 1981 'de kabul edilen 2547 sayılı YÖK Yasası'nı Sayın Doğramacı biz- zat kendisi önermedi mi? Daha önce- leri 892 sayılı Hacettepe Kuruluş Ka- nunu kendi eseri değil miydi? 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu Profesör Onar ile Hirsch'in fıkri alınmadan mı yapıldı? Yoksa Sayın Doğramacı "ho- ca"Uğı bırakıp siyaset mi yapıyor? Eğer rol değıştirmek hakkı varsa, bunu başkalanna neden tanımak iste- miyor? 5. Halen 1200 araştırma görevlisinin yurtdışında eğitim görüyor olması, YÖK'ün artısı sayılsa bile YÖK'ün eksileri sadece sistemin iyi tanıtılama- ması mıdır? Eğer YÖK üniversiteleri gerçekten denetleyebiliyorsa, YÖK'ü kim denetliyor? Kimi YÖK denetçile- ri, denetimin ciddi ve etkili olmadığın- dan yakınarak istifa etmediler mi? 6. öğrenci konseylerinden söz eder- ken öğretim üyelerinin isteklerini sen- dika temsilciliğine benzetmek tutarh bir davranış olur mu? öğretim üyeleri- ne tanınacak siyasi faaliyette bulunma hakkı, hocalann dekan veya rektörle- rinden izin almadan belediyeye veya TBMM'ye dilekçe verebilmek gibi ba- zı anayasal haklannı kullanmalanna da imkân verecek mi? 7. Sayın Doğramacfnın, "Sistemi bütünüyle ele almak gerekir. Işine ge- len tarafı görüp gelmeyen yanını gö- zardı etmek doğru değildir" görüşüne yürekten katılmanuk elde değil! Ger- çekten öyle yapalım, ama lütfen kim- seye vatan haini, çağdışı, tembel, so- rumsuz ve safdil sıfatîannı yakıştırma- dan, reva görmeden. 8. Bir yandan gelişme için "yenilik- lere açık olmak" fıkrini savunurken öte yandan "Mevcut uygulama en iyi- sidir", savunması yukanda önermi| bulunduklan, "Sistemin bütünüyle ele ahnması" fıkriyle esastan çelişmiyoı mu? 9. Yönetilenlerin yönetime katılma- dığı bir kurumda demokrasi olabilir mi? Ve de Sayın YÖK Başkanı bir yö- netim düzeni olarak demokrasiye ina- nıyor mu? Kuşkusuz inanmak zorun- da değiller. Ama bunu açıklamalan son derece yapıcı ve yararlı ofurdu diye düşünüyorum. Yöneticilerin ata- ma biçimine indirgenen özerklik ko- nusu temelde bir özgürlük sorunu de- ğil mi? 10. Dünyada tam ve mükemmel (kusursuz) olan hiçbir sistem yok! Daha doğrusu, gelişme ve değişme sü- reci içindeki sistemlerden söz etmek kolay olmuyor. En etkili savunmanın taarruz olduğu söylenmişse de bazı savaşımlann saldın ile yitirildiği, baa- lannın i»e savunma ile kazanıldığı gö- rülmemiş midir? SEMIHBALaOGLU KÜPtR ve BipÖneri M. SEZGİN TANRIKULU A vukat, Diyarbakır Bölge Barosu Genel Sekreteri C umhuriyetin ilanından bu yana resmi devlet politikası; Kürtlerin inkârı. asimilasyo- nu üzerine inşa edilmiş, bu bağlamda da baskı ve asimilasyon po- litikalan ile "Kürt gerçeği" Türkiye'- de yaklaşık yetmiş yıldır saklanmaya çahşılmıştır. Ancak bütün bunlara rağmen "Kürt realitesi" Türkiye'nin ve giderek dünya kamuoyunun gündemine oturabilmiştir. Bugün Kürt realitesi, devletin en üst organ- lannca resmi olarak kabul edilmekle birlikte bu realitenin in!-ân hukuk mevzuatında devam etmektedir. Resmi devlet politikasının mevzua- ta yansıyan en uç örneklerinden biri 21.6.1934 tarih 2525 sayılı Soyadı Ka- nunu ve 24.12.1934 tarih 2/1759 sayılı Soyadı Nizamnamesi'dir. Soyadı; bir aileye bağlı kişileri, başka ailelere bağlı kişilerden ayırmaya ya- rayan, aslında doğum ile kazanılan ve kuşaktan kuşağa geçen addır. Türk Medeni Kanunu, soyadını genel ola- rak düzenlendiği halde bir yaptınm içermediğinden, soyadı alma zorunlu- luğu bu yasa ve nizamname ile getiril- miştir. Soyadı Nizamnamesi'nin 5. maddesinde, yeni takılacak soyad- lannın Türk dilinden ahnması gerekti- i konusunda hüküni mevcuttur. Yine u nizamnameye göre kendi nzalan ile soyadı almayanlara soyadı verme yetkisi mahallin en büyük mülki ami- rine tanınmıştır. Yasa ve nizamname- nin bu hükümleri nedeniyle birçok aile kendi nzalan dışında ve halen de be- nimseyemedikleri soyadlannı almak durumuyla karşı karşıya kalmışlardır. Diğer bir örnek de 5.5.1972 tarih 1587 sayılı Nüfus Kanunu ve 8.3.1977 tarih 7/13269 sayılı Nüfus Hizmetleri- ne Ait Kuruluş, Görev ve Çalışma Yö- netmeliği'dir. Ad, kişiyi belirten ve toplumsal yaşantısında onu diğer hemcinslerinden ayıran kurumdur. Adla kişi kendi ülkesinde ve tüm ilişki- Ierinde bireyleşir. Toplumsa] yaşamda bu kurum ile varlık kazanır. Ayrıca ad, özel hayatın bir parçasıdır. Ve kişi- lik haklanndandır. Bu nedenlede "ad'- 'ın hukuk mevzuatlannda özel olarak düzenlenmesi ihtiyacı duyulmuştur. özadı, kişi doğumla kendiliğinden kazanmaz. Kişiye bu adı verme hakkı, toplumda egemen olan ilişkilere göre değişmekle birlikte genellikle ana-ba- baya aittir. Nitekim Türk Medeni Ka- nunu'nun 264/111 ve Nüfus Kanunu'- nun 16/IV. maddeleri bu hakkın ana- babaya ait olduğu konusunda düzen- lemeleriçermektedir. Resmi devlet po- litikası, "ad" konusunda kendisini Nüfus Kanunu'nun 16. maddesine "milli kültür" ve "örf veâdet" formül- leri ile yansıtmıştır. Özelliklel2Eylül'den sonra Kürtçe adların nüfusa yazımı konusunda büyük engeller çıkarılmıştır. Bu dönemde nüfus müdürlüklerine "milli kültür" e aykırı Kürtçe adların listesinin gönderildiği bilinmektedir. Kanunda bu belirttiğimiz formül- lerle anlatılmak istenen "milli kültür" ve "örf ve âdet"in Türk "milli kültür" ve "örf ve âdef'i olduğu açıktır. Nüfus Hizmetlerine Ait Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği'nin 77. maddesi de bu ilkelere aykın adların çocuklara konulamayacağını, konulmuşsa da değiştirilmesinin isteneceğini, buna rağrnen nüfus kütüğüne yazılmışsa de- ğiştirilmesi için dava açılmak üzere durumun Cumhuriyet Savcılığı'na bil- dirileceği konusunda hüküm içermek- tedir. Nttut'tafcimttler Bundan dolayı özelükle 12 EylOl'den sonra Kürtçe adlann nüfusa yazımı konusunda büyük engeller çıkanl- mıştır. Hatta bu dönemde nüfus mü- dürlüklerine "milli kültür" ve "örf ve âdet"e aykın Kürtçe adlann listesinin gönderildiği bilinmektedir. 12 Eylül polis soruşturması dosyala- nnda çocuklanna Kürtçe adlar koyan sanıklara özel sorular yöneltildiği, yi- ne Diyarbakır Sıkıyönetim Mahke- mesi'ndeki duruşmalarda bu konuda sanıklara sorular sorulduğu gerçeği, "milli kültür" ve"örf veadet" formül- lerinin asimilasyon amacıyla yasa metnine yerleştirildiğini göstermekte- dir. Hak arama yollannın çok kısıtlı olduğu, var olan hak arama yollannın kullanılması alışkanlığmın çok zayıf olduğu ayn bir^erçektir. 12 Eylül'den sonra birçok anne-baba çocuklanna istedikleri adı koyamadığı gibi, irade- leri zorlanarak keyfı adlar nüfusa tes- cil edilmiştir. İstedikleri adı nüfusa tescil etmeyi başarabilenler aleyhine ise asliye hukuk mahkemeierinde da- valar açılmıştır. Bu davalar nedeniyle yerel mahkemelerin verdikleri karar- lar ilginçtir. örneğin, "Berlin", "Nu- şin" adlan yerel mahkemelerce "milli kültür" ve "örf ve âdet"e aykın bulu- narak iptal edilmiş, ancak bu kararlan Yargıtay bozmuştur (*). Yargıya inti- kal etmeyen, nüfus memurlannın uyansı üzerine değiştirilerek nüfusa tescil edilen yüzlerce örnek vardır. Rojhatlar "Reşat" olarak, "Mizgin"- ler"Müjde" olarak nüfusa tescil edil- miştir. Nftfus Kanrnıu değ^tnell Kürt realitesinin kabulü tek başına Kürt sorununu çözmeye yeterli değil- dir. Koalisyon ortaklığı nedenini tek başına neredeyse demokratikleşme olarak kabul eden hükümete bu konu- da büyük görevler düşmektedir. Bu nedenle bu alanda çok cesaretli ve ön- yargıdan uzak adımlann atılması ge- rekmektedir. Sorunu çözmede bir adım olması ba- kımından, yeni yapılacak bir yasa ile 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16. maddesinde yer alan "milli kültür" ve "örf veâdet" ibareleri, madde metnin- den çıkanlmah, bu yasaya eklenecek geçici bir madde ile de 6 aylık bir süre- de 18 yaşından küçüklerin Medeni Kanun'la belirlenen kanuni temsilcile- rinin ilgili nüfus müdürlüklerine baş- vurmalan halinde dava açmalanna gerek kalmaksızın çocuklanna iste- dikleri adı koyma olanağı tanınmalı- dır. Böyle bir değişiklik koalisyon hükü- metine pratikte bir adım attıracak, bundan sonra da sorunun çözümünde cesaretli ve önyargıdan uzak adımla- nn atılacağı konusunda halkta bir kanı uyandıracak ve koalisyon hükü- metinin devamı konusunda destek sağlanmış olacaktır. ANKARA ANKA MÜŞERREF HEKtMOĞLU Sevgf Ohnazsa... Y ıllar öncesinden Hilton'un açhışını anımsıyo- rum. Beylerbeyi Sarayı'nda bir öğle yemeğin- den dönüyoruz. Galiba "Acar" motoruyla. Kabataş'ta inipotelegideceğiz. Motorda Baba Hilton ve konuklan. Beyazperdenin ünlü yıldızlan. Ya- nımda ABD'nin fstanbul Konsolosu Kaye Bracken var. Conrad Hilton'u lafa tutarak karşıya bakmasını önle- yenlere gülümsüyor. O zaman İstanbul, gökdelenler ken- ti değil henüz. Anadolu yakasından karşıya geçerken mi- nareler görünüyor yalnız. Ayasofya'nın, Sultanahmet'in görkemîi kubbeleri, Topkapı, Galata Kulesi, Dolmabah- çe Sarayı o minarelerle bütünleşip kentin güzel siluetini oluşturuyor. Hilton betondan bir diken gibi batıyor bu güzelliğe! Conrad Hilton'u lafa tutanlar bu dikeni farket- memesini istiyor anlaşılan... O beton yığınları giderek arttı. İstanbul bir gökdelenler kenti oldu artık. Boğaz te- peleri tıraşlandı, yeşil korular baltalandı, Istanbul'un do- ğal güzelliği de tarihsel zenginliği de zedelendi durma- dan. Mavi sular karardı, o masalsı güzelliği gerilerde kaldı, yeditepenin yerinde beton tepeler oluşuyor. Bo- ğaz'ın mavi suları kararıyor. tstanbul, dünyanın en kirli kentlerinden biri oluyor giderek. tstanbul'u sevmekten söz edilir mi bu durumda? Bir kent nasıl sevilir? Tarihini, coğrafyasını, doğasını ko- ruyarak değil mi... Güzelliğine yeni güzellikler ekleyerek. Son yıllarda böyle çabalar var, ama yeterli mi acaba? işte Park Otel örneği. O güzelim otel yıkıldı, yerinde birgök- delen yükseldi. Yapıyı durduranlar, derken mahkeme durdurmayı yasalara aykın buldu. İnsan gülsün mü ağla- sın mı? Yapı sürse, Taksim'deki gökdelenlere bir yenisi eklense ne değişir! O gökdelen yıkıîsa, eski Park Otel yeri- ne konabilir mi artık? Konumunun ötesinde, baştan başa bir tarih o otel. Salonlanndan, odalanndan kimler geli- yor, kimler geçiyor. Ben Atatürk dönemini anımsamıyo- nım; ama bannda, terasında otururken, yemek yerken Atatürk ile ilgili öyküler dinler, güzel başını her yerde gö- rürdüm neredeyse. Barda gazetemizin "Bir Daİcika" ya- zan rahmetli Doğan Nadi ile buluşurduk kimi akşamlar. Kahkahalan hâlâ kulağımda çınlar. Sonra ünlü ozanımız Yahya Kemal. Park otel'in bir odasında oturdu ölünceye dek. Kimi akşamlar gümüş saçlı, Boğaz akşamlan gibi lacivert gözlü, güzel ve zarif bir hanımefendi ile birlikte. Salacak'ta bir yalıntn sahibesi Belkıs Ratıp. tstanbul'un güzellikleriyle bütünleşen görkemli bir kadın. Bir de Başbakan Menderes'i anımsı- yorum;tstanbul'age- lince Park Otel'e yerleşir, biz gazetecl- îer de kapalı kapı- lann ardmda neler konuşuluyor diye beklerdik. Düşünü- yorum ve yanıt bu- lamıyorum. Park Sevgisiz, hoyrat ve de bilgisiz davranışların, kısa süreli çıkarlar uğruna ulusal çıkarları gözden çıkarmanın sayısız örneklerini, doğada da yaşıyoruz. Otel'i yıkarak neler yitirdik! O yitik değerleri bulmak ola- nağı varmı artık? Fransa'nın ünlü gazetesi Le Monde'un yazan Eduard Sablier'yi anımsıyorum. İstanbul'da Park Otel'de kalmak isterdi her zaman. Bannda, mutfağında, güngörmüşgarsonlanndabirgizolduğunusöylerdi.Ogtz, vardı gerçekten. Birçok ülkeye gittim, başkentlerindede başka kentlerin- de de bizdeki hoyratlığı, sevgisizliği görmedim doğrusu. Eski yapılar özenle korunuyor, onarıhyor. Olupbittilere gelmiyor hiç! Bir kenti sevme.k, doğayı korumak, var olan güzelliklere yenilerini eklemek de belli bir kültür birikimi ister kuşkusuz. Bu birikim yoksa, ulusal değerleri gözden çıkarmaktan, belli çıkarlara araç olmaktan geri kalamı- yor insanlar.. hatta kamu görevlileri ve yerel yöneticiler... Park Otel bir örnek yalnız. Her dalda, her alanda nice ör- nekler var. ABD'nin Memphis kentinde açılacak sergiye nebuyrulurîTopraklanmızdakiuygarlıklanyabancıüîke- lerde tanıtmak, kültür varlıklanmızı sergilemek güzel bir olay, ama tehlikeli değil mi acaba? Kaç deneyimiz var! Hayliacıdeneyler. Kınlanlar,çalınanlar,örtbasedilenler- le tanıtmanın yaran mı, yitirmenin zaran mı ağır basıyor, tartışmak ve yargılamak gerekir. O yitik parçalar geri ge- lebilir mi? Kültür Bakanlığf nın Eski Eserler ve Müzeler GenelMüdürlüğü'nünbukonuyayenideneğilmesigerekir bence. Bir de doğamız var. Doğal güzelliklerimiz; güneşimiz, dağlanmız, denizimiz, çevremiz. Sevgi ve özenle doğamız daha güzelleşir. değerlenir; ama sevgisiz, hoyrat ve de bil- gisiz davranışlann. kısa süreli çıkarlar uğruna ulusal çı- karları gözden çıkarmanın sayısız örneklerini, doğada da yaşıyoruz. Çevre kirlenmesiyle ilgili bir konuya daha değinmek is- tiyorum. Plastik karabasanı! Çok hızlı gelişen ve yayılan plastik, sanayi yaşamımızın bir parçası artık. Oysa çevre îcirliliğinde büyük etken. Batı ülkelerinde kâğıda dönüş çoktan başladı. Ülkemizde de bir an önce başlaması gere- kiyor. Izmirli bir dostum anlattı, denize atılan plastik şi- şeler yunus balıklannın ölümüne yol açıyor. Plastiği yi- yecek sanıyor, ciğerlerini parçalayıp ölüyorlar! Çevre ve sanayi bakanlannın ambalaj sanayiini yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor galiba. Doğa sevgisi, çevre sevgisi, insan sevgisi üretken olursa bir anlam taşır ancak. VEFAT Zehra ve Tahsin Baktıroğlu'nun oğlu, Aydan Güven, Kahraman ve Aygen Baktır, Nuran Tosun Terzioğlu'nun babaları, Derin ve Ayşecan Terzioğlu'nun dedeleri, Gültekin Baktır'ın eşi İHSAN BAKTIR 13 Şubat 1992 günü hakkın rahmetine kavuşmuştur. Aziz naaşı 14 şubat 1992 Cuma (bugün) Bebek Camisi'nde kılınacak öğle namazını müteakip Aşiyan Mezarlığı'nda defnedilecektir. AİLESİ (•) Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin esas 1986/ 5558, karar 1986/8433, tarih 22.9.1986 ve esas 1988,11737, karar 1989/1520, tarih 9.2.1989 sayıü kararlan. KÖY ENSTİTÜSÜ YILLARI Talip Apaydın 8.000 lira(KDVıçınde) Çağdaf Yayınları Türkocağı Cad. İ9-41 Cağaloğlu htanbul ÖdcmciigoadcriİBeı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle