Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 13KASIM1992CUMA
OLAYLAR VE GORUŞLER
EskiBirDefterden IV
MELİH CEVDET AMJAY
Herostratos adında bir adam, İsa'dan önce
356 yılında Efes'teki Artemis tapınağını ateşe
vermişti. Yakalayıp yargıç karşısına çıkardı-
lar. "Neden yaptın bunu?" sorusuna adam,
"ünlenmek için" yanıtını verdi. Yargıç onu
ölüme yargıladı ve bundan başka bir karar
daha aldı: Bu adamın adı anılmayacakü. Işte
mahkeme kararlan böyledir, unutulur, geçer-
liliği kalmaz. Herostratos'un adı kitaplara,
ansiklopedilere geçti. Ne öğretici bir olay!
Mahkeme öldürebiliyor da, adını yasaklaya-
mıyor.
Ocak 1976
övünme duygusunu berum kadar yenrniş
olan yok tanıdıklanm içinde. Övüneceğim
şeyleri anlatmamağa dikkat ediyorum, iyi de
ediyorum. Bugün gazetede arkadaşlarla ko-
nuşurken, "Bir yazar, bir sanatçı" dedim, "in-
sanlan inceleyen bir insandır; nasıl olur da gü-
nün birinde yazmak durumunda kalacağı
'övünme' durumuna düşebilir? Düşerse yaza-
maz onu, romana bütün insansal zayıflıklar-
dan uzak durmaya bakmahdır" dedim.
Eylül 1977
Pleksus'un bir yerinde Henry Miller uzun
uzun Van Gogh üzerinde duruyor. Ressamın
bir sergismde -belkı de ilk sergisinde- biri,
"boya dolu" demiş. Henry Miller, Tannnm
adamına, "Fakat çok fazla Tann ile dolu" de-
meğe benzetiyor bunu.
Bir de şunu öğreniyorum bu kitaptan: Bir
zamanlar Amerika'da "Haydi çocuk zengjn
ol!'" sloganı ile bir kampanya açmışlar.
Eylül 1977
Talât Sait Halman, Amerika'da bir Ameri-
kalı ozanla (Swann) birlikte benim şiirlerimı
tngilizceye çeviriyor. Bir kaç yıl önce New
York'ta bir şiir kitabım yayımlanmıştı, şimdi
bir yenisi çıkacak. Hem bu seferki sarunm da-
ha kalınca olacak. Halman bana yolladıgı bir
mektupta, "Troya Önünde Atlar" şiirimin ki-
mi dizeleri, parçalan üzerine açıklamalar iste-
mişti. Yanıtlarken güçlük çektim. Bir şiirin
açıklanamayacağıru bir daha düşündürdü bu
bana; ne yaparsın ki, benden açıklama bekle-
yen, bunu çevirisi için istiyordu, o dizelerin
Ingilizcelerini bulmak zorunda idi çünkü,
Türkçe metni anlamadan yapamazdı bu işi.
Gerçekte çeviri. bir şiın başka dılde yeniden
yazma demek olduğuna göre, ister istemez bir
açıklama niteliği taşıyacaktır. Ben, Talât Sait
Halman'a, sorduğu dizeler için "Onlann ne
demek olduğunu ben de bılmiyorum" desey-
dim adamcağız ne yapacaktı? Eli kolu bağlı
kalacaktı. Ister istemez "Şunu şunu demek is-
tedim" biçiminde bır açıklama yapacaksmız.
Ama ben durumun güçlüğünü anlayınca ko-
nuyu başka bir yanından ele aldım, esin üzeri-
ne yazmağa başladım. AkUmda kaldığına
göre şöyle dedim:
Esin'i reddediyoruz, onun yerine çalışma'yı
koyuyoruz, ki doğrudur. Böylece "tannsal
esin" romantikliği ortadan kalkıyor; onun ye-
rini beynin bir konu üzerinde yoğunlaşması
ahyor. Çok iyi bılıyonım ki, şiirin benden açık-
laması istenen bölümlerini yazarken (ör-
neğjn III. bölümde ıkmci parça) aklım öylesi-
ne hızlı çahşmaya başlamış, sözcükler öylesi-
ne hızla üşüşmüşlerdi ki, aralanndaki bağıntı-
yı kontrol etmeye fırsat, zaman kalmamıştı ya
da ben böyle bir kontrol hevesi duymamış, o
anda geleni kâğıda geçirmekle daha iyi edece-
ğime karar vermiştim. Ama ne olmuştu, "ak-
hn çalışması" dediğimiz süreç tıpkı eskilerin
"tannsal esin" dedikleri durumuna benzemiş-
ti. Evet, o sırada ben bereketli bir esinin etkisi
altındaydım, benim yerime sanki başkası ko-
nuşuyordu ve bu yüzden olacak, mantıksal
sözdizimine uygun söz sıralaması bozulmuş-
tu. Çünkü benim yerime konuşan bu dünyah
değildi, dilinin mantığı başkaydı onun. Ger-
çekte ozanın aradığı, ama yapmaak olarak,
kendini aldatarak değil de, gerçekten yarat-
mak istediği böyle bir dildi elbet. Kimi dizeler-
de virgül kullarimaktan da kaçmdım. Sözgeli-
Ah beklerim bekleyecek olan alın bekler
dizesindeki sözcüklerden herhangi bırinden
sonra konulacak bir virgül, anlamı benim sa-
vunamayacağım bir biçimde darlaştıracakü.
"Beklesin" sözcüğü, daha önceki dizenin so-
nunda bulunan "karbıçak" için mi söylenmiş-
ti, yoksa "bekleyecek olan alın" için mi? Da-
hası var, "bekleyecek olan beklesin" ayn,
"abn bekler" ayn mı? Bunlara kanşmak iste-
medim. Durumu Talât Sait Halman'a böyle
açıkladım ışte. Nasıl isterse öyle yapmasını
söyledim.
10Ekiml977
Ön odaya gıttim, denize baküm. Bu bana
iyi geldi. Doğanm vurdum duymazhğı mı
yoksa iyilik veren?
23 Mayıs 1978
Eski sevincime yeniden kavuşacağımı hiç
sanmıyorum.
23 Mayıs 1978
Hiç okuyarruyordum. biraz okumağa baş-
ladım. Fakat çabuk sıkıhp bırakıyorum. Prof.
Özcan Köknel'e ikinci kez gittim. Durumu-
mu anlattım. Verdiği ilaçlann bana iyi gelme-
diğini düşünerek üzüldü adamcağız. Larox-
yle'i çoğalttı. Şimdi günde üç kez yirmi beş
miligramlık üç draje alıyorum. Sanınm iyiliği-
ni gördüm bunun.
15Haziranl978
Aradan çok zaman geçti. Defterimi bul-
dum, gene yazmak istiyorum.
Yazmak konuşmaktan daha iyidir bence.
İstanbul Kültür Merkezi'nin düzenlediği
sanatçılan tanıtma günleri benimle başladı.
Toplanüda Oktay Akbal, "Sence yazmak ya-
şamak mıdır?" diye sordu. Doyurucu bir ya-
nıt veremedim. Ama sonra düşündüm üzerin-
de. Evet, yazmak yaşamaktır. Bir çok büyük
yazar bunun tanığıdır.
Dışan çıkıp bıraz dolaşmak istiyorum.
14'Şubat 1979
Dün bir adam eve telefon etti, edebiyat me-
raklısı imiş, benimle konuşmak istediğini söy-
ledi. Gazetede randevu verdim.
İki kişi geldıler. Elinde kâğıt kalem olan:
- İçtikten sonra şiir yazarsınız, değil mi? diye
sordu.
öteki, benim yanıtımı beklemeden:
- İçmeden şiir yazılır mı? dedi.
Ben kısaca,
- İçkili iken şiir yazümaz, dedim.
Bu işi sarhoşlukla bir tutmalan bana do-
kundu. Yoksa yaygın bir kanı mı bu? Ozanı
neden sarhoş sanıyorlar?
17Şubatl979
Mavi şişelerimden biri kınldı.
18Şubatl979
Gece uykumun arasında, aradığım bir dize-
yi buldum. Başucu lambasını yakıp bir yere
yazdım onu. Uyandıktan epey sonra aklıma
geldi bu. Bulup okudum. Berbat bir dıze.
21 Şubat 1979
Montaigne şöyle diyor:
"Cimriliği yaratan yoksulluk değil zengin-
liktir daha çok."
Mart 1979
Günlük tutan içten olmalıdır diye düşün-
müşümdür hep. Bunun üzerinde yeniden du-
runca bir şaşkınlık geçirdim. Ne demek içten
olmak?
Doğru olmak mı?
Nedir doğruluk?
İnsanın kendisine karşı doğru olması çok
güç. Biz ancak başkasına karşı doğru olabili-
riz. Yalruzken ne doğruluk vardır, ne yalancı-
hk!
PENCERE
Yaşar Kemal...
ARADABİR
MUHStNE HELİMOĞLU YAVUZ
Bilkent Üni. Öğretim Üyesi
Övgüye Dayanıklı Olmak
Yeni öğretim yıhnın ılk gunü. Geldiğimi dersliğin pen-
ceresinden gören öğrencilerim büyük bir coşku ve
saygıyla koşup önümdeki kapıları açtılar ve yüzlerindeki
kocaman, sevgi dolu gülüşlerle selamlar verip, o güzel
aydınlıklarını bana da yansıttılar. Övgüye değer bu ince-
liklerinden dolayı onlara teşekkür edıp yüreğimde pırpı-
rlanan sıcak duygularla ilk dersime girdım.
Dersten sonra arkamdan koşarak gelen bir kız öğren-
cim ise tepkimın ne olacağını lyice kestiremediği için,
biraz da çekingen bir gülümsemeyle "Siz çok mükem-
mel bir hocasınız. Bu dersi hiçbir zaman bu kadar çok
sevmemiştim" demesin mi...
Aman Allah... övgünün o "önlenemez" aibenisı bir-
denbire, aç bir mideye içilen sert bir içki gibi, hızla da-
mariarımda dolaştı ve beynime ulaşarak "beni benden
aldı"
Böylesıne küçücük ve "masum" bir övgünün karşısı-
nda bile kendimi nasıl da buyük bir ıç hesaplaşmanın
eşiğinde buluvermiştim. Bu. bıçak sırtında yurümek
gibi, kurulması ne zor bir dengeydı böyle... Sonra da
aklıma, salonlar dolusu övgu. alanlar dolusu alkış alan
politikacılar geldi. Bu alkışlara, övgülere yürek mi da-
yanır... "En büyük sensin" çığlıkları karşısında insanoğ-
lunun ayakları nasıl olur da yerden keslilmez... Kesilı-
yordur elbette, ama acaba o sırada o salonlara, alanlara
gelmeyen suskun, bezgin kitleleri de düşünüyorlar mı?
En önemlisi de onların niçin suskun, küskün, eylemsiz
olduklarını...
Düşüncelerımın tam burasında, çok kısa bır süre önce te-
levızyonda ızlediğım, ıki bölümlük "Enver Sedat' dızısınin
ıkınci bölumunde yer alan bır sahneyı anımsadım Sedat,
ünıversite oğrencılerının bulunduğu bır salonda konuşurken
sözlenni, "Benden önce yönetımin başında bulunan Nasır'ın
\(Arkasıl7.Sayfada)
TART1ŞMA
Yeni Kavram ve llke Arayısları
T Tnlü hransızdüşünürüvepolitikaası La
^Rochefaucold. 'Politikada önce varo-
lanlardan yararlanmaya, ancak zorunlu
hallerde yeni olanaklar aramaya bakmalı-
yız' demiş ama, gerçekler onu onaylamıyor
kı.. Bakınız ülkemızdekı polıtik gelişmele-
rc. sıyasal yelpazedeki yeni yenı yeralma gi-
rışımlerine.
Sozumü. sıyasal yaşama yeniden giren
CHP için. yenı kimlık arayışlanna getir-
mek istiyorum Bu konuda gazetelerimız-
den okuduklanmız arasında anlay amadık'
lanmız \e içimıze sindiremediklerimız ol-
dukça ağırlıkh. Bır an düşünüyorum. ben
bır siyaset bilimcısi ve en az kırk y ıldır sıy a-
sal olaylar dınamiğinın içinde yaşamış ya
da yakından ızlerniş bır kimse olarak böy-
lesine bır tereddüde düşersem. acaba sade
v urttaşımız ne yapar diyorum. Tereddütle-
rimın nedenlerinı. CHFnın yeni kavram-
ılkc arayışlan bazı üzerinden açıklamaya
çalı^ayım.
Eşııhk:"Bn zorunlu standartlaşma ve
monotonluğu özendirme olmayacak. fırsal
cşıtlıği ön plana çıkacak" deniliyor Ülke-
mızde hangi sosyal demokrat birikim. fır-
sat eşitliğmin daha da ötesinde bir eşıüık ıs-
lcmınde bulunmuştur ki... Böylesıne hak-
sız kuramsal vakıştırmalar sosyal demok-
raılann bırliğine nasıl hızmet edebilecek?
Gelişmenin bütünlüğü. 'Amaç yalnızca
mevcudu daha adaletli paylaşım olmaya-
cak. paylaşılacak olanı arttırmak ve eko-
nomıyı büyütmek hedefi ortaya konacak
dcnılıyor Bu tumcenın ikinci bölümü ile
esasen tüm partilerimız arasında "ortak an-
laşma' (consensus) vard'r. Hepsı de pastayı
büyütrneden yana. Buna karşın. mevcu-
dun daha adaletli paylaşımı. sosyal de-
mokrallar için önem taşımaktadır. İşte bu
nokta onlan dığer partilerden ayınr. Ken-
dini sosyal demokrat olarak betimleyen bir
kımse. toplumdaki. makul ölçüde kabul
edilemeyen. hak ve msaf duygulanyia bağ-
daştınlamayan adaletsızlıklen ıçıne şındı-
rememekte, özümleyememektedır. Örne-
ğın. Avrupa Topluluğu ülkelenndekı mil-
letvekilı aylıklan asgari ücretın ortalama
beş ile altı katı ıken. ülkemizde bu oranın
otuz kadar olmasını nasıl ıçine sindırsin.
Kendi kendini yönetme.Bazı ülkelerde
örneklen var. Örneğın, İsvıçre'de federal
merkezı hükümetten ayn kanton hükü-
metlen var Uygulama tarihsel kökenden
geliyor.Yetki ve sorumluluklar iyice belır-
lenmiş, uzun bir tarih kesitinde ortaya çı-
kan aksakhklar düzeltilmeye çalışılmış.
Buna karşın hala büyük aksakhklar var
Halkçılık: 'Populizm'den kaçınılacak
deniliyor. Nedir bu popühzm? Tanınmış
ansıkl'opediler şöyle yazıyor: "Halkın sesı.
hakkın sesi inanışında olmak". Yanı siz bir
yandan en geniş anlamda yerelleşmeyi. ka-
tılımcıhğı özendireceksınız, öte yandan da.
halkın sesınin. hakkın sesı olduğu ınanışmı
reddederek kitlelerden oy alıp ıktıdara ge-
leceksiniz?
Devnmalik: Şahsen biz de, ilkenin orji-
nal biçimi olan 'inkılapçıhğı' benimsemek-
te, özümlemekteyiz. Ancak bunun yerine
'evnm' denilmesı de bir çözüm getinne-
mekte. Zira, bılındiği gibi, evrim uzun bir
zaman sürecinde, kendiliğinden olan gelı-
şimdır. İnkılap ise bünyesinde dışandan
gelen bir müdaheleyı (kanşımı) içenr. Bu
nedenle belkı de en doğrusu. 'değışim', 'dö-
nüşüm. sozcüğüdür.
Laiklık: Yeni CHP'ni yorumunda, ih-
mal edildıği düşünülen 'inananlann özgür-
lüğü' ilkesi de yer alacakmış deniliyor. Eğer
doğru ise bu sav yeni değildir, ta baştan be-
ri laiklik karşıtlan bu argümanı öne sür-
mekteler. Bizce. ülkemizde böyle bır sorun
yoktur. Varolan. imam-hatip liseleri çıkış-
blann çığ gibi büyümeleri. kamu kuruluş-
lanru kaplamalan, adeta ayncahklı bır sı-
nıf yaratma eğilimı ıçıne girmeleridir.
Devletleştirme: Hakkında ne yazılsa
boştur Çünkü, bu ilke ülkemiz gerçekleri-
nin ürünüdür. Şimdiye kadar aleyhte pek
çok şey söylendiği, yazıldığı halde, uygula-
mada hiç kimsenın kaldırmaya cesaret ede-
memesındekı gızem budur.
HÜSEYtN PEKİN
Hukuk Doktoru,'Zürih
DUYURU
Oral Çalışlar'm,"İslamda İlk Ayrıhklar" Hz. Ali-Muaviye Kav-
ası" adlı yazı dizisine göndereceğiniz (250 ketimeyi geçmeyen)
anıtları "TARTISMA"kösesinde yayımlamavabaslıyacasız.
gası adlı yazı dızısıne gonderecegınız (25U keameyı geçme)
yanıtları " TAR TIŞMA " kösesinde yayımlamaya başlıyacağıı
Hemite köyünden Mehmet Cömert:
- "Bak" demiş, Cumhuriyet muhabiri Zafer Aknar'a,
"Bu Ceyhan nehri deniz gibi değil mi? Ama insan hırsını
ve ıntikamını onleyemedi. Şu camide öldürdüler Yaşar'-
ın babasını, hem namaz kılarken, sırtından hançerledi-
ler, adam nehri geçmiş de gelmiş..."
Ceyhan deniz gibi, değil mi?
Sıradan insanın bakışında Ceyhan çamurlu bir akar-
sudur, şiir devreye girdi mi, iş değişir, nehir denizleşir,
hırs ve intikam kulaçlar dalgaları, köpüklenip camiye gi-
rer, Göğceli Yaşar Kemal'in babasını namaz kılarken
hançerler.
Hemite, Yaşar Kemal'i destanlaştırmış...
Halk, bilir söyleyeceğini...
•
Adana'da Istasyon Caddesi. Halkevinin önünde yürü-
yen bır adamı karşı kaldırımdan gösterdiler:
- Kim bu?
-Abidin Dino...
ikinci Dünya Savaşı yılları; Abidin Dino sürgün
Adana'da; Yaşar Kemal öğrenci, kimi zaman edebiyat
öğretmeni Arif Nıhat Asya'ya takılıyor; hoca öğrencile-
riyle içiyor, geceyarısı bizim evın kapısınadayanıyorlar.
Yaşar Kemal, destan ve şiir vurgunu, halkevi kültür yu-
vası. Zamanın iktidarı "Dünya Klasiklerinden Tercüme-
ler"\ yayımlıyor. O sırada Türkiye'de bu işi üstlenecek
özel sektör yok. Çünkü okur yok, satış yok, kâr yok. Ana-
dolu halkını dünya edebiyatıyla "Kemalist yönetim" ta-
nıştırıyor; kültür devrimini yaşıyoruz; "Aydınlanma"nın
Adana'ya yansıması daha başka nasıl olabilir?
Hemite köyünden Göğceli; Tolstoy'la, Puşkin'le, Go-
gol'le tanışıyor ve de Abidin Dinoyla...
•
Hemite köyü, Ceyhan, Çukurova, Adana!..
Ceyhan bir nehir değil, deniz; sıcak, sıcak değil, san
sıcak; at, at değil, kuheylan; insan, insan değil, korku,
sevgi, sevda, kin, hırs; yaşam, yaşam değil destan; do-
ğa. doğa değil, evren, Samanuğrusu, uzayda değil yer-
de; Kutupyıldızı, Moskova'da değil, Adana'da; bulut,
gökte değil, Yaşar Kemal'in avucunun içinde; kuş, hava-
da değil, Göğceli nın yureğınde kanat çırpıyor, gönlüne
konuyor; Çukurova'da at bittı, cerenin sütü kesildi, kö-
pek uludu, sazlık kurudu, traktör toprağı sürdü, kamyon
tozu dumana kattı, beyler ağalar güzel kısraklarına binip
rahvanla yola düştüler, kapitalizm Adana'ya Allah'ına
kadar girdı, Hemite köyü büyüdü, Türkiye'ye sığamadı,
Göğceli Batı'nın kırk başkentinde kitapçı vitrinlerine
bağdaş kurdu, masal anlatıyor..
Homeros'un iki gözü kördü, üç bin yılın ötesinden bize
bakıyor, sesini şiirini duyuruyor, biz ise bakar körüz;
1992 yılının TÜYAP Kitap Fuarı Yaşar Kemal'i onur konu-
ğu yaparken, kitap toplatmak için polis görevlendiriyo-
ruz. ir
Yaşar Kemal'i düşünüyorum...
Soruyorum
- Eğer, Batı'nın kırk başkentindeki kitapçı vitrinlerinde
romanları sergilenmeseydi, biz Hemiteli Göğceli'yi bağ-
rımıza basar mıydık?
Sanmıyorum...
12 Eylül'de hizla faşistleşen devlet düzenimiz bir ya-
na, görgüsüz burjuvamızla, uçuk sanat çevrelerimizle,
burnundan kıl aldırmayan kimi yazarımızla, Yaşar Ke-
mal'in değerini eleştiri dünyamızda hakçasına tartıp,
ölçüp, benimseyemezdık; Hemiteli Yaşar, dışarıdan içe-
riyi kuşatıp, smır ötelerinden gelerek kendini Türkiye'ye
kabul ettirdı.
Buayıpbizeyeter...
Köyden çıkmış yazarlara burun kıvırmayı marrf©t«»r.
yanlarımızadersolsun.
Adana'da Tepebağ Ortaokulu'ndan sınıf arkadaşım
Kör Sefa'nın ıki gozü de havada uçan kuşu sektirmez.
Yaşar Kemal, geçenlerde Sefaya bakıp dedi ki:
- Lan, senin ıki gözün de görüyor, adını köre çıkarmış-
lar, nedir bu işin esası
7
Sefa ne dedi, anımsamıyorum; ama bakmakla görme-
yi, görmekle algılamayı ayrımsamak gerekir. Yaşar
Kemal artık aramızda mitoloji kitabından çıkmış gibi do-
laşıyor; yaşamı roman, romanı yaşam, yüreği mangal,
ateşinı duyumsamak için küllerini eşelemeye gerek
yok...
Her zaman sımsıcaktır yüreği.