04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13KASIM1992CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER EskiBirDefterden IV MELİH CEVDET AMJAY Herostratos adında bir adam, İsa'dan önce 356 yılında Efes'teki Artemis tapınağını ateşe vermişti. Yakalayıp yargıç karşısına çıkardı- lar. "Neden yaptın bunu?" sorusuna adam, "ünlenmek için" yanıtını verdi. Yargıç onu ölüme yargıladı ve bundan başka bir karar daha aldı: Bu adamın adı anılmayacakü. Işte mahkeme kararlan böyledir, unutulur, geçer- liliği kalmaz. Herostratos'un adı kitaplara, ansiklopedilere geçti. Ne öğretici bir olay! Mahkeme öldürebiliyor da, adını yasaklaya- mıyor. Ocak 1976 övünme duygusunu berum kadar yenrniş olan yok tanıdıklanm içinde. Övüneceğim şeyleri anlatmamağa dikkat ediyorum, iyi de ediyorum. Bugün gazetede arkadaşlarla ko- nuşurken, "Bir yazar, bir sanatçı" dedim, "in- sanlan inceleyen bir insandır; nasıl olur da gü- nün birinde yazmak durumunda kalacağı 'övünme' durumuna düşebilir? Düşerse yaza- maz onu, romana bütün insansal zayıflıklar- dan uzak durmaya bakmahdır" dedim. Eylül 1977 Pleksus'un bir yerinde Henry Miller uzun uzun Van Gogh üzerinde duruyor. Ressamın bir sergismde -belkı de ilk sergisinde- biri, "boya dolu" demiş. Henry Miller, Tannnm adamına, "Fakat çok fazla Tann ile dolu" de- meğe benzetiyor bunu. Bir de şunu öğreniyorum bu kitaptan: Bir zamanlar Amerika'da "Haydi çocuk zengjn ol!'" sloganı ile bir kampanya açmışlar. Eylül 1977 Talât Sait Halman, Amerika'da bir Ameri- kalı ozanla (Swann) birlikte benim şiirlerimı tngilizceye çeviriyor. Bir kaç yıl önce New York'ta bir şiir kitabım yayımlanmıştı, şimdi bir yenisi çıkacak. Hem bu seferki sarunm da- ha kalınca olacak. Halman bana yolladıgı bir mektupta, "Troya Önünde Atlar" şiirimin ki- mi dizeleri, parçalan üzerine açıklamalar iste- mişti. Yanıtlarken güçlük çektim. Bir şiirin açıklanamayacağıru bir daha düşündürdü bu bana; ne yaparsın ki, benden açıklama bekle- yen, bunu çevirisi için istiyordu, o dizelerin Ingilizcelerini bulmak zorunda idi çünkü, Türkçe metni anlamadan yapamazdı bu işi. Gerçekte çeviri. bir şiın başka dılde yeniden yazma demek olduğuna göre, ister istemez bir açıklama niteliği taşıyacaktır. Ben, Talât Sait Halman'a, sorduğu dizeler için "Onlann ne demek olduğunu ben de bılmiyorum" desey- dim adamcağız ne yapacaktı? Eli kolu bağlı kalacaktı. Ister istemez "Şunu şunu demek is- tedim" biçiminde bır açıklama yapacaksmız. Ama ben durumun güçlüğünü anlayınca ko- nuyu başka bir yanından ele aldım, esin üzeri- ne yazmağa başladım. AkUmda kaldığına göre şöyle dedim: Esin'i reddediyoruz, onun yerine çalışma'yı koyuyoruz, ki doğrudur. Böylece "tannsal esin" romantikliği ortadan kalkıyor; onun ye- rini beynin bir konu üzerinde yoğunlaşması ahyor. Çok iyi bılıyonım ki, şiirin benden açık- laması istenen bölümlerini yazarken (ör- neğjn III. bölümde ıkmci parça) aklım öylesi- ne hızlı çahşmaya başlamış, sözcükler öylesi- ne hızla üşüşmüşlerdi ki, aralanndaki bağıntı- yı kontrol etmeye fırsat, zaman kalmamıştı ya da ben böyle bir kontrol hevesi duymamış, o anda geleni kâğıda geçirmekle daha iyi edece- ğime karar vermiştim. Ama ne olmuştu, "ak- hn çalışması" dediğimiz süreç tıpkı eskilerin "tannsal esin" dedikleri durumuna benzemiş- ti. Evet, o sırada ben bereketli bir esinin etkisi altındaydım, benim yerime sanki başkası ko- nuşuyordu ve bu yüzden olacak, mantıksal sözdizimine uygun söz sıralaması bozulmuş- tu. Çünkü benim yerime konuşan bu dünyah değildi, dilinin mantığı başkaydı onun. Ger- çekte ozanın aradığı, ama yapmaak olarak, kendini aldatarak değil de, gerçekten yarat- mak istediği böyle bir dildi elbet. Kimi dizeler- de virgül kullarimaktan da kaçmdım. Sözgeli- Ah beklerim bekleyecek olan alın bekler dizesindeki sözcüklerden herhangi bırinden sonra konulacak bir virgül, anlamı benim sa- vunamayacağım bir biçimde darlaştıracakü. "Beklesin" sözcüğü, daha önceki dizenin so- nunda bulunan "karbıçak" için mi söylenmiş- ti, yoksa "bekleyecek olan alın" için mi? Da- hası var, "bekleyecek olan beklesin" ayn, "abn bekler" ayn mı? Bunlara kanşmak iste- medim. Durumu Talât Sait Halman'a böyle açıkladım ışte. Nasıl isterse öyle yapmasını söyledim. 10Ekiml977 Ön odaya gıttim, denize baküm. Bu bana iyi geldi. Doğanm vurdum duymazhğı mı yoksa iyilik veren? 23 Mayıs 1978 Eski sevincime yeniden kavuşacağımı hiç sanmıyorum. 23 Mayıs 1978 Hiç okuyarruyordum. biraz okumağa baş- ladım. Fakat çabuk sıkıhp bırakıyorum. Prof. Özcan Köknel'e ikinci kez gittim. Durumu- mu anlattım. Verdiği ilaçlann bana iyi gelme- diğini düşünerek üzüldü adamcağız. Larox- yle'i çoğalttı. Şimdi günde üç kez yirmi beş miligramlık üç draje alıyorum. Sanınm iyiliği- ni gördüm bunun. 15Haziranl978 Aradan çok zaman geçti. Defterimi bul- dum, gene yazmak istiyorum. Yazmak konuşmaktan daha iyidir bence. İstanbul Kültür Merkezi'nin düzenlediği sanatçılan tanıtma günleri benimle başladı. Toplanüda Oktay Akbal, "Sence yazmak ya- şamak mıdır?" diye sordu. Doyurucu bir ya- nıt veremedim. Ama sonra düşündüm üzerin- de. Evet, yazmak yaşamaktır. Bir çok büyük yazar bunun tanığıdır. Dışan çıkıp bıraz dolaşmak istiyorum. 14'Şubat 1979 Dün bir adam eve telefon etti, edebiyat me- raklısı imiş, benimle konuşmak istediğini söy- ledi. Gazetede randevu verdim. İki kişi geldıler. Elinde kâğıt kalem olan: - İçtikten sonra şiir yazarsınız, değil mi? diye sordu. öteki, benim yanıtımı beklemeden: - İçmeden şiir yazılır mı? dedi. Ben kısaca, - İçkili iken şiir yazümaz, dedim. Bu işi sarhoşlukla bir tutmalan bana do- kundu. Yoksa yaygın bir kanı mı bu? Ozanı neden sarhoş sanıyorlar? 17Şubatl979 Mavi şişelerimden biri kınldı. 18Şubatl979 Gece uykumun arasında, aradığım bir dize- yi buldum. Başucu lambasını yakıp bir yere yazdım onu. Uyandıktan epey sonra aklıma geldi bu. Bulup okudum. Berbat bir dıze. 21 Şubat 1979 Montaigne şöyle diyor: "Cimriliği yaratan yoksulluk değil zengin- liktir daha çok." Mart 1979 Günlük tutan içten olmalıdır diye düşün- müşümdür hep. Bunun üzerinde yeniden du- runca bir şaşkınlık geçirdim. Ne demek içten olmak? Doğru olmak mı? Nedir doğruluk? İnsanın kendisine karşı doğru olması çok güç. Biz ancak başkasına karşı doğru olabili- riz. Yalruzken ne doğruluk vardır, ne yalancı- hk! PENCERE Yaşar Kemal... ARADABİR MUHStNE HELİMOĞLU YAVUZ Bilkent Üni. Öğretim Üyesi Övgüye Dayanıklı Olmak Yeni öğretim yıhnın ılk gunü. Geldiğimi dersliğin pen- ceresinden gören öğrencilerim büyük bir coşku ve saygıyla koşup önümdeki kapıları açtılar ve yüzlerindeki kocaman, sevgi dolu gülüşlerle selamlar verip, o güzel aydınlıklarını bana da yansıttılar. Övgüye değer bu ince- liklerinden dolayı onlara teşekkür edıp yüreğimde pırpı- rlanan sıcak duygularla ilk dersime girdım. Dersten sonra arkamdan koşarak gelen bir kız öğren- cim ise tepkimın ne olacağını lyice kestiremediği için, biraz da çekingen bir gülümsemeyle "Siz çok mükem- mel bir hocasınız. Bu dersi hiçbir zaman bu kadar çok sevmemiştim" demesin mi... Aman Allah... övgünün o "önlenemez" aibenisı bir- denbire, aç bir mideye içilen sert bir içki gibi, hızla da- mariarımda dolaştı ve beynime ulaşarak "beni benden aldı" Böylesıne küçücük ve "masum" bir övgünün karşısı- nda bile kendimi nasıl da buyük bir ıç hesaplaşmanın eşiğinde buluvermiştim. Bu. bıçak sırtında yurümek gibi, kurulması ne zor bir dengeydı böyle... Sonra da aklıma, salonlar dolusu övgu. alanlar dolusu alkış alan politikacılar geldi. Bu alkışlara, övgülere yürek mi da- yanır... "En büyük sensin" çığlıkları karşısında insanoğ- lunun ayakları nasıl olur da yerden keslilmez... Kesilı- yordur elbette, ama acaba o sırada o salonlara, alanlara gelmeyen suskun, bezgin kitleleri de düşünüyorlar mı? En önemlisi de onların niçin suskun, küskün, eylemsiz olduklarını... Düşüncelerımın tam burasında, çok kısa bır süre önce te- levızyonda ızlediğım, ıki bölümlük "Enver Sedat' dızısınin ıkınci bölumunde yer alan bır sahneyı anımsadım Sedat, ünıversite oğrencılerının bulunduğu bır salonda konuşurken sözlenni, "Benden önce yönetımin başında bulunan Nasır'ın \(Arkasıl7.Sayfada) TART1ŞMA Yeni Kavram ve llke Arayısları T Tnlü hransızdüşünürüvepolitikaası La ^Rochefaucold. 'Politikada önce varo- lanlardan yararlanmaya, ancak zorunlu hallerde yeni olanaklar aramaya bakmalı- yız' demiş ama, gerçekler onu onaylamıyor kı.. Bakınız ülkemızdekı polıtik gelişmele- rc. sıyasal yelpazedeki yeni yenı yeralma gi- rışımlerine. Sozumü. sıyasal yaşama yeniden giren CHP için. yenı kimlık arayışlanna getir- mek istiyorum Bu konuda gazetelerimız- den okuduklanmız arasında anlay amadık' lanmız \e içimıze sindiremediklerimız ol- dukça ağırlıkh. Bır an düşünüyorum. ben bır siyaset bilimcısi ve en az kırk y ıldır sıy a- sal olaylar dınamiğinın içinde yaşamış ya da yakından ızlerniş bır kimse olarak böy- lesine bır tereddüde düşersem. acaba sade v urttaşımız ne yapar diyorum. Tereddütle- rimın nedenlerinı. CHFnın yeni kavram- ılkc arayışlan bazı üzerinden açıklamaya çalı^ayım. Eşııhk:"Bn zorunlu standartlaşma ve monotonluğu özendirme olmayacak. fırsal cşıtlıği ön plana çıkacak" deniliyor Ülke- mızde hangi sosyal demokrat birikim. fır- sat eşitliğmin daha da ötesinde bir eşıüık ıs- lcmınde bulunmuştur ki... Böylesıne hak- sız kuramsal vakıştırmalar sosyal demok- raılann bırliğine nasıl hızmet edebilecek? Gelişmenin bütünlüğü. 'Amaç yalnızca mevcudu daha adaletli paylaşım olmaya- cak. paylaşılacak olanı arttırmak ve eko- nomıyı büyütmek hedefi ortaya konacak dcnılıyor Bu tumcenın ikinci bölümü ile esasen tüm partilerimız arasında "ortak an- laşma' (consensus) vard'r. Hepsı de pastayı büyütrneden yana. Buna karşın. mevcu- dun daha adaletli paylaşımı. sosyal de- mokrallar için önem taşımaktadır. İşte bu nokta onlan dığer partilerden ayınr. Ken- dini sosyal demokrat olarak betimleyen bir kımse. toplumdaki. makul ölçüde kabul edilemeyen. hak ve msaf duygulanyia bağ- daştınlamayan adaletsızlıklen ıçıne şındı- rememekte, özümleyememektedır. Örne- ğın. Avrupa Topluluğu ülkelenndekı mil- letvekilı aylıklan asgari ücretın ortalama beş ile altı katı ıken. ülkemizde bu oranın otuz kadar olmasını nasıl ıçine sindırsin. Kendi kendini yönetme.Bazı ülkelerde örneklen var. Örneğın, İsvıçre'de federal merkezı hükümetten ayn kanton hükü- metlen var Uygulama tarihsel kökenden geliyor.Yetki ve sorumluluklar iyice belır- lenmiş, uzun bir tarih kesitinde ortaya çı- kan aksakhklar düzeltilmeye çalışılmış. Buna karşın hala büyük aksakhklar var Halkçılık: 'Populizm'den kaçınılacak deniliyor. Nedir bu popühzm? Tanınmış ansıkl'opediler şöyle yazıyor: "Halkın sesı. hakkın sesi inanışında olmak". Yanı siz bir yandan en geniş anlamda yerelleşmeyi. ka- tılımcıhğı özendireceksınız, öte yandan da. halkın sesınin. hakkın sesı olduğu ınanışmı reddederek kitlelerden oy alıp ıktıdara ge- leceksiniz? Devnmalik: Şahsen biz de, ilkenin orji- nal biçimi olan 'inkılapçıhğı' benimsemek- te, özümlemekteyiz. Ancak bunun yerine 'evnm' denilmesı de bir çözüm getinne- mekte. Zira, bılındiği gibi, evrim uzun bir zaman sürecinde, kendiliğinden olan gelı- şimdır. İnkılap ise bünyesinde dışandan gelen bir müdaheleyı (kanşımı) içenr. Bu nedenle belkı de en doğrusu. 'değışim', 'dö- nüşüm. sozcüğüdür. Laiklık: Yeni CHP'ni yorumunda, ih- mal edildıği düşünülen 'inananlann özgür- lüğü' ilkesi de yer alacakmış deniliyor. Eğer doğru ise bu sav yeni değildir, ta baştan be- ri laiklik karşıtlan bu argümanı öne sür- mekteler. Bizce. ülkemizde böyle bır sorun yoktur. Varolan. imam-hatip liseleri çıkış- blann çığ gibi büyümeleri. kamu kuruluş- lanru kaplamalan, adeta ayncahklı bır sı- nıf yaratma eğilimı ıçıne girmeleridir. Devletleştirme: Hakkında ne yazılsa boştur Çünkü, bu ilke ülkemiz gerçekleri- nin ürünüdür. Şimdiye kadar aleyhte pek çok şey söylendiği, yazıldığı halde, uygula- mada hiç kimsenın kaldırmaya cesaret ede- memesındekı gızem budur. HÜSEYtN PEKİN Hukuk Doktoru,'Zürih DUYURU Oral Çalışlar'm,"İslamda İlk Ayrıhklar" Hz. Ali-Muaviye Kav- ası" adlı yazı dizisine göndereceğiniz (250 ketimeyi geçmeyen) anıtları "TARTISMA"kösesinde yayımlamavabaslıyacasız. gası adlı yazı dızısıne gonderecegınız (25U keameyı geçme) yanıtları " TAR TIŞMA " kösesinde yayımlamaya başlıyacağıı Hemite köyünden Mehmet Cömert: - "Bak" demiş, Cumhuriyet muhabiri Zafer Aknar'a, "Bu Ceyhan nehri deniz gibi değil mi? Ama insan hırsını ve ıntikamını onleyemedi. Şu camide öldürdüler Yaşar'- ın babasını, hem namaz kılarken, sırtından hançerledi- ler, adam nehri geçmiş de gelmiş..." Ceyhan deniz gibi, değil mi? Sıradan insanın bakışında Ceyhan çamurlu bir akar- sudur, şiir devreye girdi mi, iş değişir, nehir denizleşir, hırs ve intikam kulaçlar dalgaları, köpüklenip camiye gi- rer, Göğceli Yaşar Kemal'in babasını namaz kılarken hançerler. Hemite, Yaşar Kemal'i destanlaştırmış... Halk, bilir söyleyeceğini... • Adana'da Istasyon Caddesi. Halkevinin önünde yürü- yen bır adamı karşı kaldırımdan gösterdiler: - Kim bu? -Abidin Dino... ikinci Dünya Savaşı yılları; Abidin Dino sürgün Adana'da; Yaşar Kemal öğrenci, kimi zaman edebiyat öğretmeni Arif Nıhat Asya'ya takılıyor; hoca öğrencile- riyle içiyor, geceyarısı bizim evın kapısınadayanıyorlar. Yaşar Kemal, destan ve şiir vurgunu, halkevi kültür yu- vası. Zamanın iktidarı "Dünya Klasiklerinden Tercüme- ler"\ yayımlıyor. O sırada Türkiye'de bu işi üstlenecek özel sektör yok. Çünkü okur yok, satış yok, kâr yok. Ana- dolu halkını dünya edebiyatıyla "Kemalist yönetim" ta- nıştırıyor; kültür devrimini yaşıyoruz; "Aydınlanma"nın Adana'ya yansıması daha başka nasıl olabilir? Hemite köyünden Göğceli; Tolstoy'la, Puşkin'le, Go- gol'le tanışıyor ve de Abidin Dinoyla... • Hemite köyü, Ceyhan, Çukurova, Adana!.. Ceyhan bir nehir değil, deniz; sıcak, sıcak değil, san sıcak; at, at değil, kuheylan; insan, insan değil, korku, sevgi, sevda, kin, hırs; yaşam, yaşam değil destan; do- ğa. doğa değil, evren, Samanuğrusu, uzayda değil yer- de; Kutupyıldızı, Moskova'da değil, Adana'da; bulut, gökte değil, Yaşar Kemal'in avucunun içinde; kuş, hava- da değil, Göğceli nın yureğınde kanat çırpıyor, gönlüne konuyor; Çukurova'da at bittı, cerenin sütü kesildi, kö- pek uludu, sazlık kurudu, traktör toprağı sürdü, kamyon tozu dumana kattı, beyler ağalar güzel kısraklarına binip rahvanla yola düştüler, kapitalizm Adana'ya Allah'ına kadar girdı, Hemite köyü büyüdü, Türkiye'ye sığamadı, Göğceli Batı'nın kırk başkentinde kitapçı vitrinlerine bağdaş kurdu, masal anlatıyor.. Homeros'un iki gözü kördü, üç bin yılın ötesinden bize bakıyor, sesini şiirini duyuruyor, biz ise bakar körüz; 1992 yılının TÜYAP Kitap Fuarı Yaşar Kemal'i onur konu- ğu yaparken, kitap toplatmak için polis görevlendiriyo- ruz. ir Yaşar Kemal'i düşünüyorum... Soruyorum - Eğer, Batı'nın kırk başkentindeki kitapçı vitrinlerinde romanları sergilenmeseydi, biz Hemiteli Göğceli'yi bağ- rımıza basar mıydık? Sanmıyorum... 12 Eylül'de hizla faşistleşen devlet düzenimiz bir ya- na, görgüsüz burjuvamızla, uçuk sanat çevrelerimizle, burnundan kıl aldırmayan kimi yazarımızla, Yaşar Ke- mal'in değerini eleştiri dünyamızda hakçasına tartıp, ölçüp, benimseyemezdık; Hemiteli Yaşar, dışarıdan içe- riyi kuşatıp, smır ötelerinden gelerek kendini Türkiye'ye kabul ettirdı. Buayıpbizeyeter... Köyden çıkmış yazarlara burun kıvırmayı marrf©t«»r. yanlarımızadersolsun. Adana'da Tepebağ Ortaokulu'ndan sınıf arkadaşım Kör Sefa'nın ıki gozü de havada uçan kuşu sektirmez. Yaşar Kemal, geçenlerde Sefaya bakıp dedi ki: - Lan, senin ıki gözün de görüyor, adını köre çıkarmış- lar, nedir bu işin esası 7 Sefa ne dedi, anımsamıyorum; ama bakmakla görme- yi, görmekle algılamayı ayrımsamak gerekir. Yaşar Kemal artık aramızda mitoloji kitabından çıkmış gibi do- laşıyor; yaşamı roman, romanı yaşam, yüreği mangal, ateşinı duyumsamak için küllerini eşelemeye gerek yok... Her zaman sımsıcaktır yüreği.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle