15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 Cumhuriyet görüşler 31Ocakl992 BELKİ MURAT BELGE TBKP'nin Gerekçel Karan A nayasa Mahkemesi'nin Türkiye Birleşik Komü- nist Partisi'ni kapatmasının gerekçeli hükmünü geçtiğimiz sah akşamı ilk olarak TRT'de dinle- dim ve doğrusu şaşırdım. Oysa şaşırmaya- cağımı sanıyordum. Bu davayı yakından, aynntılanyla izlemiştim. Çünkü büyük ölçüde "simgesel" bir dava ol- duğu kanısındaydım. Yıllardır sahip olduğumuz ve bü- tün bu yıllar boyunca bizleri çeşitli kötülüklerden ko- rumuş kanunlanmıza görcbu ülkede herhangi bir parti- nin adında "Komünist" adının geçemeyeceğini, aynca, öbür büyük koruyucu maddelerimiz olan 141-142 kalk- tıktan sonra da bu yasağın devam ettiğini büiyorum. Bu bakımdan, adı "Komünist" olan bu partinin kapatıl- masmı bekliyordum, kuruluşu için başvuranlann da bunu beklediğini sanıyordum. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi'nin karanrun ge- rekçesi tek bir cümleyle açıklanabilirdi: "Şöyle bir kanun var, bu kanun yürürlükte oldukça bu parti kurulamaz." Bu her şeyi açıklar, aynca Anayasa Mahkemesi'nin ken- di sınırlan içinde yapabileceği demokratik uyan ya da eleştirinin de bir örneği olurdu. Başkan Yekta Güngör, varolan anayasayı demokratik bulmadığını, ama mahke- menin, kararlannı bu anayasa çerçevesinde vermesi ge- rektiğjni söylemişti. Bu, şüphesiz doğruydu. Ama baküm ki, mahkeme, Yargıtay Başsavcısı'ndan gelen iddia üstü- ne Birleşik Komünist Partisi'ni kapatmak için bayağı emekharcamışve"gerek- — — — — — ^ — ^ ^ çe" toplamış. Gerekçeler , de mahut Kürt sorunuy- Anayasa Mahkemesı İa iigiii. Bu gerekçeler, ise ciddi bir kavram başkan Göngür'ün de- . . • . »•_ mokratik mesajlanyla kargaşaSl îçipde. BlT öyle fazla uyumlu gö- İskoç, tngİlİZ değil, rünmüyor. Mahkeme, "Rritanvfl" TBKP'yi bölücü bulmuş »rıidnyd ve bu nedenle kapatıl- yurttaşidlT, ama masım uygun görmüş. hepsi Türk değildir. Orneğın, "Anayasa'da Kürtlerin varlığı tanın- _ _ _ _ _ _ _ _ _ mahdır," gibi bir talep bölücülüğe yorulmuş. Bu arada ciddi bir kavram kanşıklığı doğuracak cümleler var: "TC devletinde birden fazla ulus olamaz. Türk ulusu içinde değişik kökenli bireyler olsa da hepsi Türk yurttaşıdır". Ulusal kökenle yurttaşhk kavramı fena halde kanşıyor burada. "Türkiye yurttaşı" olduğu doğrudur, ama "Türk" değildir, olması gerekmez. Mah- keme karannın metninde "Türk yurttaşı" sözü herhangi bir kategoriye uyduruluşu bir şey değil. Bir "millet"in değil, bir "ülke"nin yurttaşı okunur. Türk'ün değil ama Türkiye'nin sözgelişi Ermeni, Yahudi yurttaşlan var, ama bunlar "Türk" değil. Biz kendi ulu- sal tarihimizı, bu tarih içinde oluşan kimliğimizi anlatıp dururuz: "Orta Asya'dan yola çıktık, buralara geldik," diye, E, Kürtler oralardan yola çıkmamışlar, biz geldiği- mizde burada oturuyorlarmış. Şimdi, mahkemenin bul- duğu yeni terimle "Türk yurttaşı" olarak onlar nasıl dü- şünecek kendi kimliklerini ve tarihlerini. Onlann tarihi de, bizim Orta Asya'da ata bindiğimiz andan mı başlaya- cak? Irkçılar bu konularda daha tutarlı, "Dağ Türkü" diyorlar, bitiyor. O zaman, Orta Asya dan gelirken yol- lannı ve dillerini kaybedip dağ tarafına sapmış "Türk yurttaşlan" oluyorlar. Doğru değil, ama tutarlı. Anaya- sa Mahkemesi ise ciddi bir kavram kargaşası içinde. Bir İskoç, Ingiliz değil, "Britanya" yurttaşıdır. Türki- ye'de oturanlar da Türkiye yurttaşıdır, ama hepsi Türk değildir. Londra'ya gittiğinizde ve Edinburgh'a gittiği- nizde, Britanya ya da Birleşik Krallık'a gidersiniz; ama birincisinde Ingiltere, ikincisinde İskoçya'ya gitmiş olur- sunuz. Ülkeadının ülkedeki hâkimetnik unsûrun adından gelmesi, böyle durumlarda, bir dezavantaj oluyor demek ki. Bu gerekçeli karar, mahkemenin, sahiden de 1982 Anayasası'mn mahkemesi olduğunu gösterdi. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Tenzilatlı satışlar leoaYeni Çıkan AIAMM BAHÇE BOMONTi RAKISI Ticaret Odasında Oda meclisi tarafından şayani dikkat bir karar verilmiştir. Bu karar şudur: Ticaret âlemine ve müşterilere hitaben her türlü afışler asılması, tebliğ ve tamimler, el ilânlan neşir ve tevzii, mağazalara ve °~ vitrinlere (sermayesine satış, kelepir. reklâm satışı, okazyon, ucuz sergi) ve emsali gibi etiketler konulması, gazetelerle ilân suretile tenzilatlı satış yapmak şuhükümlere tâbi olacaktır: Tenzilatlı satış sebepleri: (1) ticareti terketmek. (2) fesih ve infisah. (3) şirket devam ettiği halde ortaklardan aynlmak (4) ticaretaneyi başkasına devretmek. (5) ticaretaneyi başka yere nakletmek. (6) ticaretanede büyük inşaat tebeddülleri yapmak. (7) mağazanın meşgul olduğu bir veya bir kaç nevi emtia ticaretinden vaz geçmek. (8) bazı malların müstacelen satılması zarureti hâsıl olmak. (9) senelik hesaplannı tamamlamak için mecburî satış yapmak. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN UZAYDA BİR SBMPANZB! 1361"PE SuGÜfJ, AMEtUKA BfRLSftfc DEV- LETLEG.İ, *HAM " Al>U ŞEMPAMZEyi B'R. ÜÜ İiÇ DE&AS/Ş77. CAP£ C/INAI/E&4L. ÜSSÜNPE/4 Ft(llATr(.P(£7rtN 1F OA/ZİKA SON&4 <SE- & PÖMPÜ&ULEN tCAPSÜL, &4ŞAR.IYLA SLJyA İNMİŞ7İ. UZAy UÇl/f£y4£/MM CAN- ULAR ÜZEgİNP£Kİ ErfdLE&İNİ İNC£L£- MEK AMAC/YLA, Ö2ieLLf/CLE 19SO'PEN SONR/1 Sf^çon: fSAyvAM uzAyA yot - . KÖPEKCEZ, PAB-Et-Ete </£ g sof/ysr HEM DE 77. , uzagdaın dânüşünde SEMİH BALCIOĞLU Çalışan Çocuklar Doç.Dr.MİNE MANGIR A.Ü. Ziraat Fak. Ev Eko. Çocuk Gelişimi Anabilim Dalı Ç ocuğun çahşması evrensel bir olaydır. Çünkü çocuk içinde bulunduğu toplumun sosyo- ekonomik ve yasal düzenleme- lerine bağlı olarak her çalışan birey gibi üretime katılmaktadır, ürettiği metanın karşılığında da ücret almak- tadır. Çocuklann çalıştınlması, çocuk işgü- cünün istisman, sokakta çalışan çocuk- lann sorunlan günümüzde birçok top- lumda karşılaşılan ve çözüm bekleyen sorunlardır. DİE'nin 1985 yılında yaptığı "Hane- halkı İşgücü Anketi" sonuçlanna göre çalışan çocuklann önemli bir oranı ta- nm sektöriinde çalışmaktadır. Bu oran, 12-14 yaşgrubu için yüzde 68.13, 15-19 yaş grubu için ise yüzde 57.13'tür. 12-14 yaşlan arasında 200.000'e yakm çocuk ve 15-19 yaşlan arasında 900.000'den fazla çocuk tanm sektörü dışında başta imalat sanayii olmak üzere çeşitli işkol- lannda çalışmaktadır. Çocuklann çalışma süreleri oldukça elverişsiz bir düzenleme içindedir. Çalış- ma zarnanını işveren ya da usta belirle- mektedir. Yasalarla bu konuda bir sınır- lama getirilmiştir. Ancak çocuğun veli- sinden izin almak koşuluyla çahşma sü- resi saat 21.00'e kadar uzatılabilmek- tedir. Esnaf kesiminde ise yasalarla bir sınırlama getirilmediğinden, duruma göre çocuğun çalışma süresi günde 10 hatta 15 saate kadar çıkartılmaktadır. Bu sürenin çok uzun olması çocuğun sağlığı üzerinde olumsuz etkilere neden olmakudır. Aynca çocuklann hafta so- nu tatilleri ya yoktur ya da*çok kısadır. İşinden çıkan çocuk evine gittiği zaman çok yorgundur. Yemeğini yer yemez ya- tar ve sabahın erken saatlerinde tekrar işinin başında olur. Çalışma süresinin uzunluğuna rağmen aldıklan ücret ge- nelbkle düşük düzeydedir. Yasalarda, çalışan çocuğa asgari ücretin yüzde 30'- unun verilmesi öngörülmüştür. Bu oran Yasalarda, çalışan çocuğa asgari ücretin yüzde 30'unun verilmesi öngörülmüştür. oldukça düşüktür. Çalışan çocuğun zamanı çok yetersiz olduğu için oynamaya, spor yapmaya fırsatı olmaz. Oysa bir çocuğun gelişi- minde oyunun rolü çok önemlidir. öğ- renmek için yeterince zamanı olmayan çocuk, kendi zihin yeteneklerini gelişti- remez. Gelişme geriliği ve iş yaşamına erken ve tecrübesiz atılmalan sonucun- da amaçlan çok düşük düzeyde kalır. Çalışan çocuklann büyük bir çoğunluğu da sigortasız çabşmakta, sosyal güvenlik haklanndan yararlanamamaktadır. Si- gortalı çabşanlar ise sorunlannı resmi makamlara ulaştıramamaktadırlar. De- netimin yetersiz olması nedeniyle de iş- verenler, yasalann gereklerine tam an- lamıyla uymamakta ya da yasalar hiç dikkate alınmamaktadır. Sokaklarda çalışan seyyar satıcı çocuklar ise hava düzensizlikleri, her türlü pislik, trafik tehlikeleri ve şehir yaşamındaki çeşitli olumsuzluklarla karşı karşıyadır. 2089 sayıh yasa, çırakbğı bir öğrenim türü olarak kabul etmekte ve çırağı hem işyerinde mesleksel pratik bilgiler edinen hem de devam ettiği kurslarla teorik bil- giler öğrenen stajyer öğrenci olarak gör- mektedir. Bu nedenle de cırak ücreti, sendika gibi sosyal haklar yönünden işçi olarak değil öğrenci olarak değerlendi- rilmektedir. Oysa çalışan çocuk bir öğ- renci olmaktan çok bir işçidir ve çırağa işyerinde mesleki pratik bilgi vermenin yanında işgücünden yararlanma kaygısı da güdülmektedir. Çünkü çırak, ekono- mik ve toplumsal nedenlerden dolayı çahşmak zorundadır. 21. yüzyıla yaklaştığımız bu yıllarda olumsuz koşullarda çalışan bu çocukla- nn sorunlanna büyük bir önemle eğil- mek gerekmektedir. Çalışan çocuklan her türlü ihmal isüsmalden kurtarmak, yasal ve toplumsal açıdan korunmalan- nı ve geleceğe hazırlanmalannı sağla- mak hem toplum kalkınması hem de in- san haklan açısından önemlidir. Bunun için de her şeyden önce bu çocuklan ve sorunlannı bütünüyle tammak gerek- mektedir. Tekil Devlet llkesi ve Sonuçtan COŞKUN KIRCA Emekli Büyükelçi ve D YP İstanbul Milletvekili M emleketimizde aynlıkçı a- kımlann ortaya çıkmasından sonra birkaç yıldır "tekil devlet" kavramı çok tekrar- lanıyor. Bu kavram öylesine gevezelikle- rin konusudur ki, bazen aynı kavramı benimsediklerini ileri sürenlerin bile bu ilkeyi en olmayacak çözümlerle bağ- daşır sanabîldiklerine tanık oluyoruz. Böyle olunca, galiba ilk yapılması gere- ken, "tekil devlet"in ne olduğunu ve ne olamayacağını iyice belirlemektir. "Tekil devlet" sözcüğü, anayasa hu- kuku dilimize, diğer birçok hukuk kav- ramlan gibi, Fransız hukukundan geç- miştir. Ne var ki 1789 Fransız Devri- mi'nden sonraki cumhuriyetçi Fransız anayasalannın hiçbirinde bu terime rastlanmaz. Bu terim, anayasalarda yer almamakla beraber, belirli bir devlet dü- zenini tanımlamak için bulunmuş bir anlatım biçimidir. "Tekil devlet" terimi, egemenliğin kullanılış tarzıyla ilgili ola- rak belirli bir bakış açısından ortaya ko- nulan bir tipolojiden dogmuştur. Nasıl ki erkler birliği ve erkler ayınmı kavram- lan, egemenliğin kullamlmasının devlet organlan arasındaki bölüşümünü göste- renidealtiplerdir;'tekildevlet"ve"fede- ral devlet" kavramlan da egemenliğin ülke va ahalinin bütünü üzerinde aynı devlet organlan tarafından her konuda kullamlması hali ile egemenliği, bütün ülke ve ahali üzerinde bazı konularda kullanan devlet organlannın yanısıra, devletin ülkesi veya ahalisinin belirli kısımlan üzerinde belirli konularda sırf belirli bir kısım için yetkilendirilmiş dev- let organlannın kullanması halini birbi- rinden ayıran bir sınıflandırmadır. Türkiye'nin cumhuriyetçi anayasa- larına göre, Türk milleti, egemenliğe "kayıtsız şartsız" sahiptir. Kayıtsız şartsız egemenliğin tekliğı ve bölünmez- liği söz götünnez ve Türkiye Cumhuri- yeti denilen devletin siyasal örgütlenişini oluşturduğu Türk milleti, Türkiye Cum- huriyeti'nin "devlet" niteliğini kazana- bilmesı için diğer bir temel öğesiolan "ül- kesi"de, aynı şekilde, "bölünemez" bir "bütün"dür. Bu kurallann kaçınılmaz bir sonucu olarak, Türkiye'nin cumhu- riyetçi anayasaya göre Türkiye Cumhu- riyeti'nde bir tek yasama organı, bir tek yürütme organı ve bir tek yargı organı vardır. Bütün bu kurallar, 1982 Anaya- sasının Başlangıç'ında, 2,3,6. 7 ve 8.inci maddelerinde yae ahr. Bu ilkeler, 1924 ve 1961 Anayasalannda da yer alıyordu. 1982 Anayasası, sözkonusu ilkelerin de- ğiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini de hükme bağlamıştır. Anayasal kavramlan özümsememiş olanlann bazılan, devletin "bölünmez bir bütün" oluşundan, sadece ülkesinin bir bölgesinin bağımsızhk kazanamaya- cağı ya da bir başka devlete devredile- meyeceği anlamını çıkanrlar. Oysa, dev- letin "bölünmez bir bütün" olabilmesi için, "devlet" kavramınm birbirinden aynlmaz üç öğesinden biri olan egemen- liğin de, diğer öğeleri olan ahali ve ülke gibi, "bölünmez bir bütün' olması gere- kir. Bundan çıkan doğal sonuç şudur ki, tekil bir devlette egemenliği konular ya da bölgeler veya halklar itibanyla böl- mek mümkün değildir. Bu da gösteriyor ki, Türkiye cumhuriyeti gibi tekil bir devlette, kendi yürütem ve/veya yargı organlannın -belirli konularda da olsa- yetkili olacağı özerk bölgeler, federe devletler ve hatta -üyeleri belirli bir böl- gede oturmayıp bütün ülkeye dağılmış olsalar bile- kamusal yetkilere sahip "ce- maat"ler, (diğer bir deyimle, "toplum"- lar) kurulamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin "tekil" olu- şunun bir diğer sonucu da, 1961 ve 1982 Anayasalannda açıkça belirtildiği ve 1924 anayasal sisteminin de benimsediği gibi, idarenin bir bütün oluşudur. Ma- dem ki tekil bir devlette bütün ülke ve ahali üzerinde yetkili tek bir yasama, tek bir yürütme ve tek bir yargı organı var- dır; İdare de bir "bütün" oluşturacaktır. Bunun anlamı. Türkiye'de yerinden Valileri halka seçtirmek, tekil devleti dolaylı yoldan yoketmek demek olacağından, Anayasa Mahkemesi'nce reddedilmeye mahkûmdur. yönetim esasına göre mahallî idarelerin kurulmaması değildir. Belirli bir mahal- lin ortak ihtiyaçlannı karşılamak için mahallî idareler kurulabilir ve bunlann karar ve hatta yönetim organlan seçimle gelebilir. Ancak, bu yerel idarelerin ku- ruluş ve yetkileri herhalde millî ve tek yasama organı tarafından kanunla dü- zenlenir; bunlar üzerinde millî ve tek yü- rütme organının aynı şekilde kanunla belirlenen idarî vesayet yetkileri vardır; bunun gibi, millî ve tek yargı organının da mahallî idareler üzerindeki yetkisi tamdır. Bir diğer slogan da, vali ve kayma- kamlann secmenlerce seçilerek göreve gelmeleridir. Görevli olduğu ilde vali- nin, devleti, onun başı sıfatıyla cumhur- başkanını ve aynca hükümeti temsil et- mesi ve onun emrindeki merkezî idare içinde yer alması, kamu hukukumuzun anayasal kural niteliğindeki genel kural- lanndan biridir. Benzer bir kural da, kaymakamın ilçesinde hükümeti temsil etmesi ve onun emrindeki merkezi idare içinde yer almasıdır. Böyle olunca, vali ilde, kaymakam da ilçede merkezi idare- deki hiyerarşik amirlerinden emir alarak hareket eder ve merkezi idarenin il veya ilçe sınırlan içindeki yerel idareler üze- rindeki idari vesayet yetkilerini de aynı şekilde kullanır. Valileri il ve kayma- kamlan ilçedeki seçmenlere seçtirmek bu sebeple mümkün değildir. Çünkü, o takdirde, ilde ve ilçede merkezi idareyi kimin temsil edeceği ve yürüteceği belir- siz kalır. Gerçekten, hükümetçe tayin edilmeyen ve görevden ahnamayan gö- revlilerin tekil devletin yönetimine nasıl hizmet edebileceklerini anlamak müm- kün olamaz. Bu pek vahim yanlışlığa düşenler, An- kara'daki "Eyalet Valisi" ile Türkiye ve Fransa'daki il valisini birbirine kanştın- yorlar. Amerika'da Eyalet Valisi (Go- vernör), federe devletin halk tarafından seçilen başı ve yürütme organıdır ve Va- şington'daki federal hükümette hiyerar- şik amiri yoktur. Türkiye ve Fransa'da ise, Vali (Prefet), ilde tekil devletin tem- silcisi ve merkezi idaredeki hiyerarşik amirleri olan bakanlann emirlerinin yü- rütücüsüdür. Yetki genişliği esası uyannca vali ve kaymakamlara verilen takdir yetkilerine göre onlann kendi başlanna yünîtme iş- lem ve eylemlerinde bulunma imkanlan da, kendilerine merkezi idaredeki hiye- rarşik amirleri tarafından yetki genişli- ğine giren alanlarda emir verilebilebil- mesini engellemez. Anayasanın ilkeleri bunlar olduğuna göre, valileri il ve kaymakamlan içinde- ki seçmenlere seçtirmek düşünülemez; ama, onlara yetki genişliği esası uyann- ca kendi takdirleriyle kullanabilecekleri dahafazla yetki vermekpekâlâmümkün- dür. Yine anayasa uyannca, valiyi il özel idaresinin başı ve yürütücü organı duru- mundan çıkarmak ve bu göreyi -Fran- sa'daki gibi- il genel meclisinin kendi içinde seçtiği başkanına vermek müm- kündür. Ancak, il genel meclisi baş- kanının yetkilerini kullanmasında ve va- linin ve genellikle merkezi idarenin bazı idari vesayet yetkilerine sahip olması kaçınılmaz olur. Çünkü, tekil bir devlet- te şu veya bu yoldan "devlet içinde dev- let" olamaz. Buna karşılık, anayasamız, il, belediye ve köyden başka yerel idare tanımadığından, ilçeyi yeni bir yerel ida- re türü olarak örgütlemek mümkün de- ğildir. Valileri halka seçtirmek, sadece ana- yasa ve idare hukukumuzun temel kav- ramlanndan habersiz olanlann arzusu değildir. Devlet idaresine kalkışan siya- sitçelerimizin bir kısmında rastlanan hu- kuk bılgisi yoksunluğundan faydala- narak bu safsatayı federasyon sistemine geçişin bir örtülü adımı olarak gören ve bu amaca kavram kargaşası yaratarak varabileceklerini sanan bazı bölücüler de aynı hevese takılmışlardır. Tehlikeli olan, bilgisizlerin hayalleri değildir. On- lann arzuladıklan tarzda bir düzenleme, anayasadaki idarenin bütünlüğüne ve mahalli idarelere ilişkin hükümler değiş- tirilerek de yapılamaz. Zira, böyle bir düzenleme, tekil devleti dolaylı yoldan yok etmek demek ola- cağından, Anayasa Mahkemesi'nce red- dedilmeye mahkûmdur. Tehlikeli olan, eğer bu heveslerin altmda yatan dörtlü bilgisizlikten ibaret kalıyorsa, bölücüle- rin ağzını kullanmak ve onlann propa- gandasına dolaylı bıçımde hizmet et- mektir. ANKARA ANKA... MÜŞERREF HEKİMOĞLU Kıruttaydan Sonra K imi zaman büyük zenginlik hissederim, ya- şamımda ne güzel olaylar, belleğimde ne anılar, kimler var. Gazeteci olmasaydım o olaylan ya- §ar, o kişileri tanır mıydım acaba? Gazeteciliğe de güzel bir dönemde başlamışım doğrusu. Şimdi başla- saydım böylesine sever miydim acaba? Şaşılası olaylar, terslikler, çelişkiler arasında meslek sevgim yeşerir miydi, solar mıydı? Gazetecilik her zaman güç, çileli bir meslek. 1950'li yıllarda da hayliçalkantılı. Fikir işçileri yargılanı- yor, hapsediliyor, kelepçeleniyor, saçlan kesiliyor, ama güzel savaşlar veriliyor. Mesleğimizi onurlandıran dire- nişler yaşanıyor. Sayfalar renkli değil, tirajlar tırmanmı- yor, piyango dağıtılmıyor, ama her gazetenin belli rengi, kişiliği, belli bir okuru var. Okurlanna armağan vermi- yor, en büyük ödülü, armağanı okurlanndan alıyor. Holdingler de yok o zaman, çoğu gazetenin sahibi başya- zarlan. Gazetenin politikası, kimliği, kişiliği yazılanna yansıyor, okur ve gazete diyaloğu o kimlik, kişilikle ku- ruluyor. Bugün durum hayli değişik. Teknolojik gelişmeler, gökkuşağı gibi renkli gazeteler, ama mesleğimizin yeşer- diği söylenir mi acaba? Her şeyi, herkesi, bakanlan, baş- bakanlan, siyasal kuruluşlan, kurultaylan, liderleri çok acımasız eleştiriyoruz da özeleştiriye hiç yönelmiyoruz! Özeleştiriden yoksun kalarak mesleğimizin düzey yitire- ceğini, inanılırlığını, güvenilirliğini kaybedeceğini hiç dü- şünmüyoruz. SHP kurultayını ve de haberlerini izlerken bu gerçeğİ düşündüm en çok. Boyut yitirmek acı bir olay, ülkemizde de çok örneği var. Geleceğe umutla bakmak için önce yi- tik boyutlan yenilemek gerekiyor galiba. Her şeyden önce özeleştirileri değerlendirmek. Kırk yıh geride bırakan bir fikir işçisi için hayli acı göz- lem, ama sevgimi, özlemimi yitirmemek için yazmayı gö- rev sayıyorum. Gelelim SHP kurultayındaki gözlemlere... O fılmi gör- düğümü yazdım geçen hafta. Perdede Sayın Baykal olun- ca ister siyah-beyaz, ister çok renkli olsun içeriği değişmi- yor! Oyuncuyu tanıyor, sonu merak etmiyoruz artık. Şimdi ne olacak sorusunu yanıtlamak da güç değil. Nite- kim haber üretimi başladı bile! Baykal'ın yeni arayışlara yöneleceği, CHP kurulursa başkan olacağı, takımı ile birlikte partiden aynlacağı söyleniyor. Benim gözümde de 1970'lerde Güven Partisi'nin kuruluşu canlanıyor. önce bir kavga, sonra bir parti, kimi CHP'lilerin o parti- ye katılmasına çok şaşırmıştık o zaman. Aynı şaşkınlığı bugün de duymuyor muyuz? Kimi SHP'liler, üstelik eski CHP'liler, Sayın Baykal'ı çok yakından tanıyanlar, kişi- liğine, özelliklerine yakından tanık olanlar yanında görü- nüyorlar. Belki yanıltıcı bir görüntü, ama bu görüntünün kökenine inmek, bu birlikteliğin gerisine eğilmek gerekir kurultaydan sonra. SHP'deki kemikleşen muhalefetin nedenlerini araştırmak, o kemikleşmeyi kırmak gerekir. Sayın Baykal'ın kurultayda genel başkanhğa gelirse koalisyon protokolünü yeniden gözden geçirmekten söz ettiği, kimi kişilere de bakanlık önerdiği söyleniyor. Kür- süde de tam tersini söyledi, ama inandıncı olamadı. An- cak SHP'deki muhalefetin böylesine ucuz konularla oluşmasını düşünemiyor insan. Bu muhalefeti geliştiren olaylar, davramşlar, sorunlar da var elbet. Sorunlara bir- likte çözüm bulmak gerekiyor şimdi. Kollan sıvamak, ileriye dönük politikalar üretmek gerekiyor. Bunu yapa- cak kadrolar var partide. O kadrolar genişleyebilir, parti dışından da destek görebilir. Her dalda, her meslekte de- ney ve birikimler parti içi çalışmalarda, atıhmlarda de- ğerlenebilir. Ama ortak bir karara vanhrsa... Parti içi ka- natlar, partiye renk ve ses getirirse yararlı olur. Ancak çokseslilik üretirse, başka seslere kulak vermeyen, sesini yükselterek sessizliğe, suskunluğa yol açan davramşlar hoş görülemez! Rahmetli Orhan Eyüboğlu'nu çok ammsadım kurul- tay günlerinde. Hasan Esat Işık'ı da. CHP Genel Sekrete- ri, Paris Büyükelçimizin güzel bir CHP'li olduğunu an- latırdı gözleri parlayarak. Hasan Işık kolay adam değil; düşünen, konuşan, tartışan, politika üreten bir kişi. Bir gazeteci olarak ne sorsak anında yanıtlar, çünkü söyleye- cek sözü var. Ama uzlaşmayı da bilen bir kişi. Yönetim kurulu toplantılannda Ecevit ile başka üyelerle kimi za- man saatlerce tartışıyor, karşı görüşünü savunuyor, ama oylamadan sonra alınan karan içtenlikle benimsiyor, sa- vunuyor. Çünkü parti karan, o da bir parti üyesi. Kuraltay karannın da böyle değerlendirilmesi gerek- mez mi acaba? Kurultay günlerinde Eyüboğlu'nun bir sözü daha çınladı kulağımda. Çok sevdiğj bir partiliyi, "O mutfak adamı" diye tanımlıyor. Bir partinin mutfağı çok önemli elbet. Yemekler orada hazırlanıyor, sonra sofraya sunuluyor. Güzel bir sofraysa, güzel bir tat duyu- rabiliyorsa ortak bir başanyı kutluyor partililer. CHP'- nin böyle bir mutfağı vardı vaktiyle. Ancak mutfakta çahşmak belli bir bilinç, özveri ister elbet. Samnm ŞHP'- de de güzel bir mutfak kurulabilir. O mutfakta pişecek yemeklere tuz ekmekten bile onur duyacak kişiler bulu- nabilir. Emekleri, alınterleri SHP sofrasına! Güzel bir sofrada herkesin eli var... SHP hükümetin bir kanadı şimdi. Hükümet çahşmala- nnda programını yansıtarak belli bir yol alacak, gücünü, kimliğini vurgulayacak. TV yaymlannda Erdal Bey'i seyrederken seçim alanlanndaki sözler de çınlamıyor mu kulaklarda? O sözleri yaşamda hissetmenin sevinci yadsı- nabilir mi? O sözlerde buluşmak siyasal yasama güzel bir boyut katmadı mı? Bir hoşgörü ortamına ulaşılmadı mı? Liderlerin TV'deki açıkoturumlan da bu ortamı kanıtla- mıyor mu? Birbirlerini saygıyla, gülümseyerek dinleyebi- liyorlar... Elbet yetmiyor bunlar! Yaşamımızda daha so- " mut gelişmeler bekliyoruz. Çağdaş düzeyimizi daha so- mut hissetmek istiyoruz. SHP'nin yeni yönetiminden de ileriye dönük politikalar bekleniyor bu durumda. Yeni ufuklara yönelen politikalar. Yeni partiler kurmayı düş- leyenler o politikalara katkıda bulunamaz elbet. Yeni ufuklara el ele, yan yana, birliktelikle, bir şarkıyı çokses- le, ama başka sesleri susturmadan ulaşılır değil mi? En güzel ürünler de ortak emekle oluşmuyor mu? OKURLARDAN Cezayir seçimlerive aydınlarımız Cezayir'de yapılan genel seçimlerin birinci raundunda Cezayir halkı yüzde 80 çoğunlukla İslami Selamet Partisi'ni desteklemiştir. Bu başan beklenmedik bir başan değildir. Çünkü Cezayir halkı memnun olmadığı bir yönetime kendisine çok daha yakın hissetiği bir yönetemi tercih etmiştir. Bir başka deyişle Cezayir'de demokrasi işlemiştir. Şurası açıktır ki: Başta Fransa olmak üzere Batılı ülkelerin bu sonuçtan memnun olmalarına imkân yoktur. Söz konusu ülkelcr her zaman denedikleri bilinen yollardan bu s^çimi sabote etmektedirler. Anlayışlı insanlar bunun farkındadırlar. Dilegimiz, basmımızın ve aydınlanmızın bu gerçeğe ve bu gerçeği gören insanımıza ters düşmemeleri ve Cezayir'i bir sömürge olarak gören Batılı ülkelerin fanatik düşüncelerine alet olmamalandır. Gerçeği göremeyenler gerçegin altmda ezilirler. ŞELtMKAYA İstanbul
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle