Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 Cumhuriyet görüşler 31Ocakl992
BELKİ
MURAT BELGE
TBKP'nin Gerekçel Karan
A
nayasa Mahkemesi'nin Türkiye Birleşik Komü-
nist Partisi'ni kapatmasının gerekçeli hükmünü
geçtiğimiz sah akşamı ilk olarak TRT'de dinle-
dim ve doğrusu şaşırdım. Oysa şaşırmaya-
cağımı sanıyordum. Bu davayı yakından, aynntılanyla
izlemiştim. Çünkü büyük ölçüde "simgesel" bir dava ol-
duğu kanısındaydım. Yıllardır sahip olduğumuz ve bü-
tün bu yıllar boyunca bizleri çeşitli kötülüklerden ko-
rumuş kanunlanmıza görcbu ülkede herhangi bir parti-
nin adında "Komünist" adının geçemeyeceğini, aynca,
öbür büyük koruyucu maddelerimiz olan 141-142 kalk-
tıktan sonra da bu yasağın devam ettiğini büiyorum. Bu
bakımdan, adı "Komünist" olan bu partinin kapatıl-
masmı bekliyordum, kuruluşu için başvuranlann da
bunu beklediğini sanıyordum.
Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi'nin karanrun ge-
rekçesi tek bir cümleyle açıklanabilirdi: "Şöyle bir kanun
var, bu kanun yürürlükte oldukça bu parti kurulamaz."
Bu her şeyi açıklar, aynca Anayasa Mahkemesi'nin ken-
di sınırlan içinde yapabileceği demokratik uyan ya da
eleştirinin de bir örneği olurdu. Başkan Yekta Güngör,
varolan anayasayı demokratik bulmadığını, ama mahke-
menin, kararlannı bu anayasa çerçevesinde vermesi ge-
rektiğjni söylemişti. Bu, şüphesiz doğruydu. Ama baküm
ki, mahkeme, Yargıtay Başsavcısı'ndan gelen iddia üstü-
ne Birleşik Komünist Partisi'ni kapatmak için bayağı
emekharcamışve"gerek- — — — — — ^ — ^ ^
çe" toplamış. Gerekçeler ,
de mahut Kürt sorunuy- Anayasa Mahkemesı
İa iigiii. Bu gerekçeler, ise ciddi bir kavram
başkan Göngür'ün de- . . • . »•_
mokratik mesajlanyla kargaşaSl îçipde. BlT
öyle fazla uyumlu gö- İskoç, tngİlİZ değil,
rünmüyor. Mahkeme, "Rritanvfl"
TBKP'yi bölücü bulmuş »rıidnyd
ve bu nedenle kapatıl- yurttaşidlT, ama
masım uygun görmüş. hepsi Türk değildir.
Orneğın, "Anayasa'da
Kürtlerin varlığı tanın- _ _ _ _ _ _ _ _ _
mahdır," gibi bir talep bölücülüğe yorulmuş.
Bu arada ciddi bir kavram kanşıklığı doğuracak
cümleler var: "TC devletinde birden fazla ulus olamaz.
Türk ulusu içinde değişik kökenli bireyler olsa da hepsi
Türk yurttaşıdır". Ulusal kökenle yurttaşhk kavramı
fena halde kanşıyor burada. "Türkiye yurttaşı" olduğu
doğrudur, ama "Türk" değildir, olması gerekmez. Mah-
keme karannın metninde "Türk yurttaşı" sözü herhangi
bir kategoriye uyduruluşu bir şey değil.
Bir "millet"in değil, bir "ülke"nin yurttaşı okunur.
Türk'ün değil ama Türkiye'nin sözgelişi Ermeni, Yahudi
yurttaşlan var, ama bunlar "Türk" değil. Biz kendi ulu-
sal tarihimizı, bu tarih içinde oluşan kimliğimizi anlatıp
dururuz: "Orta Asya'dan yola çıktık, buralara geldik,"
diye, E, Kürtler oralardan yola çıkmamışlar, biz geldiği-
mizde burada oturuyorlarmış. Şimdi, mahkemenin bul-
duğu yeni terimle "Türk yurttaşı" olarak onlar nasıl dü-
şünecek kendi kimliklerini ve tarihlerini. Onlann tarihi
de, bizim Orta Asya'da ata bindiğimiz andan mı başlaya-
cak? Irkçılar bu konularda daha tutarlı, "Dağ Türkü"
diyorlar, bitiyor. O zaman, Orta Asya dan gelirken yol-
lannı ve dillerini kaybedip dağ tarafına sapmış "Türk
yurttaşlan" oluyorlar. Doğru değil, ama tutarlı. Anaya-
sa Mahkemesi ise ciddi bir kavram kargaşası içinde.
Bir İskoç, Ingiliz değil, "Britanya" yurttaşıdır. Türki-
ye'de oturanlar da Türkiye yurttaşıdır, ama hepsi Türk
değildir. Londra'ya gittiğinizde ve Edinburgh'a gittiği-
nizde, Britanya ya da Birleşik Krallık'a gidersiniz; ama
birincisinde Ingiltere, ikincisinde İskoçya'ya gitmiş olur-
sunuz. Ülkeadının ülkedeki hâkimetnik unsûrun adından
gelmesi, böyle durumlarda, bir dezavantaj oluyor demek
ki.
Bu gerekçeli karar, mahkemenin, sahiden de 1982
Anayasası'mn mahkemesi olduğunu gösterdi.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932: Tenzilatlı satışlar
leoaYeni Çıkan AIAMM
BAHÇE
BOMONTi RAKISI
Ticaret Odasında Oda meclisi
tarafından şayani dikkat bir
karar verilmiştir. Bu karar
şudur: Ticaret âlemine ve
müşterilere hitaben her türlü
afışler asılması, tebliğ ve
tamimler, el ilânlan neşir ve tevzii, mağazalara ve °~
vitrinlere (sermayesine satış, kelepir.
reklâm satışı, okazyon, ucuz sergi) ve emsali gibi etiketler
konulması, gazetelerle ilân suretile tenzilatlı satış yapmak
şuhükümlere tâbi olacaktır:
Tenzilatlı satış sebepleri: (1) ticareti terketmek. (2) fesih ve
infisah. (3) şirket devam ettiği halde ortaklardan aynlmak
(4) ticaretaneyi başkasına devretmek. (5) ticaretaneyi
başka yere nakletmek. (6) ticaretanede büyük inşaat
tebeddülleri yapmak. (7) mağazanın meşgul olduğu bir
veya bir kaç nevi emtia ticaretinden vaz geçmek. (8) bazı
malların müstacelen satılması zarureti hâsıl olmak. (9)
senelik hesaplannı tamamlamak için mecburî satış
yapmak.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
UZAYDA BİR SBMPANZB!
1361"PE SuGÜfJ, AMEtUKA BfRLSftfc DEV-
LETLEG.İ, *HAM " Al>U ŞEMPAMZEyi B'R.
ÜÜ İiÇ
DE&AS/Ş77. CAP£ C/INAI/E&4L. ÜSSÜNPE/4
Ft(llATr(.P(£7rtN 1F OA/ZİKA SON&4 <SE-
& PÖMPÜ&ULEN tCAPSÜL, &4ŞAR.IYLA
SLJyA İNMİŞ7İ. UZAy UÇl/f£y4£/MM CAN-
ULAR ÜZEgİNP£Kİ ErfdLE&İNİ İNC£L£-
MEK AMAC/YLA, Ö2ieLLf/CLE 19SO'PEN
SONR/1 Sf^çon: fSAyvAM uzAyA yot -
. KÖPEKCEZ, PAB-Et-Ete </£
g sof/ysr HEM DE
77.
, uzagdaın dânüşünde
SEMİH BALCIOĞLU
Çalışan Çocuklar
Doç.Dr.MİNE MANGIR A.Ü. Ziraat Fak. Ev Eko. Çocuk Gelişimi Anabilim Dalı
Ç
ocuğun çahşması evrensel bir
olaydır. Çünkü çocuk içinde
bulunduğu toplumun sosyo-
ekonomik ve yasal düzenleme-
lerine bağlı olarak her çalışan birey
gibi üretime katılmaktadır, ürettiği
metanın karşılığında da ücret almak-
tadır.
Çocuklann çalıştınlması, çocuk işgü-
cünün istisman, sokakta çalışan çocuk-
lann sorunlan günümüzde birçok top-
lumda karşılaşılan ve çözüm bekleyen
sorunlardır.
DİE'nin 1985 yılında yaptığı "Hane-
halkı İşgücü Anketi" sonuçlanna göre
çalışan çocuklann önemli bir oranı ta-
nm sektöriinde çalışmaktadır. Bu oran,
12-14 yaşgrubu için yüzde 68.13, 15-19
yaş grubu için ise yüzde 57.13'tür. 12-14
yaşlan arasında 200.000'e yakm çocuk
ve 15-19 yaşlan arasında 900.000'den
fazla çocuk tanm sektörü dışında başta
imalat sanayii olmak üzere çeşitli işkol-
lannda çalışmaktadır.
Çocuklann çalışma süreleri oldukça
elverişsiz bir düzenleme içindedir. Çalış-
ma zarnanını işveren ya da usta belirle-
mektedir. Yasalarla bu konuda bir sınır-
lama getirilmiştir. Ancak çocuğun veli-
sinden izin almak koşuluyla çahşma sü-
resi saat 21.00'e kadar uzatılabilmek-
tedir. Esnaf kesiminde ise yasalarla bir
sınırlama getirilmediğinden, duruma
göre çocuğun çalışma süresi günde 10
hatta 15 saate kadar çıkartılmaktadır.
Bu sürenin çok uzun olması çocuğun
sağlığı üzerinde olumsuz etkilere neden
olmakudır. Aynca çocuklann hafta so-
nu tatilleri ya yoktur ya da*çok kısadır.
İşinden çıkan çocuk evine gittiği zaman
çok yorgundur. Yemeğini yer yemez ya-
tar ve sabahın erken saatlerinde tekrar
işinin başında olur. Çalışma süresinin
uzunluğuna rağmen aldıklan ücret ge-
nelbkle düşük düzeydedir. Yasalarda,
çalışan çocuğa asgari ücretin yüzde 30'-
unun verilmesi öngörülmüştür. Bu oran
Yasalarda, çalışan çocuğa
asgari ücretin yüzde
30'unun verilmesi
öngörülmüştür.
oldukça düşüktür.
Çalışan çocuğun zamanı çok yetersiz
olduğu için oynamaya, spor yapmaya
fırsatı olmaz. Oysa bir çocuğun gelişi-
minde oyunun rolü çok önemlidir. öğ-
renmek için yeterince zamanı olmayan
çocuk, kendi zihin yeteneklerini gelişti-
remez. Gelişme geriliği ve iş yaşamına
erken ve tecrübesiz atılmalan sonucun-
da amaçlan çok düşük düzeyde kalır.
Çalışan çocuklann büyük bir çoğunluğu
da sigortasız çabşmakta, sosyal güvenlik
haklanndan yararlanamamaktadır. Si-
gortalı çabşanlar ise sorunlannı resmi
makamlara ulaştıramamaktadırlar. De-
netimin yetersiz olması nedeniyle de iş-
verenler, yasalann gereklerine tam an-
lamıyla uymamakta ya da yasalar hiç
dikkate alınmamaktadır. Sokaklarda
çalışan seyyar satıcı çocuklar ise hava
düzensizlikleri, her türlü pislik, trafik
tehlikeleri ve şehir yaşamındaki çeşitli
olumsuzluklarla karşı karşıyadır.
2089 sayıh yasa, çırakbğı bir öğrenim
türü olarak kabul etmekte ve çırağı hem
işyerinde mesleksel pratik bilgiler edinen
hem de devam ettiği kurslarla teorik bil-
giler öğrenen stajyer öğrenci olarak gör-
mektedir. Bu nedenle de cırak ücreti,
sendika gibi sosyal haklar yönünden işçi
olarak değil öğrenci olarak değerlendi-
rilmektedir. Oysa çalışan çocuk bir öğ-
renci olmaktan çok bir işçidir ve çırağa
işyerinde mesleki pratik bilgi vermenin
yanında işgücünden yararlanma kaygısı
da güdülmektedir. Çünkü çırak, ekono-
mik ve toplumsal nedenlerden dolayı
çahşmak zorundadır.
21. yüzyıla yaklaştığımız bu yıllarda
olumsuz koşullarda çalışan bu çocukla-
nn sorunlanna büyük bir önemle eğil-
mek gerekmektedir. Çalışan çocuklan
her türlü ihmal isüsmalden kurtarmak,
yasal ve toplumsal açıdan korunmalan-
nı ve geleceğe hazırlanmalannı sağla-
mak hem toplum kalkınması hem de in-
san haklan açısından önemlidir. Bunun
için de her şeyden önce bu çocuklan ve
sorunlannı bütünüyle tammak gerek-
mektedir.
Tekil Devlet llkesi ve Sonuçtan
COŞKUN KIRCA Emekli Büyükelçi ve D YP İstanbul Milletvekili
M
emleketimizde aynlıkçı a-
kımlann ortaya çıkmasından
sonra birkaç yıldır "tekil
devlet" kavramı çok tekrar-
lanıyor. Bu kavram öylesine gevezelikle-
rin konusudur ki, bazen aynı kavramı
benimsediklerini ileri sürenlerin bile bu
ilkeyi en olmayacak çözümlerle bağ-
daşır sanabîldiklerine tanık oluyoruz.
Böyle olunca, galiba ilk yapılması gere-
ken, "tekil devlet"in ne olduğunu ve ne
olamayacağını iyice belirlemektir.
"Tekil devlet" sözcüğü, anayasa hu-
kuku dilimize, diğer birçok hukuk kav-
ramlan gibi, Fransız hukukundan geç-
miştir. Ne var ki 1789 Fransız Devri-
mi'nden sonraki cumhuriyetçi Fransız
anayasalannın hiçbirinde bu terime
rastlanmaz. Bu terim, anayasalarda yer
almamakla beraber, belirli bir devlet dü-
zenini tanımlamak için bulunmuş bir
anlatım biçimidir. "Tekil devlet" terimi,
egemenliğin kullanılış tarzıyla ilgili ola-
rak belirli bir bakış açısından ortaya ko-
nulan bir tipolojiden dogmuştur. Nasıl
ki erkler birliği ve erkler ayınmı kavram-
lan, egemenliğin kullamlmasının devlet
organlan arasındaki bölüşümünü göste-
renidealtiplerdir;'tekildevlet"ve"fede-
ral devlet" kavramlan da egemenliğin
ülke va ahalinin bütünü üzerinde aynı
devlet organlan tarafından her konuda
kullamlması hali ile egemenliği, bütün
ülke ve ahali üzerinde bazı konularda
kullanan devlet organlannın yanısıra,
devletin ülkesi veya ahalisinin belirli
kısımlan üzerinde belirli konularda sırf
belirli bir kısım için yetkilendirilmiş dev-
let organlannın kullanması halini birbi-
rinden ayıran bir sınıflandırmadır.
Türkiye'nin cumhuriyetçi anayasa-
larına göre, Türk milleti, egemenliğe
"kayıtsız şartsız" sahiptir. Kayıtsız
şartsız egemenliğin tekliğı ve bölünmez-
liği söz götünnez ve Türkiye Cumhuri-
yeti denilen devletin siyasal örgütlenişini
oluşturduğu Türk milleti, Türkiye Cum-
huriyeti'nin "devlet" niteliğini kazana-
bilmesı için diğer bir temel öğesiolan "ül-
kesi"de, aynı şekilde, "bölünemez" bir
"bütün"dür. Bu kurallann kaçınılmaz
bir sonucu olarak, Türkiye'nin cumhu-
riyetçi anayasaya göre Türkiye Cumhu-
riyeti'nde bir tek yasama organı, bir tek
yürütme organı ve bir tek yargı organı
vardır. Bütün bu kurallar, 1982 Anaya-
sasının Başlangıç'ında, 2,3,6. 7 ve 8.inci
maddelerinde yae ahr. Bu ilkeler, 1924
ve 1961 Anayasalannda da yer alıyordu.
1982 Anayasası, sözkonusu ilkelerin de-
ğiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin
teklif dahi edilemeyeceğini de hükme
bağlamıştır.
Anayasal kavramlan özümsememiş
olanlann bazılan, devletin "bölünmez
bir bütün" oluşundan, sadece ülkesinin
bir bölgesinin bağımsızhk kazanamaya-
cağı ya da bir başka devlete devredile-
meyeceği anlamını çıkanrlar. Oysa, dev-
letin "bölünmez bir bütün" olabilmesi
için, "devlet" kavramınm birbirinden
aynlmaz üç öğesinden biri olan egemen-
liğin de, diğer öğeleri olan ahali ve ülke
gibi, "bölünmez bir bütün' olması gere-
kir. Bundan çıkan doğal sonuç şudur ki,
tekil bir devlette egemenliği konular ya
da bölgeler veya halklar itibanyla böl-
mek mümkün değildir. Bu da gösteriyor
ki, Türkiye cumhuriyeti gibi tekil bir
devlette, kendi yürütem ve/veya yargı
organlannın -belirli konularda da olsa-
yetkili olacağı özerk bölgeler, federe
devletler ve hatta -üyeleri belirli bir böl-
gede oturmayıp bütün ülkeye dağılmış
olsalar bile- kamusal yetkilere sahip "ce-
maat"ler, (diğer bir deyimle, "toplum"-
lar) kurulamaz.
Türkiye Cumhuriyeti'nin "tekil" olu-
şunun bir diğer sonucu da, 1961 ve 1982
Anayasalannda açıkça belirtildiği ve
1924 anayasal sisteminin de benimsediği
gibi, idarenin bir bütün oluşudur. Ma-
dem ki tekil bir devlette bütün ülke ve
ahali üzerinde yetkili tek bir yasama, tek
bir yürütme ve tek bir yargı organı var-
dır; İdare de bir "bütün" oluşturacaktır.
Bunun anlamı. Türkiye'de yerinden
Valileri halka seçtirmek,
tekil devleti dolaylı yoldan
yoketmek demek
olacağından, Anayasa
Mahkemesi'nce
reddedilmeye mahkûmdur.
yönetim esasına göre mahallî idarelerin
kurulmaması değildir. Belirli bir mahal-
lin ortak ihtiyaçlannı karşılamak için
mahallî idareler kurulabilir ve bunlann
karar ve hatta yönetim organlan seçimle
gelebilir. Ancak, bu yerel idarelerin ku-
ruluş ve yetkileri herhalde millî ve tek
yasama organı tarafından kanunla dü-
zenlenir; bunlar üzerinde millî ve tek yü-
rütme organının aynı şekilde kanunla
belirlenen idarî vesayet yetkileri vardır;
bunun gibi, millî ve tek yargı organının
da mahallî idareler üzerindeki yetkisi
tamdır.
Bir diğer slogan da, vali ve kayma-
kamlann secmenlerce seçilerek göreve
gelmeleridir. Görevli olduğu ilde vali-
nin, devleti, onun başı sıfatıyla cumhur-
başkanını ve aynca hükümeti temsil et-
mesi ve onun emrindeki merkezî idare
içinde yer alması, kamu hukukumuzun
anayasal kural niteliğindeki genel kural-
lanndan biridir. Benzer bir kural da,
kaymakamın ilçesinde hükümeti temsil
etmesi ve onun emrindeki merkezi idare
içinde yer almasıdır. Böyle olunca, vali
ilde, kaymakam da ilçede merkezi idare-
deki hiyerarşik amirlerinden emir alarak
hareket eder ve merkezi idarenin il veya
ilçe sınırlan içindeki yerel idareler üze-
rindeki idari vesayet yetkilerini de aynı
şekilde kullanır. Valileri il ve kayma-
kamlan ilçedeki seçmenlere seçtirmek
bu sebeple mümkün değildir. Çünkü, o
takdirde, ilde ve ilçede merkezi idareyi
kimin temsil edeceği ve yürüteceği belir-
siz kalır. Gerçekten, hükümetçe tayin
edilmeyen ve görevden ahnamayan gö-
revlilerin tekil devletin yönetimine nasıl
hizmet edebileceklerini anlamak müm-
kün olamaz.
Bu pek vahim yanlışlığa düşenler, An-
kara'daki "Eyalet Valisi" ile Türkiye ve
Fransa'daki il valisini birbirine kanştın-
yorlar. Amerika'da Eyalet Valisi (Go-
vernör), federe devletin halk tarafından
seçilen başı ve yürütme organıdır ve Va-
şington'daki federal hükümette hiyerar-
şik amiri yoktur. Türkiye ve Fransa'da
ise, Vali (Prefet), ilde tekil devletin tem-
silcisi ve merkezi idaredeki hiyerarşik
amirleri olan bakanlann emirlerinin yü-
rütücüsüdür.
Yetki genişliği esası uyannca vali ve
kaymakamlara verilen takdir yetkilerine
göre onlann kendi başlanna yünîtme iş-
lem ve eylemlerinde bulunma imkanlan
da, kendilerine merkezi idaredeki hiye-
rarşik amirleri tarafından yetki genişli-
ğine giren alanlarda emir verilebilebil-
mesini engellemez.
Anayasanın ilkeleri bunlar olduğuna
göre, valileri il ve kaymakamlan içinde-
ki seçmenlere seçtirmek düşünülemez;
ama, onlara yetki genişliği esası uyann-
ca kendi takdirleriyle kullanabilecekleri
dahafazla yetki vermekpekâlâmümkün-
dür.
Yine anayasa uyannca, valiyi il özel
idaresinin başı ve yürütücü organı duru-
mundan çıkarmak ve bu göreyi -Fran-
sa'daki gibi- il genel meclisinin kendi
içinde seçtiği başkanına vermek müm-
kündür. Ancak, il genel meclisi baş-
kanının yetkilerini kullanmasında ve va-
linin ve genellikle merkezi idarenin bazı
idari vesayet yetkilerine sahip olması
kaçınılmaz olur. Çünkü, tekil bir devlet-
te şu veya bu yoldan "devlet içinde dev-
let" olamaz. Buna karşılık, anayasamız,
il, belediye ve köyden başka yerel idare
tanımadığından, ilçeyi yeni bir yerel ida-
re türü olarak örgütlemek mümkün de-
ğildir.
Valileri halka seçtirmek, sadece ana-
yasa ve idare hukukumuzun temel kav-
ramlanndan habersiz olanlann arzusu
değildir. Devlet idaresine kalkışan siya-
sitçelerimizin bir kısmında rastlanan hu-
kuk bılgisi yoksunluğundan faydala-
narak bu safsatayı federasyon sistemine
geçişin bir örtülü adımı olarak gören ve
bu amaca kavram kargaşası yaratarak
varabileceklerini sanan bazı bölücüler
de aynı hevese takılmışlardır. Tehlikeli
olan, bilgisizlerin hayalleri değildir. On-
lann arzuladıklan tarzda bir düzenleme,
anayasadaki idarenin bütünlüğüne ve
mahalli idarelere ilişkin hükümler değiş-
tirilerek de yapılamaz.
Zira, böyle bir düzenleme, tekil devleti
dolaylı yoldan yok etmek demek ola-
cağından, Anayasa Mahkemesi'nce red-
dedilmeye mahkûmdur. Tehlikeli olan,
eğer bu heveslerin altmda yatan dörtlü
bilgisizlikten ibaret kalıyorsa, bölücüle-
rin ağzını kullanmak ve onlann propa-
gandasına dolaylı bıçımde hizmet et-
mektir.
ANKARA
ANKA...
MÜŞERREF HEKİMOĞLU
Kıruttaydan Sonra
K
imi zaman büyük zenginlik hissederim, ya-
şamımda ne güzel olaylar, belleğimde ne anılar,
kimler var. Gazeteci olmasaydım o olaylan ya-
§ar, o kişileri tanır mıydım acaba? Gazeteciliğe
de güzel bir dönemde başlamışım doğrusu. Şimdi başla-
saydım böylesine sever miydim acaba? Şaşılası olaylar,
terslikler, çelişkiler arasında meslek sevgim yeşerir miydi,
solar mıydı? Gazetecilik her zaman güç, çileli bir meslek.
1950'li yıllarda da hayliçalkantılı. Fikir işçileri yargılanı-
yor, hapsediliyor, kelepçeleniyor, saçlan kesiliyor, ama
güzel savaşlar veriliyor. Mesleğimizi onurlandıran dire-
nişler yaşanıyor. Sayfalar renkli değil, tirajlar tırmanmı-
yor, piyango dağıtılmıyor, ama her gazetenin belli rengi,
kişiliği, belli bir okuru var. Okurlanna armağan vermi-
yor, en büyük ödülü, armağanı okurlanndan alıyor.
Holdingler de yok o zaman, çoğu gazetenin sahibi başya-
zarlan. Gazetenin politikası, kimliği, kişiliği yazılanna
yansıyor, okur ve gazete diyaloğu o kimlik, kişilikle ku-
ruluyor.
Bugün durum hayli değişik. Teknolojik gelişmeler,
gökkuşağı gibi renkli gazeteler, ama mesleğimizin yeşer-
diği söylenir mi acaba? Her şeyi, herkesi, bakanlan, baş-
bakanlan, siyasal kuruluşlan, kurultaylan, liderleri çok
acımasız eleştiriyoruz da özeleştiriye hiç yönelmiyoruz!
Özeleştiriden yoksun kalarak mesleğimizin düzey yitire-
ceğini, inanılırlığını, güvenilirliğini kaybedeceğini hiç dü-
şünmüyoruz.
SHP kurultayını ve de haberlerini izlerken bu gerçeğİ
düşündüm en çok. Boyut yitirmek acı bir olay, ülkemizde
de çok örneği var. Geleceğe umutla bakmak için önce yi-
tik boyutlan yenilemek gerekiyor galiba. Her şeyden
önce özeleştirileri değerlendirmek.
Kırk yıh geride bırakan bir fikir işçisi için hayli acı göz-
lem, ama sevgimi, özlemimi yitirmemek için yazmayı gö-
rev sayıyorum.
Gelelim SHP kurultayındaki gözlemlere... O fılmi gör-
düğümü yazdım geçen hafta. Perdede Sayın Baykal olun-
ca ister siyah-beyaz, ister çok renkli olsun içeriği değişmi-
yor! Oyuncuyu tanıyor, sonu merak etmiyoruz artık.
Şimdi ne olacak sorusunu yanıtlamak da güç değil. Nite-
kim haber üretimi başladı bile! Baykal'ın yeni arayışlara
yöneleceği, CHP kurulursa başkan olacağı, takımı ile
birlikte partiden aynlacağı söyleniyor. Benim gözümde
de 1970'lerde Güven Partisi'nin kuruluşu canlanıyor.
önce bir kavga, sonra bir parti, kimi CHP'lilerin o parti-
ye katılmasına çok şaşırmıştık o zaman. Aynı şaşkınlığı
bugün de duymuyor muyuz? Kimi SHP'liler, üstelik eski
CHP'liler, Sayın Baykal'ı çok yakından tanıyanlar, kişi-
liğine, özelliklerine yakından tanık olanlar yanında görü-
nüyorlar. Belki yanıltıcı bir görüntü, ama bu görüntünün
kökenine inmek, bu birlikteliğin gerisine eğilmek gerekir
kurultaydan sonra. SHP'deki kemikleşen muhalefetin
nedenlerini araştırmak, o kemikleşmeyi kırmak gerekir.
Sayın Baykal'ın kurultayda genel başkanhğa gelirse
koalisyon protokolünü yeniden gözden geçirmekten söz
ettiği, kimi kişilere de bakanlık önerdiği söyleniyor. Kür-
süde de tam tersini söyledi, ama inandıncı olamadı. An-
cak SHP'deki muhalefetin böylesine ucuz konularla
oluşmasını düşünemiyor insan. Bu muhalefeti geliştiren
olaylar, davramşlar, sorunlar da var elbet. Sorunlara bir-
likte çözüm bulmak gerekiyor şimdi. Kollan sıvamak,
ileriye dönük politikalar üretmek gerekiyor. Bunu yapa-
cak kadrolar var partide. O kadrolar genişleyebilir, parti
dışından da destek görebilir. Her dalda, her meslekte de-
ney ve birikimler parti içi çalışmalarda, atıhmlarda de-
ğerlenebilir. Ama ortak bir karara vanhrsa... Parti içi ka-
natlar, partiye renk ve ses getirirse yararlı olur. Ancak
çokseslilik üretirse, başka seslere kulak vermeyen, sesini
yükselterek sessizliğe, suskunluğa yol açan davramşlar
hoş görülemez!
Rahmetli Orhan Eyüboğlu'nu çok ammsadım kurul-
tay günlerinde. Hasan Esat Işık'ı da. CHP Genel Sekrete-
ri, Paris Büyükelçimizin güzel bir CHP'li olduğunu an-
latırdı gözleri parlayarak. Hasan Işık kolay adam değil;
düşünen, konuşan, tartışan, politika üreten bir kişi. Bir
gazeteci olarak ne sorsak anında yanıtlar, çünkü söyleye-
cek sözü var. Ama uzlaşmayı da bilen bir kişi. Yönetim
kurulu toplantılannda Ecevit ile başka üyelerle kimi za-
man saatlerce tartışıyor, karşı görüşünü savunuyor, ama
oylamadan sonra alınan karan içtenlikle benimsiyor, sa-
vunuyor. Çünkü parti karan, o da bir parti üyesi.
Kuraltay karannın da böyle değerlendirilmesi gerek-
mez mi acaba? Kurultay günlerinde Eyüboğlu'nun bir
sözü daha çınladı kulağımda. Çok sevdiğj bir partiliyi,
"O mutfak adamı" diye tanımlıyor. Bir partinin mutfağı
çok önemli elbet. Yemekler orada hazırlanıyor, sonra
sofraya sunuluyor. Güzel bir sofraysa, güzel bir tat duyu-
rabiliyorsa ortak bir başanyı kutluyor partililer. CHP'-
nin böyle bir mutfağı vardı vaktiyle. Ancak mutfakta
çahşmak belli bir bilinç, özveri ister elbet. Samnm ŞHP'-
de de güzel bir mutfak kurulabilir. O mutfakta pişecek
yemeklere tuz ekmekten bile onur duyacak kişiler bulu-
nabilir. Emekleri, alınterleri SHP sofrasına! Güzel bir
sofrada herkesin eli var...
SHP hükümetin bir kanadı şimdi. Hükümet çahşmala-
nnda programını yansıtarak belli bir yol alacak, gücünü,
kimliğini vurgulayacak. TV yaymlannda Erdal Bey'i
seyrederken seçim alanlanndaki sözler de çınlamıyor mu
kulaklarda? O sözleri yaşamda hissetmenin sevinci yadsı-
nabilir mi? O sözlerde buluşmak siyasal yasama güzel bir
boyut katmadı mı? Bir hoşgörü ortamına ulaşılmadı mı?
Liderlerin TV'deki açıkoturumlan da bu ortamı kanıtla-
mıyor mu? Birbirlerini saygıyla, gülümseyerek dinleyebi-
liyorlar... Elbet yetmiyor bunlar! Yaşamımızda daha so- "
mut gelişmeler bekliyoruz. Çağdaş düzeyimizi daha so-
mut hissetmek istiyoruz. SHP'nin yeni yönetiminden de
ileriye dönük politikalar bekleniyor bu durumda. Yeni
ufuklara yönelen politikalar. Yeni partiler kurmayı düş-
leyenler o politikalara katkıda bulunamaz elbet. Yeni
ufuklara el ele, yan yana, birliktelikle, bir şarkıyı çokses-
le, ama başka sesleri susturmadan ulaşılır değil mi?
En güzel ürünler de ortak emekle oluşmuyor mu?
OKURLARDAN
Cezayir seçimlerive aydınlarımız
Cezayir'de yapılan genel
seçimlerin birinci
raundunda Cezayir halkı
yüzde 80 çoğunlukla İslami
Selamet Partisi'ni
desteklemiştir. Bu başan
beklenmedik bir başan
değildir. Çünkü Cezayir
halkı memnun olmadığı bir
yönetime kendisine çok
daha yakın hissetiği bir
yönetemi tercih etmiştir. Bir
başka deyişle Cezayir'de
demokrasi işlemiştir.
Şurası açıktır ki: Başta
Fransa olmak üzere Batılı
ülkelerin bu sonuçtan
memnun olmalarına imkân
yoktur. Söz konusu ülkelcr
her zaman denedikleri
bilinen yollardan bu s^çimi
sabote etmektedirler.
Anlayışlı insanlar bunun
farkındadırlar. Dilegimiz,
basmımızın ve
aydınlanmızın bu gerçeğe
ve bu gerçeği gören
insanımıza ters
düşmemeleri ve Cezayir'i
bir sömürge olarak gören
Batılı ülkelerin fanatik
düşüncelerine alet
olmamalandır. Gerçeği
göremeyenler gerçegin
altmda ezilirler.
ŞELtMKAYA
İstanbul